English
stringlengths 3
262
| Turkish
stringlengths 4
272
|
|---|---|
During the past several years, many Japanese have been either killed or injured while traveling overseas.
|
Son birkaç yıl içinde, birçok Japon yurt dışına seyahat ederken ya öldü ya da yaralandı.
|
Her sewing basket, dresser drawers and pantry shelves are all systematically arranged in apple-pie order.
|
Onun dikiş sepeti, şifonyer çekmeceleri ve külotlu çorap rafları hepsi sistemli olarak yerli yerinde düzenlenir.
|
I'd love to be a fly on the wall at the meeting of the senior executives about the future of the company.
|
Ben şirketin geleceği ile ilgili üst düzey yöneticilerinin toplantısında duvardaki sinek olmayı isterdim.
|
If this kind of music floats your boat, let me recommend a few other musicians you may want to listen to.
|
Bu tür müzik hoşuna giderse, dinlemek isteyebileceğin birkaç müzisyen daha tavsiye edeyim.
|
If you watch the sun setting on a warm, damp day, you can see the moisture changing the shape of the sun.
|
Sıcak, nemli bir günde güneşin batışını seyrederseniz, güneşin şeklini değiştiren nemi görebilirsiniz.
|
Since there are rice paddies near my house, I often hear frogs croaking all night long this time of year.
|
Evimin yakınında pirinç tarlaları bulunduğundan, sık sık yılın bu zamanı boyunca bütün gece gaklayan kurbağaları duyuyorum.
|
Sitting behind people at the movies who constantly chat and giggle doesn't make for an enjoyable evening.
|
Sinemalarda sürekli sohbet eden ve kıkırdayan insanların arkasında oturmak keyifli bir akşam yapmaz.
|
Some superstitious people in America believe that if a black cat crosses your path, you'll have bad luck.
|
Amerika'daki bazı batıl inançlı insanlar eğer bir kedi sizin yolunuzdan geçerse, kötü şansınız olacağına inanıyor.
|
The life of some dairy farmers has gotten a lot easier since the introduction of robots to milk the cows.
|
Bazı süt çiftçilerinin hayatı inekleri sağmak için robotlar tanıtıldığından beri çok daha kolay olmuştur.
|
The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store.
|
Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.
|
The trouble with the world isn't that people know too little, but they know so many things that ain't so.
|
Dünya ile ilgili sorun insanların çok az bilmesi değil fakat öyle olmayan çok şey bilmeleridir.
|
The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
|
İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
|
There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
|
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
|
They confirmed the importance of strengthening global precautions in order to prevent devastating losses.
|
Onlar yıkıcı kayıpları önlemek için küresel önlemlerin güçlendirilmesinin önemini doğruladılar.
|
Thomas A. Edison so loves his work that he sleeps an average of less than four hours of each twenty-four.
|
Thomas A. Edison işini öylesine sever ki ortalama olarak 24 saatte 4 saatten daha az uyur.
|
Tom and Mary's new apartment has three bedrooms. Does that mean that they're planning on having children?
|
Tom ve Mary'nin yeni dairesinin üç yatak odası var. Bu onların çocuk sahibi olmayı planladığı anlamına mı geliyor?
|
We were unsure what kind of person Tom would be and whether he would like living in the same house as us.
|
Tom'un ne tür bir insan olacağından ve bizim gibi aynı evde oturmayı isteyip istemeyeceğinden emin değildik.
|
What's important isn't which university you've graduated from, but what you learned while you were there.
|
Önemli olan hangi üniversiteden mezun olduğun değil fakat oradayken ne öğrendiğindir.
|
"Do you not like Tom?" "It's not that I don't like him, I just have trouble dealing with people like him."
|
"Tom'u sevmiyor musun?" "Onu sevmiyorum değil, sadece onun gibi insanlarla ilgi kurmada sorunum var."
|
As long as you are thinking about the pros and cons of a relationship, I don't think you can call it love.
|
Bir ilişkinin artıları ve eksileri hakkında düşündüğün sürece buna aşk diyebileceğini sanmıyorum.
|
He became bad-tempered, continually criticized his wife's cooking and complained of a pain in his stomach.
|
O kötü huylu oldu, sürekli karısının yemeklerini eleştirdi ve midesindeki bir ağrıdan şikâyet etti.
|
He puts on a show of being impartial and unbiased, but I think he's just a guy with no opinion of his own.
