text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının, mobbinge (psikolojik baskı) maruz kalınması nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel bir eğitim kurumunda görsel sanatlar, teknoloji ve tasarım öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Çalıştığı okuldan istifa ederek ayrılan başvurucu hakkında anılan eğitim kurumu tarafından erken fesih nedeniyle ihbar tazminatı ile cezai şartın tahsili amacıyla icra takibi başlatılmıştır. Başvurucu tarafından, mobbing altında imzalatılan istifa dilekçesinin gerçek anlamda bir istifa dilekçesi sonuçlarına bağlanmasının hukuka aykırı olduğu ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle 27/12/2013 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) menfi tespit davası açılmıştır. Mahkemenin 13/10/2015 tarihli kararı ile takibe konu olan 901,59 TL cezai şart tazminatı yönünden başvurucunun davalıya borçlu bulunmadığına, şartlar oluşmadığından kötü niyet tazminat talebinin reddine ve ihbar tazminatı yönünden de başvurucunun aleyhine olarak davanın reddine karar verilmiştir. Taraflarca yapılan temyiz kanun yolu başvurusu üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince 29/3/2019 tarihinde Mahkeme kararının yargılama giderlerine yönelik kısmının düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar 31/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 1/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23901 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının, mobbinge (psikolojik baskı) maruz kalınması nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazların imar durumunun kamu hizmeti alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 20/4/2017 tarihinde yapılmışlardır. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/5988, 2017/6583, 2017/7502, 2017/8004, 2017/8441, 2017/8455, 2017/9353, 2017/11425, 2017/11730 ve 2017/13448 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/5986 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'un Fatih ilçesinde bulunan bir gayrimüslim cemaat vakfıdır. Başvurucu Vakfın Fatih ilçesinin çeşitli mahallelerinde yirmi adet taşınmazı bulunmaktadır. Bu taşınmazların imar durumları, Fatih Belediyesi tarafından hazırlanan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesince 4/10/2012 tarihinde tasdik edilen 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planına göre park ve dinlenme alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu, bu işleme karşı Fatih Belediyesi nezdinde itirazda bulunmuş; talebe cevap verilmeyince 3/4/2013 tarihinde İstanbul ve İdare Mahkemelerinde iptal davaları açmıştır. Mahkemelerce davaların reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde özetle şu hususlara değinilmiştir:i. Uyuşmazlık konusu taşınmazların davaların konusu olan plan yanında üst ölçekli planda da park ve dinlenme alanları olarak belirlendiğine vurgu yapılmıştır. ii. Mahkemelere göre imar hukukuna hâkim olan üst derecedeki düzenlemelere bağlılık ilkesi gereğince alt ölçekli planların üst ölçekli planlar ile uyumlu olması gerekmektedir. iii. Bu çerçevede olayda dava konusu 1/1000 ölçekli uygulama imar planının üst ölçekli plana uygun olarak düzenlenmiş olduğuna işaret edilmiştir. Buna göre ilgili idaresince değiştirilmediği, geri alınmadığı veya yargı yerlerince iptal edilmediği sürece alt ölçekli planın üst ölçekli plana uygun olmak zorunda olduğu vurgulanmıştır. Mahkemelerce 1/5000 ölçekli nâzım imar planı dava konusu edilmeksizin yalnızca bu plana göre hazırlanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planına yönelik olarak davaların açılmış olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık görülmediği açıklanmıştır. iv. Bunun yanında bazı kararlarda, imar planının uygulanmasına yönelik parselasyon planı yapılması, imar durum belgesi düzenlenmesi ve kamulaştırma gibi işlemlerin tesisi hâlinde bireysel işlem ile birlikte dayanağını oluşturan düzenleyici işlemlerin iptalinin istenebileceği belirtilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 7/6/2016 tarihinde kararları onamış, başvurucunun karar düzeltme itirazları da 30/12/2016 tarihinde aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucu vekiline 3/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2017 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin 4/7/2019 tarihli ve 7181 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki hâliyle üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:"(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır." İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5986 | Başvuru, taşınmazların imar durumunun kamu hizmeti alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle açtığı davanın emsal kararların lehine olmasına karşın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu adına, yasal defter ve belgeleri üzerinde yapılan incelemede alış belgeleri arasında sahte faturalara rastlanılmıştır. Başvurucu tarafından kullanılan bu faturaların yasal defterlere kaydının yapıldığı ve ilgili dönem beyannamelerine intikal ettirildiği hususlarının tespit edildiği gerekçesiyle 21/11/2014 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda 2009 yılından devreden katma değer vergisinin azaltılması suretiyle 2010 yılı Mart dönemine ilişkin olarak vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu 2010 yılı Mart dönemine ilişkin olarak tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, başvurucunun açmış olduğu davayı 15/5/2015 tarihli kararı ile reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu Şirket hakkında tanzim edilen 21/11/2014 tarihli vergi inceleme raporu uyarınca yapılan tarhiyatlara karşı açılan diğer davalarda davanın reddine karar verildiğinden 2009/ döneminden sonraki döneme devreden katma değer vergisi tutarının anılan raporda belirtilen tutar olarak dikkate alınarak ve beyan tablosu yeniden düzenlenerek yapılan dava konusu cezalı tarhiyatta dahukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun itiraz istemi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İkinci Kurulunun (Bölge İdare Mahkemesi) 20/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemin de 30/1/2017 tarihinde reddedilmesi üzerine mahkeme kararı kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 10/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Türkiye'de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,... ” 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi,... ” 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir.... ” 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir." 213 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.... Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihtiyaca salih bulunmazsa.... (Ek: 30/12/1980-2365/4 md.) Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa...." 213 sayılı Kanun'un maddesinin "Maksat" kenar başlıklı birinci fıkrası şöyledir:"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..." 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziayı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder" 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziyaı cezası" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22937 | Başvuru, sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle açtığı davanın emsal kararların lehine olmasına karşın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şırnak'ta komando er olarak zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken 7/7/1991 tarihinde terör örgütü mensupları ile girilen çatışma esnasında başından yaralanmıştır. Şırnak Devlet Hastanesinde ilk müdahalesinin gerçekleştirilmesinin akabinde Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilen başvurucu hakkında beyin cerrahi uzmanı tarafından düzenlenen sağlık raporunda; başvurucunun hayati tehlike geçirmediği, uzuv zaafının olmadığı, yedi gün iş ve gücüne mâni olacak şekilde yaralandığı belirtilmiştir. Yapılan tedavinin ardından yeniden birliğine katılan başvurucu 26/8/1991 tarihinde askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis edilmiştir. Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 30/10/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun posttravmatik stres bozukluğu, fobik durum ve panik atak (askerlikte yoğun çatışmalara girmiş, yaralanmış, tedavi ile düzelme yok) tanısına ve değerlendirmelerine istinaden %50 çalışma gücü kaybı olduğu tespit edilmiştir. 17/5/2011 tarihinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Asker Hastanesi (GATA) Psikiyatri Kliniğine yatışı yapılan başvurucu, takibine karar verilerek 23/6/2011 tarihinde taburcu edilmiştir. Başvurucu 26/4/2012 ile 10/5/2012 tarihleri arasında da GATA'da Psikiyatri Kliniğinde yatarak tedavi görmüştür. GATA tarafından düzenlenen 9/5/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile başvurucu hakkında beyin hastalığı hasarı ve disfonksiyonuna bağlı tanımlanmamış organik kişilik ve davranış bozukluğu (organik nedenlere bağlı ruhsal bozukluklar) tanısı nedeniyle "Askerliğe elverişli değildir." kararı verilmiştir. Aynı raporda başvurucunun rahatsızlığının askerlik hizmetinde yaşadığı travmaların sebep ve tesiri ile meydana geldiği değerlendirmesine de yer verilmiştir. Başvurucu 10/5/2012 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurmuş ve9/5/2012 tarihli sağlık kurulu raporunu dayanak göstererek kendisine vazife malulü aylığı bağlanması talebinde bulunmuştur. SGK Sağlık Kurulunun 26/11/2012 tarihli raporunda, GATA tarafından düzenlenen 9/5/2012 tarihli rapordaki hastalığın görevin neden ve etkisiyle meydana gelmediği değerlendirmesinde bulunulmuştur. Söz konusu değerlendirmeye dayanak olarak başvurucunun 7/7/1991 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonrası askerî doktor tarafından düzenlenen kati raporda hayati tehlike geçirmediğinin, uzuv zaafının olmadığının, yedi gün iş ve gücüne mâni olacak şekilde yaralandığının belirtilmiş olması ve bunun dışında dosyada kranial (kafatası) ateşli silah yaralanmasını kesin olarak belirleyebilecek hiçbir tıbbi belge bulunmaması gösterilmiştir. Organik nedenlere bağlı ruhsal bozukluğun bünyesel hastalıklar sonucu oluştuğunun anlaşıldığı belirtilen raporda, başvurucunun yirmi bir yıl önce sağlam olarak terhis edilmesi, psikolojik hastalıkların sosyal, çevresel ve ailesel pek çok etkenin bir arada olması sonucu ortaya çıkabileceği bilimsel gerçeği karşısında rahatsızlığın tek başına askerlik dönemine bağlı olduğunu belirtmenin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. SGK Vazife Malullüğü Tespit Kurulu 26/11/2012 tarihli sağlık raporuna istinaden 19/2/2013 tarihinde başvurucunun vazife malulü olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, vazife malulü olarak kabul edilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 19/12/2013 tarihli ara kararı ile GATA Profesörler Kurulundan;i. Başvurucunun 7/7/1991 tarihinde ateşli silahla yaralanması nedeniyle askerliğe elverişsiz hâle gelip gelmediği,ii. Organik nedenlere bağlı ruhsal bozukluğun tıbbi açıklamasının ne olduğu, iii. Başvurucunun 1991 yılında yaşadığı olay sonucu yaralanmasıyla bu rahatsızlık arasında nasıl bir sebep sonuç ilişkisi kurulabildiği, iv. Başvurucunun askerliğe elverişsiz hâle gelmesine neden olan rahatsızlığının bu yaralanmaya bağlı olarak oluşup oluşmadığı, oluştuğunun belirlenmesi durumunda söz konusu belirlemenin hangi bilimsel yöntemlere göre ve nasıl yapıldığı,v. Rahatsızlığın sebebinin tek bir olaya bağlanmasının mümkün olup olmadığı hususlarında bilgi istemiştir. Mahkemenin ara kararı üzerine GATA Profesörler Kurulu tarafından düzenlenen 24/3/2014 tarihli sağlık raporunda başvurucunun rahatsızlığına organik ruhsal bozukluk tanısı konulmuş, bu tanıya istinaden askerliğe elverişli olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu raporda ayrıca, Mahkemenin ara kararı ile sorduğu hususlara ilişkin olarak özetle;i. Organik ruhsal bozuklukların etiyolojik olarak ortaya çıkan, beynin yapısı, biyokimyası veya nörofizyolojisindeki patolojilerle karakterize psikiyatrik tablolar olduğu,ii. Söz konusu rahatsızlığın en önemli etkeninin kafa travması olduğu,iii. Nöropsikiyatrik muayene bulgularının, başvurucuda görüntüleme ile işaret edilen ensefalomalazik alan (beynin bozulmuş alanı) ile uyumlu olduğu, başvurucunun rahatsızlığının yaralanmış olduğu beyin bölgesi ile ilişkili olduğu,iv. Görüntüleme yöntemleri ile işaret edilen beyindeki bozulmuş alanın bir kafa travması sonucu ortaya çıkmış olmasının mümkün olduğu; bu bozulmaya neden olabilecek, klinik tabloyu açıklayabilecek diğer tıbbi nedenlere dair ise herhangi bir bilgi, belge ve bulgu mevcut olmadığı,v. Bir kafa travmasının beyinde hasara yol açması ve bunun da başvurucuda görülen nöropsikiyatrik semptomlarla sonuçlanmasının mümkün olduğu, başvurucunun çatışmada yaralanma dışında başka bir kafa travması ya da hastalık öyküsü olmadığından hasarın bu yaralanmaya bağlı olabileceğinin düşünülebileceği,vi. Başvurucunun geçmiş kafa travması öyküsü ile son dönemde yakınmaları nedeniyle sağlık kuruluşlarına müracaat tarihi arasında geçen uzun süre ve bu döneme ait başka hiçbir tıbbi belgenin bulunmaması nedeniyle mevcut lezyonun askerlik sırasındaki kafa travması ile kesin olarak ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığı açıklamalarına tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir. Mahkeme 29/5/2014 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen başvurucunun malul olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığı ancak bu maluliyetin askerlik hizmeti sırasında görevin sebep ve etkisiyle oluşup oluşmadığının ortaya konulması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda GATA Profesörler Kurulu raporunda başvurucunun maluliyetinin askerlik hizmeti sırasında yaşadığı kafa travması ile kesin olarak ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığının belirtildiğine dikkat çekilen kararda, maluliyet durumunun askerlik hizmetinden kaynaklandığının ortaya konulamaması sebebiyle başvurucunun vazife malulü olarak kabul edilmemesi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Karşıoy görüşünde ise başvurucudaki mevcut rahatsızlığın etkenleri arasında sayılan kafa travmasının askerlik hizmeti sırasında yaşandığına ve söz konusu travmadan böyle bir rahatsızlığın ortaya çıkabileceğinin tıbbi verilerle ortaya konulduğuna dikkat çekilmiştir. Başvurucunun askerlik esnasında kafasından ateşli silahla yaralanması dışında bu tanıya götürecek başka bir neden ve bulgunun tespit edilemediği gözönüne alınarak başvurucunun askerlik hizmeti sırasında yaralanmasından dolayı malul hâle geldiğinin kabulünün oluşa ve anlatıma uygun düştüğü, buna göre dava konusu işlemin iptali gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 23/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18969 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmesine gerek olmadığını değerlendirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır/Kulp İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde asker iken 19/9/2006 tarihinde yaşamını yitiren 1986 doğumlu Ş.K.nın babasıdır.A. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İhlal Kararı Öncesindeki Ceza Soruşturması Süreci Askerlik eğitimini Jandarma Eğitim Tugay Komutanlığında (Bilecik) tamamlayan Ş.K. 2006 yılının Ağustos ayında Bayır Jandarma Karakoluna (Diyarbakır/Kulp) gitmiştir. Ş.K. 19/9/2006 günü saat 50 sıralarında nöbet yerinde ateşli silahla ağır şekilde yaralanmış vaziyette bulunmuştur. Bayır Jandarma Karakolunda görevli bazı rütbeli askerler ile erler tarafından imzalanan 19/9/2006 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre saat 50 sıralarında karakol binasının güney yönünden silah sesinin gelmesi üzerine sesin geldiği yöne giden J Er ile J Er 13 No.lu nöbet yeri mevziinde nöbetçi olan Ş.K.yı 12 No.lu yedek nöbet yeri mevziinde yerde kanlar içinde yatar vaziyette görmüşlerdir. Tutanağa göre J Er ile J Er durumu hemen Uzman Çavuş O.ya bildirmişlerdir. Bunun üzerine koşarak olay yerine giden ve Ş.K.nın başından vurulmuş vaziyette yerde yattığını gören O. yardım için santrale haber verilmesini sağlamıştır. Tutanağa göre santrale haber verilmesi üzerine sivil hayatında sağlık memuru olarak görev yapan K. adlı asker Ş.K.ya ilk müdahaleyi yapmış, bu sırada zor da olsa nefes aldığı anlaşılan Ş.K. helikopterle Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Ş.K. hastaneye götürüldüğü sırada hayatını kaybetmiştir. Tutanakta ayrıca Ş.K. adına zimmetli G-3 piyade tüfeğinin askı kayışının Ş.K.nın ayak ucuna dolanmış olduğunun ve 12 No.lu yedek nöbet yeri mevziinin çatısında içe bakan sacda kan izlerinin bulunduğunun görüldüğü ifade edilmiştir. Tutanakta son olarak mevziye yaklaşık beş metre uzaklıkta boş bir mermi kovanının bulunduğu, Ş.K.nın hücum yeleğinde dört adet şarjörün olduğu, bu şarjörlerden üçünde yirmi adet, diğerinde ise 19 adet dolu fişek bulunduğu, O. adlı uzman çavuşun olay yerine ilk geldiğinde mevzi içinde yoğun bir barut kokusunun duyulduğunu belirttiği ifade edilmiştir. Ş.K.nın yolda hayatını kaybetmesi üzerine Askerî Savcı Yardımcısı S. eşliğinde Diyarbakır Asker Hastanesinde saat 30 sıralarında ölü harici muayenesi gerçekleştirilmiştir. Ölü Harici Muayenesi Tutanağı'nda; kişinin başının sol kısmında mermi çekirdeği giriş yarası, baş kısmının sağ kısmında ise mermi çekirdeği çıkış yarası bulunduğu, kişinin vücudunda başkaca darp ve cebir izine rastlanmadığı ifade edilmiştir. Ölü harici muayenesi işlemi sırasında kişinin fotoğrafları da çekilmiştir.Ölü Harici Muayenesi Tutanağı'nda kişinin başının sol kısmında mermi çekirdeği giriş yarası, sağ kısmında ise mermi çekirdeği çıkış yarası olduğu belirtilmiş ise de adli tabip G.B. hariç bu tutanağı imzalayan diğer kişiler 23/1/2007 tarihli başka bir tutanak daha düzenlemiş ve önceki tutanaktaki mermi çekirdeği giriş-çıkış yerlerinin sehven yanlış yazıldığını, aslında giriş deliğinin sağda, çıkış deliğinin ise solda olduğunu, bu durumun ölü harici muayenesinde çekilen fotoğraflardan da şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlaşıldığını ifade etmişlerdir.23/1/2007 tarihli tutanakta; G.B.nin olay tarihinde geçici görevle Diyarbakır'da bulunduğu, görevi bittikten sonra da İstanbul'a döndüğü, bu sebeple düzeltme tutanağına onun yerine Diyarbakır Adli Tıp Kurumu Başkanı Ş.A.Ö.nün imza attığı belirtilmiştir. Ş.K.nın el ve yüz svapları 19/9/2006 günü saat 10'da alınmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) 19/9/2006 tarihinde Kulp Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak olay yerinde keşif dâhil belli bazı araştırmalar yapılması ve bu araştırma sonuçlarının çok ivedi bir şekilde kendisine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı Cumhuriyet savcısı bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle 19/9/2006 tarihine olay yerine gidememiştir. Cumhuriyet savcısı Lice ilçesinden gelen Olay Yeri İnceleme ekibi ile birlikte ancak 20/9/2006 tarihinde olay yerine gidebilmiştir. Cumhuriyet savcısı olay yerine vardığında nöbet yerinin zemininin olaydan sonra temizlenmiş olduğu, bununla birlikte zeminde hâlen kan izlerinin bulunduğu, ayrıca Ş.K.nın olay sonrası düştüğü konumu gösterir çizimin zeminde olduğu, olayda kullanıldığı belirtilen tüfeğin boş olup içinin olaydan sonra boşaltıldığı tespitlerinde bulunmuştur. Cumhuriyet savcısı bu tespitleri yaptıktan sonra olayla ilgili olarak bazı askerlerin ifadesini almıştır. Ş.K.yı vurulmuş vaziyette ilk gören ifadesinde özetle olay günü saat 50 sıralarında gazinoda bulunduğu sırada dışarıdan silah sesine benzer bir gürültü gelmesi üzerine K. adlı çavuş tarafından karakolun arkasına bakmak üzere görevlendirildiğini, mevziye yaklaştığında Ş.K.nın yerde yattığını gördüğünü, bunun üzerine hemen dönerek durumu üstlerine haber verdiğini, bunun üzerine Ş.K.ya müdahale edildiğini ifade etmiştir. ayrıca Ş.K.nın psikolojik durumunda herhangi bir bozukluk olduğunu görmediğini, yalnızca anne ve babasının ayrı olduğunu bildiğini belirtmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan asker K. ise olay günü 00-00 saatleri arasındaki nöbeti kendisinin tuttuğunu, saat 00'de nöbeti Ş.K.ya devrettiğini, Ş.K.nın bu sırada moralinin oldukça bozuk olduğunu ifade etmiştir. Diğer askerler de olayı genel olarak tarafından belirtildiği ve Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda ifade edildiği gibi anlatmış; ayrıca Ş.K.nın psikolojik bir rahatsızlığın bulunduğuna işaret eden herhangi bir hareketini görmediklerini, bununla birlikte anne ve babasının ayrı yaşadığını bildiklerini ifade etmişlerdir. Soruşturma kapsamında askerî savcı eşliğinde 20/9/2006 tarihinde klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan raporun sonuç kısmında kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kırığı ve beyin harabiyeti sonucu meydana geldiği, ölüme neden olan atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu belirtilmiştir. Askerî savcı 20/9/2006 tarihinde klasik otopsi işlemine hüviyet tanığı sıfatıyla katılan Ş. adlı erin ifadesini almıştır. Ş. ifadesinde özetle Ş.K.yı acemi birliğinden beri tanıdığını, Ş.K.nın bilinen bir rahatsızlığının veya psikolojik bir sorununun bulunmadığını, askerlerle ve rütbeli personelle iyi geçinen bir er olduğunu belirtmiştir. Askerî Savcılık 6/10/2006 tarihinde Kulp İlçe Jandarma Komutanlığına müzekkere yazarak diğer bazı taleplerin yanı sıra Bayır Jandarma Karakolunda görev yapan tüm personelin ifadesinin alınarak kendisine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine Kulp İlçe Jandarma Komutanı İ.G. tarafından birçok askerin ifadesi alınmıştır. İfadesi alınan askerler genel olarak Ş.K.nın psikolojik sorunlarının bulunduğuna işaret eden herhangi bir olaya şahit olmadıklarını ifade etmişlerdir. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan Ş.K.ya ait 14E597 seri numaralı piyade tüfeği ile bir adet 62x51 mm çapındaki mermi kovanı gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğü Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarının 12/10/2006 tarihli uzmanlık raporunda; 14E597 seri numaralı piyade tüfeğinin ateş etmesine mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, silahın deneme amaçlı kullanılması sonucunda patladığının görüldüğü, incelenmek için gönderilen 62x51 mm çap ve tipindeki bir adet mermi kovanının 14E597 seri numaralı tüfek ile atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Ş.K.nın el ve yüz bölgesinden alınan svaplar üzerinde Emniyet Genel Müdürlüğü Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı görevlileri tarafından hazırlanan 29/9/2006 tarihli uzmanlık raporuna göre Ş.K.nın sol el üstü ve sol yüz svaplarında atış artığı tespit edilmiştir. Anılan uzmanlık raporuna göre Ş.K.nın sol avuç içinden alınan svaplarda ve sağ avuç içi ile el üstünden alınan svaplarda ise atış artığı tespit edilememiştir. Uzmanlık raporunda son olarak Ş.K.nın sağ yüz svabında da atış artığı tespit edilemediği ifade edilmiştir. Askerî Savcılık, Ş.K.nın psikolojik durumu ile ilgili olarak psikiyatri uzmanından bilirkişi raporu almıştır. Psikiyatri Uzmanı tarafından hazırlanan raporda özetle intihar olayının genellikle bir psikiyatri hastalığı nedeniyle ortaya çıktığı ancak bunun bir kural olmadığı, zaman zaman herhangi bir rahatsızlığı olmayan kişilerin de anlık ve tepkisel davranışlar sonucu intihar ettiği, soruşturma kapsamındaki bilgi ve belgelere göre olayın bir intihar olup olmadığı ile ilgili olarak kesin bir kanaate varmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Askerî Savcılık tüfeğin hangi pozisyonda ateşlenmiş olabileceği hususu ile ilgili olarak da bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Yüzbaşı G. tarafından hazırlanan 15/5/2007 tarihli raporun sonuç kısmında; kan lekeleri, kriminal raporlar, Ş.K.nın yatış pozisyonu, silahın duruşu ve boş mermi kovanının konumu dikkate alındığında tüfeğin Ş.K. tarafından ateşlendiği sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Askerî Savcılık yukarıdaki araştırmaların yanı sıra olay hakkında bilgisi olabilecek bazı kişilerin ifadelerini de almış ve elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek 17/5/2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, Ş.K.nın intihar ettiği kanaatine ulaşmış ve ölüm olayında ceza hukuku kapsamında kusur atfedilebilecek herhangi bir fail ya da fiilin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu, soruşturmanın eksik yürütüldüğü iddiasıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde oğlunun arkadaşlarından öğrendiği kadarıyla olay günü oğlunun nöbet saatlerinin değiştirildiğini ancak soruşturma kapsamında bu konu ile ilgili olarak bir araştırma yapılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, oğlu ile aynı karakolda görev yapan ve terhis olduktan sonra taziyeye gelen adlı askerin olay yerine giden ilk kişilerden olduğunu, bu askerin olayda kullanılan tüfeğin dipçik kısmının yerde mazgala dayalı olduğunu kendisine söylediğini, bu ifadenin olay hakkındaki tutanaklarla açıkça çeliştiğini, bu sebeple bu askerin ifadesinin tekrar alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, adlı askerin ayrıca O. adlı uzman çavuşun Ş.K.nın kanasla vurulduğunu söylediğini belirttiğini, dolayısıyla bu hususun da araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde diğer bazı iddiaların yanı sıra savcının olay yerinde keşif yapmadığını, olay yerinde mermi çekirdeğinin bulunamadığını ve dinlenen tanıkların bağımsız bir şekilde ifade vermelerinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 27/8/2007 tarihli kararı ile reddedilmiştir.B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İhlal Kararı Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu, oğlunun ölümü ile neticelenen olay hakkında tarafsız ve bağımsız bir ceza soruşturması yürütülmediğini, olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılamadığını, bu sebeple yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 16/4/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur (Hüseyin Kaplan/Türkiye, B. No: 20070/08, 15/10/2013). AİHM, başvurucunun iddialarını yaşam hakkının usul yönü ile ilgili görerek incelemesini bu kapsamda yapmıştır. AİHM, somut olay hakkında resen bir ceza soruşturması başlatılmış ise de yürütülen ceza soruşturmasında birçok eksikliğin bulunduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda öncelikle soruşturmanın ilk aşamasında görev alan kişilerin olaya karışmış veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olmadığına işaret etmiştir. İkinci olarak olay yerinin Cumhuriyet savcısı henüz olay yerini incelememişken temizlendiğini tespit etmiş, bu durumun ise önemli bir eksiklik olduğunu vurgulamıştır. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı denetleyen Askerî Mahkemenin bağımsız bir yapısının olmadığını, Askerî Mahkemede yer alan üç hâkimden birinin üstleri tarafından atanan ve askerî disipline tabi olan, meslekleri yüksek yargıçlık olan diğer iki hâkime göre aynı anayasal haklara sahip olmayan bir subay olduğunu ifade etmiştir. AİHM bu gerekçelerle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Hüseyin Kaplan/Türkiye, §§ 60-66). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İhlal Kararı Sonrasında Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci AİHM'in ihlal kararı sonrasında başvurucunun talebi üzerine olay hakkında Askerî Savcılık tarafından yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Askerî Savcılık bu kapsamda talimat yoluyla birçok tanığın ifadesini almıştır. Askerî Savcılık ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarına talimatlar yazarak olay anında askerlik hizmetini ifa eden ancak daha sonra terhis olan erler ile olay anında uzman çavuş olarak görev yapan bazı askerlere aşağıdaki soruların sorulmasını istemiştir. Askerî Savcılık talimat yazısına Olay Tespit Tutanağı'nı, ifade tutanaklarını ve başvurucunun itiraz dilekçesini de eklemiştir. Askerî Savcılığın cevaplandırılmasını istediği sorular şunlardır:"A- Söz konusu olay ile ilgili olarak tutanakta belirtilen hususların doğru olup olmadığı, olay yerinin savcı gelene kadar neden muhafaza edilmediği, B- Olay yeri inceleme işlemlerinin yapılması konusunda kimin talimat verdiği, C- Henüz savcı olay yerini görmeden olay yerini kimin neden temizlediği, bu konuda kimden talimat alındığı, savcıya neden haber verilmediği, D- Müteveffanın babası Hüseyin KAPLAN'ın itiraz dilekçesinde belirttiği hususların doğru olup olmadığı, daha önce vermiş olduğu ifadeyi tekrar edip etmediği (...) (...)" Yeniden başlatılan soruşturma kapsamında, başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz dilekçesinde (bkz. § 25) de adı geçen nin ifadesi alınmıştır. 20/4/2015 tarihli ifadesinde özetle çay ocağında olduğu sırada bir el silah sesi duyduğunu, silah sesinin geldiği nöbet yerinin çay ocağına yakın olduğunu, bu sebeple hemen çay ocağının penceresinden atlayarak nöbet yerine doğru koştuğunu, olay anında devriye onbaşısı olarak görev yapan adlı askerle birlikte olay yerine vardığını, nöbet mevziine 15-20 metre kala Ş.K.yı yerde yan yatar vaziyette gördüklerini, bunun üzerine hemen geri dönerek koşmaya başladıklarını ifade etmiştir. geriye doğru koşarken bir rütbeli ile karşılaştıklarını, rütbeli askerin kendilerine hemen mevzi almaları ve durumu karakoldakilere haber vermeleri gerektiğini söylediğini, bunun üzerine hemen karakola giderek durumu Uzman Çavuş O.ya ve Astsubay G.ye haber verdiğini, komutanlarının ise kendilerine hemen mevzi almaları gerektiğini söylediğini, bunun üzerine kendisinin mevzi aldığını, komutanlarının ise olay yerine doğru koştuğunu belirtmiştir. daha sonra kendisinden battaniye istenmesi üzerine battaniyeyi alarak olay yerine gittiğini, Ş.K.nın bu sırada nefes aldığını ve "Anne, anne." diye inlediğini, Ş.K.yı battaniyenin üstüne koyarak helikopter pistine götürdüklerini, akabinde ise gelen helikopterle Ş.K.nın hastaneye götürüldüğünü ifade etmiştir. ayrıca olay yerine savcının gelip gelmediğini hatırlamadığını, gerçekleştirilen işlemlerde herhangi bir usulsüzlük olup olmadığını bilmediğini ifade etmiştir. son olarak Uzman Çavuş O.nun "[Ş.K.] Kanas ile vurulmuş." dediğine şahit olmadığını, Ş.K.nın babasına "dosyadaki ifadelerin düzmece olduğu" yönünde bir söz de söylemediğini belirtmiştir. Soruşturma kapsamında 2/4/2015 tarihinde Uzman Çavuş O.nun ifadesi alınmıştır. O. ifadesinde özetle askerlerin korkması nedeniyle Bölük Komutanlığına ve Kulp Cumhuriyet Başsavcılığına da durumu bildirilerek olay yerinin temizlenmesine karar verildiğini ancak temizlenmeden önce olay yerinin fotoğraflarının çekildiğini belirtmiştir. O. ayrıca Ş.K.nın başından tek kurşunla vurulmuş olması nedeniyle olayı ilk başta kanasla yapılan bir terör saldırısı zannettiğini ifade etmiştir. Yeniden başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan Ş. adlı asker ise silah sesini duyduktan sonra olay yerine gittiğini ancak tüfeğin konumunu tam olarak hatırlayamadığını, gerçekleştirilen işlemlerde herhangi bir usulsüzlük görmediğini, kanas ile ilgili bir konu hatırlamadığını belirtmiştir. İfadeleri alınan diğer erler ile uzman çavuşlar da genel olarak yukarıdaki ifadelere benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Yeniden başlatılan soruşturma kapsamında olay tarihinde Kulp ilçe jandarma komutanı olarak görev yapan İ.G. ile olay tarihinde Bayır Karakolu komutan vekili olarak görev yapan G.nin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Talimat yoluyla ifadesi alınan İ.G.ye Askerî Savcılığın istemi doğrultusunda şu sorular sorulmuştur:"A- Söz konusu olay ile ilgili olarakolay yerinin savcı gelene kadar neden muhafaza edilmediği, B- Olay yeri inceleme görevinin neden aynı karakolda görevli J.Astsb.Kd.Çvş. [ G.ye] verildiği, bu görevlendirmede kimden talimat aldığı, bağımsız görevli teknik personelin neden görevlendirilmediği, varsa buna ilişkin belgelerin neler olduğu,C- Olay yerinin temizlenmesi talimatını kendisinin verip vermediği (...) (...)" İ.G. ifadesinde ilk soruyla ilgili olarak özetle olayın yaşanmasını müteakip önce askerî savcıyla, daha sonra da Kulp Cumhuriyet savcısıyla irtibat kurup talimatlarını sorduğunu, Kulp Cumhuriyet savcısının terör tehdidi nedeniyle olay yerine bir gün sonra gelmeye karar verdiğini, bunun üzerine Karakol Komutanı'na tüfeğe dokunulmaması, boş mermi kovanının bulunarak muhafaza altına alınması, olay yerinin krokisinin çizilmesi ve fotoğraflarının çekilmesi talimatlarını verdiğini, dolayısıyla olay yerinin savcı gelene kadar muhafazasının Karakol Komutanı'nın sorumluluğunda olduğunu belirtmiştir. İ.G. ifadesinde ikinci soruyla ilgili olarak özetle G.ye olay yeri inceleme görevini değil olay yerinin olduğu gibi muhafaza edilmesi görevini verdiğini, Olay Yeri İnceleme ekibinin o dönemde Lice İlçe Jandarma Komutanlığında mevcut olduğunu, onlardan da zaten teknik personel talep ettiğini, ayrıca Diyarbakır Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından Ş.K.nın el ve yüz svaplarının alındığını hatırladığını ifade etmiştir. İ.G. son soruyla ilgili olarak ise özetle olay yerinin temizlenmesi yönünde bir talimat vermediğini, bu konuda daha net bilginin G.den elde edilebileceğini ifade etmiştir. Talimat yoluyla ifadesi alınan G.ye ise Askerî Savcılığın istemi doğrultusunda şu sorular sorulmuştur:"A- Söz konusu olay ile ilgili olarakolay yerinin savcı gelene kadar neden muhafaza edilmediği,B- Olay yeri inceleme işlemlerini neden kendisinin yaptığı, savcının talimatının neden alınmadığı, olay yeri inceleme ekiplerinin neden beklenmediği, silahın ve boş kovanın ilk haliyle neden fotoğraflanmadığı,C- Henüz savcı olay yerini görmeden olay yerini kimin neden temizlediği, bu konuda kimden talimat alındığı, savcıya neden haber verilmediği,D- Müteveffanın babası Hüseyin KAPLAN'ın itiraz dilekçesinde belirttiği özellikle 'silahın ilk bulunduğu konuma ilişkin' hususların doğru olup olmadığı (...) (...)" G. ifadesinde özetle olay hakkında İ.G.ye bilgi verdiğini, İ.G.nin ise askeri savcıya durumu bildireceğini ve emre göre hareket edilmesi gerektiğini kendisine söylediğini, Askeri Savcılığa durumun bildirilmesi üzerine Askeri Savcılığın da Kulp Cumhuriyet Başsavcılığını talimatla yetkilendirmiş olduğunu öğrendiğini, işlemlerin Kulp Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda yapıldığını belirtmiştir. G., Ş.K.nın hayata döndürülmesi için yapılan müdahale sırasında olay yerinin bozulduğunu, kendini vurma hadisesi gün gibi ortada olduğundan ve Ş.K. hayatta kalsın diye çaba sarf edildiğinden fotoğraflama yapmanın ilk başta akıllarına gelmediğini, Ş.K. hastaneye sevk edildikten sonra olay yerinin fotoğraflarının çekildiğini belirtmiştir. G., delilleri saklama ya da yok etme gibi durumun söz konusu olmadığını ve olay yerinin temizlenmediğini ifade etmiştir. Askerî Savcılık elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek ilk kararda kabul edilen maddi vakıadan ayrılmayı gerektirir yeni bir delil elde edilmediği sonucuna ulaşmış ve 27/7/2015 tarihinde bir kez daha kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık Ş.K.nın başında bir adet mermi giriş ve çıkış deliği bulunması, atışın bitişik atış mesafesinden yapılması, Ş.K.nın el ve yüz svaplarında atış artığı bulunması, mevzide ve silahın namlusunda barut kokusu olduğunun ifade edilmesi gibi hususları dikkate alarak Ş.K.nın intihar ettiği kanaatine varmıştır. Askerî Savcılık, ilk incelemenin karakol personelince yapılması ve kaza yerinin savcı olay yerine henüz gelmeden temizlenmesi hususlarının ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesine aykırılık teşkil ettiğini ancak bu işlemlerin yenilenmesinin veya düzeltilmesinin bu aşamada söz konusu olmadığını, Sözleşme'nin maddesinin ihlali niteliğindeki bu işlemleri tesis edenlere isnat edilebilecek suçun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde tanımlı memuriyet görevini ihmal suçu olduğunu, ne var ki bu suç için de 5237 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca sekiz yıl şartı olarak aranan zamanaşımı süresinin dolduğunu belirtmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Askerî Mahkemenin 4/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 18/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi veya bu karar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16497 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 29/4/2014 tarihi ve sonrasında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/15943 ve 2015/8274 sayılı bireysel başvuru dosyaları, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/5923 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Numan Ersak, Mehmet Şefik Ersak, Mehmet Refik Ersak, Süreyya Kavak, Servet Ersak, Seher Yılmaz ve Süheyle Ergün'ün babalarının dedesi, başvurucu Berrin Sandıkçı'nın dedesinin dedesi ve başvurucu Gülser Bahadır'ın eşinin babasının dedesi olan muris Hamdan Ersak'ın, başvurucu Mehmet Eren'in dedesi olan muris Halil Eren'in ve başvurucular Necati Eren ile Zeki Eren'in dedeleri olan muris Keleş Eren'in davacı; başvurucu Zerga Gülöz'ün babası olan muris İsmail Bulut'un ise davalı sıfatıyla yer aldığı 14/10/1955 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasında yerel Mahkemece verilen karar Yargıtayca bozulmuş; bozmadan sonra Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5923 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığına dair beyanından, müdafinin karar duruşmasında dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığından bahisle karar verilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun mala zarar verme suçunu işlediği iddiası ile hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık başvurucunun anılan suçtan cezalandırılması talebiyle 24/3/2021 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Trabzon Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Duruşma üç celsede bitirilmiştir. İkincicelsede başvurucu; alınan savunmasında suç işleme kastı ile hareket etmediğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) rızasının olmadığını belirtmiştir. Yine aynı celse başvurucu müdafii, ifadeler alındıktan sonra esasa ilişkin beyanda bulunacağını belirtmiştir. Üçüncü celsede başvurucu müdafii; önceki savunmalarını tekrar ettiğini, müvekkilinin üzerine atılı suçu işlemediğini, ayrıca müvekkili HAGB'ye rızasının olmadığını söylemiş ise de vekâletnamedeki özel yetki uyarınca HAGB'ye rızasının olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun 23/3/2021 tarihinde verdiği vekâletnameye göre müdafinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etme yetkisi olduğu anlaşılmıştır. Mahkeme 4/11/2021 tarihli kararıyla başvurucunun mala zarar verme suçundan 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve kabul etmediği için HAGB'nin uygulanmamasına kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...katılanın istikrarlı bir şekilde sanık [başvurucu] tarafından aracına yumruk vurulmak suretiyle aracın camının kırıldığını beyan ettiği, katılanın beyanlarının tanık beyanlarıyla desteklendiği, katılanın beyanlarının görgü tespit tutanağıyla uyumlu olduğunun tespit edildiği, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rıza göstermeyen sanığın kovuşturma aşamasında katılanın uğramış olduğu 500,00-TL'lik zararı giderdiği, sanığın suçtan kurtulmaya ve cezayı azaltmaya yönelik beyanları ile kabulün aksine ileri sürülen delil ve beyanların gerçeği yansıtmadığı gibi dosya kapsamına da uygun düşmediğinin anlaşılması nedeniyle bu yöndeki beyanlara ve delillere itibar edilmediği, sanığın katılana yönelik eyleminin 5237 sayılı TCK'nın 151/1 maddesinde düzenlenen Mala Zarar Verme suç tipine uyduğu, suçun maddi ve manevi unsurlarının somut olayda oluşmuş olması nedeniyle mahkumiyetine,...B)5271 sayılı CMK'nın 231/5 ve devamı madde ve fıkraları uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda, sanığın hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediği anlaşılmakla konuya ilişkin şartlar somut olayda kül halinde gerçekleşmediğinden sanık hakkında kurulan HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]" Başvurucu, nihai hükmü 4/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 3/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/55908 | Başvuru, yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığına dair beyanından, müdafinin karar duruşmasında dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığından bahisle karar verilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 9/5/2019 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan gelen belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1986 doğumlu olup Tunus Cumhuriyeti vatandaşıdır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 30/4/2019 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmek üzere idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu karar gereğince Kocaeli Geri Gönderme Merkezinde (GGM) idari gözetim altına tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu tarafından 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 5/8/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14737 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, icra mahkemesine yapılan şikâyet hakkında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2013 tarihinde Elmalı İcra Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kefili olduğu 25/9/2008 tarihli ve 279,70 TL bedelli kredi sözleşmesine dayalı olarak aleyhine Antalya İcra Müdürlüğünün E.2008/19565 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Takip kapsamında başvurucu adına tapuda kayıtlı bulunan Antalya ili Elmalı ilçesi Eskihisar köyü Köy içi mevkii 1337 parsel sayılı taşınmaz kaydına haciz konmuş ve taşınmazın satış işlemlerine başlanmıştır. Başvurucu; haciz işleminin kendisine bildirilmediğini, kıymet takdir raporunun usulsüz olduğunu, hacze konu evin hâline münasip ev olması nedeniyle haczedilemeyeceğini, satışa hazırlık işlemlerinde yapılan tebligatların usulsüz olduğunu, gerekli ilanların yapılmadığını belirterek satış işlemlerinin durdurulması ve haczin kaldırılması istemiyle Elmalı İcra Hukuk Mahkemesinin E.2012/26 sayılı dosyasında şikâyette bulunmuştur. Mahkeme 16/11/2012 tarihli ve K.2012/102 sayılı kararıyla şikâyeti reddetmiştir. Mahkemenin 16/11/2012 tarihli karar celsesi tutanağında "Şikâyetin reddine dair davalı vekilinin yüzüne karşı davacı vekilinin yokluğunda yapılan açık yargılama sonunda kararın tefhim ve tebliğinden itibaren 15 gün içinde Yargıtayatemyizi kabil olmak üzere verilen karar açıklanıp okundu." ibaresi yazılmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...İcra Müdürlüğü'nün 2010/616 talimat sayılı dosyası incelenmiştir. Şikayetçi vekili:1-Satışa konu taşınmazın haczine ilişkin 103 davetiyesinin borçlu davacıya tebliğ edilmediği, 2-Satışa konu taşınmazın meskeniyet nedeniyle haczedilemeyeceği,3-Satışa hazırlık ve ilan işlemlerinin usulsüz olduğunu,ileri sürerek şikayette bulunmuştur. Şikayet konularından 103 davetiyesinin tebliğ edilmemesi ve meskeniyet iddiasına yönelik şikayet süreye tabi olup davacı taşınmaz haczinden çok önceden haberdar olduğundan (davacının haczedilen taşınmaz için açtığı kıymet takdirine itiraz davası 9/12/2011 tarihinde karara çıkmıştır) ve şikayet 7 günlük süre içinde yapılmadığından reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin satış işlemlerindeki usulsüzlük iddiaları incelenmiş, ilanların hem Belediye vasıtası ile hem askı sureti ile hem de gazete ile süresinde yapıldığı, satış ilanında satış yeri ve tarihinin yer aldığı satış ilanının satıştan çok önce 6/3/2012 tarihinde borçluya tebliğ edildiği zaten davacı vekili tarafından satıştan tebligattan önce 2/3/2012 tarihinde haberdar olunduğunun beyan edildiği, dolayısıyla satışa hazırlık işlemlerinde herhangi bir usulsüzlük bulunmadığı anlaşıldığından; buna yönelik şikayetlerin de reddine karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1382 | Başvuru, icra mahkemesine yapılan şikâyet hakkında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş bildirilmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Abdülkerim Çakmak, Mehmet Şükri Çakmak, Beyaz Çakmak ve Saadet Çakmak sırasıyla 1972, 1982, 1945 ve 1954 doğumlu olup Şanlıurfa ili Hilvan ilçesinde ikamet etmektedirler. Başvurucuların Şanlıurfa ili Hilvan ilçesi Karacurun mahallesinde kain ve toplam büyüklüğü 897 m² olan 97 ada ve 66 parsel numaralı arsa niteliğindeki taşınmazının 823,17 m²lik kısmının üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin 1985 yılında enerji nakil hattı geçirilmiş; ayrıca anılan kısım üzerinde trafo binası inşa edilmiş ve elektrik direkleri dikilmiştir. Başvurucular tarafından, 27/6/2011 tarihinde Hilvan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme), taşınmazları üzerinden enerji nakil hakkı geçirilmesi ve taşınmaz üzerinde trafo binası ile direk inşa edilmesi nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi tazminat ödenmesi istemiyle dava açılmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, taşınmazın enerji nakil hattının altında kalan kısmı ile trafo binası inşa edilen ve elektrik direği dikilen kısımları yönünden tam bedelinin, diğer kısmı yönünden ise el atma nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmanın tazminat olarak hesaplanmasını talep etmişlerdir. Dilekçede, taşınmazın enerji nakil hatları altında kalan kısmı üzerinde ilgili mevzuat uyarınca inşaat yapılmasının mümkün olmaması nedeniyle bu kısmın tam bedelinin ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Davalı idare ise savunmasında, tazminata hükmedilmesi gerekiyorsa bunun, enerji nakil hattının koruma bandı altında kalan bölümünün mülkiyet bedeli üzerinden değil, irtifak hakkı bedeli üzerinden hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemece Hilvan Belediyesinden (Belediye) enerji nakil hattı altında kalan yerlere yapılaşma izni verilmesinin mümkün olup olmadığı sorulmuş, gelen cevabi yazıda, ilgili mevzuat uyarınca bu alanlara yapılaşma izni verilmesinin mümkün olmadığı ve buraların yol, park veya yeşil alan olarak ayrılması gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemece 2/12/2011 tarihinde olay yerinde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. İnşaat mühendisi iki bilirkişi tarafından hazırlanan raporda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın daha gelişmiş bir mahallede bulunması, şehir merkezine daha yakın bir mesafede olması ve konut alanının içinde yer alması hususları dikkate alınarak başvurucuların taşınmazının değerinin, emsal taşınmaza nazaran 2,2 kat daha az olduğu kanaati raporda açıklanmıştır. Bilirkişi heyetince, taşınmazın bir bölümü üzerinden enerji nakil hattının geçmesi nedeniyle taşınmaza olan talebin düşeceği, üzerinde inşaat yapılmasının çevredeki diğer taşınmazlara göre gecikebileceği ve yapılacak yapıların geri dönüşüm riskinin artacağı hususları gözönünde bulundurularak, el atma nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda % 2 oranında azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Raporda, öncelikle üzerinde trafo inşa edilen ve direk dikilen toplam 146 m²lik bölüm için 503,74 TL tazminat hesaplanmış; ardından, toplam 897 m² büyüklüğünde olan taşınmazın, üzerinde trafo inşa edilen ve direk dikilen toplam 146 m²lik bölümü dışında kalan 751 m²sinin el atma nedeniyle değerinde meydana gelen azalma dikkate alınarak 889,57 TL ödenmesi gereken tazminat olarak belirlenmiştir. Mahkeme tarafından 18/9/2012 tarihinde verilen kararla, bilirkişi raporunda belirlenen 889,57 TL ile trafo ve direk yerleri için belirlenen 503,74 TL'den oluşan toplam 393,31 TL tazminata hükmedilmiş; trafo ve direk yerlerinin idare adına tesciline ve taşınmazın enerji nakil hattı koruma bandı altında kalan 823,17 m²lik kısmı üzerinde idare adına daimi irtifak hakkı tesis edilerek tapuya tescil edilmesine karar verilmiştir. Kararda, taşınmazın enerji nakil hattı geçirilen bölümü üzerinde irtifak hakkı tesisinin amaca ulaşmak bakımından yeterli olduğu ve 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun maddesinin son fıkrası uyarınca, kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesis edildiği durumlarda, taşınmazın değerinde meydana gelen düşüklüğün kamulaştırma bedeli olduğu belirtilerek tazminat miktarının irtifak değeri üzerinden hesaplanmasının gerekçesi açıklanmıştır. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 11/2/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Ancak Daire, kararın düzeltilmesi safhasında verdiği 18/11/2013 tarihli kararla, kanun koyucu tarafından yapılan yasal değişiklikleri dikkate alarak, Mahkeme kararını harç ve vekâlet ücreti yönünden düzelterek onamıştır. Dairenin anılan kararı, 21/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 2942 sayılı Kanun’un “İrtifak hakkı kurulması” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir." 2942 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kamulaştırmasız el atmada adil giderimin ne şekilde sağlanacağına ilişkin olarak Papamichalopoulos ve Diğerleri/Yunanistan (B. No: 14556/89, 24/6/1993) kararından başlayan içtihadının seyrini, Guisso-Gallisay/İtalya [BD], B. No: 58858/00, 22/12/2009) kararında özetlemiştir (§ 98-101). Buna göre AİHM, Papamichalopoulos/Yunanistan kararında davalı devletin, başvurucuların taşınmazının otoriteler tarafından "gasp" edilmesi olarak nitelediği yirmi beş yıl süren kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan fiili zararlar ile mülkten yararlanamama dolayısıyla oluşan kayıplar için arazinin güncel değerine ek olarak yetkililer tarafından inşa edilen binadan kaynaklı değer artışının da başvuruculara ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya ([BD], § 98, 99). AİHM, taşınmazın güncel değerine ek olarak inşa edilen binadan dolayı oluşan değer artışını yansıtan bir miktara hükmedilmesi yönündeki içtihadını, yine kamulaştırmasız el atmayla ilgili olan Belvedere Alberghiera S.r.l/İtalya (B. No: 31524/96, 30/10/2003) ve Carbonara ve Ventura/İtalya (B, No: 24638/94, 11/12/2003) kararlarında da uygulamıştır. AİHM, taşınmazın iadesinin mümkün olmaması nedeniyle kararın verildiği tarihteki piyasa fiyatı dikkate alınarak belirlenen zararın tazminine hükmetmiştir. Söz konusu taşınmazın potansiyelini gözeten AİHM, ek olarak, varsa devlet tarafından inşa edilen binanın inşaat maliyetine dayanılarak hesaplanan miktarla telafi edilemeyen diğer kayıpların da tazmini arayışı içerisine girmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya ([BD], § 100). AİHM, Büyük Daire tarafından onaylanan Scordino/İtalya kararı (B. No: 36813/97, 29/3/2006) ile Pasculli/İtalya kararında (B. No: 36818/97, 4/12/2007) da bu ilkeyi pekiştirmiş ve uygulamıştır. Anılan kararlarda, kamulaştırmasız el atma hadiselerinde, tazminat miktarının, müdahalenin sonuçlarının tamamen giderilmesi düşüncesini yansıtması gerektiğine işaret edilmiştir. AİHM, ilke kararını ortaya koyduğuPapamichalopoulos/Yunanistan kararında bulunan ihlalin ağırlığının onu (AİHM'i), eski hâlin iadesi (restitutio integrum) ilkesini uygulamaya sevk ettiğini ve özellikle müdahaleye konu olan taşınmazın, üzerinde varolan bina ile birlikte iadesinin, başvurucuları, (1) Numaralı Protokol'ün maddesinin gerekleri ihlal edilmemiş olsaydı kendilerini bulabilecekleri en yakın konuma yerleştirebileceğini not etmiştir. AİHM, eski hâle iadenin mümkün olmadığı durumlarda devletin, taşınmazın güncel değerine eş değer bir bedel ile taşınmaz üzerinde inşa edilen binaların varlığının neden olduğu değer artışını yansıtan bir miktarı başvuruculara ödemesi gerektiğine karar vermiştir (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 101). AİHM, Guisso-Gallisay/İtalya davasında bu içtihadın yumuşatılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM'e göre Papamichalopoulos/Yunanistan kararında ortaya konan ilkelerin İtalyan hukukuna özgü olan dolaylı kamulaştırmalara (constructive expropriation) uygulanması, genel kuraldan sapmalara (anomaly) yol açabilir. AİHM, ikisi de kamulaştırmasız el atmaya dayanan söz konusu davalar arasında iki temel fark tespit etmiştir. AİHM, Papamichalopoulos/Yunanistan kararına konu olayda başvurucuların taşınmaza malik bulundukları hususunun ulusal mahkemelerce kabul edilmesine rağmen başvuruculara kısmen dahi tazminat ödenmezken, Guisso-Gallisay/İtalya başvurusuna konu olayda, başvurucunun, taşınmazının mülkiyetini kaybettiğini ve mülkiyetin iadesine yönelik herhangi bir talebinin bulunmadığını belirtmiştir. AİHM ayrıca ilk davada idarenin hiçbir yasal dayanak olmadan taşınmazı işgal ettiği hâlde sonrakinde, idarenin, sosyal konut ve eğlence merkezi inşa etmek üzere hızlandırılmış usule tabi kılarak kamu yararı kararı alarak taşınmazı işgal ettiğini saptamıştır (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 102). AİHM, Papamichalopoulos/Yunanistan davasının özellikleri dikkate alındığında, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin olarak anılan kararda ortaya konulan ilkelerin dolaylı kamulaştırma (constructive expropriation) davalarına uygulanamayacağını ifade etmiştir. AİHM, somut davada (Guisso-Gallisay/İtalya), başvurucuların taşınmazın tam bedelini almaları gerektiğini kabul etmekle birlikte maddi zararın, önceki içtihadından farklı olarak kararın verildiği tarihin değil, taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihin esas alınarak hesaplanması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM, önceki yaklaşımın, belirsizliğe ve keyfî kararlar verilmesine kapı araladığını vurgulamıştır (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 103). AİHM aynı zamanda, başvurucuların yoksun kaldıkları kazançlarının devlet tarafından otomatik olarak inşa edilen binanın brüt değerine eşit olduğunun değerlendirilmesinin haklı bir temelinin bulunmadığına işaret etmiştir. AİHM'e göre bu şekilde bir metot, otoriteler tarafından yüklenilenvezorunlu olarak taşınmazın orijinal potansiyeliyle bağlantılı olmayan kamu hizmetlerinin mahiyetine bağlı olarak başvuruculara muamelede eşitsizliğe yol açabilir. Ayrıca, bu şekildeki bir tazminat yöntemi, başvurucularınzararını tazmin edici bir işlev görmekten ziyade, devlete atfedilen maddi zararın tazmininde cezalandırıcı ve caydırıcı bir rol oynar (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 103). AİHM bu gerekçelerle, somut davada başvurucunun, taşınmazın karar tarihindeki değeri ile binanın yapı maliyetine eş değer tazminata hükmedilmesi istemini reddetmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya ([BD], § 105). AİHM'in Kahyaoğlu ve Diğerleri/Türkiye kararına konu olayda, başvurucuların taşınmazının bir bölümü üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucular tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında Mahkeme bilirkişi görüşüne başvurmuştur. Bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin % 9 oranında azaldığını kabul edilerek tazminat hesaplamıştır. Ancak Mahkemece, Yargıtay kararlarında kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün taşınmazın toplam değerinin % 2'sini geçemeyeceğinin belirtildiği gerekçe gösterilerek meydana gelen zararın taşınmaz değerinin % 2'siyle sınırlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite rağmen taşınmaz değerinin % 7'sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı reddetmiştir. Söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır (Kahyaoğlu ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 37203/05, 31/5/2016, § 4-19). AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin % 9 olarak tespit edildiği halde Mahkemenin, Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin % 2'si ile sınırladırdığına işaret ettikten sonra, yargı mercilerince bunun gerekçesinin açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtayın, farklı durumların gözönünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmaz değerinin % 7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve Diğerleri/Türkiye, § 33-40). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1964 | Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu makamlarının gerekli kontrol ve denetim ödevini yerine getirmemesinden dolayı kanuna aykırı olarak tıbbi müdahale gerçekleştirilmesi sonucu ölüm olayı meydana gelmesi ve açılan tam yargı davasının hatalı değerlendirmeyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi A.Ö. 24 haftalık hamile olup Ş. Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) görevli kadın doğum doktoru olan S.K. tarafından suç teşkil ettiği hâlde 8/11/2004 tarihinde gerçekleştirilen kürtaj işlemi sırasında cenin ile birlikte hayatını kaybetmiştir.A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında Devlet Hastanesinde ebe olarak görev yapan tanık S.T.nin 12/11/2004 tarihinde alınan iki beyanının ilgili kısmı şöyledir:i. "... 2004 günü Saat:00 sıralarında hastanedeki görevime geldim. O gün öğle vakitlerine kadar her şey normaldi ve 00 sıralarında [A.] isminde 25-30 yaşları arası bir bayan ve yanında bir erkek şahıs geldi. Bu bayanın bize geliş nedenini kendisi söylemedi, bize sadece [S.] beyin gönderdiğini söyledi. Bir süre sonra [S.] bey hastaneyi aradı ve [] ebe hanımla görüştü. [] hanım doktor ile telefon görüşmesi yaptıktan sonra bana gelen hastanın rahatsızlığının 24 haftalık ölü bebek tanısıyla gönderildiğini söyledi ve Doktor beyin ilaç tedavisine başlamamız gerektiğini söylediğini bildirdi. Biz kadını yatırdık ve tedavisine başladık. Ben bu kadının karnında bulunan bebeğin ölü olup olmadığı hususunda bir sefer dinleme yaptım ve bir şey duymadım, doktor beyin de o tanı ile göndermiş olması nedeniyle pek fazla kontrol etme gereği duymadım. Biz doktorun bize belirtmiş olduğu tedaviyi kontrollü bir şekilde uyguladık. Bizim yapmış olduğumuz tedavi kadını ameliyata alana kadar devam etti. Bu kadının ilk gelişi ile ameliyat esnasına kadar doktor bey iki sefer gelip kendisi kontrol etti ve durumu hakkında bizden bilgi aldı Saat: 30 gibi kadında kanama başladı ve bir süre sonra bu kanama arttı. Bu kadını bu şekilde kanaması artınca doktor bey ile birlikte kadını ameliyat haneye aldık. Bu esnada ben ameliyat ekibini acilen göreve çağırdım. Ameliyat ekibi gelmeden biz doktor beyin nezaretinde kadının durumunun aciliyetinden dolayı işe başladık. ancak kadınının iç rahminin yırtılmış (Uterusda rüptür) olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine bebek ve ekleri alındı. Bu esnada hasta eks oldu ..."ii. " ...Ben bir fiil [A.] isimli bayanın ameliyatına girdim ve ameliyat boyunca orada idim. Ben [S.] beyin çocuğu aldığını gördüm. Benim gördüğüm kadarı ile çocuk üzerinde her hangi bir olumsuzluk söz konusu değildi. yani çocuğun tüm uzuvları tamamdı. Çocuk alındıktan sonra kadını kurtarma telaşı olduğu için çocuğun nereye konduğunu ve morga kimlerin indirdiği konusunda ise bir bilgim yoktur, tahminen oradaki hizmetli şahıslar indirmiştir. Benim çocuğun koluııa ne olduğu konusunda bir bilgim yoktur, ben gördüğüm zaman çocuğun uzuvları tamdı ve bir eksiklik yoktu..." Tanık F.A.nın 12/11/2005 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...[S.] isimli doktorun muayenehanesinde buluştuk... Doktor ile [] bir iki dakikalığına dışarı çıkıp tekrar girdiler... Yaşadığını ölü olmadığını söyledi. Çocuğun bu haliyle alınması gerektiğini söyledi. Doktor bey bize ayrıca acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini, kendisinin hemşireyi aradığını ve gerekli talimatı verdiğini söyledi..." Devlet Hastanesinin Başhekimi İ.nin 11/11/2004 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:" ...2004 günü Kadın hastalıkları ... uzmanı [S.K.] hastanemizde [A.] isimli bir hastayı suni sancıyla doğum ... başlatmış. hastadaki fetus ölüymüş tıbbi nedenlerle hastadaki fetusu suni sancı vermek suretiyle almak istemiş daha sonra ... kanama durdurulmaya çalışılırken hasta ex olmuş ben bunu kayıtlara bakarak öğrendim ancak benim öğrenme tarihim ve bu olaydan bilgi sahibi olmam 2004 günüdür, 2004 günü bana bu ameliyattan haber verilmedi. ben bu olayla ilgili doktor [S.K.] ile 2004 günügörüştüm ancak ameliyata katılan hemşirelerle görüşmedim, ayrıca doktor [S.K.] bey 2004 günü senelik iznini kullanıyordu, izne ayrılış tarihi istemiş olduğunuz ve gönderdiğimiz belgede de belirtildiği gibi 2004, göreve baslayacağı tarihte 2004 tür yani kendisi senelik iznini kullanırken bu müdahaleyi hastanemizde yapmışur... bu ameliyatı yapan ekipte görevli narkoz teknisyeninin adı [A.] isimli bir memurumuzdur. şu anda kendisi izindedir. Ameliyata katılan hemşirelerin adlarını bilmiyorum..." Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 24/5/2006 tarihli iddianameyle doktor S.K. hakkında kadının ölümü ile sonuçlanan çocuk düşürtme suçundan kamu davası açılmıştır. Sivas Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 11/9/2008 tarihli kararıyla S.K.nın müsnet suçtan neticeten 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... ...maktulün, 24 haftalık gebe olması nedeniyle, çocuğu aldırmak amacıyla babası, maktulün uzaktan akrabası olan [F.A.] ile birlikte [Ş.] İlçesinde Devlet Hastanesinde Kadın Doğum Uzmanı olarak görev yapan diğer sanık [S.K.nın] ilçede bulunan yazıhanesine gittikleri, sanık [S.K.nın] maktulü muayene ederken odasına kimseyi almadığı, bir müddet sonra hasta olan maktulü [Ş.] Devlet Hastanesine yönlendirdiği maktul [A.