Dataset Viewer
Auto-converted to Parquet
anchor
stringlengths
81
1.14k
positive
stringlengths
81
683
negative
stringlengths
81
707
Yaşantımda bana vefalı bir dost olan ve çalışmalarımda verimli yardımlarından her zaman ya - rarlandığım eşim değerli insan Şekibe Çelenk'e.
Bu nedenle ilgililer her zaman yersel C. Savcılıklarına ya da Yargıtay Başsavcılığına düzeltme isteklerini iletebilirler;
Örneğin, eski hale getirme isteminin reddine dair verilen kararlar hakkındaki itirazların Askerî Yargıtay’da inceleneceği, tutuklama kararlarına karşı yapılan itirazların da bu kararı veren mahkemeye en yakın mahkeme tarafından inceleneceği ilgili maddelerde gösterilmiştir.
Derneğimiz tarafından ikinci kitap olarak yayınlanan bu yapıt, örgütümüzün hukuk müşaviri Avukat Halit Çelenk tarafından yazılıp,
1948 yılından beri serbest avukat olarak çalışan Halit Çelenk, Türkiye öğretmenler Sen- dikasının kurulduğu 1965 yılından bu yana sendikanın hukuk müşavirliğini üstlendi.
Fransız devriminden sonra çağdaş kimyanın kurucusu ve “Doğada hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yeniden var olmaz” kuralını keşfeden ünlü Lavoisier “Cumhuriyetin bilginlere ihtiyacı yoktur” gerekçesiyle giyotine gönderildi.
Haber Bültenimizde ve çeşitli yayın organlarında yayınlanan hukuk yazılarının bir bölümünü kapsamaktadır.
Geçtiğimiz dönemde sık sık derneklerin, sendikaların siyasal faaliyette bulunduğu, yayınladıkları bildirilerin siyasal nitelik taşıdığı, yayın organlarında yayımlanan bazı yazıların siyasal amaç güttüğü ileri sürülerek sayısız davalar açılmış ve bu davaların bir kısmı mahkûmiyetle sonuçlanmıştır.
Anılan maddeye göre acele hallerde itiraz, inceleme yetkisine sahip üst yargı organına da yapılabilir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurulduğu 1965 yılından başlayarak günümüze dek çalışmalarını önce TÖS, sonra TÖB-DER’de sürdüren değerli hukukçu Halit Çelenk’in özellikle 12 Mart 1971 döneminden sonraki uğraşlarını ve örgütümüze, öğretmenlerimize yaptığı hukuksal hizmetleri takdirle belirtmeyi bir hak bilirlik kabul ediyoruz.
1948 yılından beri serbest avukat olarak çalışan Halit Çelenk, Türkiye öğretmenler Sen- dikasının kurulduğu 1965 yılından bu yana sendikanın hukuk müşavirliğini üstlendi.
Kriminoloji (Suçlar bilimi) araştırmaları, suçların kökeninin toplumsal olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptamıştır.
TÖB-DER’in bugünlere ulaşmasında onun hukuksal yönden yaptığı katkılar asla unutulamaz.
Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurulduğu 1965 yılından başlayarak günümüze dek çalışmalarını önce TÖS, sonra TÖB-DER’de sürdüren değerli hukukçu Halit Çelenk’in özellikle 12 Mart 1971 döneminden sonraki uğraşlarını ve örgütümüze, öğretmenlerimize yaptığı hukuksal hizmetleri takdirle belirtmeyi bir hak bilirlik kabul ediyoruz.
Birden fazla kişinin müdafi, temyiz eden her müvekkili için ayrı para yatıracaktır.
Bu yapıtta genellikle hukukun niteliği, memur-politika ilişkileri, Anayasa karşısında yeni Demekler Yasası, bu yasaya göre “politika” kavramı, memurun sendikal hakları ve grev hakkı, kitap toplatma kararları, yasak kitap sorunu, ceza mahkemeleri kararlan karşısında yasa yolları, sorgunun niteliği, işkence, basında ceza
Yasak kitap sorunu, kuşkusuz düşünce, sanat ve bilimsel araştırma özgürlüğünü ilgilendiren, bu hak ve özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı bir konudur.
Mağdur iftira sonunda kişisel özgürlüğünü yitirmişse, iftiracıya bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilecektir.
sorumluluğu, basın suçlarında dava süreleri, tutuklama kararları, düşünce özgürlüğü, bilirkişilik, Avrupa Konseyi, 141, 142. maddeler, af sorunu, lüzumu muhakeme kararları ve benzeri konular üzerinde yapılan inceleme yazıları yer almaktadır.
**İtiraz Süreleri:** Hakkında lüzumu muhakeme kararı verilen memur, bu kararın kendisine tebliğ edildiği günden itibaren beş gün içinde karara karşı itiraz edebilir.
evinden alınan kitaplara, yasaklanmış olsa da, böyle bir nitelik verilerek bunların zoralımına karar verilebilir mi?
Yazılara konu olan incelemeler, hukuksal sorunlarının çözümünde üyelerimize ve genel olarak bütün okuyuculara yardımcı olacak bir nitelik taşımaktadır.
Dernekler genel olarak memurun ya da üyelerinin sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümü amacıyla kurulurlar.
Ama son zamanlarda bu kavram sık sık kullanılmakta olduğundan konuya açıklık getirebilmek için biz de onu kullanmak zorunda kalıyoruz.
Tarih boyunca toplumların egemen güçleri ve onların temsilcileri her zaman bilime saldırdılar.
Devlet var olalı beri, “Kişinin temel hakları” denilen bu haklar, yönetimi ellerinde bulunduran egemen sınıflar tarafından tarih boyunca çiğnenegelmiştir.
Cumhuriyet Müddeiumumileri alâkalıların müracaatını, tashihi kararı icabettirir mahiyette görmezlerse bu yüz- den ilâm hükmünün icrasını geri bırakmazlar.
Aydınlıktan korktular, ışıktan korktular, gerçekten korktular, özgürlükten korktular, uyanan insandan ve halktan korktular.
İlerici, Atatürkçü, Halktan ve Anayasadan yana kuruluşlar ve kişiler üzerinde ağır bir baskı rejimi uyguladılar.
Görülüyor ki, Milli demokratik devrim stratejisinin propagandasını yapmak, 142’nci maddenin kapsamı dışında kalmaktadır.
“Sanıyorum bu dünyada bilgisizliğin bilime karşı duyduğu kin ve nefretten daha zorlu bir kin ve nefret yoktur” diyen büyük Galile’ye.
yüzyılın büyük endüstri devriminden çok önce, ilk kez İngiltere’de ve daha sonra Fransa’da başlayan ve daha çok bu ülkede hızla gelişen sendikacılık hareketi uygar dünyaya yayılmış ve bu dünyada gerek işçiler ve gerekse kamu görevlileri, sendikal haklarına kavuşmuşlardır.