|
O, tarafsız ve ön yargısız olmanın şovunu yapar fakat sanırım o sadece kendi fikri olmayan bir adam.
|
I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room?
|
Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?
|
If your spouse is a politician, then likely your name will also appear in the newspaper from time to time.
|
Eşiniz bir politikacı ise, öyleyse muhtemelen sizin adınız da zaman zaman gazetede görünecektir.
|
Last year, I spent so much time by myself that I almost forgot how to communicate effectively with others.
|
Geçen yıl tek başıma o kadar uzun bir zaman geçirdim ki diğerleriyle etkili şekilde nasıl iletişim kuracağımı neredeyse unuttum.
|
The Japanese Parliament today officially elected Ryoutarou Hashimoto as the country's 52nd prime minister.
|
Japon Parlementosu bugün Ryoutarou Hashimoto'yu ülkenin 52. başbakanı olarak resmen seçti.
|
Tom asked Mary a few questions that she couldn't answer, but she was able to answer most of his questions.
|
Tom Mary'ye cevap veremediği birkaç soru sordu, ama o onun sorularının çoğunu yanıtlayabildi.
|
Tom couldn't hear what the teacher was saying because all of the other students were making so much noise.
|
Diğer öğrenciler çok gürültü yaptığı için Tom öğretmenin ne dediğini duyamıyordu.
|
Tom once ate at an cheap restaurant and got food poisoning, so now he is very careful about where he eats.
|
Tom bir zamanlar ucuz bir restoranda yemek yedi ve gıda zehirlenmesi oldu, bu yüzden artık nerede yemek yediği hakkında çok dikkatli.
|
Tom seems to be unwilling to accept advice from native speakers who try to help him with his translations.
|
Tom ona çevirilerinde yardım etmek isteyen yerlilerden nasihat almak için isteksiz görünüyor.
|
Tom wondered if Mary would think that eight in the morning was too early for him to open a bottle of wine.
|
Tom Mary'nin sabah sekizde onun bir şişe şarap açmasının çok erken olduğunu düşünüp düşünmediğini merak etti.
|
We can argue about how to best achieve these goals, but we can't be complacent about the goals themselves.
|
Bu hedeflere en iyi şekilde nasıl ulaşılabileceğimiz konusunda tartışabiliriz, ancak hedeflerin kendileri konusunda kayıtsız olamayız.
|
We still have more than halfway to go to get to the top of the mountain. Are you really already exhausted?
|
Dağın zirvesine varmak için hâlâ yarıdan fazla gidecek yolumuz var. Gerçekten çok yorgun musunuz?
|
We were unsure what kind of person Tom would be and whether he would like to live in the same house as us.
|
Tom'un ne tür bir insan olacağından ve bizim gibi aynı evde oturmayı isteyip istemeyeceğinden emin değildik.
|
What is important is not which university you've graduated from but what you've learned in the university.
|
Önemli olan hangi üniversiteden mezun olduğun değil fakat üniversitede ne öğrendiğindir.
|
You can reduce your home's heating and cooling costs through proper insulation and air sealing techniques.
|
Evinizin ısıtma ve soğutma maliyetlerini uygun yalıtım ve hava sızdırmazlık teknikleri yoluyla azaltabilirsiniz.
|
Because his family traveled from place to place, Cesar Chavez attended more than thirty schools as a child.
|
Ailesi bir yerden bir yere seyahat ettiği için, Cezar Chavez bir çocukken otuzdan daha fazla okula gitti.
|
Cats are like girls. If they talk to you it's great, but if you try to talk to them, it doesn't go so well.
|
Kediler kızlara benzer.Onlar seninle konuşursa harika fakat sen onlarla konuşmaya çalışırsan, o kadar iyi gitmez.
|
He began to suspect something was wrong when the seller didn't allow him to test the item before buying it.
|
O, malı almadan önce satıcının onu test etmesine izin vermediğinde bir şeyin yanlış olduğundan şüphelenmeye başladı.
|
He got tired of being the devil's advocate and now agrees with every idea they suggest, no matter how dumb.
|
O, şeytanın avukatı olmaktan usandı ve ne kadar aptalca olursa olsun, şimdi onların önerdiği her fikri kabul ediyor.
|
If Tom had been wearing a bullet-proof vest like the other police officers, he probably wouldn't have died.
|
Tom diğer polis memurları gibi bir kurşun geçirmez yelek giyseydi muhtemelen ölmezdi.