Ö.nün] [Ş.] Devlet Hastanesine olay günü olan 2004 günü saat 00 de yattıktan sonra saat 30 da ameliyata alındığı ve ameliyat esnasında çocuğunun alınmasından hemen sonra öldüğü anlaşılmıştır....Her ne kadar sanık [S.K.nın] ile, tanıklar [A.] ve [S.T.] maktul [A.Ö.nün] hastaneye geldiğinde hamile olduğu çocuğunun ölü olduğunu belirtmiş ve bu yönde [Ş.] Devlet Hastanesi kayıtlarına geçirilmiş ise de, dosya içerisinde mevcut 45 Adli tıp uzmanının katılımı ve 34 adli tıp uzmanının düşünceleri doğrultusunda hazırlanan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 2008 gün ve 36 sayılı raporunda açıkça belirtildiği üzere, maktul [A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu 5-6 aylık çocuğunun kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanılıp parçalanarak dışarı çıkartıldığı, maktulün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğunun bulunmadığı, [Ş.] Devlet Hastanesi tarafından maktul [A.Ö.] hakkında düzenlenmiş olan hasta müşahede evrak ve ameliyat bültenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş olduğu anlaşıldığından, Sanık [S.K.nın] eylemi mahkememizce kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme olarak kabul edilmiş olup..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından S.K.nın 27/3/2019 tarihinde ölmesi nedeniyle ilamat dosyası infaz edilmeden iade edilerek ilamın ortadan kaldırılmasına karar verilmesinin talep edilmesi üzerine Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 24/4/2019 tarihli ek kararla Yargıtay Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli onama kararıyla kesinleşmiş olan mahkûmiyet ilamının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. B. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Tazminat Davası Süreci Babası K.A. ile başvurucu 28/10/2008 tarihli dilekçeyle olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia ederek Sağlık Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, talebin reddedilmesi üzerine 23/2/2009 havale tarihli dilekçeyle Sivas İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, babası K.A. için 000 TL maddi, 000 TL manevi; kendisi için ise 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminat ödenmesini talep etmiştir. Sağlık Bakanlığı savunmasında doktor S.K.nın yıllık izinde olduğu dönemde idareden izin almadan veya idareyi haberdar etmeden gerçekleştirdiği hizmet dışı eylemi ile neticeye sebebiyet verdiğini, olayda kişisel kusur bulunduğunu, hizmet kusuru bulunmadığını bildirmiştir. İdare Mahkemesi 3/2/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden; davacılardan [K.A.nın] kızı, Onur Arslan'ın [başvurucu] kardeşi olan [A.Ö.nün] 2001 tarihinde evlendiği, ... boşandıkları, eşiyle ayrıldıktan sonra ... [T.] isimli şahsa ait markette çalışmaya başladığı, market sahibi [T.] isimli şahıstan hamile kaldığı, cenin 5,5-6 aylık iken aldırılmak istendiği, [K.] İli'nde 4 ila 5 doktora götürüldüğü, 5,5-6 aylık olması nedeniyle ceninin burada alınmadığı, daha sonra [Ş.] İlçesi'nde kadın doğum uzmanı olan [S.K.nın] özel muayenehanesine gidildiği, yapılan muayene sonrası hastaneye nakledilerek ameliyata alındığı, yapılan cerrahi müdahale sonrası cenin ve annenin hayatını 2004 tarihinde kaybettikleri, doktor [S.K.] hakkında 'kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme' suçu isnadıyla Sivas Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2006/89 esasında açılan davada yapılan yargılama sonucu 2008 gün ... kararla doktor [S.K.nın] anılan suçu işlediğinden bahisle 5 yıl mahkumiyetine karar verildiği, ... anlaşılmaktadır.Dava konusu olayda, ölen [A.Ö.nün] yakınları tarafından ölüm olayından 3 gün sonra doktor [S.K.] hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine, doktor ve ilgililer hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 2005 tarihli Soruşturma Raporunda özetle; olay tarihinde doktor [S.K.nın] yıllık izinde olduğu, şayet tıbbi bir müdahalede bulunulması ve bunun da hastanede yapılması gerekiyorsa hastane başhekimliğinden izin alınması gerektiği halde izin alınmadığı ve konuya ilişkin herhangi bir onayın olmadığı, muayenehanesine gelen maktulenin 24 haftalık gebe olduğunu doktorun da kabul ettiği, yasalara göre anne ve babasının rızası ile yasal kürtajın 10 haftaya kadar olduğu, olayda, yasal kürtaj süresinin çok üzerinde olduğu, eğer tıbbi bir endikasyon varsa müdahale öncesi muhtemel sonuçların hastanın kendisine ve yakınlarına anlatılması ve sonrasında işleme rıza gösterdiklerine ilişkin resmi yazı alınması gerektiği halde bu yönde herhangi bir işlem yapılmadığı, hastanın ex olması durumunda adli bir olay olması nedeniyle gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığına haber verilmesi ve yaralı ve delil niteliğindeki cesetten çıkarılan eşyanın adli makamlara teslim edilmesi gerekirken teslim edilmediği ... dolayısıyla, adli bir olayın gecikmesinde birinci derecede kusurlu olduğundan ... bahisle kınama cezası ile cezalandırılması gerektiği, teklifinin getirildiği ve idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı kanaatine yer verildiği görülmüştür.Sivas Ağır Ceza Mahkemesince Adli Tıp Kurumuna yaptırılan ve karar içerisinde alıntısına yer verilen raporda; olay tarihinde [A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu, 5-6 aylık çocuğu kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanıp dışarı çıkartıldığı, maktülün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğun bulunmadığının belirtildiği görülmektedir.Bu durumda, doktor [S.K.nın] 5237 sayılı türk Ceza Kanunu'nun 99/maddesindeki kadının ölümüne neden olan rızaya bağlı çocuk düşürtme suçunu işlediğinin Mahkeme kararıyla da sabit olduğu, ölen [A.Ö.] doktor tarafından özel muayenehanesinde muayene edildikten sonra muayenehanesinde yapması gereken cerrahi müdahaleyi hastaneye taşıdığı, diğer bir ifade ile, ameliyatın doktorun yıllık izinde olduğu kamu hizmeti sunucusu olmadığıbir zamanda yapıldığı ve ameliyat için Hastane Başhekimliğine herhangi bir bilgi verilmediği, dolayısıyla, idare ajanının izinde olduğu dönemde, idaresine haber verilmeksizin gerçekleştirilen ve konusu suç teşkil eden (gebelik süresi 10 haftadan fazla olan ceninin alınması) cerrahi müdahaleden idarenin sorumlu tutulamayacağı, diğer bir ifade ile, zararın kamu görevlisinin kamu gücünden aldığı yetkisini kullanırken meydana gelmediği, böylece, doktorun eylemi ile meydana gelen zarar arasında idare bakımından uygun illiyet bağının bulunmadığı, yani doktorun kişisel kusurunun bulunduğu, dolayısıyla, idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ve olayın idare açısından tazmini gerektirir bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Öte yandan, kişisel kusur nedeniyle adli yargıda ilgililer hakkında maddi manevi tazminat davası açılabileceği de açıktır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Onbeşinci Daire) 22/4/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilerek karar onanmıştır. Karşıoyun ilgili kısmı şöyledir:"...İhtilaf konusu olay muvacehesinde;1)Hekimin mahkumiyetine sebep olan fiilinin, Sağlık Bakanlığı'na bağlı devlet hastanesinde gerçekleştiği ve bu hastanede bulunan tüm ameliyat ekipmanlarını kullanabildiği,2)Hastanede görevli hemşire ve diğer çalışanlarla birlikte ameliyatı gerçekleştirdiği diğer bir deyişle, ameliyathaneyi yalnız başına hazırlamayıp, ameliyatı hekim sıfatıyla yalnız yapmadığı,3)Yıllık izinde olduğu bir dönemde izinli hekimin, ameliyathaneyi kullanabilmesine imkan sağlayacak, yönetim boşluğuna idarenin sebebiyet verdiği,4)Tüm bu süreçte görevli personelin bu durumu, hastane yönetimine bildirmediği, 5)Hastane yönetiminin kontrol ve murakabe görevini gereği gibi yapmadığı, Hususları gözönüne alındığında, idareye bağlı devlet hastanesinde kamu görevi ifa eden hekimin eyleminden idarenin de sorumlu olduğu hususu açıktır.Usul ve hukuka uygun bulunmayan davanın reddi yönündeki mahkeme kararının bozulması gerektiği..." Başvurucunun karar düzeltme talebi Onbeşinci Dairenin 22/11/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 20/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, §§ 44, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17652 | Başvuru, kamu makamlarının gerekli kontrol ve denetim ödevini yerine getirmemesinden dolayı kanuna aykırı olarak tıbbi müdahale gerçekleştirilmesi sonucu ölüm olayı meydana gelmesi ve açılan tam yargı davasının hatalı değerlendirmeyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tahliye kararına rağmen serbest bırakılmama ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 30/4/2015, 14/12/2015 ve 5/2/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan 2016/2281 sayılı başvuru 2015/19666 sayılı başvuru ile, bu başvuru dosyası ise kişi ve konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/7254 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği (2015/7254 ve 2015/19666 sayılı başvurular bakımından) bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur.2016/2281 sayıl başvuru 2015/19666 sayılı başvuru ile birleştirilmiş olması ve şikâyetlerin aynı mahiyette olması nedeniyle Bakanlıktan görüş sorulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya ve Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucu; olay tarihinde, uluslararası yayın yapan Samanyolu Televizyonunun da (STV) bünyesinde bulunduğu Samanyolu Yayın Grubunun grup başkanlığı görevini yürütmektedir. Adı geçen televizyon kanalı ve yayın grubuna bağlı diğer kanallar Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 27/7/2016 tarihli 29783 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmıştır. 2009 yılında Tahşiyeciler grubuna yönelik düzenlenen soruşturma ve kovuşturmaya sebebiyet verdikleri iddiasıyla başvurucuyla birlikte gazeteci, yapımcı, senarist, yönetmen ve emniyet görevlilerinin de dâhil olduğu kişiler hakkında iftira, sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığıncasoruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 14/12/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Anılan Hâkimlik 18/12/2014 tarihinde başvurucunun terör örgütü yöneticiliği suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkemenin tutuklama kararının gerekçesi şöyledir: “…Şüphelinin örgütün yayın politikasına uygun yayınlar yaparak örgüt yöneticisi olduğu yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin ‘kanun gereğince’ var sayıldığı, şüphelinin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması gibi) bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde Anayasa’nın maddesinde ifade olunan ‘ölçülülük ilkesi’ uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve şüpheli açısından ‘yetersiz’ kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA” Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri, 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) Sulh Ceza Hâkimlerinin reddini ve tahliye taleplerini içeren dilekçeleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine (nöbetçi asliye ceza mahkemesi olan) vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazmış, dilekçelerde ileri sürülen hâkimin reddinin sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmelerini hâkimliklerden istemiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, bu konuda karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazarak ilgili soruşturma dosyalarını tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar vermek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza mahkemesi nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talepte bulunulması üzerineİstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılık, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yaparak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkerelerini İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verdiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılmasıgerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu 26/4/2015 tarihinde (2015/7254 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Sonraki Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/9/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin terör örgütü kurma ve yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, iftira ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/281 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 2/10/2015 tarihinde Mahkeme tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itiraz üzerine incelemeyi yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2015 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar18/11/2015 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 14/12/2015 tarihinde (2015/19666 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 25/12/2015tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı üzerine incelemeyi yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/1/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar20/1/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde (2016/2281 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütü kurma ve yönetme suçundan 18 yıl, iftira suçundan 4 yıl veresmî belgede sahtecilik suçundan 9 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinafta derdesttir. Başvurucu, eldeki başvurulardan önce Anayasa Mahkemesine 6/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda (B. No: 2015/144) bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu, bazı temel insan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu;i Savcılık makamı tarafından ifadesi alınırken sözünün kesilmesi ve yanıltıcı beyanlarla soru sorulması nedeniyleadil yargılanma hakkının,ii. Kamu görevlilerinin yakalama ve gözaltı işlemleri sırasındaki eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının,iii. Tabii hâkim ilkesine aykırı, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklanması, tutuklama kararının şartlarının oluşmaması, tutuklama kararı gerekçesinin ilgili ve yeterli olmaması, gözaltına alma koşullarının oluşmaması ve makul şüphenin bulunmaması, hukuka aykırı delilin kuvvetli suç şüphesi sayılarak tutuklama kararı verilmesi, soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması, gözaltı süresinin aşılması, sorgu sürecinde geçen sürenin uzun olması ve gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının,iv. Mesleki faaliyetleri nedeniyle hakkında soruşturma yapılması ve bu kapsamda tutuklanması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 14/7/2015 tarihinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, gözaltı süresinin aşıldığı iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlal edildiği iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, tutuklanma dolayısıyla ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015). İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ileİstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. Hakkındaki Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (sonrasında meslekten de çıkarılmışlardır) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerlegönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd.maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte,bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgilibölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz (B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-50). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7254 | Başvuru, tahliye kararına rağmen serbest bırakılmama ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye), Ltd. Şti. ve A. A.Ş.nin (Şirketler) oluşturduğu adi ortaklıkla 1/3/2016 tarihinde 36 ay süreli 49 işçi için hizmet alım sözleşmesi imzalamıştır. Başvurucu, bu şirketlerin işçisi olarak Belediyeye hizmet vermekteyken Belediye 1/3/2017 tarihinde anılan adi ortaklıkla olan sözleşmeyi sonlandırmıştır. Belediyenin söz konusu sözleşmenin Belediye menfaatlerini önemli ölçüde ihlal ettiği gerekçesine dayanarak sözleşmeyi sonlandırdığı anlaşılmıştır. Başvurucu 30/3/2017 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Belediye ve Şirketler aleyhine Van İş Mahkemesinde (Mahkeme) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu 12/11/2012 tarihinden itibaren farklı alt işverenler bünyesinde Belediyede çalıştığını, asıl işverenin Belediye olduğunu, geçerli bir fesih sebebi gösterilmeden ve savunması alınmadan hakkında hukuka aykırı şekilde işlem tesis edildiğini, 4857 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen geçerli fesih sebeplerinin hiçbirinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Davalı Belediye cevap dilekçesinde davayı kabul etmediklerini, başvurucunun alt işveren olan diğer davalıların bünyesinde çalıştığını, hizmet alım sözleşmesinin mevzuat kapsamında haklı olarak feshedildiğini, başvurucunun iş sözleşmesinin taraflarınca sonlandırılmadığını ve davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 18/5/2017 tarihinde davayı kabul ederek feshin geçersizliğine ve başvurucunun Şirketler yanında işe iadesine karar vermiştir. Kararda sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesine dönüştüğü bu nedenle iş sözleşmesinin feshinin yazılı fesih ile olması gerektiği ancak yazılı fesih yapılmadığı ifade edilmiştir. İşçinin iş sözleşmesinin feshinde alternatif görevlerde istihdam imkânının değerlendirilmemesi karşısında son çare ilkesinin gözetilmediği, sözleşmenin adil ve objektif şekilde feshedilmiş olmadığının kabul edildiği belirtilmiştir. Mahkemece ayrıca işe iade yükümlülüğünün alt işverene ait olduğu, asıl işverenin işe iade yönünde bir yükümlülüğünden söz edilemeyeceği, bununla birlikte asıl işverenin işe iade kararı sonrası işçinin işe başlamak için başvurması ve alt işverenin işe almamasından kaynaklanan işe başlatmama tazminatı ile dört aya kadar boşta geçen süre ücretinden alt işverenle birlikte sorumluluğu bulunduğu belirtilerek başvurucunun işverence işe başlatılmadığı takdirde takdiren dört aylık brüt ücreti tutarında tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Belediye, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde diğer iddialarının yanında sözleşmede bazı personel ücretlerinin asgari ücretin%100-%200 fazlası olacak şekildeki düzenlemelerin ve hizmet alım işinin ağırlıklı olarak personel çalıştırılması olmasına rağmen üç yıl gibi uzun bir süre için sözleşmeye bağlanmış olmasının Belediyenin menfaatini önemli ölçüde ihlal etmesi sebebiyle sözleşmenin haklı olarak feshedildiği de vurgulanmıştır. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) işe iade kararını kaldırarak davanın esastan reddine karar vermiştir. 24/10/2017 tarihli kararın gerekçesinde, Belediye tarafından Şirketlerle imzalanan hizmet alım sözleşmesinin menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesinden dolayı Belediye tarafından 31/10/2016 tarihinde kararlaştırılan ve 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (677 sayılı KHK) maddesi uyarınca feshedilmesi üzerine başvurucunun iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiği, yasal yetki nedeniyle fesihlerde 4857 sayılı Kanun’un ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağı ve iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğinin kabulünün gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde 677 sayılı KHK'nın maddesinin belediye başkanına işçi ile alt işveren arasında imzalanmış hizmet akdini değil, belediye ile alt işverenler arasında imzalanmış sözleşmeleri feshetme yetkisini verdiği, söz konusu hüküm dayanak gösterilerek doğrudan işçinin hizmet akdinin feshedilemeyeceği, hükmün açıkça yanlış yorumlandığı ve bu hususun Yargıtayın yerleşik içtihatlarına da aykırı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 2/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararname ile verilen yetkiye bağlı olarak hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesi hâlinde, sözleşmesi son bulan alt işverence yapılan fesihlerde 4857 sayılı Kanun'un ve devamı maddeleri uyarınca geçerlilik koşullarının aranamayacağının Daire tarafından kabul edilmiş olduğu vurgulanmıştır. İş akdi haklı nedene dayanmamakla birlikte geçerli nedenle sonlandırılmış olduğu belirtilerek başvurucunun temyiz itirazlarının reddine ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına hükmedilmiştir. Nihai kararın 2/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğinin ardından başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....... Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,yönünde hükümler konulamaz." 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ...Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. ...İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur." 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: I- Sağlık sebepleri...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri...III- Zorlayıcı sebepler:...IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.'' 677 sayılı KHK'nın "İptal edilecek ihaleler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 45 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyeler ve bunların bağlı kuruluşları ile sermayesinin %50’sinden fazlası bu belediyelere ait ortaklıklarda, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa göre imzalanan her türlü mal veya hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin sözleşmelerdeki yüklenicilerin, terör örgütlerine iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğunun Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilmesi ya da imzalanan bu sözleşmeler nedeniyle belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesi halinde bu sözleşmeler belediye başkanı veya belediye başkan vekili tarafından tek taraflı olarak resen feshedilir." 677 sayılı KHK, 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda aynı şekilde kanunlaşmıştır. Yargıtay Kararları Dairenin 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7470, K.2018/13941 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Somut olayda, güvenlik görevlisi olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin davalı asıl işveren ... tarafından feshedilmesi sebebiyle diğer davalı alt işverence feshedilmiştir. Davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesine yönelik işveren kararı işletmesel karar niteliğinde olup yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği üzere yerindelik denetimine tabi değildir. Dosya içeriğine göre davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesinden sonra aynı işyerinde ihaleyi kazanan firma ile davalı alt işveren arasında herhangi bir organik bağın varlığı iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesi nedeniyle davalı alt işveren şirketinde istihdam fazlalığının ortaya çıkması kaçınılmaz olup yargısal denetimin sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında yapılması gerekmektedir. Bu doğrultuda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdiği tarihte davalı altişverenin başka işyerlerinin olup olmadığı ve davacının bu işyerlerinde değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi söz konusu ilkenin uygulanması noktasında önem arzetmektedir. Mahkemece bu yönde gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davalı şirketin fesih tarihinde davacıyı çalıştırabileceği başka işyerlerinin olup olmadığı, bu işyerlerine fesih tarihinden kısa bir süre önce ve sonra davacı ile aynı vasıflarda yeni işçi alımı yapılıp yapılmadığı araştırılarak, davacıyı çalıştırabileceği başka işyeri ve yeni işçi alımı yok ise davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesine ilişkin bu durumun geçerli fesih sebebi oluşturacağı kabul edilerek davanın reddine, var ise de feshin son çare olma ilkesine uyulmadan yapılan feshin geçersizliğine karar vermekten ibarettir.Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi karar gerekçesinde emsal kabul edilen, Dairemizin 2016 tarihli ve 2016/13729 esas 2016/17170 karar sayılı onama kararında fesih gerekçesi farklı olduğundan emsal nitelikte kabul edilmesi doğru değildir. Yine Dairemizin 2016 tarihli 2016/25510 esas 2016/22639 karar sayılı ve 2016/25507 esas2016/22636 karar sayılı kararları açısından ise, gerek emsal nitelikte belirtilen kararların gerekse dosya içeriğinin Dairemizce yeniden değerlendirilmesi neticesinde davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesinin işletmesel karar niteliğinde olduğu kararın yerindelik denetimine tabi olmaması nedeniyle sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında araştırma ve inceleme yapılması gerekliliği karşısında görüş değişikliği yoluna gidilmiştir.... Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA..." Dairenin 7/3/2019 tarihli ve E.2018/12073, K.2019/5491 sayılı, 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7469, K.2018/13940 sayılı, 23/6/2017 tarihli ve E.2017/35708, K.2017/15429 sayılı, 25/5/2017 tarihli ve E.2017/34553, K.2017/12161 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 25) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup benzer gerekçeye sahiptir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Sözleşme’nin maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85). AİHM ayrıca derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına ve değerlendirme şekline karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun açık ya da zımni, anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararda yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33). Ayrıca kanun yolu mahkemelerince verilen kararlardaki gerekçelerin ayrıntılı olmaması da söz konusu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması gerekmektedir (García Ruiz/İspanya, § 26). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26776 | Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) şartlarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye, başvurucunun terör örgütüyle irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Van İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 5/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında PKK silahlı terör örgütü propagandası yapma ve terör örgütüne üye olma suçundan yargılamanın devam ettiği ifade edilmiştir. Kararda sonuç olarak başvurucu hakkında tespit edilen olgular karşısında iş ilişkisinin sürdürülmesinin işverenden beklenemeyeceği, feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/7/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun PKK terör örgütü ile bağlantısına yönelik yapılan değerlendirmeler sonucunda iş sözleşmesinin feshedildiği, bu bakımdan feshin geçerli nedene dayandığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan ve başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma, yardım etme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından açılan kamu davasının Erciş Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdest olduğu anlaşılmıştır. Anılan yargılama dosyasının Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden incelenmesi neticesinde erişilen başvurucu hakkında düzenlenen iddianamelerden başvurucunun Kobani olayları nedeniyle düzenlenen gösterilere katıldığı, kırsal alandaki örgüt mensuplarının eylemlerini planlayıp hazırlık yapması için evinde barındırdığı, ihtiyaçlarını karşıladığı, örgüt tarafından verilen talimat ve görevleri yerine getirdiği, örgütün kırsal alanda faaliyet yürüten kod isimli diğer üyeleri ile sürekli irtibat kurduğunun anlaşıldığı iddialarına yer verildiği görülmüştür. Başvurucu, nihai hükmü 3/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16530 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; askerî okul bünyesinde, personel tarafından gerçekleştirilen fiziksel ve psikolojik saldırılar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; Hava Harp Okulu bünyesinde öğrenci olarak bulunduğu dönemde askerî personel tarafından gerçekleştirilen aç susuz bırakılma, dikenli alanda eğitim faaliyeti yaptırma, şiddet uygulama (dayak), aşağılama gibi fiziksel ve psikolojik saldırılar sonucu istifaya zorlandığını belirterek tam yargı davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi, davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. 27/3/2019 tarihli kararın gerekçesinde, 2006 yılında baskılar sonucu istifa eden başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararı ve eylemin idariliğini istifa tarihi itibarıyla öğrendiği, söz konusu baskıyı yapan kişilerin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu olduğunun 2016 yılında gerçekleşen darbe sonucu öğrenilmesinin eylemin idariliğinden ve zarardan haberdar olunmasına bir etkisinin bulunduğundan söz edilemeyeceği belirtilerek 2006 yılında gerçekleşen istifa sonrası bir yıl içinde idari başvuru yaparak dava açması gerekirken 2017 yılında yaptığı idari başvuru üzerine açılan davanın süre aşımına uğradığı ifade edilmiştir. Başvurucunun süre ret kararına yönelik istinaf talebi reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 30/10/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 28/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39595 | Başvuru; askerî okul bünyesinde, personel tarafından gerçekleştirilen fiziksel ve psikolojik saldırılar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, asker olan ve verdiği konferanslarda kullandığı ifadelerin siyasi faaliyette bulunmak suçunu oluşturduğundan bahisle cezalandırılan başvurucunun adil yargılanma hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların geçtiği tarihlerde kurmay albay rütbesi ile Çankırı Mekanize Piyade Tugay komutan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Başvurucu 2007 yılının Kasım ve Aralık aylarında, üstlerinden aldığı emirler doğrultusunda Komutanlıkta görevli personel ve ailelerinin "bilgilendirilmesi" ve "bilinçlendirilmesi" amacıyla bir dizi konferans vermiştir. Askerî emirlerle tertip edilen ve bu sebeple katılımın zorunlu olduğu söz konusu konferanslar ağırlıklı olarak Atatürkçü düşünce sistemiyle ilgilidir. 2011 yılının Nisan ayında, başvurucunun verdiği konferanslarda kaydedilen sesler ve slayt görüntüleri senkronize edilerek dailymotion.com İnternet sitesinde yayımlanmıştır. Daha sonra başka siteler de söz konusu kaydı yayımlamışlardır. Aynı yılın Haziran ayında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığı, siyasi faaliyette bulunmak suçundan cezalandırılması için başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. 2012 yılının Nisan ayında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi, başvurucunun siyasi faaliyette bulunmak suçundan cezalandırılmasına karar vermiş fakat Askerî Yargıtay Dairesi mahkûmiyet hükmünün usul yönünden bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada başvurucu, ilk olarak dailymotion.com İnternet sitesinde ve daha sonra diğer bazı İnternet sitelerinde yayımlanan slayt görüntülerini inkâr etmiş; sesin ise kendisine ait olmakla birlikte kes-yapıştır yöntemiyle farklılaştırıldığını, delillerin hukuka uygun olmadığını ileri sürmüştür. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi 22/04/2014 tarihli kararı ile başvurucunun bir kez daha siyasi faaliyette bulunmak suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. İlk derece mahkemesi, başvurucunun ilgili tarihlerde kullandığı bilgisayarındaki kayıtlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmış; konferansta kullanıldığı ileri sürülen slaytlarla aynı veya benzer içerikte kayıtlar tespit edilmiş; konferanslara katılan çok sayıda kişinin tanık sıfatıyla yeminli beyanları alınmıştır. İlk derece mahkemesi ilk olarak İnternet sitelerinde yayımlanan kayıtların hükme esas alınamayacağına karar vermiştir. Mahkeme bununla birlikte çok sayıda tanık deliline ve başvurucunun olay tarihinde kullandığı kurum bilgisayarından elde edilen slayt görüntülerine dayanmıştır. Başvurucu söz konusu slayt görüntülerini kendisinin hazırlamadığını ileri sürmüş ise de ilk derece mahkemesi, dosyanın oluşturulma tarihi ile suç tarihinin uyumlu olduğunu tespit ederek başvurucunun itirazlarını reddetmiştir. İlk derece mahkemesine göre başvurucu, askerî personel ve onların eşleri için tertip edilen bir dizi konferansta 2007 yılında yeni seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile o tarihlerdeki Hükûmet üyelerini ve Hükûmet politikalarını eleştirmiş; ülkenin genel politik seyrine ilişkin yorumlar yapmış; Hükûmetin irticai faaliyetler yaptığını ileri sürmüş ve bazı siyasetçilerin eşlerinin başörtülü olmasını eleştirmiştir. Mahkeme, başvurucunun konferanslar sırasındaki sunum ve sözleri ile dinleyicilerin siyasitercih ve görüşlerini etkilemeyi hedeflediğine ve bunun siyasi faaliyette bulunmak suçunu oluşturduğuna; başvurucunun 780 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Askerî Yargıtay Dairesi, temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. İlam başvurucuya 21/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun "Siyasi faaliyetlerde bulunanlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Askeri şahıslardan;A) Siyasi bir partiye üye olmak için müracaat eden veya herhangi bir suretle siyasi partilere girenler,B) Siyasi amaçla toplantı yapan veya aynı amaçla siyasi gösterilere katılanlar,C) Siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunanlar,D) Siyasi toplantılara resmi veya sivil kıyafetle katılanlar,E) Herhangi bir sebeple yalnız veya toplu olarak siyasi mahiyette beyanname hazırlayan, hazırlanmış beyannameyi imzalayan, imzalatan veya yayın organlarına ulaştıran veya dağıtanlar,Fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, bir aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.Bu cürünler, seferberlikte işlenirse ceza iki misli olarak hükmolunur.” 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları siyasi faaliyette bulunamaz..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Grigoriades/Yunanistan (B. No:24348/94, 25/11/1997) kararında asker kişinin ifade özgürlüğü hakkında değerlendirmeler yapmıştır. AİHM, komutanına mektup yazarak ordu hakkında ağır eleştiri ve isnatlarda bulunan bir askerin orduyu aşağılamak suçundan cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne müdahale saymış ve şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “ Mahkeme uygulanabilir prensipleri, Vogt - Almanya kararında aşağıdaki şekilde belirtmiştir (bkz. Vogt/Almanya, B. No:17851/91, 26/09/1995,§ 52):“(i) İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, maddenin ikinci fıkrasına tabi olarak, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan “haber” ve “düşünceler” için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamaz. Sözleşme’nin maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalı ve bir kısıtlama ihtiyacının bulunduğu inandırıcı bir şekilde ortaya konmalıdır (bkz. 1976 tarihli Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,07/12/1976,§ 49; Lingens/Avusturya,B. No: 9815/82, 08/07/1986,§ 41 ve Jersild/Danimarka, B. No: 15890/89, 1994, § 37).(ii) Sözleşme’nin 10(2). fıkrası kapsamındaki “gerekli” sıfatı, “toplumsal ihtiyaç baskısı”nın varlığını ima etmektedir. Sözleşmeci Devletler böyle bir ihtiyacın olup olmadığını değerlendirirken belli bir takdir alanına sahiptirler, ancak bu takdir alanı, hem ulusal mevzuata hem de bağımsız bir mahkeme tarafından verilmiş olsa bile, bu mevzuatı uygulayan mahkeme kararlarını da kapsayan Avrupa denetimi ile birlikte el ele gitmektedir. Mahkeme, bundan dolayı, bir “sınırlamanın”, madde tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile bağdaşır olup olmadığı konusunda son kararı vermeye yetkilidir.(iii) Mahkeme bu denetim yetkisini kullanırken görevi, kendini yetkili ulusal makamların yerine almak olmayıp, ulusal makamların takdir yetkileri gereğince aldıkları kararları maddeye göre incelemektir. Bu demek değildir ki denetim, davalı devletin takdir yetkisini makulce, özenle ve iyi niyetle kullanıp kullanmadığını tespit etmekle sınırlıdır. Mahkeme’nin yapması gereken şey, şikayet konusu müdahaleye olayın bütünlüğü içinde bakmak ve müdahalenin “izlenen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını ve müdahaleyi haklı kılmak için ulusal makamlar tarafından gösterilen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığını belirlemektir (Sunday Times (No. 2) /Birleşik Krallık, B. No: 13166/87, 26/11/1991 § 50). Mahkeme bunu yaparken, ulusal makamların maddede yer alan ilkelerle uyumlu olan standartları uyguladıklarına ve ayrıca maddi olayları kabul edilebilir bir şekilde takdir ederek karar verdiklerine ikna olmalıdır (bkz. Jersild/Danimarka, § 31). Sözleşme’nin maddesi, kışlanın kapısında durmaz. Bu madde, Sözleşmeci Devletlerin egemenlik alanı içinde bulunan diğer insanlara olduğu gibi asker kişilere de uygulanır. Bununla birlikte, Mahkeme’nin daha öncede belirttiği gibi, silah altındakilerin askeri disiplini zayıflatmalarını önlemek için düzenlenmiş hukuk kuralları bulunmadan, bir ordunun gereği gibi görev yapabileceğini düşünmek mümkün olmadığı için, askeri disipline karşı gerçek bir tehdidin bulunması halinde, Sözleşmeci Devletler ifade özgürlüğüne kısıtlamalar koyabilmelidirler (bkz. Vereinigung demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi/ Avusturya, B. No: 15153/89, 19/12/1994, § 36). Ancak ulusal makamlar, düşüncelerin ifadesi bir kurum olarak ordunun kendisine karşı yöneltilmiş olsa bile, ifade özgürlüğünün içini boşaltmak amacıyla bu tür kurallara dayanamazlar. Bu davada başvurucu komutanına bir mektup göndermiş, bu mektubun silahlı kuvvetleri aşağıladığı kabul edilmiştir (bkz.§ 14). Başvurucunun komutanı bu nedenle konuyu daha ileriye götürmeye ve başvurucu hakkında Askeri Ceza Yasasının maddesine göre dava açılmasına karar vermiştir (bkz. §16). Mektubun Yunan Ordusu ile ilgili bazı sert ve kızgın ifadeler içerdiği doğrudur. Ancak Mahkeme söz konusu ifadelerin, askeri yaşama ve bir kurum olarak orduya yönelik genel ve uzunca bir eleştirel söylev şeklinde dile getirilmiş olduğunu kaydeder. Mektup başvurucu tarafından yayınlanmamış veya bir kopyasının bir subaya verilmesi dışında, daha geniş bir kitleye dağıtılmamış ve başka kimselerin de bu mektubu bildiği iddia edilmemiştir. Mektupta, mektubun gönderildiği kişiye veya başka bir kimseye yönelik bir aşağılama da yer almamıştır. Bu durum karşısında Mahkeme, mektubun askeri disiplin üzerinde objektif etkisinin önemsiz olduğunu kabul eder.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18587 | Başvuru, asker olan ve verdiği konferanslarda kullandığı ifadelerin siyasi faaliyette bulunmak suçunu oluşturduğundan bahisle cezalandırılan başvurucunun adil yargılanma hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Taksim Meydanı'nda 31/5/2013 tarihinde toplanan kalabalığı dağıtmak amacıyla polislerce atılan biber gazı kapsülünün bacağına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, olay nedeniyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesine istinaden İstanbul Valiliğinden manevi tazminat talebinde bulunmuş; talebin reddedilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme)000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 28/10/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 21/5/2014 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilerek karar başvurucu yönünden onanmış, davalı idarenin lehe vekalet ücreti ödenmesi gerektiği yolundaki itirazı ise kabul edilerek vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:" ... 5233 sayılı Yasa, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.Ancak, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunduğu, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca açılan tazminat davalarının uygulama alanı dışında kaldığı açıktır....Bu durumda, 5233 sayılı Yasa kapsamındaki bir olay nedeniyle manevi tazminat ödenmesi söz konusu olmadığından davalı idarece davacının manevi tazminat talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucunun karar düzeltme istemi, Bölge İdare Mahkemesinin 5/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve nihai karar 14/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. Bunlar, idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/1/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/782 | Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, göreve iade edilen başvurucunun durumuna uygun kadroya atanmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu İnönü Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret ve İşletmecilik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin ekli listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Akabinde başvurucunun Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna yaptığı başvuru kabul edilmiş ve buna ilişkin karar uygulanmak üzere Yükseköğretim Kuruluna (YÖK) bildirilmiştir. YÖK tarafından başvurucunun Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü Uluslararası Ticaret ve Lojistik Ana Bilim Dalına atanmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından İngilizce eğitim veren ve durumuna uygun bir kadroya atamasının yapılması gerektiğinden bahisle bahse konu atama işleminin iptali istemiyle dava açılmıştır. İdare mahkemesi kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda yapılan atama işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna vararak davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu idare mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi kararının hukuka uygun olduğu ve kaldırılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 11/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 15/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39752 | Başvuru, göreve iade edilen başvurucunun durumuna uygun kadroya atanmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/25705 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla farklı tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25705 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kötü muamele yasağı, sendika hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8335 | Başvuru; bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kötü muamele yasağı, sendika hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği iddiasıyla 24/6/2006 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/7/2006 tarihli iddianamesiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/7/2007 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesince 22/5/2014 tarihinde onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15459 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yapılan kanuni düzenleme ile, devam eden yargılama sürecine sonuca etkili olacak biçimde müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli listede sıralanan başvurulara ait başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli (2) No.lu tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun sırasında yer alan 2015/3074 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular; Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığında (Banka) çalıştıkları süre zarfında, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici maddesi uyarınca kurulmuş bulunan T. Vakıflar Bankası T.A.O. Memur ve Hizmetlileri Emekli Sağlık Yardım Sandığı Vakfına (Vakıf) ödedikleri primler karşılığında emekliliğe hak kazanmışlardır. Vakıf, kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumları dışında kalan ancak onlara denk kabul edilen bir tüzel kişilik olup söz konusu sandık mensupları bakımından zorunlu sosyal güvenlik kurumu niteliğindedir. Vakfın amacı, Vakıf Senedi’nin maddesinde şöyle ifade edilmiştir:“... a) İş bu vakıf senedi hükümleri dairesinde üyelerin emeklilik, malullük, ölüm, hastalık, analık, iş kazaları ve meslek hastalıkları hallerinde ve eş ve çocukları ile üyenin geçindirmekle yükümlü bulunduğu ana ve babasının hastalıklarında, Sosyal Sigortalar Kanunları ile temin edilen yardımlardan az olmamak üzere hak sahiplerine yardımda bulunmak; …” Vakfın gelirleri, sandık üyelerinin aylıklarından yapılan prim kesintilerinden ve diğer gelirlerden oluşmaktadır. Banka da aynı esaslar çerçevesinde hesaplanan tutarı işveren hissesi olarak her ay Vakfa aktarmaktadır. Vakıf, üyelerine yapacağı yardımın miktarını ve dolayısıyla emekli aylıklarına ilişkin artışları Vakıf Senedi’nde yazılı hükümler çerçevesinde tek taraflı olarak belirlemekte olup bunun 506 sayılı Kanun'la belirlenmiş alt sınırın altına düşmemesi gerekmektedir.B. Başvurulara Konu Dava Süreçleri Sandık üyeleri, yapılan artışların 506 sayılı Kanun’un geçici maddesine uygun bir şekilde yapılmadığı gerekçesiyle Vakıf aleyhine iş mahkemeleri önünde alacak davaları açmışlardır. Bu davalar sonucunda 506 sayılı Kanun’un geçici maddesinin nasıl anlaşılıp uygulanacağı konusunda bir yargısal içtihat yerleşmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu çerçeveyi çizen 24/3/2010 tarihli ve E.2010/10-155, K.2010/170 sayılı kararına göre 506 sayılı Kanun'un geçici maddesinde değinilen alt sınırın belirlenmesinde, davalı Vakfın bağladığı aylıklara yapılan artış oranlarının Sosyal Güvenlik Kurumu (bu Kuruma devredilen SSK) sigortalılarına bağlanan yaşlılık aylıklarına yapılan artış oranlarıyla karşılaştırılması usulü dikkate alınmalıdır. Böylece bulunan artış oranının 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığı alanlara yapılan artış oranından daha az olması durumunda da Vakıf Senedi'ndeki düzenlemelere göre aylıklarında artış olacak kişilerin ayrıca 506 sayılı Kanun'un aylık artışlarına dair hükümlerinden yararlanmaları gerekmektedir. Söz konusu Vakıf tarafından kendilerine aylık bağlanan başvurucular, muhtelif tarih aralıklarında emekli aylıklarına artış yapılmaması nedeniyle Ankara iş mahkemelerinde alacak davaları açmışlardır. Açtıkları davalarda başvurucular, emekli aylıklarında artış yapılmayan dönemler yönünden farkın hesaplanarak kendilerine ödenmesini talep etmişlerdir. Bu arada yargılama süreci devam ederken 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un maddesiyle 506 sayılı Kanun’un geçici maddesine eklenen beşinci fıkra ile aynı maddenin sandık emeklilerine yapılacak yardımların düzenlendiği birinci fıkrasının (b) bendinin uygulanmasında; yardımların sağlanması ve bağlanması yönünden alt sınırın belirlenmesinde muadil miktar karşılaştırmasının esas alınacağı, bunun mevcut davalara da uygulanacağı düzenlenmiştir. 6111 sayılı Kanun 25/2/2011 tarihli ve 27857 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 6111 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinin ardından davaları görmekte olan yargılama makamları, açıldığı tarihteki mevzuat hükümlerine göre kabul ile sonuçlanacak davaların yasal dayanağını oluşturan düzenlemenin yargılama sürecindeki yasa değişikliğiyle ortadan kalktığı gerekçesine dayanarak ret kararları vermiştir. Davaların reddine ilişkin kararlar, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiş ve yargılama süreçleri sona ermiştir. Yargılama süreçlerinin sona ermesinin ardından ekli (2) numaralı tablonun (C) sütununda yer verilen başvurucular, bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3074 | Başvuru, yapılan kanuni düzenleme ile, devam eden yargılama sürecine sonuca etkili olacak biçimde müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hâl sicil kağıdının iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz, hukuka aykırı karar verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihinden Önceki Süreç Başvurucu Niğde Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmakta iken 2009 yılı içinde gerçekleşen denetimler sonucu hakkında düzenlenen hâl sicil kağıdı "orta" notuyla değerlendirilmiştir. Başvurucu hâl sicil kağıdının iptali istemiyle 21/10/2009 tarihinde dava açmıştır. Aksaray İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/3/2010 tarihli kararıyla verilen notun hâl sicil kağıdında getirilen eleştirinin nitelik ve niceliği ile orantılı olmadığı ve takdirin dayanağı ortaya konulmadan düşük not verildiği hususlarına vurgu yapmıştır. Mahkeme, sonuç olarakhukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. İptal kararı Danıştay İkinci Dairesinin 1/12/2010 tarihli kararıyla tavsiyeler listesindeki hususlar dikkate alınmış, objektif düzenlendiği anlaşılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilerek bozulmuştur. Mahkeme 20/12/2011 tarihli kararıyla bozma kararına uymayarak iptal kararında ısrar etmiştir. Israr kararı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 14/2/2013 tarihli kararıyla hâl kağıdında ve dayanağı olan öneriler listesinde yer alan değerlendirmelerin orta not verilmesini haklı kılacak nitelikte olduğu tespit edilerek işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına yönelik karar düzeltme istemi, aynı Kurulun 3/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Mahkeme 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan hükmü gereğince Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına zorunlu olarak uymuş ve 15/10/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu ret kararının temyiz edilmeden 6/12/2014 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14636 | Başvuru, hâl sicil kağıdının iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz, hukuka aykırı karar verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde orta derece hasar alan konutun yetkililerce yıkılması sonucu uğrandığı ileri sürülen zararın tazmini için açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bu davaya konu zararının kısa sürede karşılanmaması nedeniyle oluşan değer kaybından dolayı da mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Kocaeli ili Gölcük ilçesi 40 pafta 244 ada 671 parselde maliki bulunduğu konutu 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle orta derece hasar almış ve yıkımı yapılacak binalar arasında olmamasına rağmen yıkım ve enkaz kaldırma ihalesini alan şirket tarafından konutun bulunduğu bina yıkılmıştır. Başvurucu, idarenin kontrol yükümlülüğünü yerine getirmeyerek binanın yıkılmasında kusurlu olduğundan bahisle meydana gelen zararının tazmini istemiyle 25/11/1999 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece davanın “idari merci tecavüzü” nedeniyle merciine tevdi edilmesi sonucu başvurucunun talebini Kocaeli Valiliğinin zımnen reddetmesi üzerine 24/4/2000 tarihinde kayda giren dilekçeyle başvurucu tarafından 000 TL zararın tazmini istemiyle açılan dava Sakarya İdare Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Öte yandan başvurucu, yıkım işini yapan şirket aleyhine de Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Sakarya İdare Mahkemesi 31/10/2002 tarihli ve E.2001/2199, K.2002/1432 sayılı kararıyla idarenin gözetim ve denetim yükümlülüğünü yerine getirmedeki kusurundan kaynaklanan, kamu hizmetinin kötü ve geç işlemesi nedeniyle oluşan zararı idarenin tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle dava kısmen kabul edilerek bilirkişi raporuna göre başvurucunun konutunun, yıkımın gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedeli olan 080 TL maddi tazminatın ödenmesine hükmedilmiş, maddi tazminat talebinin bu miktarı aşan kısmı ise reddedilmiştir. Davalı, Kocaeli Valiliği ile davalı yanında davaya katılan Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca karar temyiz edilmiş; Danıştay Onbirinci Dairesinin 14/6/2005 tarihli ve E.2003/2087, K.2005/3597 sayılı kararıyla başvurucu tarafından aynı olaya ilişkin olarak iki farklı yargı kolunda dava açıldığı, her iki davanın sonuçları itibarıyla birbirini ilgilendirdiğinden bu davalarda alınacak kararların mükerrer ödemeye neden olacağı gözetilmeden eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına karşı başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 10/10/2007 tarihli ve E.2005/5101, K.2007/7331 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dosya tekrar kendisine gelen Sakarya İdare Mahkemesi 22/11/2007 tarihli ve E.2007/1285, K.2007/1306 sayılı ilamıyla Kocaeli ilinde idare mahkemesinin kurulduğunu ve bu mahkemenin 14/7/2003 tarihinde fiilen faaliyete geçtiğini belirterek davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili Kocaeli İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kocaeli İdare Mahkemesi 31/12/2008 tarihli ve E.2008/52, K.2008/1796 sayılı kararıyla Danıştay’ın bozma kararına uymuş ve Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucu tarafından açılan davada dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiğini belirterek, yıkılan konutun yıkımın gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedeli olan 080 TL tazminatın ilgili idarece başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“Dava konusu olayda, davalı idare elemanlarınca 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda orta hasarlı (onarılabilir) olarak tespit edilen davacı konutunun, davalı idare tarafından oluşturulan komisyonca ihale edilmesi neticesinde, ihaleyi alan .. şirketi tarafından sehven yıkılması nedeniyle meydana gelen zararın davalı idarece tazmin edilmesi gerektiği tartışmasızdır.” Başvurucu anılan karara dayalı olarak Kocaeli Valiliği ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı hakkında Gölcük İcra Dairesinin 2012/3100 esas sayılı icra dosyasında 7/4/2009 tarihinde ilamlı icra takibi başlatmıştır. 19/7/2012 tarihinde icra dosyasına 269,01 TL tutarında bir ödeme yapılmış, cezaevi yapı pulu harcı düşüldükten sonra kalan 383,71 TL başvurucuya 24/7/2012 tarihinde ödenmiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararı temyiz edilmiş, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/13301, K.2011/4660 sayılı ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2012/4069, K.2013/5272 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 2/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasanın maddesinin son fıkrası şu şekildedir:“İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“A) Vali, … kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır... C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, …kamu esenliğinin sağlanması… valinin ödev ve görevlerindendir.Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır…” 5442 sayılı Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“A) Kaymakam, …kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır… Ç) İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, …kamu esenliğinin sağlanması kaymakamın ödev ve görevlerindendir.Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır; ” 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır.” 7269 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“İçişleri, İmar ve İskan, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım Bakanlıklarınca acil yardım teşkilatı ve programları hakkında genel esasları kapsayan bir yönetmelik yapılır.Bu yönetmelik esasları dairesinde afetin meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma, ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma yerlerini tespit eden bir program valiliklerce düzenlenir ve gereken vasıtalar hazırlanarak muhafaza olunur.Bu programların uygulanması, valiliklerce kurulacak kurtarma ve yardım komitelerince sağlanır. ” 7269 sayılı Kanun’un maddesinde afet bölgelerinde yapılacak teknik işlere dair düzenlemenin ilgili kısmı şöyledir:“a) Yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir. (Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Gereken hallerde, yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Arazinin tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en büyük mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu makamlarca böyle binalar derhal boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok 3 gün süre verilerek tehlikenin giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde sahibi bulunmadığı takdirde durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle, bildiri yapılmış sayılır.(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Mal sahibi veya vekili, bu bildiriye karşı 3 gün içinde yetkili idare kurullarına itiraz edebilir. İdare kurulları bu itirazı en geç 3 gün içinde inceler ve karara bağlar. Süresinde itiraz olunmayan, yahut itiraz olunup da idare kurullarınca yıkılması onaylanan binaları mal sahibi yıkmadığı takdirde bu binalara el konularak yıkma parası yıkıntıdan elde edilecek malzeme bedelinden ödenmek üzere, mahallin en büyük mülkiye amirinin emri ile yıktırılır.… b) (Değişik: 31/8/1999 - KHK 574/1 md.) Hasar görmüş, fakat ıslahı mümkün olan binaların fen kurullarının göstereceği şartlara göre tamiri yapılıncaya kadar içine girilmesine ve oturulmasına izin verilemez. Bu binalar 1 yıl içinde tamir ettirilmediği ve itiraz da olmadığı takdirde yukarıdaki esaslar dahilinde yıktırılır. İtiraz halinde, bu itiraz yukarıdaki mahalli idare kurullarınca 5 gün içinde incelenir ve karara bağlanır. İtiraz sebepleri yerinde görüldüğü takdirde süre 6 ay daha uzatılır.… ” 7269 sayılı Kanun’un Geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Geçici Madde 13 – (Ek: 31/8/1999 - KHK-574/3 md.)(Değişik ibare : 23/3/2000 - KHK - 598/2 md.) 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihinde vuku bulan depremler dolayısıyla genel hayata etkili afete maruz bölgede yer alan illerde afete maruz kalanların, hasar tespiti ve hak sahipliği işlemlerine dair esas ve usullerin belirlenmesi ile geçici ve kesin iskanlarının temini amacıyla yeni yerleşim alanlarının tespitive prefabrik veya kalıcı konutların, kamu yapıları ve tesislerinin inşaat ve esaslı onarım işlerinin yapımı için her türlü alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hakları tesis etmede ve taşıma işlerinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkilidir. ” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6880 | Başvuru, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde orta derece hasar alan konutun yetkililerce yıkılması sonucu uğrandığı ileri sürülen zararın tazmini için açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bu davaya konu zararının kısa sürede karşılanmaması nedeniyle oluşan değer kaybından dolayı da mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin vaktinde tespit edilememesi üzerine özürlü hâle gelen başvurucunun açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması hakkının; ayrıca yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sağlık muayenesinin yapılmasından sonra askerliğe elverişli olduğu değerlendirilerek askere sevk edilmiş ve 23/7/2007 tarihinde eğitim birliğine teslim olmuştur. Başvurucu askerlik görevini yerine getirdiği sırada baş ağrısı ve yürümede denge sorunları yaşamış, 14/3/2008, 26/4/2008, 29/5/2008, 5/9/2008 ve 15/9/2008tarihlerinde muayene için Kayseri ili Yahyalı ilçesindeki Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucuya ilçe Devlet Hastanesinde sinüzit tanısı konulmuş ve ilaç tedavisi uygulanmıştır. Başvurucu 8/11/2008 tarihinde terhis mahiyetinde izinli sayılmış ve 21/11/2008 tarihinde terhis olmuştur. Başvurucu, terhis mahiyetinde izinli iken Elazığ Asker Hastanesine müracaat etmiş ve buradan Hacettepe Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiştir. Burada başvurucuya beyin tümörü teşhisi konulmuştur. Başvurucu 24/11/2008 tarihinde beyin tümörü ameliyatı olmuştur. Bu tarihten sonra da çeşitli defalar ameliyat edilmiş, değişik hastanelerde uzun süre tedavi görmüştür. Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Fakültesince verilen 1/6/2011 tarihli raporda başvurucunun %60 oranında özürlü olduğu belirtilmiştir. Aynı Üniversite tarafından 7/5/2012 tarihinde verilen raporda ise başvurucunun %93 oranında özürlü olduğu, ayakta durmasını, el ve kollarını kullanmasını gerektiren işlerde çalıştırılamayacağı ifade edilmiştir. Başvurucu 24/11/2011 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına müracaat ederek tazminat talep etmiştir. Başvurucu, dilekçesinde komutanların, askerlikten kaytaracağı düşüncesiyle kendisini hastaneye göndermediklerini belirtmiştir. Durumunun kötüleşmesi üzerine gittiği Devlet Hastanesi doktorundan Kayseri ilinde bir hastaneye sevkini talep etmesine rağmen talebinin reddedildiğini, doktorların sinüzit ilacı vererek kendisini gönderdiğini, bu nedenle teşhis ve tedavide geç kalındığını ifade etmiştir. Talebinin cevap verilmeyerek zımnen reddedilmesi üzerine başvurucu 3/2/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu, Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Fakültesince verilen ve %93 oranında özürlü olduğunu gösteren 7/5/2012 tarihli raporu 20/2/2013 tarihinde dava dosyasında sunmuştur. AYİM İkinci Dairesi, tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiş ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanlığından bilirkişi raporu düzenlenmesi istenmiştir. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanlığında görevli üç profesörden oluşan heyet tarafından hazırlanan 3/3/2014 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucunun "pilostik astrositom" adı verilen bir tür beyin tümöründen muzdarip olduğu, bu tip tümörlerin iyi huylu tümör sınıfında kabul edildiği, ancak tümörün yerleşim yerinin beyin sapı denilen önemli beyin bölgesinde olması nedeniyle cerrahi girişimlerden sonra başvurucuda görüldüğü gibi ciddi ek sorunlara yol açabileceği belirtilmiştir. Raporda, başvurucunun rahatsızlığının bünyesel bir rahatsızlık olduğu verahatsızlığın oluşumunda asker olmasının bir etkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda bu tip beyin tümörlerinin genellikle baş ağrısı, bulantı, kusma gibi başka birçok hastalığın bulgusu da olabilecek genel semptomlar ile kendilerini gösterdikleri ve örneğin her baş ağrısı olan hastada akla ilk olarak beyin tümörü tanısının gelmeyeceği vurgulanmıştır. Ancak başvurucunun ilk müracaatındaki yürüme ve konuşma güçsüzlüğü şikâyetleri ile bir sonraki muayenesinde belirttiği bilinç kaybı şikâyetinin çok sık görülen genel bulgular arasında olmayıp ileri tetkik gerektiren bulgular arasında sayılacağı, bu bilgiler ışığında ileri tıbbi tetkik ve tedavi yapabilecek bir merkeze geç sevk edildiği ve ameliyat kararının alınmasının geciktiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte raporda; başvurucunun tanıdan sonraki tedavi süreçleri, İnönü Üniversitesi Beyin Cerrahisi Ana Bilim Dalı raporlarında belirtilen iyi hâli ve patolojik tanısının nispeten iyi huylu bir tümör olması nedeni ile tedavisine başlamadaki bu gecikmenin hastalığın ilerlemesine ve mevcut şikâyetlerine kötü yönde bir katkıda bulunmadığı şeklinde düşünce bildirilmiştir. Başvurucu anılan rapora itiraz etmiş; raporda idarenin tedavide gecikmeye sebep olduğu açıkça belirtilmesine karşın bu ihmalin hastalığın ilerlemesine katkısı olmadığını söylemenin çelişki olduğunu belirterek bu nedenle yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep etmiştir. AYİM İkinci Dairesi 22/4/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde bilirkişi raporuna atıfta bulunularak başvurucunun ileri tıbbi tetkik ve tedavi yapabilecek bir merkeze geç sevk edildiği ve ameliyat kararının alınmasının geciktiği kabul edilse bile tedavinin başlatılmasına dair bu gecikmenin hastalığın ilerlemesine ve başvurucunun mevcut şikâyetlerine kötü yönde bir katkıda bulunmadığı, bu nedenle meydana gelen zararla idarenin işlem ve eylemleri arasında illiyet bağı kurulamadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, bilirkişi raporunun gerekli ve yeterli açıklamaları ihtiva ettiği belirtilerek yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasına veya Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına gerek görülmediği ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra kararda, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hesap edilen, maddi tazminat açısından nispi 200 TL ve manevi tazminat yönünden maktu 500 TL toplamı olan 700 TL vekâlet ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir. Karara muhalif kalan üye görüşünde, bilirkişi raporunda olayda geç teşhis ve tedavi olduğu belirtilmesine karşın bu gecikmenin hastalığın ilerlemesinde kötü yönde katkısının olmadığını söylemenin çelişki oluşturduğu, dolayısıyla söz konusu rahatsızlığın teşhis ve tedavisinde idarenin ihmalinin bulunduğu, bu nedenle başvurucuya bir miktar tazminat verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 5/11/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu karar 24/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu22/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler, askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin sağlıklarının ve iyilik hâllerinin korunmasını ve bu kişilere gerekli tıbbi bakımın sağlanmasını gerekli kılar. AİHM'e göre yetkili makamlar, askerlik hizmeti sırasında gerçekleşen her türlü yaralanma ve ölüm olayına ilişkin makul bir açıklama sunma yükümlülüğü altındadır (Metin Gültekin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17081/06, 6/10/2015, §§ 32, 33; Beker/Türkiye, B. No: 27866/03, 24/3/2009, §§ 41-43). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19947 | Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin vaktinde tespit edilememesi üzerine özürlü hâle gelen başvurucunun açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması hakkının; ayrıca yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu haksız yere tutuklandığı iddiasıyla 7/12/2007 tarihinde tazminat davası açmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 22/5/2013 tarihli kararıyla davanın kısmen reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20355 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu kaydında düzeltim davasının tapu müdürlüğünden sonra üst idari merciye başvurulmadan açıldığı gerekçesiyle usulden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının değerlendirilmesi amacıyla başvurunun ayrılmasına ve anılan başvurunun 2018/30894 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman'ın Beşiri ilçesi Kumçay ve Düsadık köyleri sınırları içinde yer alan ve murisleri H.B.ye ait olduğunun tespit edildiğinin belirtildiği taşınmazlara ilişkin tapu kayıtlarında murisleri H.B.nin isminin ve soy isminin yanlış yazıldığını belirterek tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle Beşiri Tapu Sicil Müdürlüğüne (Müdürlük) başvuruda bulunmuştur. Müdürlüğün 13/11/2015 tarihli işlemi ile istemin reddine karar verilmesi üzerine başvurucular 30/11/2015 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydında düzeltim davası açmıştır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesi 1/12/2015 tarihli kararıyla, uyuşmazlığın sulh hukuk mahkemesinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle davayı görev yönünden reddetmiş; söz konusu karar üzerine başvurucular Batman Sulh Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu kaydında düzeltim davası açmıştır. Mahkeme 29/3/2017 tarihli kararıyla, 17/8/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tapu Sicili Tüzüğü'nde (Tüzük) belirtilen yasal başvuru ve itiraz prosedürü izlenmeden ve tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi istemli başvurunun reddine yönelik Müdürlük kararına karşı on beş gün içinde Diyarbakır Bölge Müdürlüğünde itiraz hakkı kullanılmadan doğrudan dava açıldığı gerekçesiyle davanın usulden reddine hükmetmiştir. Karara karşı başvurucular, Tüzük gereği kayıt düzeltmeleri için dava açmadan önce tapu sicil müdürlüğüne başvuru yapılmasının gerekli olduğunu ancak bölge müdürlüğüne itiraz zorunluluğunun bulunmadığını ve dava açmak için gerekli şartların yerine getirildiğini ileri sürerek istinaf kanun yoluna başvurmuş; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 22/6/2018 tarihli hükmüyle istinaf başvurusunun esastan reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir. Kararda; Tüzük maddelerinin yorumunda düzenleyici işlemin konuluş amacının gözönünde bulundurulması gerektiği, Tüzük'te kayıt düzeltmeleri için öncelikle müdürlüklere başvuru yapılması zorunluluğu getiren düzenleme ile bu tür uyuşmazlıkların mahkeme önüne getirilmeden kısa yoldan, daha hızlı ve daha az giderle çözümlenmesinin amaçlandığı, bunun da ancak etkin bir itiraz yolunun işletilmesi ile mümkün olacağı belirtilmiştir. Söz konusu yolun işletilmemesinin, başka bir ifade ile sadece tapu müdürlüklerine başvurunun yeterli görülmesinin anılan müdürlüklerin başvuruları özenli bir inceleme yapmadan reddetmeleri sonucunu doğuracağı ve bu hususun Tüzük'ün konuluş amacına açıkça aykırı olacağı ifade edilmiştir. Açıklanan tüm hususların birlikte değerlendirilmesi suretiyle Bölge Adliye Mahkemesince, adli yargıda dava açılabilmesi için tapu müdürlüğüne başvurunun reddi hâlinde bu ret kararına karşı bölge müdürlüğü ve genel müdürlük nezdinde itiraz edilmesinin zorunlu olduğu yönündeki görüşün daha doğru olduğu kanaatine varıldığı ve bu yöndeki uygulamanın sürdürülmesine karar verildiği belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında azınlıkta kalan bir üyenin karşıoy gerekçesinde ise emsal olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2015/1-3648, K.2016/1073 sayılı kararı ile idareye müracaatın yeterli olduğu ve itiraz prosedürünün tüketilmesinin zorunlu olmadığına ilişkin yerel mahkeme kararının onanmasına karar verildiği belirtilmiştir. Hukuk Genel Kurulu kararından sonra Yargıtay Hukuk Dairesinin de aynı görüşü benimsediği, bu nedenle dava ön şartının yerine getirildiğinin kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesi görüşünde olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 10/7/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Düzeltme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir." Tüzük'ün "İstemin reddedilmesi" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Ret kararına, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebilir." Tüzük'ün "Kaydın değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tapu sicilinde değişiklik, hak sahibinin istemine ya da yetkili makam veya mahkeme kararına istinaden yapılır." Tüzük'ün "Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir. (2) Zeminde inceleme, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılır ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenlenir. Zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinlenir; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır. (3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkralar uygulanır. (4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/11/2016 tarihli ve E.2015/1-3648, K.2016/1073 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava tapu kaydında hatalı yazılan malik ismin düzeltilmesi istemine ilişkindir....Somut olaya dönüldüğünde Tapu Sicili Tüzüğünün maddesi uyarınca tapu kaydında yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesine ilişkin açılacak davalarda önce ilgili tapu müdürlüğüne prosedüre uygun şekilde başvuru yapılması gerekmekte ise de somut olayda dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden davacının 465 parselde kayıtlı taşınmazdaki isim hatasının düzeltilmesi istemiyle idareye başvuruda bulunduğu, yapılan başvuru sonucu Sincan Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünün 2013 gün ve 36077 yevmiye numaralı yazısı ile iktisabın harici satış olduğu ve tapulama tutanağı içerisinde bu satışı gösterir belgeye rastlanılamadığı, bu itibarla 1955 yılından beri gayrimenkulde işlemde bulunulmadığından kimlik tespitinin yapılamadığı ifade edilerek red kararı verildiği, bu yönüyle davacının, Tapu Sicil Tüzüğünde yer alan Tapu Sicil Müdürlüğüne başvuru şartını gerçekleştirdiği anlaşılmıştır.Yapılan görüşmeler sırasında, davacı tarafından Tapu Sicil Tüzüğünün maddesine göre müracaatta bulunulmuş olmasına karşın, Tapu Sicil Müdürlüğü’nün ret kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebileceği yönündeki prosedürün tamamlanmadığı, dolayısıyla itiraz prosedürünün tamamlanması gerektiğini bildirir cümlenin Özel Daire bozma ilamına eklenmesi suretiyle, yerel mahkeme direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.Hal böyle olunca mahkemece, Tapu Sicil Tüzüğünün maddesi gereğince işlemin reddedildiğine dair dosyada mevcut red kararı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği direnme kararı yerindedir.O halde, yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme direnme kararı onanmalıdır.Yukarıda açıklanan nedenlerle, [kararın] onanmasına..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/11/2016 tarihli ve E.2016/8720, K.2016/10190 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkin olup, 2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğü'nün yürürlüğü zamanında 2015 tarihinde açılmış; mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir....Bunun yanında, ilgililerin tapu müdürlüklerine yaptıkları yazılı ya da sözlü düzeltim başvuruları üzerine, tapu müdürlüklerinin Tapu Sicili Tüzüğün maddesinde belirtilen araştırma ve soruşturmayı yapmadan verdikleri soyut içerikli ret kararları da davayı mahkeme önünde dinlenebilir hale getirmez.Diğer taraftan, Tapu Sicili Tüzüğünün maddesine aykırı olarak verilen bu tür ret kararlarına karşı ilgililerin aynı tüzüğün maddesine göre itiraz imkanı bulunmaktadır.Somut olaya gelince; davacı tarafından tapu müdürlüğünün red kararına karşı itiraz yoluna başvurulmadan dava açılmıştır.Hâl böyle olunca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.Davalı Tapu Müdürlüğünün temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, [hükmün] bozulmasına..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/1/2015 tarihli ve E.2015/159, K.2015/764 sayılı; 23/11/2015 tarihli ve E.2015/15059, K.2015/13512 sayılı; 16/11/2016 tarihli ve E.2016/12826, K.2016/10383 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 22) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2017 tarihli ve E.2017/1754, K.2017/2022 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkindir....Mahkemece, tapu sicil tüzüğü uyarınca yapılan başvuru üzerine ilgili tapu müdürlüğünün red kararına karşı süresi içerisinde itiraz edilmediği ve bu şekilde itiraz yolları tüketilmeden dava açıldığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi amacıyla dava açmadan önce Altınova tapu müdürlüğüne başvurduğu, anılan tapu müdürlüğünün 20/05/2015 tarihli kararı ile başvurucunun düzeltme isteğinin reddine karar verdiği, davacının itiraz yoluna başvurmaması üzerine red kararının kesinleştiği ve eldeki davanın açıldığı kayden sabittir....Yukarıda anılan Tüzüğün 75/ maddesinde düzenlendiği üzere tapu kaydında düzeltim istemli bir dava açmadan evvel müdürlüklere başvuru yapılması zorunlu tutulmuş ise de, bu zorunluluğun müdürlüğün verdiği kararlara karşı itiraz yollarının tüketilmesi aşamasını kapsamadığı ortadadır.Somut olayda, davacının tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunu yerine getirdiği anlaşılmaklaişin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın usulden reddine karar verilmesi doğrudeğildir.Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, [hükmün] bozulmasına..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/4/2017 tarihli ve E.2016/12685, K.2017/2042 sayılı; 25/4/2017 tarihli ve E.2017/1970, K.2017/2131 sayılı; 26/4/2017 tarihli ve E.2017/1733, K.2017/2173 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 24) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir. B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu; Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen, genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23929 | Başvuru, tapu kaydında düzeltim davasının tapu müdürlüğünden sonra üst idari merciye başvurulmadan açıldığı gerekçesiyle usulden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların maliki bulunduğu Kocaeli ili Kartepe ilçesi Köseköy Mahallesi'nde kâin 11 parsel sayılı 860 m² yüz ölçümündeki taşınmaz hakkında hızlı tren projesi kapsamında lojistik merkezi tesisi inşa etmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD/İdare) tarafından kamulaştırma kararı alınmıştır. Tarafların kamulaştırma bedeli hususunda uzlaşmaya varamamaları üzerine İdare tarafından başvurucular aleyhine 18/11/2015 tarihinde Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açılmıştır. Mahkemece taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi heyetince hazırlanan 11/2/2016 tarihli raporda taşınmazın 1/1000 ölçekli uygulama imar planında demiryolu lojistik alanında kaldığı, yakın çevresinin sanayi ve konut olarak iskânlı olduğu ve her türlü kamu hizmetinden yararlandığı vurgulanmıştır. Netice itibarıyla arsa niteliğindeki taşınmaza emsal incelemesi yapılarak başvuru konusu taşınmaza 280 metre mesafede olan 445 parsel sayılı taşınmaz esas alınmıştır. Raporda söz konusu emsal taşınmazın tapu kaydında tarla olduğu belirtilmesine rağmen yakın çevresinde çok sayıda konut bulunması nedeniyle arsa vasfında olduğu ve 2008 yılındaki satış tarihinden sonra da imar parseline dönüştüğü izah edilmiştir. Ayrıca emsal taşınmaz ile başvuru konusu taşınmazın konum ve özelliklerinin birbirlerine benzediği ancak emsal taşınmazın çevresinde daha fazla konut bulunmasına karşın başvuru konusu taşınmazın konut ve sanayi olarak daha gelişmiş durumda olduğu ve inşası devam eden hastane, otel, yaşam merkezi ve köprülü kavşak çalışmalarının başvuru konusu taşınmazın değerini arttırdığı ifade edilmiştir. Buna göre dava tarihi itibarıyla emsal taşınmazın metrekare değerinin 188,76 TL olduğu, başvuru konusu taşınmazın ise bu taşınmazın 1,15 katı değerli olduğu belirtilerek metrekare değerinin 217 TL olduğu tespit edilmiştir. Başvurucular bu rapora karşı sundukları itiraz dilekçelerinde 445 parsel sayılı taşınmazın emsal olarak alınamayacağını, bunun yerine kamulaştırma davasına konu olup Yargıtay denetiminden geçmiş 1614 parsel sayılı taşınmazın emsal alınması gerektiğini gerekçeleriyle birlikte dile getirmiştir. Mahkemece 16/5/2016 tarihinde anılan bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedeline hükmedilmiştir. Başvurucular, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde dile getirdikleri şikâyetleri tekrarlayarak sırasıyla temyiz ve karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Anılan hüküm, Yargıtayca onandıktan sonra karar düzeltme talebinin reddine karar verilerek kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 12/6/2019 tarihinde öğrendikten sonra 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20414 | Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, maddi ve manevi tazminat davasının kesin hüküm gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 19/12/1994 doğumlu S. vefat tarihinde meslek lisesinde okumakta olup Didim Belediyesinde staj yapmaktadır. 6/4/2013 tarihinde davalı A.Ö.nün sevk ve idaresindeki 09 ... plakalı aracın çarpması sonucu S. hayatını kaybetmiştir. Başvurucular olay nedeniyle dava açmak üzere 11/4/2013 tarihinde R.K. ve yi vekil olarak tayin etmişler ancak 9/5/2013 tarihinde noter kanalıyla söz konusu kişileri vekillikten azletmişlerdir.A. Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesinde 2013/261 Esasa Kayden Yürütülen Tazminat Davası Süreci Başvurucuların azledilen vekili tarafından başvurucular adına 20/5/2013 tarihinde, ölüm ve cismani zarar sebebiyle sigorta şirketi ve A.Ö. aleyhine tazminat davası açılmıştır. 31/5/2013 tarihli dilekçelerinde başvurucular; davanın azlettikleri avukatları tarafından rızaları dışında açıldığını, aynı konuda açtıkları başka bir dava bulunduğunu belirterek tüm hak ve talepleri baki kalmak kaydıyla ileride ayrı bir masraf ve vekâlet ücreti ile muhatap olmamak bakımından davadan feragat ettiklerini beyan etmiştir. Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesi 25/2/2014 tarihli ve K.2014/121 sayılı kararıyla feragat nedeni ile davayı reddetmiştir. Hüküm temyiz edilmeksizin 4/5/2014 tarihinde kesinleşmiştir.B. Bireysel Başvuruya Konu Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesinde 2013/246 Esasa Kayden Yürütülen Tazminat Davası Süreci Başvurucular 27/5/2013 tarihinde, ölüm ve cismani zarar sebebiyle sigorta şirketi ve A.Ö. aleyhine 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat davası açmıştır. Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesi 1/7/2014 tarihli kararıyla, tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/261, K.2014/121 sayılı dosyasında başvurucuların davalarından feragat ettiklerini, davanın bu nedenle reddedildiğini ve kararın kesinleştiğini belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucular tarafından karar temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/261 sayılı dosyasındaki tazminat davasının yetkisiz vekil tarafından bilgileri dışında açıldığı, bu derdest davadan davalı tarafından verilen cevap dilekçesi ile haberdar olunduğu, bilgileri dışında açılan davadan şartlı olarak dava konusu haktan vazgeçmeden feragat edildiği, bu feragatin gerçek bir feragat niteliğinde olmadığı, davanın geri alınmasına ilişkin olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 9/5/2017 tarihli kararıyla hükmü onamış ve 26/12/2017 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Nihai karar başvuruculara 26/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 24/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu arada davalı A.Ö. hakkında taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan açılan davada davalı sanığın asli kusurlu olduğu tespit edilerek hakkında 200 TL adli para cezasına hükmedilmiş, karar Yargıtay Ceza Dairesinin 2/9/2015 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava şartları şunlardır:....i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması." 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder...." 6100 sayılı Kanun'un “Kesin hüküm” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. (2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. (3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir. (4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır. (5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir." 6100 sayılı Kanun'un "Davadan feragat" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. " 6100 sayılı Kanun'un "Feragat ve kabulün şekli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. (2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. (3) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. (4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır. " 6100 sayılı Kanun'un "Feragat ve kabulün sonuçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/3/2018 tarihli ve E.2015/22-1652, K.2018/568 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Mahkemece Gaziantep İş Mahkemesinin 2010/510 E. sayılı dosyasında davacının beyanına değil niyetine bakılarak karar verildiği, oysa mahkeme kararında taleplerinden feragat nedeniyle davanın reddine karar verildiği ve kararın kesinleştiği, kesinleşmiş bir kararda geriye dönülerek davacının niyetine bakılamayacağı, feragatın davanın özüne ilişkin olduğu, burada davacı tarafça davayı takipsiz bırakılması seçeneği varken feragat edilmesi ve özellikle feragat nedeniyle reddine karar verilmesi karşısında bunun takipten feragat olarak değerlendirilmesinin bu aşamada mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir....Ne var ki, bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması yasa gereğidir. Davadan feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 2005 gün ve E:2005/11-242, K:2005/249; 2009 gün ve E:2009/13-76, K:2009/120; 2009 gün ve E:2009/12-112, K:2009/126 sayılı kararlarında da benimsenmiştir (Feragatin açık olmasına ve söylenen sözün özüne bakılmasına dair olan kararlar için ayrıca bkz. Hukuk Genel Kurulu'nun 1970 gün E:1969/2-681, K:1970/11;1972 gün ve E:1970/8-773, K:1972/164;1978 gün ve E:1977/575, K:1978/906 sayılı kararları ile davacının beyanın takipten vazgeçme iradesini içerdiği yönünde 1998 gün E: 1998/7-818, K: 1998/822 sayılı kararı). Yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 1987 gün ve E:1986/4, K:1987/5 sayılı kararının gerekçesinde ise yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir....Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacının eldeki davada 2002 ile 2006 tarihleri arasındaki hafta tatili ve milli bayram alacaklarının tahsilini talep ettiği, alacak miktarını fazlaya dair haklarını saklı tutmak suretiyle 000,00 TL olarak belirlediği, Gaziantep İş Mahkemesinin 2008/445 E. sayılı dosyasında ise davacının fazlaya dair haklarını saklı tutarak aynı dönem ve aynı talepler için toplam 000,00 TL alacağı olduğunu belirttiği, eldeki davanın daha sonra açıldığı ve dava devam ederken Gaziantep İş Mahkemesinin 2008/445 E. sayılı dosyasında 2009 tarihli celsede davacı vekilinin “bilirkişi raporunu usul yönünden kabul etmiyoruz. Milli bayram ve hafta sonu fazla mesai ücretleri alacağına ilişkin talebimizden İş Mahkemesinde dava açtığımızdan ve bu dosyada derdesttir, bu dosyada bu taleplerimizden feragat ediyoruz.” şeklinde beyanda bulunduğu ve Gaziantep İş Mahkemesince hafta tatili ücret alacağı ve milli bayram ücret alacağına ilişkin talebin feragat nedeniyle reddine karar verildiği, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2009/49682 E., 2010/21636 K. sayılı kararı ile davalının sair temyiz itirazlarının reddi ile fazla çalışma alacağı yönünden kararın bozulduğu ve mahkemece bozma kararı sonrası alınan bilirkişi raporu uyarınca karar verildiği, kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2011 tarih 2011/15368 E., 2011/14660 K. sayılı kararı ile onanarak hükmün kesinleştiği anlaşılmıştır.Davacı Gaziantep İş Mahkemesindeki beyanını, eldeki davayı açtıktan sonra gerçekleştirmiş ve eldeki davayı açması sonucu ilk davayı takipten vazgeçmiştir.Nitekim açıklanış tarzı ve eldeki davanın derdest olması dikkate alındığında davacının haktan feragat etmediği, anılan beyanının davasını o zaman için takip etmemeye yönelik olduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle somut olayda kesin hükmün varlığından söz edilemez.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının önceki davada davasından feragat ettiği, feragatin davaya son veren tek taraflı bir işlem olması sebebiyle kesin hükmün sonuçlarını doğurduğu, mahkemece davanın feragat nedeniyle reddine karar verildiği, bu kararın Özel Dairece onanarak kesinleştiği, eldeki davada feragatle kesinleşen dava konusu miktar yönünden kesin hüküm söz konusu olduğu ancak kalan kısım yönünden kesin hüküm söz konusu olmadığı, bu kısım yönünden delillerin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği, açıklanan nedenle direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/6/2018 tarihli ve E.2015/12284, K.2018/6018 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: ..."Dava, ölümlü trafik kazası nedeniyle, ölenin yakınlarının 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi gereği, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davacı tarafça daha önce Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2013/1048 Esas sayılı dosyasında açılan davada, davacılar vekili tarafından verilen ve eldeki dava bakımından mahkemenin davadan feragat olarak nitelediği beyan dilekçesinin verildiği tarih ve eldeki davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 307/ maddesi "feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir" denilmek suretiyle, davadan feragat tanımlanmıştır. Anılan Kanun'un 123/ maddesinde ise "davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir" denilerek davanın geri alınması müessesesi düzenlenmiştir. Davaya son veren taraf işlemlerinden olan davadan feragat ile davanın geri alınması, mahiyeti ve sonuçları itibariyle birbirinden farklı kavramlardır. Davanın geri alınması, ileride tekrar dava açabilme hakkını saklı tutarak davanın takibinden vazgeçilmesi olup burada, davacı talep ettiği haktan (talep sonucundan) feragat etmemektedir. Davadan feragat ise, talep edilen haktan, talep sonucundan vazgeçmektir. Davadan feragat davalının rızasına (muvafakatına) bağlı olmadığı halde, davacının davasını geri alabilmesi için davalının rızası şarttır. Davadan feragat halinde, feragat edilen hak ileride tekrar dava konusu yapılamaz ve yapılır ise mahkemece feragat nedeniyle davanın reddine karar verilir. Davanın geri alınması durumunda ise, geri alınan dava ileride tekrar açılabilir. İfade edildiği üzere, davadan feragat ile davanın geri alınmasının hukuki sonuçlarının birbirinden çok farklı olduğu dikkate alınmak suretiyle, davacı tarafın hangi tabirleri kullandığından ziyade, davacının amacının (maksadının) davaya konu haktan (talep sonucundan) vazgeçmek mi yoksa davasını ileride tekrar açabilme hakkını saklı tutarak davasını geri almak mı olduğu dikkatlice incelenmeli ve davacı tarafın beyanı yorumlanmalıdır. Mahkemece, feragat nedeniyle reddine karar verildiği ve eldeki dava bakımından kesin hüküm teşkil ettiği kabul edilen, Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2013/1048 Esas- 2013/1086 Karar sayılı dosyasına davacı tarafça sunulan 2013 tarihli dilekçede "aynı dava Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesi'nde derdest olduğundan davaya orada devam edeceğiz ve işbu davadan feragat ediyoruz" ifadelerine yer verildiği görülmektedir. Anılan davada, mahkeme tarafından da "davacılar vekilinin beyan dilekçesi ile davayı takip etmekten vazgeçtiği anlaşıldığından, davanın vazgeçme nedeniyle reddine" şeklinde hüküm tesis edilmiş ve bu hüküm temyiz edilmeksizin 2014 tarihinde kesinleşmiştir. İşbu davada davacılar vekilinin beyan dilekçesi içeriğine göre, eldeki davaya konu edilen destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin hakkın özünden vazgeçme iradesinin bulunmadığı, sadece davaya başka yer mahkemesinde devam edebilmek için davasını geri aldığı izahtan vareste olup davacı tarafın hakkın özünden vazgeçmesi sözkonusu olmadığından, davadan feragat ettiğinden bahsedilemez. Kaldı ki Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından da feragat nedeniyle davanın reddine dair verilmiş bir karar sözkonusu değildir.Bu durumda mahkemece; davacı tarafın eldeki davaya konu tazminat talebi için daha önce açtığı davadaki beyanının hakkın özünden vazgeçme mahiyetinde olmadığı ve feragatin sözkonusu olmadığı; önceki dava kapsamında sunulan beyanın, ancak davanın geri alınması iradesini yansıtan bir beyan olarak kabul edilebileceği; davacı tarafın, önceki davada hakkın özünden feragati sözkonusu olmadığı için de aynı tazminat alacağı için yeniden dava açma hakkının bulunduğu hususları dikkate alınmak suretiyle, davanın esası hakkında inceleme yapılıp oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11937 | Başvuru, maddi ve manevi tazminat davasının kesin hüküm gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, disiplin cezasına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince esas yönden değerlendirilmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla 19/1/2018 tarihinde tutuklanmış ve Sincan 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla 31/7/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda bulunan odasında 8/6/2018 tarihinde İnfaz koruma memurları tarafından arama yapılmıştır. Arama sırasında havalandırmaya açılan kapının üst kısmına yapıştırılmış bir çöp poşeti görülmesi üzerine ilgili poşet ile kapı arasında herhangi bir yasaklı madde olup olmadığının kontrolü için çöp poşetinin kapıdan çıkarılmak istendiği, başvurucunun görevli infaz koruma memurlarına yönelik "Ya onu oradan neden söküyorsun? Ben onunla spor yapıyorum" şeklinde tepki gösterdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında tutanak düzenlenmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından başlatılan disiplin soruşturması kapsamında başvurucu ve tanıklar dinlenilmiş, olay yerini gören kamera kayıtları incelenmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) 22/6/2018 tarihli kararıyla, başvurucunun 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen "kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etmek veya davranışta bulunma" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucuya bir ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) 10/7/2018 tarihinde şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 13/9/2018 tarihli kararıyla, şikâyetin esasını incelemeden şikâyet hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hakimliğimizce tutuklunun itirazı üzerine savunmasının alınması için duruşma günü tayin edilmiş ve duruşma günü beklenirken Sincan 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunun 01/08/2018 tarih ve 2018/9329 sayılı yazısı ile itiraz edenin 31/07/2018 tarihinde tahliye edildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.Tutuklu vekili Duruşmada alınan ifadesinde; '6 ay boyunca hiç bir kurum personeli ile sorun yaşamazken olay günü görevli memurlar 6 ay boyunca duran spor eşyalarını sağa sola atmış, müvekkilimin seccadesini kirli yere atmıştır, sonrasında da müvekkilime disiplin cezası verildi, tanıklar konuştuğunda da müvekkilimin lehine ifadeler vardır, bizzat tanıkların duruşmada dinlenmesini talep ediyoruz, müvekkilimin ağzından sadece onu neden söküyorsun o benim spor malzemem cümlesi çıkmıştır, müvekkilim kimseye hakaret etmemiştir, müvekkilime verilen cezanın iptalini talep ediyoruz' şeklinde beyanda bulunmuştur.İtiraz edenin tahliye edilmesi nedeniyle itiraz konusuz kaldığından Sincan 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulunun 22/06/2018 tarih ve 2018/112 sayılı kararı hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir." Söz konusu karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz, Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 22/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, İnfaz Hâkimliğince verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir yönün bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 12/11/2018 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 12/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Sincan 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 10/6/2020 tarih ve 2020/5857 sayılı yazısında, Disiplin Kurulu Başkanlığının 22/6/2018 tarih ve 2018/112 sayılı ceza verme kararının itiraz aşamasında iken tutuklu İlyas Bozkurt'un tahliye olması sebebi ile kesinleşmediği ve disiplin cezasının infaz edilmediği şeklinde bildirildiği görülmüştür. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36112 | Başvuru, disiplin cezasına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince esas yönden değerlendirilmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 11/4/2005 tarihinde açtığı tazminat davasının husumetten reddi üzerine idare aleyhine açtığı davada bu kez de yargı yolu bakımından davanın usulden reddine karar verildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 13/2/2013 tarihinde Bursa Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığınca, 19/9/2014 tarihli yazı ile Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, oğlunun ölümü nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın giderilmesi için, ceza mahkemesinde görülen davada oğlunun ölümünde kusuru olduğu tespit edilen ilgili doktor aleyhine 11/4/2005 tarihinde Bursa Asliye Hukuk Mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme, ceza dava dosyasındaki hastane evrakları, raporlar ve tüm dosya kapsamı doğrultusunda ölenin hastalığının teşhis ve tedavisinde davalı doktor A. T.’nin kusurlu olup olmadığı, kusurlu ise kusur oranının tespiti açısından rapor tanzimi talep etmiş, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulu’nun 13/4/2011 tarihli raporu ile ölenin hastaneye getirildiğinde gerekli tetkikler yapılmadan evine gönderilmesinin eksiklik olduğu, davalı doktor A. T.’nin 3/8 oranında kusurlu olduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme, 29/9/2011 tarih ve E.2005/160, K.2011/425 sayılı kararıyla “Anayasa’nın maddesinin fıkrası ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesi uyarınca kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından doğan tazminat davaları kamu idaresi aleyhine açılır” şeklindeki gerekçeye yer vererek davanın husumet yokluğundan reddine karar vermiş, anılan karar tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine 11/11/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, 26/10/2011 tarihinde idare aleyhine Bursa Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava ön inceleme aşamasında iken Anayasa Mahkemesi 25/5/2012 tarih ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararıyla 6100 sayılı HMK’nın “Ölüm veya Vücut Bütünlüğünün Yitirilmesinden Doğan Zararların Tazmini Davalarında Görev” başlıklı maddesinin fıkrasının iptaline karar vermiş, anılan karar 19/5/2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Mahkeme, 25/5/2012 tarih ve E.2011/639, K.2012/307 sayılı kararıyla “Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarih ve 2011/35 esas sayılı iptal kararı nedeniyle bu nitelikteki davalara bakma görevinin idari yargının görev alanına girdiği” gerekçesiyle davanın yargı yolu bakımından usulden reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/11/2012 tarih ve E.2012/13876, K.2012/17669 sayılı kararıyla onanmıştır. Anılan karar, 16/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 28/1/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir”. 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 6/6/1990 tarih ve 3657 sayılı Kanun’un 1 maddesi ile değişik maddesinin birinci fıkrası şöyledir.“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır”. Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı iptal kararının ilgili kısmı şöyledir:“6100 sayılı HMK ’nun “Ölüm veya Vücut Bütünlüğünün Yitirilmesinden Doğan Zararların Tazmini Davalarında Görev” başlıklı maddesinin fıkrasının ilk cümlesi olan “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar” cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE; birinci cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan ikinci ve üçüncü cümlelerinin de 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin 4 numaralı fıkrası gereğince iptaline karar verilmekle”. 20/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir”. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1448 | Başvurucu, 11/4/2005 tarihinde açtığı tazminat davasının husumetten reddi üzerine idare aleyhine açtığı davada bu kez de yargı yolu bakımından davanın usulden reddine karar verildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Günay Özalp; eşinin trafik kazası sonucu vefat etmesi nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle 11/6/2001 tarihinde kendisi adına asaleten, kızı başvurucu Melis Özalp adına velayeten dava açmıştır. Yeşilyurt (Malatya) Asliye Hukuk Mahkemesi 22/12/2006 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/12/2008 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mahkemece 8/1/2010 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/7/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Yeşilyurt Adliyesinin kapatılması üzerine dava, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/423 sayılı dosyasına devredilmiştir. Mahkemece 13/2/2013 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/7/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Anılan ilam başvuruculara 23/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17753 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 8/1/2004 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Diyadin Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/4 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16659 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 8/2/2017 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1986 doğumlu olup Rusya Federasyonu vatandaşıdır. Başvurucu 12/3/2014 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Bilecik Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 17/5/2016 tarihli ve 2877 sayılı kararı ile başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali istemiyle açılan dava, Sakarya İdare Mahkemesinin 10/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu tarafından 2/2/2017 tarihinde öğrenilmiş olup 6/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 9/3/2017 tarihli yazıda başvurucunun kendisine ait Tacikistan pasaportu ile 9/2/2017'de kendi rızasıyla Türkiye'den ayrılarak Mısır'a gittiği belirtilmiştir. Anılan yazı eklerinde ayrıca başvurucunun uçuş ve pasaport bilgilerine de ayrıntılı olarak yer verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5820 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 5/5/2017 tarihinde tutuklanarak Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. 22/12/2017 tarihinde Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunan başvurucu, 20/12/2017 tarihinde avukatı ile telefon görüşmesi yapmak için İnfaz Kurumundan talepte bulunmasına rağmen talebinin sözlü olarak reddedildiğini belirterek anılan kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliğince 26/2/2018 tarihinde şikâyetin reddine karar verilmiştir. Gerekçede; telefon görüşmelerini düzenleyen mevzuatta hükümlü ve tutukluların kimleri telefonla arayabileceğinin açıkça sayıldığı belirtilerek bu kişilerin arasında avukata yer verilmediği vurgulanmıştır. Başvurucunun bu karara karşı itirazı, ağır ceza mahkemesince anılan kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 30/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 20/9/2018 tarihinde tutuklamaya konu Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Anılan hükmün kesinleşerek infazına başlandığı ve başvurucunun 6/12/2022 tarihinde koşullu salıverme hükümlerinden faydalanarak tahliye olduğu belirlenmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10885 | Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bedelsiz şekilde yeşil alan ve yol olarak terk edilen taşınmazların terk amacına aykırı kullanılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Terk ve İfraz İşlemi Öncesi Tapu Kayıtlarının Durumu İstanbul'un Zeytinburnu ilçesi Sümer (eski ismi Kazlıçeşme) Mahallesi'nde bulunan 799 m² yüz ölçümünde arsa vasfındaki 1813 ada 768 parsel sayılı taşınmazın tamamı 1/2 oranında İ. ile başvurucunun murisi adına tapuda kayıtlıdır. Yine aynı mahalledeki 870 m² yüz ölçümünde arsa vasfındaki 1813 ada 769 parsel sayılı taşınmazın 14499/18870 hissesi S.S. Öz Göller Kent Konut Yapı Kooperatifi (Kooperatif), 4371/37790 hissesi İ., 4371/37790 hissesi başvurucunun murisi adına tapuda kayıtlıdır.B. Terk ve İfraz İşlemi Sonrası Tapu Kayıtlarının Durumu 16/3/1989 tarihli Zeytinburnu Belediyesi Encümen (Encümen) kararına istinaden maliklerin 23/3/1989 tarihli terk talepnamesiyle 768 parsel sayılı taşınmazın tamamı yeşil alan olarak tapu sicilinden terkin edilmiştir. 769 parsel sayılı taşınmazın maliklerinin talebi üzerine 22/3/1989 tarihli tapu sicil muhafızlarınca resmî senet düzenlenmiştir. Anılan tapu senedinde Kooperatif adına müştereken İ. ve K. ile başvurucuların murisi nin yetkili oldukları, ayrıca İ. ve başvurucunun murisinin kendi adlarına asaleten yetkili oldukları belirtilmiştir. Söz konusu senette 16/3/1989 tarihli Encümen kararına istinaden 769 parsel sayılı taşınmazın ifrazen on bir ayrı parsele ayrılarak malikler arasında rızai taksim yapıldığı ifade edilmiştir. Buna göre 870 m² yüz ölçümündeki 769 sayılı parselin 397 m²si yola, 9326 m² ise yeşil alan olarak terk edilmiş, geri kalan kısımları malikler arasında taksim edilmiştir. İmar Planı Değişikliğinin İptali Davası Başvuru konusu 768 ve 769 parsel sayılı taşınmazlarda terk edilen yerlerin bir kısmının dinî tesis alanına çevrilmesine ilişkin olarak Zeytinburnu Belediye Meclisince 23/6/2000 tarihinde onaylanan uygulama imar planı ve nâzım imar planının iptali talebiyle başvurucunun murisi ve İ. tarafından açılan dava 20/12/2002 tarihinde kabul edilerek imar planları iptal edilmiştir. Başvuru Konusu Tazminat Davası Süreci Başvurucunun murisi, bedelsiz şekilde yeşil alan ve yol olarak terk ettiği taşınmazların terk amacına uygun kullanılmadığını belirtmiş; 19/2/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Mahkemece yapılan keşif sonrası dosyaya sunulan 2/4/2015 tarihli fen bilirkişi raporunda taşınmazların hâlihazır durumları tespit edilmiştir. Raporda 768 parsel sayılı taşınmazın 718,42 m²sinin yol ve kaldırım, 039,84 m²sinin park ve yeşil alan, 224,75 m²sinin Sümer Semt Konağı (başvurucunun ifadesiyle belediye hizmet binası), 340,31 m²sinin İmam-ı Caferi Sadık Camisi (cami) alanı olduğu beyan edilmiştir. 769 parsel sayılı taşınmazın ise 167,30 m²sinin cami alanı, 240,92 m²sinin park ve yeşil alan, 709,99 m²sinin ara arter yol ve kaldırım, 630,96 m²sinin Öz Göller Sitesi içinde yol, otopark ve yeşil alan olarak kullanıldığı izah edilmiştir. Mahkemece rızai taksim dışında başvurucunun taşınmazlarına el atılan yerler olup olmadığının bildirilmesinin talep edilmesi üzerine 30/6/2015 tarihli ek rapor sunulmuştur. Ek fen bilirkişi raporu ve ekindeki krokide 768 parsel sayılı taşınmaz üzerinde Sümer Mahalle Muhtarlığı, Sümer Aile Sağlığı Merkezi, Semt Konağı, PTT şubesi, çocuk parkı ve caminin bir kısmının olduğu görülmüştür. 769 parsel sayılı taşınmaz üzerinde ise caminin kalan kısmı, yol ve kaldırımlar, trafo ve Öz Göller Sitesi'ne ait on adet binanın olduğu anlaşılmıştır. Raporda ayrıca başvuru konusu taşınmazlarda yeşil alan ve yol olarak terk edilen alanlar dışında davacılara kalan kısımlara fiilen yeşil alan ve yol olarak el atılmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan 27/4/2014 tarihli bilirkişi heyeti raporunda kamulaştırmasız el atma nedeniyle başvurucunun hissesine düşen el atma bedeli 325 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece 1/10/2015 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine, Zeytinburnu Belediye Başkanlığı yönünden ise davanın esastan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. Başvurucunun murisinin Yönetim Kurulu başkanı olarak katıldığı Kooperatifin 20/3/1989 tarihli toplantısında başvuru konusu taşınmazların yeşil alan ve yola terklerinin yapılması ve ifrazdan meydana gelen parsellerin Kooperatif ve diğer malikler ile rızai taksimlerinin ve tescillerinin yapılması konusunda karar alındığı belirtilmiştir. ii. Bu kapsamda başvurucunun hissedarı bulunduğu 768 parsel sayılı taşınmazın tamamının yeşil alan olarak terkin edilmesi için terk talepnamesi imzaladığı ve neticede bu doğrultuda işlem tesis edildiği, 769 sayılı parselin de yeşil alan ve yola terkler sonucu bir kısmının terkini ile taşınmazın 147 m² olarak tapuya tescil edildiği ifade edilmiştir.iii. Belediye tarafından söz konusu terk edilen taşınmaz bölümünün imar planlarında dinî alan olarak ayrılması nedeniyle idare mahkemesince imar planlarının iptallerine karar verildiği ancak 769 parsel sayılı taşınmazda kamuya terk edilen alanların bir kısmında kamu yararı nedeni ile belediye hizmet alanı yapılması öngörülen planların 2007 yılında onanarak kesinleştiği açıklanmıştır. iv. Başvurucunun 20/3/1989 tarihli Kooperatif Toplantı Tutanağı'nda ve 23/3/1989 tarihli yeşil alan terk talepnamesinde 768 ve 769 sayılı parsellerle ilgili rızai terk talebinde bulunması nedeniyle tapuda söz konusu işlemlerin yapıldığı açıklanarak imar planlarında sonradan yapılan değişikliklerin terk işlemlerine etkisinin olmayacağı izah edilmiştir.v. Mahkeme ayrıca rızai terk dışında kalan alanlara el atmanın söz konusu olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 31/10/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 20/11/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 21/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Konu hakkında ilgili ulusal hukuk için bkz. Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras B. No: 2014/11994, 9/3/2017, §§ 26-B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında ilgili uluslararası hukuk için bkz. Özel İstanbul Arel Eğitim Kurumları A.Ş. B. No: 2016/3592, 29/5/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2755 | Başvuru, bedelsiz şekilde yeşil alan ve yol olarak terk edilen taşınmazların terk amacına aykırı kullanılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/40176 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/40176 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/40176 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakın akrabalar arası yapılan telefon görüşmelerinin kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, bu kayıtların dava dosyasından çıkartılmasına yönelik talebin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 16/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 6/11/2014 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, Bakanlığın görüşüne 2/12/2014 tarihinde karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Uyuşturucu madde ticareti suçu dolayısıyla yapılan soruşturmada, hâkim kararıyla başvurucunun telekomünikasyon yoluyla iletişimi (telefon görüşmeleri) dinlenmiştir. Başvurucu, yakın akrabaları ve diğer sanıklar hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma ve örgüte üye olma suçlarını işledikleri iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının E.2012/632 sayılı iddianamesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine dava açılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/81 sayılı dosyası kapsamında, uyuşturucu madde ticareti yapma ve örgüte üye olma suçlarından yapılan yargılamanın 10/1/2013 tarihli ilk celsesinde, yakın akrabalar arası yapılan telefon kayıtlarının dava dosyasından çıkartılması talebinde bulunmuştur. Talep, telefon görüşmelerinin sanıklar arasında gerçekleştiği gerekçesiyle aynı celsede reddedilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2013 tarihli ve 2013/26 Değişik İş sayılı kararında "... bu ara kararın usul ve esasa uygun olduğu dolayısıyla itirazın yerinde olmadığı ... " gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava devam etmekte iken 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 6/3/2014 tarihinde yürürlüğe girmiş; 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri kapatılmıştır. 3713 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca görevlendirilmiş olan (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, dosyayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Yargılama henüz sonuçlanmamış, Mahkemenin 2014/100 esasına kayıtlı olup derdest olarak yürütülmektedir. Bireysel başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(3)Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz. (4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/MD-137, K.2013/58 sayılı kararı şöyledir: “… Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır. …. CMK'nun 135/ maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun 135/ maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği,çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. … Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alındığında; Sanık A. K. ile yeğeni olan sanık K. ve kardeşi olan sanık H. K. arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…” 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tanıklıktan çekinme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir: … c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu. d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları. …” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin, 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmesinden önceki hâli şöyledir: “(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir (3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir. … (5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur. (6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188), …” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır. (2)135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir. (3)135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir. (4)Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6995 | Başvuru, yakın akrabalar arası yapılan telefon görüşmelerinin kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, bu kayıtların dava dosyasından çıkartılmasına yönelik talebin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, siyasi parti üyeliğinden çıkarılma cezasının iptali için açılan davada verilen ret kararının usul ve kanuna aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) üyesi iken 2015 Genel Seçim'in ardından 543 delegenin noter onaylı imzalarıyla Genel Merkezden olağanüstü kurultay toplanmasını talep etmiş ve genel başkan adayı olmuştur. 19/6/2016 tarihinde toplanan MHP Olağanüstü Kurultayı'nda 8/11/2009 tarihli Olağan Büyük Kurultayı'nda kabul edilen Parti Tüzüğü'nün bazı maddelerinde değişikliğe gidilmiştir. Bu arada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, tüzük değişikliğinin yürürlüğünün durdurulması ile ilgili olarak ihtiyati tedbir kararı vermiştir. Başvurucu, bu süreçte Parti Merkez Disiplin Kurulunun 8/9/2016 tarihli kararı ile Parti disiplinine aykırı eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 2009 tarihli Parti Tüzüğü'nün maddesinin fıkrasının (c), (e), (h), (g), ve (i) bentleri uyarınca üyelikten kesin çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun Parti Disiplin Kuruluna yaptığı itiraz 7/10/2016 tarihli karar ile reddedilmiştir. Başvurucu, üyelikten çıkarma cezasına karşı Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, Parti Tüzüğü'ne göre genel başkanın bir parti üyesini doğrudan doğruya Merkez Disiplin Kuruluna sevk yetkisinin bulunmadığını, yine disiplin kurullarında görev yapan bir kişinin Partinin herhangi bir kurulunda veya organında görev yapamayacağını, Partiyi avukat olarak temsil eden Parti Merkez Disiplin Kurulu Başkan Vekili'nin kararda imzasının bulunduğunu, Merkez Disiplin Kurulu Genel Sekreteri'nin soruşturma sürecinde yazılı ve görsel basına aleyhinde beyanlarda bulunması nedeniyle Kurulda görev alamayacağını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca Parti Tüzüğü'nün ilgili maddelerinin 19/6/2016 tarihli Olağanüstü Büyük Kurultay'da yürürlükten kaldırıldığını ancak ihraç sürecinin yürürlükten kaldırılan Tüzük hükümlerine göre işletildiğini, yine disiplin soruşturmasında isnat edilen fiil ve eylemlerin neler olduğunun, her fiil ve eylemin Tüzük'ün maddesinin hangi bendini ihlal ettiğinin açıkça belirtilmediğini, bu yönüyle savunmasının usulüne uygun alınmadığını ve kararın hukuka aykırı verildiğini belirtmiştir. Mahkeme 15/12/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesinde; tüzük değişikliği ile ilgili itirazda bulunulduğu, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından tedbir yoluyla tüzük değişikliğinin yürürlüğe girmeyeceği hususunda karar verildiği, bu nedenle değerlendirmenin önceki Tüzük hükümlerine göre yapılması gerektiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca Parti Tüzüğü'nün maddesinin fıkrasında disiplin kurulu üyelerinin hangi durumlarda görev alamayıp hangi toplantılarda oy kullanamayacaklarının hüküm altına alındığı, bir kısım Disiplin Kurulu üyesinin açıklamalarının Disiplin Kurulu üyeliğine engel oluşturmayacağı, bu durumun bu kişilerin Disiplin Kurulunda karar almalarına ve oy kullanmalarına engel teşkil etmediği ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucuya gönderilen savunma istem yazısında; isnat edilen fiil ve eylemlerin neler olduğunun ve Parti Tüzüğü'ne göre hangi hükümlerin ihlal edildiğininbelirtildiğini, 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun maddesinde belirtilen hususlar yönünden şeklî bir inceleme yapıldığını, esasa yönelik bir değerlendirmede bulunulmadığını, bu nedenle de başvurucunun Disiplin Kurulu kararlarının esas yönünden incelenmesi yönündeki taleplerinin anılan Kanun maddesinin açık hükmü ve yerleşik Yargıtay uygulamaları da dikkate alınarak değerlendirilemediğini belirtmiştir. Mahkeme netice olarak MHP Merkez Disiplin Kurulunun 8/9/2016 tarihli kararının kanuna, Parti Tüzüğü'ne şekil ve usul yönünden uygun olduğunu belirterek başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 9/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) örgütlenme özgürlüğünün hem sivil hem politik yönünün bulunduğunu fakat bir siyasi partiye üyelik konusunun Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası kapsamında medeni hak ve yükümlülük olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (Lovric/Hırvatistan, B. No: 38458/15, 4/4/2007, § 55). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4905 | Başvuru, siyasi parti üyeliğinden çıkarılma cezasının iptali için açılan davada verilen ret kararının usul ve kanuna aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu taşınmazının 3/5/1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesi uyarınca işlem görmesi ile uzun süreden beri kamulaştırma işlemi yapılmaması ve açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılamaya hükmedilmemesi halinde uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 1/2/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 16/4/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/6/2013 tarihli görüş yazısı 27/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından 11/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait olan İstanbul ili Ümraniye ilçesi Dudullu Mahallesi 17 pafta 3035 parsel sayılı taşınmaz 18/8/2004 tarihli nazım imar planı ile kısmen park alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut alanına alınmıştır. Taşınmaz daha sonra 16/1/2008 tarihli uygulama imar planı uyarınca kısmen park alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut alanına alınmıştır. Başvurucu tarafından 26/8/2010 tarihinde yapılan, taşınmazın konut alanı dışında kalan bölümlerinin konut alanına alınmasına ilişkin plan değişikliği müracaatı, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 14/10/2010 tarih ve 2280 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Taşınmaza ilişkin kamulaştırma işlemi yapılmaması üzerine başvurucu tarafından Ümraniye Asliye Hukuk Mahkemesine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası Mahkemenin 25/8/2011 tarih ve E.2010/767, K.2011/481 sayılı kararı ile uygulama imar planının kesinleşme tarihinden itibaren, 3194 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan beş yıllık sürenin geçmediği belirtilerek reddedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/3/2012 tarih ve E.2011/19483, K.2012/4517 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/11/2012 tarih ve E.2012/15169, K.2012/22030 sayılı kararı ile reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 3194 sayılı Kanun’un “İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder.” 3194 sayılı Kanun’un “İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(Birinci fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile) İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder. (Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile) Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1239 | Başvurucu taşınmazının 3/5/1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca işlem görmesi ile uzun süreden beri kamulaştırma işlemi yapılmaması ve açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılamaya hükmedilmemesi halinde uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/25845 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/25845 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı haklarında yürütülen ceza yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25845 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngürülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde yürütülmemesi ve gözaltında müdafi olmadan ifade verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 28/2/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Gözaltı sırasında baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda kolluk tarafından ifadesi alınmıştır. Savcılık aşamasında da başvurucu baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda benzer şekilde ifade vermiştir. Başvurucu 2/3/2009 tarihinde tasarlayarak canavarca hisle ve eziyet çektirerek adam öldürme suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu sorgusunda baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda ifade vermiş, ifadesinde kollukta ve savcılıktaki ifadelerini tekrarladığını belirtmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca fezleke düzenlenerek dosya Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 1/4/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında tasarlayarak canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucuya yargılama esnasında kollukta alınan ifadesi ile kovuşturma aşamasında verdiği ifadenin çeliştiği hatırlatılmış, başvurucu ifadesinin polis tarafından hazırlandığını, okutturulmadan imzalatıldığını, barodan avukat geldiğini, kendi avukatını getiremeyeceğinin söylendiğini, baskı gördüğünü ve darp edildiğini belirterek bu ifadesini kabul etmediğini ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı huzurundaki alınan ifadesi okunup sorulduğunda ise polis tarafından aynı şekilde ifade vermeye zorlandığını, korktuğu için aynı ifadeyi verdiğini belirtmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 12/10/2010 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçtan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda yazılı belgeler, tutanaklar, Adli Tıp Kurumu ihtisas dairelerinin raporları, olayla ilgili emniyet görevlilerinin yapmış oldukları istihbari çalışmalar, bu çalışmaların sonuçlandırılmasına yönelik kayıtlar ve diğer ikame olunan deliller karşısında inkâr yollu savunmaların samimi görülmediği belirtilerek savunmalara itibar edilmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, ayrıca sanıkların soruşturma evresinde alınan ifadeleri ile kovuşturma evresinde Mahkeme huzurunda alınan ifadelerinin farklı olduğunu, karşılıklı olarak suçları birbirlerinin üzerlerine attıklarını, sanıkların soruşturma evresinde ve Mahkemede alınan ifade ve savunmalarının açıklanan deliller, yan deliller incelenerek değerlendirildiğini belirtmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 14/2/2012 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrası dava Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/143 sayılı esasına kaydedilmiştir. Öte yandan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 19/4/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası açılmıştır. Bu dava, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/191 sayılı esasına kaydedilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2012 tarihli kararıyla E.2012/191 sayılı dosya ile E.2012/143 sayılı dosyanın birleştirilmesine, yargılamanın E.2012/143 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 9/9/2013 tarihli kararıyla başvurucunun tasarlayarak kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına nitelikli yağma suçundan beraatine karar vermiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında ilk kararında belirttiği gerekçelerle başvurucunun savunmalarına itibar etmediğini belirtmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 1/7/2014 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrası yapılan yargılamada Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, 2/12/2014 tarihinde başvurucunun tasarlayarak kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis, nitelikli yağma suçundan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Gerekçeli kararda sanıkların birbirlerini suçlar mahiyetteki savunmalarının suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu değerlendirilerek savunmalarına itibar edilmediği belirtilmiş diğer delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmiştir. Başvurucu 11/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 28/1/2016 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19418 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngürülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde yürütülmemesi ve gözaltında müdafi olmadan ifade verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/3/2007 tarihinde gözaltına alınmış, silahlı örgüte üye olma suçundan hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 25/2/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 13/6/2011 tarih ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 3/10/2013 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12220 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, emeklilik başvurusunun karara bağlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 2011 yılında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (Hâkimler ve Savcılar Kurulu/HSK) tarafından Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesiyle 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erdirilmiştir. Başvurucunun Yargıtay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle 23/7/2016 tarihinde kendiliğinden sona ermiştir. Başvurucu emekli olma talebiyle 25/7/2016 tarihinde Yargıtay Başkanlığına başvurmuştur. Başvurucu 17/8/2016 tarihinde aynı taleple HSK'ya da müracaat etmiştir. HSK Genel Kurulu 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucunun yeniden inceleme talebi HSK Genel Kurulunun 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. HSK Genel Sekreterliği 15/12/2016 tarihli yazıyla başvurucunun meslekten çıkarılmasına ilişkin işlemin kesinleşmesinden sonra ilişiğinin kesilmiş olması sebebiyle emeklilik talebiyle ilgili bir işlemin yapılmadığını, başvurucunun Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmesi gerektiğini Yargıtay Genel Sekreterliğine bildirmiştir. Anılan yazı, Yargıtay Birinci Başkanlığının 27/12/2016 tarihli yazısı ekinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 9/3/2017 tarihinde usulüne uygun olmadığını tespit ettiği dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu 28/4/2017 tarihinde dava dilekçesini yenilemiştir. Yargıtay Başkanlığı ve HSK'ya husumet yöneltilerek açılan davada, HSK'nın 15/12/2016 tarihli yazısı ile Yargıtay Birinci Başkanlığının 27/12/2016 tarihli yazısının iptali istenmiştir. Başvurucu, emeklilik talebinin başvurunun yapıldığı tarihteki mevzuat hükümleri çerçevesinde değerlendirilmemesi nedeniyle emeklilik hakkının ortadan kaldırılmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 27/11/2017 tarihinde davayı, kesin ve yürütmesi zorunlu bir idari işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun emeklilik taleplerinin incelenme süresi ile ilgili özel bir süre düzenlemesi yapıldığı ve söz konusu sürenin olağanüstü hâl döneminde işlemeyeceğinin hükme bağlandığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun emeklilik talebi hakkında inceleme süresinin devam ettiği ve idari işlemin henüz oluşmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 7/11/2018 tarihinde istinaf istemini, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesini değiştirmek suretiyle esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişiminden sonra emeklilik taleplerinde yaşanan yoğunluğa dikkat çekilerek bir aylık sürenin uygulanmamasının makul olduğu ifade edilmiştir. Kararda, 5510 sayılı Kanun'un geçici maddesine vurgu yapılarak başvurucunun 24/8/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle açıkta iken emeklilik talebinde bulunacak iştirakçi konumuna geldiği belirtilmiş; bu sebeple başvurucunun emeklilik talebinin davalı idare tarafından sonuçlandırılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. Nihai karar 7/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3745 | Başvuru, emeklilik başvurusunun karara bağlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kapalı görüşün kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, şikâyet ve itiraz süreçlerinde alınan Cumhuriyet savcılığı mütalaalarının kendisine tebliğ edilmemesi/bildirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu olarak bulunmaktayken bireysel başvuru yoluna başvurmuştur. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü ise 4/11/2020 tarihinde işbu bireysel başvuru tarihinden sonra kesinleşmiştir. Başvurucu, ailesiyle kapalı görüşlerinin kaydedilmesi uygulamasına son verilmesi ve mevcut kayıtların silinmesi için Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik; Kurum tarafından gönderilen cevabi yazıda teknik açıdan dinleme yapılmadığı, Kurumun özellikle kayıt işleminin olmadığı, telefon ile yapılan görüşmeleri düzenleyen sistemin otomatik olarak işlemleri gerçekleştirdiği ve Kurum personelinin müdahalesinin olmadığı belirtildiğinden şikâyetin reddine karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz, Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Hâkimlik kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 8/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31091 | Başvuru, kapalı görüşün kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, şikâyet ve itiraz süreçlerinde alınan Cumhuriyet savcılığı mütalaalarının kendisine tebliğ edilmemesi/bildirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş sözleşmesi feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların iddiasına göre iş sözleşmeleri sendikal nedenlerle sonlandırılmıştır. Başvurucular bu kapsamda işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Açılan davaların tamamında ilk derece mahkemeleri davaların kabulüne ve başvurucular lehine sendikal tazminata hükmetmiştir. Buna karşın Bölge Adliye Mahkemeleri sendikal fesih olgusunun gerçekleşmediği gerekçesiyle bu yönden davaları kesin olarak reddetmiştir. Nihai kararların tebliği üzerine başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/40060 | Başvuru, iş sözleşmesi feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucular Ferhat Döner ve Barış Şahbudak'ın adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Barış Şahbudak tarafından yapılan 2014/2280 numaralı, başvurucu Necmettin İnan tarafından yapılan 2014/2277 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/2276 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/2276 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, 2014/2280 numaralı bireysel başvuru ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına atıfta bulunarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Bakanlık 2014/2276, 2014/2277 numaralı bireysel başvurulara ilişkin olarak görüşlerini sunmuştur. Başvurucular Ferhat Döner ve Necmettin İnan ise Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başvurucular Barış Şahbudak ve Ferhat Döner 2/6/2011 tarihinde, Başvurucu Necmettin İnan ise 29/4/2011 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/8/2011 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, mala zarar verme suçlarından dolayı başvurucular ile birlikte yirmi dört şüpheli hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/158 sayılı dosyası kapsamında 26/8/2011 tarihinde yapılan tensip duruşmasında başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. 24/12/2013 tarihinde yapılan celsede başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu celsede başvurucular ve müdafileri de hazır bulunmuştur. Bu celsedeki tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara başvurucular tarafından yapılan itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2013 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 20/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/1/2014 tarihinde 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun tutukluluk durumunu gözden geçirmiş, aynı gerekçelerle başvurucuların ve diğer tutuklu sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucular 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular 22/7/2014 tarihinde tahliye edilmişlerdir. Başvurucular hakkındaki dava (özel yetkili) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/145 sayılı esasında yargılama devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması "kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2276 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yasal olarak faaliyet gösteren bir bankada gerçekleştirilen parasal işlemlerin silahlı terör örgütüne yardım etme suçuna ilişkin belirleyici delil olarak kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planına İlişkin Genel Açıklamalar Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Öte yandan 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde de FETÖ/PDY'nin millî güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit devletin güvenlik birimlerinin karar, açıklama ve uygulamalarına konu olmuştur. Bu bağlamda anılan yapılanmanın ülke güvenliği için tehdit olduğuna dair değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK, söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla "halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma", "devlet içindeki illegal yapılanma", "kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma", "paralel devlet yapılanması", "terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması" ve "bir terör örgütü" olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararları basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33).B. Asya Katılım Bankası Anonim Şirketine İlişkin Genel Açıklamalar Asya Katılım Bankası Anonim Şirketi ( Bank Asya) ülkemizde faaliyet gösteren dört katılım bankasından biri olarak 24/10/1996 tarihinde Asya Finans Kurumu Anonim Şirketi unvanıyla kurulmuş, 20/12/2005 tarihinde ise Asya Finans Kurumu Anonim Şirketi olan unvanı Asya Katılım Bankası Anonim Şirketi olarak değiştirilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/1/2022 tarihli ve E.2020/MD-344, K.2022/12 sayılı kararı). Kamu makamlarınca FETÖ/PDY'nin finans kaynaklarından biri olarak değerlendirilen Bank Asya, 2013 yılı Aralık ayı sonrasında mali olarak zor duruma düşmüştür. Bunun üzerine Banka Asyanın finansal olarak iyi durumda olduğunu göstermek ve böylece örgüte para aktarımının sürekliliğini temin etmek amacıyla Banka Asyaya para yatırılması için 25/12/2013 tarihinde bizzat örgüt lideri tarafından çağrıda bulunulmuştur. Anılan çağrı doğrultusunda bu çağrıya uyan kişilerin özellikle 2014 yılının başından itibaren gerek bir kısım mal varlığını elden çıkararak gerekse başka finans kuruluşlarından kredi çekerek tasarruf ve kâr amacı gözetmeksizin örgüt yararına para yatırması, katılım hesapları açması, döviz ve altın alım satımı gibi işlemler yaptığı tespit edilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/12/2018 tarihli ve E.2018/16-419, K.2018/661 sayılı kararı). Darbe teşebbüsü öncesinde de FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlar ve finans kuruluşları için idari birtakım tedbirlere başvurulmuştur. Bu kapsamda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 3/2/2015 tarihinde Bank Asya yönetimine el koymuş, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ise anılan Bankayı 29/5/2015 tarihinde TMSF'ye devretmiştir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35). BDDK tarafından Bankanın TMSF'ye devrinden önce hazırlanan 28/5/2015 tarihli mali durum tespit raporunda Bank Asyanın kurumsal yapısıyla örtüşmeyen şekilde, Fetullah Gülen’in yönlendirmesiyle yönetildiği ve bu örgüte maddi kaynak sağlamak üzere muhtelif işlemlerin gerçekleştirildiği hususlarına yer verilmiştir. Ayrıca aynı raporda Bankanın içinde bulunduğu finansal krizi aşabilmesi için Fetullah Gülen tarafından 25/12/2013 tarihinde Bank Asyaya para yatırılması yönünde talimat verildiği, söz konusu talimatın Banka yönetimi tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformunda tekzip edilmediği, talimat kapsamında ekonomik veya rasyonel saike dayanmayan bir şekilde hesabı olmayan kişilerin bankada hesap açtıkları, hesabı olan kişilerin ise cari ve katılım hesaplarında bulunan mevduatlarında artışa gittikleri veya muhtelif bankacılık işlemleriyle bankaya likidite sağladıkları belirtilmektedir. Söz konusu mali tespit raporu içeriğinde;i. Bankanın üst yönetiminde istikrarın bulunmadığı, kurumsal kimliği ile bağdaşmayan uygulamalar olduğu (...), Bankanın kurumsal yapısının (organizasyon yapısı, bilgi işlem sistemi, şube ağı, personel vb.) kurumsal yönetim anlayışıyla bağdaşmayacak şekilde siyasi faaliyetler içinde olduğu, dolayısıyla Bankanın kanun kapsamında kendisine verilen faaliyet izinleri dışında başka faaliyetler içinde, organize bir şekilde yer aldığı vurgulanmıştır.ii. Beş ayrı şehirde bulunan 14 şubedeki 19 ayrı hesaptan çoğunluğu 2006 ile 2009 yılları arasında olmak üzere 127 TL, 344 USD ve 000 avro tutarında 346 ödeme ve/veya havalenin, 877 TL tutarındaki 783 çekin usulsüz işlemlere konu edildiği, söz konusu 19 hesabın tamamının -sistematik ve ülke geneline yaygın bir şekilde- Gülen cemaatine maddi kaynak sağlamak üzere gayriresmî yollardan temin edilen çeklerin tahsili amacıyla kullanıldığına işaret ettiği, yapılan işlemlerin uzun yıllar boyunca farklı şehir ve şubelerde yoğun bir şekilde aynı yöntemlerle sürdürülebilmiş olmasının usulsüzlüklerin şube ve Banka üst yönetiminin bilgisi ve onayı dahlinde gerçekleştirildiğinin göstergesi olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. iii. Banka ortaklık yapısının şeffaf olmadığı, bunun da ötesinde aralarında Banka kurucularının da olduğu ve 3/2/2015 tarihi itibarıyla %41,94 oranındaki (A) grubu nitelikli paya sahip gerçek kişi ortak ile tüzel kişi ortakları temsilen yönetici ve/veya hissedarlarca -geçmiş yıllarda Fona devrolan bazı bankalarda rastlandığı gibi- tarih ve devralan kısımları boş bırakılmış tek tip hisse devir sözleşmelerine imza atıldığı, bu durumun banka nitelikli pay sahiplerinin sahipliğe ilişkin iradelerini kim olduğu bilinmeyen kişi ya da kişilere teslim etmiş olduğunu açık bir biçimde gösterdiği, ayrıca bu iradenin teslim edildiği perde arkasındaki kişi ya da merkezin geçmişten beri Bankanın her türlü karar ve yönetim mekanizmasında tek söz sahibi olduğunu gösteren birtakım verilere ulaşıldığı, böyle bir vaziyetin bir Bankada var oluşunun ise yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatleri açısından büyük bir risk ve tehlike oluşturacağı açıklanmıştır.iv. Yukarıda ifade edilen hususlar gözönüne alındığında Bankanın bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı çok sayıda uygulama ve faaliyetinin bulunduğu, bu faaliyetlerin katılım fonu sahiplerinin hak ve menfaatlerine halel getirecek nitelikte olduğu, Bankanın açık ve şeffaf olmayan ortaklık yapısı ve organizasyon şemasından dolayı mali sistemin güven ve istikrarı açısından tehlike arz ettiği (...) sonuç ve kanaatine varıldığı ifade edilmiştir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Kenan Işık, B. No: 2017/26291, 17/7/2019, § 19). Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu 1980 yılında Antakya'da doğmuş olup bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) ikamet etmektedir. Başvurucu hakkında Hatay İl Emniyet Müdürlüğüne FETÖ/PDY üyesi olduğundan bahisle yapılan bir ihbar üzerine Hatay Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. İhbar tarihinde ailesinin Hatay'daki ikametinde geçici olarak bulunan başvurucu 23/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Hatay Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/8/2016 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başsavcılık tarafından soruşturma sonunda hazırlanan 8/12/2016 tarihli iddianamede; i. 22/7/2016 tarihinde Hatay Emniyet Müdürlüğü Muhabere ve Elektronik Şube Müdürlüğüne gelen 1008960 numaralı ihbarda başvurucunun FETÖ/PDY'nin önemli bir kripto üyesi olduğunun, Amerikan İstihbarat Servisi için çalıştığının ve yakın zamanda ABD'ye gideceğinin belirtildiği,ii. Başvurucu hakkında yapılan sorgulamada 2003-2016 yılları arasında İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan çok sayıda giriş çıkış kaydı olduğu ve son olarak 26/6/2016 tarihinde ABD vatandaşı olarak aynı havalimanından yurda giriş yaptığının tespit edildiği,iii. 23/7/2016 tarihinde ikametinde yapılan aramada 1 Amerikan doları ile başvurucu adına düzenlenmiş Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kimlik kartı ele geçirildiği iddia edilmiştir. Başsavcılık, iddianameyle başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işlediği kanaatine vararak Hatay Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkeme duruşma hazırlığı için 8/1/2017 tarihinde tensip zaptı düzenlemiştir. Bu kapsamda "sanığa ait tüm bankalardaki hesapların tespiti ile bu hesaplarda 01/01/2013 tarihinden günümüze kadar ki banka hareketlerinin tespit edilmesi, FETÖ/PDY kapsamında incelenen diğer şahıslar veya şirketler ile mali ilişkisi olup olmadığı, hesaplarına vadeli veya vadesiz toplu para yatırılıp yatırılmadığı gibi ayrıca şüpheli para hareketleri gerçekleştirip gerçekleştirmediklerinin gizlilik kuralına riayet edilerek araştırılması" suretiyle rapor düzenlenmesi için Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına (MASAK) müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Duruşma günü olarak 17/4/2017 tarihi tayin edilmiştir. MASAK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 10/2/2017 tarihli mali analiz raporu ile sorgulama sonuçlarını içeren bir adet CD 22/2/2017 tarihli üst yazı ekinde Mahkemeye iletilmiştir. Anılan raporda başvurucunun Bank Asyada 2000 yılında açılmış ve 2009 yılında kapanmış bir hesap kaydının bulunduğu, 31/12/2013 tarihinde yeni bir hesap açtığı ve bu hesabı aktif olarak kullandığı tespitlerine yer verilmiştir. Ayrıca başvurucunun 25/4/2014 tarihinde 137 TL havale gönderdiği, 13/1/2015 tarihinde 333 TL havale aldığı S. isimli kişi hakkında da Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine benzer bir analiz çalışması yürütüldüğü belirtilmiştir. Başvurucu, hakkındaki yargılamanın ilk celsesinde yaptığı savunmada özetle;i. Aralarında ailevi meselelerden dolayı husumet bulunan eniştesinin kardeşi A.K.nın gerçeğe aykırı, soyut ihbarına istinaden hakkında soruşturma başlatıldığını,ii. 2003 yılından beri ABD'de ikamet etmesi ve her yıl düzenli olarak Türkiye'de yaşayan ailesini ziyaret etmesi nedeniyle çok sayıda yurt dışı giriş ve çıkış kaydı bulunmasının aleyhe değerlendirilemeyeceğini,iii. Arama yapılan ikametin kendisine değil babasına ait olduğunu, bu adreste tatil amacıyla geçici olarak kaldığını, arama sırasında çocuk odasında ele geçirilen 1 Amerikan dolarının kendisine ait olmadığını, bu delilin kolluk tarafından yapılan ilk aramada tespit edilemediğini, aynı gün ikinci defa yapılan arama neticesinde ele geçirilmesi nedeniyle şüpheli hâle geldiğini,iv. İddianameye konu edilen NASA kimlik kartının bu kurumda çalıştığı için düzenlendiğini, bu belgenin arama neticesinde ele geçirilmediğini, aksine kendisinin belgeyi Emniyet Müdürlüğündeki görevlilere ibraz ettiğini,v. Parasal işlemler yaptığı Bank Asyanın yasal olarak faaliyet gösteren ve BDDK tarafından denetlenen bir kurum olduğunu, bu Banka dışında faizsiz bankacılık yapan Kuveyt Türk Bankasında da hesabının olduğunu, örgütü finanse etmek gibi bir amacının bulunmadığını, vi. Mali analiz raporunda ismi zikredilen S.nin üniversiteden arkadaşı olduğunu, 25/4/2014 tarihinde bu kişiye 000 Amerikan doları karşılığı 137 TL para gönderdiğini, S.nin kısa süre sonra borcu olan 000 Amerikan doları karşılığı 333 TL'yi iade ettiğini ileri sürmüştür. Yargılama sırasında, başvurucu hakkında Emniyet Müdürlüğüne ihbarda bulunan A.K.nın tanık sıfatıyla beyanlarına başvurulmuştur. Tanık A.K., başvurucunun lise yıllarında FETÖ/PDY'ye ait okullarda okuduğunu, evlerinde kalıp kalmadığını bilmediğini, darbe girişiminden sonra devlete yardımcı olmak amacıyla başvurucu hakkında 155 Polis hattına ihbarda bulunduğunu, başvurucunun örgüt üyesi olduğuna dair herhangi bir somut bilgi ve görgüsünün olmadığını, ihbarına konu bilgilerin aile arasındaki duyumlardan ibaret olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, tanık A.K.nın beyanlarını kabul etmediğini ifade etmiştir. Mahkeme ilk celse sonunda MASAK tarafından düzenlenen mali analiz raporu ile ekindeki bir adet CD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Bilirkişi H.İ.G. tarafından hazırlanan 18/7/2017 tarihli raporda; mali analiz raporundaki verilerin eksik olduğu, kesin ve doğru sonuca ulaşmak için bu kayıtların veri sahibi finans kurumlarından temin edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bunun üzerine Mahkeme, TMSF'ye müzekkere yazarak başvurucunun Bank Asyadaki hesap hareketlerine ilişkin kayıtları talep etmiştir. Talebe konu kayıtların Bank Asya tarafından Mahkemeye iletilmesi sonrasında bu veriler yeniden bilirkişiye teslim edilmiştir. Bilirkişi H.İ.Y.nin hazırladığı 10/1/2018 tarihli rapor Mahkemece, başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 8/2/2018 tarihli hüküm celsesinde okunmuştur. Anılan rapor ve eklerinde, Bank Asyada 2000 tarihli hesabı bulunan başvurucunun 2013 yılı Aralık ayında yeni bir hesap açtığı, hesabında 29/1/2014 tarihi itibarıyla hesap bakiyesi 0,1 TL olan başvurucunun 7/2/2014, 10/2/2014, 11/2/2014 ve 12/2/2014 tarihlerinde Kuveyt Türk Bankasındaki hesabından Bank Asya hesabına EFT virman işlemi ile para transfer ettiği, 14/2/2014 tarihinde katılım hesabı (vadeli hesap) açtırdığı, hesap hacminin 2014 yılı Mart ayında 841 TL, 2014 yılı Nisan ayında 887 TL olduğu, takip eden aylarda benzer miktarda hesap bakiyelerinin bulunduğu ve 2014 yılının Aralık ayında 044 TL'ye yükseldiği tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucu, Mahkemenin 8/2/2018 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin başlangıç kısmında terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak geniş açıklamalara yer verilmiştir. Mahkûmiyete gerekçe olarak başvurucunun örgüte ait Fatih Üniversitesinde öğrenim görmesi, Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin kayıtlar, tanık A.K.nın beyanları, örgüt içinde kutsallık atfedilen 1 Amerikan dolarını bulundurması, ByLock programını kullanan bazı kişiler ile telefon görüşmeleri gerçekleştirdiğine ilişkin HTS kayıtları esas alınmıştır. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... sanığın FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle kapatılan Fatih Üniversitesinde burslu olarak okuduğu 2000 yılında Bank Asya hesabının açıldığı anlaşılmakla birlikte 2013 yılında ikinci bir hesap açtırdığı, 29/01/2014 tarihi itibariyle hesap bakiyesinin0,1 TL olmasına rağmen 07/02/2014,10/02/2014,11/02/2014 ve 12/02/2014 tarihlerinde Kuveyt Türk Bankasındaki hesabından Bank Asya hesabına EFT virman işlemi ile para transferinde bulunduğu, hesap bakiyesinin 747 ve 14/02/2014 tarihinde katılım hesabı (vadeli hesap) açtırdığı, ilerleyen tarihlerde, 2014 yılı Mart ayında 841 TL, 2014 yılı Nisan ayında 887 TL olduğu, takip eden aylarda benzer miktarda hesap bakiyelerinin bulunduğu, 2014 yılının Aralık ayında 044 TL'ye yükseldiği, devam eden aylarda aynı seviyede seyrettiği, belirtilen zaman diliminde döviz hesabı(USD) ve altın (XAU) hesabını da aktif olarak kullandığı değerlendirildiğinde örgüt lideri Fethullah Gülen'in çağrısı üzerine Bank Asya’ya para yatırdığı, sanığın ekonomik ve sosyal durumu dikkate alındığında çok cüzi miktarlardan ibaret kar payı oranının lehine olduğu için Bank Asya'ya para yatırdığı yönündeki savunmasına itibar edilemeyeceği, sanık hakkında ihbarda bulunan tanık olarak dinlenen [A.K.nın] sanığın bu yapıya ait okullarda okuduğunu ve bu yapıya mensup olabileceğini söylediği, bu hususta [kuşkularının] olduğunu, sanığın bu yapıya ait olduğuna dair herhangi bir somut bilgi ve görgüsünün olmadığını, 15 Temmuz öncesinde FETÖ/PDY ile ilgili birçok şeyin açıkça gizlenmeden konuşulduğunu ve yapıldığını, kendisi tarafından yapılan ihbarın aile arasındaki duyumlardan ibaret olduğunu beyan ettiği, örgütün yapısı ve gizliliğe verdiği önem değerlendirildiğinde tanık [A.K.nın] beyanının olağan karşılanması gerektiği, sanık hakkında çok fazla bilgi sahibi olmasının beklenemeyeceği, ancak aile arasındaki duyumun da hafife alınamayacağı, duyumdan ibaret olsa da diğer delillerle desteklenen aile içindeki bilgiye itibar etmek gerektiği, zira uzun yıllardır Amerika Birleşik Devletlerinde NASA'da çalışan sanıkla ilgili aile dışında birisinin beyanda bulunmasının kolay olmayacağı, ayrıca tanıkla arasında kişisel husumet olduğu kabul edilse dahi [FETÖ/PDY] üyesi olduğu hususunda ihbarda bulunmasını gerektirmeyeceği, bununla birlikte sanığın örgüt mensuplarınca kutsallık atfedilen 1 dolar bulundurduğu, 1 Doların örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından okunduğu ve örgüte koşulsuz olarak bağlı olan kişileri ödüllendirmek için verildiğine dair başka yerlerdeki soruşturmalara ilişkin gizli tanık beyanları ve istihbari bilgilerin mevcut olduğu, 1 dolar ile ilgili mahkememiz tarafından yazılan müzekkere cevabında FETÖ/PDY terör örgütünün ezoterik bir örgüt olduğunun belirtildiği, sanığın izindeyken Hatay'da kaldığı babasına ait evde yapılan arama işlemlerinin usule uygun olduğu, zira Cumhuriyet Savcısının yazılı talimatı üzerine arama işleminin gerçekleştirildiği, sanığın örgütsel nitelikte olan eylemlerinin çeşitlilik, yoğunluluk ve süreklilik unsurunu barındırdığı anlaşıldığından terör örgütü FETÖ/PDY üyesi olduğu kanaatine varılmış ve terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir." Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) duruşmalı olarak incelenmiştir. Başvurucu 19/9/2018 tarihli duruşmada ilk derece mahkemesi önünde ileri sürdüğü savunmalarına benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 19/9/2018 tarihinde, ilk derece mahkemesinin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurduğu hükmün ortadan kaldırılmasına ve başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan 4 yıl 12 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yerel mahkeme kararında sanığın silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair delil kabul edilen; geçici olarak ikamet ettiği evde 1 dolar bulunması, hakkındaki ihbar, tanık beyanları, terör örgütüyle iltisaklı eğitim kurumunda öğrenim görmesinden ibaret eylem ve delillerin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmadığı ancak hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan, Amerika'da ikamet eden ve NASA isimli kuruluşta çalıştığı anlaşılan sanığın 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonra Ocak 2014 tarihinde Bankasya'daki hesabında 0,1 TL bulunan sanığın terör örgütünün önemli finans kaynaklarından olan Bankasya isimli bankaya terör örgütü liderinin talimatı doğrultusunda Şubat 2014 tarihinde 747 TL para yatırdığı, takip eden aylarda bu miktarın arttığı, Aralık 2014 tarihinde 044 TL'ye ulaştığı, bu eylemlerini örgüt liderinin 2013 yılı sonunda örgüte müzahir Bank Asya'ya para yatırılması ve işlem hacminin artırılması yönündeki talimatı doğrultusunda gerçekleştirdiğinin kabulünün gerektiği, sanığın örgüt üyeleriyle irtibat ve iltisakını gösteren telefon görüşmeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemlerinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yardım etme suçunu oluşturduğu anlaşıldığından istinaf edilen ilk derece mahkemesinin sanığın silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan mahkumiyetine ilişkin kararının kaldırılarak, 'Silahlı Terör Örgütüne Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme' suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş..." Bu hükme yönelik temyiz istemini inceleyen Yargıtay, başvurucunun 1998-2002 yılları arasında örgütle iltisaklı üniversitede eğitim görmesinin örgütsel faaliyet kapsamında değerlendirilemeyeceğini kabul etmiş; diğer delilleri gözeterek Bölge Adliye Mahkemesinin mâhkumiyet hükmünün onanmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:"(Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. " 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Delilleri takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." Yargıtay Kararları Yargıtay silahlı terör örgütüne yardım etme suçunun oluşumu açısından failin örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün 5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardım eyleminin örgütün amacına hizmet eder nitelikte olması ve yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi veya üyesi olması gerektiğini ifade etmektedir. Örgüte yardım fiillerinin silah sağlama ve terörün finansmanı dışında tahdidi olarak sayılmadığını ancak her ne surette olursa olsun örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemlerin yardım kapsamında değerlendirileceğini de belirtmektedir (Yargıtay Ceza Dairesinin 1/11/2017 tarihli ve E.2017/1864, K.2017/5865; 20/3/2019 tarihli ve E.2018/2882, K.2019/1926; 12/4/2021 tarihli ve E.2019/4379, K.2021/2652 sayılı kararları). Yargıtayın somut olayın özelliklerine göre Bank Asya hesap hareketlerinin FETÖ/PDY'ye yardım etme bakımından delil olarak kabulüne ilişkin yaptığı değerlendirmeler aşağıda verilmiştir: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/1/2022 tarihli ve E.2020/MD-344,K.2022/12 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Terör örgütleri faaliyetlerini devam ettirebilmek için paraya ihtiyaç duyarlar. Örgüte finansal olarak kaynak sağlamak için legal görünümlü ekonomik getirisi olan ticari işletmeler kurulabildiği gibi uyuşturucu veya silah ticareti, kara para aklamak şeklinde yasa dışı faaliyetler ile ya da mensupları ile sempatizanlarından bağış, himmet adı altında para toplayarak ekonomik kaynak sağlayabilmektedirler. FETÖ/PDY'nin de finansal gücünün en önemli ayaklarından biri olan Asya Katılım Bankası A.Ş.'nin esasen ekonomik prensipler ve ticari hükümler çerçevesinde faaliyet göstermesi beklenmekte iken, kuruluş tarihinden itibaren örgütün yurt dışı ve yurt içi kurumlarının finansmanı amacıyla kullanıldığı, 2008 yılından itibaren başlayan birtakım mali ve kurumsal sıkıntıların yoğunlaştığı Aralık 2013- Ocak 2014 döneminde bankanın 2015 tarihinde fona devrine kadarki süreçte kamu oyu ve ekonomik çevrelerde kaybettiği itibar nedeniyle yaşadığı finansal krizi aşabilmek adına; rasyonel ekonomik gerekçelere ve kurumsal yönetim ilkelerine aykırı bir şekilde sözde örgüt liderinin ve örgütün yönlendirmesiyle mevduat toplama kampanyaları düzenlediği BDDK'nın 2015 tarihli mali analiz raporundan anlaşılmaktadır. Bankanın bahse konu finansal krizin aşılabilmesi için örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından 2013 tarihinde Bank Asya'ya para yatırılması yönünde talimat verildiği, söz konusu talimatın banka yönetimi tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformunda tekzip edilmediği gibi bankanın Genel Müdürü [A.B.den] Yönetim Kurulu Başkanı [E.B.] ve Yönetim Kurulu Üyeleri [E.G.], [Z.E.], [U.], [R.K.], [G.] ve [A.Ç.ye] 2014'de iletilen 2014 tarihinde banka çalışanı [G.Y.nin] [A.B.ye] gönderdiği 'Affınıza mahçuben' konulu elektronik posta mesajının içeriğinde '...Bizim iklimimizden bir ağabeyim ... Bankamız için seferberlik ilan ettik, aynen 2001'de olduğu gibi, neyimiz varsa namusumuz bildiğimiz bankamız için yarından tezi yok getireceğiz .... Arkadaşlar evini arabasını satacak, gerekirse başka bankalardan kredi çekecek bankamıza mevduat koyacağız...' ifadeleri yer almaktadır. Bu doğrultuda talimat kapsamındaki ekonomik ve rasyonel saike dayanmayan bir şekilde hesabı olmayan kişilerin bankada hesap açtıkları, hesabı olan kişilerin ise cari ve katılım hesaplarında bulunan mevduatlarında artışa gittikleri veya muhtelif bankacılık işlemleriyle bankaya likitide sağladıkları anlaşılmaktadır.İkinci talimat ise 2014 tarihi olup bu talimat sonrasında da Eylül - Ekim aylarında para yatırılmasına ilişkin yoğun bir kampanya gerçekleştirildiği görülmektedir.Bank Asya'ya para yatırılması talimatlarından üçüncüsü BDDK'nın bir kısım banka imtiyazlı pay sahibine tedbir uyguladığı ve akabinde fon yönetimi tarafından banka yönetiminin değiştirildiği tarih olan 2015'dir. Bu tarihte sosyal medya paylaşımları ve banka şubeleri önünde yapılan eylemlerle kişilerin bankaya para yatırılmaya yönlendirildiği ve sembolik (50-100 TL) olsa dahi yeni hesap açma ve para yatırma işlemlerinin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.Rutin bankacılık işlemleri dışında talimat sonrası açılan hesap sayısı ve işlem hacmine ilişkin veriler aşağıda yer almış olup ortaya çıkan rakamlardan talimatın yerine getirildiği bankacılık işlemlerinde mutad olmayan artışların sağlandığı görülmektedir.Yıl Ay Toplam Kendisi Eşi Eski EşiOğlu/KızıKardeşi Annesi Babası2013 12 3809 1256 700 11 109 1073 145 2872014 1 66483 25482 16847 204 2251 17350 2817 31762014 2 39654 15431 10069 129 1362 10568 2329 24542014 3 22361 8244 5018 85 665 5957 1400 17582014 4 15737 5552 3388 63 426 4205 839 13982014 5 13679 4614 2767 45 329 3668 616 10252014 6 12546 4441 2713 58 395 3510 587 9112014 7 11560 4174 2431 36 441 3403 424 7192014 8 20681 7159 4826 74 1090 5860 854 9852014 9 65130 25807 18366 180 3496 17039 2613 2427201410 38771 13486 8774 113 1990 11496 1689 2043201411 42992 14032 9567 161 1985 11776 2055 2638201412 13782 5379 3439 38 603 3758 546 7782015 1 14257 5705 3617 39 548 3940 634 8272015 2 41978 13729 10979 124 6125 10539 2179 17762015 3 17545 6699 4513 57 1059 4813 844 8642015 4 12630 3794 3077 34 711 3452 628 7782015 5 11623 4247 2954 21 618 3148 567 721 Tablodan anlaşılacağı üzere rutin bankacılık faaliyeti dışında örgüt liderinin talimatı doğrultusunda kişisel yarar amacı güdülmeksizin örgütün finans kaynaklarından olan bankanın krizden kurtarılması için örgüt liderinin talimatı doğrultusunda hareket edilip zaman zaman başka bankalardan kredi kullanmak suretiyle Bankasya'ya para yatırılması örgüte ve liderine bağlılığı gösteren bir faaliyet olarak değerlendirilmiştir. Bu faaliyetin tek başına örgüt üyeliği için yeterli kriter olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de terör örgütüne yardım etme olarak değerlendirilebilecektir." Yargıtay Ceza Dairesinin 18/5/2021 tarihli ve E.2019/2369, K.2021/3193 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın örgüt liderinin talimatı ile işlem yaptığının kuşkuya yer bırakmayacak biçimde tespiti bakımından sanığın Bank Asya nezdindeki 2014 yılı öncesi de dahil olmak üzere hesap açılış bilgileri, aylık bakiye gelişimi ve tüm hesap hareketlerine ilişkin kayıtlar dosyaya celbedilip incelenerek, temin edilen kayıtlar üzerinde uzman bilirkişi raporu alınıp, örgüt liderinin talimatından sonra ve bu talimat doğrultusunda katılım hesabı açma, döviz veya altın alma, para yatırma vb. işlemlerinin bulunup bulunmadığı tespitine çalışılıp sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ve yetersiz belgelere dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/3/2019 tarihli ve E.2018/2882, K.2019/1926 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf 383 vd.).Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin "suç işlemek amacı" olması aranır (Toroslu özel kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf. 28, Özgenç Genel Hükümler syf.280).Suç örgütünün tanımlanıp yaptırıma bağlandığı 5237 sayılı TCK’nın maddesinin fıkrasında yardım fiiline yer verilmiştir. “Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, örgüt üyesi olarak” cezalandırılacağı belirtilmiş, anılan normun konuluş amacı, gerekçesinde; “örgüte hakim olan hiyerarşik ilişki içinde olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişi, örgüt üyesi olarak kabul edilerek cezalandırılır.” şeklinde açıklanmış, 765 sayılı TCK’nın sistematiğinden tamamen farklı bir anlayışla düzenlenen maddede yardım etme fiilleri de örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilerek, bağımsız bir şekilde örgüte yardım suçuna yer verilmemiştir.Yardım fiilini işleyen failin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün TCK’nın maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardımın örgütün amacına hizmet eder nitelikte bulunması yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi ya da üyesi olması gereklidir. Yardımdan fiilen yararlanmak zorunlu değildir. Örgütün istifadesine sunulmuş olması ve üzerinde tasarruf imkanının bulunması suçun tamamlanması için yeterlidir.Yardım fiilleri örgüte silah sağlama ve terörün finansmanı dışında tahdidi olarak sayılmamıştır. Her ne surette olursa olsun örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemler yardım kapsamında görülebilir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 1991 tarih, Esas 9-242, Karar 305). Yardım teşkil eden hareketin başlı başına suç teşkil etmesi gerekmez. Yardım bir kez olabileceği gibi birden çok şekilde de gerçekleşebilir. Ancak yardım teşkil eden faaliyetlerde devamlılık, çeşitlilik veya yoğunluk var ise örgüt üyesi olarak da kabul edilebilecektir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Örgütün kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya daha yukarı katmanlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın örgütün nihai amacından haberdar oldukları yönünde kuşku bulunmamakta ise de, bir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devletin her kurumuna sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik, örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır hale geldiği, üst düzey hükumet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda 'paralel yapı' veya 'terör örgütü' olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten önce icra edilen faaliyetlerin, nitelik, içerik ve mahiyeti itibariyle silahlı terör örgütünün amacına hizmet ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilerek;Bu tarihten sonra gerçekleşen ve örgütsel faaliyet olarak kabul edilen hareketlerinörgüt hiyerarşisine dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmadığı, dosyaya yansıyan başkaca örgütsel faaliyeti olmayan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Ünal Eğitim A.Ş'deki bir kısım hisseleri bedel ödemeksizin devir alması ve örgüt liderinin talimatı doğrultusunda örgütle irtibatlı Bank Asya’daki hesabına para yatırması şeklinde gerçekleşen eylemlerinin örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2019 tarihli ve E.2018/7220, K.2019/3659 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan okula çocuğunu göndermesinin ve Bank Asya nezdindeki mutad hesap hareketlerinin ve çalıştığı kurumdaki görev yaptığı birimlerin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 19/3/2019 tarihli ve E.2018/6626, K.2019/1852 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, örgüte müzahir Aktif Eğitim Sendikası ve Berdüsselam Çalışanlar Derneği'ne üye olmak, Bank Asya'daki hesabı üzerinden örgütün talimatı üzerine işlem yapmak şeklindeki eylemlerinin, TCK 220/7 maddesi kapsamında örgüte yardım etme suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2019 tarihli ve E.2018/4959, K.2019/145 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "2- BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimiT asarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen mutad hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin, örgüte üye olmak suçu bakımından örgütsel faaliyet, tek başına ise örgüte yardım etmek olarak kabul edilebileceği nazara alındığında; sanığın ilgili yerlerden Bank Asya hesap hareketlerinin getirtilip, gerekirse hesap hareketlerine dair bilirkişi raporu alınıp tüm dosya kapsamının bir bütün halinde değerlendirilmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ve yetersiz belgelere dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi..." Yargıtay Ceza Dairesinin 13/11/2018 tarihli ve E.2018/1603, K.2018/4170 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanunun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen rutin hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek..." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/10/2018 tarihli ve E.2018/2297, K.2018/3318 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre sanığın FETÖ silahlı terör örgütüne iltisaklı okullarda eğitim görmesi, dershanelerine gitmesi ve Gediz Üniversitesinin verdiği bursun rutin bir şekilde Bank Asya'daki hesabına yatırılmasının örgütsel faaliyetler olarak değerlendirilemeyeceği gözetilerek yapılan incelemede..." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/2/2018 tarihli ve E.2017/1861, K.2018/294 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[N]ihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında; örgütün kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya daha yukarı katlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın nihai amacından haberdar oldukları yönünden kuşku bulunmamakta ise de bir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devlete sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlanması, bu yapının kamuoyu veya medya tarafından tartışılır hale gelmesi üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda 'paralel yapı' veya 'terör örgütü' olduğuna ilişkin tespitler yapılması ve Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı şekilde değerlendirilmesi karşısında bu tarihten önceki faaliyetlerin örgütsel olduğunun mahkemece ispat edilmesinin gerekli olduğu gözetildiğinde; [B] İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde veteriner hekim olarak görev yapan, ByLock iletişim sistemini kullanmayan ancak 2014 tarihinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda Bank Asya’ya para yatırdığı anlaşılan sanığın eyleminin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmadığı, konusu suç oluşturmayan ancak örgüt liderinin talimatı doğrultusunda amaca hizmet eden faaliyetinin yardım suçunu oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması... [kanuna aykırıdır.]B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesi hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasını güvence altına almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin herhangi bir kural koymamakta olup bu husus ulusal kanun koyucuların takdirindedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 94). AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme'deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). Bir delilin kabul edilebilir olup olmadığını veya başvurucunun gerçekten suçlu olup olmadığını belirlemenin görevi olmadığını vurgulayan AİHM, bu konuda çözümlenmesi gereken sorunun -delilin elde ediliş şekli de dâhil olmak üzere- yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının tespit edilmesi olduğunu ifade etmektedir. AİHM'e göre bu hususta yapılacak değerlendirme, söz konusu hukuka aykırılığın ve Sözleşme'deki başka bir hakkın ihlali durumunda tespit edilen ihlalin niteliğinin incelenmesini de kapsayacaktır. Yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı değerlendirilirken savunma haklarına saygı gösterilip gösterilmediğine de bakılmalıdır. Özellikle başvurucuya delillerin özgünlüğüne itiraz etme ve kullanımına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği değerlendirilmelidir. Buna ek olarak elde edildiği koşulların delilin doğruluğu ve güvenilirliği üzerinde şüphe oluşturup oluşturmadığı hususu da dikkate alınmalıdır. Bir delilin başka delillerle desteklenmemesi tek başına yargılamanın hakkaniyetini zedelemese de delilin güçlü olmasına ve güvenilirliği konusunda riskin bulunmamasına bağlı olarak destekleyici delil ihtiyacı da zayıflar (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, §§ 89, 90; Ilgar Mammadov/Azerbaycan (No.2), B. No: 919/15, 16/11/2017, §§ 208, 209). AİHM içtihadına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucunun iddialarına yanıt vermekten ve başvurucunun temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme’nin maddesi davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22453 | Başvuru, yasal olarak faaliyet gösteren bir bankada gerçekleştirilen parasal işlemlerin silahlı terör örgütüne yardım etme suçuna ilişkin belirleyici delil olarak kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapuda cins itibarıyla "iki katlı kârgir ev ve bahçesi" olarak kayıtlı bulunan taşınmazın satın alınmasından sonra taşınmaz üzerindeki ruhsatsız yapı hakkında yıkım kararı alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 22/2/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir ili Urla ilçesi Balıklıova köyü Altyüz mevkisi 266 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan ve kaçak olarak inşa edildiği anlaşılan yapı sebebiyle 28/4/1977 tarihinde İzmir Bayındırlık ve İskan İl Müdürlüğünce tutanak ve rapor düzenlenmiştir. Tapu kayıtlarında "bağ" cinsi ile İ.T. adına kayıtlı bulunan taşınmaz üzerindeki kaçak yapı sebebiyle 21/8/1985 tarihinde, 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı Kanun kapsamında imar affı başvurusunda bulunulmuş ise de kaçak yapının otuz metrelik kıyı bandı içinde kaldığı gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. İ.T. taşınmaz üzerindeki yapının 1980 yılında tamamlandığına dair kendi talebi doğrultusunda Balıklıova köy muhtarı tarafından düzenlenen 12/10/1999 tarihli belgeye istinaden tapuda cins tashihi yapılması için Urla Kadastro Müdürlüğüne başvurmuştur. Kadastro Müdürlüğünce 19/10/1999 tarihinde cins tashihi yapılarak taşınmaz "bağ" iken "iki katlı kârgir ev ve bahçesi" olarak tashihen tescil edilmiştir. Başvurucu tapuda cins itibarıyla "iki katlı kârgir ev ve bahçesi" olarak kayıtlı bulunan taşınmazı 2/12/1999 tarihinde İ.T.den satın almıştır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünce Urla Tapu Sicil Müdürlüğüne gönderilen 8/6/2005 tarihli yazıda, 266 parsel sayılı taşınmazın "bağ" olan cinsinin Urla Kadastro Müdürlüğü tarafından düzenlenen 19/10/1999 tarihli değişiklik beyannamesi ve Balıklıova Köyü Muhtarlığından alınan yazıya istinaden "iki katlı kârgir ev ve bahçesi" olarak tashihen tescil edildiğini ancak cins tashihi işleminin 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi gereğince belediye veya valiliklerden ya da yeminli mimarlık ve mühendislik bürolarından yapı ruhsatnamesi alınmadan yapıldığının anlaşıldığını, bu bakımdan öncelikle taşınmaz malikine yapı kullanma izin belgesi alarak ibraz etmesi hususunda tebligat yapılması, yapı kullanma izin belgesi ibraz edilememesi durumunda taşınmazın cinsinin eski hâle getirilmesi için taşınmaz malikinin muvafakatinin sağlanması, muvafakat edilmemesi durumunda ise taşınmaz malın beyanlar hanesine yapı kullanma izin belgesi alınmadan cins tashihi yapıldığı hususu yazılarak hatalı olarak yapılan cins tashihi işleminin iptali için dava açılması hususunda Urla Belediye Başkanlığına bilgi verilmesi istenmiştir. Urla Tapu Sicil Müdürlüğü Urla Belediye Başkanlığına gönderdiği 15/2/2006 tarihli yazı ile başvurucuya ulaşılamadığı ve muvafakat alınamadığını belirterek hatalı olarak yapılan 19/10/1999 tarihli cins tashihi işleminin iptali için dava açılması gerektiği belirtilmiş, bu kapsamda Urla Belediye Başkanlığınca 266 parsel sayılı taşınmaz için tapuda cins tashihi ve eski hâle getirme talepli olarak 20/4/2006 tarihinde Urla Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Urla Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/3/2007 tarihli ve E.2006/122, K.2007/64 sayılı kararı ile dava konusu işlemin idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, davacı tarafça temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/5/2008 tarihli ve E.2008/4783, K.2008/6087 sayılı ilamı ile davacı Belediyenin davadaki taraf sıfatının tartışılarak sonuca gidilmesi gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 6/2/2009 tarihli ve E.2008/431, K.2009/32 sayılı karar ile aktif dava ehliyeti yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir. Öte yandan taşınmaz üzerindeki ruhsatsız yapı sebebiyle Urla Belediye Başkanlığı tarafından 8/2/2006 tarihli tespit ve yapı durdurma tutanağı düzenlenerek yapı mühürlenmiş; Urla Belediye Encümeninin 15/2/2006 tarihli ve 65 sayılı kararı ile başvurucunun yapıyı otuz gün içinde ruhsata uygun hâle getirmesine veya ruhsat almasına, ruhsat almadığı veya ruhsata aykırılığı gidermediği takdirde yapının yıkımına karar verilmiştir. Başvurucu 17/2/2006 tarihinde taşınmaz üzerindeki yapıya ruhsat verilmesi için Urla Belediye Başkanlığına başvurmuş ancak Urla Belediye Başkanlığı İmar İşleri Müdürlüğünün 22/2/2006 tarihli yazısı ile taşınmazın kıyı-kenar çizgisinin ilk elli metresinde kaldığı ve yapı ruhsatı düzenlenemeyeceği belirtilerek talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, üzerinde iki katlı kârgir ev ve bahçesi bulunan taşınmazı 1999 yılında tapu sicilindeki kayda güvenerek satın aldığını, taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içerisinde bulunmadığını belirterek ruhsatsız yapının yıkımına ilişkin 15/2/2006 tarihli ve 65 sayılı kararının iptali istemiyle Urla Belediye Başkanlığı aleyhine 15/3/2006 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin 15/11/2007 tarihli ve E.2006/1046, K.2007/1582 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"...ruhsatsız bulunan ve kıyı kenar çizgisinin ilk 50 metresinde kalması nedeniyle ruhsata bağlanması mümkün bulunmayan yapının yıkımına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Her ne kadar davacı vekili tarafından, 1999 tarih ve 3899 yevmiye numaralı işlemle taşınmazın iki katlı kargir evve bahçesi olarak tapuya tescil edildiği ileri sürülmüş ise de; tapuda cins tashihinin yapılmış olması yapıyı ruhsatlı hale getirmeyeceğinden bu iddiaya itibar edilmemiştir." Temyiz üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 24/10/2008 tarihli ve E.2008/2679, K.2008/7046 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Ancak başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 14/7/2009 tarihli ve E.2009/4183, K.2009/8137 sayılı ilamıyla kabul edilerek İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamının gerekçesi şöyledir: "Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlık konusu taşınmazda bulunan yapının, 1980 yılı öncesinde yapıldığı yolundaki 1999 tarihinde tesis edilen Balıklıova Muhtarlığı işlemi sonrasında, söz konusu muhtarlık izni çerçevesinde iki katlı kargir ev ve bahçesi olarak 1999 günlü, 3899 yevmiye nolu işlemle tapuya tescil edildiği, söz konusu tapu kaydında cins tashihi ve eski hale getirme istemiyle Urla Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açıldığı, anılan davanın görev yönünden reddedildiği, ancak henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, anılan taşınmazın muhtar tarafından verilen izin sonrasında iki katlı kargir ev ve bahçesi olarak tapuya tescil edilmesi karşısında, söz konusu muhtarlık izninin niteliği ortaya konulmak ve tapu kaydının düzeltilmesi istemiyle açılan davanın sonucu araştırılmak suretiyle dava konusu işlem hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir." Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 16/7/2010 tarihli ve E.2009/1248, K.2010/976 sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"3194 sayılı Yasanın maddesi uyarınca köy muhtarlığının izni ile yapı yapılabilmesi için köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturmak gerekli olup, dava konusu yapının ilk maliki olan İ.T.nin Bulgaristan doğumlu olup, emlak vergilerini ödediği 1980 ve devamı yıllarda ... Göztepe/İZMİR adresinde ikamet ettiği ve ... Trabzon'da görev yaptığı anlaşılmakla, anılan madde hükmünden davacının yararlanması mümkün değildir.Diğer yandan, davalı idare tarafından dava konusu parsele ilişkin tapu kaydında cins tashihi ve eski hale getirme istemiyle Urla Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2008 tarih ve E:2008/4783, K:2008/6087 sayılı bozma kararına uyularak Mahkemenin 2009 tarih ve E:2008/431, K:2009/32 sayılı kararı ile Türk Medeni Kanunu'nun 1027 ve Tapu Sicil Tüzüğü'nün maddesi uyarınca Belediye Başkanlığı'nın aktif dava açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar verildiği, Mahkememizin 2010 günlü ara kararı ile Urla Mal Müdürlüğünden aynı istemle dava açılıp açılmadığı sorulmuş olup, gelen cevabi yazıdan dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin kara yönünde kalması nedeniyle kıyıya terki gereken yerlerden olmadığı, tapuda şahıs adına kayıtlı olduğu, bu nedenle Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden sayılmadığından belirtilen konuda dava açılmadığı, açılmasının da düşünülmediği yolunda bilgi verildiği görülmektedir.Buna göre, hali hazırda dava konusu 5 pafta 266 parsel sayılı tapuda "bağ" olarak görülen taşınmazın yapı kullanma izin belgesi alınmaksızın Balıklıova Köy Muhtarlığının, taşınmaz üzerindeki İ.T.ye ait yapının 1980 yılında tamamlandığına ilişkin 1999 tarihli yazısı üzerine tapu kayıtlarında cins tashihi yapılarak iki katlı kargir ev ve bahçesi olarak yapılan tescilin düzeltilmesi istemiyle açılmış bir dava bulunmadığı açıktır.Diğer yandan, 1977 tarihli yapı tatil tutanağı ile köy yerleşim alanını ve 30 metrelik kıyı bandı içinde betonarme inşaat yapıldığı tespit edilen ruhsatsız yapının mühürlendiği, devamında söz konusu yapı ile ilgili olarak maliki İ.T. tarafından 1985 yılında bir katlı yapı için af müracaatında bulunulduğu, ancak yapının 30 metrelik kıyı bandı içinde kalması nedeniyle değerlendirmeye alınmadığı, 1999 yılında da iki katlı bahçeli ev olarak tapuya tescil edilen yapının 1999 tarihinde davacıya satıldığı, Urla Belediye Başkanlığı elemanları tarafından düzenlenen 2006 tarihli yapı tatil tutanağı ile zemin + 1 katlı ruhsatsız yapı yapıldığı tespit edilmiştir.Bu durumda, imar affı ruhsatı bulunmayan, 3194 sayılı Yasanın maddesi kapsamında kalmayan ruhsata tabi iken ruhsatsız yapılan ve kıyı kenar çizgisinin kara tarafında kalan yapının ruhsatsız olduğu gerekçesiyle yıkımına ilişkin dava konusu encümen kararında usul ve mevzuata aykırılık bulunmamıştır." Temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 28/3/2012 tarihli ve E.2011/5176, K.2012/2103 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 24/10/2013 tarihli ve E.2012/5801, K.2013/7134 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 16/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3194 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Yapı:a) Kuruluş veya kişilerce kendilerine ait tapusu bulunan arazi, arsa veya parsellerde,...İmar planı, yönetmelik, ruhsat ve eklerine uygun olarak yapılabilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir." 3194 sayılı Kanun'un 17/8/2011 tarihli ve 28028 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 648 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir: "Belediye ve mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve iskan ruhsatı aranmaz. Ancak yapının fen ve sağlık kurallarına uygun olması ve muhtarlıktan izin alınması gerekir." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir." 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Sahil şeridi: Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak enaz 100 metre genişliğindeki alanı,...ifade eder." 3621 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: " Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.....Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir. Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir." 3621 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Uygulama imar planı bulunmayan alanlardaki sahil şeritlerinde, 4 üncü maddede belirtilen mesafeler içinde hiç bir yapı ve tesis yapılamaz. Uygulama imar planı bulunan yerlerde duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Moloz, toprak, curuf, çöp gibi kirletici ve çevreyi bozucu etkisi olan atık ve artıklar dökülemez, kazı yapılamaz.Ancak bu alanlarda; uygulama imar planı kararıyla altı ve yedinci maddede belirtilen yapı ve tesislerle birlikte toplum yararına açık olmak şartıyla konaklama hariç günü birlik turizm yapı ve tesisleri yapılabilir." 3621 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun kapsamında kalan alanlarda ruhsatsız yapılar ile ruhsat ve eklerine aykırı yapılar hakkında 3l94 sayılı İmar Kanununun ilgili hükümleri uygulanır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/181 | Başvuru, tapuda cins itibarıyla iki katlı kârgir ev ve bahçesi olarak kayıtlı bulunan taşınmazın satın alınmasından sonra taşınmaz üzerindeki ruhsatsız yapı hakkında yıkım kararı alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümü azaltıldığı hâlde tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1975 doğumlu olup Gaziantep'te ikamet etmektedir. Gaziantep ili Şahinbey ilçesi Sarıt Mahallesi'nde kâin 104 ada 145 parsel numaralı taşınmaz 23/3/1979 tarihinde kesinleşen kadastro çalışması sonucu başvurucunun dedesi Ö.S. adına tescil edilmiştir. Taşınmazın yüz ölçümü ilk tesis kadastrosunda 900 m² olarak tapuya işlenmiştir. Ö.S.nin ölümüyle taşınmaz, çocukları S. (başvurucunun babası), G.S., E. ve N.G.ye (başvurucunun halaları) intikal etmiştir. Mirasçılar 21/1/2000 tarihinde tapu memuru önünde düzenlenen senetle iştirak hâlinde mülkiyet durumuna son vermiş ve taşınmazın 5/8 hissesini S., 1/8'er hissesini ise diğer mirasçılar adına tescil ettirmiştir. Aynı senetle başvurucunun babası S. ile halalarından E. ve N.G. taşınmazın toplam 7/8 hissesini 000 TL (200 TL) bedelle başvurucuya satmıştır. Taşınmazın 1/8 hissesi ise başvurucunun diğer halası G.S. adına kayıtlı kalmaya devam etmiştir. Kadastro ekiplerince 18/11/2016 tarihinde 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesi uyarınca yapılan yenileme çalışmasında taşınmazın gerçek yüz ölçümünün 835,20 m² olduğu tespit edilmiş ve tapu sicilindeki kayıt bu şekilde düzeltilmiştir. Başvurucu bir işlem yapmak amacıyla Tapu Müdürlüğünde bulunduğu sırada düzeltmeden haberdar olduğunu belirterek 16/1/2019 tarihinde Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine istinaden Hazine aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin Sefa Koşar (B. No: 2015/18352, 10/5/2018) kararına atıfta bulunarak devletin hatalı kayıt tutması sebebiyle ortaya çıkan zararı karşılama yükümlülüğü altında bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak üzere 000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Hazinenin savunma yazısında, başvurucunun öncelikle taşınmazı satın aldığı kişi aleyhine dava açması gerektiği ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun hangi komşu parselde fazlalık oluşmuş ise o parsel malikleri aleyhine dava açması gerektiği iddia edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan 11/6/2019 havale tarihli raporda, düzeltme işlemi sonrasında ortaya çıkan 064,80 m²lik farkın sebebinin ilk tesis kadastrosunda komşu 146 ve 147 parsel numaralı taşınmazlara ait alanların hatalı olarak başvuruya konu taşınmaz içinde sınırlandırılmasından kaynaklandığı görüşü açıklanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 14/10/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtayın bazı kararlarına atıfla 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yapılan yenileme kadastrosuna itiraz niteliğindeki davalarda husumetin taşınmazlarının yüz ölçümü artan ya da lehlerine sınır değişikliği yapılan maliklere yöneltilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, kadastro idaresine karşı ancak taşınmazın miktarında hesap hatası ya da kullanılan yöntem farklılığı gibi sebeplerle azalma meydana gelmesi hâlinde dava açılabileceği ifade edilmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazın yüz ölçümünün azalmasının sebebinin komşu parsellere kayma olarak açıklandığının vurgulandığı kararda, davanın komşu taşınmazların malikleri hasım gösterilmek suretiyle açılması gerektiği, taraf sıfatı bulunmayan Kadastro Müdürlüğü aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğu sebebiyle reddedildiği açıklanmıştır. Nihai karar 14/10/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 3402 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası ve ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Evvelce tespit, tescil veya sınırlandırma suretiyle kadastro veya tapulaması yapılmış olan yerlerin yeniden kadastrosu yapılamaz. Bu gibi yerler ikinci defa kadastroya tâbi tutulmuşsa, ikinci kadastro bütün sonuçlarıyla hükümsüz sayılır ve Türk Medenî Kanununun 1026 ncı maddesine göre işlem yapılır. Süresinde dava açılmadığı takdirde, ikinci defa yapılan kadastro, tapu sicil müdürlüğünce re’sen iptal edilir.Ancak;a) Tapulama, kadastro veya değişiklik işlemlerine ilişkin; sınırlandırma, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan hataları gidermek üzere uygulama niteliğini kaybeden, teknik nedenlerle yetersiz kalan, eksikliği görülen veya zemindeki sınırları gerçeğe uygun göstermediği tespit edilen kadastro haritalarının tekrar düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin sağlanması amacıyla tapulama ve kadastro görmüş yerlerde,...Birinci fıkra hükmü uygulanmaz...." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. " İlgili Yargıtay kararları ile uluslararası hukuk için bkz. Sefa Koşar, §§ 28- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38336 | Başvuru, taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümü azaltıldığı hâlde tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin bir toplantıya müdahalesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sırasında kullanılan gaz fişeğinin bir kişiye isabet etmesi neticesinde bu kişide yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunarak 1/6/2013 tarihinde Ankara Kızılay'da gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinde bacağına gelen biber gazı kapsülüyle yaralaması nedeniyle sorumluların cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucu 1/6/2013 tarihinde Başkent Üniversitesi Hastanesine başvurmuştur. Başkent Üniversitesi Hastanesi tarafından hazırlanan 3/6/2013 tarihli raporda başvurucuya sağ diz iç yan bağ yaralanması tanısı konmuş ve başvurucunun on beş gün istirahatı uygun görülmüştür. Başvurucu aynı hastanede 18/6/2013 tarihinde muayene edilmiş ve başvurucunun on gün daha istirahat etmesi uygun görülmüştür. 18/7/2013 tarihinde Başsavcılık; Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak soruşturmaya esas olmak üzere ilgili belge, tutanak, evrak, kamera kayıtlarıyla biber gazı kapsülü veya plastik mermi kullandığı tespit edilen görevli tüm polis memurlarının açık kimliklerinin gönderilmesini talep etmiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü, Başsavcılığa yazdığı 5/8/2013 tarihli yazıda müzekkere doğrultusunda gerekli yazışmalar yapılmak suretiyle çalışmalara başlandığını belirtmiştir. Emniyet Müdürlüğü yaptığı yazışmalar sonucunda eylemcilerin verdiği zarardan dolayı olay anında kayıt yapılamadığından görüntü kaydı olmadığını, bahse konu bölgedeki kameraların 6/7/2013 tarihi öncesine ait görüntülerinin olmadığını, MOBESE görüntülerininse veri tabanında bir ay süreyle tutulduğunu belirtmiştir. 27/8/2013 tarihinde Başsavcılık başvurucunun ikamet adresinin bulunduğu yerdeki başsavcılıktan istinabe talep ederek başvurucuya teşhis işlemi yaptırılmasını istemiştir. İstinabe talep edilen yer başsavcılığı, başvurucunun ikamet adresini değiştirmesi nedeniyle istinabe evrakını bila ikmal iade etmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, 2013 yılı Ekim ayında Başsavcılığa gönderdiği yazıda başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığını belirtmiştir. 13/11/2013 tarihinde Başsavcılık, Adli Tıp Kurumuna yazı yazarak başvurucunun tedavi evrakıyla durumunun değerlendirilerek eldeki bilgilere göre düzenlenecek kesin raporun gönderilmesini istemiştir. Adli Tıp Kurumu 18/11/2013 tarihli kesin raporunda başvurucunun yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmasa da başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığını bildirmiştir. 20/11/2013 tarihinde Başsavcılık, başvurucunun şikâyete ilişkin ayrıntılı ifadesini almıştır. Başvurucu, vekili eşliğinde verdiği ifadesinde şikâyet dilekçesini tekrar etmiştir. Başvurucu, ifadesinde polis memurlarını kasklı olmaları ve tek tip kıyafet giymeleri nedeniyle teşhis etmesinin mümkün olmadığını beyan etmiştir. 1/8/2016 tarihinde Başsavcılık, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak başvurucunun yaralanmasına neden olan polis veya polislerin açık kimlik bilgilerinin tespit edilerek Başsavcılıkta hazır edilmesini istemiştir. 6/9/2016 tarihinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, 15 Temmuz 2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından gerçekleştirilmek istenen darbe teşebbüsü sırasında Emniyet Müdürlüğüne uçaktan atılan bombanın ana su şebekesini patlatması sonrası arşivin tamamen su altında kalarak balçığa bulandığını, 2015 yılı ve öncesine ait arşiv kayıtlarının kullanılamaz hâle geldiğini Başsavcılığa iletmiştir. 2017 yılının Aralık ayında Ankara Emniyet Müdürlüğü; Başsavcılığa gönderdiği yazıda arşiv kayıtlarının kullanılamaz hâle geldiğini, konuyla ilgili çalışmaların devam ettiğini, şuçu işlediği iddia edilen görevlilerin bulunması hâlinde gelişmeler hakkında bilgi verileceğini bildirmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü 12/3/2018 tarihinde Başsavcılığa gönderdiği yazıda başvurucunun yaralanmasına neden olan görevlilerin tespitiyle ilgili gerekli çalışmaların devam ettiğini, suçu işlediği iddia edilen görevlilerin bulunması hâlinde bilgi verileceğini ifade etmiştir. 8/6/2018 tarihinde Başsavcılık, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak başvurucunun yaralanmasına neden olan şüphelilerin tespiti amacıyla gerekli araştırmanın yapılmaya devam edilmesini ve konuyla ilgili olarak üç aylık aralıklarla Başsavcılığa bilgi verilmesini istemiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü 11/6/2018 tarihinde ve 2018 yılı Ağustos, Kasım ayında Başsavcılığa gönderdiği yazılarda başvurucunun yaralanmasına neden olan görevlilerin tespiti ile ilgili çalışmaların devam ettiğini, suçu işlediği iddia edilen görevlilerin bulunması hâlinde bilgi verileceğini belirtilmiştir. 27/11/2018 tarihinde Başsavcılık yapılan tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği gerekçesiyle daimi arama kararı vermiştir. Kararda Başsavcılık Emniyet Müdürlüğünden şüpheli veya şüphelilerin zamanaşımı tarihine kadar aranmasını, bulunduklarında savunmalarının alınmasını, bulunamadıkları takdirde yapılan araştırma sonucunun üçer aylık dönemlerle bildirilmesini istemiştir. 30/11/2018 tarihinde Başsavcılık, faili meçhul suçla ilgili olarak bugüne kadar yapılan tüm araştırmalarda olay faili ya da failleri tespit edilemediğinden evrakın Zamanaşımı Bürosuna gönderilmesine karar vermiştir. 14/2/2019 tarihinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, Başsavcılığa gönderdiği yazıda başvurucunun yaralanmasına neden olan görevlilerin tespiti ile ilgili çalışmaların devam ettiğini, suçu işlediği iddia edilen görevlilerin bulunması hâlinde bilgi verileceğini bildirmiştir. Başvurucu 14/2/2019 tarihli yazıya atıf yaparak etkili bir soruşturma yürütülmediğini, dosyanın zamanaşımından düşmesinin Başsavcılıkça beklendiğini belirterek Anayasa Mahkemesine başvurma zorunluluğunun doğduğunu ifade etmiş ve 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 18/9/2020, 29/12/2020 ve 16/4/2021 tarihlerinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, Başsavcılığa gönderdiği yazılarda ilgili görevlilerin tespitiyle ilgili çalışmanın devam ettiğini belirtmiştir. Başvurucu 22/2/2021 tarihinde Başsavcılığa yazdığı yazıda şüpheli polis memurlarının tespitiyle ilgili çalışma yapıldığının belirtildiğini ancak uzun süredir Başsavcılığa bilgi verilmediğini ifade ederek şüphelilerin tespiti ile ilgili ne tür çalışmaların yapıldığını, bu çalışmaların yeterli olup olmadığının araştırılmasını, şüphelilerin tespiti için her türlü işlemin yapılmasını talep etmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, Başsavcılığa gönderdiği 10/6/2021 tarihli yazıda daimî arama süresinin tamamlandığını belirtmiştir. Başsavcılık 3/9/2021 tarihinde başvurucunun şikâyetine konu olayla ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararda suç tarihinden bu güne kadar tüm aramalara rağmen fail ya da faillerin bulunamadığı, atılı suçun sekiz yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, zamanaşımı süresinin 1/6/2021 tarihinde dolduğu, zamanaşımını kesen ya da durduran herhangi bir usuli işlemin gerçekleşmediğini belirtmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı 10/10/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmemiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34875 | Başvuru, kolluk görevlilerinin bir toplantıya müdahalesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sırasında kullanılan gaz fişeğinin bir kişiye isabet etmesi neticesinde bu kişide yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş sözleşmesi feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların iddiasına göre iş sözleşmeleri, sendikal nedenlerle sonlandırılmıştır. Başvurucular bu kapsamda işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Açılan davaların tamamında ilk derece mahkemesi davaların kabulüne ve başvurucular lehine sendikal tazminata hükmetmiştir. Buna karşın Bölge Adliye Mahkemesi sendikal fesih olgusunun gerçekleşmediği gerekçesiyle bu yönden davaları kesin olarak reddetmiştir. Nihai kararların tebliği üzerine başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25120 | Başvuru, iş sözleşmesi feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmadan müddetname düzenlenmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Kamuoyunda Madımak olayları olarak bilinen ve 35 kişinin ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin olarak Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığı 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu gereğince cezalandırılmaları talebiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu 94 sanık hakkında Kayseri DGM nezdinde; Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun da aralarında bulunduğu 78 sanık hakkında yakarak adam öldürme suçundan Sivas Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde; yine aynı Başsavcılık 6/10/1983 tarihli ve 2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı davranış nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu 102 sanık hakkında Sivas Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davaları açmıştır. 3713 sayılı Kanun kapsamında açılan davada Başsavcılık, iddianamede şu değerlendirmelere yer vermiştir:"Son zamanlarda Salman Ruşdi'nin Şeytan Ayetleri isimli kitabını Türkçe'ye çevirerek Aydınlık Gazetesi'nde tefrikalar halinde yayınlayan yazar Aziz Nesin'e Müslüman Kamuoyunda tepki meydana gelmiş olup, hadise günü olan 2/7/1993 günü sabahı 'Müslüman Kamuoyuna' başlıklı ve Müslümanlar imzalı bildiriler Sivas merkezinde dükkanların kapıları altlarından dükkanlara atılmış, bu bildiride özetle; Peygamber, onun zevcelerine, Kabeye ve Kuran'a küfredilerek müminlerin izzet ve namusuna Salman Rüşdi'nin kitabında saldırıldığı, bunların da Aydınlık Gazetesi'nde A.N. tarafından yayımlandığı, laik ve iki yüzlü Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından kitabın yayımlanmasına izin verilip, bunu protesto eden izzetli Müslümanların devletin polis ve jandarması tarafından joplanıp kurşunlanarak hapishanelere atıldığı bildirilmiş, A.N.nin yanında bir ekip ile Sivas Valisi tarafından Sivas'a davet edilip, şehirde Müslümanlarla alay edercesine dolaştığı bildirildikten sonra günün Müslümanlığın gereğini yerine getirme günü olduğu, günün Allah'a, Kuran- ı Kerim'e, Allah'ın Meleklerine, Hz. Muhammed'e ve Hz. Muhammed'in ailesi ile eshabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günü olduğu belirtilerek, bunun hesabının sorulması için bu bildiri ile Sivas'ın Müslüman halkı tahrik ve teşvik edilmiş, kendine Müslümanlar adını veren örgüt hadise gününü hesap sorma günü olarak Müslüman Kamuoyuna başlıklı bildiri ile Sivas halkına duyurmuştur. Hadise günü cuma namazı kılındıktan sonra Paşa Camii'nden ve Meydan Camii'nden çıkan grupların 'Müslümanlar' isimli örgütün 'Müslüman Kamuoyuna' başlıklı bildirisinde belirtildiği gibi yazar A.N. ile Sivas Valisine olan tepkilerini dile getirmek için izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü başlatmış olup, 'Allahuekber, Vali istifa, Şeytan Vali, Şeytan A, Sivas A.ya mezar olacak' diye sloganlar atarak saat 30 sıralarında kanunsuz gösteri yürüyüşü başlatılmış olup, sanıkların bu gösteri yürüyüşüne katılarak idarenin ve zabıtanın yumuşak ve tavizkar davranışlardan faydalanan topluluğun 7,5 saat boyunca Sivas'ta kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşünü Vilayet önü, İstasyon Caddesi, Kültür Sarayı ve Madımak Oteli yönünde devamlı sürdürmüşler, bu yürüyüşü kanunsuz olarak tertipleyen 'Müslümanlar' isimli örgütün tahrik ve teşviki ile bu örgüte katılıp 7,5 saat boyunca sanıklar kanunsuz gösteri ve yürüyüş grubu içerisinde yer alarak aynı amaç etrafından birleşmek suretiyle 3713 sayılı Kanun'un 1/ maddesindeki topluluğu oluşturmuşlardır, sanıkların hadise günü dinsizliğin ve ateistliğin propagandası yapılıyor diye tepki göstermek için bildiri doğrultusunda bir araya toplanarak yaptıkları kanunsuz yürüyüşte 'Yaşasın Hizbullah, Zafer İslamın, Allahu ekber, Vali istifa, Şeytan Vali, Şerefsiz Vali, Şeytan A, Sivas A.ya mezar olacak, kafirler içeride onları yakacağız, Laiklik gidecek, Şeriat gelecek, Müslüman Türkiye, Şeriat gelecek zulüm bitecek, Laikliğe son, Laik düzen yıkılacak, Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacak, yaşasın şeriat, şeriat isteriz, tek yol İslam, asker dinsize siper olamaz, kahrolsun laiklik, asker Bosna'ya, Kuran'a uzanan eller kırılsın, kanımız aksa da zafer İslamın" diyerek slogan attıkları, sanıkların bu şekilde laiklik karşıtı şeriat düzeni olan özlemlerini dile getirerek gösteri yapıp 7,5 saat boyunca Sivas'ta hadise günü güç gösterisinde bulundukları, tüm sanıkların Müslümanlar isimli örgütün Müslüman Kamuoyuna başlıklı bildirisindeki gibi davranarak hadise günü Müslümanlar isimli örgüte katılıp, bu örgütün Sivas'ta propagandasını yaptıkları, sanıkların bu şekilde Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet suçunu işledikleri... [anlaşılmıştır.]" Yargıtay Ceza Dairesi 18/8/1993 tarihinde bu kamu davalarının Ankara Devlet Güvenlik, Ağır Ceza ve Asliye Ceza Mahkemelerine nakledilmesine karar vermiştir. Bu Mahkemeler arasında görev uyuşmazlığı çıkması üzerine Yargıtay Ceza Dairesi davaların Ankara DGM'de görülmesini karara bağlamıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun yakarak adam öldürme suçundan 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi gereğince idamla cezalandırılmasına, eylemin faili bilinmeyen şekilde adam öldürmek olarak kabulü ile cezanın 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi uyarınca 20 yıl ağır hapse indirilmesine, haksız tahrik hükümleri uygulanarak neticeten 15 yıl ağır hapis ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme kararında 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçunun oluşmadığına ilişkin olarak şu tespitlere yer verilmiştir:"Davanın mahkememizdeki yargılama aşamasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Türkiye çapında ve Sivas ilinde 'Müslümanlar' adlı bir örgütün bulunup bulunmadığı sorulmuş, gelen 13/11/1993 tarih ve 293698 sayılı cevabi yazıda Müslümanlar adı altında faaliyet gösteren her hangi bir örgütün bulunmadığı belirtilmiştir. Sivas Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi Müdürü ve diğer Emniyet görevlileri, Sivas ilinde faaliyet gösteren her hangi bir dinci örgütün bulunmadığını beyan etmişlerdir....Yargıtay içtihatları da, Anayasa nizamını bozmaya, değiştirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik fiillerin örgütlü olması unsurunu kabul etmekte olup olayımızda böyle bir örgütün varlığının tespit edilememiş olması sebebiyle TCK'nun maddesinin unsurlarından birincisi olan örgütlenme şartı gerçekleşmemiştir....O halde eylemler A.N.nin şahsı ile ilgili ve sadece o yöreye mahsus bir eylem olarak değerlendirilmelidir ve bu eylemler belirli merkezden yönlendirilmelidir. Oysa bu eylemlerin kimler tarafından hangi maksatla düzenlendiği dahi tespit edilememiştir. Bu tür eylemlerde mutlaka eylemlerin düzenleyicisi yani örgütün lider kadrosu tarafından planlanan ve Türkiye genelinde hedeflenen eylemleri içeren bu kanun hükmünün sadece bir şehirde ve belirli bir süre içerisinde eylem yapıldıktan sonra faaliyetlerine son verilme gibi bir düşünce olamaz, dolayısıyla bu olay düzenleyicilerinin ve organizatörlerin tespiti ve bu tespitten sonra örgütsel bağı ve örgütün Türkiye genelindeki amaca yönelik eylemlerinin tespiti gerekmektedir. Halbuki Sivas olaylarında yakalanan sanıkların örgütsel organik bağları tespit edilemediği gibi böyle bir örgütün Türkiye genelinde ve ne şekilde faaliyette bulunduğu da tespit edilememiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sivas İl Emniyet Müdürlüğü 'Müslümanlar' adı altında Türkiye genelinde yaygın organik bağ içinde faaliyette bulunan yasadışı bir örgütün varlığını tespit edememişlerdir." Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12/2/1996 tarihli tebliğnamesinde; olayların Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın laik Cumhuriyet ilkesini ortadan kaldırmaya yönelik amaçlar için teşkil edilmiş gizli veya açıkça faaliyet gösteren bir örgütçe düzenlendiği, olaylara karışanların böyle bir örgütle irtibatlarının bulunduğu hususlarının belirlenemediği vurgulandıktan sonra olayın 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi kapsamında mütalaa edilemeyeceği ifade edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/9/1996 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Yargıtay bu kararıyla başvurucuya isnat edilen eylemin anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs niteliğinde olduğuna işaret etmiştir. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Yine bu suçun işlenmesi için önceden oluşturulmuş silahlı olsun veya olmasın bir örgüt veya çete bulunmasında zorunluluk olmadığı gibi olaydan önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve dayandığı temel ilkelere aykırı açıklamaları da kapsayan bildiriler dağıtılmış olması, olay sırasında sürekli olarak atılan sloganların başka olaylarda yasadışı örgüt elemanlarınca atılmış bulunan sloganlarla ayniyet göstermesi, bu örgütlerin el işaretlerinin yapılmış olması, bu eylemlerin aynı amaç ve strateji doğrultusunda ve bir organizasyon dahilinde gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.Somut olayda 7-8 saatlik uzun bir zaman süreci içerisinde güvenlik görevlilerince yapılmış olan çeşitli uyarılara rağmen dağılınmayarak Hükümet Konağının önünde bulunan güvenlik görevlilerinin kurduğu barikatın da zorlanıp Devlet ve Hükümet'in ilde temsilcisi olan Vali'ye 'şerefsiz Vali', 'Vali istifa' şeklinde yürüyüşler ve toplanmalar sırasında Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkelerine aykırı biçimde 'şeriat gelecek, zulüm bitecek', 'Cumhuriyeti burada kurduk, burada yıkacağız', 'yaşasın şeriat', 'Kahrolsun laiklik', 'şeriat isteriz', 'dinsiz laikler' sloganlarının atılması, bir kısım işyeri, mesken ve araçların yakılması, 'yak, yak' sloganları altında, güvenlik görevlilerinin kurduğu barikatın cebir kullanılmak suretiyle aşılıp Otel'in yakılması suretiyle 35 kişinin öldürülmüş ve çok sayıda kişi ve güvenlik görevlisinin yaralanmış bulunması ve nihayet Türk İnkılabının temel taşlarından birisi olan Sivas Kongresi'nin imzalandığı ve sonradan müzeye dönüştürülmüş bulunan bina ile önündeki Atatürk Heykeli'nin tahrip edilmiş olması, olayda kullanılan cebri, bir kısım icra hareketlerinin TCK'nın maddesinde belirtilen sonucu yaratmaya elverişliliğini ve A.N.nin düşünce ve davranışları bahane edilmek suretiyle Anayasal Düzenin en önemli ilkelerinden olan 'Cumhuriyetçilik' ve 'Laiklik' ilkelerinin ortadan kaldırılmasına yönelik bulunduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır." Yargıtayın bozma kararına uyan Ankara 1 No.lu DGM 28/11/1997 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu 38 sanığın anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçundan idam cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 24/12/1998 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 31 sanık hakkındaki hükmü nüfus kayıtlarının, cilt numarasının ve mührünün tam olarak okunamadığı gerekçesiyle bozmuştur. Ankara 1 No.lu DGM 16/6/2000 tarihli kararıyla bozma ilamında değinilen usule ilişkin noksanları giderdikten sonra başvurucunun da aralarında bulunduğu 38 sanığın yine anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçundan mahkûmiyetine ve idam cezası ile cezalandırılmasına, tahrik veya başkaca bir nedenle herhangi bir indirim hükmünün uygulanmamasına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 4/5/2001 tarihinde bu kararı onamış ve mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir. 17/10/2002 tarihli ek kararla başvurucu hakkında verilen idam cezası müebbet ağır hapis cezasına çevrilmiş, daha sonra Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 23/6/2005 kararıyla müebbet ağır hapis cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülmüş ve hükmün bu şekilde infazına karar verilmiştir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu hükümlüler 29/7/2003 tarihli ve 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu'ndan yararlanma talebinde bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2006 tarihli ek kararıyla bu talebin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"4959 sayılı Yasanın maddesinde bu kanunun terör örgütü mensubu olup silahlı mukavemet göstermeksizin kendiliğinden veya vasıtalı olarak teslim olanlar yahut kendiliğinden örgütten çekildiği anlaşılanlar ile yakalanmak suretiyle ele geçirilenlerden terör örgütü tarafından işlenen suçlara iştirak etmeyenler ile iştirak edenler ve terör örgütü mensuplarına hal ve sıfatını bilerek yardım edenler hakkında uygulanacağı belirtilmiş; yasanın maddesinde de terör örgütü mensubu olup da hüküm kesinleştikten sonra terör örgütü içindeki konumu ve faaliyetleri ile uyumlu bir şekilde terör örgütünün yapısı, faaliyetleri, işlenen suçlar ve diğer failler hakkında doğru bilgi verdiği tespit edilmesi halinde hükümlülerin cezalarının indirerek hükmolunacağı belirtilmiştir.4959 sayılı Yasanın maddesinde hükümlüler hakkında uygulanabilmesi için suç işleyerek yakalananlardan örgütün dağılmasına veya çökertilmesine yeterli bilgi verenlerin ve suç işleyerek yakalananlardan pişman olduğunu bildirerek yine örgütün yapısı ile ilgili bilgi verenlerin istifade edebileceği belirtilmiştir. Hükümlüler mahkememize vermiş oldukları dilekçelerinde 4959 sayılı Yasadan istifade etmek istediklerini belirtmiş olmakla birlikte yeniden alınan savunmalarında örgütün yapısı ve diğer suçlular hakkında açıklayıcı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 25/9/2006 tarihli ve 60332 sayılı hükümlülerin topluma kazandırma Yasasından istifade edip etmeyecekleri yönünde mahkememiz tarafından yazılan müzekkereye verilen cevapta hükümlüler hakkında 4959 sayılı yasanın uygulanabilmesi için bir terör örgütünün varlığına, bu örgüte mensubiyet şartına bağlandığı, oysa kayıtlara ve dosyanın tetkikinde kamuoyunda Sivas olayları olarak bilinen olayın faillerinin mensup oldukları herhangi bir örgütün varlığına rastlanılmadığı, dolayısıyla faillerin herhangi bir örgüte üye olup olmadıkları, herhangi bir örgütün üst seviyesindeki yönetim biriminde yer alıp almadıkları ile tamamı üzerinde etkin olacak şekilde herhangi bir terör örgütünü sevk ve idare edip etmedikleri belirlenemediği belirtilmiştir.Dosya içeriği ve hükümlülerin hukuki durumları incelendiğinde meydana gelen olaylarla ilgili açıklayıcı bilgi vermedikleri gibi 4959 sayılı yasa hükümlerinin hükümlüler yönünden uygulanmasını gerektirir bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından hükümlüler ve hükümlüler vekillerinin vaki taleplerinin reddine karar verilmesi gerek[ir]." Bu karar 31/3/2010 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesince onanmıştır. 21/4/2013 tarihli müddetnamede, başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldığı, infaz türünün 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (16) numaralı fıkrası kapsamında olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 2/12/2020 tarihli dilekçesinde; hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiğini, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının terör suçluları yönünden ölünceye kadar devam edeceğini ancak kendisinin terör suçlusu olmadığını, üzerine atılı suçu bir örgüt faaliyeti kapsamında işlemediğini, terör suçları ve terör suçlusu kavramlarının 3713 sayılı Kanun'un , ve maddelerinde tanımlarının yapıldığını, terör suçu ile terör suçlusu kavramlarının farklı olduğunu, her terör suçunu işleyen kişinin terör suçlusu olmadığını, terör suçu olmakla birlikte bir örgüt kapsamında işlenmemiş suçlarda ölünceye kadar infaz rejiminin uygulanamayacağını, herhangi bir örgüte bağlı suç işlemediğini, hakkında koşullu salıverilme hükümleri uygulanmadan hazırlanan müddetnamenin de tüm bu nedenlerden hatalı olduğunu, 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince infazın yapılması gerektiğini belirterek müddetnamedeki bu hatanın giderilmesini talep etmiştir. Sivas İnfaz Hâkimliği 8/3/2021 tarihinde infaza konu ilamın terör suçu olması nedeniyle 5275 sayılı Kanun'un geçici maddesi ve 3713 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca aldığı ceza itibarıyla başvurucunun koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamayacağını belirterek talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, dile getirdiği iddialara ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadan gerekçesiz bir şekilde talebinin reddine karar verildiğini belirterek İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz etmiştir. Sivas Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2021 tarihinde, Sivas İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 22/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar. (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur. (3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/2 md.) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır." 5275 sayılı Kanun'un "Koşullu salıverilme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir. (2) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar yirmidört yılını, diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının yarısını infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. (Ek cümleler:14/4/2020-7242/48 md.) ... (16) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, "Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar" başlıklı Dördüncü Bölüm, "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı Beşinci Bölüm, "Milli Savunmaya Karşı Suçlar" başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz." 5275 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir: "2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla; ölüm cezaları, müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları, koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası, hayatı boyunca devam eder." 3713 sayılı Kanun'un "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesinin 29/6/2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanun'un maddesiyle ilga edilmeden önceki ikinci ve üçüncü fıkrasının ilk hâli şöyledir:"Bu Kanunda yazılı olan örgüt, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır. Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de kapsar." 3713 sayılı Kanun'un "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının 15/7/2003 tarihli ve 4928 sayılı Kanun'la değişik hâli şöyledir:"İki veya daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla birleşmesi halinde bu Kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesinin mevcut hâli şöyledir:"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir. (Mülga ikinci ve üçüncü fıkralar: 29/6/2006-5532/17 md.)" 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Koşullu salıverilme" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Ölüm cezaları 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez… " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ceza kavramını özerk bir Sözleşme kavramı olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda Sözleşme’nin maddesinde güvence altına alınan ilkeyi etkin korumak amacıyla, bir tedbirin özü itibarıyla bir ceza oluşturup oluşturmayacağı konusunda ulusal yargı makamlarının yorumlarına bağlı kalmadan değerlendirme yapılmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak bir cezanın varlığı için suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, daha sonra tedbirin niteliği, amacı, ulusal hukuk açısından nasıl kabul edildiği, tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirilmektedir (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, §§ 81, 82; Welch/Birleşik Krallık, B. No: 17440/90, 9/2/1995, §§ 27, 28). AİHM ceza kabul edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir tedbir arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede tedbirin niteliği ve amacının cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklikle ilgili olduğunda bu tedbirin Sözleşme’nin maddesi kapsamında ceza olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Hogben/Birleşik Krallık, B. No: 11653/85, 23/7/1985; Hosein/Birleşik Krallık, B. No: 26293/95, 28/2/1996, Del Rio Prada/İspanya, § 83). Ancak AİHM, bu hususta maddenin ikinci cümlesinde ifade edilen "verilme" sözcüğünün cezanın infazına veya icrasına ilişkin tüm tedbirlerin bu maddenin koruma alanı dışında olduğu şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir (Del Rio Prada/İspanya, § 88). Bunun sonucu olarak da AİHM, cezaya hükmedildikten sonra veya ceza infaz edilirken idari yetkililer ve mahkemeler tarafından yapılacak uygulamaların cezayı veren mahkemenin öngördüğü ve kapsamını belirlediği cezanın farklı tanımlanmasına veya değiştirilme ihtimaline yol açabileceğini kabul etmiştir. Aksi takdirde idari yetkililer veya mahkemelerin verilen cezanın kapsamını geçmişe dönük olarak, mahkûm edilen kişinin suçu işlediği veya cezaya çarptırıldığı zamanda böyle bir gelişmeyi öngöremeyecek ve zararına olacak şekilde yeniden tanımlayan tedbirler alabileceği kabul edilecektir (Del Rio Prada/İspanya, § 89). Ceza infaz mevzuatında yapılan değişikliklerin müebbet hapis cezası çeken mahkûmları ceza indirimi hakkından yoksun bıraktığı Kafkaris/Kıbrıs (B. No: 21906/04, 12/2/2008) davasında AİHM; yapılan değişiklikleri, başvurucuya verilen ve müebbet hapis cezası şeklinde devam ettirilen cezanın aksine bu cezanın infazıyla ilgili görmüştür. Ceza infaz kurumu mevzuatında ve tahliye koşullarında yapılan değişikliklerin başvurucunun hapis cezasını ağırlaştırmış olabileceğini kabul etmekle birlikte bu değişikliklerin davayı gören mahkemenin verdiğinden daha ağır bir ceza dayattığı şeklinde bir yoruma varılamayacağını açıklamıştır. Bu bağlamda tahliye politikaları, bu politikaların uygulanması ve bunların ardında yatan gerekçelerle ilgili meselelerin Sözleşme’ye taraf devletlerin kendi ceza politikalarını belirleme yetkisi dâhiline girdiğini yinelemiştir (Kafkaris/Kıbrıs, § 151). Ancak AİHM aynı zamanda, fiiliyatta ceza teşkil eden bir tedbirle cezanın infazını ilgilendiren bir tedbir arasındaki ayrımın her zaman net olmayabileceğini kabul etmiştir (Kafkaris/Kıbrıs, § 142). Del Rio Prada davasına konu olayda başvurucu; terör örgütü ETA üyesi olma, (çok sayıda) öldürme, öldürmeye teşebbüs ve diğer suçlar nedeniyle 000 yıldan fazla hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucuya verilen hapis cezaları için ilgili kanun uyarınca infaz edilecek süre, azami süre olan otuz yıl olarak belirlenmiştir. İlgili kanuna göre hükümlüler belli durumlarda infaz ettikleri süre karşılığında ceza indirimi alabilmektedir. Kanunda açıklık olmamasına rağmen başvurucunun mahkûm olduğu suçları işlediği ve cezalarının toplandığı tarih itibarıyla geçerli olan yerleşik içtihatlara ve uygulamaya göre birden fazla suçtan mahkûm olup cezaları toplanan ve infaz edeceği süre otuz yıl olarak belirlenen kişilere de bu indirimler otuz yıl üzerinden uygulanmaktadır. Başvurucu cezasını infaz ederken yüksek mahkeme 2006 yılında başka bir davada içtihat değiştirmiş ve indirimlerin infazda geçecek azami süreye değil her bir cezaya ayrı ayrı uygulanacağı, bu indirimler sonucu bulunan sürelerin toplamının otuz yılı aşamayacağı şeklinde Parot doktrini olarak bilinen içtihadını geliştirmiştir. Bu içtihada dayanılarak başvurucunun fiilen infaz edeceği süre yeniden belirlenmiş ve tahliyesi için infaz etmesi gereken süre yaklaşık dokuz yıl uzamıştır. AİHM Parot doktrininin başvurucunun durumuna uygulanmasının başvurucuyu, kanunen ve cezaların infazından sorumlu hâkimlerin nihai kararları uyarınca hak kazandığı, alıkonma boyunca yapılan işlerden dolayı elde edilen ceza indirimlerinin fayda sağlayan her türlü etkisinden mahrum bıraktığını kaydetmiştir. AİHM’e göre başvurucunun cezaları birleştirilerek otuz yıllık fiilî bir hapis süresiyle sınırlandırılmasına rağmen başvurucunun hak kazanması gereken ceza indirimlerinin bu sınırlandırılmış süre üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktır. AİHM ceza kanunu hükümlerinin somut davadaki uygulanma biçiminin basit bir ceza infaz kurumu politikasının ötesine geçtiğini, hapis süresi boyunca yapılan işlerden dolayı hak kazanılan ceza indirimlerinin tatbikine Parot doktriniyle getirilen yeni yaklaşımın benimsenmesinin sadece başvurucuya verilen cezanın infazını ilgilendiren bir tedbir olarak görülemeyeceğini, bu tedbirin aynı zamanda verilen cezanın kapsamının yeniden tanımlanmasına da yol açtığını, Parot doktrini neticesinde otuz yıllık azami hapis cezası süresinin alıkonma süresince yapılan işlerden dolayı hak kazanılan ceza indirimlerinin uygulanacağı müstakil bir ceza olmaktan çıkıp fiilen böylesi hiçbir indirimin uygulanmayacağı otuz yıllık bir ceza hâline geldiğini belirtmiştir. AİHM, bu gerekçelerle Sözleşme’nin maddesinin uygulanabilir olduğuna karar vermiştir (Del Rio Prada/İspanya, §§ 107-110). | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34231 | Başvuru, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmadan müddetname düzenlenmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Gazale Ergüven'in babası, başvurucular Fatma Yaman ve Zekiye Yaman'ın mirasçısı oldukları eşlerinin murisleri olan babaları ve diğer başvurucuların dedeleri olan murisleri aleyhine 2/4/1970 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş ve söz konusu dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20319 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/6431 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6431 | Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; riskli yapı kapsamında olması sebebiyle yıktırılan taşınmazın yeni paylaşım yönteminin belirlenmesine ilişkin malikler kurulu kararının hukukiliğinin incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, malikler kurulu kararına rıza göstermeyen paydaşın hissesinin kamu otoritelerince satılması ve satış bedelinin düşük olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 29/12/2017, 14/2/2018 ve 19/12/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/4929 ve 2018/37475 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu 1955 doğumlu olup Ankara'da, ikinci başvurucu ise 1952 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucular İstanbul ili Kadıköy ilçesi Erenköy Mahallesi'nde kâin 106 pafta 1167 ada 28 parsel sayılı taşınmazda dört işyeri ve bir daire olmak üzere beş bağımsız bölümün hisseli malikidir. Söz konusu taşınmaz 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli yapı olarak tespit edilmiş ve 27/8/2015 tarihinde de yıktırılmıştır. Taşınmaz üzerindeki kat mülkiyeti, yıkım işleminden sonra 4/9/2015 tarihinde müşterek mülkiyete dönüştürülmüştür. Başvurucuların toplam hissesi 16/100 şeklindedir. Hissedarlar 7/11/2015 tarihinde toplantı gerçekleştirmiş, toplantıya katılan ve üçte iki çoğunluğu teşkil eden hissedarlar, yıkılan apartmanın yenilenmesi için S. Anonim Şirketi ile 23/10/2015 tarihinde imzalanmış olan kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ve projenin kabulüne karar vermiştir. Yeni paylaşıma göre başvuruculara kot seviyesinde iki daire verilmiştir. Başvurucular bu toplantıya katılmış ise de bu karara iştirak etmemiştir. Başvurucuların S. Anonim Şirketi ile 23/10/2015 tarihinde imzalanmış olan kat karşılığı inşaat sözleşmesine rıza göstermemesi üzerine diğer paydaşlar, başvurucuların hisselerinin 6306 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca resen satılması için İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne (İdare) müracaat etmiştir. İdare tarafından taşınmazın tahmini metrekare birim değeri 000 TL, başvurucuların hissesinin toplam değeri ise 000 TL olarak tespit edilmiştir. İdare, başvurucuların hisselerinin 14/1/2016 tarihinde açık artırmayla satılmasını kararlaştırmıştır. A. Malikler Kurulu Kararının İptali ve Sözleşmenin Düzeltilmesi İstemiyle Açılan Dava Başvurucular 7/11/2015 tarihli Malikler Kurulu kararının iptali ve sözleşmenin düzeltilmesi istemiyle 21/12/2015 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, projeyi ve sözleşmeyi menfaatlerine uygun olup olmadığı yönünden inceleme fırsatı bulamadıkları için toplantının ertelenmesini talep ettikleri hâlde bu isteklerinin dikkate alınmadığından yakınmıştır. Başvurucular ayrıca maliklerin üçte iki çoğunluğunun kararının belirleyici olmasının mülkiyet hakkını ölçüsüz kısıtladığını belirtmiş, dört işyeri ve bir daire olmak üzere beş bağımsız bölüm yerine bodrum katta iki daire verilmesinin hakkaniyetli olmadığını savunmuştur. 6306 sayılı Kanun'un maddesine atıfta bulunan başvurucular, taşınmazların yıkılmasından önceki vasıflarıyla değerlendirilmesinin esas olduğunu ifade etmiş, bir akademisyenden aldıkları mütalaaya istinaden yeni projede kendilerine dört dükkân ve bir daire tahsis edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Başvurucular kat karşılığı inşaat sözleşmesinin toplantıdan önce imzalandığına dikkat çekmiş, müzakere sürecine katılamamaktan şikâyet etmiştir. Başvurucular son olarak sözleşmeye göre ödemekle yükümlendirildikleri tutarın (000 TL) fahiş olduğunu öne sürmüştür. Asliye Hukuk Mahkemesi 22/12/2015 tarihinde, Malikler Kurulu toplantısında alınan kararlar ile inşaat sözleşmesinin uygulanmasının 000 TL teminat karşılığında tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, iptali talep edilen Malikler Kurulu kararının uygulanmaya devam edilmesi hâlinde başvurucuların karara muhalif kalmış olması ve müteahhit ile sözleşme imzalanmasına rıza göstermemiş bulunması nedeniyle 6306 sayılı Kanun hükümleri gereği paylarının açık artırma ile diğer paydaşlara satılmasının veya Hazine adına tescilinin söz konusu olacağı belirtilmiştir. Kararda, böyle bir durumda davanın konusuz kalacağı, hakkın elde edilmesinin imkânsız hâle geleceği ve Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da telafisi imkânsız bir biçimde zedeleneceği ifade edilmiştir. İhtiyati tedbirin koşullarının bu sebeplerle mevcut olduğunun vurgulandığı kararda, karşı tarafın veya üçüncü kişilerin ihtiyati tedbir nedeniyle zarara uğraması hâlinde bunun teminat altına alınması maksadıyla başvurucuların hisselerinin değerinin %15'i oranında -000 TL- teminat alınmasına karar verildiği açıklanmıştır. Anılan ihtiyati tedbir kararı üzerine İdare 5/1/2016 tarihinde, 14/1/2016 tarihinde satış yapılmasına ilişkin işlemi iptal etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi davalıların talebi üzerine 23/2/2016 tarihinde 000 TL teminatın yatırılması koşuluyla ihtiyati tedbirin kaldırılmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaz üzerinde bulunan binanın yıkılmış olduğuna vurgu yapılarak dosyadaki deliller dikkate alındığında ihtiyati tedbir kararı verilmesini gerektirecek şekilde gecikmesinde zarar oluşacak veya hakkın elde edilmesini imkânsız hâle getirecek bir durumun söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Kararda 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca ihtiyati tedbirin kaldırılarak bunun yerine davalılardan teminat istenmesi yönünde hüküm kurulmasının başvurucuların haklarının korunması bakımından yeterli olacağı ifade edilmiştir. İdare, ihtiyati tedbirin kaldırılmasından sonra 10/3/2016 tarihli işlemle satışın 5/4/2016 tarihinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Ancak bu işleme karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) açılan davada satış işleminin yürütmesinin İdarenin savunması alınıncaya kadar durdurulmasına 22/3/2016 tarihinde karar verilmiştir. Bunun üzerine ikinci satış işlemi de iptal edilmiştir. Ancak İdare Mahkemesinin yürütmenin durdurulması istemini 26/5/2016 tarihinde reddetmesi üzerine İdare 22/6/2016 tarihli işlemle başvurucuların hisselerinin 21/7/2016 tarihinde açık artırmayla satılmasına karar vermiştir. İhale 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. İhale neticesinde başvurucuların hisseleri toplam 000 TL bedelle paydaşlardan A.Y.ye satılmıştır. Satış bedeli başvuruculara ödenmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 4/5/2017 tarihinde davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Malikler Kurulu kararına iştirak etmeyen başvurucuların hisselerinin 6306 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca yapılan ihale sonucunda hissedarlardan A.Y.ye satıldığı belirtilerek başvurucuların arsa paylarının kalmaması sebebiyle davanın konusuz kaldığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Başvurucular bu karara karşı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinde (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 14/11/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 6306 sayılı Kanun'un 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre özel nitelikte olduğu, 6306 sayılı Kanun uyarınca yapılan satış işlemi idari yargı tarafından iptal edilmedikçe başvurucuların mülkünün varlığının kabulünün mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu sebeple Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın konusuz kaldığına ilişkin kabulünün hukuka uygun olduğunu vurgulamıştır. Nihai karar 1/12/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Hisselerin Satılmasına İlişkin Kararın İptali İstemiyle Açılan Dava Başvurucular, hisselerinin satılmasına ilişkin 22/6/2016 tarihli işlemin iptali istemiyle 30/6/2016 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmış; dava dilekçesinde, Malikler Kurulu kararının iptali ve sözleşmenin düzeltilmesi istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davaya ait dilekçedeki iddiaları ileri sürmüştür. İstanbul İdare Mahkemesince 17/8/2016 tarihinde dosyanın bağlantı nedeniyle İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İdarenin cevap dilekçesinde, 6306 sayılı Kanun'un maddesinden söz edilerek hissedarların anlaşamamaları üzerine çoğunluk kararına katılmayan hissedarların hisselerinin üçte iki çoğunluğun talebiyle açık artırma usulüyle satılmasının kanuni bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 20/6/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların 16/100 oranındaki hisselerinin yeni paylaşımda da değişmediği, ayrıca dört işyerinin tek bir bağımsız bölüm olduğu hâlde fiilen dörde bölünerek kiralandığı belirtilmiştir. Kararda, Malikler Kurulunca alınan karara iştirak etmeyen başvurucuların hisselerinin satılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular bu karara karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; kat karşılığı inşaat sözleşmesinde ve projede adil bir paylaşım yapılıp yapılmadığının teknik bir konu olduğu, İdare Mahkemesinin bilirkişi incelemesi yapmadan karar vermesinin hukuka aykırılık taşıdığı belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca işyerlerinin bağımsız bölüm olarak tapuya tescilli olduğu, İdare Mahkemesinin bunların tek bir bağımsız bölüm niteliğinde bulunduğu saptamasının doğru olmadığı ifade edilmiştir. Kendilerine verilmesi önerilen iki dairenin zemin katın bile altında olduğunu vurgulayan başvurucular, İdare Mahkemesinin mevzuat ve maddi olgular yönünden eksik incelemeye dayalı olarak ve İdarenin tezlerini doğru kabul ederek karar verdiğini savunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 3/1/2018 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının gerekçesinin bir kısmının çıkarılması suretiyle istinaf istemini reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, İdare Mahkemesi kararındaki yeni projedeki paylaşımın hukuka uygun olduğuyla ilgili değerlendirmelerin davanın konusunun satış kararının hukukiliğinin denetlenmesiyle sınırlı olduğu gerekçesiyle karardan çıkartılmasına karar vermiştir. Nihai karar 16/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İhalenin ve Değer Tespitinin İptaline İlişkin Dava Başvurucular 21/7/2016 tarihli ihalenin ve hisseler için İdarece yapılan değer takdirinin iptali istemiyle 5/8/2016 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, İdarece takdir edilen 000 TL metrekare birim değerinin düşük olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular, özel bir şirket tarafından sermaye piyasası mevzuatı çerçevesinde hazırlanan ve bir inşaat projesinin pazar değerinin tespiti amacını taşıyan bir rapor ile benzer bir davada İstanbul İdare Mahkemesince yapılan bilirkişi incelemesi çerçevesinde hazırlanan bir raporu Mahkemeye sunmuştur. Başvuruculara göre hisselerinin metrekare birim değeri 841 TL olmalıdır. İstanbul İdare Mahkemesince 28/12/2016 tarihinde dosyanın bağlantılı olması nedeniyle İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 21/11/2017 tarihinde hisse değerinin tespitine ilişkin işlem bakımından davanın görev yönünden reddine, ihale işlemi yönünden ise davanın esastan reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ihalenin dayanağı olan satış kararına karşı açılan davanın 20/6/2017 tarihinde reddedildiği, bu nedenle ihale işleminde de hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, hisse değerinin tespitine ilişkin işlem yönünden ise 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasına atıfta bulunularak dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkemenin -aksine bir düzenleme bulunmadıkça- asliye hukuk mahkemesi olduğu ifade edilmiş, somut olaydaki değer tespitine dair işlemin mal varlığı haklarına ilişkin olduğu vurgulanarak bu işleme karşı adli yargıda dava açılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; satış kararı ile ihale işleminin doğurduğu sonuçlar yönünden birbirinden bağımsız olduğunu, satış kararının hukuka uygun olmasının ihale işlemini otomatik olarak hukuka uygun hâle getirmeyeceğini belirtmişlerdir. Başvurucular; hisse değerine ilişkin tespitin ihale işleminin sebep unsurunu oluşturduğunu, satış bedeline ilişkin olarak denetim yapılmadan ihalenin hukuka uygun olduğu sonucuna varılamayacağını ifade etmiştir. Başvurucular ayrıca İdarenin tek taraflı olarak tesis ettiği bir işlemle belirlediği bedele yönelik olarak açılacak davalarda görevli yargı yerinin idari yargı olduğunu iddia etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 25/10/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 20/11/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 19/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir.Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır.Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur. Pay devredilebilir, rehnedilebilir ve alacaklılar tarafından haczettirilebilir." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması, oybirliğiyle aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Hukukî bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını isteyebilir" 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir.Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir. Bölme istemi durum ve koşullara uygun görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur. Satışın paydaşlar arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına bağlıdır." 6306 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bu Kanunun uygulanmasında;...d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı,...ifade eder." 6306 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek İdareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır.Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir." 6306 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk hâli şöyledir:"Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan taşınmazın niteliği, ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit ve ifraz işlemleri Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır." 6306 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının 14/4/2016 tarihli ve 6704 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen hâli şöyledir:"Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Taşınmazların niteliği resen mevcut duruma göre tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Belirtilen haklar ve şerhler, tapuda; tevhit, ifraz, terk, tescil, kat irtifakı ve kat mülkiyeti tesisine ilişkin işlemlerin yapılmasına engel teşkil etmez ve bu işlemlerde muvafakat aranmaz. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit, ifraz, terk, ihdas ve tescil işlemleri muvafakat aranmaksızın Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etap veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde, yapılar yıktırılmadan önce, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek ve bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır. Açık artırma ile satışı yapılacak payların üzerindeki ipotek, ihtiyati haciz, haciz ve intifa hakkı gibi haklar, satış sonrasında satış bedeli üzerinde devam eder. Satış işlemi sonrasında tapu kaydındaki haklar ve şerhler Bakanlığın talebi üzerine tapu müdürlüğünce resen terkin edilir." 6306 sayılı Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bilindiği üzere, Ülkemizin çok mühim bir kısmı, başta deprem olmak üzere tabiî afetlerin riski altındadır. Buna rağmen, mevcut yapıların büyük bir kısmının muhtemel afetlere karşı dayanıklı olmadıkları ve orta şiddetteki bir depremde bile ağır derecede hasar görüp yıkıldıkları, bundan dolayı sosyo-ekonomik problemlerin yaşandığı ve Devletin beklenmedik bir anda büyük malî külfetler ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. Onbinlerce insanın ölümüne ve çok yüksek malî kayıplara sebebiyet veren ve 1999 yılında Marmara Bölgesinde vuku bulan büyük deprem felâketleri, müteakip depremler ve en son olarak 2011 yılında Van’da meydana gelen deprem ile bu gerçek acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ülkemizin bazı yerleri ve buralardaki yerleşim merkezleri hâlen çok yüksek deprem riski altındadır. Örneğin, İstanbul’un yakın bir zaman içinde çok şiddetli bir depremle karşı karşıya kalacağı, bu hususta ihtisas sahibi bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bazı yerleşim merkezlerinin jeolojik durumu ve zemin özellikleri ise, buralarda iskânın tehlikeler arz ettiğini ve afet riski altında bulunan bu yerleşim merkezlerinin bir an önce bulundukları yerlerde dönüştürülerek buralardaki iskânın yeniden düzenlenmesini ve hatta bunların başka yerlere nakledilmesini zarurî kılmaktadır....Kanun sayesinde, başta deprem olmak üzere tabiî afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıpları önlenecek; mülkiyet haklarına saygı, sağlıklı ve düzenli yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temin edilmesi, kaynakların plânlı, sağlıklı ve verimli kullanılması ilkelerinin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktır. ...Özellikle belirtilmelidir ki afet riski altında olduğu kabûl edilen yerlerde deprem afeti meydana gelmeden önce buralardaki meskenlerin, işyerlerinin ve sanayi tesislerinin yeni alanlara nakledilmesi sayesinde, yerleşme ve yapı emniyeti temin edilecek ve muhtemel can ve mal kayıpları ile iktisadî ve sosyal diğer zararların en aza indirilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca, hâlihazırda yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar inşa edilecek ve halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar altında ikameti de temin edilecektir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilen veya hakkında bu tedbir kararı uygulanan kişi, mahkemece kabul edilecek teminatı gösterirse, mahkeme, duruma göre tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına karar verebilir." 15/12/2012 tarihli ve 28498 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6306 sayılı Kanun'un Uygulama Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilk üç fıkrası şöyledir: "(1) Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapılarda Kanun kapsamında öncelikle maliklerce uygulama yapılması esastır. Kanun kapsamında yapılacak bu uygulamalara ilişkin iş ve işlemlerde ilgili kurum maliklere yardımcı olmakla yükümlüdür. (2) Riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etapta veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde; yapıların yıktırılmış olması şartı aranmaksızın ve yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, taksim, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar anlaşma şartlarını ihtiva eden teklif ile birlikte karara katılmayanlara noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre tebliğ edilir. Bu tebliğde, on beş gün içinde kararın ve teklifin kabul edilmemesi halinde arsa paylarının, Bakanlıkça tespit edilecek veya ettirilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği, riskli yapılarda ise anlaşma sağlayan diğer paydaşlara veya yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılmasını kabul etmek şartıyla üçüncü şahıslara satılacağı bildirilir. (3) Hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa payları; 15/A maddesinde belirtilen usule göre, arsa payı değeri üzerinden anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve en az üçte iki çoğunluk ile alınan karar çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Riskli yapılarda ise, anlaşma sağlayan paydaşlara veya anlaşma sağlayan paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılmasını kabul etmek şartıyla üçüncü şahıslara satış yapılıncaya kadar satış işlemi tekrarlanır." Yönetmelik'in maddesinin 27/10/2016 tarihli ve 29870 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6306 sayılı Kanun'un Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in maddesiyle değiştirilen (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etapta veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde; yapıların yıktırılmış olması şartı aranmaksızın ve yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, taksim, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, bütün maliklerce oybirliği ile karar verilememiş ise, anlaşma sağlanamayan maliklere ait taşınmazların değeri Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarına tespit ettirilir ve bu değer de gözetilerek oybirliği ile anlaşmaya çalışılır. Oybirliği ile anlaşma sağlanamaması halinde yapılacak uygulamalara sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar anlaşma şartlarını ihtiva eden teklif ile birlikte karara katılmayanlara noter vasıtasıyla veya 7201 sayılı Kanuna göre tebliğ edilir ve bu tebliğde, onbeş gün içinde kararın ve teklifin kabul edilmemesi halinde arsa paylarının, Bakanlıkça tespit edilecek veya ettirilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu payların, rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği bildirilir. (3) Hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile alınan karara katılmayan maliklerin arsa payları; 15/A maddesinde belirtilen usule göre, arsa payı değeri üzerinden anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve en az üçte iki çoğunluk ile alınan karar çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82). AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin mahkemelerce etkili bir şekilde incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1567 | Başvuru, riskli yapı kapsamında olması sebebiyle yıktırılan taşınmazın yeni paylaşım yönteminin belirlenmesine ilişkin malikler kurulu kararının hukukiliğinin incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, malikler kurulu kararına rıza göstermeyen paydaşın hissesinin kamu otoritelerince satılması ve satış bedelinin düşük olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, motorlu taşıtlar vergisinin (MTV) tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirlerine karşı açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 21/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonun 3/7/2014 tarihli kararıyla aynı başvurucuya ait 2013/2149, 2013/2151 ve 2013/3239 başvuru numaralı dosyaların 2013/2041 numaralı dosya ile birleştirilmelerine, incelemenin 2013/2041 numaralı dosya üzerinden sürdürülmesine ve belirtilen dosyaların kapatılmalarına karar verilmiştir Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Vergi dairesi tarafından, 06 AL 086 plaka numaralı 1959 model taşıtın 2006, 2007, 2010, 2011 yıllarına ait MTV’nin tahsili amacıyla başvurucu adına ödeme emirleri düzenlenmiştir. Ödeme emirlerine konu toplam alacak tutarı 059 TL'dir. Başvurucu, ödeme emirlerine konu aracın kendi adına kayıtlı olmadığını böyle bir aracının bulunmadığını belirterek ödeme emirlerinin iptali istemiyle her yıl için ayrı dava açmıştır. Ankara Vergi Mahkemesi 29/3/2012 tarihli ve E.2011/1493, K.2012/405, 29/3/2012 tarihli ve E.2011/1494, K.2012/406, 20/6/2012 tarihli ve E.2011/1496, K.2012/899 ve 20/6/2012 tarihli ve E.2011/1495, K.2012/898 tarihli kararlarıyla davayı reddetmiştir. Kararların gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idare sicil kayıtlarında Vınnel Corporatıon Brown and root S. Corporatıon adına kayıtlı 06 AL 086 plakalı 1959 model Plymouth marka Belvedere tipi aracın … yılı motorlu taşıtlar vergisinin vadesi içerisinde ödenmemesi üzerine 6183 sayılı Yasa'nın maddesine istinaden ödeme emri düzenlenerek … tarihinde davacı şirkete 1379 sok. no: 53 Çankaya/İzmir adresinde tebliğ edildiği, davacı tarafından; (Vinnel Borwn & Root Services Coop.) üzerine kayıtlı böyle bir aracın bulunmadığı, müvekkil şirketin vergi numarasının "9250009973" olduğu, oysa ki ödeme emrinde ödevli şirketin vergi numarasının "9250009965" olduğu iddia edilmekte ise de; davalı idare savunması ekinde yer alan belgelerden de anlaşıldığı üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar neticesinde ilgili müdürlük tarafından verilen 2007 tarih ve 045398 sayılı cevabi yazıda; 06 AL 086 sayılı plakada, Vınnel Corporation adına kayıtlı, 235103453 şase ve 253305 motor numaralı, 1959 model, Plymout marka, hususi otomobilin dosya kontrolünde 1961 tarihinde tescil kaydının yapıldığı, herhangi bir nakil, devir ve hurda durumunun bulunmadığı, kayıtlarının halen devam ettiğinin bildirildiği, her ne kadar dava dilekçesinde şirketin vergi numarası ile ödeme emrindeki vergi numarasının farklı olduğu belirtilmekte ise de "9250009965" vergi numarası ile "9250009973" sayılı vergi numarasının VEDOP merkezi sorgulamasında aynı şirkete ait çıktığı, yani her iki vergi numarasının da aynı şirkete ait olduğu, otomasyon öncesi aynı şirket tarafından farklı iki vergi numarası alınmasının da imkan dahilinde olduğu, davacı tarafın ilgisinin bulunmadığını belirttiği 9250009965 vergi kimlik numaralı şirket adresi olan 1379 sok. No: 53 Çankaya/İzmir adresinde gelir stopaj vergisi yönünden 1990 tarihi itibariyle terk edilen adreste müvekkil şirkete ait olduğu belirtilen "9250009973" vergi kimlik numaralı şirkete 2010 tarihinden itibaren şube faaliyetinden dolayı kayıtlı aynı adreste 2011 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmış olup, … yılı motorlu taşıtlar vergisinin vadesi içerisinde ödenmemesi nedeniyle 6183 sayılı Yasa'nın maddesine istinaden ödeme emri düzenlendiği anlaşılmaktadır.Bu durumda usulüne uygun olarak düzenlenen dava konusu ödeme emrinde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. " Söz konusu kararlar Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu tarafından onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Kurulun 17/1/2013, 6/2/2013 ve 2/4/2013 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai kararlar, 21/2/2013, 27/2/2013 ve 17/4/2013 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 21/3/2013, 27/3/2013 ve 16/5/2013 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.” 