Hukukumuzda ise 5677 sayılı Kanunun siyasî suçları şümulünün dışında bırakması terviç edilemez.”^8
Bu karanlık, güçler Copernic sistemini geliştiren Giordano Bruno’yu Tanrı tanımazlıkla suçladı.
Tutucu ve gerici güçler, Anayasa’nın referanduma sunulduğu günlerden başlayarak 27 Mayıs Anayasasına
“Laikliğe aykırı olarak, devletin içtimaî veya iktisadî veya siyasî veya hukukî temel nizamlarını, kısmen de olsa dinî esas ve inançlara uydurmak amacı ile **cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk idare eden kimse** iki yıldan yedi yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır.
Ünlü düşünür, 7 Şubat 1600’de Roma’da Campe Dei Fiori’de odunlar üstünde yakıldı.
Memurların yargılanmaları hakkındaki bu geçici yasa, Cumhuriyetten önce 4 Şubat 1329 gününde (1913) kabul edilmiş ve 24 Şubat 1329 gününde de yayınlanmıştır.
Yakın geçmişin deneyleri, bir ülkede, İnsan haklarını çiğnemenin, öteki ülkelerin halklarını tedirgin ettiğini açıkça göstermiştir.
Ama 294 yıl sonra 1894’de Roma’nın aynı meydanında, yani yakıldığı yerde heykeli dikildi.
Oysa tasarı, aynı maddenin daha hafif bir suçu (fer’i şerik) kapsayan 3. fıkrasından sadece beş yıl indirim yapmaktadır.
Örneğin toprak reformu, eğitim reformu, bağımsızlık için mücadele, emperyalizmle savaş, açlık, yoksulluk, eğitimsizlik ve bunlara benzer konular genel yurt sorunlarıdır.
Fransız devriminden sonra çağdaş kimyanın kurucusu ve “Doğada hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yeniden var olmaz” kuralını keşfeden ünlü Lavoisier “Cumhuriyetin bilginlere ihtiyacı yoktur” gerekçesiyle giyotine gönderildi.
Hırsız ve katil olmayacağım iddiası âdeta ağzıma kendiliğinden geliyor, fakat hiçbir gün hırsız ve katil gibi cezaya çarptırılmayacağım demek pek cüretkârane bir şey olur.”
Özellikle son yıllarda yurdumuzda bir kavram karışıklığı yaratılmaya özel bir çaba gösterildi.
“Vahdet’i vücut” (Tanrı ile evrenin birliği) felsefesini savunduğu için İslâm mutasavvıf ve şairi Hallacı Mansur, toplumsal düzeni bozduğu iddia edilerek idam edildi.
Geçtiğimiz dönemde meydana gelen ve yasaların suç saydığı eylemlerin, bu tür toplumsal kökenli ve toplum düzeni ile ilgili eylemler olduğu kuşkusuzdur.
Yasanın, yazılı emir verme yetkisini Adalet Bakanına ya da Milli Savunma Bakanına tanıması doğru mudur?**
Ruhu maddenin bir niteliği olarak gören Türk şair ve düşün adamı Nesimi, “Enelhak” dediği için Halep kalesinde derisi yüzülerek öldürüldü.
Maddenin getirdiği hüküm geçici bir süre için çalışmayı durdurma “faaliyetten alıkoyma” hükmüdür.
**Ülkemizde Durum:** Öteki alanlarda olduğu gibi bu alanda da ülkemiz uygar ülkeleri çok geriden izlemiştir.
Asılırken önceden hazırladığı deve yününden örülmüş bir ipi cellada kendisi uzattı.
Hâkim tutukluya mektuplarını inceleyeceğini, denetleyeceğini önceden bildirmelidir.
**Yargılamanın Yenilenmesi İstemi Hakkında Verilen Kararlara Karşı Yasa Yolları:**
Bilgin düşmanlığı, bilim düşmanlığı, kitap düşmanlığına, sanat düşmanlığına dönüştü.
Yasak kitap sorunu, kuşkusuz düşünce, sanat ve bilimsel araştırma özgürlüğünü ilgilendiren, bu hak ve özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı bir konudur.
Bunu, Millî Eğitim Temel Yasası, Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası, Polis vazifeleri ve selâhiyetleri yasası değişiklikleri, Üniversiteler yasası gibi Anayasaya aykırı yasalar izledi.
Bilimin, sanatın, felsefenin, yani insanlığın tüm entelektüel mirasının yayılmasına, kuşaktan kuşağa insanlığa mal olmasına hizmet eden ve düşünürün, sanatçının, bilim adamının vazgeçilmez desteği, yardımcısı bu nesne, düşman ilân edildi.
Maxime Valeere, 2400 yıl önce ilân edilen bu genel aftan söz ederken “Thrasybule geçmiş şeylerden bahsetmeyi yasak eden bir kanun ilân etti.
“Kesinleşen bir hüküm ile sonuçlanmış olan bir dava, aşağıda yazılı hallerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi ile tekrar görülür:
Ak kâğıtlar üzerine yazılı, düşünce ürünü bu ışıklı satırlar, insanlı- ğın, uygarlığın dostu bu kutsal miras mahkûm edildi.
Başkaca hiçbir delil olmadan yalnız bu itirafları yüzünden mücrimiyetine kanaat-ı vicdaniye getirilerek ölüm cezasına mahkûm edildi.
Ama öğretmenin durumu meydandadır ve haklarını arayamamanın elde edememenin acıları içinde kıvranmaktadır.
Yaşlı tarih, cehaletin bilime karşı, burada sadece birkaç örneği verilen sayısız saldırıları ve cinayetleriyle dolu.
Burada sadece önemli gördüğümüz bazılarına değinilen yasa dışı uygulamalar halkımızda hukuka karşı duyulması gereken güveni sarstı.
İşkence konusundaki düşüncelerini başa aldığımız İtalyan cezacısı Beccaria bu alanda önemli bir rol oynamıştır.
**Ne var ki** Bütün bu cinayetler ve saldırılar “ademiyetten”, “idraki” kaldıramadı.
Ne var ki teoride ve yasalarda bir ceza ilkesi olarak terkedilen işkence, bu kez uygulamada bir “sorgu aracı” olarak kullanılmaya başlanmıştır.
dışında yayıncıyı sorumlu kabul ederek onu cezalandırmak adalet ilkesine uygun düşmeyecektir.
Varlığın yarılmaz parçası düşünce, set tanımadan, yüzyılları aşarak günümüze ulaştı.
**Uygarlık Koşulu** Demokratik rejimle yönetilen uygar ülkeler, düşünce özgürlüğünü yaşamlarının bir parçası olarak görmekte ve onu böylesine korumaktadırlar.
Böyle bir karar yasal dayanaktan yoksun olduğu gibi, “kişinin maddî ve manevî varlığını geliştirme”^4 temel hakkına da aykırı düşer.
Giyotinde can verenlerin, idam edilenlerin, odunlar üstünde yakılanların, insanlık dışı işkencelere tâbi tutulanların eserleri, düşünceleri, insanlığa, insanlığın mutluluğuna ışıklarını serpti.