|
Incidentally, this room doesn't have anything like an air conditioner. All it has is a hand-held paper fan.
|
Sırası gelmişken, bu odada klimaya benzer bir şey yok. Onun sahip olduğu tek şey elle tutulan kağıt yelpaze.
|
It may seem like Tom has forgotten all about the matter, but deep down inside, he's still torn up about it.
|
Tom mesele hakkında her şeyi unutmuş gibi görünebilir fakat hâlâ gerçekten onun hakkında kendini harap ediyor.
|
It took Tom every ounce of courage he had to admit to Mary that he had once been part of a terrorist group.
|
Bir zamanlar terörist bir gruba katıldığını Mary'ye itiraf etmek zorunda kalması Tom'u cesaretlendirdi.
|
It's getting easier to find audio files by native speakers for almost any language you might want to study.
|
Neredeyse öğrenmek isteyebileceğin her dilde yerli konuşurlar tarafından hazırlanmış ses dosyalarını bulmak kolaylaşıyor.
|
Last year in the Philippines, earthquakes and tidal waves resulted in the deaths of more than 6,000 people.
|
Geçen yıl Flipinlerde, depremler ve deprem dalgaları 6000'den fazla kişinin ölümüne sebep oldu.
|
The American news is reporting that Hurricane Irene is as big as Europe, which is a bit of an exaggeration.
|
Amerikan haber Irene Kasırgası'nın Avrupa kadar büyük olduğunu bildiriyor, bu biraz abartıdır.
|
There have been a lot of complaints recently about drivers not obeying the speed limits in downtown Boston.
|
Son zamanlarda Boston şehir merkezinde hız limitlerine uymayan sürücüler hakkında çok sayıda şikâyet oldu.
|
Thursday Island is situated in the Torres Strait between Australia's northernmost Cape York and New Guinea.
|
Thursday adası Avustralya'nın en kuzeyindeki Cape York ve Yeni Gine arasındaki Torres boğazında bulunmaktadır.
|
Tom thought his violin was a Stradivarius because the name Stradivarius was on the label inside his violin.
|
Tom kemanının bir Stradivarius olduğunu düşündü çünkü Stradivarius adı kemanının içindeki etiketteydi.
|
Use the highest heat settings only when you're ironing fabrics made of natural fibers like cotton or linen.
|
Sadece pamuk ve keten gibi doğal liflerden yapılmış kumaşları ütülerken en yüksek ısı ayarlarını kullanın.
|
We're gonna make sure that no one is taking advantage of the American people for their own short-term gain.
|
Biz hiç kimsenin kendi kısa vadeli kazançları için Amerikan halkından yararlanmadıklarından emin olacağız.
|
When I was a kid, touching bugs didn't bother me a bit. Now I can hardly stand looking at pictures of them.
|
Ben bir çocukken, böceklere dokunmak beni bir parça rahatsız etmezdi. Şimdi neredeyse onların resimlerine bakmaya katlanamıyorum.
|
When Tom was a teenager, he would often sit on the front porch and write songs in the evening after dinner.
|
Tom bir genç iken, o sık sık ön sundurmada otururdu ve akşam yemeğinden sonra akşamleyin şarkı yazardı.
|
When speaking to an international audience, it is perhaps best to speak English a little slower than usual.
|
Uluslararası bir seyirciyle konuşurken, her zamankinden biraz daha yavaş İngilizce konuşmak belki de en iyisidir.
|
Why did I buy flowers? Is that what you just said? It's really noisy here so I couldn't hear you very well.
|
Çiçekleri niçin aldım? Az önce söylediğin bu mudur? Burası gerçekten gürültülü bu yüzden seni çok iyi duyamadım.
|
"Is that Tom calling again?" "Yes. He calls every evening these days. I shouldn't have given him my number."
|
"Arayan Tom muydu yine?" "Evet. Bu günlerde her akşam arıyor. Ona numaramı vermemeliydim."
|
After Tom's father died, his mother couldn't cope with looking after the house, so she put it on the market.
|
Tom'un babası öldükten sonra, annesi eve bakmakla baş edemedi, bu yüzden onu satışa çıkardı.
|
Even if you don't feel like eating, you should eat something. If you don't, you won't last until lunch time.
|
Canın bir şey yemek istemese bile bir şey yemelisin. Yemezsen, öğle yemeği saatine kadar dayanmazsın.
|
Give a man a fish and you feed him for a day. Teach a man to fish and you feed him for the rest of his life.
|
Bir insana bir balık verirsen onu bir gün beslersin. Bir insana balık tutmayı öğretirsen onu hayatının geriye kalan süresi boyunca beslersin.
|
Hand washing is generally considered to be the most important measure in preventing the spread of infection.
|
El yıkama genellikle enfeksiyonun yayılmasının önlenmesinde en önemli önlem olduğu düşünülmektedir.
|
I asked Tom what he was listening to and he surprised me by saying that he was listening to classical music.
|
Tom'a ne dinlediğini sordum ve o, klasik müzik dinlediğini söyleyerek beni şaşırttı.
|
I have a hard time seeing the logic of this latest decision of his. He just isn't as sharp as he used to be.
|
Onun bu son kararının mantığını anlamada sıkıntı çekiyorum. O eskisi kadar zeki değil.
|
I like to feel sad. I know that most people try to avoid any kind of sad feeling. But I think that is wrong.
|
Hüzünlenmeyi seviyorum. Çoğu insanın üzücü duygudan kaçmaya çalıştığını biliyorum. Fakat sanırım bu yanlış.
|
I talked with Tom for over an hour before he said something that made me realize he wasn't a native speaker.
|
Bana onun yerli konuşur olmadığını fark ettiren bir şey söylemeden önce Tom'la bir saatten fazla konuştum.
|
I'll never forget the look on Tom's face when he found out that Mary had been injured in a traffic accident.
|
Mary'nin bir trafik kazasında yaralandığını öğrendiğinde Tom'un yüzündeki ifadeyi asla unutmayacağım.
|
I've heard that eating one or two servings of fish a week will reduce your chances of getting heart disease.
|
Haftada bir ya da iki porsiyon balık yemenin kalp hastalığına yakalanma olasılığınızı azaltacağını duydum.
|
It is difficult to love somebody when it's not clear whether or not the other person loves you the same way.
|
Diğer kişinin sizi aynı şekilde sevip sevmediği belli değilse, birini sevmek zordur.
|
Mary can't make ends meet on her pension. That's why she works half-days as a cleaning lady in a restaurant.
|
Mary emekli maaşı ile geçimini sağlayamıyor. Bu yüzden bir restoranda yarım gün bir temizlikçi kadın olarak çalışıyor.
|
Mary can't make ends meet on her pension. That's why she works half-days as a cleaning lady in a restaurant.
|
Mary emekli maaşı ile iki yakasını bir araya getiremiyor. Bir restoranda yarım gün temizlikçi bir kadın olarak çalışmasının nedeni bu.
|
My mother speaks French better than my father speaks English, so they usually speak to each other in French.
|
Annem babamın İngilizce konuşmasından daha iyi Fransızca konuşur, bu yüzden onlar genellikle birbirleriyle Fransızca konuşur.
|
Someone told me that people with type O blood attract more mosquitoes than people with any other blood type.
|
Biri bana tip 0 kanı olan insanların diğer kan tipi olan insanlardan daha fazla sivrisinek çektiğini söyledi.
|
Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
|
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
|
Tom told me that Mary was good at playing the piano, but I didn't really believe him until I heard her play.
|
Tom bana Mary'nin piyano çalmada iyi olduğunu söyledi fakat ben onun çalışını duyuncaya kadar gerçekten inanmadım.
|
We can't leave our tents on the beach where they are now. If we do, they'll be under water during high tide.
|
Çadırlarımızı şimdi oldukları yerde sahilde bırakamayız. Eğer bırakırsak, su yükseldiğinde su altında kalacaklar.
|
"You probably wouldn't like going camping with me." "You're wrong. In fact, I think I'd like that very much."
|
"Büyük olasılıkla benimle birlikte kamp yapmaya gitmek istemezsin." "Yanılıyorsun. Aslında, onu çok fazla sevdiğimi düşünüyorum."
|
A splinter of wood, barely visible to the naked eye, caused a very painful infection in one of Tom's fingers.
|
Çıplak gözle zor görülebilecek bir tahta kıymığı, Tom'un parmağında çok sancılı bir enfeksiyona neden oldu.
|
Hey, has this been sitting out on the dinner table all day? It has to go in the refrigerator or it'll go bad.
|
Hey, bu bütün gün yemek masasında mı duruyordu? O, buzdolabına gitmeli yoksa bozulacak.
|
I don't think it's necessary for me to sound like a native speaker, I just want to be able to speak fluently.
|
Bir yerli gibi konuşabilmemin gerekli olduğunu düşünmüyorum, sadece akıcı şekilde konuşabilmeyi istiyorum.
|
I don't think there is any excuse for his behavior. At the same time, we should listen to what he has to say.
|
Onun davranışı için herhangi bir mazeret olduğunu sanmıyorum. Aynı zamanda, onun söylemek zorunda olduğunu dinlememiz gerekiyor.
|
I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
|
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
|
I'm going to speak to you with utmost candor so I want you to take everything I'm about to say at face value.
|
Seninle son derece açık yüreklilikle konuşacağım bu yüzden söyleyeceğim her şeyi üzerinde yazılı değerden almanı istiyorum.
|
If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children.
|
Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.
|
If you don't start treating people with a little more respect, people may start avoiding you like the plague.
|
Eğer insanlara biraz daha saygılı davranmaya başlamazsan, insanlar senden vebalı gibi kaçınmaya başlayabilir.
|
If you had to go live on a deserted island and could only take one book with you, which one would you choose?
|
Issız bir adada yaşamaya gitmek zorunda olsan ve yanında sadece bir kitap alabilsen, hangisini seçersin?
|
If you want this marriage to work, you need to choose between spending time with me and working all the time.
|
Eğer bu evliliği iş için istiyorsan benimle zaman geçirmek ve sürekli çalışmak arasında seçim yapman gerekiyor.
|
In general, communication between doctors and their patients is the most important part of medical treatment.
|
Genel olarak, doktorlar ve hastaları arasındaki iletişim tıbbi tedavinin en önemli kısmıdır.
|
International Business Machines Corporation, based in Armonk, New York, is the world's largest computer firm.
|
Armonk, New York'ta bulunan IBM Şirketi dünyanın en büyük bilgisayar firmasıdır.
|
It is easier for a camel to pass through the eye of a needle than for a rich man to enter the kingdom of God.
|
Bir devenin bir iğnenin deliğinden geçmesi bir zengin kişinin Tanrı'nın krallığına girmesinden daha kolaydır.
|
It's hard to be a woman. One must think like a man, act like a lady, look like a girl, and work like a horse.
|
Kadın olmak zordur. Erkek gibi düşünmeyi, hanımefendi gibi davranmayı, genç kız gibi görünmeyi ve de eşek gibi çalışmayı gerektirir.
|
The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook.
|
Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.
|
The mobile phone you have dialed is either switched off or outside the coverage area, please try again later.
|
Aradığınız telefon ya kapalı ya da kapsama alanı dışında, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.
|
This factory uses an integrated manufacturing system standardized from parts on through to finished products.
|
Bu fabrika parçalardan bitmiş ürünlere kadar ölçünlenmiş entegre üretim sistemi kullanmaktadır.
|
Though grammatically there is nothing wrong with this sentence, I doubt if anyone would actually ever use it.
|
Dil bilgisi bakımından bu cümlede bir hata olmamasına rağmen, birinin onu gerçekten kullanacağından şüpheliyim.
|
Tom didn't know how to translate the word "computer" because the people he was talking to had never seen one.
|
Konuştuğu insanlar daha önce bir bilgisayar görmedikleri için Tom "computer" kelimesini nasıl çevireceğini bilmiyordu.
|
A person will have the face of an angel when borrowing something, but the face of the devil when returning it.
|
Bir kişi bir şeyi ödünç alırken bir melek yüzüne sahip olur fakat onu geri getirirken şeytan yüzüne sahip olur.
|
Before we begin, I'd just like to point out to everyone that we have to be very careful not to break anything.
|
Biz başlamadan önce, bir şey kırmamak için çok dikkatli olmamız gerektiği konusunda herkesin dikkatini çekmek istiyorum.
|
I can't believe that you aren't at least willing to consider the possibility that there's another explanation.
|
Bir açıklama daha olma ihtimalini göz önünde bulundurmak için zerre kadar istekli olmadığına inanamıyorum.
|
I honestly think it's better to be a failure at something you love than to be a success at something you hate.
|
Nefret ettiğin bir şeyde başarılı olmaktansa sevdiğin bir şeyde başarısız olmanın daha iyi olduğunu içtenlikle düşünüyorum.
|
I've heard that if you drink beer you are more likely to be bitten by mosquitoes than if you don't drink beer.
|
Bira içersen muhtmelen içmediğin zamankinden daha fazla sivrisinekler tarafından ısırılacağını duydum.
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.