6183 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:" Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur." 6183 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası ise şöyledir:“Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2041 | Başvurucu, motorlu taşıtlar vergisinin (MTV) tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirlerine karşı açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bir kısım başvurucular murisi Ömer Gökalp'in 1967 yılında Derik Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayca merci tayini yoluyla Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, anılan Mahkemece verilen kararın temyizi üzerine karar bozularak dosya tekrar Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilmiş ve anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13500 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İnşaat işçisi olan başvurucu, satın aldığı ev için Bankadan konut kredisi kullanmıştır. Başvurucu, kullandığı konut kredisinden dosya masrafı adı altında yapılan 500 TL kesintinin iadesi talebiyle 1/2/2013 tarihinde Banka aleyhine dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ikamet adresini bildirmiş ve 1/2/2013 tarihli inceleme tutanağında bu adrese yer verilmiştir. Konut kredisine ilişkin belgelerin temini amacıyla 30/5/2013 tarihinde ek tensip tutanağı düzenlenmiştir. Anılan ek tensip tutanağında da başvurucunun bildirdiği adres esas alınmıştır. Belgelerin temini ve davalı Bankanın cevap dilekçesini sunması üzerine 30/5/2013 tarihinde ikinci bir ek tensip tutanağı düzenlenerek 8/10/2013 tarihli duruşma gününün taraflara tebliğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen davetiyede daha önceki adreslerden farklı bir yer adres olarak belirtilmiştir. Başvurucunun dava dilekçesinde bildirdiğinden farklı bir adres içeren davetiye 13/6/2013 tarihinde muhatabın belirtilen adresten ayrıldığı ve yeni adresinin tespit edilemediği gerekçesiyle 12/1/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi uyarınca tebliğ evrakı muhtara verilmek ve belirtilen adres kapısına ihbarname yapıştırılmak suretiyle tebliğ edilmiştir. Ankara Tüketici Mahkemesi, başvurucunun 8/10/2013 tarihli duruşmaya katılmaması nedeniyle dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar vermiş ve 25/4/2014 tarihinde üç aylık yenileme süresi dolduğundan davanın açılmamış sayılmasına (Yargıtay yolu açık olmak üzere) karar vermiştir. Mahkeme, davanın açılmamış sayılmasının yanı sıra kendisini vekille temsil ettiren davalı Banka lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 750 TL vekâlet ücretine de karar vermiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 30/3/2015 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararı dava değeri itibarıyla kesin olduğundan temyiz dilekçesinin reddine karar vermiştir. Nihai karar 3/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 3/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''Tarafların duruşmaya gelmemesi, sonuçları ve davanın açılmamış sayılması'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. (2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez.... (5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır. (7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır." 6100 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun temyiz incelemesi sırasında yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir.Miktar veya değeri onmilyon lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.'' 14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''c) 427 nci maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre 'kırkmilyon' olarak uygulanması öngörülen parasal sınır 'birmilyar' lira; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre 'sekizyüzmilyon' olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı 'onmilyar' lira; 'altıyüzmilyon' olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı 'altımilyar' lira,...Olarak değiştirilmiştir.'' 7201 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11002 | Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı'na gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/12/2010 tarihinde sağ bacakta akut arter tıkanıklığı tanısı ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Araştırma ve Uygulama Hastanesinde (Hastane) ameliyat edilmiştir. Bu ameliyat sonrasında vücudunun belden aşağısının felç olduğunun belirlenmesi üzerine fizik tedavi bölümüne yönlendirilmiş ancak yaklaşık dört aylık tedavi süresince bir ilerleme kaydedilememesi nedeniyle tedaviye son verilmiştir. Başvurucu, zararlarının tazmini amacıyla idareye yaptığı müracaata olumsuz cevap alması üzerine 5/3/2012 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) aleyhine dava açarak maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Bu mahkeme tarafından yapılan değerlendirmede 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun maddesinde yer alan düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından dava tarihinden önce iptal edilmesi nedeniyle davanın idari yargı merciinde görülmesi gerektiği belirtilmiş ve 7/6/2013 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Anılan görevsizlik kararının yargı yoluna müracaat edilmeksizin 18/12/2014 tarihinde kesinleşmesi üzerine başvurucu, 31/12/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açarak İdareden maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Dava dilekçesinde, ameliyat sırasında ve tedavi sürecindeki hatalı müdahalelerin bir sonucu olarak başvurucunun belinden aşağısının tümüyle felç olduğu, idrarını ve gaitasını kontrol edemediği, yatağa bağımlı hâle geldiği belirtilmiştir. Dilekçede; tıbbi müdahale öncesinde aydınlatılmış onam alınmadığı, bu işlemler hakkında yeterli bilgi verilmediği ileri sürülmüştür. İdare vekilinin cevap dilekçesinde; olayda hizmet kusurundan söz edilemeyeceği, meydana gelen neticenin tıbbi komplikasyon olduğu bildirilmiştir. Mahkeme, yargılama sırasında Hacettepe Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından bilirkişi raporu almıştır. 7/6/2017 tarihli raporda; başvurucunun ameliyatı sonrasında gelişen toksik miyelitin (anesteziye bağlı omurilik iltihabı) öngörülemeyen bir durum olduğu ve komplikasyon olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş, tedavi sürecinin de tıp kurallarına uygun yürütüldüğü bildirilmiştir. Mahkeme 17/7/2017 tarihli kararı ile anılan rapora atıfta bulunarak başvurucuda felç oluşmasının tıbbi ihmalden kaynaklanmadığını, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunu belirtmiş ve davayı reddetmiştir. Başvurucu, istinaf yoluna müracaat ederek Mahkemenin bilirkişi raporunu tebliğ etmeden karar vermesinin savunma hakkını kısıtladığını, bilirkişi heyetinde konunun uzmanı olan hekimler yerine adli tıp uzmanlarının yer aldığını belirtmiştir. Dilekçede ayrıca, tıbbi müdahale öncesinde bu işlemin olası sonuçları konusunda bilgilendirme yapılmadığı ileri sürülmüştür. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunun taraflara tebliğine karar vermiş; bu kapsamda anılan rapor başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından sunulan itiraz dilekçesinde; bilirkişi heyetinin oluşturulması ile ilgili itirazlar tekrar edilerek raporun somut olayın özelliklerine uygun olmadığı belirtilmiş, aydınlatılmış onam alınmadığı iddiası tekrarlanmıştır. Daire tarafından 14/5/2018 tarihinde istinaf isteminin reddine karar verilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 11/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19824 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılmasına rağmen kamulaştırılmaması ve imar kısıtlılığından kaynaklanan değer kaybının giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun hissedarı olduğu İstanbul'un Pendik ilçesi 960 ada 11 parsel numaralı ve 108 metrekare (m²) yüz ölçümlü taşınmazın bir kısmı 10/7/2012 tasdik tarihli ve 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planıyla sosyal ve kültürel tesis alanı, bir kısmı da atık su ve yağmur suyu alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu bu taşınmazın imar planlarında yaklaşık yirmi beş yıldır kısıtlı durumda olduğunu beyan etmektedir ancak başvuru formunda buna ilişkin bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. Başvuru formu ve eklerinden 10/7/2012 tarihinde onaylanan uygulama imar planıyla taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu taşınmaza ilişkin olarak açılan ortaklığın giderilmesi davasında İstanbul Anadolu Sulh Hukuk Mahkemesinin 7/11/2013 tarihli kararı ile taşınmazdaki ortaklığın satış yolu ile giderilmesine karar verilmiştir. İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünün 2014/55 sayılı dosyasında da ilgili taşınmazın satışına esas olmak üzere kıymet takdiri yapılmıştır. Hazine tarafından yapılan kıymet takdirine itirazda bulunulmuştur. Başvurucu bu davada, taşınmaz üzerinde kısıtlılık olmadığı durumda oluşacak bedele göre yeniden kıymet takdiri yapılmasını talep etmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Hukuk Mahkemesince (Sulh Hukuk Mahkemesi) kıymet takdirinin belirlenmesi için bilirkişi görüşüne başvurulmuştur. 27/10/2014 tarihli bilirkişi raporunda; taşınmaz üzerinde kısıtlılık olmaması, bitişik parseldeki gibi konut alanı olması durumunda taşınmazın m² değerinin 050 TL olacağı ancak imar planında kamu hizmeti alanı olarak ayrıldığından m² birim fiyatının 000 TL olduğu belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca Sulh Hukuk Mahkemesi kıymet takdirinin iptaliyle taşınmazın satışa esas değerinin 000 TL olarak tespitine kesin olarak karar vermiştir. Açık artırma sonucunda taşınmaz 900 TL m² değeri üzerinden toplam 000 TL bedelle 14/7/2015 tarihinde ihale alıcısına ihale edilmiştir. Başvurucu; imar planında konut alanında kalan bölgedeki emsal taşınmazların m² değerlerinin 050 TL olduğu, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle değerinin yarısından daha az bir bedelle satıldığı gerekçesiyle Pendik Belediyesi aleyhine 9/9/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 14/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucunun maddi zararının karşılanabilmesi için zararın belirlenebilir olması, diğer bir deyişle muhtemel zararın olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre taşınmazın kısıtlı olmasından kaynaklandığı ileri sürülen maddi zarar isteminin muhtemel zarara yönelik olduğu, ortada belirlenebilir bir zararın bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik istinaf talebi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 23/5/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 16/6/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine 17/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30316 | Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılmasına rağmen kamulaştırılmaması ve imar kısıtlılığından kaynaklanan değer kaybının giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/69441 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, dava değerini artırım imkânı verilmeden ve ek rapor alınmadan, taleple bağlılık ilkesi gereği davanın kabulüne karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 28/11/2013 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada; davalı K.T. A.Ş.'de (Şirket) şef ve bölge müdürü olarak çalıştığını ve 7/3/2013 tarihinde kendi isteğiyle işten ayrıldığını belirterek 000 TL fazla çalışma ücretinin tahsilini talep ve dava etmiştir. Mahkeme, 12/11/2014 tarihinde, başvurucunun 419,22 TL fazla çalışma ücretine hak kazandığını belirterek, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla taleple bağlılık ilkesi gereği 000 TL fazla çalışma ücretinin tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince 25/5/2017 tarihinde, eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir. Bu arada başvurucu 10/4/2015 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde açtığı davada 419,22 TL fazla çalışma ücretinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Her iki dava dosyası birleştirilerek yapılan yargılamada Mahkemece bilirkişi raporu alınmıştır. Rapor, başvurucuya ve davalıya tebliğ edilmiş, başvurucu ve davalı rapora itiraz ederek ek rapor alınmasını talep etmişlerdir. Son duruşmada başvurucu vekili, bilirkişi raporunun eksik olduğunu ve ek rapor alınması taleplerinin bulunduğunu, Mahkeme aksi kanaatte ise artırım dilekçesi sunmak istediklerini bildirmiştir. Mahkeme tahkikatın bittiğini bildirmiş ve sözlü yargılamaya geçmiştir. Başvurucu vekili, dava dilekçesini tekrar ettiklerini ve talepleri gibi karar verilmesini istediklerini belirtmiştir. Yargılama sonunda İzmir İş Mahkemesi 17/10/2018 tarihinde; alınan rapor doğrultusunda 1/3 oranında hakkaniyet indirimi uygulanarak bulunan 427,60 TL'nin net fazla çalışma ücret alacağı olarak belirlenmesine, taleple bağlılık ilkesi gereği 419,22 TL fazla çalışma ücreti alacağının davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince hüküm onanmıştır. Başvurucu 6/3/2019 tarihinde kararı öğrenmiş ve 29/3/2019 tarihinde başvuru yapmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Taraflarca getirilme ilkesi" kenar başlıklı maddesinin şöyledir: "(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. (2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. " 6100 sayılı Kanun'un "Taleple bağlılık ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. (2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır." 6100 sayılı Kanun'un "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 6100 sayılı Kanun'un "Kapsamı ve sayısı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir." 6100 sayılı Kanun'un "Islahın zamanı ve şekli" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''(1) Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.'' 6100 sayılı Kanun'un "Bilirkişi raporunun verilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir." 6100 sayılı Kanun'un "Bilirkişinin oy ve görüşünün değerlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10854 | Başvuru, dava değerini artırım imkânı verilmeden ve ek rapor alınmadan, taleple bağlılık ilkesi gereği davanın kabulüne karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetiyle İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna yapılan başvuruda ihlal tespit edildiği hâlde tazminata hükmedilmemesi ve bu husustaki karara karşı görevli yargı merciine yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda başka bir hükümlü tarafından silahla vurularak yaralanmıştır.A. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu, söz konusu olay sonucunda çalışma gücünü kaybetmesi ve bakıma muhtaç hâle gelmesi nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın hizmet kusuru ilkesi uyarınca tazmini istemiyle 6/6/2002 tarihinde yaptığı zorunlu idari başvurunun reddi üzerine4/10/2002 tarihinde idari yargıda tam yargı davası açmıştır. Adana İdare Mahkemesinde görülen ve Bakanlığının davalı sıfatıyla yer aldığı söz konusu dava 21/9/2004 tarihli kararla kısmen kabul edilmiş, başvurucu adına000 TL manevi ve talebiyle bağlı kalınarak 000 TL maddi tazminata yasal faziyle birlikte hükmedilmiştir. Başvurucunun fazlaya ilişkin manevi tazminat istemi ise reddedilmiştir. Karar Danıştay Onuncu Dairesinin karar düzeltme isteminin reddine dair 17/3/2008 tarihli kararıyla kesinleşmiştir. Belirtilen yargı kararı ile hükmedilen tazminat tutarı 28/3/2008 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Süreci Başvurucu, söz konusu davaya dayalı olarak 16/6/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvuru 30364/08 başvuru numarası ile kayda alınmıştır. Başvurucu 11/6/2008 tarihli başvuru dilekçesinde, yaşadığı olaydan dolayı uğradığı zararın tarafına ödenen tazminat miktarından çok daha fazla olduğunu, nitekim bilirkişi raporu ile de bu durumun tespit edildiğini ifade etmiş; idari yargıda ıslah müessesesinin olmaması sebebiyle taleple bağlı kalınarak maddi tazminata hükmedilmesi nedeniyle gerçek zararının karşılanmadığından, ayrıca yargılamanın makul sürede tamamlanmadığından ve yargı kararının geç icra edildiğinden şikâyet etmiştir. Belirtilen şikâyetleri bağlamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddeleri ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, AİHM'den Sözleşme'ye aykırı bu durumların ortadan kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu 11/6/2008 tarihli başvuru dilekçesinde herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır. Başvurucu, başvurunun incelenmesi sürecinde Türk Hükûmeti (Hükûmet) tarafından getirilen dostane çözüm teklifini kabul etmediğini 3/11/2009 tarihli dilekçe ile AİHM'e bildirmiştir. Başvurucu aynı dilekçesinde; yaşadığı olay nedeniyle uğradığı maddi zararının 000 euro olduğunu, en az bu miktarda manevi zararının da bulunduğunu, dolayısıyla Hükûmet tarafından önerilen miktarın tatmin edici olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 27/1/2010 tarihli Hükûmet görüşü üzerine 10/3/2010 tarihinde AİHM'e sunduğu dilekçesinde de yargılama sürecinde bilirkişi raporu ile saptanan ancak idari yargıda ıslah müessesesinin bulunmaması nedeniyle karşılanmayan 852 eski Türk lirası maddi zararının ve en az bu kadar manevi zararının olduğunu belirtmiş ve gerçek zararının tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 12/5/2010 tarihli dilekçesinde 3/11/2009 ve 10/3/2010 tarihli dilekçelerindeki tazminat istemini yinelemiştir. Başvurucu 7/6/2010 tarihinde sunduğu dilekçesinde ise yaşadığı olay nedeniyle oluşan iş gücü kaybından dolayı ömür boyu başkasının bakımına muhtaç hâle geldiğini hatırlatmış, yaşam hakkı ihlalinden doğan maddi ve manevi zararının karşılanmasını istemiştir. AİHM 17/6/2010 tarihli yazısında, başvurucunun 12/5/2010 ve 7/6/2010 tarihli dilekçelerindeki beyanlarının AİHM İçtüzüğü'nün maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca dosya kapsamına alınmadığını belirtmiştir. İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Süreci AİHM önünde söz konusu başvurunun incelenmesi devam ederken 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun yasama organı tarafından kabul edilerek 19/1/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Başvurucu, anılan Kanun kapsamında 24/7/2013 tarihinde kayda alınan dilekçe ile Bakanlık bünyesinde oluşturulan İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmiş ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu söz konusu dilekçesinde, AİHM'e yaptığı başvuru hakkında 14/6/2013 tarihli karar ile Komisyona müracaat yolu gösterilerek başvurunun iç hukuk yolları tüketilmediğinden kabul edilebilirlik koşulunu sağlamadığı yönünde karar verilmesi ve bu kararın 6/7/2013 tarihinde kendisine tebliğ edilmesi üzerine Komisyona başvurusunu gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Komisyon 29/4/2014 tarihli kararı ile başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini tespit etmiş ancak tazminat talebini reddetmiştir. Tazminat talebinin ret gerekçesi olarak AİHM'deki başvuru formunda tazminat talebinde bulunmayan başvurucunun Komisyona müracaat ederken yeni bir talepte bulunamayacağı gösterilmiştir. Başvurucu28/5/2014 tarihinde tebliğ edilen söz konusu Komisyon kararına karşı5/6/2014 tarihinde Ankara Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde, Komisyona yapılan başvurunun yeni yapılmış bir başvuru olmayıp AİHM'deki başvurunun devamı niteliğinde olduğunu, bu sebeple AİHM'e verilen dilekçe ve taleplerin görmezden gelinemeyeceğini, bu bağlamda AİHM'e sunduğu 11/6/2008 tarihli başvuru dilekçesinde Sözleşme'ye aykırı durumların ortadan kaldırılması şeklinde talepte bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Sözleşme'ye aykırı durumların ortadan kaldırılmasının yollarından birinin de tazminat olduğunu, AİHM'in ihlalin tazminat yolu ile giderilmesini başvurunun ilerleyen safhalarında değerlendirdiğini ifade etmiştir. Nitekim başvuru sürecinde Sözleşmeci Devlet tarafından getirilen dostane çözüm teklifine cevaben gönderdiği dilekçede olay nedeniyle uğradığı zarar miktarını gösterdiğini ve tazminat isteminde bulunduğunu belirten başvurucu, Komisyonun bu dilekçeleri dikkate almadan tazminat istemini reddetmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiş, itirazının kabul edilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu (Mahkeme) 12/9/2014 tarihli kararıyla itirazı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, tazminata ilişkin talebin incelenebilmesi ve kabul edilebilmesi için ihlal iddiasının AİHM'deki şikâyet başvurusuna konu edilmiş ve bu iddiayla ilgili tazminat talebinin de orada dile getirilmiş olması gerektiği, zira Komisyonun AİHM'e yapılmış şikâyet başvurularını ve bunlarla ilgili tazminat taleplerini inceleyerek sonuçlandırabildiği ifade edilmiştir. Bu usul haricinde Komisyona yapılmış olan tazminat istemlerinin incelenemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucunun AİHM'e yaptığı başvuruda uzun yargılama şikâyetinde bulunduğuna ancak bu ihlal iddiasından dolayı tazminat talep etmediğine dikkat çekilen kararda, tazminat talebinin reddinde hukuka aykırılık olmadığı tespit edilmiştir. Nihai karar 7/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Olaya İlişkin Diğer Tespitler Başvurucu tarafından Komisyona sunulan başvuru dilekçesinde AİHM'deki başvuru hakkında verildiği belirtilen 14/6/2013 tarihli kabul edilemezlik kararı (bkz. § 21) metni Mahkememizin 1/11/2017 tarihli müzekkeresi ile başvurucudan ve Komisyondan istenmiştir. Müzekkereye cevaben gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden AİHM nezdindeki başvuru hakkında verilmiş herhangi bir kabul edilemezlik kararı bulunmadığı, başvurucunun kabul edilemezlik kararı olarak belirttiği 14/6/2013 tarihli yazının ise Bakanlık tarafından dosyaya sunulan görüş yazısı olduğu tespit edilmiştir. 6384 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir." Aynı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanun;a) (...) idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,(...)iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar." Aynı Kanun'un "Müracaatın reddi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini,tespit ederse müracaatı reddeder." Anılan Kanun'un "Müracaat hakkında karar ve karara itiraz" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir. Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19037 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetiyle İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna yapılan başvuruda ihlal tespit edildiği hâlde tazminata hükmedilmemesi ve bu husustaki karara karşı görevli yargı merciine yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Emekli öğretmen olan başvurucu 2013 yılından beri Romanya'da yaşamaktadır. Başvurucu, hususi damgalı pasaportunun vize ve onay sayfalarının bitmesi nedeniyle pasaportunun yenilenmesi talebiyle Türkiye Cumhuriyeti Bükreş Büyükelçiliğine (Büyükelçilik) 26/7/2016 tarihinde başvurmuştur. Başvurucu 23/8/2016 tarihinde, Dışişleri Bakanlığı tarafından yenilenen ve Büyükelçiliğe gönderilmiş olan pasaportunun tarafına teslimini talep etmiştir. Anılan talebe cevap verilmemesi üzerine başvurucu zımnen ret işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; mevcut pasaportunun yenilenmesi için tüm koşulları yerine getirdiğini, yenilenen pasaportunun Büyükelçiliğe gönderilmesine rağmen tarafına teslim edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun eşinin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile iltisaklı G.A. Üniversitesinin başkanı olduğu vurgulanarak mevzuat hükmü uyarınca başvurucunun pasaportunun iptal edilmesi suretiyle bu yoldaki başvurusunun zımnen reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; FETÖ/PDY ile iltisaklı hiçbir eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucusu ve yöneticisi olmadığını, pasaportunun verilmemesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık teşkil ettiğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 20/9/2018 tarihinde, usule ve hukuka uygun olan mahkeme kararının kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 15/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili mevzuat, uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 24-32; Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021, §§ 22-30; Şengül Tükel, B. No: 2018/12456, 12/1/2022, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32822 | Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45619 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı hâlde 25/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 27/11/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun da aralarında bulunduğu 143 kişi hakkında 11/11/2011 tarihli iddianame ile dava açmıştır. İddianamede başvurucunun, “Suga Harekat Planı” kapsamında oluşturulan EK-F “İstanbul Bölgesi Müzahir Subay ve Astsubay” listesinde isminin bulunduğu, başvurucunun da işlem yaptığı, ayrıca Turgut Ketken kullanıcı adı ile oluşturulduğu belirtilen belgeler olduğu, bu nedenlerle “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs etmek” suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarihli kararıyla başvurucunun 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri gereğince 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama emri doğrultusunda 25/9/2012 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna konulmuştur. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, ancak itirazı Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihinde reddetmiştir. Karar başvurucuya 28/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Redde ilişkin gerekçede, başvurucunun sabit görülen eylemi sebebiyle verilen cezanın miktarı, mahkûm olunan suçun tutuklama nedeni var kabul edilen katalog suçlardan olması, bir kısım sanıkların yargılama aşamasında olduğu gibi karar sonrasında kaçmaya yönelik eylemlerde bulunması nedeniyle tutukluluk halinin devamını gerektiren şartların geçerliliğini sürdürdüğü ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarih ve E.2013/9110, K.2013/12351 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1006 | Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı hâlde 25/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, aynı davada yargılanan ve kimliği daha sonradan ortaya çıkan sanığın gizli tanık olarak verdiği ifadelerin hükme esas alınması, yeterli delil olmaksızın mahkûmiyete karar verilmesi ve Yargıtay ilamında yeterli gerekçe gösterilmemesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde tespit edilen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 17/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından herhangi bir görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: "Kahraman" kod adlı tanık, O. isimli kişinin öldürülmesi olayına ilişkin olarak 22/6/2011 tarihinde jandarma görevlilerine ifade vermiştir. Tanık Kahraman, Bayram O.nun kendisini telefonla arayarak göndereceği iki kişiye O.yu göstermesini istediğini, bu kişiyi öldürmek istediğini anlayıp itiraz ettiğini fakat ısrar etmesi üzerine isteğini kabul ettiğini, sonraki bir tarihte Kars'a gelen kişilere O.nun buralarda olmadığını söylediğini, bir hafta on gün sonra telefonla konuştuğu Bayram O.yu bu işe kendisini karıştırmaması hususunda uyardığını, O.nun öldürüldüğünü öğrendikten sonra Bayram O.yu aradığını, olayı sorduğunda kendisine bu tür şeylerin telefonda konuşulamayacağını söylediğini belirtmiştir. Gizli tanığın alınan ek ifadesine göre tanık, yanına gelen bir kişiye karşıdan geçmekte olan O.yu göstermiştir. Aydın O. şüpheli olarak 22/6/2011 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde; okunan iletişimin tespiti tutanağındaki görüşmelerde hayvan ve bal alışverişiyle ilgili konuşmalar yaptığını, O.nun öldürülmesine dair bir hususun konuşulmadığını belirtmiştir. Tanığın ifadesi doğrultusunda kamera kayıtları incelenmiştir. Sonradan Aydın O. olduğu anlaşılan tanık, bu görüntüleri izlemiş ve O.yu göstermesini isteyen kişiyi Fikret Ö. olarak teşhis etmiştir. Fikret Ö.nün telefon kayıtlarının araştırılması sonucunda bu kişinin başvurucu ve Süleyman H. ile irtibatlı olduğu anlaşılmıştır. Şüpheli Süleyman H. 17/9/2011 tarihinde yapılan sorgusunda, hayvan alım satım işi için Fikret Ö.yle birlikte Kars'a birkaç kez gittiklerini, en son seyahatlerinden dönüşte Fikret Ö.ye O. ile Aydın O.yu nereden tanıdığını sorduğunu, Fikret Ö.nün cevap olarak Ergül O.nun bir akrabasının ölümünden sorumlu tuttuğu O.yu kendisine öldürtmek istediğini söylediğini, bu işten vazgeçmesini Fikret Ö.den istediğini ve bu konuda tartıştıklarını belirtmiştir. Süleyman H. ayrıca, verdiği sabit numaradan sonraki bir tarihte Fikret Ö.yü aradığını ve ne olduğunu sorduğunu, Fikret Ö.nün O.yu Ergül O.nun öldürdüğünü fakat kendisinin olaya karışmadığını belirttiğini, Fikret Ö.nün devamında cep telefonunda bu olayla ilgili ileri geri konuşmamasını ve değişik kelimelerle sormasını istediğini ileri sürmüştür. Şüpheli Bayram O. 20/9/2011 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, gizli tanık Kahraman'ın ileri sürdüğünün aksine Aydın O.dan göndereceği iki kişiye O.yu göstermesini cinayet amacıyla değil hayvan alım satımıyla ilgili olarak istediğini belirtmiştir. Bayram O., O.nun kaynını öldürdüğü ve bunun yanına kâr kalmayacağı şeklinde bir konuşma yapmadığını belirtmiştir. Şüpheli Fikret Ö. 13/10/2011 tarihli Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde; hayvan alım satım işiyle ilgili olarak Ergül O.nun kendisini Bayram O.ya, bu kişinin de Aydın O.yayönlendirdiğini, Kars'a Süleyman H. ile birlikte gittiklerini ve O. ile görüştüklerini söylemiştir. Fikret Ö. devamında; sonraki bir tarihte tekrar Kars'a geldiğini, hayvan almak üzere O. ile birlikte bir yere gittiklerini, olay yerine vardıklarında şahsın Kürtçe bir şeyler söylediğini ve orada bulunan binanın arkasından da bir kişinin belirdiğini, O.nun silah çıkartarak üzerindeki paraları vermesini istediğini, o esnada gelen bir araba sesiyle şahsın irkilmesi üzerine havaya ateş etmek üzere silahını çıkarttığını, O.nun eline sarılması üzerine silahın patladığını ve şahsın yere düştüğünü belirtmiştir. Başvurucu 13/10/2011 tarihte alınan ifadesinde, Bayram O.yu arayarak daha önceden tanıdığı Fikret Ö.ye hayvan alım satımından yardımcı olmasını istediğini, Fikret Ö.nün sonradan akrabalarının yardım etmediğini söylediğini, telefon kayıtlarında yirmi defa Fikret Ö. ile görüştüğü görülmekte ise de sadece dört beş kez bu kişiyi aradığını, diğer görüşmeleri kendisine yardımcı olan ve Fikret Ö.yle ailecek görüşen Şahin isimli kişinin yapmış olabileceğini, Süleyman H.nin ifadesinin aksine O.yla aralarında bir husumetin olmadığını ve suçlamaları kabul etmediğini söylemiştir. Yapılan sorgusunun ardından 13/10/2011 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Kars Cumhuriyet Başsavcılığı 21/10/2011 tarihinde; başvurucu, Fikret Ö., Bayram O., Süleyman H. ve Aydın O hakkında tasarlayarak adam öldürme, bu suça azmettirme ve iştirak etme suçlarından iddianame düzenlemiştir. Kars Ağır Ceza Mahkemesi önünde görülen 1/12/2011 tarihli celsede Aydın O. haricindeki sanıklar ile başvurucu dinlenmiştir. Sanıklar, soruşturma aşamasında alınan beyanlarıyla benzer yönde ifade vermişlerdir. Sanık Aydın O., 29/12/2011 tarihli celsede dinlenmiştir. Aydın O.; Bayram O.nun hayvan alım satımında iki kişiye yardımcı olması için kendisini aradığını, Süleyman H. ve Fikret Ö. ile iki kez bu konuyla ilgili görüştüğünü, eşinin rahatsızlanmasının ardından yardımcı olamayacağını bu kişilere söylediğini belirtmiştir. Tanık olarak verdiği ifadesinin okunmak istenmesi üzerine Aydın O.nunmüdafii, sanığın gizli tanık sıfatıyla alınan beyanının okunamayacağını ve delil olarak kullanılamayacağını ileri sürmüştür. Okunan kolluk ifadesiyle ilgili olarak ise tutanaktaki gibi beyanda bulunmadığını, bir görevlinin ölüm olayına karıştığına ilişkin dedikodu olduğunu söylemesi üzerine karışmadığı bir olayla ilgili suçlanmaktan korktuğunu, şeker rahatsızlığı nedeniyle okumadan tutanağı imzaladığını iddia etmiştir. Bu duruşmada hazır bulunan başvurucu ve müdafii, sanık Aydın O.nun okunan ve duruşmada alınan ifadelerine dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Mahkeme Başkanı, tanık ifadesinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde düzenlenen ihtarat yapılmadan alındığını belirtmiş; beyanların okunmasına muhalif kalmıştır. Kars Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli ve E.2011/261, K.2012/236 sayılı kararıyla başvurucu, öldürmeye azmettirmekten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme; Aydın O.nun gizli tanık olarak verdiği ifadesini, sanıkların savunmalarını, sanıklar arasındaki telefon görüşmelerine ilişkin kayıtları, otopsi raporunu, sanık Fikret Ö.den ele geçirilen silahın olayda kullanıldığını ortaya koyan balistik raporunu dikkate alarak sanıklara atılı suçun sübut bulduğunu kabul etmiştir. Otopsi raporunda maktulün başının arkasından vurulduğu yönündeki tespit doğrultusunda sanık Fikret Ö.nün olayın meydana geliş şekline dair ifadesine itibar etmemiştir. Kararın ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:".. O...un öldürülmesi için sanık Ergül Okulmuş' unarkadaşı olan ... F... Ö...in yanına gittiği, durumu F...'e anlattığı, F... Ö...'in .. O...'un öldürülmesini kabul ettiği, ... B... O...'un sanık A... O...'u arayarak gönderdiği iki adama ..'i göstermesini istediği, ... sanık A... O...'un ... sanıklar F... Ö...ve S... H...'a maktül ..'i gösterdiği,sanık A... O...'unmaktül ..'e sanıkları hayvan tüccarı olarak tanıttığı,... sanık F... Ö...'in ... sakeigffasının arka kısmından tek kurşun ile vurduğu tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır....Sanık F... Ö...'in daha önce suç işleme yani maktül .. O...'u öldürme fikri olmadan Sanık E... O...'un sanık F... Ö...i maktül .. O...'u öldürmesi konusunda ikna ettiği[nden], sanığın bu eylemi ... tasarlayarak kasten insan öldürme suçuna azmettirme olarak değerlendirilmiş;" Başvurucu; bu kararı Aydın O.nun hem gizli tanık hem de sanık olarak ifade verdiği, tanığın ifadesinin 5271 sayılı Kanun'un ve maddelerine aykırı biçimde alındığı, kovuşturma aşamasında kimliğinin ortaya çıkması nedeniyle tanık sıfatıyla verilen beyanların yok hükmünde olduğu, öldürme olayına azmettirdiğini gösteren somut delil bulunmadığı gerekçeleriyle temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, duruşmalı olarak yaptığı ve başvurucu müdafiinin de hazır bulunduğu temyiz incelemesinin ardından 24/6/2014 tarihli ve E.2014/1344, K.2014/3608 sayılı ilamıyla kararı onamıştır. Yargıtay ilamında, Aydın O.nun tanık olarak alınan ifadelerinin okunmasıyla ilgili aşağıdaki değerlendirmede bulunulmuştur: "1- Sanık Aydın O...’un 2011 saat 45’te “şüpheli” sıfatı ile Cumhuriyet Savcılığında müdafii huzurunda usulüne uygun bir biçimde alınan ifadesinin ardından, aynı tarihte önce saat 15, ardından da saati belirtilmeyen bir zamanda bu kez “tanık” sıfatı ile yine Cumhuriyet Savcılığında müdafii bulunmadan ifadelerinin alındığı, ancak “tanık” sıfatı ile alınan ifadelerinden önce, CMK’nın maddesi uyarınca, kendisini ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebileceğine ilişkin bildirimin yapılmadığı, soruşturma sırasında bu şekilde alınan ve hukuka aykırı delil özelliği taşıyan ifadelerin, CMK’nın maddesi hükmü ihlal edilerek kovuşturma sırasında sanığa okunduğu, aynı zamanda hükme de esas teşkil edecek deliler arasında gösterildiği anlaşılmış ise de;HTSL raporları ve hukuka uygun olarak iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin karann uygulanması sonucunda, sanıklar F... [Ö]... ve S... H... arasında tespit edilip tutanağa bağlanan telefon görüşmeleri ile uyumluluk gösteren, diğer sanıklar F... Ö..., Ergül Okulmuş, B... O...’un tevilli ikrar niteliğindeki ifadeleri ile özellikle sanık S... H.’ın tüm aşamalarda, oluşa ve dosya kapsamına uygun ifadeleri dikkate alınarak, yazılı biçimde hükümler kurulmasında bir isabetsizlik görülmemiş,Bu husus bozma nedeni yapılmamıştır." Yargıtay ilamı 26/6/2014 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 25/07/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun'un maddesinde, ifade alma işlemi öncesinde kendisi ve yakınları hakkında ceza kovuşturması açılmasına yol açabilecek nitelikteki sorulara cevap vermeme hakkı bulunduğunun tanığa hatırlatılması gerektiği düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kanuna aykırı elde edilen delillerin mahkemelerce reddedilmesi gerekmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12960 | Başvuru, aynı davada yargılanan ve kimliği daha sonradan ortaya çıkan sanığın gizli tanık olarak verdiği ifadelerin hükme esas alınması, yeterli delil olmaksızın mahkûmiyete karar verilmesi ve Yargıtay ilamında yeterli gerekçe gösterilmemesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bazı derslerden muaf tutulma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 2009 yılında yapılan yetenek sınavında başarılı olarak Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümüne kayıt yaptırmıştır. Başvurucuya 2010 yılında alerjik astım tanısı konulmuş, başvurucu hakkında kimyasal kokuların bulunduğu ortamda bulunmasının sağlığı açısından sakıncalı olduğuna dair sağlık raporu düzenlenmiştir. Başvurucu, 2013 yılında ( sınıftayken) kimyasal içerikli boyaların kullanıldığı atölye derslerini atölye ve fakülte dışında pastel boya, kuru boya veya kara kalem kullanarak ya da video veya fotoğraf sanatları yöntemiyle çalışarak tamamlamasına, ayrıca atölye dersleri dışında teori derslerinden geçebilmesi için bu derslerin sınavlarına girmesine izin verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun eğitim gördüğü Üniversite, taleple ilgili görüş verilmesi için konuyu Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Kuruluna (Kurul) iletmiştir. Kurul; resim bölümünde devam zorunluluğu bulunduğunu, atölye derslerinin uzaktan eğitim yöntemiyle tamamlanmasının mümkün olmadığını, atölye derslerinde çeşitli boyaların ve kimyasal incelticilerin kullanıldığını, atölyenin havalandırmasının pencereden sağlandığını, sadece atölye ortamının değil aynı zamanda atölyelerin bulunduğu koridorların ve atölyeye yakın dersliklerin de başvurucunun sağlığı açısından sakıncalı olabileceğini ancak mevcut şartlarda öğrencinin talebinin karşılanmasının mümkün olmadığını, derse katılıp katılmama kararının başvurucunun sorumluluğunda olduğunu belirtmiştir. İdare, söz konusu Kurul kararına dayanarak başvurucunun talebini reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu iptal davası açmıştır. Davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) başvurucunun iptal davasını reddetmiştir. Başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi, başvurucunun söz konusu talebine müfredatın izin verip vermediği ve böyle bir yöntem izlenmesi hâlinde atölye dersleri dışında teori içeren derslerden başvurucunun sınavlara girmesine izin verilmesinin mümkün olup olmadığı hususlarının Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına (YÖK) sorularak Mahkemece yeniden bir değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle anılan kararı bozmuştur. Bozma kararı üzerine İdare Mahkemesi, bozma kararına uymuş ve konuyla ilgili olarak YÖK'ün verdiği cevaba dayanmak suretiyle tekrar davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Olayda, Mahkememizin 2015 günlü, E.2015/2559 sayılı ara kararıyla Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'ndan, davacının alerjik astım rahatsızlığı nedeniyle kimyasal gereçlerin kullanıldığı atölye derslerinde çalışmalarını atölye ve fakülte dışında pastel boya, kuru boya, kara kalem ya da video, fotoğraf sanatları yöntemi ile çalışarak tamamlanmasına müfredatın izin verip vermediği ve böyle bir yöntemin izlenmesi halinde atölye dersleri dışında teori içerir derslerden davacının sınavlara girmesine izin verilmesinin mümkün olup olmadığı hususları sorulmuş olup gelen cevabi yazıda, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı'nın 2016 tarih ve 1840 sayılı yazısından, davacının atölye derslerinde çalışmalarının atölye ve fakülte dışında çalışarak tamamlanmasında program yeterliliklerini karşılayamayacağından ayrıca yeterlilikler müfredat ile tekabül etmediğinden atölye dersleri dışında teori içerir derslerden sınavlara girmesinin uygun olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda; yukarıda yer verilen Gazi Üniversitesi Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği'nin devam mecburiyetini düzenleyen maddesinde ki düzenleme uyarınca derslere %70 oranında devam mecburiyetinin bulunması ve Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı'nın 2016 tarih ve 1840 sayılı yazısından da anlaşılacağı üzere sağlık raporunun devam zorunluluğunu ortadan kaldırmayacağı anlaşıldığından davacının talebinin reddi yönündeki işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir..." Başvurucu, kararı temyiz etmiş; Danıştay anılan mahkeme kararını onamıştır. Başvurucunun anılan karara yönelik karar düzeltme talebi de kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/2/2019 tarihinde öğrenmiş; 4/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6744 | Başvuru, bazı derslerden muaf tutulma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; makul sürede yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu vekilinin bireysel başvuru formundaki beyanına göre başvurucu, hakkında başlatılan bir soruşturma kapsamında 30/9/1998 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ortamında yapılan incelemede, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 4/4/2019 tarihli gerekçeli kararının "Deliller" bölümünde "Soruşturma evresinde tanzim olunan 30/09/1998 tarihli olaylı yakalama ve zaptetme tutanağından Küçükçekmece İlçesi Yeşilova Mahallesi Reyhan Caddesi üzerinde bulunan no: 92 sayılı yerdeki Cennet Sofrası adlı lokantada sanıklar [B.], [E.K.] ve Abdulkadir USLU'nun başka bir olay nedeniyle başka bir olayın faili olarak yakalandıkları anlaşılmıştır." şeklindeki ifadelerden başvurucunun mevcut yargılamaya konu olmayan başka bir olay nedeniyle yakalandığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin anılan gerekçeli kararına göre başvurucu 18/12/1998 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 12/10/1998 tarihli ve 1998/397 esas sayılı iddianamesi ile silahla yağma, başka bir suçun delillerini ortadan kaldırmak için öldürme, nitelikli dolandırıcılık, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, mühürde sahtecilik ve resmî belgede sahtecilik suçlarından kamu davası açılmıştır. Mahkeme 4/4/2019 tarihli kararı ile nitelikli yağma, başka bir suçun delillerini ortadan kaldırmak için öldürme suçlarından başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Verilen karar, Yargıtay Ceza Dairesince 3/7/2020 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22582 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 21/3/2005 tarihinde Beyoğlu İş Mahkemesinde açtığı alacak davası sonunda davanın kısmen reddine karar verildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 19/7/2013 tarihinde Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuş, Bölüm tarafından 24/4/2014 tarihinde adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, 9/8/2004 ilâ 26/2/2005 tarihleri arasında çalıştığı Beyaz Tekstil San. Dış Tic. Ltd. Şti.'ye ait işyerindeki iş akdi, işveren tarafından feshedilmiştir. Başvurucu, 21/3/2005 tarihinde Beyaz Tekstil San. Dış. Tic. Ltd. Şti. aleyhine, Beyoğlu İş Mahkemesinde açtığı davada, iş akdinin haksız nedenlerle feshedildiğini ileri sürerek ihbar ve kötü niyet tazminatı ile fazla çalışma ücretinin ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 6/4/2010 tarih ve E.2008/116, K.2010/257 sayılı kararla; tarafların delilleri, telefon kayıtları ve tanıkların beyanları ile bilirkişi raporu değerlendirilmiş, iş akdinin davalı işveren tarafından haksız feshedildiği, İş Kanunu'nun maddesinde, iş akdinin feshini kötüye kullanan işverenin kötü niyet tazminatı ile sorumlu olacağı belirtilmişse de davalının kötü niyetli olduğunun başvurucu tarafından ispatlanamadığı, yine fazla çalışma yapıldığının da kanıtlanamadığı, başvurucunun sunduğu gider faturalarının da iş akdinin feshinden sonraki tarihe ait olduğu gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne, 989,48 TL ihbar tazminatının davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/11/2012 tarih ve E.2010/32776, K.2012/39679 sayılı ilamıyla; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay kararı, 20/8/2013 tarihinde Mahkeme kaleminde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası, maddesinin son fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5557 | Başvurucu, 21/3/2005 tarihinde Beyoğlu İş Mahkemesinde açtığı alacak davası sonunda davanın kısmen reddine karar verildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Berrak Yeşim Ünsal, Bilgehan Göksu Ünsal ve Gülsün Ünsal müteveffa Utku Ünsal'ın (U.Ü.) mirasçılarıdır. Başvurucu Fügen Erdem Ünsal ise U.Ü.nün müteveffa oğlu B.H.U.nun eşidir. Başvurucuların murisi U.Ü. 1986 ile 1999 yılları arasında Türkiye'nin Londra Büyükelçiliği (Büyükelçilik) bünyesinde sağlık müşaviri olarak görev yapmıştır. Büyükelçiliğin Sağlık Müşavirliği Birimi tarafından yapılan harcamalar hakkında Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu müfettişlerince düzenlenen 7/4/2003 tarihli raporda U.Ü.nün sağlık müşaviri olarak görev yaptığı 1996 ile 1999 yılları arasında zimmetine para geçirdiği iddia edilmiş ve olayla ilgili olarak suç duyurusunda bulunulmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 7/4/2004 tarihli iddianamesi ile U.Ü. hakkında nitelikli ve zincirleme zimmet suçlarından kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 30/11/2006 tarihli kararı ile U.Ü.nün atılı suçlardan beraat etmesine hükmedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 25/12/2008 tarihli kararı ile U.Ü.nün eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu ancak bu suçun da zamanaşımına uğradığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın düşmesine karar verilmiştir. Yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı iddiasıyla U.Ü. tarafından 8/7/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılmış; başvuru, AİHM tarafından kayda alınmıştır. U.Ü.nün 11/5/2012 tarihinde vefat etmesi üzerine başvurucular 20/3/2013 tarihli dilekçeleri ile murislerinin vefat ettiğini AİHM'e bildirmişlerdir. AİHM; 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesi nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle 2014 yılında başvuruyu reddetmiştir. 6384 sayılı Kanun uyarınca Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Komisyon) kurulmuş, başvurucular 16/6/2014 tarihinde Komisyona müracaat ederek uzun yargılama nedeniyle uğradıkları zararın tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Komisyon 7/1/2015 tarihli kararı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurucuların mağdur statülerinin bulunmadığı gerekçesiyle başvurunun reddine, diğer şikâyetler yönünden ise karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Komisyon kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"AİHM'in 2/2/2006 tarihli ve 55955/00 başvuru numaralı Biç ve diğerleri/Türkiye kararının paragrafında aşağıdaki ilkeler yer almaktadır.'AİHM, AİHS'nin maddesinde yer alan hususların ortaya çıkmasına neden olan şartlarda ölen kişilerin yakın akrabaları olan bireylerin, başvuruda bulunabileceklerini; bunun, iddia edilen ihlalin niteliği ve AİHS sistemindeki en temel maddelerden birisinin etkili uygulanmasına ilişkin mütalaalar ile düzenlenen özel bir durum olduğunu hatırlatır. Ancak AİHS'nin ve maddesi kapsamındaki şikayetler bu kapsama girmemektedir. (...) Aynı şekilde Georgia Makri ve Diğerleri-Yunanistan (karar), no.5977/03 24 Mart 2005) kararında, AİHM, bir merhumun akrabalarının, yargılamanın uzunluğu ( madde) ve etkili hukuk yolu bulunmamasına ( madde) ilişkin şikayetlerin mağdurları olarak görülemeyeceğine karar vermiştir' Açıklanan gerekçeyle Utku Ünsal'ın vefat etmesi nedeniyle varisleri, Sözleşme'nin maddesinden şikayetçi olarak mağdur olduklarını ileri süremeyeceklerinden taleplerinin reddedilmesine ilişkin (...) karar verilmiştir." Başvurucuların itirazı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 9/4/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"17- Olayda, başvuranların murisi Utku Ünsal hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2004 tarihli iddianamesi ile nitelikli ve zincirleme zimmet suçundan açılan kamu davasında İzmir Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2006 tarih ve K:2006/294 sayılı kararı ile Utku Ünsal'ın beraatine hükmedildiği, temyiz edilen kararın, Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2008 tarihli ilamı ile kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi üzerine kesinleştiği, söz konusu davada adil yargılanma hakkının ihlal olunduğundan bahisle 2009 tarihinde AİHM'e yapılan başvurudan sonra 2012 tarihinde vefat ettiği, başvuranların ise mirasçı sıfatıyla mağdur olduklarından bahisle Komisyona başvurdukları anlaşılmaktadır. 18- Buna göre, Komisyonca; başvuranların, murislerinin, AİHS'in maddesinde düzenlenen makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle AİHM'e yaptığı şikayet başvurusunun mağduru sayılamayacakları, bu nedenle başvurunun, AİHS'in 35/ maddesinde öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarından birini taşımadığı gerekçesiyle reddedilmesinde usul ve yasa hükümleri ile AİHM içtihatlarına aykırılık görülmemiştir.19- Öte yandan, Kurulumuzca, başvuran Utku ÜNSAL mirasçılarının, murislerinin yargılandığı davada, makul sürede yargılanma hakkının ihlal olunduğu yolundaki şikayetin incelemesine devam edilmesini istemelerini haklı kılacak meşru bir menfaatlerinin olmadığı kanaatindedir. Çünkü şikayete konu yargılama bir ceza davası yargılaması olup, uzun sürmüş olsa bile bu yargılamanın süresinden duyulan elemden dolayı oluşan mağduriyetin varislere sirayeti söz konusu değildir. Nitekim AİHM de bir ceza davasında mirasçıların, davanın incelenmesine devam edilmesi yönündeki arzularının hilafına, AİHM yargılaması sürecinde vefat eden başvurana karşı yürütülen yargılamanın süresine ilişkin şikayet başvurusunu reddetmiştir. (Kofler/İtalya, no.8261/78, 9 Ekim 1982 tarihli Komisyon Raporu, Micalleff/Malta, no.17056/06, 15 Ekim 2009, & 48). Başvurucular 23/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6384 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar." 6384 sayılı Kanun'un "Müracaatın reddi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder. 6384 sayılı Kanun'un "Müracaat hakkında karar ve karara itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:''Herkes davasının, …cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, ...makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları AİHM Ergezen/Türkiye (B. No: 73359/10, 8/4/2014, §§ 27, 28) başvurusunda, başvurucunun AİHM nezdinde başvuruda bulunduktan sonra ölmesi üzerine yakınlarının başvuruya devam etmeyi istemeleri durumu ile başvurudan önce ölen kişi adına doğrudan ölenin yakınları tarafından AİHM'e başvuruda bulunma durumunun ayrı değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Valentin Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya [BD], B. No: 47848/08, 17/7/2014, § 97). AİHM ilke olarak asıl başvurucu tarafından ölmeden önce yapılan bir başvurunun ölenin yakınları tarafından takip edilebilmesi için bunların başvurunun devamında yeterli menfaatlerinin olması gerektiğini belirtmektedir (Hristozov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 47039/11, 358/12, 13/11/2012, § 71; Valentin Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya, § 97). Çünkü bu durumda asıl başvurucu kişisel tercihini kullanarak Sözleşme'den doğan haklarının ihlal edildiği yönünde ölmeden önce bizzat başvuruda bulunmuştur (Ergezen/Türkiye, § 29). AİHM'e göre asıl başvurucu tarafından ölmeden önce yapılan bir başvuruda belirleyici husus başvuruya konu hakkın mirasçılara devredilip edilemeyeceği değil başvuruya devam etmek isteyen yakınların bu konuda meşru menfaatlerinin bulunup bulunmadığıdır (Ergezen/Türkiye, § 29). Ancak AİHM'e göre başvuru karara bağlanmadan önce ölen kişinin başvuruya devam etmek isteyen yakınlarının bulunmaması veya bu türden bir istekte bulunan kişilerin başvurucunun mirasçısı ya da yeterince yakın akrabası olmaması yahut ölenin yakınlarının başvurunun devamında meşru bir menfaatlerinin bulunduğunu ortaya koyamaması hâlinde düşme kararı verilebilir (benzer yöndeki bir karar için bkz. Leger/Fransa [BD], B. No: 19324/02, 30/3/2009, §§ 50, 51). Ancak Sözleşme'nin uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir (benzer yöndeki bir karar için bkz. Karner/Avusturya, B. No: 40016/98, 24/7/2003 §§ 25-28). AİHM Ergezen/Türkiye başvurusunda, başvuruda bulunduktan sonra vefat eden başvurucunun yakınlarının başvuruya devam etme isteklerini, ellerindeki belgelere göre yeterli menfaatleri bulunduğu gerekçesiyle kabul etmiş ve yargılamanın makul süreyi aştığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir (Ergezen/Türkiye,§§ 65-68). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10598 | Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucular tarafından çalışanları adına Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) yapılan katkı payı ödemelerinin ücret olarak değerlendirilmesi sonucu gelir vergisi ve damga vergisi tarh edilerek vergi ziyaı cezaları kesilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2015/6691 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Vergi İdaresince Türkiye İş Bankası A.Ş. (Banka) nezdinde 2007-2011 yılları arası dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda 23/11/2012 ve 1/4/2013 tarihli vergi raporları düzenlenmiştir. Bu raporlarda özetle;i. Vakfın personele ek haklar sağladığı, bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Vakfın ana finansman kaynağının ise çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu vurgulanmıştır.ii. Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Bankaca ödenen katkı paylarının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği ifade edilmiştir. iii. Bunun yanında Banka katkı payının hesabında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı, bundaki amacın ise her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. Rapora göre banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananlar çalışanlar olup Vakıf ise sadece buna aracılık etmektedir.iv. Sonuç olarak Bankanın muhtelif şubeleri tarafından çalışanları adına yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu, bu ödemelerin ise 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği kanaatine varılmıştır. Vergi İdaresince raporlardaki tespitler doğrultusunda, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi kesilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle cezalı gelir vergisi tarhiyatları yapılmıştır. Ayrıca bu katılım payları ödemelere ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarh edilmiştir. Başvurucular tarafından vergilendirme dönemleri ekli tablonun (F) sütununda gösterilen bu tarhiyatlara karşı vakıflara ödenen katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla ekli tablonun (E) sutununda gösterilen vergi mahkemelerinde dava açılmıştır. Yapılan yargılamalar sonunda açılan davalar reddedilerek kesinleşmiş ve yargılamaları sona erdiren nihai kararlar ekli tablonun (B) sütununda belirtilen tarihlerde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, ekli tablonun (C) sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014; Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubeleri, B. No: 2014/6193, 15/10/ | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6691 | Başvuru, başvurucular tarafından çalışanları adına Türkiye İş Bankası A. Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) yapılan katkı payı ödemelerinin ücret olarak değerlendirilmesi sonucu gelir vergisi ve damga vergisi tarh edilerek vergi ziyaı cezaları kesilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tedbir nafakası davasında hükmün tavzihine ilişkin dilekçenin tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, Kanun’un açık hükmüne aykırı şekilde tavzih kararı verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 22/8/2013 tarihinde Adana Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 16/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 28/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine eşi tarafından 23/2/2012 tarihinde Adana Aile Mahkemesinin E.2012/493 sayılı dosyası ile nafaka davası açılmıştır. Mahkeme, 7/3/2013 tarihli ve K.2013/270 sayılı kararı ile başvurucu aleyhine eşi olan davacı için aylık 300 TL, müşterek çocuk için ise aylık 450 TL tedbir nafakasına hükmetmiş ancak nafakanın başlangıç tarihine hüküm kısmında yer vermemiştir. Karar temyiz edilmeksizin 5/4/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı 9/4/2013 tarihli dilekçe ile nafakanın başlangıç tarihinin kararda sehven belirtilmediğini, bu durumun infazda karışıklık meydana getireceğini belirterek hüküm fıkrasının “Davacı kadın için aylık 300 TL müşterek çocuk için aylık 450 TL tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren davalıdan alınıp davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine” şeklinde tavzihini talep etmiştir. Mahkeme 9/4/2013 tarihli tavzih şerhi ile hükmün (1) numaralı bendinde takdir edilen nafakaların başlangıç tarihini “dava tarihi” olarak belirlemiştir. Tavzih şerhi şu şekildedir: “Hüküm kısmında davacı için aylık 300 TL, çocuk için aylık 450 TL tedbir nafakasına hükmedilmiş ise de nafakanın başlangıç tarihi sehven belirtilmemiş, bu da infazda karışıklık yaratacağından tedbir nafakalarının başlangıç tarihi, dava tarihinden itibaren olarak düzeltilmesine karar verilmiştir.” Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2013/9192, K.2013/11646 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamı 30/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şu şekildedir:“(1) Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.(2) Tashih kararı verildiği takdirde, düzeltilen hususlarla ilgili karar, mahkemede bulunan nüshalar ile verilmiş olan suretlerin altına veya bunlara eklenecek ayrı bir kâğıda yazılır, imzalanır ve mühürlenir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:“(1) Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir.(2) Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:“(1) Tavzih, dilekçeye tarafların sayısı kadar nüsha eklenmek suretiyle hükmü veren mahkemeden istenebilir. Dilekçenin bir nüshası, cevap süresi mahkemece belirlenerek karşı tarafa tebliğ edilir. Cevap, tavzih talebinde bulunan tarafa tebliğ olunur.(2) Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak gerekli görürse iki tarafı sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir.(3) Mahkeme tavzih talebini yerinde gördüğü takdirde 304 üncü madde uyarınca işlem yapar.” 28/11/1956 tarihli ve E.1956/15, K.1956/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun kararı şöyledir:“Her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükmü esas ittihaz olunması iktiza eylemesine ve böyle bir davada da talebinin kabule şayan olduğunu ispat eden davacıya karşı davanın ikamesiyle davalı mütemerrit hale düşmüş addedilmesi muvafık bulunmasına binaen nafakanın bağlanmasında olduğu gibi arttırılma veya eksiltilmesine dair taleplerin kabulünde de buna dava tarihinden itibaren hükmolunması icap ettiğine ilk müzakerede ittifakla karar verildi.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6616 | Başvuru, tedbir nafakası davasında hükmün tavzihine ilişkin dilekçenin tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, Kanun’un açık hükmüne aykırı şekilde tavzih kararı verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvurucu, özel belgede sahtecilik suçundan yargılandığı davada, yasanın ve delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 22/2/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel belgede sahtecilik suçu nedeniyle hakkında açılan ve Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasında, Mahkemenin 21/9/2012 tarih ve E.2011/630, K.2012/537 sayılı kararıyla 10 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, 30/10/2012 tarih ve 2012/994 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiş, karar başvurucuya 14/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının anlam ve sonuçlarının yeterince kendisine okunmadan karar verildiği iddiasıyla 19/11/2012 tarihinde Adalet Bakanlığına kanun yararına bozma yoluna gidilmesi talebinde bulunmuş, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 24/12/2012 tarih ve 73157 sayılı yazısıyla yasal şartları oluşmadığından kanun yararına bozma yoluna gidilemeyeceğine karar vermiş ve karar başvurucuya 23/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Hâkim veya mahkeme tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirir.” 5271 sayılı Kanun’un , 267 ila maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1751 | Başvurucu, özel belgede sahtecilik suçundan yargılandığı davada, yasanın ve delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, taşınmaz üzerindeki ruhsatsız yapıların mühürlenmesi, yıkımı ve imar para cezası verilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2014 tarihinde Yusufeli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu Yozgat ili Çekerek ilçesinde Süreyyabey Barajı inşaatı yapılması planlanmış ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 24/5/2001 tarihli, 2384 sayılı onayı ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (İdare) yürütülen proje kapsamında yapılacak kamulaştırmalar için kamu yararı kararı alınmıştır. İdare, Çekerek Belediye Başkanlığına (Belediye) gönderdiği 5/7/2010 tarihli yazıda kamulaştırma sahalarında zaman zaman maliklerce daha fazla kamulaştırma bedeli alınabilmesi için amaçsız sabit tesis ve yapı yapıldığının gözlemlendiği, Süreyyabey Barajı ile ilgili projenin yapımına hâlen devam edildiği, 2010 yılında barajda su tutulmasının planlandığı, baraj gölü alanında sabit tesis ve yapı yapılmasının, kısa süre sonra kamulaştırılıp su altında kalacak olması sebebiyle tesisi yapana fayda sağlamayacağı gibi yapılan kamulaştırmalarda devletin haksız olarak yüksek bedel ödemesine sebebiyet vereceği, bu bakımdan proje alanında kalarak kamulaştırmadan tamamen veya kısmen etkilenecek yerleşim yerlerinde sabit tesis ve yapı inşasına izin verilirken ilgili bölge müdürlüklerinden görüş sorulması ve haksız kazanç sağlamak amacıyla kamulaştırma sahalarında yapılan ve iyi niyet taşımayan yapıların önlenmesi gereği ifade edilmiştir. Başvurucu, kendisine ait bulunan Yozgat ili Çekerek ilçesi Bahçelievler Mahallesi 247 ada 247 parsel sayılı taşınmaz üzerine iki kapalı ahır ve bir yarı açık besi ahırı inşa ettirmiştir. Belediye Fen ve İmar İşleri Müdürlüğü 15/4/2011 tarihinde düzenlenen inşaat durdurma zaptı ile bu ahırların ruhsatsız yapılar olduğu, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun ve maddelerine aykırı olarak inşa edildiği gerekçesiyle inşaatın mühürlenerek durdurulmasına karar vermiştir. Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 19/4/2011 tarihli yazısı ile başvurucu tarafından yapılan ahırlara Çekerek ilçesinde yapımına devam edilen Süreyyabey Barajı göl alanında kalması nedeniyle ruhsat verilmesinin mümkün olmadığı, ruhsatsız yapılara 3194 sayılı Kanun'un maddesi gereğince işlem yapılması gerektiği ve aynı Kanun'un maddesi gereğince de uygulanması gereken idari para cezasıyla ilgili rapor tanzim edildiği belirtilmiş; yazı ekinde yer alan "İmar Cezası Hesaplama Raporu" kapsamında toplam para cezası tutarı 696 TL olarak tespit edilmiştir. Belediye Encümeninin 20/4/2011 tarihli ve 2011/16 sayılı kararı ile başvurucunun 3194 sayılı Kanun'un maddesine göre ruhsat müracaatında bulunmadan inşaat yapımına başladığı, aynı Kanun'un maddesi gereğince inşaatın mühürlenerek durdurulduğu belirtilerek kaçak olarak yapıldığı tespit edilen yapının yıkımına; 3194 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında 696 TL idari para cezasının uygulanmasına karar verilmiştir. Belediye Encümeninin 20/4/2011 tarihli kararı, 25/4/2011 tarihli yazı ile başvurucuya bildirilmiştir. Bu arada İdare, Belediyeye gönderdiği 25/4/2011 tarihli yazı ile Süreyyabey Barajı'nda kamulaştırma çalışmalarının devam ettiğini ancak göl alanında kalarak kamulaştırılması gereken taşınmazlar üzerinde haksız kazanç elde etmek amacıyla yapılar yapıldığının tespit edildiğini, bu hususta ilgili idarelerce idari para cezası ile beraber yıkım kararları alındığı bilinmekle birlikte ekli listedeki taşınmazlar üzerinde yeni yapılar yapıldığının tespit edildiği belirtilerek başvurucuya ait 247 ada 247 parsel sayılı taşınmazın da bulunduğu ekli listedeki taşınmazlarla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığının bildirilmesi istenmiş; ayrıca kamulaştırma sahasında kalan taşınmazlar üzerinde yeni yapılaşmalara izin verilmemesi, izinsiz yapı yapanlar hakkında yasal işlemlerin yapılması talep edilmiştir. Başvurucu 6/5/2011 tarihinde Belediyeye başvurarak Belediye Encümeninin 20/4/2011 tarihli ve 2011/16 sayılı kararı kapsamında verilen idari para cezasının ve yıkım kararının iptaline, inşa edilen yapıda eksiklik var ise bunların tespit edilerek bildirilmesi ve eksikliklerin giderilmesi için süre verilmesine karar verilmesini talep etmiştir. İdarece Belediyeye gönderilen 27/5/2011 tarihli yazıda, Süreyyabey Barajı inşaatı nedeniyle kısa süre sonra su altında kalacak taşınmazlarda hem millî ekonomi açısından kayıp oluşmaması hem hak sahiplerinin mağduriyetine sebebiyet verilmemesi bakımından yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiği hususunun daha önce 14/5/2010 tarihli yazı ile bildirildiği, bu bakımdan Süreyyabey Barajı göl alanında kalması nedeniyle kamulaştırma işlemleri devam eden ve tapu kayıtlarına şerh konulan aralarında başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu ekli listedeki taşınmazlarda herhangi bir yapı izni verilmemesi, izinsiz yapı yapanlar hakkında gerekli işlemlerin yapılması istenmiş; yine İdarece Çekerek Kaymakamlığına gönderilen 26/9/2011 tarihli yazıda, Süreyyabey Barajı'nda inşaat çalışmalarının tamamlanma aşamasına geldiği, 2011 yılında su tutulacağı ve kamulaştırma işlemleri tamamlanan taşınmazların bir an önce tahliyesinin sağlanması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu 6/5/2011 tarihli başvurusuna Belediyece cevap verilmemesi üzerine başvurusunun zımnen reddedildiğini kabul ederek Belediye Encümeninin 20/4/2011 tarihli kararı ile alınan idari para cezası ve yıkım kararının kaldırılmasına, yapılan inşaatların fen ve sağlık bakımından uygun olduğu yönünde karar alınması talebinin reddine dair idari işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle 5/9/2011 tarihinde Belediye aleyhine Yozgat İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece 24/2/2012 tarihinde yapılan keşif sonrasında düzenlenen 9/4/2012 tarihli bilirkişi raporunda, 247 ada 247 parsel sayılı taşınmazın Belediye mücavir alan sınırları içinde, imar planı sınırları dışında ve kamulaştırma alanında kaldığı; 247 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki ahırların inşaat durdurma zaptının düzenlendiği tarih itibarıyla inşaat ruhsatının olmadığı, taşınmazın tapu kaydında kamulaştırma şerhi bulunması sebebiyle ruhsat verilemeyeceği, ruhsatsız olduğu tespit edilen yapılar için kesilen idari para cezasının kanun ve mevzuat gereği olduğu, dava konusu yapıların ruhsatlandırılamayacağı ve ruhsatsız olduğundan bahisle kesilen idari para cezasının 3194 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan hesaplama kriterlerine uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkemenin 17/5/2012 tarihli ve E. 2011/1146, K.2012/420 sayılı kararında idari işlemin yıkım ile 433,90 TL imar para cezasına ilişkin kısmı yönünden davanın reddine, 262,10 TL imar para cezasına ilişkin kısmı yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:"...davacı tarafından Süreyyabey Barajı kamulaştırma alanı içinde kalan yerde "iki adet kapalı, bir adet yarı açık ahır" yapılmasının imar mevzuatı açısından ruhsat gerektirdiği açık olduğundan, dava konusu işlemin yapının ruhsatsız olarak yapıldığından bahisle 3194 sayılı yasanın maddesi uyarınca 30 gün içinde sahipleri tarafından yıktırılmaması halinde belediyece yıkılmasına ilişkin kısmında anılan mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Öte yandan, her ne kadar ruhsatsız olarak yapılan yapılar için yapı tatil tutanağının düzenlenmesinden sonra 1 aylık süre beklenilmeden yıkım kararı verilmiş ise de, ruhsatsız olarak yapılan yapıların baraj kamulaştırma alanı içinde kalıyor olması ve kamulaştırma şerhinin bulunması nedeniyle ruhsata bağlanamayacak nitelikte olması karşısında işlemin yıkıma ilişkin kısmında bu yönden hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Dava konusu işlemin, davacının imar para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kısmına gelince;3194 sayılı İmar Kanunu'nun2009 günlü, 5940 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesinde; ... hükmüne yer verilmiştir. Bu çerçevede anılan Yasa kuralı incelendiğinde, yasa koyucu tarafından öncelikle yapıların gruplara ayrılarak yapının inşaat alanı üzerinden temel ceza verilmesinin, inşaat alanı üzerinden ceza miktarının hesaplanamadığı durumlarda ise imalat birim fiyatı üzerinden para cezası hesaplanmasının kurala bağlandığı, hesaplanan temel ceza miktarının hangi hal ve durumlarda ve ne kadar oranda artırılacağının da yine yasa koyucu tarafından maddenin c fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır.... bilirkişi raporunun, davacı hakkında para cezası verilirken idare tarafından uygulanmayan artırım sebeplerinin uygulanması suretiyle bulunan para cezası miktarına ilişkin kısmına uyulmamıştır. Olayda, dava konusu işlemin tesisi sırasında davacı tarafından toplam 1149,09 m² yapı yapıldığı ve yapının sınıf B grubu yapı olarak nitelendirilmesine karşın bilirkişi tarafından davacının yaptığı yapıların 2 farklı grupta değerlendirildiği ve 389,1 m² kapalı ahır niteliğindeki yapının sınıf B grubu yapı olarak nitelendirilmesine karşın 480 m² yarı açık yapının sınıf A grubu yapı olduğunun belirtildiği, bu çerçevede hesaplama yapıldığında davacıya verilmesi gereken temel ceza miktarının her iki grup yapı için toplam 726,39 TL olacağı, anılan temel cezaya yapının ruhsatsız olarak yapılmış olması nedeniyle idarece uygulanan %180 oranında artırımın uygulanması durumunda ise davacıya verilmesi gereken toplam cezanın 433,90 TL olacağı görülmektedir.Bu durumda, davacı tarafından yapılan ruhsatsız yapıya yönelik olarak 3194 sayılı Yasanın maddesi çerçevesinde para cezası verilmesine olanak bulunmakta ise de, cezanın hesaplanmasına yönelik Yasanın atıfta bulunduğu Tebliğ çerçevesinde davacı tarafından yapılan yarı açık yapıların sınıf A grubu yapı olmasına karşın idarece sınıf B grubu yapı olarak nitelendirildiği ve yapıların m² sinin hatalı ölçüldüğü gözetildiğinde, bu çerçevede yapılan hesaplama doğrultusunda davacıya verilmesi gereken para cezası miktarının 433,90 TL olması gerektiği açık olduğundan, dava konusu belediye encümeni kararının para cezasına ilişkin kısmının 433,90 TL'lik kısmında hukuka aykırılık, 262,10TL'lik kısmında ise hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 26/12/2013 tarihli ve E.2012/6223, K.2013/10239 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar, başvurucuya 4/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B.İlgili Hukuk 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar bu Kanun hükümlerine tabidir." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Yapı:a) Kuruluş veya kişilerce kendilerine ait tapusu bulunan arazi, arsa veya parsellerde,...İmar planı, yönetmelik, ruhsat ve eklerine uygun olarak yapılabilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden (....) yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik (...) bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.Belediyeler veya valiliklerce (....) ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik (...) bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.Belediyeler, valilikler (...) mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.(...) Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (...) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır.Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, aşağıdaki şekilde hesaplanan idari para cezaları uygulanır:a) Bakanlıkça belirlenen yapı sınıflarına ve gruplarına göre yapının inşaat alanı üzerinden hesaplanmak üzere, mevzuata aykırılığın her bir metrekaresi için;1) sınıf A grubu yapılara üç, B grubu yapılara beş Türk Lirası,2) sınıf A grubu yapılara sekiz, B grubu yapılara onbir Türk Lirası,3) sınıf A grubu yapılara onsekiz, B grubu yapılara yirmi Türk Lirası,4) sınıf A grubu yapılara yirmiüç, B grubu yapılara yirmibeş, C grubu yapılara otuzbir Türk Lirası,5) sınıf A grubu yapılara otuzsekiz, B grubu yapılara kırkaltı, C grubu yapılara elliiki, D grubu yapılara altmışüç Türk Lirası,idari para cezası verilir. Bu miktarlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında bir Türk Lirasının küsuru da dikkate alınmak suretiyle artırılarak uygulanır....c) (a) ve (b) bentlerine göre cezalandırmayı gerektiren aykırılığa konu yapı;...8) Ruhsatsız ise cezanın % 180’i,...(a) ve (b) bentlerinde belirtilen şekilde tespit edilen para cezalarının miktarına göre ayrı ayrı hesap edilerek ilave olunur. Para cezalarına konu olan alanın hesaplanmasında, aykırılıktan etkilenen alan dikkate alınır.18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41 inci maddelerde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin Türk Lirası idari para cezası verilir....Yukarıdaki fıkralar uyarınca tahsil olunan idari para cezaları, aynı fiil nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 184 üncü maddesine göre mahkûm olanlara faizsiz olarak iade edilir." 2/11/1985 tarihli ve 18916 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi şöyledir: "Bu Yönetmeliğin amacı belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan ve plânı bulunmayan alanlardaki yapılaşmaların fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamaktır." Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Bu Yönetmelik hükümleri;...4) Belediye ve mücavir alan sınırları içinde veya dışında imar planı ve yerleşik alan sınırları dışında kalan iskan dışı alanlarda, uygulanır." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "Bu Yönetmelik esaslarına göre yapılacak bütün yapılarda Türk Standartları Enstitüsü standartları dikkate alınarak, fen, sağlık ve çevre şartları ile ilgili diğer kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyulmak zorundadır." Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir. "Ruhsat alınması gerektiği halde ruhsat alınmadan yapılan veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapılar İmar Kanunu ve bu Yönetmelik esaslarına uygun hale getirilmedikçe bunların iskan, tamir, tadil ve ilavelerine izin verilmez." Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Yeni inşaat, ilave ve esaslı tadil işlerinde; yapı ruhsatiyesi almak için yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile yapılan müracaatlarda, dilekçeye eklenmesi gereken tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), plan, proje ve resimleri aşağıda gösterilmiştir." Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Üst ölçek planı bulunmayan iskan dışı alanlarda bulunan parsellerde; inşaat alanı katsayısı %5 den fazla olmamak, yapı inşaat alanları toplamı hiçbir koşulda (250) m2 yi geçmemek, saçak seviyelerinin tabii zeminden yüksekliği (50) m.yi ve 2 katı aşmamak, yola ve parsel sınırlarına (00) m.den fazla yaklaşmamak şartı ile bir ailenin oturmasına mahsus bağ ve sayfiye evleri, kır kahvesi, lokanta ve bu tesislerin müştemilat binaları yapılabilir.(Değişik:RG-2/9/1999-23804) Bu alanlarda tarımsal üretimi korumak amacı ile üretimden pazarlamaya kadar tüm faaliyetleri içeren entegre tesis niteliğinde olmamak kaydıyla, konutla birlikte veya ayrı yapılan mandıra, kümes, ahır, ağıl, ... gibi konut dışı yapılar, mahreç aldığı yola (00) m.den, parsel hudutlarına (00) m.den fazla yaklaşmamak, parselde bulunan bütün yapılara ait inşaat alanı katsayısı %40 ı ve yapı yüksekliği (50) m.yi ve 2 katı aşmamak şartı ile yapılabilir. Bu yapıların birinci fıkra koşullarına uyulmak üzere yapılacak konutla birlikte yapımı halinde de inşaat alanı katsayısı (40) ı geçemez. Beton temel ve çelik çatılı ser’alar yapı yaklaşma mesafelerine uyulmak şartı ile inşaat alanı katsayısına tabi değildir. ...(Değişik:RG-2/9/1999-23804) Ayrıca bu tesisler hakkında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve diğer ilgili kurum ve kuruluşların taşra teşkilatlarının uygun görüşünün alınması ve başka bir amaçla kullanılmayacağı hususunda tesis sahiplerince ilgili idareye noterlikçe tasdikli yazılı taahhütte bulunulması gerekmektedir. Bu maddede anılan yapılar ilgili Bakanlık ve kuruluşlarca hazırlanmış bulunan 1/50 veya 1/100 ölçekli tip projeler üzerinden yapılabilir." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(Değişik:RG-30/6/2001-24448) İskan dışı alanlarda yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni, yapının niteliğine göre "3030 sayılı Kanun Kapsamı Dışında Kalan Belediyeler Tip İmar Yönetmeliğinin" Yapı Ruhsat İşleri başlıklı bölümünde yer alan hükümlere uygun olarak ilgili idarece verilir.Ayrıca, bu bölümde bulunmayan yapılaşmaya ilişkin hususlarda bu Yönetmeliğin Dördüncü Bölüm hükümlerine uyulur." 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; ...İdare kamulaştırma kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline şerh verilmesini kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildirir. Bildirim tarihinden itibaren malik değiştiği takdirde, mülkiyette veya mülkiyetten gayri ayni haklarda meydana gelecek değişiklikleri tapu idaresi kamulaştırmayı yapan idareye bildirmek zorundadır. (Değişik cümle: 24/4/2001 - 4650/2 md.) İdare tarafından, şerh tarihinden itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmediği takdirde, bu şerh tapu idaresince resen sicilden silinir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4870 | Başvuru, taşınmaz üzerindeki ruhsatsız yapıların mühürlenmesi, yıkımı ve imar para cezası verilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, beyanı mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Batman Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütü yöneticiliği suçlarından 4/6/2018 tarihinde iddianame tanzim etmiştir. İddianamede özetle; - Başvurucunun FETÖ/PDY güdümünde faaliyet göstermesi nedeni ile kanun hükmünde kararname ile kapatılan çeşitli şirketler bünyesindeki özel okullarda öğretmenlik yaptığı, - Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen başka bir soruşturma kapsamında ifadesi alınan Ö.F.A.nın beyanlarına göre; başvurucunun sohbet adı verilen toplantıları düzenlediği, toplantılarda para toplamaya ve katılanları motive etmeye çalıştığı, Murat kod adını kullandığı, darbe teşebbüsü sırasında Ö.F.A.ya "bizim arkadaşlar emniyet olarak darbeyi destekliyoruz, sonuna kadar askerin yanında olacağız, bulunduğunuz yerlerde askerlere emniyet olarak yardımcı olun" şeklinde mesaj atarak darbe teşebbüsünü önlemede aktif görev ve yetkisi olan emniyet personeline aksi yönde talimat vererek darbe teşebbüsüne fiilen iştirak ettiği,- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2017/64652 sayılı soruşturması kapsamında elde edilen ve imajı alınan dijital veriye göre başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) yapılanması içerisinde mahrem imam olarak tabir edilen örgüt üyeleri arasında olduğu,- İmajı alınan dijital verilerde bulunan bilgilerin; başvurucunun bağlı bulunduğu ilin "Batman", kod adının "Murat", görevi ve konumunun "öğretmen", vasfının "B", mahrem yapıya katıldığı yılın "2015", acil durumda ulaşılacak kişinin "Yüksel bey" olarak belirtildiği,- Ö.F.A.nın o tarihteki rütbesinin akademi mezunu komiser olması ve ifadesinde başvurucunun kod adının Murat olduğunu belirtmesinin, imajı alınan dijital verideki bilgilerle de örtüştüğü, - İmajı alınan dijital veride başvurucunun acil durumda aranacak kişinin "Yüksel Bey" olarak yazılı olduğu, adı geçen kişinin gerçek adının A.S. olduğu, hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/17890 sayılı soruşturmasında işlem yapıldığı, imajı alınan dijital veride FETÖ/PDY Batman EGM mahrem yapılanması içerisinde örgüt tarafından "Üniversite" (Örgüt Üyesi Akademi Mezunu Amirlerden Sorumlu olan birim) olarak adlandırılan birimde "Müdür" pozisyonunda görev aldığı, vasfının "A" olduğu ve örgüt içerisinde Yüksel kod adını kullandığına yönelik bilgiler bulunduğu, bu bağlamda başvurucunun A.S.ye bağlı olarak ondan aldığı talimatlar doğrultusunda örgütün Batman EGM yapılanması içerisinde kendisine zimmetlenen akademi mezunu polis amirlerinden sorumlu olduğu, dosyada mevcut HTS analiz raporuna göre de başvurucu ile A.S. arasında dört kez irtibatın bulunduğu, - İmajı alınan dijital veride başvurucunun şahsi telefon numarası olarak yer alan ..77 numaralı telefon hattının başvurucu adına kayıtlı olduğunun tespit edildiği,- Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen başka bir soruşturma kapsamında ifadesi alınan K.nın beyanlarına göre; başvurucunun Yılmaz kod adını kullandığı, başvurucunun K.ya sohbet gruplarının olduğunu, iki haftada bir toplandıklarını söylediği ve K.dan sohbet grubuna katılmasını istediği, kendisi gibi komiser olan H., A.A. ve Ü.G.nin de bulunduğu bir toplantıda başvurucunun kendi telefonundan örgüt lideri F.G.nin videosunu izlettirdiği, - K.nın beyanlarında adı geçen kişilerin emniyet teşkilatında akademi mezunu polis amiri olarak görev yaptıkları bilgisi ile imajı alınan dijital veride akademi mezunu polis amirlerinin örgüt içerisinde "Üniversite" olarak adlandırıldığı tespiti karşısında başvurucunun "Üniversite" olarak adlandırılan bu birimdeki kendisine zimmetlenen akademi mezunu polis amirlerinden sorumlu olduğu ve imajı alınan dijital verideki bilgiler ile başvurucu hakkındaki anlatımların uyumlu olduğu, - Örgüt liderinin Bank Asyaya para yatırın çağrısı yaptığı dönemde başvurucunun hesabında da artış olduğu belirtilmiştir. İddianamenin kabulüyle açılan davayla ilgili 13/6/2018 tarihinde düzenlenen tensip zaptında Batman Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme), diğer kararlarının yanı sıra tanıklar Ö.F.A. ile K.nın bulundukları yer mahkemesince beyanlarının tespiti için istinabe yoluna başvurmuştur. Duruşmanın 4/9/2018 tarihli ilk celsesinde başvurucunun müdafii de hazır bulunmak suretiyle savunması alınmış ve ardından tanık K.nın Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla beyanları tespit edilmiştir. Tanık K. ifadesinde aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur. "Bana SEGBİS'te gösterilen şahsı tanırım. İsmini Yılmaz olarak bilirim. Ben 2015 Eylül ayında Batman'a tayin oldum. Ben polis memuruyum. Batman TEM Şube'ye tayin oldum. Yaklaşık 2 ay kadar sonra [Ü.] ve [H.] isimli devrelerim vardı. Zaman zaman onlar beni evlerine davet ediyorlardı. [Ü.G.] beni bir akşam kendi evine yemeğe davet etti. [Ü.] beni araçla aldı. Araçta Yılmaz isimli bu şahıs vardı. Araç Fiat Uno marka eski bir araç idi. Daha sonra [Ü.nün] evine gittik. [H.] ve [A.A.] da oradaydı. Ben geldiğimde evdeydiler. Normal tanışma sohbeti yaptık. Sanık kendisinin sohbet abisi olduğunu söyledi. Sanık cemaatin sohbet abisi olduğunu söyledi. Yılmaz isimli bu şahıs bana [H.], [Ü.] ve [A.dan] sorumlu olduğunu söyledi. Kendisi beni de davet etti, o zaman için bir cevap vermedim. Daha sonra bir kez daha [A.A.]nın evine gittik. [A.A.] çay içmeye çağırdı. [H.] beni evden aldı. [H.], [Ü.] ve [A.] evdeydi. Yılmaz bize Fetö'ye ait vaaz videosu izletti. Yılmaz bizden sonra gelmişti. Çocuğunun da yanında olduğunu hatırlıyorum. Sadece vaaz kaseti izlettirildi, onun dışında FETÖ'ye ilişkin bir talimat gibi durum söz konusu olmadı. Daha sonra Yılmaz ile hiç görüşmedim. Yılmaz da beni hiç aramadı. Devrelerim beni çaya çağırıyorlardı ancak ben gitmedim. Himmet adı altında Yılmaz para istemedi. " Mahkemece tanık beyanı sonunda tanığa doğrudan soru sorma hakkı hatırlatılmış, başvurucu ve müdafii soru sorma hakkını kullanmamıştır. Bu celsede Mahkeme tanık Ö.F.A.nın Hassa/Hatay adresindeki mahal mahkemesine zorla getirilmek suretiyle SEGBİS ile beyanının alınması için talimat yazılmasına karar vermiştir. İkinci celsede tanık Ö.F.A. için Hassa Asliye Ceza Mahkemesine yazılan talimata cevap verilmediği, yapılan görüşmede tanığın Batman'da ikamet ettiğinin bildirildiği belirtilerek tanık Ö.F.A.nın adresinin araştırılması için kolluğa müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Aynı celsede tanık H. SEGBİS vasıtasıyla, tanık A.A. duruşmada hazır bulunmak suretiyle dinlenmiş; tanık beyanları sonunda başvurucuya tanıklara doğrudan soru sorma hakkı hatırlatılmış ve bu hakları kullandırılmıştır. Üçüncü celsede tanık Ö.F.A.nın adresinin araştırılması için kolluğa yazılan müzekkereye cevap verildiği, tanığın Menemen ilçesinde bulunan adresinin bildirildiği belirtilerek tanığın adresinden zorla getirilmek suretiyle SEGBİS ile hazır edilmesi için talimat yazılmasına karar verilmiştir. Yine bu celsede tanık Ü.G. duruşmada hazır bulunmak suretiyle dinlenmiş, başvurucu ve müdafiine tanığa doğrudan soru sorma hakkı hatırlatılmış ve bu hakkı kullandırılmıştır. Dördüncü celsede tanık Ö.F.A.nın Hassa ilçesinde ikamet ettiği, kendisine telefonla ulaşıldığında Ankara'da olduğunu beyan ettiğine dair tutanak düzenlendiği görülmekle Mahkeme tarafından tanık Ö.F.A.nın Hassa ilçesindeki adresine dönme ihtimaline binaen zorla getirilmek suretiyle SEGBİS ile hazır edilmesi için talimat yazılmasına karar verilmiştir. Beşinci celsede tanık Ö.F.A. için Hassa Asliye Ceza Mahkemesine yazılan talimata cevap verildiği, tanığın SEGBİS vasıtasıyla ifade vermek istemediğini bildirir dilekçe sunduğu belirtilerek dinlenemeyen tanık Ö.F.A.nın Hatay'ın Hassa ilçesinde ikamet ettiği sabit olduğundan yeniden SEGBİS ile dinlenmek üzere Hassa Asliye Ceza Mahkemesine talimat yazılarak tanığın -işin tutuklu oluşu da gözönüne alınarak- zorla getirilmek suretiyle dinlenilmesinin istenmesine karar verilmiştir. Altıncı celsede tanık Ö.F.A. için Hassa Asliye Ceza Mahkemesine yazılan talimata cevap verilmiştir. Tanık Ö.F.A. "önceki beyanlarımı aynen tekrar ederim. Mustafa BAYIR isimli şahsı şuan hatırlayamıyorum. Bize kendisini başka bir isimle tanıtmış olabilir. Hazırlıkta ifade vermiştim. O ifadem doğrudur. Beyanlarımı aynen tekrar ederim. Benim bilgim ve görgüm bundan ibarettir." şeklinde beyanda bulunmuştur. Tanığın alınan beyanları başvurucuya okunmuş ve diyecekleri sorulmuştur. İddia makamı yedinci celsede esas hakkında mütalaasını bildirmiştir. Başvurucu ve müdafii esas hakkında mütalaaya karşı savunma hazırlamak üzere süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme, savunmanın süre talebini kabul etmiştir. Başvurucu müdafii bu husustaki beyanlarını celse arasında yazılı olarak sunmuş, başvurucu ise 10/7/2019 tarihli sekizinci ve son celsede mütalaaya karşı sözlü savunma yapmıştır. Bu celsede Mahkeme, başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 10 yıl hapis cezasına hükmetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"... sanık Mustafa Bayır'ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Suçlar Soruşturma Bürosu'nun 2017 tarih ve 2017/68532 soruşturma sayılı soruşturması kapsamında elde edilen ve imajı alınan dijital veri içeriğinde büyük bölgesinin Gaziantep, küçük bölgesinin Diyarbakır, bağlı olduğu ilin Batman, görevi ve konumunun öğretmen, vasfının B (müdür yardımcısı, zümre başkanı), kod adının Murat, biriminin lise görevi ve konumunun öğretmen olduğunun anlaşıldığı,MASAK ve BDDK tarafından hazırlanan raporlarla örgütün finans kaynağı olduğu konusunda tereddüt bulunmayan Bank Asya Katılım Bankası kayıtlarına göre de sanığın bankada hesaplarının bulunduğu, hesap hareketleri incelendiğinde ise bankanın TMSF'ye devrinin önüne geçmek adına 2014 sonrası yoğun olarak hesaba havale, para yatırma şeklindeki işlemlerle hesaplarını kullanmaya devam ettiği, döviz cinsinden alım ve satımlar yaptığı, 08/01/2014 tarihinde 1040,5951038 TL; 19/02/2014 tarihinde 593,858752 TL tutarında altın alımları yaptığı,Sanık hakkında beyanda bulunan tanık [Ö.F.A] sanığın Murat kod adını kullandığını, örgütsel toplantıları organize ettiğini, toplantıya katılan polis memurlarına örgüt ele başının konuşmalarını dinlettiği, kitaplarından okuduğu, örgüte eleman kazandırmak adına örgütsel söylemlerde bulunduğu, sanığın 15 Temmuz darbe girişimi gecesi whatsapp görünümlü eagle hesabından sanığın 'Bizim arkadaşlar emniyet olarak darbeyi destekliyoruz, sonuna kadar askerin yanında olacağız, bulunduğunuz yerlerde askere emniyet olarak yardımcı olun' şeklinde bireysel mesaj gönderdiği ve bu mesajı hemen sildiğini beyan ettiği, tanık [K.] ise sanığın Yılmaz kod adını kullandığını ve diğer tanığın da ifadesinde belirtilen örgütsel toplantıları organize etmek şeklindeki faaliyette bulunduğunu beyan ettiği,HTS analiz raporuna göre de sanığın kullanmış olduğu .. ve .. numaraların yoğun olarak haklarında aynı suçlardan soruşturma veya kamu davası bulunan şahıslarla irtibatlı olduğu, örgütle irtibatlı ve iltisaklı kurumlarla iletişiminin bulunduğu, Kakao Talk programına ilişkin irtibat bilgisinin olduğu, 2013 sonrası yoğunluklu olarak gerçekleştirdiği uluslararası görüşmelerinin dikkat çektiği,Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Suçlar Soruşturma Bürosu'nun 2017 tarih ve 2017/68532 soruşturma sayılı soruşturması kapsamında elde edilen ve imajı alınan dijital veri içeriği, Bankasya hesap hareketleri, tanık anlatımları, HTS analiz raporu, örgüte ait kurum ve kuruluşlarda çalıştığına ilişkin SGK kayıtları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanık savunmasının kendisini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu kanaatine varıldığı, sanığın örgütsel haberleşme amacıyla kullanılan Eagle ve Kakao Talk programlarını yüklediği ve kullandığı, özel olarak gizli haberleşme amacıyla kullanıldığı değerlendirilen telegram hesabı da bulunduğu, emniyet personellerinden sorumlu mahrem yapıda yer aldığı, örgütün finans kaynağı olan Bankasya'nın TMSF'nin önüne geçmek için işlem hacmini artırmak adına hesaplarını kullandığı, örgüt talimatıyla hem Murat hem de Yılmaz kod adlarını kullandığı, örgütün sohbet adı altında yapılan toplantılarını yaptığı, örgüte nitelikli eleman yani 15 Temmuz darbe girişiminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine yine kamu görevi ifa etmekte olan emniyet personelini kullanmak adına eleman yetiştirme faaliyetinde bulunduğu ..." Başvurucu, istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- beyanları mahkûmiyet hükmüne esas alınan Ö.F.A.nın istinabe yolu ile dinlenmesi nedeniyle tanıkla yüzleşme, tanığı sorgulayarak beyanlarının doğruluğunu test etme imkânı bulamadığını ileri sürmüştür. Hüküm, Yargıtay Ceza Dairesince 22/10/2020 tarihinde onanmıştır. A. Ulusal Hukuk Tanık sorgulama hakkı yönünden ilgili ulusal mevzuat için bkz. Uğur Özcan, B. No: 2021/12137, 26/7/2022, §§ 17-B. Uluslararası Hukuk Tanık sorgulama hakkı yönünden ilgili uluslararası hukuk için bkz. Nurcan Gülabi, B. No: 2015/15355, 23/5/2018, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2756 | Başvuru, beyanı mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuka aykırı olarak yürütülen soruşturma ve ceza yargılaması süreci nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalınması sonucu uğranılan zararların tazmini için açılan davanın reddine karar verilmesinden dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi bünyesinde albay rütbesi ile hâkim olarak görev yaptığı dönemde, hükûmeti cebren devirme ve engelleme suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Kamuoyunda Balyoz Darbe Planı davası olarak bilinen yargılama sürecinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 21/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine kanaat getirerek 13 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Başvurucu hakkında verilen tutuklama ve yakalama kararlarına karşın yargılama sürecinde yurt dışına çıktığından yakalama kararı icra edilememiştir. Mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle 9/10/2013 tarihli kararla bozulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden dosyayı devralan İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme), 24/6/2014 tarihli kararı ile bozma kararına uyarak ve bozma gerekçesini benimseyerek başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Beraat hükmü Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 29/9/2014 tarihli kararla onanmıştır. Başvurucu, beraat ile sonuçlanan yargılama sürecinin ardından 6/10/2014 tarihinde yurda dönmüştür. Başvurucu, yargılama sürecinde aleyhine verilen haksız kararlar nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucu dilekçesinde, davanın 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına dayandığını açıkça ifade etmiştir. Anılan hüküm, yakalama ve tutuklama kararlarından bağımsız olarak suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle açılacak tazminat davalarını hüküm altına almaktadır. Başvurucu dilekçesinde özetle; haksız, hukuksuz ve delil olmadan verilen yakalama ve mahkûmiyet kararları nedeniyle yurt dışına iki kızıyla birlikte çıkmak zorunda kaldığını, aile birliğinin bozulduğunu, darbeci olarak yaftalandığını ve zorla emekli edildiğini ifade etmiştir. Mahkeme 20/10/2015 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Tülay Delibaş hakkında yakalama kararı çıkarıldığı, ancak dosya kapsamına göre yakalama kararının infaz edilmediği, dava dilekçesi içeriğine göre yakalama kararından sonra davacının yurt dışına çıkması nedeniyle yakalama emrinin infaz edilemediği anlaşılmış ve davacının yargılama sırasında tutuklanmadığı, başka bir anlatımla infaz edilen bir tutukluğun bulunmadığı, gözaltına alınmadığı ve hakkında çıkartılan yakalama emrinin infaz edilmediği hususunda herhangi bir tartışma ve kuşku bulunmamaktadır. Anlatıldığı şekilde meydana gelen olayda CMK'nun 141 ve devamı maddelerinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat koşullarının bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir....Kanun maddesinde hangi nedenlerle tazminat talebinde bulunulacağı belirtilmiş olup, infaz edilmeyen yakalama emrinin tazminat koşullarından biri olarak sayılmadığı anlaşılmaktadır. CMK'nun maddesinin fıkrasında, "Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir." denilmekte olup, her ne kadar birinci fıkrada yazılı haller dışında kalan nedenler veya kişisel kusur, haksız fiil ya da diğer sorumluluk hallerinden bahsedilmekte ise de, belirtilen hususların ancak yapılacak bir yargılama sonucu kesinleşen bir hükümle belirlenebileceği mahkememizce değerlendirilmiştir. Açıklanan nedenlerle CMK'nun maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminat talebinin yasal koşullarının mevcut olmadığı değerlendirilerek davanın reddine karar verilmiştir." Ret hükmü Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 3/7/2017 tarihli kararla onanmıştır. Başvurucu, nihai kararı 14/11/2017 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 1/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan, c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen, e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen, f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan, g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen, k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir. (3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 11/11/2015 tarihli ve E.2015/13049, K.2015/17584 sayılı bozma kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacı 2014 tarihli dilekçesinde özetle; halen İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan ve kamuoyunda "İzmir Casusluk Davası" olarak adlandırılan davanın iddianamesinde mağdur sıfatıyla yer aldığını, bu iddianamede sanık olarak yargılananların kendisi hakkında tuttukları fişleme kayıtlarının yer aldığını, bunlardan hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduklarının bu davanın seyri açısından önemli bir etkisi olmadığını, iddianamede yer alan kayıtların kişilik haklarına, aile şerefine, mesleki onuruna, maddi ve manevi bütünlüğüne olumsuz etkileri olduğunu, bu bilgilere iddianamede satır satır yer verilip, kamuoyu ile paylaşılmasının gerekmediğini, kovuşturma sırasında da herhangi bir tedbir alınmadan bu iddianamenin kabul edilerek, kamunun bilgisine açılmasından zarar gördüğünü belirterek 000 lira maddi ve 000 lira manevi tazminatın davalı hazineden alınarak kendisine verilmesini talep etmiştir.... Mahalli mahkemece, "Davacının yargılandığı dosyada mağdur sıfatı ile yer aldığını ve bir kısım kişisel bilgileri ifşa edilen davacının durumunun CMK'nın maddesinde tahdidi olarak sayılmış bulunan Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek tazminat isteme nedenlerinden hiçbirine uymadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.... davacının talebiyle ilgili değerlendirme yapılabilmesi için öncelikle CMK’nın maddesine 2014 gün ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun maddesi ile fıkra olarak eklenen 'Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.' hükmü ile ... kapsamı ve uygulanma şartlarının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır....Tüm bu yasal süreç ve hükümler birlikte değerlendirildiğinde varılan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür.1-6545 sayılı Kanunun maddesi ile CMK’nın maddesine fıkra olarak eklenen hükümle, maddenin fıkrasında yer almayan soruşturma ve kovuşturma işlemleri nedeniyle de Ağır Ceza Mahkemelerine dava açmak mümkün hale gelmiştir. Bunun için ön koşul, sorumluluk nedenine bakılmaksızın yapılan işlemin soruşturma veya kovuşturma sırasında yapılması ve işlem veya kararın hâkim veya Cumhuriyet savcısına ait olmasıdır.2- Kural olarak, 6545 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 2014 tarihinden itibaren gerçekleşmiş işlemler ile verilen kararlara dayalı olarak CMK'nın vd. maddeleri uyarınca Ağır Ceza Mahkemelerinde tazminat isteminde bulunulması mümkün ise de, daha önce verilen karar veya işlemlerden dolayı da CMK’nın 142/ maddesinde belirtilen dava süreleri henüz dolmamış olan taleplerin de bu kapsamda ileri sürülmesi mümkündür. Diğer yönden 5320 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde uyarınca, yetkili ağır ceza mahkemelerine gönderilen dosyalarda da, tazminat nedenleri yönünden dayandıkları yasa hükümleri göz önünde bulundurularak CMK’nın vd. maddelerinde öngörülen usullere bağlı olarak inceleme yapılıp, karar verilmesi gerekmektedir. Hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işlem ve kararlarındaki her türlü hata, özensizlik veya yanlış, ilgililer açısından tazminat hakkını doğurmaz. Bu nedenle ilgilinin öncelikle bu işlem veya karar nedeniyle zarara uğradığını hukukun genel ilkeleri kapsamında ispatlaması gerekmektedir. Yine bu haller nedeniyle hükmedilen tazminatın ödenmesi dolayısıyla, Devletin ilgili hâkim veya Cumhuriyet savcısına rücu edebilmesi de ancak; CMK’nın 141/ maddesindeki koşulların gerçekleşmesi, başka bir anlatımla hakim veya Cumhuriyet savcısının icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçundan mahkûm edilmesine bağlıdır.Tüm bu açıklamalar ışığında davacının talebi incelendiğinde, gerçekliği konusunda hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve bir değer yargısında bulunulmaksızın, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının açıkça gösterilmesi suretiyle zarara uğradığı iddiasının, 2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunun maddesiyle CMK'nın maddesine eklenen fıkradaki "Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir" şeklindeki düzenleme uyarınca tazminat nedeni oluşturacağı anlaşılmakla, somut olayda davacının bu işlem nedeniyle zarara uğrayıp uğramadığının belirlenmesine geçilmiştir....... Yargılama makamları da, kamusal ve özel yararlar arasındaki dengeyi gözeterek, özel bilgilerin kamuya yayılmasının önüne geçecek tedbirleri almalı, gerek kararlarında gerekse yargılamada bu hususlarda daha dikkatli ve özenli davranmalıdır.Tüm bu açıklamalar ışığında davacının iddiaları değerlendirildiğinde, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının iddianamede aynen yer alması, içeriğiyle ilgili hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve değer yargısında bulunulmaksızın CMK’nın 141/ fıkrası uyarınca tazminatı gerektirmektedir. Zira sanıklara isnat edilen suç gözetildiğinde, bu kayıtların iddianamede aynen yer alması gerekmediği gibi, aynen yer almasında kamusal bir yarar da bulunmamaktadır. Yargılama faaliyetlerinden kaynaklanan ve emredici veya yasaklayıcı bir norm bulunmaması nedeniyle, kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında değerlendirilemeyecek bu özensiz davranış nedeniyle doğan zararın giderilmesinde, Devletin kusursuz sorumluluğu söz konusu olup, yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda oluşan bu tür zararların tazminat hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde Devlet tarafından karşılanması gerekmektedir. Açıklanan ilkeler çerçevesinde, ispatlandığı takdirde maddi zararı ile yargılama faaliyetleri nedeniyle zedelenen kişilik haklarından dolayı makul bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi Kanuna aykırı olup ... " Yargıtay Ceza Dairesi 10/12/2015 tarihli ve E.2015/12720, K.2015/19159 sayılı kararıyla başvurucu ile aynı muhakeme sürecinde yargılanan ve yine başvurucu gibi yurt dışına çıktığı için ceza infaz kurumuna hiç girmeyen bir başka şahsın 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında açtığı davanın reddine ilişkin hükmü de onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Davacının, tazminat davasına dayanak teşkil eden İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin, 24/06/2014 tarih, 2014/129 esas - 2014/231 karar sayılı (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin, 21/09/2012 tarihli, 2010/283 esas - 2012/245 karar) ceza dava dosyasında tutuklanmadığı veya gözaltına alınmadığı gibi hakkında herhangi bir yakalama işlemi de yapılamadığı, yalnızca yakalanmasına yönelik olarak yakalama emri düzenlendiği, yakalama emrinin davacının yurt dışına çıkması nedeniyle infaz edilemediği, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/ ve devamı maddelerinde hangi koruma tedbirlerine tazminat verilmesi gerektirdiğinin tahdidi olarak sayıldığının anlaşılması karşısında, infaz edilemeyen yakalama kararı ile maddi ve manevi zarara uğradığı iddiası ile açılan tazminat davasının Kanundaki şartları sağlamadığı gerekçesiyle davacının maddi ve manevi tazminata ilişkin açılan davasının reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmemekle, ... " | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38267 | Başvuru, hukuka aykırı olarak yürütülen soruşturma ve ceza yargılaması süreci nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalınması sonucu uğranılan zararların tazmini için açılan davanın reddine karar verilmesinden dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 29/3/2021 tarihinde incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 15/12/2014 doğumlu olan başvurucuya dördüncü evre nöroblastom (kötü huylu bir tür tümör) tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini yürüten doktorun tedavi için kullanılmasının gerekli olduğunun belirtilmesi sonrasında başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine dinutuximab beta etken maddeli Qarziba isimli ilacın 6 aylık kullanımın dozunun ithalinin uygun görüldüğü bildirmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ilacın bedelinin karşılanması için SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde dava açmış ve ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. İş Mahkemesi 19/11/2020 tarihinde ihtiyati tedbir talebinin kabulüne karar vermiştir. SGK vekilinin yaptığı itiraz talebini inceleyen İş Mahkemesinin itirazın reddine karar vermesi üzerine SGK vekili istinaf talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) istinaf talebinin kabulüne, İş Mahkemesinin ara kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 29/3/2021 tarihinde, ilaç bedellerinin SGK tarafından ödendiği gerekçesiyle tedbir talebinin incelenmesine gerek olmadığına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde, İş Mahkemesinin 10/6/2021 tarihinde "...yapılan tetkikler sonucu nörob lastom teşhisi konulduğu, hastalığın Dinutuximab beta etken maddeli Qarziba isimli ilacı kullanmasının 03/11/2020 tarihli sağlık kurulu raporu ile belirlendiği, 28/04/2021 tarihli Resmi Gazetede Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde değişiklik yapılmasına dair tebliğin yayınlandığı, söz konusu tebliğin... 'Dinutuximab beta etken maddeli ilaçların üçüncü basamak sağlık kurumlarında hazırlanacak en az bir çocuk onkoloji uzmanı imzası bulunan sağlık kurulu raporuna istinaden sadece çocuk hematoloji, onkoloji ve /veya onkoloji uzman hekimi tarafından reçete edilmesi halinde Kurumca karşılanır. 'hükmünün düzenlendiği anlaşılmakla, davacıya reçete edilen söz konusu ilaç bedelinin davalı Kurum tarafından karşılanması gerektiği ..." gerekçesiyle ilaç bedelinin kesinti yapılmaksızın SGK tarafından karşılanmasına ve ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin gerekli birime yapılmasına karar verdiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2724 | Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun dışarı göndermek istediği mektubun gönderilmemesi sebebiyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu "Vahadaki Cehennem" adlı günlüğünü posta yolu ile dışarıya göndermek istemiştir. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı 29/3/2007 tarihinde günlük olarak yazılmış defterin kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceğinden posta ile gönderilmesinin sakıncalı olduğunu değerlendirerek defterin başvurucuya geri verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Bolu İnfaz Hâkimliği 19/4/2007 tarihinde şikâyet konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 22/5/2007 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 13/6/2007 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün ihlal edildiğinden bahisle başvuru yapmıştır. AİHM, 42701/08 numaralı başvuru hakkında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesi çerçevesinde, ceza infaz kurumlarında Türkçe yazılan mektup ve iletilerin ceza infaz kurumu idaresi tarafından alınmaması veya gönderilmemesi üzerine özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetler hususunda başvurucunun 19/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvurması gerektiğinden kabul edilemez olduğuna, diğer şikâyetlerin de kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu, Tazminat Komisyonuna sunduğu dilekçesi ile AİHM başvuru formundaki iddialarını tekrarlayarak 6384 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebinde bulunmuştur. Komisyon 3/8/2017 tarihinde; başvuru konusu olayda suçun önlenmesi, disiplinin ve ceza infaz kurumu güvenliğinin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin somut bilgilere dayalı olarak ortaya konulmadığı, haberleşme hürriyetine yapılan müdahalenin ilgili ve yeterli gerekçelere dayandırılmadığı gerekçesiyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ve 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucunun Tazminat Komisyonu kararında takdir edilen tazminat miktarının düşük olduğunu ileri sürerek yapmış olduğu itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 21/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun haberleşme özgürlüğünün ihlal edilmiş olması nedeniyle uğramış olduğu manevi zararın karşılığı olarak hükmedilen tazminatın manevi tazminat niteliğinde olması nedeniyle miktarının takdiren belirlenmesinin kaçınılmaz olduğu vurgulandıktan sonra belirlenen manevi tazminat tutarının hakkaniyete ve AİHM'in içtihatlarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 4/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39128 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun dışarı göndermek istediği mektubun gönderilmemesi sebebiyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde gerçekleştirilen işlemler nedeniyle başka temel hakların ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri de içermektedir. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütü suçundan soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 14/5/2019 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Sivas Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) yargılama sonucunda başvurucunun anılan suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 1/6/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 13/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 30/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuruda bulunulmasından sonra 28/12/2021 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı onama kararına itiraz etmiş, Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) itirazı yerinde görerek mahkûmiyet kararının bozulmasına ve başvurucunun tahliyesine 11/4/2022 tarihinde karar vermiştir. Bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararı kanun yoluna başvurulmaksızın 14/11/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34079 | Başvuru, ceza davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin darp ve hakaretine maruz kalınması ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 20/4/1981 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Kuşadası'nda yaşamaktadır. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde yakın bir arkadaşının ölüm haberini almasının ardından olay yerine gitmiştir. Ölüm olayı ile ilgili olarak adli tahkikat başlatıldığından olay yerinde, delil toplama işlemlerini gerçekleştiren ve olay yerinin güvenliğini sağlayan kolluk görevlileri bulunmaktadır. Kolluk görevlileri olay yerinde yaşayan Ü.A. ile olaya dair mülakat gerçekleştirdikleri sırada başvurucu, Ü.A.nın sözlerine sinirlenmiş; sonrasında görevliler ile başvurucu arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Başvurucu ile kolluk görevlileri arasındaki olayla ilgili olarak tarafların birbirinden farklı anlatımları bulunmaktadır:i. Başvurucunun iddiasına göre ölen arkadaşı hakkında Ü.A.nın hakarette bulunması üzerine Ü.A. ile aralarında tartışma yaşanmıştır. Tartışma olay yerinde bulunan kişilerin araya girmesiyle yatışmışken polis memurları boğazını ve kollarını sıkarak kendisini duvara yaslamış, daha sonra diğer polis memurlarının da katılımıyla toplam beş kolluk görevlisi tarafından darbedilmiş, bir polis memuru tarafından da ölümle tehdit edilmiştir.ii. Kolluk görevlileri A.K., E., E.K., E. ve H.K.nın iddiasına göre ise ölüm olayı nedeni ile adli kolluğun delil toplama faaliyeti kapsamında bilgisine müracaat edilen Ü.A. ile mülakat yapıldığı esnada başvurucu, Ü.A.ya sinkaflı sözlerle hakarette bulunarak tekme atmaya çalışmıştır. Başvurucu ikaz edilmesine rağmen agresif hareketlerine devam ettiği için önleme amaçlı araya girilmiş ve Ü.A.ya karşı fiziki müdahalesinin engellenmesi maksadı ile kollarından tutularak olay yerinden biraz uzağa götürülmüştür. Başvurucunun 25/7/2014 tarihinde kolluk görevlilerinden şikâyetçi olması üzerine Kuşadası Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından aynı gün adli soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen talimat ile Kuşadası İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından başvurucu ile başvurucunun şikâyetçi olduğu kolluk görevlilerinin şüpheli sıfatıyla, Ü.A.nın müşteki sıfatıyla, olaya dair görgüleri bulunan Ç. ve A.B.nin ise bilgi veren sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Ç ve A.B. alınan ifadelerinde; başvurucunun kolluk kuvveti ile mülakat yapan Ü.A.nın sözlerine sinirlenerek ona tekme atmaya başladığını ve sinkaflı sözlerle ona hakarette bulunduğunu, bu nedenle polislerin araya girdiğini ancak başvurucunun direnmesi nedeniyle polislerle arasında arbede çıktığını belirtmişlerdir. Adli soruşturma kapsamında ayrıca başvurucunun adli raporu temin edilmiş ve olay yerini gösteren kamera kaydı araştırması yapılarak herhangi bir kamera kaydının bulunmadığı tutanağa bağlanmıştır. Başvurucu hakkında alınan adli raporda; her iki kolda birer adet sıyrık dışında herhangi bir travmatik lezyon saptanmadığı, başvurucunun hayati tehlikesinin bulunmadığı ve yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek düzeyde olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucunun yargılama safhalarında ya da başvuru formunda anılan adli raporun hatalı veya eksik olduğu yönünde bir şikâyetinin bulunmadığı görülmektedir. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak alınan ifadeler ve adli rapor doğrultusunda polis memurlarının zor kullanım sınırını aştıkları yönünde kamu davası açmak için yeterli delil elde edilemediği gerekçesi ile 8/9/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Ayrıca aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun polis memurlarına karşı görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediğinden bahisle iddianame tanzim edilmiştir. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmesi üzerine Söke Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 19/12/2014 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı kaldırmıştır. Hâkimliğin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya kapsamında yapılan incelemede;gerçekleştiği iddia edilen olayların Kuşadası Emniyet Amirliğinde görev yapan polisler ile Sinan Canlı arasında meydana geldiği, tüm tanık,müşteki ve şüpheli ifadelerinin Kuşadası Emniyet Amirliğinde alındığı görülmüştür.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Özgür Uyanık/Türkiye kararında; “Soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamuya açık olmasını ve yetkili makamların örnek teşkil edecek titizlikle ve çabuklukla hareket etmelerini, AİHS’de öngörülen hakların uygulanabilir ve etkili olduğunu, teorik ve yanıltıcı olmadığını bu nedenle, böyle davalarda etkili bir soruşturmanın sorumluların tespit edilip cezalandırılmalarına yol açabileceğini” belirttiği,İlhan/Türkiye kararında; “Gözaltında kötü muamele ile ilgili tartışılabilir bir iddiası bulunan başvuru sahibinin, hastanede tedavi olmayı gerektirecek yaralarının varlığından haberdar olan Cumhuriyet savcısının, sadece jandarma tarafından olayın tutarsız ve belirsiz anlatımıyla yetinip, soruşturma açmaması, başvuru sahibini ve diğer bir tanığı dinlememiş ve yaraların niteliği ile ilgili olarak doktorlardan bir açıklama istememiş olmasını ve vücuttaki yaralarla ilgili bir açıklama getirilmemiş olması şeklindeki noksanlıkların etkili bir soruşturma yapılmadığını gösterdiğini” belirtiği,Her ne kadar Kuşadası Başsavcılığı tarafından herhangi bir delil elde edilemediğinden bahisle şüpheli polisler hakkında kyok kararı verilmiş ise de, gerçekleştiği iddia edilen olayların Kuşadası Emniyet Amirliğinde görev yapan polisler ile Sinan Canlı [Başvurucu] arasında meydana gelmesine ve tüm tanık, müşteki ve şüpheli ifadelerinin Kuşadası Emniyet Amirliğinde alınmasına göre, bağımsız ve tarafsız bir soruşturmanın yürütülmesi bakımından bu kişilerin Cumhuriyet Savcısı tarafından bizzat ifadelerine başvurulması, yine müşteki Sinan'ın tanıkları olduğunu belirtmesine göre bildireceği tanıklar da dinlendikten sonra şüphelilerin durumunun değerlendirilmesi gerektiğinden itirazın kabulüne..." Cumhuriyet Başsavcılığı, Hâkimliğin kovuşturmaya yer olmadığına dairkararını kaldırmasının ardından daha önce kolluk tarafından ifadeleri alınan kişilerin ifadelerini bizzat almıştır. Ayrıca başvurucunun tanıkları olarak belirttiği yakın arkadaşları A.A. ve E.nin de Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca olay tarihinde olay yerinde görevli tüm kolluk görevlilerinin isim listesi ve bu kişilere ait teşhise müsait fotoğraf albümü temin edilerek tanık A.A.ya bu fotoğraf albümü üzerinden teşhis işlemi yaptırılmıştır. Buna göre A.A. sadece iki polis memurunun olay yerinde olduğunu kesin olarak belirtmekle birlikte bunlardan birinin olaya hiç karışmadığını, diğerinin ise sadece kavga edenleri ayırdığını, kasıtlı bir eyleminin bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun -kendisinin de getirmeye çalışacağını ifade ettiği- diğer tanığı E. ise Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından fotoğraf teşhisi için önce kayıtlı adresinden ve telefonundan aranmış, sonra hakkında zorla getirme emri çıkarılmıştır. Ancak kolluk kayıtlarında firari olarak görünen E.ye ulaşılamadığından teşhis işlemi yaptırılamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yukarıda bahsedilen delilerin toplanmasının ardından 20/5/2015 tarihinde tekrar kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde, başvurucunun adli raporuna göre sadece kollarında sıyrıklar olduğunun tespit edildiği ve tanık beyanlarının da bu tespiti doğruladığı gözetilerek polis memurlarının yasal vazifeleri olan suçu önleme görevi kapsamında zor kullanma yetkilerini kullandıkları ve olayda bu yetkinin aşılmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazı üzerine Hâkimliğin 10/7/2015 tarihli kararı ile itiraz reddedilmiştir. Ret kararı gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...yapılan soruşturma işlemi, toplanan delillerve dilekçe içeriğine göre itiraza konu kararın yerinde ve hukuka uygun olduğu, soruşturma dosyası incelendiğinde;2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanuna göre şüpheli polis memurlarının itiraz edene müdahalelerinin hukuka uygunluk çerçevesi içerisinde kaldığı, Müşteki-Şüpheli Sinan Canlı'nın doktor raporu, yaralanmasının yeri, mahiyeti, tanıkların anlatımları ile şüpheli polis memurlarının beyanları kapsamında, haklarında soruşturma yürütülen polis memurlarının olay anında zor kullanma yetkisine dair sınırı aşmadıkları, olayın hukuku uygunluk sebebi çerçevesinde kaldığı, suç ununsurlarının oluşmadığı; tehdit suçu yönüyle soyut iddia haricinde delil bulunmadığı; iftira suçu yönüyle ise anayasal şikayet hakkının kullanıldığı, suç unsuru bulunmadığı anlaşılmakla, itirazın reddine dair..." Ret kararı, başvurucuya 25/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görevi yaptırmamak için direnme suçundan tanzim edilen iddianamenin Kuşadası Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabulü ile başlayan kamu davasında 13/7/2017 tarihinde, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesi ile başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Söz konusu karar olağan kanun yoluna başvurulmaksızın 20/9/2017 tarihinde kesinleşmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun kasten yaralama kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un "Görevi yaptırmamak için direnme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.... (3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır....” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Polis,A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,...E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri, ...eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar....Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir...." 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16073 | Başvuru, kolluk görevlilerinin darp ve hakaretine maruz kalınması ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16111, 2014/16138, 2014/16152, 2014/16153, 2014/16237 ve 2014/16242 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16108 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 8/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 9/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16108 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iade tutuklamasının hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Gürcistan uyruklu olan başvurucu, iade amacıyla 25/10/2018 tarihinde tutuklanmıştır (başvurucunun iade süreciyle ilgili olay ve olgular için bkz. , B. No: 2020/15539, 22/11/2022, §§ 6-52). İade yargılamasını yapan Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 19/6/2020 tarihinde tahliye edilen başvurucu 20/6/2020 tarihinde sınır dışı edilmiştir. Başvurucu, tutukluluk hâli devam ederken 6/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14195 | Başvuru, iade tutuklamasının hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 27/7/2011 tarihinde açtığı dava 7/5/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 26/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32154 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Polis Koleji mezunlarına Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesine sınavsız giriş imkânı sağlayan düzenlemelerin kaldırılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2015/7640, 2015/7639, 2015/7638, 2015/7635 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/7633 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, ilköğretim sonunda girdikleri sınavlarda başarılı olarak Polis Kolejinde eğitim ve öğrenime başlamışlardır. Başvurucuların Polis Kolejine kayıt yaptırdıkları tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre Polis Koleji mezunları sınavsız olarak Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesine (Fakülte) kayıt yaptırabilmekte ve buradan mezun olduklarında da polis amiri olarak atanabilmektedir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Gelişmeler Başvurucular son sınıf öğrencisi iken Polis Koleji mezunlarının sınavsız olarak Fakülteye kayıt yaptırabilmesini öngören düzenleyici işlem hükümleri, 3/6/2014 tarihli ve 29019 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Fakültesi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile değiştirilmiştir. Yeni düzenlemelerde Polis Koleji mezunlarının sınavsız olarak Fakülteye kayıt imkânları kaldırılmış ve bu öğrenciler için de sınav koşulu getirilmiştir. Başvurucular, söz konusu düzenleyici işlemin ilgili maddelerinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştayda dava açmışlardır. Danıştay Dairesi (Daire) 15/10/2014 tarihinde verdiği kararlarla dava konusu düzenleyici işlemin bazı maddelerinin yürütmesini durdurmuştur. Yürütmenin durdurulması isteminin kısmen kabulüne dair kararlar davalı İçişleri Bakanlığına ve başvuruculara tebliğ edilmiştir. Davalı İçişleri Bakanlığının belirtilen dosyalardaki yürütmenin durdurulması isteminin kısmen kabulüne dair kararlara karşı yaptığı itiraz, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca (İDDK) Daire kararının gerekçesi değiştirilmek suretiyle reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararın gerekçesinde, işlem tarihi itibarıyla Polis Kolejinde öğrenim gören öğrencilerin mevcut kazanılmış haklarını ve beklentilerini koruyan geçici maddelere yer verilmesi gerekirken bu yönde bir düzenlemeye yer verilmediği belirtilmiştir. Ayrıca değişiklik getiren Yönetmelik'te Fakülteye giremeyen Polis Koleji mezunlarının talep etmeleri hâlinde polis meslek yüksekokullarına yerleştirilecekleri yolunda bir düzenlemeye yer verilmek suretiyle Polis Akademisine sınavsız olarak kayıt olabilme beklentisindeki öğrencilerin polis meslek yüksekokullarına yerleşme veya bu okullardan tamamen ayrılma durumu ile karşı karşıya kalmalarına sebebiyet verildiği ifade edilmiştir. 