İnsanlık suçu demek bütün insanlığa karşı, insancıl olan, insanca olan ve insanın olan ne varsa hepsine karşı işlenmiş suç demektir.
Ancak böyle bir halde inancımıza göre ceza sorumluluğu, bildiriyi imzası altında yayınlayan kişi veya kişilere ait olacak, onları saptayan yetkili organ üyelerine yöneltilemeyecektir.
Yapıtları, bir kültür mirası olarak kuşaktan kuşağa, dönemden döneme insanlığın kurtuluşuna katkıda bulundu.
Uluslararası ilişkilerdeki bu gelişmeler ve dünya halklarının bu kaynaşması insanlığın geleceği bakımından mutlu bir oluşumdur.
Akit devletlerden Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve Malta kişisel başvurma yetkisini tanımamışlardır.
Tekerleğin, ateşin, elektriğin, buharın, atomun, cumhuriyet devlet şeklinin düşünülemediği dönemlerden bugüne gelindi.
Affın hukuksal niteliği üzerinde bugüne kadar değişik düşünceler ileri sürülmüştür.
Yasaklanan politikanın ne olduğunun, hangi eylemlerin politika kavramına girdiğinin açıklığa kavuşması için bu alandaki kanun hükümlerinin ve mahkeme içtihatlarının incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
efendiye, işçinin patrona, “mazlum milletlerin” emperyalizme karşı verdiği amansız mücadeleye borçluyuz.
Politikanın bu anlamı “iktidar etrafında mücadele ve bu mücadeleye katılma” biçiminde de tanımlanabilir.
Yine bu eylemlere girilmesi için zoru öneren propagandalar da cezalandırılacaktır.
İnsanoğlu hâlâ eğitimsizliğe, sömürüye, baskıya, işkenceye ve bütün bunların ana sorumlusu emperyalizme karşı savaşını sürdürüyor ve sürdürecek.
Bildiri ve sözleşme “İşkenceye, insanlık dışı ve haysiyet kırıcı ceza ve muamelelere karşı korunma” hakkını kabul etmiştir.
En yüksek mahkemenin, bilirkişi seçiminde, yerinde olarak gösterdiği titizlik, yukarıda açıklamaya çalıştığımız sakıncaları önlemeye yetecektir inancındayız.
İnsanlar ulus olarak bağım- sız, ağanın, patronun ve bunların temsilcilerinin sömürüsünden, sömürünün her türlüsünden kurtulmuş, kendi entelektüel kişiliğini ve özgürlüğünü kazanmış bir aşamaya varıncaya kadar mücadelesini sürdürecek.
Hukuk kurullarını uygulayan insanlardır ve insanlar her zaman yanılgıya düşebilirler.
Bu haklı gerekçelere rağmen yasamız sanık aleyhine de yargılamanın yenilenmesini kabul etmiştir.
Kölelik düzeninden nasıl kurtulduysa, kapitalist emperyalizmin boyunduruğundan da kurtulacak.
Yanı kapitalist üretim içinde sanayi işçileri bir saat kendileri için çalışırken 2 saat 25 dakika kapitalist için çalışmışlardır.
“Davalılar tarafından hazırlanan panonun görülebilecek yerlere asılması ceza dosyasında mevcut Prof.
Bunu anlamayanlar, anlamazlıktan gelenler, çıkarları anlamalarına engel olanlar, kendi menfur çıkarları, iğrenç kişilikleri ile tarihin mezarlığına göçüp gidecekler.
Fıkradaki “kendi ilk metnini benimsemesi için” sözleri bunu açıkça göstermektedir.
Hemen açıklayalım ki maddelerde “cebir unsuru” vardır, maddeler bu unsuru içermektedir.
Klâsik hukuk kitapları ve çoğu hukuk uzmanları, hukuku, “Toplumda bireylerin kendi aralarındaki ilişkileri ve bireylerle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar” olarak tanımlarlar.
Hukukun, toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar olarak tanımlanması yanlış olmamakla beraber eksik ve gerçeği tam anlamı ile ortaya koymaktan uzaktır.
Ak kâğıtlar üzerine yazılı, düşünce ürünü bu ışıklı satırlar, insanlı- ğın, uygarlığın dostu bu kutsal miras mahkûm edildi.
Sosyal bilimler açısından konu incelendiği zaman görülür ki bu tanımlama, gerçeği tam olarak yansıtmayan, yüzeyde bir tanımlamadır.
** Anayasamızın yukarıya alınan maddeleri incelendiği zaman görülür ki bir kitabın yasaklanmış sayılabilmesi için aşağıdaki koşulların gerçekleşmesi gerekir:
Oylama yasanın bütünü üzerinde yapılmadığı takdirde Anayasanın “üç metinden birisinin olduğu gibi kabulü
Aslında hukuk, “Devlet”ten ayrı olarak düşünülmesi mümkün olmayan, devlete sıkı sıkıya bağlı ve ayırt edici özelliğini Devlet’ten alan bir olgudur.
Yasak kitap sorunu, kuşkusuz düşünce, sanat ve bilimsel araştırma özgürlüğünü ilgilendiren, bu hak ve özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı bir konudur.
Suçun işlendiği kabul edebilmek için iftiracının, suçsuz olduğunu bildiği halde mağduru kasten suç yüklediğini ispat etmek gerekir.
Bu nedenle “Hukuk” u düşünürken, onu incelerken devletten ayrı ve ondan bağımsız olarak ele almak olanaksızdır.
Bu nedenle bu tür davalarda ikrar ayrı bir nitelik, ayrı bir özellik kazanmaktadır.
Genel Af Yasası, “Affı reddetme hakkı” tanımamış ise haksız tutuklanan ya da yakalanan kişinin tazminat hakkı kabul edilmelidir.
Hukukun, toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar olarak tanımlanması yanlış olmamakla beraber eksik ve gerçeği tam anlamı ile ortaya koymaktan uzaktır.
Klâsik hukuk kitapları ve çoğu hukuk uzmanları, hukuku, “Toplumda bireylerin kendi aralarındaki ilişkileri ve bireylerle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar” olarak tanımlarlar.
Yasa böyle bir hükümle bildirilerin sahipsiz kalmamasını, ceza sorumlularının kolayca sapta- nabilmesini sağlamak istemektedir.
Bu eksiklik, devlet konusunda yanlış bir anlayıştan, devletin gerçek yönü ile görülememesinden doğmaktadır.
“Evrensel Beyannamenin, bir yönü ile sadece ileriye bakan - olması lazım geleni - ifade eden ideal bir haklar listesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.”^6
maddelerinde yazılı suçlardan ise sorumlu müdür, yazıyı yazan veya resmi yapan kişinin kimliğini bildirmeye mecburdur.
Bu tür hukukçularca devlet, toplumun üstünde ve toplumdan bağımsız bir varlık olarak görülmekte ve gösterilmektedir.
Aksine toplum üstü ve toplumdan bağımsız olmayan, toplumun kendisinden çıkmış, toplumsal ilişkilere dayalı, tarihsel bir örgüttür.
“3. Ankara’daki askerî tutuk evlerinden birinde, kadınlar koğuşuna gidilip, buradaki tutuklular dövülmüş müdür?
Aksine toplum üstü ve toplumdan bağımsız olmayan, toplumun kendisinden çıkmış, toplumsal ilişkilere dayalı, tarihsel bir örgüttür.
Bu tür hukukçularca devlet, toplumun üstünde ve toplumdan bağımsız bir varlık olarak görülmekte ve gösterilmektedir.
Bu görevi yerine getirmeyenler bundan kaçınanlar, insanlık suçunu paylaşmış olacaklardır.
Eski toplum biçimleri üzerinde yapılan sosyolojik araştırmalar, bu araştırmaların verileri bize bunu göstermektedir.
Fıkradaki “kendi ilk metnini benimsemesi için” sözleri bunu açıkça göstermektedir.
Demek ki kurucu olmak hakkı ile üye olma hakkı aynı nitelikleri gerektirmektedir.
Yine bu araştırmalar, sınıfsız toplumlarda belli sosyal ve ekonomik gelişmeler sonucu olarak sınıf ayrılıklarının ve giderek sınıfların meydana geldiğini ve bu sınıfların meydana gelmesi ile birlikte devletin de tarih alanına çıktığını gösterir.
Üretimde, üretim güçlerinde ve ilişkilerinde meydana gelen gelişmeler bu toplumlarda sınıfların doğması ile Köleci Toplum düzeni başlamış, daha sonra feodal, kapitalist ve sosyalist toplum biçimleri bunları izlemiştir.
Ancak kararına itiraz olunan hâkim, mahkeme ya da itiraz üzerine kararı inceleyecek olan yargı yeri yürütmeyi durdurabilir.
O halde devlet, toplumdaki sınıfların doğuşu, sınıf farkları ve sınıf çatışmaları ile yaşıttır ve onlarla birlikte doğmuştur.
Yine bu araştırmalar, sınıfsız toplumlarda belli sosyal ve ekonomik gelişmeler sonucu olarak sınıf ayrılıklarının ve giderek sınıfların meydana geldiğini ve bu sınıfların meydana gelmesi ile birlikte devletin de tarih alanına çıktığını gösterir.
C. Savcısı da yasa yoluna başvurabilir, Savcı, sanığın aleyhine yasa yoluna başvurabileceği gibi lehine de başvurabilir.
Hukukçuların çoğu, devleti toplum üstü bir örgüt, bir varlık olarak gördükleri için, açıklanan gelişmeler sonucu tarih alanına çıkan devletin, sınıflar arasındaki çelişkileri bağdaştırmakla görevli olduğunu, bu görevi yükümlenmiş bulunduğunu ileri sürmüşler ise de, kural olarak devlet toplumda ekonomik bakımdan ve dolayısıyla siyasal bakımdan her zaman güçlü sınıfın temsilcisi olmuştur.
Güçlü ve belli bir sınıfın temsilcisi olan devleti “sınıflar üstü” olarak düşünmek ya da göstermek gerçeğe uygun düşmemektedir.
Suçlulara yataklık edildiği; Mahallin en büyük mülkiye âmirinin izni olmadan alkollü içki kullanıldığı;
Güçlü ve belli bir sınıfın temsilcisi olan devleti “sınıflar üstü” olarak düşünmek ya da göstermek gerçeğe uygun düşmemektedir.
Hukukçuların çoğu, devleti toplum üstü bir örgüt, bir varlık olarak gördükleri için, açıklanan gelişmeler sonucu tarih alanına çıkan devletin, sınıflar arasındaki çelişkileri bağdaştırmakla görevli olduğunu, bu görevi yükümlenmiş bulunduğunu ileri sürmüşler ise de, kural olarak devlet toplumda ekonomik bakımdan ve dolayısıyla siyasal bakımdan her zaman güçlü sınıfın temsilcisi olmuştur.
Maddesine göre “Hâkimin ret isteminin kabulüne” dair verilen karara, aynı yasanın 43.
2350 yıl önce Eflâtun, “Devlet” adlı yapıtının birinci kitabında Trasymakhos’u şöyle konuşturmaktadır:
Anayasanın devlet şekli olarak kabul ettiği hukuk devletini Anayasa Mahkememiz şöyle tanımlıyor:
Bu suç yüklemenin veya şikâyetin ya da eser ve delil uydurmanın, o kimsenin suçsuz olduğu bilinerek kasten yapılması.
“Her hükümet kanunları kendi işine geldiği gibi kurar” demokratlık, demokratlığa uygun kanunlar, tyrannis’e
uygun kanunlar kurar, ötekiler de tıpkı böyle; bu kanunları kurmakla kendi işlerine gelen şeylerin idare edilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerine gelenden ayrılanı da, kanuna, hakka karşı geliyor diye cezalandırırlar.
Ancak söylemek gerekir ki adil bir toplum düzenini gerçekleştirebilmek kuşkusuz sınıfsal çıkar ve kaygılardan uzak bir yönetimin başarabileceği bir iştir.
uygun kanunlar kurar, ötekiler de tıpkı böyle; bu kanunları kurmakla kendi işlerine gelen şeylerin idare edilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerine gelenden ayrılanı da, kanuna, hakka karşı geliyor diye cezalandırırlar.
“Her hükümet kanunları kendi işine geldiği gibi kurar” demokratlık, demokratlığa uygun kanunlar, tyrannis’e
ülkenin siyasi kurumlarının düzeltilmesine, toplumun daha iyi yönetilmesine, insanlığın uygarlık doğrultusunda ilerlemesine hizmet ettiği görülür.
İşte dostum benim dediğim şudur: Doğruluk her şehirde birdir, yani kurulmuş olan hükümetin işine gelen şeydir; kuvvet onun elindedir.
Bundan, doğru dürüst muhakeme etmesini bilen bir adam şunu çıkarır: Doğru olan şey hep birdir, yani kuvvetlinin işine gelen şeydir...” “Her şehirde kuvvet hüküm süren unsurun elindedir.”
Bu suçların önünü almak, yenilenmesine engel olmak, suçlularını savsaklamadan kovuşturarak cezalandırmak sorumluların kaçınılmaz görevidir.
Bundan, doğru dürüst muhakeme etmesini bilen bir adam şunu çıkarır: Doğru olan şey hep birdir, yani kuvvetlinin işine gelen şeydir...” “Her şehirde kuvvet hüküm süren unsurun elindedir.”
İşte dostum benim dediğim şudur: Doğruluk her şehirde birdir, yani kurulmuş olan hükümetin işine gelen şeydir; kuvvet onun elindedir.
7 Tutukluya ait olup postanede bulunan haberleşme kâğıtlarına el koyma ancak hâkim kararı ile olur.
Bu düşünceler, belli bir tarih döneminden beri toplumda sınıfların var olduğunu, kuvvetli sınıfların yani maddî zenginlik kaynaklarını ellerinde bulunduran sınıfların toplumu yönettiklerini, zayıf sınıfların yani bu zenginliklere sahip olmayan sınıfların sözü geçen sınıflar tarafından yönetile geldiğini ve yöneten sınıfların, yasaları kendi çıkarlarına uygun olarak yaptıklarını ve yönetilen sınıfları da bu yasalara uymak zorunda bıraktıklarını, bu yasalara uymayanları da “suçlu” ilân ettiklerini göstermektedir.
Yönetilen sınıf ve tabakalar bu haklarını tanıtmak ve elde edebilmek için yönetenlere karşı sürekli mücadelelere girmek zorunda kalmışlardır.
Eğer mağdurun mahkûmiyeti müebbet ağır hapis ise müfteri on beş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapisle cezalandırılır.
Bu açıklamalar, devletten ayrı düşünülemeyecek olan hukukun sınıfsal niteliğini de ortaya koymaktadır.
Yine yasalar, sübjektif, kişisel ve sınıfsal etkenlerden uzak kalacak, objektif niteliğini koruyacaktır.
Temyiz süresi geçmiş ya da depo akçesi süresinde yatırılmamışsa istem reddedilir.
Başka deyişle sosyal sınıflar, belli mülkiyet çeşitlerine sahip olup olmadıklarına göre tanımlanırlar.
Hukukun en önemli konularından birisini teşkil eden mülkiyet, sınıflar arası üretim ilişkilerinin hukuksal ifadesinden başka bir şey değildir.
Özetlemek gerekirse denilebilir ki, Anayasada yapılan değişiklikler, devlet personelinin sendika kurma hakkını ortadan kaldırmakla uygar ülkelerde devlet memurlarına tanınan sendikal hakları yok etmiş ve böylece 27 Mayıs Anayasasının amacına ters düşmüştür.
Sınıflı toplumlarda devlet, yukarıda açıklandığı gibi egemen sınıfın çıkarlarını göz önünde tutmakta ve korumaktadır.
Yukarıda açıklandığı gibi hâkim önünde de, savcı önünde de olsa sanığın yine de gerçeğe aykırı sözler söylemesi mümkündür.
İnsanın haksız olarak bir saat bile özgürlüğünden yoksun bırakılmasının, “İnsanlığa saygı” ilkesi ile bağdaşmayacağını söyler dururuz.
Bu toplumlarda yasalar, yönetici sınıfların çıkarlarına uygun olan ve onların örgütlenmiş gücü tarafından korunan bir “sosyal ilişkiler sistemi”ni belirler.
Bu düşünceler, belli bir tarih döneminden beri toplumda sınıfların var olduğunu, kuvvetli sınıfların yani maddî zenginlik kaynaklarını ellerinde bulunduran sınıfların toplumu yönettiklerini, zayıf sınıfların yani bu zenginliklere sahip olmayan sınıfların sözü geçen sınıflar tarafından yönetile geldiğini ve yöneten sınıfların, yasaları kendi çıkarlarına uygun olarak yaptıklarını ve yönetilen sınıfları da bu yasalara uymak zorunda bıraktıklarını, bu yasalara uymayanları da “suçlu” ilân ettiklerini göstermektedir.
cezasından on yıl indirim yapıldığı takdirde (MSP tasarısında indirim 10 yıldır) dava düşürülemeyecektir.
Bu nedenledir ki, sözü geçen sınıflı toplumlarda adalet, bir sınıf adaleti olmaktan öteye gidememektedir.
Bu nedenledir ki Fransızlar Yargıtay’a “Bozma mahkemesi” (Cour de cassation) demektedirler.
Düşüncenin suçlanması, altında ülkemizin de imzası bulunan “Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirisi “ne, demokratik rejimin temel ilkelerine, çağdaş uygarlık anlayışına aykırıdır.
Hukuk, bir üst yapı kurumu olarak ekonomik temellere bağlı ve onun bir yansıması olmakla beraber, bir oranda bağımsız bir hayata da sahip olur.
Bir üst yapı kurumu olan hukuk ve yasalar, önünde sonunda toplumsal gelişme doğrultusuna girmek zorundadır.
Tutuklular, hangi tutukevinde bulunursa bulunsunlar, haklarında verilen karar hakkında o tutukevinin bulunduğu yer mahkemesinin tutanak yazıcısına açıklama yapmak yoluyla yasa yoluna başvurulabilir.
Böylece belli bir dönemdeki üretim ilişkileri, kendi gelişme seyri içinde, izlediği üretim ilişkilerini etkiler ve giderek eski hüküm- ler, hukuk biçimlerini, sosyal amaçlar yönünde, değişikliğe zorlar.
Çağdaş sosyal bilim dalları bu gelişme yasalarını, üretim güçleri ile üretim ilişkilerinin bu yasalarla olan ilişkilerini, toplumların gelişmelerinde oynadığı rolleri ayrıntılarıyla ve doyurucu bir biçimde gösterir.
Tüzel kişiliğin faaliyetten alıkonulması maddesi 45. maddedir, Anayasaya göre düzenlenmiştir o.
Bu takdirde hukukun, yeni ihtiyaçlara, gelişen üretim ilişiklerine uygun hale getirilmedikçe, toplumun gelişmesine karşı ciddi engeller haline geleceği doğaldır.
Bu açıdan, hukukun her zaman üretici güçlerle üretim ilişkileri demek olan, toplumun ekonomik yapısına uygunluğu ve aynı ekonomik koşulları yansıttığı düşünülemez.
“Davalılar tarafından hazırlanan panonun görülebilecek yerlere asılması ceza dosyasında mevcut Prof.
Bu dönemlerde meydana gelen çelişkiyi çözmek için sınıflar arası politik mücadele zorunluluk kazanır.
Toplumlarda sınıflar meydana geleli beri, bu sınıflar arasında bir mücadele de başlamıştır.
Mutlak ve objektif suçluluk, eşyanın kullanılması, taşınması, bulundurulması, satılması ceza tehdidi altında kati surette menedilmiş olmakla husule gelir”^3.
Bu açıdan, hukukun her zaman üretici güçlerle üretim ilişkileri demek olan, toplumun ekonomik yapısına uygunluğu ve aynı ekonomik koşulları yansıttığı düşünülemez.
Oysa toplumun ekonomik yapısının gelişmesi, üretim araçlarının toplumun mülkiyetine geçmesi doğrultusundadır.
Askerî savcı, itiraz hakkındaki düşünceleri ile birlikte soruşturma kâğıtlarını itirazı incelemekle görevli mahkemeye gönderir.
Toplumsal devrimler döneminde, bu devrimlerin kendi alt yapılarına uygun hukuku için bu, yani hukukun temel yapıyı yansıttığı düşüncesi doğrudur.
Ama bu kösteklenme alt yapıdaki gelişmeler ve birikimler sonucu etkisini sürdüremeyecek, toplumsal gelişme, hukukun bu tutucu etkisini yenecek ve gelişme yasaları yönünde yoluna devam edecektir.
Demek ki savcılar ancak, “Tehirinde mazarrat bulunan yerlerde” bilirkişi seçebileceklerdir.
Ama sürekli olarak gelişmekte olan bir toplum karşısında hukukun her zaman temel ekonomik yapıyı yansıtmakta olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Ekonomik ve sosyal yapının toplumsal gelişme yasalarına göre sürekli değiştiği bir toplumda, gerekçede sözü edilen üretim, dolaşım ve dağılımın sabit kalması elbette mümkün değildir.
Bu nedenle “Basın yoluyla işlenen suçlar” sözünü geniş anlamda ve bu iki tür suçu da kapsar biçimde kullanmakta yarar vardır.
Yasa koyucu, eğer toplumsal ilişkiyi, bu ilişkinin ihtiyacını doğru saptayabilmişse, kabul edilen yasa, bu ihtiyacı “yasama anı” için karşılamış ve gidermiş sayılabilir.
Yasama anında toplumsal ilişkiye cevap veren bu yasa zaman-la eskiyecektir, toplumun yapısı ise sürekli gelişme halindedir.
Sürenin son günü pazar ya da resmi bir tatile rastlarsa, süre pazar ya da tatili izleyen ilk çalışma günü akşamı sona erer.
Yasama anında toplumsal ilişkiye cevap veren bu yasa zaman-la eskiyecektir, toplumun yapısı ise sürekli gelişme halindedir.
Toplumun gelişme kanunlarına aykırı yönde hiçbir çabanın sürekli başarı sağladığını tarih yazmamaktadır.
Ceza anlayışına göre söz söylemek, yazı yazmak düşünce açıklamak, konuşma yapmak birer “eylem”dir, “fiil”dir.
Toplumsal yapı geliştikçe, toplumsal ilişikler değiştikçe sözü geçen yasa hükmü artık ihtiyacı karşılayamayacak ve hukuk dili ile “Caduque” hale gelecektir.
Sözü geçen ve artık adliye çevrelerince “Çok iyi” bilinen “Ünlü” bu kişilerin yetersizlikleri Yargıtay kararları ile de gün ışığına çık- mıştır.
namusa veya şöhrete yahut haysiyete ağır surette tecavüz teşkil eden hareketler olarak nitelendirmektedir.
Bu halde artık hukuk “Tutucu” bir nitelik kazanmış ve toplumun gelişmesini engeller bir yöne girmiştir.
Böylece maddeler, “eylem”i değil, “düşünce”yi suçlayan ve cezalandıran bir nitelik kazanmış oluyordu.
Ancak Askeri Yargılama Usulü Yasasına göre, gerekli görüldüğü takdirde, Avukat — tutuklu görüşmesinde hâkim yerine Askeri savcı veya yardımcısı bulunabilmektedir.
Bu haller, toplumun temel ekonomik yapısına bağlı ve onun bir yansımasından başka bir şey olma-yan üst yapı kurumunun alt yapıyı karşılıklı etkilediği hal-lerdir.
Hukuk, bir üst yapı kurumu olarak ekonomik temellere bağlı ve onun bir yansıması olmakla beraber, bir oranda bağımsız bir hayata da sahip olur.
“Her hükümet kanunları kendi işine geldiği gibi kurar” demokratlık, demokratlığa uygun kanunlar, tyrannis’e
Bu halde toplumsal gelişme, üst yapı kurumunun yani hu- kukun karşılıklı etkisi ile yavaşlamakta ve geçici bir süre için kösteklenmektedir.
Bir üst yapı kurumu olan hukuk ve yasalar, önünde sonunda toplumsal gelişme doğrultusuna girmek zorundadır.
maddesi de kendini savunamayacak durumda olanlara Âmiri Adli tarafından müdafi tayin edilebileceği hükmünü getirmiştir.
Ama bu kösteklenme alt yapıdaki gelişmeler ve birikimler sonucu etkisini sürdüremeyecek, toplumsal gelişme, hukukun bu tutucu etkisini yenecek ve gelişme yasaları yönünde yoluna devam edecektir.
Ama kısa vadede bu ve benzeri yönetim biçimleri ve girişimleri başarı sağlar görünse de, önünde sonunda toplumun genel gelişme yasaları er geç hükmünü yürütecek ve toplumsal gelişme yoluna devam edecektir.
Ünlü cezacı Carrara ikrarın geçerli sayılabilmesi için şu koşulların gerçekleşmesini önermektedir:
1 yakından ilgilendirmekte olduğundan bu kararlar üzerinde önemle ve titizlikle durmak gerekiyor.
Bu öneminden ötürü yasanın bu hükmü üzerinde durmak ve bazı açıklamalarda bulunmakta yarar görüyoruz.
Anılan yasa 39’uncu maddesinde “Bildiri yayınlama” başlığı altında şöyle demektedir:
Gerçekten bu konu, 27 Mayıs Anayasası’nın benimsenip benimsenmemesi, bu temel yasanın getirdiği demokratik hak ve ödevlere saygı duyulup duyulmaması, tek sözle, 1961 Anayasası’nın yasama, yürütme ve yargı organlarınca “Temel” kabul edilip edilmemesi meselesi ile sıkı sıkıya ilgilidir.
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
Affa karşı olan Pozitivistler dahi affın yalnız siyasal suçlar için kullanılmasını yerinde görmektedirler.
Büyük Millet Meclisinden, yürütme ve yargı organlarına kadar Anayasaya aykırı kanun, işlem ve kararların sık sık çıkmakta olduğu bir ortamda, Anayasadan yana güçlerin bu konular üzerinde ciddiyetle ve içtenlikle durmaları, demokratik düzenin, “hukuk devleti” düşüncesinin toplumumuzda yerleşmesi ve oturması için büyük çaba harcamaları, en önemli görevlerden biri haline gelmiştir.
Sözleşme Türkiye tarafından kabul ve imza edilmiş, Büyük Millet Meclisince de onaylanarak iç hukukumuzun bir bölümü haline gelmiştir.
efendiye, işçinin patrona, “mazlum milletlerin” emperyalizme karşı verdiği amansız mücadeleye borçluyuz.
**“Türkiye’de yayımlanan gazete ve dergilerin toplatılması, bu tedbirlerin uygulanacağım kanunun açıkça gösterdiği suçların işlenmesi halinde ve ancak hâkim kararı ile olabilir.”**
“Türkiye’de yayımlanan gazete ve dergiler, millî güvenliğe, kamu düzenine, genel ahlâka, insan hak ve hürriyetlerine dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal Cumhuriyet ilkelerine veya devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel hükmüne aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde mahkeme kararı ile kapatılabilir.”
Özellikle Fransa’da sık sık meydana gelen hükümet şekillerindeki değişiklikler, siyasal suçlar hakkındaki görüşlerde değişiklikler yapmıştır.
Kitap toplatma konusundaki bu hükümler, hiçbir yanlış anlamaya ve yoruma olanak vermeyecek kadar açıktır.
Kanunun “silâhlar” için koyduğu bir hükmü kitap toplatma kararları için hukuksal dayanak yapma çabasına hiçbir yönden cevaz verilemez.
Yine Ceza Yargılama Usulü Yasasının 154. maddesine göre memurların adlî görevlerine ilişkin suçlarından ötürü C.
Yukarıya alınan, Anayasa’nın 24’üncü maddesine göre, Türkiye’de yayımlanan kitap ve broşürler, 22’nci maddenin beşinci fıkrası hükümleri dışında toplanamayacaktır.
Türkiye’de yayımlanan kitap ve broşürler, 22’ncı maddenin beşinci fıkrası hükümleri dışında toplatılamaz.”
Vicdanî delil sisteminin kabulü ile geçmiş dönemlerde “ikrar” a verilen değer de değişmiştir.
Bu maddede bahsi geçen, Anayasa’nın 22’nci maddesinin beşinci fıkrası konuya ışık tutmakta olduğundan üzerinde durmakta fayda bulunmaktadır.
Yukarıya alınan, Anayasa’nın 24’üncü maddesine göre, Türkiye’de yayımlanan kitap ve broşürler, 22’nci maddenin beşinci fıkrası hükümleri dışında toplanamayacaktır.
1845 tarihli Polis Nizamnamesi işçi derneklerinin kurulmasını ve işçilerin grev yapmalarını önleyen ve cezalandıran hükümler getirmiştir.
— **Bu suçun işlenmiş olması** , c — Bu iki şartın gerçekleşmesi halinde **hâkimin karar vermesi** , gerekir.
** Ceza hukukunda bir suçun işlenmiş sayılabilmesi için gerçekleşmesi gereken hususlara “Suçun unsurları” denilir.
D. 28.2.1972 gün ve 972/63-62 As¬kerî Yargıtay Daireler K. 24.3.1972 gün 972/18-18.
Burada **önemli** olan husus, ancak, “ **Suçun işlenmesi halinde** ” kitabın veya broşürün toplatılmasına karar verilebilmesidir.
A — Anayasamız, ancak; kitap toplatma hükmünü de kapsayan bir suçun işlenmesi halinde, kitabın toplatılmasına karar verilebileceğini kabul etmiştir.
Yapılan öneriler hep Yasa maddeleri ve bu maddelerde yazılı suçlar esas alınarak yapılmaktadır.
Yani böyle bir suçun işlendiği anlaşılmadan kitabın veya broşürün toplatılmasına karar verilemeyecektir.
Burada **önemli** olan husus, ancak, “ **Suçun işlenmesi halinde** ” kitabın veya broşürün toplatılmasına karar verilebilmesidir.
ikrarını, bu ikrar alınırken yanında müdafi bulunmadığı gerekçesiyle geçerli saymamış ve bu ikrara dayanılarak verilmiş olan mahkûmiyet kararını bozmuştur.
Suçun işlenmiş sayılacağı da, ancak, yetkili bir mahkemenin mahkûmiyet kararı ile anlaşılabileceği açıktır.
— Suçun işlenmiş kabul edilebilmesi için suç ihbarının kovuşturma yapmaya yetkili bir memura, makama, ya da bu ihbarı yetkili makama iletebilecek bir makama yapılması gerekir.
Katıksız hapsin insan haysiyetiyle bağdaşıp bağdaşmadığını tartışan Anayasa Mahkemesi işkence konusunda de şöyle demektedir:
Son zamanlarda verilen toplatma kararlarında görüldüğü gibi, Sulh Ceza Mahkemelerinden bazıları, basın savcılarının istekleri üzerine, bazen bir bilirkişi raporuna dayanarak ve bazen de böyle bir rapor olmaksızın
Ama bilirkişi seçiminde tutulan hatalı yol ve yetersiz bilirkişilerin rapor düzenlemeleri sonucu çok defa vatandaşlar aylarca ve bazen yıllarca cezaevlerinde yatmak zorunda bırakılmışlardır.
Konunun ağırlık merkezi bu bildirinin hazırlanıp görülebilecek yerlere asılması derneklerin amaçları dışında siyasî faaliyet sayılıp sayılmayacağıdır.
**Ceza Yargılama Usulü Kanununun 86’ncı maddesini** dayanak göstererek toplatma kararı vermektedirler.
** Yıllardan beri özellikle fikir suçları alanında, Ceza Yargılama Usulü Kanununun 66’ncı maddesine aykırı bir uygulama sürüp gitmektedir.
Sıkıyönetim komutanlığı, sözü geçen yasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak bir kitabın yayımını, basımını, kayıt altına almış veya o kitap üzerine sansür koymuş ise bu takdirde o kitap basılamaz, yayımlanamaz.
Hemen açıklayalım ki, bu kararlar, Anayasa’mızın yukarıda açıklanan emredici hükmüne aykırı olduğu gibi Ceza Yargılama Usulü Yasasının 86’ncı maddesine de aykırıdır.
1 — Yargılamanın yenilenmesi istemi eğer yukarıda açıklanan ve Ceza Yargılama Usulü Yasasının 327 ve 330.
Memurun grev hakkı üzerinde düşü- nülürken o günkü koşulların da gözden uzak tu- tulmaması gerekir.
A — Anayasamız, ancak; kitap toplatma hükmünü de kapsayan bir suçun işlenmesi halinde, kitabın toplatılmasına karar verilebileceğini kabul etmiştir.
Burada **önemli** olan husus, ancak, “ **Suçun işlenmesi halinde** ” kitabın veya broşürün toplatılmasına karar verilebilmesidir.
İşte bütün bu nedenler tutucu ve çıkarcı, Anayasaya karşı, halkın uyanışına karşı, halkımızın kendi haklarına sahip çıkmasına karşı olan çevreleri tedirgin etmektedir.
Henüz kamu davası açılmadan, sanığın yargılanması yapılıp suçluluğu anlaşılmadan böyle bir karar verilmesi Anayasanın açık hükmüne aykırıdır.
Bu kabul ve yasama işlemi, Anayasamızın 92/5 fıkrasının açık hükmüne, hiçbir yoruma yer vermeyecek surette aykırıdır.
Gerçekten Anayasamızın 20’nci maddesi, şöyle demektedir: “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanatlarını söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir.
Kaldı ki, toplatma kararı veren sulh ceza mahkemelerinin, bu suçların sanıklarını yargılamaya yetkileri de yoktur.
** Ceza Yargılama Usulü Yasasına göre, Yargıtay Ceza Dairelerinin bozma kararlarına karşı, kararı veren Ceza Mahkemelerinin direnme hakları vardır.
Biz burada basın yoluyla işlenen suçlarda, özet olarak ve kalın çizgileriyle, dava açma sürelerini açıklamak istiyoruz.
**Bir suçu yargılama yetkisi olmayan bir mahkemenin, “Suçun işlendiğini kabul” ederek toplatma kararı vermesi de kanunun ve aklın kabul edemeyeceği bir haldir**.
Böyle bir inceleme yapmak yetkisi de davayı gören mahkemenin görevleri arasındadır.
Yasalar bu hakkı hiçbir nedenle ortadan kaldıramazlar, sınırlayamazlar, ancak onu düzenleyebilirler.
Bilirkişi raporlarına gelince, bunlar bir karar, bir delil değil, ancak, bir mütalâadan ibarettirler.
Adi itiraza gelince, bunlar yasada, acele itirazda olduğu gibi tek tek gösterilmemiştir.
1 Matbaalar, teksir makinaları, daktilo, fotoğraf filmlerinin developmanı ve başka yollarla
raporlar, hazırlık soruşturması esnasında, çok kere, yetkisiz ve yetersiz kişilerden alınmakta^
Hal böyle iken C. Savcıları Usul Kanununun 66’ncı maddesini yanlış uygulayarak ve şarta bağlı yet- kilerini aşarak, hazırlık soruşturması esnasında bilirkişi seçmekte ve rapor almaktadırlar.
yardımcı olabilmesi için af yasasında bunu sağlayacak hükümlerin yer alması zorunludur.
3 ve son soruş- turma esnasında, genellikle, yeni bilirkişi raporları ile yetersizlikleri anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ın içtihatları ve bilirkişi raporları bu yöndedir.
Bu yasaların çoğu hakkında, Anayasaya aykırılıkları nedeniyle iptalleri için Anayasa Mahkemesine davalar açıldı.
B — Ceza Yargılama Usulü Kanununun 86’ncı maddesi, “Silâhlar” gibi suç araçları için kabul edilmiş ve delil toplama amacına yönelmiş bir maddedir.
**Ceza Yargılama Usulü Kanununun 86’ncı maddesini** dayanak göstererek toplatma kararı vermektedirler.
“Ancak, bütün bu özelliklerine rağmen heyetimiz, Devrimci Eğitim Şûrası çalışmalarını onu tertipleyen Türkiye Öğret-menler Sendikası yöneticilerinin aykırılık etmekle şuçlan-dırıldığı 624 sayılı Devlet Personel Sendikaları Kanunu’nun 14.
Bu madde, kitap toplatma kararları için hukuksal bir dayanak olarak kabul edilemez.
Kanunun “silâhlar” için koyduğu bir hükmü kitap toplatma kararları için hukuksal dayanak yapma çabasına hiçbir yönden cevaz verilemez.
Ceza Yargılama Usulü Yasası yargılamanın yenilenmesi nedenlerini sayarak ve sınırlayarak göstermiştir.
Maddenin başlığında, “Sübut vasıtalarından olan eşyanın muhafaza ve zaptı” denmektedir.
A — Birinci hal, herhangi bir suçtan mahkûm olan kişinin suç işlerken kullandığı, suçu işlemek için hazırladığı veya suçun işlenmesinden doğan eşyanın zoralımıdır.
“Askerî Yargıtay Başsavcısı bu başvurmayı, düzeltmeyi gerektirir derecede görmezse, başvurma hükmün yerine getirilmesinin geri bırakılmasına sebep olmaz.
**Tahkikat için sübut vasıtalarından olmak üzere faydalı görülen yahut müsadereye tâbi olan eşya muhafaza veya başka bir suretle emniyet altına alınır.** ”
Bu tür eşyaya, “Resen müsadereye tâbi eşya” veya “bizatihi müsadereye tâbi eşya” da denmektedir.
Yasa “Derneklerin merkez ve şubelerinin yönetim yerleri, müesseseleri ve her çeşit eklentileri” sözünü kullandığına göre, kolluk kuvvetleri dernekle ilgili her yere örneğin lokal, kulüp, lokanta, gazino, dinlenme yeri, kamp, dershane gibi yerlere girebilecektir.
Bu maddedeki, “Sübut vasıtalarından olmak üzere faydalı görülen” sözleri; eşyayı muhafaza altına almaktan maksadın, suçu ispat bakımından bir delil elde etmek ve bu delilin kaybolmasına imkân vermemek olduğunu açıkça göstermektedir.
Fıkradaki “kendi ilk metnini benimsemesi için” sözleri bunu açıkça göstermektedir.
Öte yandan çıkarılan Af Yasası, Anayasanın eşitlik kurallarına da aykırı düşmektedir.
Eğer bir kitap veya bir broşür hakkında kamu davası açılmış ise, bir suç işlenmiş olup olmadığının incelenmesi için delil olarak elbette ki bu kitap veya broşürden bir tanesi dava dosyasına konulacak ve muhafaza edilecektir.
Dava iddianameyle kamu davası olarak açılmış ise böyle bir karar ancak Askerî Savcının uygun düşüncesi alındıktan sonra verilebilir.
Davada müdahil davacı sıfatını kazanan mağdur verilen kararı gerekiyorsa temyiz edebilir.
3) Akşam gazetesinin 9.4.1968 günlü sayısında yayımlanan “Bilirkişilik” başlıklı yazımız.
Türkiye’de yayımlanan kitap ve broşürler, 22’ncı maddenin beşinci fıkrası hükümleri dışında toplatılamaz.”
Avrupa Konseyinde Türkiye’nin tutumu, Alman, Amerikan ve İtalyan basınının yayınlarına dayanılarak delegeler tarafından eleştiriliyor, yabancı düşünür ve yazarların yapıtlarını dilimize çevirenlerin hapse atıldığı açıklanıyor.
Kanunun “silâhlar” için koyduğu bir hükmü kitap toplatma kararları için hukuksal dayanak yapma çabasına hiçbir yönden cevaz verilemez.
Bu madde, kitap toplatma kararları için hukuksal bir dayanak olarak kabul edilemez.
Yapılan Ana-yasa değişikliğiyle bu sınırlamalara: “Devletin ülkesi ve mille-tiyle bütünlüğü”, “millî güvenlik” gibi ölçüsü saptanamayacak, kötüye kullanmaya elverişli, sınırlamalar da eklenmiştir-
**Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu” da kitap toplatma kararlarına dayanak olamaz.**
Konumuzla, dolaylı olarak da olsa, ilgili olan 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun 9’uncu maddesi de, kitap toplatma konusunda bir hüküm getirmemiştir.
Ayrıca Sayın Erem’in de ifade ettikleri gibi kesinleşmiş bir ka- rarda Yasaya aykırılık olduğuna inanan C. Başsavcılığı, Bakan emir vermediği takdirde bu yolla Yargıtay’a başvuramayacaktır.
End of preview. Expand in Data Studio

No dataset card yet

Downloads last month
7