4/4/2015 tarihli ve 29316 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanun kapsamında yapılan değişikliklerle Polis Koleji kapatılmış, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi ise Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğü (PAEM) şeklinde farklı bir statü ile yeniden yapılandırılmıştır. Başvurucuların 8/4/2015 tarihinde Polis Kolejinden kayıtları silinmiş ve tasdiknameleri verilmiştir. Başvurucular 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Belirtilen yasal düzenlemelerdeki değişikliklerle uyumlaştırma çalışmaları kapsamında 17/8/2008 tarihli Yönetmelik de 16/7/2015 tarihli ve 29418 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Akademisi Başkanlığı Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliği'nin (16/7/2015 tarihli Yönetmelik) maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Tüm bu gelişmelerin akabinde Daire; belirtilen dava dosyalarında davaya konu Yönetmelik'in yürürlükten kaldırıldığı, dolayısıyla karar tarihinde yürürlükte bulunmayan Yönetmelik hakkında karar verilmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçeleriyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Mevlüt Huzeyfe Uğur ve diğerleri, B. No: 2015/2924, 19/4/2018, §§ 13- | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7633 | Başvuru, Polis Koleji mezunlarına Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesine sınavsız giriş imkânı sağlayan düzenlemelerin kaldırılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; mahkûmiyetle sonuçlanan yargılamada tanıkların tamamının dinlenmemesi, delillerin hatalı değerlendirilmesi, ilk derece mahkemesi kararı ile Yargıtay onama kararının yeterli gerekçe içermemesi ve müşteki tarafından temyiz aşamasında sunulan ek beyan dilekçesinin Yargıtay tarafından dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İzmir ilinde emlakçılık yapmakta olan T. ve N.Ş. adlı şahıslar27/3/2007 ve 30/3/2007 tarihli dilekçeler ile başvurucudan şikâyetçi olmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tehdit suçu nedeniyle başlattığı soruşturma sonucunda 7/5/2007 tarihinde kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Müşteki T. abisi olan T.nin şikâyeti sonrasında başvurucu ve yanında bulunan Ö.A.nın lehlerine ifade vermesi amacıyla kendisini bulundukları yere çağırdıkları ve buradan Aliağa'da bulunan bir yere götürerek zorla alıkoydukları iddiasıyla 24/7/2007 tarihinde şikâyette bulunmuştur. T.nin şikâyeti üzerine başvurucu hakkında daha önceden verilen takipsizlik kararı kaldırılmış ve her iki soruşturma birleştirilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı yapmış olduğu soruşturma sonucunda kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir. Söz konusu iddianamedeki anlatıma göre olaylar şu şekilde gelişmiştir: İzmir'de emlakçılık yapmakta olan T. satın almak istediği bir taşınmaz nedeniyle daha önceden tanıştığı başvurucudan yardım istemiştir. Başvurucu, biriktirdiği bir miktar paraya bankadan çekmiş olduğu krediyi de ekleyip borç olarak T.ye vermiştir. T. almış olduğu borcu ödeyememiş ve bunun karşılığında satın almış olduğu, üzerinde beş adet bağımsız bölüm bulunan taşınmazı teminat olarak başvurucuya devretmiştir. Asker kişi olan başvurucu hakkında üzerindeki taşınmazlar nedeniyle disiplin soruşturması başlatılması üzerine T.ye taşınmazları devir yetkisi içeren vekâletname vermiştir. T. almış olduğu bu vekâletname uyarınca taşınmazları kendi damadı T.E.ye devretmiştir. T.E. bir süre sonra taşınmazların üzerinde bulunmasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle taşınmazları aynı zamanda T.E.nin kardeşi olan T.ye devretmiştir. T. 2006 yılı Eylül ayında başvurucudan 000 TL daha borç almış, T.de abisinin almış olduğu borca kefil olmuştur. Borcun ödenmemesi üzerine başvurucu yanında Ö.A. ve H.A. olduğu hâlde 2006 yılı Aralık ayında T.nin yanına giderek taşınmazları kendisine devretmesi hususunda tehdit etmiş, korkuya kapılan T. taşınmazları devretmesi için N.Ş.ye vekâlet vermişveN.Ş. dealdığı vekâlet ile taşınmazları Ö.A.yadevretmiştir.Ö.A.nın taşınmazları elden çıkarmaya başlamasından sonra T. başvurucu ve Ö.A.dan şikâyetçi olmuş, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında soruşturma başlatılan başvurucu bu şikâyet nedeniyle T.yi telefonla arayarak Alsancak'ta bir restauranta gelmesini sağlamış ve ardından Ö.A. ile birlikte zorla Aliağa'da bulunan bir yere götürerek alıkoymuştur. İzmir Asliye Ceza Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonucunda, 5/5/2011 tarihli karar ile müşteki beyanları, tanık beyanları, sanık savunmaları ve dosya kapsamındaki diğer delillere esas alarak isnat edilen eylemi sabit görerek başvurucunun kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm başvurucu müdafii tarafından 22/6/2011 tarihinde temyiz edilmiştir. Karar temyiz aşamasında iken müşteki T. 25/6/2014 havale tarihli dilekçe ile Alsancak'ta birlikte yemek yedikten sonra kendisinin özel işleri nedeniyle Aliağa'ya gittiklerini ve işini bitirememesi nedeniyle bir gün daha kaldıklarını, kendisine karşı tehdit, zor kullanma vb bir durum bulunmadığını belirtmiş ve şikâyetinden vazgeçmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 2/7/2104 tarihli kararıyla ''delillerle iddia ve savunma, duruşma gözönünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, sübutu kabul olunan fiillerin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan, sanıklar müdafilerinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle'' hükmün onanmasına karar vermiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.'' 23/5/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un ''Temyiz ve karar düzeltme'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326 ncı maddeleri uygulanır. (Ek cümle: 1/7/2016-6723/33 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. (Ek cümle: 6/12/2006-5560/29 md.) Yargıtay ceza daireleri ile Ceza Genel Kurulu kararlarındaki yazıma ilişkin maddi hataların düzeltilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ilgili ceza dairesi veya Ceza Genel Kuruluna başvurabilir. (2) “ Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir.'' Kararın kesinleştiği tarihte yürürlükte bulunan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Temyiz Mahkemesi, temyiz istida ve layihasında irat olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz istidasında bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder.'' | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14465 | Başvuru, mahkûmiyetle sonuçlanan yargılamada tanıkların tamamının dinlenmemesi, delillerin hatalı değerlendirilmesi, ilk derece mahkemesi kararı ile Yargıtay onama kararının yeterli gerekçe içermemesi ve müşteki tarafından temyiz aşamasında sunulan ek beyan dilekçesinin Yargıtay tarafından dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; vergi müfettişliği yeterlik sınavının yazılı bölümünün iptali talebiyle açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Maliye Bakanlığında vergi müfettiş yardımcısı olarak görev yapan başvurucu 9/10 Ekim 2013 tarihlerinde katıldığı vergi müfettişliği yeterlik sınavında başarısız sayılmıştır. Başvurucu, anılan sınavın yazılı bölümü ile bu sınavadayanak teşkil eden ilgili yönetmelik hükümlerinin iptali talebiyle Danıştayda dava açmıştır. Danıştay İkinci Dairesi (İkinci Daire) ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davanın yeterlik sınavının yazılı bölümünün iptali talebine ilişkin kısmını 13/3/2017 tarihli kararıyla, başvurucunun bir yarışma sınavı olmayan yeterlik sınavının tamamının iptalini istemekte güncel bir menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: ''...Diğer yandan, kariyer nitelikte bir meslek olan vergi müfettişliği görevine atanabilmek için; müfettiş yardımcılığı süresinde performans değerlendirmesinin olumlu olması ve yeterlik sınavında başarılı olunması koşullarının sağlanmasının yeterli olduğu, bu koşullar sağlandığı takdirde, idarenin vergi müfettişliğine atama konusunda bağlı yetki içinde olduğu, diğer bir ifade ile takdir yetkisi bulunmadığı açıktır.Bu durumda; sınav sonucunda başarısız sayılmasına ilişkin bireysel işlemin iptalini istemekte kişisel, meşru ve güncel bir menfaati bulunan ve başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle idare mahkemesi nezdinde dava açmış olan davacının; bir yarışma sınavı olmayan yeterlik sınavının tamamının iptalini istemekte güncel bir menfaatinin bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Ayrıca, davacının başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesi ve bunun sonucunda davacının vergi müfettişi olarak atanması halinde; davacının, emsali müfettiş yardımcılarının müfettiş kadrosuna atandığı tarih ile kendisinin müfettiş olarak atandığı tarih arasında oluşacak parasal kayıpları ile kariyer mesleğin niteliği gereği sahip olunan kıdem ve diğer özlük haklara ilişkin kayıplarının, davalı idarece, T. Anayasası'nın maddesi gereğince tazmin edilmesi bir zorunluluktur. Nitekim idari yargı yerlerinin kararları da bu yöndedir. '' Başvurucu, anılan karara karşı İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) nezdinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde yeterlik sınavınınhem yarışma hem de kontenjan sınavı niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sınav olduğunu belirten başvurucu, sınavda alınan puanların başarı sırasını etkilediğini, en başarılı adayların farklı gruplarda görevlendirildiğini, ayrıca bu puanın başmüfettişliğe atanma hususunda önemli olduğunu ve ilerleyen süreçte performans puanlarını da doğrudan etkilediğini ifade etmiş; bu sebeple dava açmaehliyetininbulunduğunu iddia etmiştir. İDDK, İkinci Dairenin kararını 1/11/2018 tarihinde onamıştır. Başvurucu, nihai kararın 29/1/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 27/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6351 | Başvuru, vergi müfettişliği yeterlik sınavının yazılı bölümünün iptali talebiyle açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda ziyaretçi listesinde değişiklik yapılması talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu; üç kişilik ziyaretçi listesinde isimlerini bildirdiği iki kişinin 4-5 yıldır hiç ziyaretine gelmediğini, diğer bir kişinin ise son 1 yıldır ziyarete gelmediğini ifade ederek ziyaretçi listesinde değişiklik yapmak istediğini bir dilekçe ile İnfaz Kurumuna bildirmiştir. İnfaz Kurumu Müdürlüğü 26/3/2018 tarihli kararıyla, konuyla ilgili mevzuat hükümlerine yer vererek, başvurucunun ziyaretçi listesinde değişiklik yapma talebinin 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'te (Ziyaret Yönetmeliği) sayılan zorunlu hâllere ilişkin olmadığını değerlendirmiş ve değişiklik talebini reddetmiştir. Başvurucu Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak İnfaz Kurumuna yönelttiği talebini tekrarlamış; özellikle 4-5 yıldır uzak olmaları ve ekonomik imkânsızlıklar sebebiyle ziyaretine gelemeyen iki arkadaşının yerine başka isimlerin eklenmesi talebinin kabulünü istemiştir. İnfaz Hâkimliği, İnfaz Kurumu Müdürlüğünün kararının usul ve yasaya uygun olduğunu ve başvurucunun talebinin zorunlu hâl kapsamında kabul edilemeyeceğini değerlendirerek 25/4/2018 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Başvurucunun Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile 28/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 31/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Zahit Şahin, B. No: 2013/4708, 20/4/2016, §§ 18-25; Ethem Zariç, B. No: 2014/4137, 9/11/2017, §§ 15-18; Mehmet Sevik, B. No: 2017/24068, 18/7/2018, §§ 14, | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19797 | Başvuru, ceza infaz kurumunda ziyaretçi listesinde değişiklik yapılması talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, soyut gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutuklulukta geçirilen sürenin makullüğü değerlendirilirken mahsup edilmesi gereken sürelerin dikkate alınmadığı ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak dosya üzerinden yapıldığı gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 11/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 13/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği ve ekleri 2/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 21/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 21/5/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 18/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi ile görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 17/5/2007 tarihli ve E.2001/101, K.2007/229 sayılı kararı ile “devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma” suçundan yürütülen yargılamanın, başvurucunun yakalanamamış ve savunmasının alınamamış olması nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince ayrılmasına ve mahkemenin başka bir esas numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki “kırmızı bülten” kararına istinaden 14/7/2011 tarihinde Rusya Federasyonu Adıgey Cumhuriyeti'ne bağlı Maykop şehrinde yakalanmış ve Maykop Savcı Vekilinin 12/8/2011 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu söz konusu karara itiraz etmiş, ancak itirazı Adıgey Yüksek Mahkemesi Ağır Ceza Hakimleri Kurulu'nun 15/2/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 12/7/2012 tarihinde Türkiye'ye iade edilmiş ve hakkındaki yakalama emrine (sevk tutuklaması) istinaden (6352 sayılı Kanun ile Geçici Yetkili) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi önüne çıkarılmıştır. Kimlik bilgileri, yakalama emri ve ekleri, üzerine atılı suç ve kanuni hakları okunup hatırlatılan başvurucu, haklarını bildiğini ve yakalama emrindeki kişinin kendisi olduğunu ifade etmiştir. Mahkemenin 12/7/2012 tarihli ve 2012/525 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun en kısa sürede esas mahkemesine gönderilmek üzere tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun hazır edilmesi üzerine, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 20/7/2012 tarihinde duruşma açılmıştır. Başvurucunun avukatı huzurunda kimlik bilgileri tespit edilmiş, kanuni hakları hatırlatılmış, yargılamaya esas teşkil eden Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 2/8/1999 ve 24/5/2000 tarihli; Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 25/11/2004 tarihli iddianameleri ile Erzurum 2 No.lu Ağır Ceza Mahkemesinin 26/11/2004 tarihli birleştirme kararı ve ekleri okunmuştur. Başvurucu kanuni haklarını anladığını, ancak iddianamelerden haberdar olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini ve ifade vermeyeceğini söylemiştir. Duruşma sonunda tanık beyanları, eylem evrakları, fotoğraf teşhis tutanağına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve ayrıca, şüphelinin kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanıklar üzerinde baskı yapma olasılığının bulunması, bunların yanında, sanığın 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması ve öngörülen ceza miktarı itibarıyla kaçma şüphesinin bulunması, bu nedenle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı gerekçesiyle başvurucunun “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunma” suçundan 5271 sayılı Kanunun ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2013 tarihli ve E.2007/383, K.2013/443 sayılı kararıyla başvurucunun eylemi sabit görülerek, “terör örgütünün yöneticisi olmak” suçundan 22 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu tutukluluk halinin devamına dair karara karşı itiraz etmiş ve Mahkemece dosyanın itiraz merciine gönderilmesine 31/10/2013 tarihinde karar verilmiştir. İtiraz mercii olan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 6/11/2013 tarihli ve 2013/542 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Ret kararı 12/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Temyiz üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2013 tarihli ve E.2007/383, K.2013/443 sayılı kararı, temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 7/11/2014 tarihli ve E.2014/5847, K. 2014/11082 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucu, 11/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan, c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen, e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen, f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan, g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen, k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir. …” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9105 | Başvuru, soyut gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutuklulukta geçirilen sürenin makullüğü değerlendirilirken mahsup edilmesi gereken sürelerin dikkate alınmadığı ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak dosya üzerinden yapıldığı gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu pay sahibi olduğu şirketin feshi ve tasfiyesi talebiyle 2/9/1999 tarihinde Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 25/12/2001 tarihli kararı ile dava dosyasının iş bölümü gereği Eskişehir Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Eskişehir Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2002/2 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 12/11/2014 tarihli karar ile davanın 28/2/2008 tarihi itibarıyla açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Mahkemece 28/2/2008 tarihine kadar 45 duruşma, 28/2/2008 tarihinden karar tarihine kadar 27 duruşma yapılmıştır. Mahkeme kararının gerekçesinde başvurucunun 29/3/2001, 31/10/2002 ve 28/2/2008 tarihlerinde olmak üzere üç defa duruşmalara mazeretsiz olarak katılmadığı, 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na göre bir davanın ilk yenilemeden sonra birden fazla takipsiz bırakıldığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği, anılan kurala 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda da yer verildiği belirtilmiştir. Mahkeme 28/2/2008 tarihli duruşmaya katılmayarak başvurucunun davasını üçüncü defa takipsiz bıraktığı, bu tarih itibarıyla davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken hatalı olarak yargılamaya devam edildiği gerekçesiyle 28/2/2008 tarihi itibarıyla davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/6/2015 tarihli ilamı ile onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19617 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı sürecinde kolluk görevlilerince darbedilmeye dair şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru formundaki ve şikâyet dilekçesindeki anlatıma göre başvurucu 9/3/2018 günü görevini yapmadığı iddiasıyla Marmaray Sirkeci İstasyonu'nda görevli kadın polis memurunun fotoğrafını çekmiş, 16/3/2018 günü aynı noktadan geçerken yine bu polis memuruna fotoğrafı ile birlikte onu şikâyet edeceğini söylemiş, taraflar arasında tartışma çıkmıştır. 26/3/2018 tarihinde saat 00 civarında başvurucu, tartışma nedeniyle polis memurlarınca alıkonulmuş; önce istasyon içinde bulunan güvenlik noktasındaki kapalı odada bir saat kadar, daha sonra ise aynı istasyonun elleri arkadan kelepçeli olarak götürüldüğü çıkış merdiveni yanındaki başka bir kapalı alanında iki saat kadar dövülmüştür. İstasyondan çıkarılarak beyaz renkli, sivil bir araçla hastaneye götürülen başvurucu için polisler doktora "C1 raporu alacağız." diyerek raporu aldıktan sonra hastane çıkışı başvurucuyu tekrar metro istasyonuna getirmiş, başvurucu burada iki polis memuru tarafından tekrar bayıltıncaya kadar dövülmüştür. Aldığı darbelerden her iki kulağını da hissedemez hâle gelen başvurucuya polis memurları kendine geldiği zaman elle yazılmış uzunca bir tutanak imzalatmıştır. Aynı gün saat 00 sıralarında yakındaki polis merkezine götürülen başvurucuyu gece yarısı karakola gelen babası almış, başka bir devlet hastanesine götürerek muayenesini yaptırmış ve durumuyla ilgili rapor almıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden kolluk görevlilerince olayla ilgili olarak düzenlenen tutanakta olayın gelişimi anlatılmış olup hem bu tutanakta hem de soruşturma dosyasında bulunan diğer tutanak ve ifadelerde başvurucunun alıkonulmasına karşı bir direnişinin olduğu ya da kendisine karşı zor kullanıldığına ilişkin herhangi bir kayıt olmadığı anlaşılmıştır. Olaya ilişkin soruşturma dosyasında bulunan Savcısı ile Görüşme ve Talimat Alma Tutanağı'na göre başvurucu, rızası hilafına görevi başındaki bir polis memurunun fotoğrafını çektiği gerekçesiyle kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu şüphesiyle polis memurları tarafından gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan ve cep telefonuna el konulan başvurucu hakkında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde düzenlenen raporda, başvurucunun yapılan muayenesinde fiziksel yakınmasının ve vücudunda haricî yeni travmatik bulgunun olmadığı belirtilmiştir. Bu raporun saat kaçta alındığı rapor örneği üzerinden okunamamakla beraber 26/3/2018 tarihinde saat 15'te kolluk görevlileri ve başvurucunun tuttuğu tutanakta başvurucunun doktor raporuyla Sirkeci Polis Merkezi Amirliğine teslim edildiği bilgisinin verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu hakkında 27/3/2018 günü saat 12'de Üsküdar Devlet Hastanesinde düzenlenen adli muayene raporunda ise kulak kepçelerinde hassasiyet, ödem ve eritem, el bileklerinde kelepçeden kaynaklı eritem, elmacık kemiklerinde hassasiyet, ödem ve kızarıklık mevcut olduğu belirtilmiştir. UYAP üzerinden erişilen soruşturma dosyasındaki CD İzleme Tutanağı, ön inceleme raporu ve diğer belgelere göre başvurucu 26/3/2018 günü saat 28'de istasyona girmiş, hemen sonrasında polis memurlarınca bir odaya alınmış, saat 37'de elleri arkadan kelepçeli olarak odadan çıkarılmış ve istasyon dışındaki merdivenlerden polis memurlarının ifadelerinde "tutanak düzenledikleri oda" olarak tabir ettikleri, kameranın olmadığı bir yere görevlilerce götürülmüş, ardından saat 30 sıralarında polis merkezine teslim edilmiş, Serbest Bırakma Tutanağı'na göre 27/3/2018 günü saat 06'da polis merkezinden salıverilmesinin ardından ikinci raporu almak üzere hastaneye gitmiştir. Başvurucu 29/3/2018 tarihinde savcılığa verdiği dilekçe ile gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüş ve şikâyetçi olmuştur. Savcılık başvurucunun soyut beyanı dışında ilgili polis memurları hakkında kamu davası açılmasını gerektirir delil ve emare elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz sulh ceza hâkimliğince reddedilmiştir. Söz konusu karar 25/6/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30311 | Başvuru, gözaltı sürecinde kolluk görevlilerince darbedilmeye dair şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal esas alınarak ilgili kamu görevlisi hakkında yürütülen ceza soruşturması sonunda beraat kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fatma Gündoğdu'nun (başvurucu) eşi diğer başvurucuların ise babası olan R.G., başvurucular ile birlikte Antalya'da tatil yapmakta iken 19/7/2010 tarihinde şiddetli baş ağrısı şikâyeti ile özel bir sağlık kurumuna başvurmuştur. Özel sağlık kurumunda beyin kanaması geçirdiğinin tespit edilmesini takiben başvurucunun isteği üzerine R.G. 20/7/2010 tarihinde Akdeniz Üniversitesi Hastanesine (Hastane) sevk edilmiştir. Söz konusu sevkin başvurucunun ilgili Hastanede çalışan fakat o dönemde izinli olan doktor S.A. ile iletişime geçmesi ile sağlandığı, yatışın doktor S.A. adına yapıldığı anlaşılmaktadır. Doktor S.A., R.G. nin tedavisini üstlenmesi için Nöroşirürji Ana Bilim Dalı Başkanı doktor R.T. ile görüşmüştür. Doktor R.T. hastanın kendisi üzerine kaydedilmesini birkaç gün sonra izne çıkacağı için kabul etmemiştir. Doktor R.T., R.G.nin hastanede tetkiklerinin yapılmasının ardından asistanlarından aldığı bilgi ve yapılan tetkiklerden R.G.de acil müdahaleyi gerektirecek çapta kanama olmadığına kanaat getirmiştir. Bununla beraber daha önceki sağlık kurumunda çekilen anjio grafinin net olmaması nedeniyle yeniden anjio grafi çekilmesini ilgili birimden talep etmiştir. Başvurucu, doktor R.T.nin kendileriyle görüşmediğinden yakınarak Tıp Fakültesi dekanıyla iletişime geçmiş ve bunun sonucunda doktor R.T. ile görüşmüştür. Doktor R.T., R.G. için embolizasyon tıkama yöntemini önermiş ancak radyoloji uzmanı olan doktor T.S.nin anılan tedavinin uygun olmadığını belirtmesi üzerine öneri başvurucu tarafından kabul edilmemiştir. Doktor R.T. sonuç olarak başvurucuya ameliyat yapamayacağını, isterse farklı hastaneye sevk için ambulans temin edebileceğini söylemiştir. İdari ve cezai soruşturma sürecinde olaya dâhil olan kişilerin ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla doktor R.T.nin ameliyatı gerçekleştirmemesi "kanamanın sebebinin tam anlaşılamamış olması, bu gibi ameliyatların erken yapılmasının risk taşıdığını düşünmesi ve izne çıkacak olması" nedenlerine dayanmaktadır. Ayrıca yine soruşturma evrakına konu ifadelerden hastanede beyin ve sinir cerrahisi alanında ameliyat yapan başka bir uzman doktorun (doktor A.) bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu bu gelişmenin akabinde yine doktor S.A. aracılığı ile yaptığı araştırma sonucu R.G.yi ameliyat edilmesi adına Antalya'da bulunan bir özel sağlık kurumuna nakletmiştir. R.G. özel sağlık kurumunda 22/7/2010 tarihinde ameliyat edilmiş ve akabinde yoğun bakımda takip edilmiştir. R.G. 19/8/2010 tarihinde yoğun bakımda kardiyak arrest geçirmesi sonucu vefat etmiştir. Başvurucu, eşinin vefatında ihmali olduğunu ileri sürdüğü doktor R.T. hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde şikâyetçi olmuştur. Başsavcılık 1/3/2011 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne (Üniversite) göndermiştir. Başvurucunun R.G.nin ilk olarak götürüldüğü Antalya'da bulunan özel sağlık kurumu personeline ilişkin şikâyeti ise Başsavcılık tarafından 9/5/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandırılmıştır. Başsavcılık gerekçesini İstanbul Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporuna dayandırmıştır. Raporda özetle "ölümün beyin kanamasından ileri geldiği, anevrizma ameliyatlarının acil veya elektif olarak yapılabileceği, bu ameliyatlarda acil cerrahinin şart olmadığı, hastanın ameliyata alınmasının bir tercih olduğu bu nedenle acil cerrahi girişimde bulunulmamasının eksiklik olarak kabul edilemeyeceği ve doktorlara atfedilecek kusur bulunmadığı" belirtilmiştir. Başsavcılığın doktor R.T. hakkında verdiği 1/3/2011 tarihli görevsizlik kararı üzerine Üniversite 23/8/2011 tarihinde soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sürecinde Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı bünyesinde öğretim üyesi olarak görev yapan profesör unvanlı üç akademisyenin oluşturduğu heyetten bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunda doktor R.T. nin R.G. nin ölümü ile ilgili olarak kesin bir şekilde kusurlu olduğunu söylemenin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Üniversite, bilirkişi raporunu esas alarak 27/10/2014 tarihinde men-i muhakeme kararı vermiştir. Söz konusu karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz Danıştay Birinci Dairesi tarafından 4/3/2015 tarihli kararla kabul edilmiş ve lüzumu muhakeme kararı verilerek dosya gereği yapılmak üzere Başsavcılığa gönderilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" ... özel hastanede çekilen beyin anjiografisine göre SAK ve anevrizma teşhisinde kuşku bulunmayan hastanın durumunun acil olduğu, buna rağmen 2010 tarihinden sonra izne ayrılacağı anlaşılan şüphelinin, grafilerin net olmadığından bahisle hasta için iki gün sonraya grafi çekimi için randevu aldırdığı, mevcut grafilerden acil durumda olduğu anlaşılan hastaya 2 gün sonra için verilen anjiografi randevusunu mazeret göstererek müdahale etmekten kaçındığı, grafi çekmenin hızlandırılması için çaba harcamadığı, görevi gereği olduğu halde hastalara bilgi vermekten kaçındığı, bilgi verirken de hasta yakınlarına kaba ve kırıcı üslup kullandığı, görevinin gereklerini yapmakta ihmal ve gecikme gösterdiği sonucuna varılmıştır." Danıştay Birinci Dairesinin kararı üzerine Başsavcılık tarafından görevi kötüye kullanma suçu isnadıyla doktor R.T. hakkında kamu davası açmıştır. Antalya Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) yargılama sürecinde Yüksek Sağlık Şurasından bilirkişi raporu almıştır. 13-14/10/2016 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:" ... özel bir sağlık kuruluşunda anevrizmal subaraknoidal hemoraji tanısı alan ve Akdeniz Üni Tıp Fakültesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Kliniğine o esnada yıllık izinde olan öğretim üyelerinden Prof Dr. A. tarafından tıbbi etik ve deontolojiye uygun olmayan biçimde, subaraknoid kanamadın üçüncü gününde devralınarak yatırılan hastanın sanık Prof. Dr. R.T. tarafından anabilimdalı başkanı sıfatıyla değerlendirildiği, buna göre bilinci açık, koopere, nörodefisitsiz olan hastanın tetkiklerini planladığı ve bu süre için tıbbi tedavisini düzenlediği, gerekli konsültasyonlar için talimat verdiği ve hasta tarafını bilgilendirdiği, anevrizmal subaraknoidal hemorajili hastalarda tedavinin medikal olarak başlatıldığı, cerrahi ve endovasküler girişimin ise tanı ve lezyonun tanımından sonra yapılabileceği bu girişimlerin hastanın durumu ve hastanenin imkanlarına göre ilk 72 saat içinde (erken) ya da ortalama 7-10 gün sonra(geç) planlanabildiği, şura konusu olan hastada da, hastanın Prof. Dr. R.T. tarafından üniversite hastanesinde 72 saat sonra değerlendirildiği lezyon tanımı ve endovasküler girişim için radyoloji kliniği ile konsülte ettiği yeniden serebral anjiyo planladığı, bu sürede başlatmış olduğu medikal tedavisini sürdürdüğü, hastanın radyologlarca endovasküler tedaviye uygun olmadığının düşünüldüğü, cerrahi tedavisi hakkında hasta tarafını bilgilendirdiği, hasta yakınlarının hastayı aynı şehirdeki özel bir hastaneye naklettiği bilgileriyle hastaya yaklaşım, uygulama ve tedavi şemasının çağdaş tıp kuralları içerisinde olduğundan Prof Dr. R.T. ye atfı kabil kusur bulunmadığı" Mahkeme 7/4/2017 tarihli kararı ile doktor R.T.nin beraatine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" ...ceza uygulamasında benzer davalarda en üst kurul olan Yüksek Sağlık Şurası raporlarının yeterli olacağı kabul edildiğinden kaldı ki içeriği yukarıda özetlenen Yüksek Sağlık Şurası kararının soruşturma aşamasında soruşturmacı olarak görev yapan Prof Dr Z.S.'nin raporu ile Necmettin Erbakan Üni. Meram Tıp Fakültesi öğretim üyelerince hazırlanmış 05/10/2012 tarihli raporla da uyumlu olması ve açıklanan gerekçeleri karşısında yeterli görüldüğünden içeriği ve sonucu itibariyle aynen birbirini teyit eden rapor içeriklerine göre sanığın üzerine atılı görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermek suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan atfı kabil kusuru veya kastı bulunmadığı kanaatine varılmakla atılı suçtan beraatine dair aşağıdaki şekilde karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. " Beraat hükmüne yönelik istinaf başvurusu Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 8/11/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-42; , B. No: 2014/15910, 7/2/2018, §§ 30, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7681 | Başvuru, tıbbi ihmal esas alınarak ilgili kamu görevlisi hakkında yürütülen ceza soruşturması sonunda beraat kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/14679 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/14679 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14679 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay Daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin, çalışma hakkının, masumiyet karinesinin ve suçların ve cezaların şahsiliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Battalgazi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışan başvurucunun iş akdinin feshedilmesi üzerine Malatya İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 25/4/2018 tarihinde açılan davanın kabulüne karar verilmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ise 12/9/2018 tarihinde istinaf talebine konu mahkeme kararını kaldırarak davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararda, Vakıfta çalışan işçi sayısının otuzdan az olması nedeniyle başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 31/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu29/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3351 | Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay Daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin, çalışma hakkının, masumiyet karinesinin ve suçların ve cezaların şahsiliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, öğrenim gördüğü üniversiteden tarafına ek sınav hakkı tanınması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve maddesinde düzenlenen eğitim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/8/2013 tarihinde Sivas İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm kararı alınması gerekli görüldüğünden, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1995 yılında Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydolmuş, daha sonra akademik başarısızlık nedeniyle okul ile ilişiği kesilmiş, 15/3/2005 tarih ve 5316 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun uyarınca yeniden üniversiteye kaydı yapılmıştır. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu'nun 3/9/2009 tarih ve 2009/7 sayılı kararıyla sınıf öğrencisi iken başvurucunun fakülte ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiş, aynı gün 2009/9 sayılı Fakülte Yönetim Kurulu kararıyla başvurucuya 3 sınav hakkı verilerek, sınav hakkını 7/9/2009 tarihinde, sınav hakkını 2009-2010 eğitim-öğretim yılı dönem sonu sınavlarında ve sınav hakkını da bütünleme sınavlarında kullanmasına karar verilmiştir. Başvurucu anılan sınavlarda başarı göstermek suretiyle sınıfa geçmiş, 2/7/2011 tarihinde yapılan bütünleme sınavında başarısız olmuş, bunun üzerine 26/8/2011 tarihli dilekçesi ile öğrencilikte 9 yılı aşması nedeniyle 4/11/1982 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun maddesi uyarınca tarafına ek sınav hakkı verilmesi talebinde bulunmuştur. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un maddesiyle 2547 sayılı Kanun’un maddesinin değiştirilerek eğitim süresi ile ilgili sınırlamanın kaldırıldığı ve öğrencilerin katkı paylarını yatırdığı sürece eğitimlerine devam edecekleri gerekçesiyle talebi 7/9/2011 tarih ve 3234 sayılı işlemiyle reddetmiştir. Başvurucu tarafından anılan işlemin iptali istemiyle dava açılmış, Sivas İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarih ve E.2011/1797, K.2012/1007 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Dava dosyasının incelenmesinden; Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi 1995 101 083 numaralı öğrencisi olan davacının, 1995 tarihinde lisans eğitimine kaydolduğu, akademik başarısızlık nedeniyle okuldan ilişiği kesildiği, 5316 sayılı af kanunuyla tekrar okula kaydının yapılması akabinde, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu'nun 2009 tarih ve 2009/7 sayılı kararıyla sınıf öğrencisi iken fakülte ile ilişiğinin kesilmesine karar verildiği, aynı gün 2009/9 sayılı fakülte yönetim kurulu kararıyla tarafına 3 sınav hakkı verilerek sınav hakkını 2009, sınav hakkını 2009-2010 eğitim-öğretim yılı dönem sonu sınavlarında, sınav hakkını da bütünleme sınavlarında kullanmasına karar verildiği, bu sınavlarda başarı göstererek sınıfa geçtiği, davacının 2011 tarihinde yapılan bütünleme sınavında başarısız olduğundan bahisle öğreniminde 9 yılı aşmış olduğu ve 2547 sayılı Kanunun maddesi uyarınca tarafına ek sınav hakkı verilmesi istemli 2011 tarihli başvurunun, davalı idarenin 2011 tarih ve 3234 sayılı işlemiyle reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; davacının 1995 yılında başladığı eğitimden akademik başarısızlık nedeniyle ilişiğinin kesilmesi sonrası 5316 sayılı Kanundan yararlanarak Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi sınıfına intibakının yapıldığı, tarafına verilen ek sınav haklarından başarılı olarak sınıfa geçtiği, 6111 sayılı Kanunun yürürlük tarihinde kullanmakta olduğu bir sınav hakkının bulunmadığı, değiştirilmeden önce 2547 sayılı kanunun maddesinde düzenlenen ek sınav hakkının değişiklik sonrası madde metninde yer almadığı, bunun yerine ilgili döneme ait öğrenci katkı payı ve öğrenim ücretlerini ödeme koşuluyla öğrenimlerine devam etmek için kayıt yaptırabileceği düzenlemesine yer verildiği, azami öğrenim süreleri sonrası öğrencilerin ilişikleri kesilmesi öncesi son bir şans niteliğindeki ek sınav uygulamasının da bu şekilde son bulduğu görülmektedir.Diğer taraftan; 6111 sayılı kanunun uygulamasını gösteren YÖK Genel Kurulu'nun 2011 tarihli ve 15 sayılı kararının 2547 sayılı kanunun maddesi kapsamında, değişiklik öncesi madde ile verilen sınav haklarının kullanılmasına ilişkin B/1 maddesindeki düzenleme uyarınca davacının geçmişten gelen ek sınav hakkı bulunmadığı ve bu suretle mevcut uygulamaya dahil olduğu sonucuna varılmaktadır.Bu durumda; 6111 Kanun uyarınca fakülte intibakı yapılan davacının, aynı Kanunla değişik 2547 sayılı Kanunun maddesinde ek sınav hakkının düzenlenmemesi ve geçmişten gelen sınav hakkının bulunmaması nedeniyle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Başvurucu tarafından bu karara yapılan itiraz Sivas Bölge İdare Mahkemesinin 14/3/2013 tarih ve E.2013/56, K.2013/92 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Mahkemenin 11/7/2013 tarih ve E.2013/225, K.2013/302 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar başvurucuya 25/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine, 23/8/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 2547 sayılı Kanun’un maddesinin (c) bendi şöyledir:“Bir yıl süreli yabancı dil hazırlık sınıfı hariç, kayıt olduğu programa ilişkin derslerin verildiği dönemden başlamak üzere, her dönem için kayıt yaptırıp yaptırmadığına bakılmaksızın önlisans programlarını azami dört yıl, lisans programlarını azami yedi yıl, lisans ve yüksek lisans derecesini birlikte veren programları azami dokuz yıl, yüksek lisans programını azami üç yıl, doktora programını ise azami altı yıl içinde başarı ile tamamlayarak mezun olamayanlar, bu Kanunun 46 ncı maddesinde belirtilen koşullara göre ilgili döneme ait öğrenci katkı payı veya öğrenim ücretlerini ödemek koşulu ile öğrenimlerine devam etmek için kayıt yaptırabilir. Bu durumda, ders ve sınavlara katılma ile tez hazırlama hariç, öğrencilere tanınan diğer haklardan yararlandırılmaksızın öğrencilik statüleri devam eder.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6776 | Başvurucu, öğrenim gördüğü üniversiteden tarafına ek sınav hakkı tanınması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve 42. maddesinde düzenlenen eğitim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
BAŞVURU KONUSU Başvuru, internet üzerinden paylaşılan hakaret içerikli yazıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu şikâyetiyle yapılan suç duyurusu sonrasında etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle kişinin şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/4/2017 ve 27/4/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/23169 numaralı başvuru dosyasının 2017/22818 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/22818 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir. Milletvekili olan başvurucu, Twitter isimli sosyal paylaşım aracını kullanmaktadır. Başvurucu, Ç. isimli kişinin Twitter hesabından kendisi hakkında hakaret içerikli ve aslı olmayan paylaşımlarda bulunduğu iddiasıyla 3/1/2017 ve 5/1/2017 tarihlerinde suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; şikâyet dilekçesinde, Ç.nin hakaret içerikli ve aslı olmayan ithamlar içeren paylaşımda bulunarak kendisi hakkında olumsuz algı oluşturmaya çalıştığını, Ç.nin açık kimliğine ve adresine IP numarasından ulaşılabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu, açık kimlik bilgileri tespit edilerek Ç. hakkında hakaret suçundan iddianame düzenlenmesini talep etmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı anılan şikâyetler hakkında yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı her iki suç duyurusu hakkında 26/1/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sosyal medya üzerindeki sosyal paylaşım sitelerinde bulunan kullanıcı profillerinin herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın, istenen bilgiler girilmek suretiyle kişiler tarafından oluşturulabildiği, açık kaynaklı bu bilgilerin gerçek sahibine ait olup olmadığının tespitinin kullanıcının IP numarası üzerinden internet servis sağlayıcısından alınan bilgi ile mümkün olduğu ifade edilmiştir. Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinin bağlı olduğu elektronik servis hizmetlerinin Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı olduğu, kullanıcı bilgilerinin bu ülkede yer alan sunucularda tutulduğu belirtilmiştir. Aynı mahiyetteki şikâyetler ile ilgili olarak daha önce anılan ülkenin yetkili birimlerine kullanıcı bilgilerinin paylaşılması yönünde yazılan talimatlardan sadece terörizm, şiddet suçları, organize işlenen suçlar gibi önemli suçlarla ilgili olanların cevaplandırıldığı vurgulanmıştır. Başvurucunun ilgili şirkete başvurarak içeriğin kaldırılmasını talep etme hakkı olduğu, ayrıca ifadesinde ve dilekçe ekinde ibraz ettiği bilgi ve belgelerde şüphelinin kimliğini tespit etmeye yarar bir bilgi bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara itirazında sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlarda şüphelinin suçun işlendiği sosyal paylaşım hesabındaki fotoğraf ve kişisel bilgilerinden tespit edilebildiğini belirtmiştir. Hakaret içerikli mesajları gönderen kişinin gerçek isminin Ç. olduğu konusunda şüphe bulunmadığını, Ç.nin Twitter hesabında kullandığı fotoğraf ve bilgileri Facebook hesabında da kullandığını belirten başvurucu, Ç. hakkında tespit ettiği çalıştığı şirket, mesleği ve öğrenim gördüğü okul gibi bilgileri itiraz merciine sunduğunu, Cumhuriyet Başsavcılığının hiçbir araştırma yapmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini vurgulamıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/3/2017 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği ise 6/3/2017 tarihinde, itiraz edilen kararların dayandığı gerekçelerin soruşturmanın kapsamına, usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle itirazların reddine karar vermiştir. Nihai kararlar 16/3/2017 ve 28/3/2017 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/4/2017 ve 27/4/2017 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden... bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22818 | Başvuru, internet üzerinden paylaşılan hakaret içerikli yazıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu şikâyetiyle yapılan suç duyurusu sonrasında etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle kişinin şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezinde (GGM) idari gözetim altında tutma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle Anayasa'nın maddesinin ihlal edildiği, anılan koşullara ve idari gözetim sürecine karşı etkili bir iç hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa'nın maddesi ile bağlantılı olarak maddesinin ihlal edildiği, özgürlükten mahrum bırakılmanın yasal dayanaktan yoksun olması, yargısal denetiminin bulunmaması ve bu çerçevede iç hukukta tazminat sağlama imkânı tanınmaması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 14/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Rusya Federasyonu vatandaşı olan başvurucu, kendi beyanına göre "sığınmacı" olarak Türkiye’de ikamet etmektedir. Başvurucu, kendi beyanına göre Rusya Federasyonu Çeçen Cumhuriyeti'nde yaşamaktayken uygulanan "baskı ve zulümden" dolayı bilinmeyen bir tarihte ülkesini terk ederek ailesi ile birlikte bir süre İspanya'da yaşamıştır. Başvurucu, kendi beyanına göre 5/4/2012 tarihinde Türkiye'ye yasal yollardan giriş yapmıştır. İkamet tezkeresinin süresini uzatmak amacıyla 3/1/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müracaat eden başvurucu, bir süre bekletildikten sonra alıkonulmuş ve Kumkapı GGM'ye götürülmüştür. Anılan tarih itibarıyla başvurucu hamiledir. Başvurucu 20/1/2014 tarihinde serbest bırakılmış olup GGM'de toplam on sekiz gün tutulmuştur. Başvurucu 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Kumkapı GGM’nin Durumu Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) tarafından 2009 yılının Haziran ayında aralarında başvurucunun tutulduğu Kumkapı GGM’nin de bulunduğu Türkiye’nin farklı illerindeki altı GGM’ye yönelik bir dizi ziyaret gerçekleştirilmiştir. Anılan ziyaretler sonucunda hazırlanan 16/12/2009 tarihli raporun (2009 tarihli CPT Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“…2007 yılının Mart ayında açılan İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezi, 560 kişilik (tutulan 360 erkek ve 200 kadın için) resmi kapasiteye sahip olan, Türkiye’de tutulu bulunan göçmenlere yönelik en geniş tutuklu yerleşkesidir. Ziyaret tarihinde merkezde 124 yabancı uyruklu kişi barındırılmaktaydı.... Ziyaret edilen gözaltı merkezlerindeki maddi koşullara ilişkin olarak heyet, önceki iki hafta boyunca ziyaret edilen birkaç gözaltı merkezinde (özellikle İstanbul-Kumkapı ve Edirne-Tunca) tutulan kişi sayısında keskin bir düşüş olduğunu, söz konusu merkezlerde tutulan tüm kişilerin neredeyse %50’sinin serbest bırakıldığının anlaşıldığını belirtmiştir. Bunun ziyaret tarihinde, kuruluşlardaki yaşam koşulları üzerinde faydalı bir etkisi olduğu aşikârdır.... İstanbul-Kumkapı’da, yeni tutuklu yerleşkesindeki maddi koşullar, İstanbul’daki eski tutuklu yerleşkelerindeki koşullara kıyasla genel olarak çok daha iyiydi [dipnot: Ancak bazı iyileştirmeler ziyaretten çok kısa bir süre öncesinde yapılmıştır (örneğin; duvarların boyanması, dışarıdan temizlikçi görevlileriyle sözleşme imzalanması, v.b.)]. Özellikle, tutulma odalarının çoğu geniş, iyi ışıklandırılmış (gün ışığına iyi erişim ile) ve çok temizdi.Bununla birlikte, mevcut yer ve olanaklar göz önünde bulundurulduğunda, merkezin 560 kişilik mevcut resmi kapasitesinin çok yüksek olduğu açıktır. Özellikle, tutulma odalarındaki yaşam alanı yetersizdir (örneğin; 30 yatak için 58 m²) ve ortak kullanılan odalar boyut ve ekipman bakımından noksandır (örneğin; zemin katında 120 yatak bulunurken, ortak kullanılan odalarda sekiz masa ve 23 sandalye bulunmaktadır). CPT İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinin resmi kapasitesinin önemli ölçüde azaltılması ve ilerideki doluluk düzeyinin daima yeni kapasitenin sınırları içerisinde tutulmasını sağlamak üzere tedbirler alınmasını tavsiye etmektedir.... Kırklareli ve çocuklar ile kadınlar açısından İstanbul-Kumkapı istisna olmak üzere [dipnot: Kumkapı’da mevcut avlu öncelikle polis araçları için park alanı olarak kullanılmıştır. Kısıtlı alan bulunmasından dolayı, sadece tutulan kadınlar ve çocuklar günlük açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmekteyken, tutulan erkekler genellikle haftalar hatta aylar boyunca mütemadiyen açık hava egzersizi imkânından yoksun bırakılmışlardır.], ziyaret edilen gözaltı merkezlerinde tutulan yabancı uyruklu kişilere hiçbir açık hava egzersizi imkânı sunulmamıştır.Ziyaret sonu konuşmaları esnasında heyet derhal bir tespitte bulunmuş ve Türk makamlarını Ağrı, Edirne-Tunca, İstanbul-Kumkapı, Konya ve Van’daki gözaltı merkezlerinde tutulan tüm göçmenlerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmelerini sağlamaya yönelik gerekli tedbirleri almaya çağırmıştır.Türk makamları 23 Eylül 2009 tarihli bir yazı ile İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinde tutulan yabancı uyruklu kişilerin ‘günde ortalama bir saat boyunca açık havaya çıkmalarına ve açık hava faaliyetlerinden faydalanmalarına izin verildiği’ hususunda Komiteyi bilgilendirmiştir. ...CPT bu zamana kadar atılan adımları memnuniyetle karşılamakta ve Ağrı ve İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezlerinde tutulan tüm yabancı uyruklu kişilerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalandığına ilişkin teyidin kendisine ulaştırılmasını istemektedir.... Ziyaret edilen birtakım gözaltı merkezlerinde, verilen yemeğin kalitesi ve/veya miktarına ilişkin çok sayıda şikâyet alınmıştır. Söz konusu merkezlerden birinin müdürü, kendi deneyimlerine göre günlük kişi başına tahsis edilen bütçe olan 60 TL’nin açık bir şekilde yetersiz olduğunu heyete beyan etmiştir. CPT, yabancılara yönelik tüm gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlere temin edilen yemek hizmetinin, hem miktar hem de kalite bakımından yeterli olmasını sağlamak üzere tekrar gözden geçirilmesini tavsiye etmektedir.…” Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu,11/5/2012 tarihinde Kumkapı GGM’ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyarete ilişkin olarak anılan Komisyon tarafından 10/10/2012 tarihinde kabul edilen “Edirne, İstanbul ve Kırklareli İllerinde Bulunan Geri Gönderme Merkezleri Hakkında İnceleme Raporu” başlıklı raporun (2012 tarihli TBMM Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“… İNCELEMEDE UYGULANAN YÖNTEM…Alt Komisyon, geri gönderme merkezlerinde yerinde inceleme yapma yöntemini benimsemiştir. Bu amaçla, … 11 Mayıs 2012 tarihinde … İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nde inceleme gerçekleştirmiştir.…İncelemeler sırasında illerin valileri, emniyet müdürleri, diğer idari yetkilileri ve geri gönderme merkezlerinde barınan yasa dışı göçmenlerle görüşmeler gerçekleştirilmiş, barınma mekânları incelenmiş, çeşitli bilgi ve belgeler edinilmiştir. İncelemelerde mülteciler, sığınmacılar ve yasa dışı göçmenlerle ilgili çalışmalarda bulunan sivil toplum örgütlerinden İnsan Hakları Araştırma Derneği, Mülteciler Dayanışma Derneği, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı ve Uluslararası Af Örgütü temsilcileri de incelemelere bilfiil katılarak görüş ve önerileriyle Alt Komisyon çalışmalarına katkı sağlamışlardır.… İNCELEMELER Genel BilgiHududumuzda yakalanan yasadışı göçmenlerin sınırdışı edilene kadar barınma iaşe ve sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı yerlere geri gönderme merkezi denilmektedir. Ülke genelinde geri gönderme merkezlerinin kapasitesi 35 ilde toplam 2945 kişiden oluşmaktadır; ancak faal olarak bu illerden sadece 20’sinde bulunan merkezlerde hizmet verilmektedir. Ülkemizdeki yasa dışı göçmen sayısının ise geri gönderme merkezlerinin kapasitesinin oldukça üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Geri Gönderme Merkezlerinde Yapılan İncelemeler…c) İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezica) Geri Gönderme Merkezi Hakkında BilgilendirmeKomisyonumuz İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezindeki incelemesinden önce İl Emniyet Müdür yardımcısı H… P… ve Komiser E… Y…’dan bilgi almıştır. Edinilen bilgilere göre;- Yabancılar Şube Müdürlüğü bünyesinde; ikamet, vatandaşlık, sığınma, iltica ve sınır dışı işlemleri ile geri gönderme merkezindeki barınma hizmetleri yürütülmektedir.- Geri gönderme merkezinin profiline bakıldığında daha çok yasa dışı göçmenlerden oluştuğu görülmektedir.- Misafirhanenin barındırabileceği kişi sayısı 100’ü kadın, 200’ü erkek olmak üzere toplam 300’dür. Burada ülkemizde bulundukları esnada suça karışan, ülkemize illegal yollardan giriş-çıkış yapan/yapmaya çalışan, vize ve ikamet süresi ihlalinde bulunan, izinsiz çalışan yabancı uyruklu şahıslar sınır dışı işlemleri için bekletilmektedir.- Bina, 2007 yılından itibaren geri gönderme merkezi olarak kullanılmaktadır.- Geri gönderme merkezine yaklaşık 40 farklı ülkeden günlük ortalama 30 ila 40 yabancı teslim edilmekte ve yine günde 30 ila 40 yabancının sınır dışı işlemleri yapılmaktadır.- Yakalanan yasa dışı göçmenlerden üzerlerinde pasaportu olmayanların konsoloslukları ile irtibata geçilerek belge temin etmek suretiyle ülkelerine çıkışları sağlanmaktadır. Kişinin maddi imkânı varsa kendi imkânları ile uçak bileti alınmakta; ancak yoksa uçak biletleri İkmal Şube Müdürlüğü ve Genel Müdürlük ile yapılan yazışmalar neticesinde devletimizce karşılanmaktadır.- Gün içerisinde sabah ve akşam devlet bütçesinden, öğlen ise Zeytinburnu Belediyesi Aşevinden karşılanmak üzere 3 öğün yemek verilmekte olup, haftanın her günü 24 saat sıcak su imkanı sunulmaktadır.- İl sağlık müdürlüğü tarafından Merkeze gönderilen doktor, haftada bir gün gelip sağlık sorunları olanları muayene etmektedir. Doktorun gelmediği günlerde hastalananlar ise Haseki Hastanesine götürülmekte, acil hastalar için ambulans hizmeti sunulmaktadır. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı aracılığıyla haftanın bir günü Merkeze gelen psikolog, sadece kadınlara psikolojik yardımda bulunmaktadır. Merkezde kadınlara yönelik kişisel hijyen malzemeleri ile tüm kalanlara yönelik temizlik malzemeleri ücretsiz verilmektedir. Ayrıca kıyafeti bulunmayanlara kıyafet yardımı yapılmaktadır. Özellikle Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’ten gelenlerin yıpranan giysileri yenileriyle değiştirilmektedir. Merkezde kalan çocuklara oyuncak ve günlük süt verilmektedir.- Merkezin konumunun kaçmaya müsait olması nedeniyle sadece haftada 1 gün (özellikle Pazar günü) havanın müsait olduğu zamanlarda, barınanlar bahçede havalandırmaya çıkarılmaktadır. Çocuklar ise istedikleri zaman havalandırmaya çıkabilmektedir.- Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri ve bir meslek öğrenebilmeleri için bir takım sosyal faaliyetler sunulmaktadır. Bu kapsamda; geri gönderme merkezindeki spor aletleriyle spor yapma imkanının sağlanmasının yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kurslarınca (İSMEK) Merkeze gönderilen hoca tarafından verilen takı kurslarına da katılım sağlanmaktadır. Merkezde ibadethane de bulunmaktadır.…- 2010 yılı içerisinde İçişleri Bakanlığınca yayımlanan Genelgeye paralel olarak, geri gönderme merkezine gelenlere kendisinin anladığı dilde buraya neden alındığı, hangi haklara sahip olduğu, burada neleri yapmasının yasak olduğu gibi konularda bilgilerin yer aldığı bir bilgilendirme formu verilmektedir. Bu bilgilendirme formu yaklaşık 40 ila 50 dilde hazırlanmıştır.- Ayrıca Merkezde herhangi bir suç nedeniyle yakalanıp sınır dışı işlemleri yapılana kadar tutulanlar da yer almaktadır. Ancak bu kişiler suç türüne göre bir ayrım yapılmadan koğuşlarda barındırılmaktadır.- Yakalananların işlemlerinin yapılacağı süreçte Merkezde barındırılmaları için 3’er aylık olurlar alınmakta; ancak ortalama 10 günde işlemlerin gerçekleştirilip kişilerin sınır dışı edilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. …- Merkeze ilk defa gelen 3 Pakistanlının el ve ayak parmaklarının soğuktan kangren olduğunun teşhis edildiği, doktorun kesilmesi gerektiğini söylediği, ancak tedaviyi kabul etmedikleri, bunun sebebi olarak da buraya çalışmak için geldiklerini elleri ve ayaklarının kesilmesi halinde çocuklarına yük olacaklarını söyledikleri, ülkelerine geri gönderilmeyi istemeleri üzerine geri gönderildikleri belirtildi ve Merkezde duygu yüklü olaylarla karşılaşıldığının, yapılan işin bu yönden kolay olmadığının üzerinde duruldu.cb) Geri Gönderme Merkezinde Yapılan Gözlemlerİnceleme sırasında Merkezde 291’i erkek, 97’si kadın, 7’si çocuk olmak üzere toplam 3[9]5 kişinin bulunduğu bilgisi edinildi. Geri gönderme merkezinin inceleme yapılan diğer iki merkezin aksine şehir merkezinde olduğu görüldü.Merkezde erkek ve kadınların koğuşlarının ayrı bloklarda olduğu, koğuşların ayrı ayrı odaları içerdiği ve odalardaki ranza sayılarının değiştiği gözlemlendi. Koğuşlarda bulunan tuvalet ve banyoların hijyen açısından yetersiz durumda olduğu kanaatine varıldı.Merkezde sığınmacıların hemen hemen her istediklerini bulabilecekleri büyük bir kantin olduğu, kantinde masa ve sandalyelerin yer aldığı, ayrıca koğuşların önünde yiyecek ve temel ihtiyaçların satıldığı stantlar olduğu görüldü.Merkezde her zaman bulunan bir sağlık görevlisinin olmadığı, sağlık hizmetlerinin sadece haftada bir kez gelen doktor eliyle yürütüldüğü bilgisi verildi.İhtiyacı olanlara bedava verilecek kıyafetlerin toplandığı bir oda bulunduğu ve bu kıyafetlerin Merkeze yapılan bağışlar sayesinde toplandığı bilgisi edinildi. Yine Merkezde yasa dışı göçmenlerin özel eşyalarını emanete bırakabilecekleri emanet odalarının bulunduğu görüldü.Merkezde barınanların boş zamanlarını geçirebilecekleri faaliyet odasında İSMEK’ten gelen hocalarca haftada 3 gün çeşitli kurslar verildiği belirtildi.Merkezde çocukların günün her anında istedikleri zaman gelip oynayabilecekleri oyun odaları bulunmakta olup odalarda çeşitli oyuncaklar ile aktivite imkanları bulunduğu görüldü. Merkezde hem televizyon odası hem de yemek odası şeklinde kullanılmak üzere ayrılmış odalarda kişilerin sohbet etmekte oldukları ve iyi vakit geçirdikleri görüldü. Burada bulunan televizyonların son teknoloji ve büyük ekranlı oluşu dikkat çekti. Koğuşların birbirinden demir parmaklıklarla ayrıldıkları; ancak demir parmaklıkların kişilerin hareket imkanını engellemediği görüldü. Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin serbestçe Merkez içinde dolaşabildikleri ve koğuşların koridorunda bulunan spor aletlerinde spor yapabildikleri gözlemlendi.Merkezde kalanların dışarı ile bağlantı kurabilecekleri telefonların olduğu ve bunların koğuş koridorlarında konuşlandırıldığına şahit olundu.… | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2841 | Başvuru, İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezinde GGM) idari gözetim altında tutma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle Anayasa nın 17. maddesinin ihlal edildiği, anılan koşullara ve idari gözetim sürecine karşı etkili bir iç hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin ihlal edildiği, özgürlükten mahrum bırakılmanın yasal dayanaktan yoksun olması, yargısal denetiminin bulunmaması ve bu çerçevede iç hukukta tazminat sağlama imkânı tanınmaması nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murisleri Mehmet Selim Sizer'in 1995 tarihinde mayına basması sonucu ölümü nedeniyle zararların karşılanması talebiyle, 27/7/2005 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında kurulan Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuruda bulunmuştur. Komisyon, 24/11/2011 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Başvurucular, Komisyonun verdiği ret kararının iptali talebiyle Mardin İdare Mahkemesinde 18/1/2012 tarihinde dava açmıştır. Mahkemece 14/2/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Dosyanın temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/12/2016 tarihli onama ilamı üzerine kararının düzeltilmesi isteminde bulunulduğundan yargılama devam etmektedir. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi önünde davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığından şikâyet etmiştir. Anayasa Mahkemesi, 2017/21736 numaralı başvuru hakkında, yargılama sürecinin uzun sürmesiyle ilgili şikâyetler hususunda başvurucuların 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanunla kurulan Tazminat Komisyonuna başvurmaları gerektiğinden başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucular, 6384 sayılı Kanun'la kurulan Tazminat Komisyonuna 12/12/2018 tarihinde başvurarak davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığından tazminat talebinde bulunmuştur. Komisyon 22/3/2019 tarihli kararıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin uzun yargılama konusundaki yerleşik içtihatları gözönüne alınarak hakkaniyet ölçüsünde ve takdiren toplam 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucular, Komisyon tarafından verilen manevi tazminat miktarının hakkaniyete aykırı ölçüde az olduğunu ileri sürerek Komisyon kararına itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 12/6/2019 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Başvurucular, itirazın reddine yönelik kararı 1/7/2019 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 16/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25227 | Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hastalığına ilişkin hatalı tanı ve ameliyat nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle 29/6/2007 tarihinde dava açmıştır. Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/281 sayılı dosyasına kaydedilen dava, Mahkemenin faaliyetinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla dondurulması nedeniyle Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/437 sayılı dosyasına devredilmiştir. Kadıköy Adliyesinin kapanmasının ardından İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/437 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12335 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits