[ { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda getirilen kısıtlamalar nedeniyle kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve bir kısım anayasal haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süreci üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] suçundan 27/1/2017 tarihinde tutuklanarak Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) alınmıştır. Başvurucu, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/2018 tarihli kararı ile 7 yıl 6 ay hapis cezası nedeniyle hükümözlü olarak anılan kurumda barındırılmaktadır. Başvurucu 16/10/2017, 17/10/2017, 19/10/2017, 27/10/2017, 3/11/2017 27/11/2017, 11/12/2017, 20/12/2017, 29/1/2018 ve 16/2/2018 tarihlerinde İnfaz Hâkimliğine verdiği dilekçelerle ailesi ile haftalık telefonla haberleşme ve mesajlaşmayı, ailesi ile ayda bir açık görüş ve aile görüşü (ödüllendirme) yapmayı, eğitim-öğretim çalışmalarına, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere katılmayı, toprak sahadan ve kütüphaneden faydalanmayı, dışarıdan iç çamaşırı, kantinden radyo satın almayı, radyo dinlemeyi, muhabbet kuşu almayı, kantinden mukavva, ıslak mendil, boncuk, boncuk ipi vb. eşyaların temin edilmesini, ceza infaz kurumunda çamaşır yıkama günlerinin süresinin uzatılmasını, çamaşır yıkama tozunun ücretinin koğuştan alınmamasını, banyo gününde yıkanma sürelerinin uzatılmasını, Diyanetten din görevlisi görevlendirilmesi haklarının kısıtlanması ile ceza infaz kurumunda kaldığı koğuşta elektrik giderlerinin ödetilmesi işlemlerinin iptal edilmesini talep etmiştir. Antalya İnfaz Hâkimliği 13/4/2018 tarihinde şikâyetin bir kısmının kabulüne, bir kısmının reddine, bir kısmı hakkında da karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"... Açıklanan bu mevzuat hükümleri karşısında tutuklunun hukuki durumunun değerlendirilmesinde;667 sayılı KHK ile tutukluların telefonla görüşme hakkının özel olarak düzenlendiği, tutukluların telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabileceklerinin belirtildiği, bu düzenlemenin zaten 5275 sayılı yasaya göre kısıtlılık getirdiği, kaldı ki; Antalya Başsavcılığı Bakanlık Muhabere Bürosunun 25/08/2017 ve B. 2016/10939 sayılı kararı ile FETÖ/PDY terör örgütüne üye olmak, yardımda bulunmak suçlarından tutuklu bulunanların 'resmi kurumlara hitaben yazdığı dilekçeler ile soruşturma ile ilgili kanun yoluna, savunmaya ilişkin başvuru hakları saklı kalmak kaydıyla' özel kişiler ile yazılı haberleşmeleri ve telefon görüşmelerinin olağanüstü halin devamı boyunca kısıtlanmasına dair verilen kararın değiştirilerek' tutuklu hakkında verilmiş bir kısıtlama kararı bulunmadığı takdirde mevzuat çerçevesinde telefon görüşmelerinin yaptırılmasına' karar verildiği ve tutuklu Ali Yıldırım'ın 27/07/2017 tarihinden itibaren yasal mevzuat çerçevesinde telefon görüşmesinin yaptırıldığının bildirildiğinden, tutuklunun Ailesi ile haftalık telefonla görüşme ve mesajlaşma talep ve itirazının REDDİNE,Tutuklu Ali Yıldırım'ın Açık Görüşün 2 ayda bir yaptırılmasına itiraz etmiş ise de; tutuklunun daha önce 27/04/2017, 08/05/2017, 09/05/2017 tarihli dilekçeleri ile 'Açık görüş'ün 2 ayda bir yaptırılmasına itiraz etmesi üzerine; Hakimliğimizin 12/06/2017 tarih, 2017/2116 esas ve 2017/2405 karar sayılı kararı ile 'Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 26/08/2016 tarih ve 2016/5746 karar sayılı kararının 18/08/2016 tarih ve 29805 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile; 17/06/2005 tarihli ve 25848 sayılı yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 5'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (d) bendinden sonra gelmek üzere eklenen (e) bendi gereğince idare ve gözlem kurulu başkanlığına tanıdığı yetki ve taktir hakkı doğrultusunda tasarrufta bulunmuş olmasının usul ve yasaya uygun olduğu, Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 26/08/2016 tarih ve 2016/5746 karar sayılı kararına yaptığı itirazın REDDİNE' karar verilmiş olduğu anlaşıldığından, tutuklunun aynı hususa ilişkin aylık açık görüş talebi ile ilgili olarak yeniden KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,Tutuklu Ali Yıldırım'ın, aile görüşü(ödüllendirme) talep etmiş ise de; 'kapalı ceza infaz kurumlarındaki evli hükümlü ve tutuklulara, kurum personelinin yakın nezareti olmaksızın eşleri ile mahrem görüşme ödülünden faydalanma' talebinde bulunduğu anlaşılmış ise de; tutuklunun ödüllendirmesi talebinin öncelikle Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiği, ceza infaz kurumunca verilen cevabi yazılardan ve dosya içeriğinden tutuklunun ödüllendirme talebi ile ilgili Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunca bir karar verilmediği anlaşıldığından, bu aşamada tutuklunun talebi ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına, tutuklu talebinin öncelikle ceza infaz kurumunca değerlendirilmek üzere Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmesine karar vermek gerekmiş,Tutuklu Ali Yıldırım'ın, 'Eğitim-Öğretim Çalışmalarına, Sosyal-Kültürel ve Sportif Faaliyetlere katılma ve toprak sahadan faydalanma talep etmiş ise de; tutuklunun daha önce 08-09-12-22-29/05/2017 ile 01/06/2017 tarihli dilekçeleri ile 'Eğitim-Öğretim Çalışmaları, Sosyal-Kültürel ve Sportif Faaliyetlere katılma ve toprak sahadan faydalanma taleplerine ilişkin olarak Hakimliğimizin 08/06/2017 tarih, 2017/2322 esas ve 2017/2372 karar sayılı kararı ile 'Adalet Bakanlığı Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün 28/07/2016 tarih ve 66708689-06-E.2160/89122 yazısı ve Adalet Bakanlığı Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce 27/07/2007 tarihinde yayınlanan Genç ve Yetişkin Hükümlü ve Tutukluların Eğitim ve İyileştirilme İşlemleri ve Diğer Hükümler konulu 46/1 nolu Genelgenin 'Eğitim-Öğretim Çalışmaları, Sosyal-Kültürel ve Sportif Faaliyetler' başlıklı üçüncü bölümünün (b) bendinde 'Yüksek güvenlikli ceza infaz kurumları ile kapalı ceza infaz kurumlarının yüksek güvenlikli bölümlerinde bulunan diğer hükümlü ve tutuklular, eğitim-öğretim, sosyal-kültürel ve sportif faaliyetlere, güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde bir araya getirilerek yararlandırılacaklardır.' şeklindeki genelgesi gereği usul ve yasalara uygun olarak, Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 23/05/2017 tarih ve 2017/55 karar sayılı kararının verildiği anlaşıldığından, tutuklu Ali Yıldırım'ın itirazının REDDİNE' karar verilmiş olduğu anlaşıldığından, tutuklunun aynı hususa ilişkin Eğitim-Öğretim Çalışmalarına, Sosyal-Kültürel ve Sportif Faaliyetlere katılma ve toprak sahadan faydalanma taleplerine ilişkin olarak yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş,Tutuklu Ali Yıldırım, kütüphaneden yararlanma hakkının kısıtlanmasının kaldırılmasını talep etmiş ise de; Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 18/01/2018 tarih 2018/3940 sayılı yazısı ile 'tutuklunun kurum kütüphanesinden 31 kez yararlandığını, kütüphaneden yararlanma konusunda herhangi bir kısıtlama kararı bulunmadığı' anlaşıldığından, tutuklu Ali Yıldırım'ın talebi hususunda bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiş,Tutuklu bulunun Ali Yıldırım'ın, cezaevi kantininden radyo satın alma ve radyo dinleme hakkının verilmesini talep ettiği anlaşılmış ise de; tutuklunun cezaevi kantininden radyo almadığı, talep etmesi halinde Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 30/05/2017 tarih ve 77204178-02/7102/65081 sayılı yazısı gereğince cezaevi kantininde, sadece FM bandı bulunan (AM,MW, SW, LW bandı bulunmayan) radyo satışının sağlanmasının istendiğinden, cezaevi kantininde sadece FM bandı bulunan (AM,MW,SW,LW Bandlarının olmadığı) radyolarının satışına izin verildiği, yapılan işlemin usul ve yasalara uygun olduğu anlaşıldığından, tutuklu Ali Yıldırım'ın Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığının 14/04/2017 tarih ve 2017/40 sayılı kararına yaptığı itirazının reddine karar vermek gerekmiş,Tutuklu Ali Yıldırım'ın, çamaşır makinesi alma ve cezaevinde kaldığı koğuşta elektrik giderlerini ödememeyi talep etmiş ise de; Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmeliğin Bölüm 'Elektrikli Eşyalar' alt başlıklı Maddesinde; 'Koğuş, oda ve eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla, bir adet otuzyedi ekran televizyon ile elektrikli su ısıtıcısı, saç kurutma makinesi ve büro tipi buzdolabı ile kurumun bulunduğu coğrafi bölgenin iklim koşulları dikkate alınarak, her koğuş veya odada bir adet vantilatör bulundurulmasına izin verilebilir. Ayrıca her hükümlü, kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir. Oda sistemine geçmemiş ceza infaz kurumlarında, koğuşların durumuna göre, bir adet büyük ekranlı televizyon ile buzdolabı bulundurulmasına izin verilebilir. Aydınlatma dışındaki elektrik giderleri hükümlü tarafından karşılanır.' hükmü gereğince işlem yapıldığı, tutuklu Ali Yıldırım'ın cezaevinde kaldığı koğuşta çamaşır makinesi alma ve elektrik giderlerini ödememe talebi ile ilgili yapmış olduğu itirazın reddine karar vermek gerekmiş,Tutuklu Ali Yıldırım'ın, cezaevinde muhabbet kuşu alma ve besleme hakkının kısıtlanması işlemine itiraz etmiş ise de; '5275 sayılı kanunun Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmeliğin Maddesine göre bulundurulabilecek hayvanlar ile diğer eşyalar 'Hükümlüler, oda sistemine geçmiş ceza infaz kurumlarının koğuş, oda ve eklentilerinde, bir adet kafes ile bir çift kanarya, bülbül veya muhabbet kuşu gibi küçük kafes kuşu bulundurabilir. Henüz oda sistemine geçmemiş diğer ceza infaz kurumlarında, kafes ve kuş sayısı idare tarafından belirlenir. Koğuş veya odada kuş bulundurulabilmesi için, birlikte kalan hükümlülerin rızalarının alınması zorunludur.' hükmü kapsamında diğer tutuklu ve hükümlülerin rızalarının alınmasının zorunlu olduğu ve tutuklunun cezaevinde muhabbet kuşu alma ve besleme talebi ile ilgili Ceza İnfaz Kurumundan talebinin olmadığından, bu aşamada tutuklunun talebi hususunda karar verilmesine yer olmadığına, tutuklunun talebinin öncelikle ceza infaz kurumunca değerlendirilmek üzere Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmesine karar vermek gerekmiş,Tutuklu Ali Yıldırım, kantinden(mukavva, ıslak mendil, boncuk, boncuk ipi vb. gibi) temini hakkının kısıtlanmasına itiraz ederek kurum kantini tarafından taleplerinin karşılanmasını talep etmiş ise de; tutuklunun talep ettiği malzemelerin koğuşlarda hobi amaçlı çalışmalar yapılması için verildiği, 'Adalet Bakanlığı Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün 28/07/2016 tarih ve 66708689-06-E.2160/89122 sayılı yazıları ile FETÖ/PDY terör örgütü suçundan tutuklu bulunanlarla ikinci bir talimata kadar psikolog görüşmeleri hariç olmak üzere herhangi bir eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin verilmemesinin uygun görüldüğü' görüşünün bildirilmesi gözetilerek hobi amaçlı faaliyetler de eğitim ve iyileştirme faaliyetleri kapsamında değerlendirildiğinden Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığının 23/05/2017 tarih ve 2017/55 karar sayılı kararının usul ve yasaya uygun olarak verildiği anlaşıldığından, tutuklunun itirazının reddine karar vermek gerekmiş,Tutuklu Ali Yıldırım'ın, cezaevinde çamaşır yıkama günlerinin süresinin uzatılması, çamaşır yıkama tozunun ücretinin koğuştan alınmaması ve banyo gününde yıkanma sürelerinin uzatılması, diyanetten din görevlendirilmesi talebinde bulunmuş ise de; 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanununun İnfaz Hakimliklerinin görevleri başlıklı 4/maddesinde 'Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.' olarak tanımlandığı, bu nedenle tutuklunun talebinin öncelikle Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunca değerlendirilme yapılabileceği anlaşıldığından, tutuklu Ali Yıldırım'ın bu talepleri ile ilgili bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına, tutuklunun talebinin öncelikle ceza infaz kurumunca değerlendirilmek üzere Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmesine karar vermek gerekmiş,Tutuklu Ali Yıldırım'ın dilekçesi ile; kalabalık koşullarda barındırılmaya itiraz etmiş ise de; 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanununun İnfaz Hakimliklerinin görevleri başlıklı 4/maddesinde 'Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.' olarak tanımlandığı, bu nedenle tutuklunun talebinin öncelikle Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunca değerlendirilme yapılabileceği anlaşıldığından, tutuklu Ali Yıldırım'ın talebi ile ilgili bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına, tutuklunun talebinin öncelikle ceza infaz kurumunca değerlendirilmek üzere Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmesine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.'' Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, aleyhine verilen kısıtlamalara ilişkin tüm kararların kaldırılmasını, hakkında uygulanan kısıtlamaların FETÖ/PYD soruşturmaları kapsamında tutuklananlar yönünden uygulanması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini belirterek İnfaz Hâkimliğinin bu şikâyetlerine ilişkin ret kararı vermesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 30/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 22/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihatlarında; tutuklunun eğitim hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan mevzuata Müjdat Gürbüz (B. No: 2017/36529, 23/5/2018, §§ 56-59), ceza infaz kurumunda eğitim ve iyileştirme faaliyetleriyle ilgili mevzuat ile kötü muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak eşitlik ilkesine ilişkin mevzuata İbrahim Kaptan (B. No: 2017/30510, 18/7/2018, §§ 15-30), tutuklunun telefonla haberleşme hakkına ilişkin mevzuata Bayram Sivri (B. No: 2017/34955, 3/7/2018, §§ 18-26), açık görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan mevzuata Halil Berk (B. No: 2017/8758, 21/3/2018), evli olan mahpusun eşi ile mahrem görüşme talebinin reddine ilişkin mevzuata Mustafa Genç (B. No: 2018/12508, 11/12/2018, §§ 13-21), Meral Danış Beştaş (3) (B. No: 2017/34087, 13/10/2020, §§ 18-21) kararlarında yer vermiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19004", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda getirilen kısıtlamalar nedeniyle kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve bir kısım anayasal haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak yapılan aramalar ve eşyalara el konulması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/11/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, emekli büyükelçidir. 2003-2012 yılları arasında Birleşmiş Milletler (BM) Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR) yargıcı iken 1/7/2012 tarihinden itibaren Uluslararası Ceza Mahkemeleri Rezidüel Mekanizması (IRMCT) yargıçlığı görevine seçilen başvurucunun görev süresi 1/7/2016 tarihinde BM Genel Sekreterliğince iki yıl süre ile uzatılmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 21/9/2016 tarihinde gözaltına alındıktan sonra soruşturma evresinde verdiği ifadesinde genel olarak, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini, diplomatik dokunulmazlığı olduğunu ve tutuklama koşullarının bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 28/9/2016 tarihinde \"atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri\" gerekçesiyle tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu sorgusunda \"...Bylock programını aydınlatmak istiyorum. Bu programı zannedersem 2015 yılı Aralık ayında telefonuma indirdim. Afrika'da bulunan arkadaşlarımla masonik konularda görüşmek için Google Play Store'den indirmiştim. Görüştüğüm kişi benim daha önce büyükelçilik yaptığım Burkinafaso eski Dışişleri Bakanı idi. Bende masonum, ayrıca görüştüğüm kişi bu kuruluşun üstadlarındandı. Daha sonra kullanması zor olduğu için kaldırdım. Benim geçmişim, çevrem, yaşam tarzım incelendiğinde zaten bu örgüt ile hiçbir ilgim olmadığı anlaşılacaktır. Kitap okumayı seven biriyim. Evimde 2500 civarında kitap vardır. Bunlardan 2 tanesi nedeniyle suçlanmış olabilirim. Belirttiğim üzere ben her türlü kitabı okurum. Benim yaşım 66'dır, şeker ve tansiyon rahatsızlıklarım vardır. Ulusal ve uluslararasında saygın bir kişiliğim vardır. Halen Birleşmiş Milletler Uluslararası Ceza Mahkemeleri Reziduel Mekanizması Hâkimliği görevim devam etmektedir. Benim diplomatik pasaportum vardır. 1 hafta önce yurtdışına gidip geldim. Bu suçlamayı kendime kesinlikle yakıştırmıyorum. Bu nedenlerle kaçma ihtimalim yoktur. Serbest bırakılmamı talep ediyorum, aksi kanaat hasıl olursa uygun bir adli kontrol hükmünün uygulanmasını talep ederim.\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\" ... isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar, arama ve el koyma tutanakları, Bylock tutanagı ve tüm dosya kapsamı ile üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, üzerlerine atılı suçun CMK 100 maddesinde öngörülen katalog suçlardan olması, yasada öngörülen ceza miktarı nedeni ile verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu, kaçma ve delilleri karartma ihtimaline binaen adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına, [karar verildi].\" Başvurucunun bu karara 4/10/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/10/2016 tarihli kararıyla \"...belirtilen gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediği\" şeklindeki gerekçeyle reddedilmiştir. Anılan karar 26/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2/2/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve \"ByLock\" programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan değerlendirme şöyledir:\"... sadece FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerince kullanılan bylock isimli kriptolu haberleşme sistemini şüphelinin kullanmasının örgüt üyesi olduğu yönündeki iddiayı sübuta erdirdiği, bylock isimli haberleşme sisteminin örgüt üyeleri tarafından 2014 yılı Ağustos ayı ile 2016 yılı Şubat ayı arasında yoğun şekilde kullanılmış olduğu...\" İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: - Başvurucunun sadece FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasında iletişim amaçlı kullandıkları ByLock isimli şifreli iletişim yazılımını 0532 ... 96 No.lu telefon hattı ve ..401, ..317 IMEI numaralı cihazlar ile ilk olarak 26/2/2015 tarihinden itibaren kullanmış olduğu belirtilmiştir.- Yapılan aramada Fetullah GÜLEN'in yazdığı \"Örnekleri Kendinden Bir Hareket (Çağ ve Nesil-8)\" isimli, ilk sayfasında 1012 111-C, 111-F Aydın Sefa AKAY 23/11/2004 Frankfurt ile örgüt tepe yönetiminden olduğu iddia edilen E. isimli şahsın yazdığı 1001 IV-A Aydın Sefa AKAY 23/11/2004 Frankfurt ibareleri bulunan kitapların ele geçirildiği belirtmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 6/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/4 sayılı dosyası üzerinden 7/2/2017 tarihli yapılan tensip incelemesinde \"atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, atılı suçuntutuklanma nedeni sayılan CMK.nun 100/3-11 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, delillerin karartılma ihtimalinin bulunması nazara alınarak; adli kontrol tedbirinin bu aşamada yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu\" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Mahkemece 15/3/2017, 13/4/2017 ve 30/5/2017 tarihli duruşmalarda da \"silahlı terör örgütüne üye olma suçu ili ilgili iddia edilen FETÖ terör örgütünün gizli haberleşme aracı olan Bylock programını kullandıklarına dair tespit edilen somut olguların varlığı, sanığın üzerine atılı suçun CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu, henüz delilerin tam toplanmamış olması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ile tutuklulukta geçen sürenin ölçülü olduğu yönünde gelen kanaat oluşması\" gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Aynı kararla başvurucunun tahliyesine de hükmolunmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... sanığın eylemi değerlendirildiğinde; sadece FETÖ/PDY Terör Örgütünün kendi üyeleri arasında iletişim amaçlı kullandıkları ByLock isimli şifreli iletişim yazılımını 0532 ... 96 nolu telefon hattı ve 349861 ID no ile26/2/2015 tarihinden itibarenyoğun şekilde kullandığının tespit edildiği, sanık ise savunmalarında atılı suçlamayı kabul etmeyerek bylock programını sosyal amaçlı olarak kullandığını belirtmiş ise de; örgüt üyeleri tarafından kullanılan gizli haberleşme sistemi olan Bylock programını kullanarak gizlilik unsuruna riayet etmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sanığın amacı, stratejisi, yapılanması ve faaliyetleri itibariyle ülke genelinde devletin güvenliğine, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzene ve bu düzenin işleyişine yönelik cebir, şiddet ve ağır suç teşkil edecek şekilde vahamet arz eden olayları gerçekleştiren FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyararşik yapı ve organik bütünlüğüne dahil olduğu ve üzerine atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun bu haliyle sübut bulduğu iddia, savunma, Bylock kayıtları ve içerikleri, cevabi yazı içerikleri ile yapılan yargılama ve toplanan delillerden anlaşılmakla ...\" Hükme karşı yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 13/2/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... Yapılan yargılamaya, dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, karar yerinde gösterilip incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, cezayı artırıcı ve azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınarak, savunmanın inandırıcı gerekçelerle red edilmesine, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, verilen hükümde eleştiri dışında bir isabetsizlik bulunmadığından sanık müdafiilerinin talepleri yerinde görülmemiş olmakla, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 280/1-a maddesinin ilk cümlesiuyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine ...\" Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın temyiz incelemesi devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.\" 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun \"Terör tanımı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.\"3713 sayılı Kanun'un \"Terör suçlusu\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır.\"3713 sayılı Kanun'un \"Terör suçları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.\" 3713 sayılı Kanun'un \"Cezaların artırılması\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: \"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur.\" B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özgürlük ve güvenlik hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (4) numaralı fıkrası şöyledir:\" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;... (4) Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir....\" BM Güvenlik Konseyinin 1966(2010) sayılı kararı ile kabul edilen Mekanizmanın Statüsünün (Statü) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) 13 Şubat 1946 tarihli Birleşmiş Milletlerin İmtiyaz ve Dokunulmazlıklarına İlişkin Sözleşme, Mekanizmaya, Mekanizmanın, UYCM ve URCM arşivlerine, Yargıçlara, Savcıya ve personeline, Yazı İşleri Müdürü ve personeline uygulanır. (2) Başkan, Savcı ve Yazı İşleri Müdürü, Uluslararası Hukuk tahtında diplomatik görevlilere uygulanan imtiyazlar, dokunulmazlıklar, muafiyetler ve kolaylıklardan faydalanacaklardır. Mekanizma'nın hâkimleri de Mekanizma'da görev yaptıkları esnada aynı imtiyazlar, dokunulmazlıklar, muafiyetler ve kolaylıklardan faydalanacaklardır.\" 18/4/1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair 3042 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Diplomatik ajanın şahsi dokunulmazlığı vardır. Hiç bir şekilde tutuklanamaz veya gözaltına alınamaz. Kabul eden Devlet diplomatik ajana gereken saygıyı gösterecek ve şahsına, özgürlüğüne ve onuruna yönelik herhangi bir saldırıyı önlemek için uygun tüm önlemleri alacaktır.\" Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bir diplomatik ajanın özel konutu misyonunun binaları gibi aynı dokunulmazlık ve korunmadan yararlanacaktır. (2) Diplomatik ajanın evrakı, haberleşmesi ve maddenin (3) fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla, malları aynı şekilde dokunulmazlıktan yararlanacaktır.\" Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Diplomatik ajan, kabul eden Devletin cezai yargısından bağışıktır. Diplomatik ajan, aşağıdaki hususlar dışında, kabul eden Devletin medeni ve idari yargısından da bağışıktır: ... (4) Kabul eden Devletin yargısından bağışıklık, diplomatik ajanı gönderen Devletin yargısından bağışık kılmaz.\" Birleşmiş Milletlerin Ayrıcalık ve Muafiyetlerine Dair Sözleşme'nin \"Üye Devletler Temsilcileri\" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\" Bent- Birleşmiş Milletler Kurulunun başlıca veya tali kurumları ve Birleşmiş Milletlerin topladığı konferanslar yanındaki üye devletlerin temsilcileri, görevleri müddetince ve yerlerine gidiş veya toplantı yerinden dönüşleri esnasında aşağıdaki ayrıcalık ve muafiyetlerden faydalanırlar:a) Şahsan tutma veya hapsedilme ve şahsi eşyalarının zoralımı muafiyeti ile, söz ve yazıları da dahil olduğu halde, temsilci sıfatiyle gösterdikleri çalışma hususunda her türlü adli kovalamadan muafiyet;...d) Görevlerini yaptıkları esnada ziyaret edecekleri veya geçecekleri memleketlerde, her türlü, milli hizmet ödevlerinden, yabancılara mahsus kayıt muamelelerinden, göçmenlikle ilgili her türlü kısıntı tedbirlerinden, kendileri ve eşleri için muafiyet,... Bent- Birleşmiş Milletlerin başlıca ve tali kurumları ile Kurul tarafından toplanan konferanslardaki üyelere, görevlerini yaparlarken tam bir bağımsızlık ve söz serbestliği sağlamak amacı ile, görevlerini yaptıkları sırada, gösterdikleri çalışma, söyledikleri sözler ve yazdıkları yazılarla ilgili hususlarda tanınmış olan adli muafiyet, bunların üye Devletlerin temsilciliği sıfatı nihayet bulduktan sonra dahi devam edecektir.... Bent- Üye Devletler temsilcilerinin ayrıcalık ve muafiyetler kendi şahsi menfaatleri için değil, Kurulla ilgili görevlerini tam bir bağımsızlık içinde yapmalarını sağlamak amaciyle tanınmış bulunmaktadır. Binaenaleyh, her üye Devlet, kendi görüşüne göre muafiyetin adaletin yerine getirilmesine engel olduğu veya uğrunda tanındığı amaca zarar gelmeksizin kaldırılabileceği kanaatinde bulunduğu bütün hallerde sadece temsilcisinin muafiyetini kaldırmak hakkına malik değil, aynı zamanda bununla da ödevlidir. Bent- ,12 ve 13 üncü bentler hükümleri, bir temsilcinin, uyruğu olduğu, temsilciliğini yaptığı veya yapmış olduğu bir devletin makamları karşısında bulunması halinde, uygulanamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifadeyle inandırıcı neden ya da makul şüphe suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24562", "Başvuru Konusu":"Başvuru, darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak yapılan aramalar ve eşyalara el konulması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun kapsamında kabul edilen hak sahipliğinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili olarak daha önce Müslim Şentürk (B. No: 2014/4930, 21/6/2017) başvurusunda adil yargılanma hakkının ihlaline karar vermiştir. Birinci Bölüm tarafından 19/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın İkinci Bölümün yukarıda belirtilen söz konusu kararıyla çelişebileceği muhtemel olduğundan başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1971 doğumlu olup Kocaeli'nde ikamet etmektedir. Başvurucu, Kocaeli ili Gölcük ilçesi İhsaniye beldesi Denizevler Mahallesi Yılmaz Caddesi No: 1 adresinde bulunan 3466 parsel sayılı taşınmazın 203/340 payının malikidir. Diğer paydaş Ş.nin ise bu taşınmazda 137/340 payı bulunmaktadır. Taşınmaz 340,37 m² yüzölçümlü olup taşınmazın tapu kaydındaki vasfı ise \"tarla\"dır. Anılan taşınmaz üzerinde iki iş yeri ve dört konut inşa edilmek üzere 27/6/1994 tarihinde yapı ruhsatı alınmıştır. Ancak inşa edilen binaya ilişkin yapı kullanma izni (iskân ruhsatı) alınmamıştır. Başvurucu tarafından başvuru formu ekinde ibraz edilen 20/5/1999 tarihli \"Mahallede Oturma Aile Beyan Fişi\" başlıklı belgede başvurucu, \"Kocaeli ili Gölcük ilçesi İhsaniye Mahallesi Yılmaz Caddesi No: 12\" adresinde oturduğunu Mahalle Muhtarlığına beyan etmiştir. 17/8/1999 tarihinde meydana gelen Kocaeli ili Gölcük ilçesi merkezli deprem nedeniyle başvurucunun maliki olduğu taşınmaz üzerindeki bina yönünden düzenlenen 10/9/1999 onay tarihli hasar tespit raporunda, anılan taşınmaz üzerinde bulunan yapının \"enkaz\" hâlinde olduğu tespiti yapılmıştır. Üç inşaat mühendisi tarafından düzenlenen raporda ayrıca taşınmazın \"yeni inşaat\" olduğu saptaması da yer almaktadır. Raporda aynı caddede bulunan 22, 24, 25, 26 ve 27 numaralı binaların da \"yeni inşaat hâlinde\" olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 15/11/1999 tarihli talep ve taahhütname ile 7269 sayılı Kanun hükümleri uyarınca inşaat yardımı yapılması talebinde bulunmuştur. Mahallî Hak Sahibi İnceleme Komisyonunca (Komisyon) yapılan incelemeden sonra 14/5/2000 tarihinde başvurucunun hak sahipliği kabul edilerek Yeniköy Kalıcı Konutları Ada P2 Blok No: 3 adresinde bulunan konut başvurucuya tahsis edilmiştir. Sonradan yapılan detaylı araştırma neticesinde, yıkılan yapının deprem sırasında inşaat hâlinde olduğu gerekçesine dayanılarak 24/4/2007 tarihli işlemle başvurucunun hak sahipliği iptal edilmiştir. Başvurucu bu işleme karşı 29/5/2007 tarihinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Kocaeli Valiliği aleyhine Kocaeli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde 7/5/1999 tarihinden beri anılan taşınmazda oturduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme yargılama sırasında 13/6/2008 tarihinde başvurucudan depremden önce binada oturduğunu gösteren elektrik, telefon, doğal gaz aboneliklerine ilişkin faturalarını ibraz etmesini istemiştir. Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin 24/5/2007 tarihinde başvurucuya gönderdiği yazıda, başvurucunun taşınmazının bulunduğu mıntıkadaki abonelerin deprem nedeniyle bilgisayar ortamında güncellenemediği bildirilmiştir. İhsaniye Belediye Başkanlığının (Belediye) tarihsiz yazısında ise başvurucuya ait binanın deprem nedeniyle yıkıldığı ve su abone listesine göre yapı kullanma izin belgesi alınmadan binanın iskân edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, başvuru formu ekinde veya derece mahkemelerindeki yargılama sırasında deprem öncesi dönemde bu binaya ait elektrik, doğal gaz veya telefon aboneliği olduğuna ilişkin herhangi bir belge ise ibraz etmemiştir. Başvurucunun delil tespiti talebi Gölcük Sulh Hukuk Mahkemesince kabul edilmiş, 7/11/2008 tarihinde başvurucunun paydaşlarından olduğu söz konusu taşınmazda delil tespiti kapsamında keşif icra edilmiştir. Keşif sonucu inşaat uzmanı teknik bilirkişi tarafından düzenlenen 10/11/2008 tarihli raporda, tespit konusu taşınmaz üzerinde dış duvarları tuğla ile örülmüş vaziyette bir barakanın mevcut olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca, arsa üzerinde betonarme bir inşaat temelinin mevcut olduğu ve bu temele bağlı olan kolon filizlerinin demirlerinin bulunduğu da ifade edilmiştir. Bilirkişi, dosya içinde bulunan yapı ruhsatına göre daha önce bu taşınmazüzerinde bir inşaatın mevcut olduğunu ancak deprem nedeniyle yıkıldığını belirtmiştir. Kadastro uzmanı teknik bilirkişinin 10/11/2008 tarihli raporunda ise taşınmazın tapudaki niteliğinin tarla olduğu, hâlihazırda taşınmaz üzerinde konut temeli ve bir adet natamam yapının mevcut olduğu bildirilmiştir. Mahkemece 18/5/2011 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Dosyanın incelenmesinden Kocaeli İli, Gölcük İlçesi, İhsaniye Beldesi, Denizevler Mahallesi, Yılmaz Caddesi No:1 adresinde bulunan konutunun 10/09/1999 tarihinde düzenlenen hasar tespit raporunda ağır hasarlı ve inşaat halinde olduğunun tespit edildiği, davacı tarafından bu tespite itiraz edilmediği, 14/05/2000 tarihindedavacının hak sahibi yapıldığı ve Yeniköy Kalıcı Konutlarından kendisine konut tahsisi yapıldığı, davacının binasının inşaat halinde olduğunun anlaşılması üzerine bahisle hak sahipliğinin iptaline ilişkin 24/04/2007 tarihli Hak Sahipliği İnceleme Komisyonu Kararının 07/05/1999 tarihinden itibaren söz konusu konutta ikamet edildiği ileri sürülerek iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Mahkememizin 13/06/2008 tarihli ara kararıyla davacıdan söz konusu yapıda oturduğuna dair elektrik, telefon, doğalgaz abonelikleri gösterir belge ve faturaların istenilmesi üzerine söz konusu konuta ilişkin deprem öncesi döneme ait faturalarının ibraz edilememiştir.Uyuşmazlıkta; Mahkememizin 13/06/2008 tarihli ara kararıyla davacıdan söz konusu yapıda oturduğuna dair elektrik, telefon, doğalgaz abonelikleri gösterir belge ve faturaların istenilmesi üzerine söz konusu konuta ilişkin deprem öncesi döneme ait faturalarının ibraz edilemediği ve davacı tarafından konutun ağır hasarlı ve inşaat halinde olduğuna ilişkin 10/09/1999 tespite itirazda bulunulmadığı dikkate alındığında, konutu deprem tarihinde inşaat halinde bulunduğundan hak sahibi kabul edilmesi mümkün olmayan davacıya sehven tanınan hak sahipliğinin geri alınmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Dava dilekçesine ekli 15/05/1999 tarihli Kandıra İlçesi, Bağırganlı Muhtarlığından alınan Nakil İlmühaberesinde davacının Gölcük İlçesi, Denizevler Mahallesi, Yılmaz Caddesi No:1/2'ye nakledileceği belirtilmekle birlikte sırf mülkiye amirine onaylatılmamış bu belge esas alınarak davacının söz konusu konutta ikamet ettiğinin kabul edilemeyeceği açıktır.\" Bu karar Danıştay Ondördüncü Dairesinin (Daire) 27/11/2012 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de Dairenin 1/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 4/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 7269 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ,tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır.\" 7269 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir: \"Bu kanundan faydalanmak suretiyle inşaat kredisi verilmesini ya da bina yaptırılmasını istiyenlerin, imar ve iskân Bakanlığınca yapılacak yardıma dair o yerde yapılan ilândan itibaren iki ay içinde mahallin en büyük mülkiye âmirine yazılı müracaatta bulunmaları ve taahhütname vermeleri mecburidir. 7269 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılır veya kredi verilir.\" 7269 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: \"Bu Kanuna göre arsa olarak dağıtılan veya üzerinde bina inşa edilen taşınmaz mallar, hak sahiplerine borçlandırma senetleri imza ettirilmek sureti ile verilir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca o yerde borçlandırmanın ilanı tarihinden itibaren Bakanlıkça kabul edilebilir mazereti dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapmayanlarla, borçlanmasını yapmış olmasına rağmen binayı Bakanlıkça mahallinde yaptırılacak duyurudan itibaren 45 gün içinde teslim almayanların hak sahipliği kendiliğinden sona erer.  Bu taşınmaz mallar üzerine, Türkiye Emlak Kredi Bankasının isteği ile, bu banka lehine, tapu dairelerince borçlandırma senetlerine dayanılarak, kanuni ipotek tesis olunur. Konut ve konut inşaası ve sair yardımlar için yapılacak borçlandırmalar faizsizdir. Dükkan ve fırın gibi yerler için yapılacak borçlandırmalar ise yıllık %4 (Yüzde dört) faize tabidir.... Borçlandırma bedelleri, konut, konut inşası, arsa ve sair yardımlarda en az 20 ve en çok 30; dükkan ve fırın gibi yerler için yapılan yardımlarda ise, en az 5 ve on çok 15 yılda ve eşit taksitler halinde tahsil edilerek fon hesabına yatırılır.İlk taksit, ihaleli ve emanet işlerinde inşaatların bitirilip hak sahiplerine teslimi tarihinden itibaren iki yıl sonra, Evini Yapana Yardım Yönteminde ve orta hasarlı konut ve işyerlerinin onarımında ise son kredi diliminin hak sahibine ödendiği tarihten itibaren iki yıl sonra başlar.Vadesinde ödenmeyen taksitlere dair borç, gecikilen her gün için yıllık % 5 gecikme faizi ile tahsil olunur. Vadesinden önce iki yıllık taksitten az olmamak kaydı ile mevcut borcu defaten ödeyen hak sahibinin borcu % 20 indirime tâbi tutulur.... Üstüste üç yıl taksidini ödemeyenlerin borçları muacceliyet kesbedeceği gibi, borcun tamamı ödenmeden taşınmaz malların başkalarına satılması halinde de borcun tamamı muacceliyet kesbeder. Bu hükmün uygulanmasında maliyet bedelinden yapılan indirimler tekrar borca eklenmek suretiyle hesaba katılır. Özel afet kanunlarına göre yapılan binalar hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır....\" 28/8/1968 tarihli ve 12988 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi şöyledir:\"Bu Yönetmelikte yer alan 'Hak sahibi' deyimi, afetzedelerin, yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade eder.\" Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: \"a) Afet sebebiyle, kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan veya oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede aileler,...Hak sahibi sayılırlar ve bu ailelere yeniden konut yapılır veya konut kredisi verilir.\" Yönetmelik'in maddesi şöyledir: \"Konut ve işyerlerine ilişkin mülkiyet rabıtası sırasıyla, tapu senedi, tasarruf belgeleri, vergi kayıtları ve diğer resmi belge ve kayıtlarla tevsik olunur. Bu belge ve kayıtların bulunmaması halinde mahalle veya köy muhtarlıklarından alınacak ilgili mülkiye amirine tasdik ettirilmiş ilmühabere istinat edilir.\" Yargısal İçtihatlar Danıştay Onbirinci Dairesinin 16/6/2008 tarihli ve E.2007/7561, K.2008/6677 sayılı kararının ilgili bölümü söyledir:  \"7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun maddesinde, yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarda imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılacağı veya kredi verileceği, Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmeliğin maddesinde, bu Yönetmelikte yer alan 'hak sahibi' deyiminin afetzedelerin, yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade edeceği, maddesinde, afet sebebiyle, kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan veya oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede ailelerin hak sahibi sayılacağı ve bu ailelere yeniden konut yapılacağı veya konut kredisi verileceği, aynı Yönetmeliğin maddesinde de, konut ve işyerlerine ilişkin mülkiyet rabıtasının sırasıyla tapu senedi, tasarruf belgeleri, vergi kayıtları ve diğer resmi belge ve kayıtlarla tevsik olunacağı hükmüne yer verilmiştir.Yukarıda yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, tabii afetler nedeniyle konut ya da işyerleri zarar görenlerin hak sahibi olabilmeleri için konut veya işyeri ile sahipleri arasındaki mülkiyet rabıtasının sırasıyla, tapu senedi, tasarruf belgeleri, vergi kayıtları ve diğer resmi belge ve kayıtlarla kanıtlanması gerektiği, hasara uğrayan konutta fiilen oturma zorunlu olmamakla birlikte söz konusu konutun oturulabilir durumda olması gerektiğisonucuna ulaşılmaktadır.\" Danıştay Onbirinci Dairesinin 5/7/2010 tarihli ve E.2008/907, K.2010/6186 sayılı kararının ilgili bölümü söyledir: \"7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak TedbirlerleYapılacak Yardımlara Dair Kanun'un maddesinde, yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılacağı veya kredi verileceği, aynı bina içinde hak sahibi ebeveyn ile birlikte oturan evli kişilerin durumunun, Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca bu konuda hazırlanacak yönetmelik gereğince takdir ve tespit edileceği, kendilerine ait olmayan arsa veya arazi üzerine inşaat ruhsatı almaksızın bina inşa eden yapı sahipleri ile yer kayması, su baskını, kaya düşmesi ve benzeri sebeplerle imar planında yapı yapılması sakıncalı olarak belirlenen yerlerde ruhsatsız olarak yapılan yapıların sahiplerinin hak sahibi olarak kabul edilmeyeceği kurala bağlanmıştır....Bu Yasa hükmü uyarınca hazırlanarak yürürlüğe konulan Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tesbiti Hakkında Yönetmeliğin maddesinde, hak sahipliğinin, afetzedelerin yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade ettiği, maddesinin (a) bendinde, afet sebebi ile kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan ve oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede ailelerin hak sahibi sayılacağı, bu ailelere yeniden konut yapılacağı veya konut kredisi verileceği belirtilmiş, 16, 17, 18 ve maddelerinde hak sahibi niteliği taşıyanlardan talep ve taahhütname alınmasına ilişkin usul ve esaslara yerverilmiş, maddesinin fıkrasında ise, talep ve taahhütname verenler arasında, bu Yönetmelikte tespit olunan esaslara göre hak sahibi niteliğini taşımayanlar varsa, bunların gerekçeleriyle birlikte ayrı bir listede gösterileceğine işaret edilmiştir. Aktarılan Yasa ve Yönetmelik hükümlerinin incelenmesinden, hak sahipliği çalışması yapılabilmesinin ön şartı olarak ilan edilen süre içerisinde talep ve taahhütname vermenin zorunlu olduğu, hak sahibi olabilmek için ise, ilgililerin kendilerine ait konutlarının afet nedeniyle yıkılmış veya oturulamayacak derecede ağır hasar görmesinin yeterli olduğu, fiilen oturmanın zorunlu bulunmadığı, mülkiyet ilişkisinin ispatlanması ve hasar görmeden önce binanın oturulabilecek nitelikte bulunması durumunda, ilgililerin hak sahibi kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.Hak sahipliğine ilişkin işlemin hukuki denetiminin yapılabilmesi için; deprem tarihinden önce davacının konutunun oturulabilecek (terk edilmemiş) nitelikte bulunup bulunmadığının tespiti gerekmekte olup, davacı tarafından ibraz edilen ve su tüketimine ilişkin olduğu anlaşılan Bingöl Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenmiş \"endeksli kart dökümü\" ile elektrik tüketimine ilişkin bulunan Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Bingöl Elektrik Dağıtım Müessesesi tarafından düzenlenmiş \"yıllık enerji tüketimine\" ilişkin belgelerde depremden hemen önceki tarih olan 2003 tarihine kadar davacının elektrik ve su tüketiminin bulunduğu ve davacının depremden önce hak sahipliği için başvurduğu konutta ikamet ettiği görülmektedir.\" Danıştay Onbirinci Dairesinin 21/4/2010 tarihli ve E.2008/9086, K.2010/3491 sayılı kararının ilgili bölümü söyledir: \"7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un maddesinde, \" Yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılır veya kredi verilir\" kuralına yer verilmiş olup, yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan binalardan ötürü hak sahibi olabilmek için, afet tarihi itibarıyla bu binaların ikamet etmeye elverişli bulunması başka bir ifadeyle inşaat halinde olmaması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Van der Mussele/Belçika [GK], B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 48; Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir \"mülk\" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir \"meşru beklenti\" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B, No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, [BD] (k.k.), B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti kararında, şarta bağlı taleplerin koşulların yerine getirilmemesi sonucu geçerliliğini yitirmesi durumunda “mülk” olarak nitelenmeyeceği belirtilmiştir (Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, § 69). Kopecký/Slovakya kararına konu olayda, 12/2/1959 tarihinde başvurucunun babası yürürlükteki kanuna aykırı olarak altın ve gümüş sikke bulundurduğu gerekçesiyle hapis ve para cezası ile cezalandırılmış; altın ve gümüş sikkeler de müsadere edilmiştir. Ancak 1/4/1992 tarihinde, temyiz mahkemesi 1990 yılında çıkarılan bir yargı reformu çerçevesinde söz konusu kararı bütün sonuçlarıyla beraber ortadan kaldırmıştır. Başvurucu bunun üzerine müsadere edilen altın ve gümüş sikkelerin iadesi istemiyle dava açmıştır. Derece mahkemeleri ise bu sikkelerin davalı idarede olduğunu ispat edemediği gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. AİHM, öncelikle başvurucunun mevcut bir mülkünün bulunmadığını belirlemiştir. Bunun ardından başvurucunun ihtilaf konusu sikkeleri geri alma hususunda meşru bir beklentisi olup olmadığı tartışılmıştır. Kararda, başvurucunun bu sikkeleri geri alabileceğine dair lehine icra edilebilir bir yargı kararının bulunmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca AİHM'e göre başvurucu, sikkeleri geri alabilmek için iç hukukta öngörülen bütün koşulları yerine getirmemiştir. Bu sebeple iç hukukta yeterli bir temele dayanmadığından somut olayda Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin uygulanamayacağı sonucuna varılmıştır (Kopecký/Slovakya, §§ 53-61). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13478", "Başvuru Konusu":"Başvuru 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun kapsamında kabul edilen hak sahipliğinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, mahkumiyetine esas teşkil eden suç delillerinin elde edildiği arama işleminin dayanağı olan kolluk amirinin yazılı emrinin bulunmadığını, bu çerçevede arama işlemi ve elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğunu, bu nedenlerle konut dokunulmazlığına saygı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 27/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 16/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 25/6/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 4/7/2014 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen hususlar ile İlk Derece Mahkemesi vasıtasıyla toplanan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Bir suç örgütüne yönelik olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, şüpheli S.G. hakkında 30/7/1999 tarih ve 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’nun ve maddeleri gereğince iletişimin denetlenmesi tedbiri uygulanmıştır. Anılan tedbir sonucunda, S.G.’nin yüksek bir meblağ karşılığında başvurucuya çok sayıda tabanca temin etmeye çalıştığı tespit edilmiştir. Bu tespit ışığında S.G. ve başvurucu hakkında teknik araçlarla izleme tedbirleri uygulanmıştır. S.G.’nin 21/11/2004 tarihinde yakalanmasını müteakiben, kollukta alınan ifadelerinde, telefon görüşmelerinde tespit edilen beş adet tabancayı 20/11/2004 tarihinde başvurucuya verdiğini beyan etmesi üzerine, 23/11/2004 tarihinde başvurucunun konutunda, silah kaçakçılığına ilişkin suç unsurlarının bulunduğu şüphesiyle ve gecikmede sakınca bulunan hal gereği, ilgili kolluk amirinin aynı tarihli yazılı emri ile arama yapılmış ve muhtelif sayılarda tabanca, otomatik tüfek, şarjör ve sustalı bıçak bulunmuştur. Başvurucu aynı tarihte gözaltına alınmış olup, 26/11/2004 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2004 tarih ve Müt.Kar.No: 2004/1109, Muhabere No: 2004/1914 sayılı kararı ile “gecikmede sakınca bulunduğundan bahisle yetkili amirin emriyle yapılan” aramada herhangi bir usulsüzlük görülmediği gerekçesi ile söz konusu arama işleminin onanmasına karar verilmiştir. Beykoz Asliye Ceza Mahkemesinin 7/12/2009 tarih ve E.2009/1093, K.2009/945 sayılı kararı ile vahim nitelik ve sayıda silah ve sustalı bıçak bulundurma eylemi nedeniyle başvurucunun, beş yıl on ay hapis ve 366,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 1/12/2010 tarih ve E.2010/13342, K.2010/13391 sayılı kararı ile “eylemin 6136 sayılı Yasanın 12/1-4 madde ve fıkralarında tanımı yapılan suçu oluşturduğu” gerekçesiyle, ceza miktarı bakımından sanığın kazanılmış hakları saklı kalmak üzere, görevli mahkeme yönünden Asliye Ceza Mahkemesinin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyan Beykoz Asliye Ceza Mahkemesinin, 7/4/2011 tarih ve E.2011/132, K.2011/347 sayılı görevsizlik kararı ile dosyanın Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi önündeki yargılama kapsamında, 26/10/2011 tarihli duruşmada, başvurucunun müdafiinin, herhangi bir yetkili merciin yazılı emri ve hâkim kararı olmaksızın başvurucunun konutunda arama yapılmasının usulsüz ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürmesi üzerine, duruşma sonunda Mahkemece “arama kararına konu olan emrin kim tarafından hangi birime ve hangi adreslerde yapılması gerektiği konusunda verilen … emrin belirlenmesi için İstanbul Başsavcılığına soruşturma numarası belirtilmek suretiyle ve tutanak... eklenmek suretiyle müzekkere yazılmasına” karar verilmiştir. Mahkemece yazılan müzekkereye Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen yazılı cevapta, Mahkemenin yazısı ile ilgili soruşturma numarasının ilgisinin bulunmadığı, ilgili soruşturma evrakının, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun –mülga– maddesi ile görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından sorulması gerektiği bildirilmiştir. 15/11/2011 tarihli müzekkere ile aynı husus 5271 sayılı Kanun’un –mülga– maddesi ile görevli Cumhuriyet Başsavcılığından sorulmuş ise de 7/12/2011 tarihli duruşmada, Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/475, K.2007/33 sayılı dosyası içeriğinde yeterli bilginin mevcut olduğu gerekçesiyle anılan müzekkere cevabının beklenmesinden vazgeçilmesine oy birliğiyle karar verilmiştir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinin 29/12/2011 tarih ve E.2011/239, K.2011/504 sayılı kararı ile başvurucu hakkında sabit görülen “izinsiz olarak ateşli silah ve mermileri ülkeye sokma imal etme nakletme satma” suçu nedeniyle on yıl hapis ve 366,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince başvurucunun daha önce hakkında kurulan hükmün aleyhine temyiz edilmeksizin bozulmuş olması nedeniyle sonuç cezasının beş yıl on ay hapis ve 366,00 TL adli para cezası olarak belirlenmesine oy birliğiyle karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/26663, K.2012/32632 sayılı kararı ile diğer onama gerekçeleri yanında “... sanık müdafiinin delillerin yasal olmadığına, ... yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle ...” İlk Derece Mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir. Bu şekilde başvuru yolları tüketilmiştir. Başvurucu bu kararı 3/12/2012 tarihinde öğrendiğini bildirmiş olup, daha önce öğrenildiği yönünde herhangi bir bilgi edinilmemiştir. Başvurucu, 27/12/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1412 sayılı mülga Kanun’un “Maznuna, şerikine ve yatağına ait yerlerin ve şeylerin aranması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir.” 1412 sayılı mülga Kanun’un “Arama salahiyeti” kenar başlıklı (ve Anayasa Mahkemesinin 6/5/2006 tarih ve sayılı 26160 Resmî Gazete’de yayımlanan 12/10/2005 tarih ve E.2003/38, K.2005/63 sayılı kararı ile ikinci cümlesi iptal edilmiş olan) maddesi şöyledir:“Aramaya karar vermek salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet Müddeiumumileri ve müddeiumumilerin muavini sıfatiyle emirlerini icraya memur olan zabıta memurları arama yapabilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Arama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(Değişik : 25/5/2005 – 5353/15 md.) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fırkası şöyledir:“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.…” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 24/5/2003 tarih ve 25117 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) “Adlî Aramanın Tanımı, Maksadı ve Kapsamı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Adlî arama, bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili diğer mahallerinde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir.” Mülga Yönetmeliğin “Makul Şüphe” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir.Makul şüphe, aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla birlikte olanların davranış tutum ve biçimleri, kolluk memurunun taşındığından şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler göz önünde tutularak belirlenir.Makul şüphede, ihbar ve şikâyeti destekleyen emarelerin var olması gerekir.Belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır.Arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut bulunmalıdır.” Mülga Yönetmeliğin “Adlî Aramalarda Karar ve Emir Verme Yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Adlî aramaya karar vermek yetkisi hâkimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebeplerini belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet savcısına başvurur.Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hâllerde ise kolluk amirinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları, eşyası ve aracı aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya el konulamaz.Cumhuriyet başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmidört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet savcısı görevlendirilir.Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur.Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde, el koyma kendiliğinden kalkar.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1301", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, mahkumiyetine esas teşkil eden suç delillerinin elde edildiği arama işleminin dayanağı olan kolluk amirinin yazılı emrinin bulunmadığını, bu çerçevede arama işlemi ve elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğunu, bu nedenlerle konut dokunulmazlığına saygı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, üst araması yapmak için polis merkezine getirilen başvurucunun konulduğu çay ocağında kamu görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakılmasına ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/8/2016 günü saat 00 sıralarında Yenikapı Marmaray ana girişindeki polis arama noktasından geçiş yapmak istemiştir. Başvurucunun çantasını aramak isteyen kadın polis memuru Y.T. ile başvurucu arasında tartışma çıkmış, tartışma sırasında taraflar birbirlerine fiziki müdahalede bulunmuştur. Yaşanan olayla ilgili olarak başvurucu, o sırada alanda görevli iki kadın polis memuru ve özel güvenlik görevlisi Ş.nin anlatımları farklılaşmaktadır. Metro girişindeki olay sonrasında Y.T. ve olay sırasında tarafların yanında bulunan kadın polis memuru S.K., başvurucuyu Aksaray Ş. Ulusoy Polis Merkezine (Polis Merkezi) götürmüştür. Başvurucuyu Polis Merkezindeki çay ocağına getiren ve bir müddet burada tutan polis memurları daha sonra hakkında adli muayene raporu aldırmak üzere başvurucuyu Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Haseki Hastanesi) götürmüştür. Başvurucu hakkında düzenlenen raporda olay öyküsünde şu ifadeler yazılıdır:\"Kişi polis memurunun kendisine el kaldırırken kendisini savunmaya çalıştığını memurun kollarını tuttuğunu sonrasında memurun alnına vurduğunu şu an stresten bacaklarında ağrı old[u]ğunu ifade etti.\" Raporda başvurucunun bedeninde yeni travmatik bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiş, ayrıca raporun şikâyet bilgileri bölümüne \"doğal\" yazılmıştır. Sağlık raporu düzenlendikten sonra geri getirilen başvurucu, olay nedeniyle gece yarısı Polis Merkezinde müşteki şüpheli sıfatıyla ifade vermiştir. Başvurucu, metro girişindeki olayla ilgili beyanının yanında çay ocağında tutulmasına dair şikâyetler de ileri sürmüştür. Başvurucunun çay ocağında yaşananlara ilişkin anlatımı şu şekildedir:\"...Daha sonra polis merkezine bu polislerle beraber geldik. Burada çay ocağında üst aramamı yapmak için, [Y.T.] ve [S.K.] isimli polisler, beni polis merkezinin çay ocağına soktular. Kapıyı kilitlediler, beni aralarına aldılar. [Y.T.] isimli polis memuru beni saçımdan çekip yere düşürdü. 'Şimdi bakalım ne yapacaksın, Vatan haini diyerek' bana hakaret etti. Sonra beni [Y.] ayağa kaldırdı, [S.] isimli polis memuruna ben tuttum diyerek 'Vur hadi' dedi. Bunun üzerine [S.K.] bana vurmadı, ama [Y.T.] isimli polis tutmuş olduğu kollarımı bırakarak, yüzüme tokat vurdu, daha sonra hınçını alamayıp, üstünü arayacağız diyerek, beni çırılçıplak soyunmamı istedi, bende soyundum, daha sonra iki bayan polis çırılçıplak vaziyette çöküp kakmamı istediler, bunu bana seri halde yaptırdılar. Ben bu olaydan sonra bacaklarım tutmaz hale geldi. Bana ikiside hadi bakalım sporunu da yapıyorsun dediler. Bu sırada ben çay ocağında çığlık atarken dışardan sesini duyduğum bir polis memuru, [Y.] işin ne zaman bitecek dedi. Daha sonra bu bayanlar beni doktor raporu için Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne götürdüler. Burada Y. isimli bayan tek başına doktora muayene oldu, buna rağmen ben [S.K.] isimli polis memuru ile muayeneye girdim ve bu polis yanımda olduğu içinde, tekrar başıma birşey gelir korkusu ile birşey anlatmadım. Daha sonrada gerekli ifade için polis merkezine getirildim. Burada telefonla görüşmeme de bu iki bayan polis müsade etmedi. Ben tekrardan kendim için adli rapor almak istiyorum. Ben bu olayla ilgili olarak bana hakaret eden, şiddet uygulayan [Y.T.] ve [S.K.] isimli polislerden davacı ve şikayetçiyim. Uzlaşmak istemiyorum.\" Olayın yaşandığı gün 00 sıralarında Y.T. ve S.K. müşteki sıfatıyla ifade vermiş, Polis merkezinde alınan ifadelerinde genel olarak metro girişinde yaşanan olaya ilişkin beyanda bulunmuşlardır. Beyanlarında başvurucuyu çay ocağına götürmelerine dair hiçbir şey söylememişlerdir. Polis memurları metro girişindeki olayda başvurucuya yapılan müdahaleyi direnci kıracak ölçüde olarak tariflemişler; müdahalenin ne şekilde olduğuna ilişkin ayrıntı vermemişlerdir. Aynı gece, bilgi sahibi sıfatıyla ifade veren Ş., başvurucu ile Y.T. arasındaki olayı itekleşme olarak dile getirmiş, Y.T.nin başvurucuya nasıl müdahale ettiğini anlatmamıştır. Başvurucu 10/8/2016 tarihinde gözaltından çıkartılarak Haseki Hastanesinde hakkında adli muayene formu düzenlenmiştir. Raporun olay öyküsüne ilişkin kısmı başvurucunun Polis Merkezindeki ifadesine benzerlik göstermektedir. Polis Merkezi tarafından 10/8/2016 tarihinde hazırlanan tahkikat evrakı Savcılığa gönderilmiştir. Düzlenen belgelerde Y.T. ve S.K. müşteki, başvurucu müşteki şüpheli, suç ise kamu görevlisine görevini yaptırmamak için direnme ve hakaret olarak gösterilmiştir. Başvurucu avukatı aracılığıyla 16/8/2016 tarihinde metro girişinde ve Polis Merkezindeki çay ocağında yaşadıklarıyla ilgili olarak Y.T. ve S.K.dan işkence ve hakaret suçlarını işledikleri gerekçesiyle şikâyetçi olmuştur. Savcılık, başvurucunun şikâyeti üzerine açılan soruşturmayı, Polis Merkezinden gönderilen evraka ilişkin yürüttüğü soruşturma dosyasıyla 1/9/2016 tarihinde birleştirmiştir. Savcılık, başvurucunun gözaltı sonrası Haseki Hastanesinde düzenlenen raporunu (bkz. § 16) göndererek Adli Tıp Kurumundan (ATK) kesin rapor talep etmiştir. ATK'nın 22/8/2016 tarihli raporunda şu ibarelere yer verilmiştir:\"...Haseki E.A. Hastanesinin 2016 tarih 3968 sayılı gözaltı giriş raporunda, darp ifadesiyle geldiği, sol önkol dorsal yüz 1/3 ortada 1 adet 0,3 cm, 1 adet 0,5 cm ve 1 adet 1 cm uzunluğunda olmak üzere 3 adet çizgisel oblik kabuklanmaya başlamış sıyrık ve 2 adet 0,3 cm uzunluğunda dikey dikey kabuklu sıyrık, sol antekubital (dirsek eklemi önü) bölge medialinde (orta) yaklaşık 1 cm çaplı şişlik, saçlı der[i]de sol temporal bölgede 1 cm çaplı alanda palpasyonla (elle muayene) hassasiyet, her iki bacak üst iç kısımda palpasyonla hassasiyet, eski lezyon olarak sağ alt bacak 1/3 orta ön yüz medialinde 0,5 cm çaplı kabukları büyük oranda dökülmüş sıyrık saptandığı (gözaltı sürecinde oluştuğunu belirttiği), arızasının,Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur. \" Soruşturma kapsamında metro girişini gösteren kameralar ile Polis Merkezinde bulunan güvenlik kameraları -söz konusu merkezde görevli iki polis memuru tarafından- izlenerek 28/8/2016 tarihinde tutanak hazırlanmıştır. Söz konusu tutanakta başvurucu ile Y.T. ve S.K.nın saat 18'de üst araması için Polis Merkezindeki çay ocağına girdikleri ve kapının kapatıldığı, saat 28'de art arda dışarıya çıktıkları, saat 40'ta sağlık raporu almak üzere üçünün merkezden ayrıldığı ve saat 16'da yeniden rapor alarak geldikleri saptanmıştır. Bunun dışında bir bilgiye yer verilmemiştir. Taraflar arasında metro girişinde yaşanan olayın görüntülenemediği belirtilmiştir. Savcılık yürüttüğü soruşturma sonunda metro girişinde yaşanan olayla ilgili 2/10/2017 tarihinde iddianame hazırlamış ve başvurucunun kamu görevlisine direnme suçundan cezalandırılması istenmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:\"...Kadıköy İlçesinde ikamet eden tekstil mühendisi şüpheli Rüya Ağdaş'ın 9/8/2016 günü saat 00 sıralarında Anadolu Yakasına geçmek için Yenikapı Marmaray İstasyonu Ana girişine gelerek X-Ray cihazından geçerken sinyal alınması üzerine müşteki polis memuru [Y.T.nin] şüpheli Rüya Ağdaş'ın yanına gelerek 'çantanızı açarak gösterin' dediği, şüpheli Rüya Ağdaş'ta 'çantamın içinde spor malzemeleri var' diyerek çantasını açmadığı, polis memuru müşteki [Y.T. de] 'üst ve çanta aramasını yapacağını' söylemesi üzerine şüpheli Rüya Ağdaş'ta 'Sen kim oluyorsun da benim üstümü, çantamı arıyorsun, çantamı karıştırmaya hakkınız yok' diyerek, müşteki polis memuru [Y.T.yi] eliyle iterek geçiş yapmak istediği, müşteki polis memuru [Y.T.nin] şüphelinin geçişine engel olunca, şüpheli Rüya Ağdaş'ta arama yaptırmadan istasyona geçmek için cebirle polise direnerek, müşteki polis memuru [Y.T.nin] sağ kolunu tutup tırmalayarak ve her iki kolunda morluk, ekimoz meydana getirir şekilde hafif nitelikte yaraladığı.Müşteki polis memurları [Y.T.] ve [S.K.nın] Yenikapı Marmaray İstasyonu ana giriş polis noktasında arama yaptırmamak için polise direnen şüpheli Rüya Ağdaş'a orantılı güç kullanılarak etkisiz kılınıp üst ve çanta araması yapılması için Aksaray Polis Merkezine getirildiği anlaşılmakla... [cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.]\" Yürütülen soruşturma kapsamında Savcılık iddianame düzenlediği tarihte başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Verilen kararın ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:\"...Müşteki Rüya Ağdaş'ın bu olayda polis memuru şüpheli [Y.T.nin] kendisini kenara çekerek 'Sen kimsin lan, bana işimi mi öğretiyorsun' diyerek, kendisini tartakladığını, daha sonra da 'Geberteceğim bu kızı, öldüreceğim' diyerek tehdit ettiğini, şüpheli polisler kendisini polis merkezine getirdikten sonra çay ocağına sokup kapıyı kilitleyip polis memuru [Y.T.nin] saçından tutup yere düşürerek 'Şimdi ne yapacaksın bakalım vatan haini' diyerek hakaret edip, müştekinin üzerini soyarak çıplak vaziyette arama yaparak eziyet ettiğini, şikayetçi olduğunu beyan etmiş ise de;Müşteki Rüya Ağdaş'ın alınan adli raporunda, polise direnmesi sebebiyle zor kullanılması sırasında hafif nitelikte yaralandığı, olayı gören özel güvenlik görevlisi tanık Ş.nin beyanında 'müşteki bayanın çantasını açmayıp, 'çantamda birşey yok neden bakıyorsunuz' diyerek polise zorluk çıkardığı, üst aramasını yaptırmadığı, polislerde müşteki bayanı polis merkezine getirdiklerini' beyan ettiği.Cd izleme tutanağında, müştekinin polis merkezine saat 16 da getirildiği, saat 18 de bayan polislerce çay ocağına alındığı, saat 28 de müşteki iki bayan polis memuruyla çay ocağından çıkarıldığı, müşteki bayanın hastaneye sevki için saat 40 da polis merkezinden çıkış yapıldığı anlaşılmakla.Şikayet olunan şüpheli polis memurları [Y.T.] ve [S.K.nın] çantasını ve üzerini aratmayan müştekiye orantılı güç kullanılıp polis merkezine getirilip aramasının yapıldığı, şüpheli polisler zor kullanma yetki sınırını aşmadıkları, şüpheli polislerin arama sırasında müştekiyi soyarak eziyet ettikleri, hakaret ve tehditte bulunduklarına dair kamu davasının açılmasına yeter kanıtlar elde edilemediğinden, şüpheliler hakkında atılı suçlardan K'nın Maddesince KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]\" Başvurucu Savcılık kararına itiraz etmiş; Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından düzenlenen değerlendirme formunu dilekçesine eklemiştir. Söz konusu belgeye göre başvurucu 12/8/2016 tarihinde bu Kurumda muayene olmuştur. Muayene sonucunda yer alan görüşler şöyledir:\"- Uyluk ve sırt ağrısından, ayakta durmakta ve yürümekte zorlanmaktan yakınan kişide, sol oksipital bölgede saçlı deri içinde hiperemik alanlar, sırtta skapula iç kısımlarda fibrozit (+) ve sağ uylukta belirgin olmak üzere bilateral ön ve yan yüzlerde palpasyonla ağrı hassasiyet saptandığı, istenen MR'da, her iki uyluk kaslarında kas içi ödem, hemoraji (kanama) ve fasial planlarda hemorajik (kanamalı) koleksiyonlarla karakterize müsküler strain (kas yırtılması) görüldüğü; muayene ve görüntüleme bulgularının aktarılan künt travma ve aşırı fiziksel aktiviteye zorlama öyküsü ile uyumlu olduğu,- Başvuranın yaşadığı travmatik olaylar ile bu ruhsal bozukluk arasında nedensellik ve zamansallık ilişkisi yönünden yüksek derece uyumlu akut stres bozukluğu tanısını karşılayan ruhsal bozukluğun mevcut olduğunun düşünüldüğü,- Kişinin öyküde aktardaki travmatik süreç sonrası ortaya çıktığı değerlendirilen fiziksel ve ruhsal bulguların özellikleri; kişinin bu süreçte insan eliyle oluşturulmuş travmaya maruz kaldığı ve Dünya Sağlık Örgütünün Uluslararası Hastalık Sınıflandırılması, ICD 10 kapsamında Y3 kodu ile belirtilen işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiği...\" Başvurucunun itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucu vekiline 20/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili hukuk için bkz. Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, §§ 52, 53; Serhat Ölğen, B. No: 2016/3389, 20/11/2019, § B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:\"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05 ve 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39945", "Başvuru Konusu":"Başvuru, üst araması yapmak için polis merkezine getirilen başvurucunun konulduğu çay ocağında kamu görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakılmasına ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yargısal kesinlik kazanan vakıanın başka bir mahkeme tarafından dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden Komisyonca ayırma kararı verilerek anılan şikâyet 2018/37728 başvuru numarasına kaydedilmiş ve belirtilen şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna 12/2/2019 tarihinde karar verilmiştir. Komisyonca diğer ihlal iddiaları yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Belediye) tarafından İstanbul ili Beyoğlu ilçesinde bulunan Karaköy Katlı Otoparkı olarak tabir edilen taşınmaz, ihale yoluyla başvurucuya kiralanmış ve taraflar arasında 4/8/1986 tarihli kira sözleşmesi düzenlenmiştir. Anılan sözleşmesinin başlangıç tarihi sonradan Belediye Başkanlığının onayıyla 1/3/1992 olarak değiştirilmiştir. A. Kiracılık Sıfatının Tespiti ve Müdahalenin Önlenmesi Davası Belediye Meclisi 15/9/2006 tarihli kararla Belediyenin tasarrufu altında bulunan otoparkların İstanbul Otopark İşletmeleri Ticaret Anonim Şirketine (İSPARK) devredilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine Belediye 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihlerinde noter aracılığıyla başvurucuya ihtarname göndererek kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinden itibaren yenilenmeyeceğini bildirmiştir. Başvurucu 20/2/2007 tarihinde Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinde Belediye aleyhine kiracılık sıfatının tespiti ve müdahalenin önlenmesi davası açmıştır. Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesi dosyadan anlaşılamayan bir tarihte davayı reddetmiştir. Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesi 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (p) bendi ile beşinci fıkrasına göre 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun maddesi hükümlerinin belediye taşınmazları hakkında da uygulanacağını belirtmiş ve bu hükümlere dayanarak davanın reddi gerektiğini ifade etmiştir. Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Yargıtay, taraflar arasındaki kira ilişkisinin 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun ve devamı maddelerinde düzenlenen hasılat kirası niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. Yargıtaya göre 2886 sayılı Kanun'un maddesi somut olayda uygulanabilir değildir. Belediye 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi uyarınca kira sözleşmesinin sona ermesinden altı ay önce ihbarda bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediğinden kira sözleşmesi hukuki varlığını sürdürmektedir. Bozma kararına uyan Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesi 17/11/2009 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir. Kararda, Belediyenin sözleşmenin sona ereceği tarihten en az altı ay önce bildirimde bulunmaması sebebiyle sözleşmenin hâlen yürürlükte olduğu belirtilmiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2010 tarihli kararıyla onanmıştır. B. Tahliye İşlemine Karşı İdari Yargıda Açılan İptal Davası Belediye tarafından 29/8/2008 tarihinde 2886 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca taşınmazın tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu bu işleme karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Bu arada Belediye, Beyoğlu Kaymakamlığına (Kaymakamlık) müracaat ederek başvurucun 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca taşınmazdan çıkarılmasını ve taşınmazın Belediyeye teslim edilmesini talep etmiştir. Kaymakamlık, taşınmazı 8/9/2008 tarihinde tahliye ettirmiştir. İdare Mahkemesi 15/9/2009 tarihinde Belediyenin tahliye işleminin iptaline karar vermiştir. İdare Mahkeme, Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesi kararının Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2008 tarihli kararıyla bozulduğuna dikkat çekerek Belediye ile başvurucu arasındaki kiracılık ilişkinin sona erdiğinin kabul edilemeyeceğini ve başvurucunun fuzuli şagil statüsünde bulunmadığını belirtmiştir. İdare Mahkemesi kararı Danıştay Onuncu Dairesinin 8/1/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Ancak Belediyenin davaya konu tahliye kararına istinaden 8/9/2008 tarihinde Kaymakamlık tarafından tahliye ettirilen taşınmaz iptal kararından sonra da başvurucuya teslim edilmemiştir. Başvuruya Konu Müdahalenin Önlenmesi ve Tazminat Davası Belediye 23/7/2009 tarihli noter ihtarnamesiyle kira sözleşmesini 1/3/2010 tarihinde yenilemeyeceğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu 29/7/2010 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Belediye ve İSPARK aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, kira sözleşmesi devam ettiği hâlde taşınmazın üçüncü kişiye tahsis edildiği, bu sebeple İSPARK'ın işgalci konumunda olduğu ve otoparkın başvurucuya teslim edilmesi gerektiği öne sürülmüştür. Dilekçede, tahliye kararının da İdare Mahkemesince iptal edildiğine dikkat çekilmiş ve bu durumda taşınmazın üçüncü kişiye teslim edilmesinin hukuki dayanağının bulunmadığı ileri sürülmüştür. Dilekçede ayrıca Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararının kesin delil niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, tahliye tarihi (8/9/2008) ile 30/6/2010 tarihi arasındaki dönem için -fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla- 000 TL tazminata hükmedilmesini ve taşınmazın kendisine teslimine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme birkaç kez bilirkişi raporları ve ek raporlar aldırarak başvurucunun 8/9/2008-30/6/2010 tarihleri arasındaki gelir kaybı sebebiyle oluşan zararını hesaplatmıştır. En son bilirkişi raporunda başvurucunun zararı 053,05 TL olarak belirlenmiştir. Ancak Mahkeme 4/11/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 5393 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca 2886 sayılı Kanun'un maddesinin belediyelerin taşınmazları hakkında da uygulanacağı ve mevcut uyuşmazlığın bu hükme göre çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinde sona erdiği ifade edilmiştir. Mahkeme, Belediyenin 2886 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca taşınmazın idari yoldan tahliyesini sağlayabileceğini, Belediye'nin sözleşmeyi her zaman feshedebileceğini, bu sebeple taşınmazın teslimi talebinin reddi gerektiğini vurgulamıştır. Mahkemeye göre sözleşmenin feshi tarihinden önce yürürlüğe giren 5393 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesi karşısında 18/5/1955 tarihli ve 6570 sayılı mülga Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun'un somut olayda uygulanması mümkün değildir. Bu sebeple kira sözleşmesinin süresinin dolmasıyla sözleşme kendiliğinden sona ermiştir. Dolayısıyla tazminat ödenmesinin koşulları oluşmamıştır. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde önceki aşamalarda ileri sürülen iddialara ek olarak Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararı ile İdare Mahkemesinin 15/9/2009 tarihli kararına dikkat çekilerek kira sözleşmesinin devam ettiğinin yargı kararıyla sabit hâle geldiği savunulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/10/2017 tarihli kararıyla istinaf istemini esastan reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ilk derece mahkemesinin gerekçesini benimsemekle birlikte ek olarak taraflar arasındaki sözleşmenin 2886 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulduğunu vurgulamış ve bu sebeple sözleşmenin sona ermesine ilişkin ihtilafların anılan Kanun hükümlerine göre çözümleneceğini belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre yeni bir ihale yapılmaması hâlinde 2886 sayılı Kanun hükümlerine göre taşınmazın tahliyesi gerekecektir. Başvurucunun benzer iddialarla yaptığı temyiz istemi de Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi kararı onanmıştır. Nihai karar 20/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 818 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Hasılat icarı, bir akittirki onunla mucir, müstecire ücret mukabilinde hasılat veren bir malın veya hakkın kullanılmasını ve semerelerinin iktitafını terk etmeği iltizam eder.\" 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: \"İcar, muayyen bir müddet için akdolunupta bu müddetin hitamında mucirin malumatiyle ve muhalefeti olmaksızın mecurun istimaline devam olunduğu yahut mukavelede fesih hakkında gösterilen ihbarı iki taraftan hiç biri yapmadığı takdirde; hilafına mukavele yok ise, bir senelik bir müddetin hitamından altı ay evvel ihbar suretiyle fesholununcaya kadar seneden seneye akit tecdit edilmiş sayılır\" 2886 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: \"Kiraya verilecek taşınır ve taşınmaz malların kira süresi, on yıldan çok olamaz. Turistik tesis kurulacak yerlerin ve turistik tesislerin ve enerji üretimi tesisleri ile iletim ve dağıtım tesis ve şebekelerinin ihtiyacı olan arazilerin ve doğal gaz iletim, dağıtım ve depolama tesis ve şebekelerinin ihtiyacı olan arazilerin on yıldan fazla süre ile kiraya verilmesi mümkündür.Üç yıldan fazla süre ile kiraya verme işlerinde, önceden Maliye Bakanlığından izin alınması şarttır. Katma bütçeli idarelerde bu izin, idarelerin bağlı bulundukları bakanlıktan alınır. Özel İdare ve belediyeler için kendi özel kanunları uygulanır.Üç yıldan fazla süre ile kiraya verme işlerinde, kira bedeli her yıl şartname ve sözleşmesindeki esaslara göre yeniden tespit edilir\" 2886 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları, özel bütçeli idarelerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz mallar ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, idarelerin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.\" 5393 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı ile olay tarihindeki beşinci fıkrası şöyledir: \"Belediyenin yetkileri ve imtiyazları şunlardır:...p) Kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek....Belediye mallarına karşı suç işleyenler Devlet malına karşı suç işlemiş sayılır. 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75 inci maddesi hükümleri belediye taşınmazları hakkında da uygulanır.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir...\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24). AİHM objektif bir temelde bireyleri koruyan bir insan hakları antlaşması olarak Sözleşme’nin amacının ve hedeflerinin, Sözleşme hükümlerinin onu işlevsel ve etkili kılacak şekilde yorumlanmasını ve uygulanmasını gerektirdiğini vurgulamaktadır. AİHM’e göre taraf devletler, Sözleşme’ye uyumun en azından Avrupa kamu düzeninin temelini koruyacak düzeyde denetlenmesini sağlama yükümlülüğündedir. Avrupa kamu düzeninin temel unsurlarından biri hukukun üstünlüğü ilkesidir ve keyfîlik ise bu ilkeyi izale eder. AİHM, ulusal hukukun yorumlanması ve uygulanması gibi ulusal otoritelerin geniş takdir yetkisine sahip olduğu alanlarda bile keyfîlik yasağı yönünden denetim yaptığını ifade etmektedir (El-Dulimi ve Montana Management İnc./İsviçre, B. No: 5809/08, 21/6/2016, § 145). AİHM Büyük Dairesi Bochan/Ukrayna kararında AİHM'in daha önce verdiği ihlal kararını Yüksek Mahkemenin gerekçesinde aşırı derecede yanlış sunması, bu kapsamda belirttiği hususların açıkça yanlış olması, dolayısıyla gerekçesinin aşırı keyfî (grossly arbitrary) ve adaleti hiçe sayacak (denial of justice) şekilde olması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Bochan/Ukrayna [BD], B. No: 22251/08, 5/2/2015, § 64). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21083", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargısal kesinlik kazanan vakıanın başka bir mahkeme tarafından dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından kaçırıldığı ve uzun süre alıkonulduktan sonra serbest bırakıldığı hâlde bu durum göz önüne alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuş; Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından kaçırıldığını ve uzun süre alıkonulduktan sonra serbest bırakıldığını, bu özel durum nedeniyle güvenlik kaygısı yaşadığını ve köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/7/2006 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-737 sayılı Komisyon kararında, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca köy boşaltılmadığından kişiye yönelik tehdit ve saldırı olmadığından bahisle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Dava, Batman İdare Mahkemesinin 23/2/2012 tarihli ve E.2011/4003, K.2012/1339 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:“...Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılı yazısında, Kaşyayla Köyü'nün Yayalı Mezrası'nın \"kısmen boşaldığı\", diğer mezraların ve Köy'ün \"boşalma olmadığı\"nın belirtildiği, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında da, \"terör olaylarından etkilenmeyen köy\" olarak belirtildiği, İl genelinde terör nedeniyle terk edilen köylere ait listenin yer aldığı 2005 tarihli yazı ekinde, Kaşyayla Köyü'nün bulunmadığı, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKK görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 24 hanenin ikâmet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 514, 1997 yılında 501, 2000 yılında 819 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir. Diğer yandan, davacı vekilince davacının terör örgütü mensupları tarafından kaçırılarak uzun süre özgürlüğünden yoksun bırakıldıktan sonra köyü terk ettiği ileri sürüldüğünden anılan hususun davacıya yönelik olarak yapılmış \"terör tehdidi kapsamında veya saldırısı \" kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin tespiti gerekir.  Davacı ve davalı idare tarafından sunulan bilgi ve belgelerden, söz konusu olayla ilgili olarak Günlüce, Koçkaya, Binekli ve Kaşyayla Köyü muhtarları ile emekli GKK tarafından imzalanmış 25/7/2010 tarihli tutanaktan başka herhangi bir bilgi ve belge sunulmadığı görüldüğünden, söz konusu iddiayı kabule olanak bulunmamaktadır.  Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Kaşyayla Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün ve bağlısı olan Güneycik ve Yayalı Mezraalarının tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle, köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik olarak, kaçırıldığı belirtilmekte ise de, söz konusu hususa ilişkin olarak yukarıda belirtilen tutanaktan başkaca bir bilgi belge bulunmaması ve söz konusu tutanağın da kabul edilebilir olmadığından, terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/7524, K.2013/581 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/12319, K.2013/8622 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararının 18/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği ve 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri; 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” ", "Haklar":"Ayrımcılık yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3403", "Başvuru Konusu":"Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kaçırıldığı ve uzun süre alıkonulduktan sonra serbest bırakıldığı hâlde bu durum göz önüne alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2020/2900 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/1730 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/1730 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek 25/12/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1730", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, disiplin soruşturması ve idari yargılama kapsamında kendisi hakkında verilen kararlar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur. Başvuru, 20/12/2012 tarihinde Karaman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 8/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 8/5/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın 4/7/2014 tarihli yazısı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Karaman Barosuna kayıtlı avukat olarak çalışmakta iken görevi kötüye kullanma, müteselsilen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçlarından Karaman Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2007/118) kamu davası açılmıştır. Karaman Baro Başkanlığı tarafından 24/8/2006 tarihinde, anılan kamu davasına konu eylemler nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması açılmasına karar verilmiştir. Karaman Baro Başkanlığı Disiplin Kurulu Başkanlığının (Baro Disiplin Kurulu) 23/8/2007 tarih ve E.2006/4 sayılı kararı ile iddiaların sübuta ermesi halinde meslekten çıkarılmayı gerektirir suçlar olması nedeniyle Karaman Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/118 sayılı dava dosyası sonuçlanıncaya kadar 19/3/1936 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun maddesi gereğince başvurucunun tedbir mahiyetinde işten yasaklanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 5/9/2007 tarihinde tebliğ edilmiştir. İtiraz Üzerine İşten Yasaklanma Kararının Türkiye Barolar Birliğince Kaldırılması ve Sonrası Başvurucu, işten yasaklama kararına karşı itiraz başvurusunda bulunmuştur. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Disiplin Kurulunun 2/11/2007 tarihli kararı ile tedbir mahiyetinde işten yasaklama kararı kaldırılmıştır. Bu karar başvurucuya 18/12/2007 tarihinde tebliğ edilmiştir. TBB Disiplin Kurulunun tedbir mahiyetinde işten yasaklama kararını kaldırma kararının gerekçelerine uygun olarak teşekkül ettirilen Disiplin Kurulu, 15/2/2008 tarih ve E.2006/4 sayılı kararla başvurucu hakkında devam etmekte olan ceza davası sonuçlanıncaya kadar geçerli olmak üzere başvurucunun tedbiren işten yasaklanmasına yeniden karar vermiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir mahiyetinde işten yasaklama kararına karşı itirazda bulunmuş ve TBB Disiplin Kurulunun 25/4/2008 tarihli kararıyla itirazının reddine karar verilmiştir. Bu karar Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü (Bakanlık) tarafından uygun görülmüş ve 4/7/2008 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Baro Disiplin Kurulu ve TBB Disiplin Kurulu kararlarının ve Bakanlığın uygun görme kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 5/5/2010 tarih ve E.2009/823, K.2010/749 sayılı kararı ile iptal davasının reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 11/8/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesinin 15/7/2011 tarih ve E.2010/9419, K.2011/3719 sayılı kararı ile Ankara İdare Mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/2/2012 tarih ve E.2011/8788, K.2012/439 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar kesinleşmiş olup, başvurucuya 2/3/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı İkinci İtirazı Başvurucu, işten yasaklanma kararının kaldırılması talebiyle ikinci defa başvuruda bulunmuş olup, bu başvurusu 19/12/2008 tarihli Baro Disiplin Kurulu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, TBB Disiplin Kurulunun 20/2/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. TBB kararı Bakanlık tarafından uygun görülmüştür. İptal davası açılmadığından anılan kararlar kesinleşmiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı Üçüncü İtirazı Başvurucu, işten yasaklanma kararının kaldırılması talebiyle üçüncü defa başvuruda bulunmuş olup, bu başvurusu 1/5/2009 tarihli Baro Disiplin Kurulu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, TBB Disiplin Kurulunun 10/7/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. TBB kararı Bakanlık tarafından 11/8/2009 tarihinde uygun görülmüştür. Başvurucu, talep ve itirazı üzerine verilen kararlar aleyhine 28/10/2009 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde yürütmenin durdurulması istemli iptal davası açmıştır. Başvurucunun yürütmenin durdurulması istemi Ankara İdare Mahkemesinin 9/2/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazı Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 7/4/2010 tarih ve 2010/1607 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 22/10/2010 tarih ve E.2009/1687, K.2010/1812 sayılı kararı ile iptal davasının reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 12/4/2011 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesinin 13/9/2011 tarih ve E.2011/5066 sayılı kararı ile Ankara İdare Mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya, 19/10/2011 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucunun karar düzeltme yoluna başvurup başvurmadığı tespit edilememiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı Dördüncü İtirazı Başvurucu, işten yasaklanma kararının kaldırılması talebiyle dördüncü defa başvuruda bulunmuş olup, bu başvurusu 29/9/2009 tarihli Baro Disiplin Kurulu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, TBB Disiplin Kurulunun 4/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. TBB kararı Bakanlık tarafından uygun görülmüş ve başvurucuya 24/2/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. İptal davası açılmadığından anılan kararlar kesinleşmiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı Beşinci İtirazının Türkiye Barolar Birliği Tarafından Kabulü ve Buna İlişkin Israr Kararına Karşı Açılan İptal Davası Başvurucu, işten yasaklanma kararının kaldırılması talebiyle beşinci defa başvuruda bulunmuş olup, bu başvurusu 17/2/2010 tarihli Baro Disiplin Kurulu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, TBB Disiplin Kurulunun 26/3/2010 tarihli kararıyla kabul edilerek, tedbir mahiyetinde işten yasaklanma kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, Bakanlık tarafından uygun görülmeyerek 21/4/2010 tarihinde TBB Başkanlığına geri gönderilmiştir. TBB Disiplin Kurulu 30/4/2010 tarihinde ısrar kararı vermiştir. Bu karar, başvurucuya 14/6/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. TBB Disiplin Kurulunun anılan ısrar kararına karşı, başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasında şikâyetçi konumunda olan K. tarafından Ankara İdare Mahkemesinde yürütmenin durdurulması istemli iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 10/12/2010 tarih ve E.2010/1468 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. TBB’nin bu karara itirazı, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 16/2/2011 tarih ve 2011/753 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, iptal davasının konusunun, TBB Disiplin Kurulu tarafından kendisi lehine verilen ısrar kararı olduğunu, bu nedenle kendisine davanın ihbarının gerektiğini ileri sürerek 24/2/2011 tarihinde davaya müdahale talebinde bulunmuştur. Mahkemenin 11/3/2011 tarihli ara kararı ile başvurucunun bu talebinin, davanın taraflarına bildirilmesine karar verilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 28/4/2011 tarihli kararı ile başvurucunun bu talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu, Karaman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla dava dosyasının bir suretinin kendisine gönderilmesini talep etmiş ve İdare Mahkemesince başvurucunun talebi yerinde görülerek dosyanın bir sureti 9/6/2011 tarihinde başvurucu tarafından teslim alınmıştır. Başvurucu 14/6/2011 tarihli dilekçesi ile daha önce verilmiş ve Bölge İdare Mahkemesinin denetiminden geçmiş olan 10/12/2010 tarihli yürütmenin durdurulması kararının yeniden gözden geçirilmesini ve avukatlık mesleğinin yürütülmesi ile ilgili olarak avukatın hak ve sorumlulukları ile ilgili uygulama, teamül ve kuralların bilinmesi, irdelenmesi ve açıklanması hususlarının İdare Mahkemesinin uzmanlık alanı içerisinde olmadığı gerekçesiyle uzman bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 24/6/2011 tarih ve E.2010/1468, K.2011/983 sayılı kararı ile K.’nin açtığı iptal davasının kabulüne karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde, “… Mahkememizin 2010 günlü yürütmenin durdurulması kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması istenilmekte ise de; yürütmenin durdurulması kararlarına karşı ancak kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde Bölge İdare Mahkemesine itiraz yoluna gidilebileceği, bunun dışında idare mahkemelerince yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilmiş kararları kaldırma yetkisinin yasal olarak mevcut olmadığı göz önüne alındığından müdahilin bu istemi hakkında hüküm kurulmaksızın esasa…” geçildiği ifade edilmiştir. Bu karar başvurucuya 15/7/2011 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesinin 30/1/2012 tarih ve E.2011/7835, K.2012/195 sayılı kararı ile Ankara İdare Mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya, 2/3/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/9/2012 tarih ve E.2012/6617, K.2012/6873 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 20/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı Altıncı ve Yedinci İtirazları Başvurucu, işten yasaklanma kararının kaldırılması talebiyle altıncı ve yedinci defa başvuruda bulunmuş olup, bu başvuruları 30/3/2011 ve 29/7/2011 tarihli Baro Disiplin Kurulu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu kararlara itirazları, TBB Disiplin Kurulunun 27/5/2011 ve 9/9/2011 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. TBB kararları Bakanlık tarafından uygun görülmüş ve başvurucuya 20/7/2011 ve 13/10/2011 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. İptal davası açılmadığından anılan kararlar kesinleşmiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı Sekizinci, Dokuzuncu ve Onuncu İtirazları Başvurucu, işten yasaklanma kararın kaldırılması talebiyle Disiplin Kuruluna sekizinci, dokuzuncu ve onuncu kez başvuruda bulunmuş, bu başvuruları sırasıyla 7/10/2011, 16/11/2011 ve 28/12/2011 tarihlerinde verilen kararlar ile Disiplin Kurulu tarafından reddedilmiştir. Başvurucunun bu kararlara karşı itirazda bulunup bulunmadığı tespit edilememiştir. İptal davası açılmadığından anılan kararlar kesinleşmiştir. Başvurucunun İşten Yasaklanma Kararına Karşı Onbirinci İtirazı Başvurucu, işten yasaklanma kararının kaldırılması talebiyle onbirinci defa başvuruda bulunmuş olup, bu başvurusu 27/1/2012 tarihli Baro Disiplin Kurulu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, TBB Disiplin Kurulunun 24/3/2012 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve hakkındaki tedbir mahiyetinde işten yasaklama kararı kaldırılmıştır. TBB kararı Bakanlık tarafından uygun görülmüştür. Kaldırma kararı ve olur yazısı 8/5/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 20/12/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1136 sayılı Kanun’un “İşten yasaklanma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hakkında meslekten çıkarma cezasını gerektirebilecek mahiyette bir işten dolayı kovuşturma yapılmakta olan avukat disiplin kurulu karariyle, tedbir mahiyetinde işten yasaklanabilir.Kararın verilmesinden önce ilgilinin dinlenmiş veya dinlenmek üzere çağrılmış olup da belirtilen günde gelmemiş olması şarttır. (Ek cümle : 2/5/2001 - 4667/71 md.) Ancak, baroya bildirdiği büro adresine tebligat yapılamayan avukatın ayrıca çağrılması ve dinlenmesi zorunlu değildir.Disiplin kurulu, bu karara esas olacak delillerin hangi sınır dahilinde gösterilip inceleneceğini, istekle bağlı olmaksızın, serbestçe takdir eder.Karar, hakkında kovuşturma yapılan avukata gerekçesiyle birlikte tebliğ olunur ve bu karar verildiği tarihte yürürlüğe girer. Ancak, karara karşı Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kuruluna itiraz olunabilir. İtiraz kararın uygulanmasını durdurmaz. Bu husustaki itirazlar ivedilikle ve en geç bir ay içinde karara bağlanır. İtiraz yerinde görülürse karar kaldırılır.İşten yasaklanma kararı, yargı organları ile sair mercilere baro başkanlığı tarafından derhal duyurulur.” 1136 sayılı Kanun’un “Disiplin kurulu kararına karşı itiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Disiplin kurulu kararlarına karşı, Cumhuriyet Savcısı ve ilgililer, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kuruluna itiraz edebilirler.Birlik disiplin kurulu, disiplin davalarını dosya üzerinde inceler. Ancak, işten veya meslekten çıkarma cezasına yahut işten yasaklanmaya dair kararların incelenmesi sırasında, ilgili avukatın isteği üzerine veya kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.145 ve 146 ncı maddeler, birlik disiplin kurulu hakkında da uygulanır.Birlik disiplin kurulunda duruşmaya raportör üyenin işi izah etmesiyle başlanır. Bu üyenin duruşmadan önce raporunu imzalayıp dosyaya koymuş bulunması gereklidir.Raportör üyenin izahından sonra ilgili avukat ve varsa vekilleri gerekli izahlarda bulunurlar. Bunlardan itirazı yapmış olan taraf önce dinlenir. Son söz, hakkında disiplin kovuşturması yapılanındır.Birlik disiplin kurulu, inceleme konusu kararın onanmasına veya kovuşturmanın derinleştirilmesi için kararın bozularak dosyanın ilgili baroya gönderilmesine karar verebileceği gibi, yeniden incelemeyi gerektirmiyen hallerde, uygun görmediği kararı kaldırarak işin esası hakkında karar verebilir veya verilmiş olan kararı düzelterek onaylayabilir.(Değişik : 2/5/2001 - 4667/74 md.) Birlik Disiplin Kurulunun, itiraz üzerine verdiği kararlar Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren iki ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya karar onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı kararları bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu kararlar, Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir. Şu kadar ki, uyarma, kınama ve para cezasına ilişkin kararlar kesin olup, Bakanlığın onayına tâbi değildir.(Değişik : 2/5/2001 - 4667/74 md.) 8 inci maddenin altıncı ve yedinci fıkraları hükümleri burada da kıyasen uygulanır.” 1136 sayılı Kanun’un “Delillerin serbestçe takdiri, ceza vermenin amacı ve cezadan mahsup” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu ve barolar disiplin kurulları, gösterilen delilleri, soruşturma ve duruşmadan edinecekleri kanıya göre serbestçe takdir ederler.(Değişik : 2/5/2001 - 4667/75 md.) Bu kurullar disiplin cezalarının verilmesinde; avukatlık onurunu, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarını ve itibarını korumak, mesleğin amaç ve gereklerine ve adalete uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak ilkelerini göz önünde tutarlar.(Ek: 22/1/1986 - 3256/26 md.) İşten yasaklanan avukata süreli olarak işten çıkarma cezası verilmesi halinde, işten yasaklandığı süre cezadan mahsup edilir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.” İlk Derece Mahkemesinin nihai karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1238", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, disiplin soruşturması ve idari yargılama kapsamında kendisi hakkında verilen kararlar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleriile gerekçeli karar hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde cemaat, Gülen cemaati, Fetullah Gülen cemaati, hizmet hareketi, gönüllüler hareketi ve camia gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma, süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Kayseri Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünde komiser olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında kamu görevinden çıkarılmıştır. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel iletişimi sağlamak amacıyla kullanılan ByLock programının başvurucu tarafından kendi adına kayıtlı GSM hattı üzerinden kullanıldığı yönündeki tespit üzerine başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde2/8/2016 tarihinde ifadesi alınan K.A., başvurucunun ev toplantılarının nerede olacağı bilgisini telefonla verdiğini ve kendi devrelerinin sorumlu abisinin başvurucu olabileceğini beyan etmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 20/12/2016 tarihli iddianameyi düzenlemiştir. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY üyelerinin kendi aralarındaki haberleşmeyi sağlayan ByLock isimli programı kullandığının Tespit Tutanağı'ndan anlaşıldığı iddiasına yer verilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/71 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 12/1/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı (EGM-KOM) ile Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğüne ayrı ayrı müzekkere yazılarak ByLock kullanımına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenmesine ve duruşmanın 23/2/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu başlıklı ve 9/2/2017 tarihli tutanak ilk celse öncesinde Mahkemeye iletilmiştir. Anılan tutanakta, 309 [...] kimlik numaralı başvurucunun 505 [...] 27 numaralı cep telefonu hattı ile 353 [...] 944 ve 359 [...] 344 IMEI numaralı cihazlar aracılığıyla ilk tespit tarihi 11/8/2014 olacak şekilde ByLock kullandığına ilişkin verilere yer verilmiştir. Başvurucu; müdafiinin hazır bulunduğu 23/2/2017 tarihli ilk celsede Yeni ByLock Cbs Sorgu Sonucu Tutanağı okunduktan sonra alınan savunmasında 505 [...] 27 numaralı cep telefonu hattının kendisine ait olduğunu ancak ByLock programını kullanmadığını, K.A. isimli kişinin iftira niteliğindeki beyanları ile dosyaya gelen belgelerdeki aleyhe hususları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkeme tensip zaptı uyarınca yazılan müzekkereye tam bir cevap verilmediği gerekçesiyle EGM-KOM ve Kayseri İl Emniyet Müdürlüğüne yeniden müzekkere yazılmasına, başvurucunun ByLock programını kullandığı iddia edilen 505 [...] 27 numaralı cep telefonu hattına ait HTS kayıtlarının istenmesine karar vermiştir. Ayrıca ara kararında Türk Telekom Genel Müdürlüğüne müzekkere yazılarak 505 [...] 27 numaralı cep telefonu hattına 11/8/2014 tarihi ve sonrasında tahsis edilen IP numarasının birden fazla aboneye tahsis edilip edilmediğinin, farklı GSM şirketlerine ait hatlara aynı IP numarasının verilmesinin mümkün olup olmadığının, mümkün ise belirtilen tarihten sonra sanığa tahsis edilen IP numarası ile aynı IP numarasını kullanan diğer GSM operatörlerinin açık kimlik ve adres bilgilerinin bildirilmesinin istenmesine ve duruşmanın 9/5/2017 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Mahkeme ilk celse verilen ara kararları arasında yer almamasına rağmen 12/4/2017 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanlığına müzekkere yazarak başvurucunun ByLock IP numaraları ile erişim ve iletişim sağladığı tarihlerin baz istasyonu bilgileriyle birlikte gönderilmesini istemiştir. Mahkeme, yargılamanın ikinci celsesi öncesinde dosyaya gelen HTS kayıtlarını içeren CD ile iddianame örneğini bilirkişi raporu hazırlaması için O.Ö.ye teslim etmiştir. Bilirkişi tarafından yapılan inceleme sonrasında hazırlanan 4/5/2017 tarihli raporda özetle 505 [...] 27 numaralı cep telefonu hattının353 [...] 944 ve 359 [...] 344 IMEI numaralı cihazlar yardımıyla aktif olarak kullanıldığı ve sanığın birinci derece yakınları olabileceği değerlendirilen kişilere ait numaralar ile yoğun görüşmeler yapıldığı tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 9/5/2017 tarihli ikinci celsede tanık K.A. dinlenilmiştir. Anılan tanık ifadesinde özetle daha önceki görev yerlerinde örgütün pikniklerine katıldığını, Kayseri'deki toplantılara ise katılmadığını, başvurucuyu da herhangi bir toplantı ve etkinlikte görmediğini, emniyette kendisine sorulan \"Başvurucu devre sorumlusu olabilir mi?\" şeklindeki soruya \"Bilmiyorum, olabilir.\" şeklinde yanıt verdiğini beyan etmiştir. Anılan celsede başvurucu müdafii, ByLock kullanımının iki farklı cihazdan yapıldığına ilişkin rapor olduğunu ancak başvurucunun tek bir telefon kullandığını, bu nedenle yeniden araştırma yapılarak ByLock raporu alınmasını ve ByLock içeriklerinin celbedilmesini talep etmiştir. Mahkeme, başvurucu müdafiinin kovuşturmanın genişletilmesi talebinin reddi ile bir kısım müzekkere cevabının dönüşünün beklenmesinden vazgeçilmesine karar vermiştir. Söz konusu celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu müdafii, mütalaanın aleyhe olan hususlarını kabul etmediklerini beyan etmiş ve yazılı savunma hazırlamak üzere süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme, başvurucu müdafiinin süre talebinin kabulü ile duruşmanın 11/5/2017 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Mahkemenin kovuşturmanın genişletilmesi talebinin reddine ilişkin ara kararının ilgili kısmı şöyledir: \" [ByLock] programı ile ilgili olarak dosya kapsamında bulunan ve birbirini teyit eder nitelikteki [ByLock] raporları ile dosya arasına celp edilen HTS kayıtları ile dosya kapsamındaki mevcut [ByLock] raporlarının birbiri ile örtüşüyor nitelikte olması nazara alınarak yargılamanın sürüncemede kalmaması bakımından [ByLock] konusunda Emniyet Genel Müdürlüğüne ve Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu Başkanlığına yazılan müzekkere cevaplarının dönüşünün beklenmesinden vazgeçilmesine ve sanık müdafinin tevsii tahkikat taleplerinin reddine oybirliğiyle karar verildi.\" Yargılamanın 11/5/2017 tarihli son celsesinde başvurucu, esas hakkında mütalaaya karşı savunmasında örgüt üyesi olmadığını ve isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Anılan celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Sanığın, kendisine ait olan ve bizzat kullandığı 0505 [...] 27 numaralı GSM hattı ile [ByLock] isimli programı 11/08/2014 tarihinden itibaren 353[...]944 ve 359[...]344 imei numaralı telefon makineleri ile kullandığının tespit edildiği, dosya kapsamında bulunan tespit tutanakları ile sabittir. Sanık da aşamalardaki ifadelerinde söz konusu GSM hattının kendisine ait olduğunu beyan etmiş ve fakat [ByLock] programını kullanmadığını savunmuştur.Sanık, aşamalardaki savunmalarında [ByLock] kullanmadığı savunmuş ise de, gerek soruşturma aşamasında Kayseri Emniyet Müdürlüğünden celp edilen yazı, gerekse kovuşturma aşamasında Kayseri Emniyet Müdürlüğü Kom Şube Müdürlüğünce celp edilen yazılarda sanığın yukarıda zikredilen GSM hattı ile [ByLock] kullandığı ve hatta kullanım derecesinin \"kırmızı\" olduğu yani yoğun bir şekilde [ByLock] kullanımı gerçekleştirdiğinin bildirildiği, yine dosya arasına celp edilen HTS kaydına göre sanığın [ByLock] raporunda belirtilen tarihte yine aynı raporda belirtilen imei numaralı makine ile internete giriş yaptığı ve söz konusu hattın sanık tarafından kullanıldığı dosya arasına celp edilen bilirkişi raporundan da anlaşıldığından sanık savunmasına itibar edilmemiştir. Sanığın [ByLock] kullandığı tespit edilen makinenin ele geçirilememiş olması, arama sonucu ele geçirilen telefon makinesi ile [ByLock] kullandığı telefon numarasının imei numaralarının farklı olduğu anlaşıldığından dijital verilerin incelenmesinin sonucu beklenmemiştir....Terör örgütlerinin amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, işleyiş ve yapılanma itibariyle bu özellikleri gösteren terör örgütlerinin, örgütün \"hiyerarşik yapısına\" dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetlemedikleri kaynaklardan bilgi kabul etmeyecekleri gibi, gizlilik ve güvenlik kuralları ile hiyerarşiye uymayan kişilerin bu tür faaliyetlerine de izin vermeyecekleri, terör örgütlerinde örgüt mensupları arasında iletişimi sağlama ve örgüt liderlerinden alınan talimatlar ile örgüt faaliyeti kapsamında yapılacak toplantılarının çağrısını yapmak gibi faaliyetlere ilişkin organizasyonun örgütsel yapı dışında değerlendirilemeyeceği ve bu eylemlerin salt yardım düzeyini aşmamış eylemlerden nitelik itibariyle farklılık arz ettiği göz önüne alındığında sanığın, sıradan bir vatandaşın temin edip kullanma imkanı olmayan ve sadece Fetö/PDY örgütü mensuplarınca haberleşme amacıyla kullanıldığı bilinen [ByLock] isimli programı GSM hattı üzerinden kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle üzerine atılı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmıştır.\" Başvurucunun bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 9/6/2017 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunun esastan reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 22/1/2018 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun örgüt tarafından teslimiyeti, sadakati ve bağlılığı en üst seviyede olan kişileri ifade eden \"A5\" şeklinde kodlandığına ilişkin 7/3/2018 tarihli veri inceleme raporu ile 49799 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin 6/7/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı hükmün kesinleşmesinden sonra dava dosyasına girmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir....\" Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"ByLock iletişim sisteminde bağlantı tarihinin, bağlantıyı yapan IP adresinin, hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının, haberleşmelerin kimlerle gerçekleştirildiğinin ve içeriğinin tespiti mümkündür. Bu kapsamda, bağlantı tarihi ve bağlantıyı yapan IP adresi ile hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının belirlenmesi durumunda, somut olayın koşullarına göre kişinin bu özel iletişim sisteminin bir parçası olduğu kabul edilecek, ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. Haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise, kişinin terör örgütü içindeki hiyerarşik konumunun (örgüt yöneticisi/örgüt üyesi) belirlenmesinde yol gösterici olacaktır.ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır ...\" Yargıtay Ceza Dairesinin 13/3/2018 tarihli ve E.2017/3808, K.2018/692 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 Karar sayılı kararında [ByLock] iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olduğunun kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada sanığın [ByLock] kullanıcısı olup olmadığının suç vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; [ByLock] programı kullanıcı kimliği olan [ID] numarası ve varsa yazışma içeriklerinin tespiti için [ByLock] “Tespit ve Değerlendirme Tutanağı”getirtilerek,BilgiTeknolojileriİletişimKurumunamüzekkereyazılarak sanık tarafından kullanıldığı anlaşılan ve [ByLock] tespit edilen [...] nolu hattın 2015-2016 tarih aralığındaki HIS(CGNAT) kaydı ile HTS kayıtları istenerek gerekirse bilirkişi raporu alınmak suretiyle karşılaştırılması ve ayrıca Bankasya hesap ekstresinde yer alan 23 Aralık 2013-2015 tarih aralığındaki hesap hareketlerinin denetlenebilir şekilde tespiti için bilirkişiden rapor alınması gerekirken yasal olmayan gerekçe, yetersiz olan 2017 tarihli [ByLock] sorgu belgesine ve denetlenmesi mümkün olmayan tespitlere dayanarak eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2018 tarihli ve E.2018/395, K.2018/1566 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2017 tarih, 2017/MD-956 E.2017/370 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 sayılı kararında da belirtildiği üzere, [ByLock] iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağının kabul edildiği gözetilerek; ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen ve aleyhine başka yeterli delil de bulunmayan sanığın, ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, [ByLock] kullanıcı olduğuna dair delilin suç vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı olarak ByLock tesbit ve değerlendirme raporu ile HIS (CGNAT) sorgu kayıtları getirtilip değerlendirilerek, duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken, sanığın [ByLock] kullanıcısı olduğuna dair yetersiz belgelere dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2021 tarihli ve E.2020/2018, K.2021/4527 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dairemizin 2018 tarih 2017/3618 Esas 2018/705 sayılı kararı ile \"ByLock iletişim sisteminin\" FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle ağlantısını gösteren delil olduğunun kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada sanığın ByLock kullanıcısı olup olmadığının atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; \"ByLock tespit ve değerlendirme tutanağı\"nın dosyaya getirtilmesi, değerlendirme ve tespit tutanağının temin edilememesi halinde, operatör kayıtları ile eşleştirme yapılmak üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan getirtilen CGNAT kayıtları ile HTS sonuçları karşılaştırılıp belirtilen hat üzerinden ByLock kullanan kişinin sanık olup olmadığı doğrultusunda bilirkişiden teknik rapor alınarak yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması, ... [bozmayı gerektirmiştir.]\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Adil yargılanma hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında, hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsurlarından birinin de yargılamanın çelişmeli olmasına (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60) dikkat çektikten sonra Sözleşme'deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM'e göre silahların eşitliği ilkesi ise taraflara, talep ve açıklamalarını diğer tarafa nazaran dezavantajlı olmayacak şekilde ileri sürebilmeleri için fırsat verilmesini gerektirdiğini ifade etmektedir (Kress/Fransa, B. No: 39594/98, 7/6/2001, § 72). Sözleşme'nin maddesinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkını garanti altına aldığını hatırlatan AİHM; kendisinin görevinin -delillerin elde edilme ve tartışılma yöntemi dâhil olmak üzere- yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını, bu bağlamda başvurucunun delilin özgünlüğü ile çelişme ve onun kullanımına karşı itirazlarını sunma imkânına kavuşup kavuşmadığını, çelişmeli yargı ve iddia makamı ile savunma arasında silahların eşitliği ilkelerine saygı gösterilip gösterilmediğini değerlendirmek olduğunu ifade etmektedir. AİHM'e göre yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülüp yürütülmediği değerlendirilirken delilin kalitesinin dikkate alınması gerekir. Elde edildiği koşulların delilin doğruluğu ve güvenilirliği üzerinde şüphe oluşturup oluşturmadığı hususu da buna dâhildir. Bir delilin başka delillerle desteklenmemesi tek başına yargılamanın hakkaniyetini zedelemese de delilin güçlü olması ve güvenilirliği konusunda riskin bulunmamasıyla orantılı olarak destekleyici delil ihtiyacı da zayıflar (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, § 90; Kobiashvili/Gürcistan, B. No: 36416/0614/3/2019, § 56). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11960", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek devlet memurluğundan çıkarılma işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde sivil memur olarak göreve başlamıştır. Bir astsubayla evlidir ve bir çocuk annesidir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmiş olan belgelere göre Hava Kuvvetleri Komutanlığına bir başçavuş ve bir üsteğmen hakkında İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda ihbar içerikli bir e-posta gönderilmiş, bu kişiler hakkında idari tahkikat yürütülmesi konusunda İstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde oluşturulan B Tipi İnceleme Timi (İnceleme Timi) görevlendirilmiştir. Söz konusu İnceleme Timi tarafından Diyarbakır, İzmir ve Ankara garnizonlarında görev yapan altı personelin ifadeleri alınmıştır. Ayrıca hakkında tahkikat yürütülen askerlerin özlük dosyaları ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki personelin göreve mahsus e-posta (intranet) hesapları incelenmiştir. Bu incelemeler sırasında başvurucunun 2009 ila 2010 yılları arasında hakkında soruşturma yürütülen başçavuş ile ilişkisi olduğunun tespit edildiği, bunun yanı sıra başvurucunun 2005 ila 2007 yılları arasında bir albay ile ilişkisi olduğunun saptandığı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre, İstihbarat Timi tarafından alınan ifade tutanaklarında \"İstihbarata Karşı Koyma\" (İKK) zafiyeti kapsamında ifade alınmıştır. Tutanaklarda, “ifadeyi alan” kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya ait ifade tutanağında, bugüne kadar görev yaptığı yerlerde kendisine duygularını açan, iltifat edip sevdiğini söyleyen personel olup olmadığı, albay ve başçavuş ile tanışıklığının ne zaman başladığı, aralarında cinsel anlamda ne zaman ve nerede yakınlaşma olduğu, intranet üzerinden bu kişilerle yaptığı yazışmaların hangi dönemde gerçekleştiği hususlarında sorular sorulmuştur. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı, ilişkilerini kabul ettiği ve ifade metnini imzaladığı görülmüştür. Ayrıca albay ve başçavuş da ifadelerinde, belirtilen tarihlerde başvurucu ile ilişkileri olduğunu beyan etmişlerdir. Bunun yanı sıra 2006 ila 2012 yılları arasında başvurucunun göreve tahsisli e-posta adresine gönderilen ve başvurucunun gönderdiği iletilere ilişkin raporda da başvurucunun gönül ilişkilerini ortaya koyan duygusal içerikli birtakım mesajların yer aldığı belirtilmiştir. İnceleme Timi tarafından hazırlanan İnceleme Sonuç Raporunda, başvurucunun başkasıyla evli olmasına rağmen belirtilen kişilerle evlilik dışı ilişkileri olduğunun anlaşıldığı, göreve tahsisli bilgisayarında intranet e-posta sistemi üzerinden bu kişilerle gönül ilişkisi içerikli yazışmalar yaptığının belirlendiği belirtilerek Milli Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kuruluna (Yüksek Disiplin Kurulu) sevki gerektiğine dair teklif getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu Yüksek Disiplin Kuruluna sevkedilmiştir. Başvurucu Yüksek Disiplin Kuruluna verdiği savunmasında söz konusu iddiaların doğru olmadığını belirtmiştir. Yüksek Disiplin Kurulunun 20/3/2013 tarihli işlemiyle başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına karar verilmiştir. Yüksek Disiplin Kurulu kararına göre başvurucu, söz konusu iki askerden gönül ilişkisi içerikli mesajlar almış ve kendisi de aynı içerikte mesajlar göndermiştir. Disiplin soruşturması sırasında ifadeleri alınan bu iki asker de başvurucuyla ilişki yaşadıklarını beyan etmişlerdir. Kararda, başvurucunun eylemlerinin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelikte olduğu aynı zamanda yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler kapsamında olduğu belirtilmiş ve bu nedenle başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılması gerektiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucu devlet memurluğundan çıkarılma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu vekili davalı idarece gönderilen gizli nitelikli belgeleri incelemesi ve belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi yönünde talepte bulunmuştur. AYİM İkinci Dairesi, 11/9/2013 tarihli kararıyla incelenmesine izin verilen belgeler arasında başkalarının özel yaşamlarına ait bilgiler yer alması nedeniyle bu belgelerin 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesinde belirtilen esaslar dâhilinde incelettirilmesine, başvurucunun ifade tutanağının bir örneğinin başvurucu vekiline verilmesine karar vermiştir. Ayrıca bu kararda başvurucu vekiline belgeleri incelemesinden sonra beyanda bulunması için otuz günlük süre verilmesine hükmedilmiştir. Başvurucu vekili 18/12/2013 tarihinde söz konusu belgeleri incelemiştir. Başvurucu vekili, daha sonra sunduğu dilekçeleriyle anılan gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur. Ayrıca AYİM Başsavcılığı düşüncesine cevap ve karar düzeltme dilekçelerinde de söz konusu belgeler hakkındaki görüş ve beyanlarını sunmuştur. Başvurucu söz konusu dilekçelerinde, İstihbarat Timi tarafından psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, ne için beyanda bulunduğunu bilmediği gibi ifadesinin disiplin cezası verilmesine esas alınacağını da bilmediğini, tanık olarak beyanına başvurulduğu ve ifadesinin aleyhine kullanılmayacağı söylenerek kandırıldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca kimliği belirsiz soruşturmacılar tarafından soruşturma yapılması ve hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde de özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, söz konusu fiillerden kimsenin haberi ve bilgisi olmadığını, iş yerinde hiçbir disiplin zaafiyetine sebep olmadığını, kendisine ait mesajların incelenmesi suretiyle özel yaşamın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. AYİM, davalı idareye başvurucunun ifadesinin alınması esnasında sesli ve görüntülü kayıt yapılıp yapılmadığını sormuş ve varsa bu kayıtların gönderilmesini istemiştir. Davalı idare, söz konusu görüntü ve ses kaydının idari soruşturmanın ardından imha edilmesi nedeniyle gönderilemediğini bildirmiştir. Yargılama sırasında AYİM Başsavcılığı görüşlerini sunmuştur. Başsavcılık, işlemin iptalinekarar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başsavcılığa göre eylem tarihleri bakımından iki yıllık ceza zamanaşımı süresi dolmuştur. Ayrıca Başsavcılık görüşünde, istihbarat çalışması çerçevesinde ifade alma işleminin hukuka uygun kabul edilemeyeceği belirtilmiş, bu suretle elde edilmiş ifade beyanlarına dayalı memurluktan çıkarma kararının da sebep unsuru bakımından hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. AYİM, oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucunun yazışmalarından ilişkilerinin devam ettiği anlaşılmaktadır ve dolayısıyla iki yıllık ceza zamanaşımı süresi bitmemiştir. AYİM, başvurucunun isnat edilen eylemleri gerçekleştirmiş olduğunda tereddüt bulunmadığı, bu eylemlerin memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelikte yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler olduğu tespitinde bulunmuştur. AYİM'e göre söz konusu e-postalar başvurucunun özeli olan bir alandan değil hizmete yönelik kullanılan ve denetime açık olan intranet üzerinden elde edilmiştir ve e-posta içeriklerinden anlaşılan ilişkiler, başvurucu ve diğer personelin ifadeleriyle teyit edilmiştir. AYİM'e göre söz konusu eylemler Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) disiplin anlayışıyla bağdaşmamakta ve TSK'nın itibarını zedelemektedir. AYİM kararında ayrıca başvurucunun geçmiş hizmetinin başarılı olduğu, ödül ve takdir belgeleri bulunduğu ve disiplin cezası bulunmadığı anlaşılmakta ise de davacının eylemlerinin vasıf ve yoğunluğu dikkate alınarak bir alt disiplin cezası verilmemesinin hukuka uygun bulunduğunu belirtmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üyeye göre davacının ve diğer şahısların savunma hakkı ihlal edilerek alınan ifadeleri delil olarak kabul edilemez. Ayrıca isnat edilen eylemlerin başvurucu ve anılan şahıslar dışında başka kimseler tarafından bilinmediği dikkate alındığında, başvurucunun TSK'da hizmet etmesine engel teşkil edecek derecede vehamet arz etmemektedir. Dolayısıyla en ağır disiplin cezası olan devlet memurluğundan çıkarılması cezası ölçülülük ilkesine uygun değildir. Anılan karar 26/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmemiştir. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan sivil memurlar hakkında ahlaki nedenlerle devlet memurluğundan çıkarma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Ö.N.M, B. No: 2014/14751, 15/2/2017, §§ 28-39) yer vermiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14750", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek devlet memurluğundan çıkarılma işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, beyanı mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu ve Eşi B. Hakkında Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturma Süreci Başvurucu 1987 doğumlu olup bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Eğirdir ilçesinde bulunan askerî birlikte piyade üsteğmen olarak görev yapmaktadır. İzmir İl Emniyet Müdürlüğü ihbar hattını 16/7/2016 tarihinde arayan R.A. adlı kişi, kimlik bilgilerini verdiği başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) sempatizanı olduğuna dair ihbarda bulunmuştur. Sonrasında Eğirdir İlçe Emniyet Müdürlüğü ihbar hattını 20/8/2016 tarihinde arayan Ş. adlı kişi, üç sene önce kiralık ev arama sürecinde başvurucu ile tanıştığını, birkaç kez bu kişi ve ailesiyle de görüştüğünü, başvurucunun eşi olan B.nin kendisine Samsun'da ev ablası olduğunu, başvurucu ile cemaat aracılığıyla evlendiklerini söylediğini beyan ederek ihbarda bulunmuştur. Ş. Eğirdir İlçe Emniyet Müdürlüğünde Bilgi Alma Tutanağı adı altında alınan ifadesinde; ihbarda beyan ettiği iddialarına ek olarak B.nin kendisine ilahiyat mezunu olduğu hâlde bu durumu gizleyip sosyoloji mezunu olduğunu söylediğini, ailecek görüştükleri sırada başvurucu ve eşinin genelde sessiz ve tedirgin hâlde olduklarını, yine B.nin kimseyle görüşmemesi ve eşiyle vakit geçirmesi yönünde telkinde bulunulduğu için evde canının sıkıldığını söylediğini beyan etmiştir. Anılan ihbarlar ve Ş.nin beyanı üzerine Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu ve eşi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Her iki ihbarın başvurucunun görevli olduğu askerî birliğe bildirilmesi sonucunda başvurucu hakkında idari soruşturma da yürütülmüştür. Başvurucu, idari soruşturma kapsamında askerî birlikte Bilgi Alma Tutanağı altında alınan ifadesinde; dayısı S.G. ile eşi B.nin babasının iş arkadaşı olduklarını ve dayısı aracılığıyla tanıştıklarını, görücü usulüyle tanıştıkları eşi ile bir yıl sonra 25/8/2013 tarihinde evlendiklerini, eşinin 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olduğunu ancak bir işte çalışmadığını, kendisi ve eşi hakkında ihbarda bulunan Ş.yi tanımadığını ve ev ararken bu kişi ile tanışmadığını ifade etmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen 20/12/2016 tarihli disiplin soruşturma raporunda; disiplin soruşturma heyetinin başvurucuya eşi B. ile ilgili sorduğu sorular hakkında eşinden bilgi almasına müsaade edilmesi üzerine bilgi verdiği, buna göre başvurucunun eşi B.yi tanımadan evlendiği, başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatına dair araştırmalara devam edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu ve eşi B. hakkında yapılan araştırmalar kapsamında;i. B.nin Samsun'da bulunduğu sırada ikamet ettiği tespit edilen adresin FETÖ/PDY ile irtibatlı bir ev olup olmadığı hususunda Samsun Cumhuriyet Başsavcılığından istinabe talebinde bulunulmuştur. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine Samsun İl Emniyet Müdürlüğünce yapılan araştırma sonucunda düzenlenen 7/4/2017 tarihli tutanakta; B.nin oturduğu tespit edilen bina sakinleriyle görüşüldüğü, bu kişilerin B.nin oturduğu dairede cemaate ait dershaneye giden kız öğrencilerin kalabalık bir grup olarak kaldığını ancak bu gruptaki kişileri tanımadıklarını beyan ettikleri belirtilmiştir. ii. Başvurucunun, eşiyle tanışmasına aracı olduğunu söylediği S.G.nin tanık sıfatıyla ifadesinin alınması için İzmir Cumhuriyet Başsavcılığından istinabe talebinde bulunulmuştur. S.G. 7/7/2017 tarihinde kollukta bilgi alma tutanağı altında alınan ve soruşturmanın tamamlanmasından sonra dosyaya sunulan ifadesinde; başvurucunun dayısı, B.nin babasıyla da arkadaş olduklarını, yıllar önce B.nin babası ile konuşurken bekâr yeğeni olduğunu söylediğinde onun da kızının evli olmadığını söylemesi üzerine başvurucu ile B.nin tanışmasına vesile olduklarını, ikisinin bu şekilde tanışıp evlendiklerini ve FETÖ/PDY ile irtibatları olup olmadığını bilmediğini söylemiştir. Eğirdir Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/5/2017 tarihli kararı doğrultusunda başvurucu ve eşi B.nin ikametinde yapılan arama işlemi sonucunda bu kişilere ait cep telefonlarına elkonulmuştur. Başvurucu Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığında alınan 23/5/2017 tarihli ifadesinde; FETÖ/PDY ile irtibatının bulunmadığını savunmuş ve disiplin soruşturması sırasında alınan beyanını tekrar etmiştir. Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun eşi B. yönünden soruşturmanın ayrılmasına karar vermiş, başvurucu hakkındaki soruşturmaya Isparta Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) devam edilmek üzere fezleke düzenlemiştir.B. Başvurucu Hakkında Isparta Cumhuriyet Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturma Süreci Isparta İl Emniyet Müdürlüğü ihbar hattını 21/2/2017 tarihinde arayan Z.Z. adlı kişinin, kimlik bilgilerini belirttiği başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğu, örgüte ait evlerde kaldığı, örgütün yardımıyla subay olduğu ve 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimini tiyatro olarak nitelediği yönünde ihbarda bulunması üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Diğer yandan, Başsavcılık tarafından Isparta'da FETÖ/PDY'nin subay mahrem yapılanmasına yönelik başlatılan soruşturma kapsamında şüpheli olarak ifadesi alınan Ş.N., kendisi ve örgütle irtibatlı olduğunu beyan ettiği diğer kişiler hakkında beyanlarda bulunmuştur. Ş.N.nin ifadesinde adı geçen E.B., kendisi hakkında yürütülen soruşturma sırasında kollukta müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan ve etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istediğini beyan ettiği 16/5/2017 tarihli ifadesinde;i. Örgüt içi iletişim programı olan ByLock'u kullandığını ve farklı yerlerde öğretmen olarak görev yaptığı süreçte örgüt içerisinde gerçekleştirdiği faaliyetlere ve örgütle irtibatı olduğunu söylediği kişilere ilişkin anlatımlarda bulunmuştur. Bu bağlamda, Isparta'da faaliyet gösterirken Y. kod adını kullandığını ve kendisine bağlı askerlerin ismini bu şekilde bildiklerini ifade etmiştir. Örgütte yer alan askerlerin de tanınmamak için kod adı kullandıklarını ileri sürmüştür. ii. İfade tutanağının \"Isparta İlindeki Faaliyetlerim\" başlıklı kısmında başvurucunun ismine yer vermiş, başvurucu Isparta'ya geldiğinde kendisinin sorumluluğuna verildiğini, başvurucunun evli olup hâlen Eğirdir'de üsteğmen olarak görev yaptığını, başvurucunun İzmirli, eşinin de ev hanımı olduğunu, askerlerin eşlerinden tesadüfen duyduğu kadarıyla başvurucunun Türkiye'nin doğusundaki illerden birinde ya da Suriye'de görevli olduğu yönünde bilgisi bulunduğunu, eşinin çalışmaması nedeniyle başvurucunun 100-200 TL civarında himmet verdiğini, başvurucuyla en son 2016 yılının Ağustos ayında görüştüğünü ve başvurucunun örgüt içerisindeki kod adının Mert olduğunu, başvurucu ve eşinin birbirleriyle tanışarak evlendiklerini söylemiştir. iii. Kendisinin askerlerden himmet adı altında topladığı paraları örgüt içerisinde kod adı Müdür Yardımcısı olan örgüt mensubuna ilettiğini ifade etmiştir.iv. E.B. 18/5/2017 tarihinde kolluk görevlileri tarafından yaptırılan fotoğraf teşhisinde de Mert kod adlı kişinin kendisine fotoğrafı gösterilen başvurucu olduğunu beyan etmiştir. E.B. Başsavcılıkta müdafiinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinde de kollukta verdiği ifadenin doğru olduğunu ifade etmiş, örgüt içerisinde kendi sorumluluğunda bulunan askerlerin kimler olduğunu ismen beyan ederek bu kişiler arasında başvurucunun da bulunduğunu, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için kendisinin ve diğer kişilerin örgütle irtibatına dair tüm bildiklerini anlattığını söylemiştir. E.B.nin ifadeleri üzerine Başsavcılık 5/6/2017 tarihinde başvurucunun yeniden ifadesini almıştır. Başvurucu müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan ifadesinde;i. Babasının bir ara iş kazası geçirip patronuna dava açtığını, bu kişinin de babasını \"senin çocukların FETÖ okullarında okudu\" diyerek tehdit ettiğini ve sonradan kendisinin ihbar edildiğini, hakkındaki ilk ihbarı babasının patronunun yaptığını düşündüğünü söylemiştir. ii. Kendisine Başsavcılık tarafından okunan E.B.nin beyanlarını ve teşhis işlemini kabul etmediğini, diğer yandan, hakkında yapılan diğer bir ihbarda eşiyle örgüt aracılığıyla evlendiği iddia edildiği hâlde E.B.nin bunun tersini söylediğini beyan etmiştir. iii. Kendisinin aslında FETÖ örgütü tarafından askerlik hizmeti sırasında mağdur edildiğini, özel kuvvetler bünyesine geçmek ve muharebe arama kurtarma (MAK) timinde görev almak istediği hâlde örgüt tarafından engellendiğini, bunu yapan askerlerin sonradan FETÖ irtibatları nedeniyle ihraç edildiklerini, bu konudaki dilekçelerinin kişisel dosyasında bulunduğunu söylemiştir.iv. Soruşturma sürecinde önceden alınan savunmalarının da doğru olduğunu vurgulamıştır. v. Başvurucunun ifade işlemlerinin tamamlanması üzerine Eğirdir Cumhuriyet Başsavcılığından gönderilen fezlekenin de Başsavcılığa ulaşması ve her iki soruşturma dosyasının birleştirilmesi üzerine fezlekede delil olarak sunulan Ş.nin ifadesi başvurucuya yeniden okunmuştur. Bu beyana karşı başvurucu, eşinin kendisini eve kapatmadığını, sürekli dışarı çıkıp gezdiğini, kendisinin Ş.yi tanımadığını, eşiyle konuştuğunda eşinin de bu kişiyi tanımadığını ve mahalle muhtarına sorması sonucunda Ş.nin kendi mahallelerindeki cami imamının karısı olduğunu öğrendiğini savunmuştur. Başvurucu hakkında ihbarda bulunan Z.Z. Başsavcılığa gönderdiği 20/6/2017 havale tarihli dilekçeyle, başvurucu hakkında şikâyetçi olduğu hâlde kendi iradesiyle bu şikâyetinden feragat ettiğine dair beyanda bulunmuştur. Soruşturmanın tamamlanması üzerine Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kanaatine vararak iddianame düzenlemiştir. Anılan iddianamede, Ş.nin başvurucu ve eşi hakkındaki beyanlarına, bu beyan üzerine başvurucunun eşi B.nin üniversite döneminde oturduğu eve ilişkin Samsun İl Emniyet Müdürlüğünce yapılan araştırma sonucunda düzenlenen tutanağa ve E.B.nin kendi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu hakkında ileri sürdüğü iddialara yer verilmiş, bu deliller doğrultusunda başvurucunun anılan örgüte üye olduğu kanaatine varılmıştır. Isparta Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianamenin kabul edilmesi üzerine yargılamaya başlanılmıştır. Başvurucu Hakkındaki Kovuşturma Süreci Başvurucunun ikametinde yapılan arama işlemi sonucunda başvurucu ve eşine ait olup elkonulan cep telefonları üzerinde yapılan inceleme üzerine Isparta İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Mahkemeye sunulan 6/8/2017 tarihli analiz raporunda; başvurucunun telefonunda birçok asker şahsın fotoğraflarının olduğu, eşi B.nin telefonunda Line adlı programın bulunduğu ve her iki telefondaki verilerin darbe teşebbüsünün gerçekleştiği 15/7/2016 tarihinden sonrasına ilişkin olduğu, buna göre inceleme konusu telefonların bu tarihten sonra kullanılmaya başlandığı ya da cihazların format/fabrika ayarlarına döndürülmüş olabileceği kanaatine yer verilmiştir. Soruşturma evresinde başvurucunun katılmayı talep ettiği askerî kurslara dair Başsavcılık tarafından yapılan araştırma üzerine ilgili askerî birimlerden gönderilen cevap yazıları duruşmada okunmuştur. Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığınca düzenlenen cevap yazısında; başvurucunun herhangi bir başarı belgesi almadığı, kursa ataması yapılmaksızın kursiyer subay olarak katıldığı ve 18/12/2015 tarihinde disiplinsizlik nedeniyle kurstan ilişiğinin kesildiği belirtilmiştir. Mahkemenin istinabe talebi üzerine Ş. Eğirdir Asliye Ceza Mahkemesinde tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; i. Önceki beyanlarının doğru olduğunu, başvurucu ile onun Eğirdir'e tayini çıktığında onun kiralık ev bulması sürecinde ilçe müftüsü A.K. aracılığıyla tanıştığını, ev bulmasına yardımcı olduklarını, bunun üzerine başvurucunun teşekkür etmek için evine misafir olarak geldiğini, sonrasında eşiyle birkaç kez daha geldiklerini, evlerine davet etmeleri üzerine kendisinin de başvurucu ve eşinin evine gittiğini söylemiştir. ii. Başvurucunun eşi B. ile görüşmeleri sırasında B.nin kendisine Samsun'da ilahiyat fakültesinde okuduğunu, o dönemde başörtüsü taktığını, başvurucu ile tanıştıktan sonra ilahiyat fakültesinde okuduğunu diğer insanlardan gizlediğini ve sorulduğunda sosyoloji mezunu olduğunu söylediğini, Samsun'da okuduğu sırada cemaat ablalığı yaptığını ve başvurucu ile cemaat aracılığıyla evlendiğini, evlenmeden önce de cemaatin kendisine başını açmasını söylemesi üzerine başörtüsü takmayı bıraktığını anlattığını beyan etmiştir. 16/7/2016 tarihli ihbarı yapan R.A. Mahkemeye gönderdiği 22/9/2017 tarihli dilekçede; aralarındaki husumet nedeniyle ve herhangi bir örgüte üye olmadığını bildiği hâlde bir anlık kızgınlık sonucunda başvurucu hakkında asılsız ihbarda bulunduğunu ve bundan pişman olduğunu beyan etmiştir. Yargılamanın 5/10/2017 tarihli ilk celsesinde başvurucunun sorgusu yapılmıştır. Aynı celsede E.B. ile bu kişi hakkında beyanda bulunan Ş.N. de hazır edilmiştir. Başvurucu sorgusunda; i. Hakkındaki ihbarları ve Ş.nin beyanlarını savunma yapacak kadar ciddiye almadığını, bunların tutarsız iddialar olduğunu ifade etmiştir. ii. E.B.nin ifadelerini kabul etmediğini, darbe teşebbüsünden önce MAK kursuna gidip elendiğini, ondan 4-5 ay önce de özel kuvvetler kursuna katıldığını, ancak bu kurstan da elendiğini, FETÖ/PDY mensubu olsa bu kurslardan elenmeyeceğini ve darbe teşebbüsünde örgüt mensuplarınca görevlendirileceğini ileri sürmüştür. iii. Mert ya da başka bir kod adı kullanmadığını, E.B.nin kendisi hakkında ayrıntılı bilgi veremediğini, bu kişiyi de tanımadığını ve E.B. ile görüşmediğini, E.B.nin beyanının aksine Türkiye'nin doğu illerinde ya da Suriye'de görev almadığını savunmuştur. iv. Hakkında başlatılan disiplin soruşturma sonucu düzenlenen raporu kabul etmediğini, raporun objektif olmadığını, disiplin soruşturması sırasında kendisine eşi B. ile ilgili sorulan sorulara cevap verdiğini, eşinin öğrenci olduğu döneme ilişkin soruları eşine sorup öğrenerek cevap verdiğini, eşiyle kendisinin tanışarak evlendiği hususunu dayısı S.G.nin de doğruladığını söylemiştir. v. Darbe teşebbüsünden sonra telefonuna format atmadığını, ekranının kırılması sebebiyle telefonunu yenilediğini, bu nedenle darbe teşebbüsünden önceki tarihlere dair telefon verisi bulunmadığını, WhatsApp programından önce eşiyle Line programı üzerinden görüntülü görüştükleri için eşinin telefonunda Line programının bulunmuş olabileceğini, kendisiyle aynı tayin dönemine tabi olduğunu öğrendiği kişilerle görüşmek için onların askerî iletişim sisteminde kayıtlı fotoğraflarını çekip telefonuna yüklediğini ileri sürmüştür.vi. Katıldığı kurslardaki başarısızlık gerekçelerinin kendisini kurslardan atmak için bahaneden ibaret olduğunu savunmuştur. vii. İhbarcı Z.Z.nin teyzesinin kocası olduğunu, Z.Z.nin kendisini sevmediğini, onunla sürekli tartıştığını, aralarındaki husumet nedeniyle asılsız ihbarda bulunmuş olabileceğini beyan etmiştir. Aynı celsede hazır bulunan Ş.N. tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; başvurucuyu tanımadığını, E.B.yi Y. kod adıyla tanıdığını, gerçek ismini soruşturma sırasında öğrendiğini, E.B. ile örgütün aynı sohbet grubu içerisinde yer aldıklarını beyan etmiştir. Bu oturumda ses ve görüntü aktarımı (SEGBİS) suretiyle duruşmada hazır bulunan ve tanık sıfatıyla ifadesi alınan E.B.; i. Celsede kendisine gösterilen başvurucuyu tanımadığını, kollukta fotoğraf teşhisi yaptırıldığı sırada birçok kişiye ait fotoğrafların gösterildiğini, bu nedenle yanıldığını, o anki hâliyle sağlıklı bir değerlendirme yapamadığını beyan etmiştir.ii. E.B.ye kollukta müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan ifadesi ve fotoğraflar üzerinden yaptırılan teşhis işlemine dair tutanak okunup başvurucu yönünden önceki ifadesi ve teşhisi ile arasında çelişki oluştuğu belirtildiğinde E.B.; tanık sıfatıyla alınan beyanında ifade ettiği üzere başvurucuyu tanımadığını ve onun hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemiştir. Tanık E.B.nin beyanlarına karşı başvurucudan sorulduğunda bir diyeceğinin olmadığını ifade etmiş ve tanığa herhangi bir konuda soru sormamıştır. Mahkemenin istinabe talebi üzerine ihbarcı Z.Z. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; i. Başvurucunun, bacanağının oğlu olduğunu, ihbarda ileri sürdüğü hususları tekrar ettiğini söylemiştir. ii. Kardeşi olan Ö.Z.nin evinde başvurucu, onun annesi, babası ve eşiyle bir araya geldiklerini, başvurucuyu abi diye tabir edilen kişilerin orduya yerleştirdiğini bildiği için onun hâlen örgüte yakın olup olmadığını anlamak için darbe teşebbüsü ile ilgili düşüncelerini öğrenmeye çalıştığını, başvurucuya \"FETÖ'nün yaptığını gördün mü ?\" diye sorduğunda başvurucunun \"FETÖ diyemezsin, ben ona saygı duyuyorum, benim saygı duyduğum kişi hakkında böyle konuşamazsın\" dediğini, bu sözü üzerine örgüt hakkında sinkaflı sözler söylediğinde başvurucunun sinirlenip \"Bu bir darbe değil, tiyatro\" dediğini ileri sürmüştür. iii. Konuşma sırasında başvurucuya kendisi hakkında ihbarda bulunacağını söylediğini ve söz konusu ihbarı yaptığını ancak akraba oldukları için ve kendi eşiyle arasında devam eden boşanma davası olduğundan başvurucu hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiğini, bununla birlikte ihbarında ve ifadesinde belirttiği olayların doğru olduğunu, hatta bir kez başvurucunun evinde onu orduya yerleştiren FETÖ abilerinden birini de gördüğünü beyan etmiştir. Başvurucunun kullandığı GSM hattına ilişkin HTS kayıtlarının incelenmesi üzerine düzenlenen ve celse arasında dava dosyasına sunulan analiz raporunda, başvurucunun haklarında FETÖ/PDY ile irtibatlı oldukları nedeniyle adli işlem yapılan ve aralarında eşiyle kardeşinin de olduğu 145 kişi ile telefon görüşmeleri yaptığı tespit edilmiştir. Yargılamanın 10/11/2017 tarihli ikinci celsesinde başvurucu, Z.Z.nin beyanlarını kabul etmediğini, onun da ifadesinde aralarında husumet olduğunu kabul ettiğini, HTS kayıtlarında adları geçen kişilerle yapılan görüşmelerin gündelik hayata ilişkin olduğunu savunmuştur. Başvurucunun savunmasında tanık Ş.nin kocası olduğunu beyan ettiği A.K. Mahkemenin istinabe talebi üzerine Ilgın Asliye Ceza Mahkemesinde tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; Eğirdir'de 2014 yılına kadar müftülük yaptığını, ancak başvurucuyu ve Ş.yi tanımadığını, olayla ilgili bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Diğer yandan, tanık Z.Z.nin ifadesinde kardeşi olduğunu beyan ettiği Ö.Z. de yine Mahkemenin istinabe talebi üzerine Kemalpaşa Asliye Ceza Mahkemesinde tanık sıfatıyla ifade vermiş ve başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olup olmadığını bilmediğini, tanık Z.Z.nin ifadesinde belirttiği şekilde bir gün hep birlikte bir araya geldiklerini ancak tanığın ifadesinde başvurucu ile arasında geçtiğini ileri sürdüğü konuşmayı duymadığını, bir ara sigara içmek için balkona çıktığında aralarında böyle bir konuşmanın geçmiş olabileceğini ancak herhangi bir tartışma yaşanmadığını söylemiştir. Başvurucu celse arasında Mahkemeye savunmalarını içeren dilekçe sunmuştur. Anılan dilekçede; -diğer delillere dair itirazlarının yanı sıra- E.B.nin tanık sıfatıyla alınan ifadesinde önceki beyanlarını inkâr ettiğini, duruşma sırasında tanık E.B.ye kendisiyle kimin aracılığıyla tanıştığını, sonrasında da kendisini örgütte yer alan başka hangi kişilerle tanıştırdığını sormayı planladığını, E.B.nin isim vermesi hâlinde de bu kişilerin de dinlenmeleri yönünde talepte bulunmayı düşündüğünü ancak tanığın duruşmadaki beyanının içeriği itibarıyla artık soru sormasına gerek kalmadığı için tanığa soru sormadığını beyan etmiştir. Yine başvurucunun tanık olarak ifadesinin alınmasını istemesi üzerine Mahkemenin istinabe talebi sonucunda İzmir Ağır Ceza Mahkemesince tanık sıfatıyla ifadesi alınan H.Ç.; başvurucunun eşi B.yi tanıdığını, B. evlenmeden önce uzun süre komşusu olduğunu, Samsun'da okuduğu sırada B.nin kaldığı evi hiç görmediğini ancak B.den ve onun annesinden duyduğu kadarıyla B.nin fakülteye bağlı olan ve ilahiyat evi olarak tabir edilen evde kaldığını, başvurucu ile B.nin örgüt aracılığıyla evlenmediğini beyan etmiş ve evlilik sürecinin başvurucu ve tanık S.G.nin anlattığı şekilde gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, tanık E.B. hakkında FETÖ/PDY üyesi olma suçundan aynı Mahkemenin farklı dosyasında yapılmakta olan yargılamanın 6/2/2018 tarihli ilk celsesine dair tutanağı başvurucu hakkındaki dava dosyasına eklemiştir. Anılan tutanağa göre tanık E.B.nin kendi yargılandığı davada yapılan sorgusuna ilişkin savunması şu şekildedir:i. E.B. kendi hakkında yürütülen soruşturma sırasında kollukta ve Başsavcılıkta verdiği ifadelerde dile getirdiği olaylara ve kişilere ilişkin anlatımların varsayıma dayanmayıp gerçek olduğunu beyan etmiştir.ii. İfadelerinde adları geçen kişiler hakkında ayrı soruşturmalar yürütüldüğünü ve bu kişilerin tutuklandıklarını, sonrasında kendisi hakkında iftiracı olduğundan bahisle dedikodular yapıldığını ve kendisine beddua edildiğini duyduğunu, bunların etkisiyle önceden haklarında beyanda bulunduğu kişiler hakkındaki davalarda tanık sıfatıyla ifade verirken bu kişileri tanımadığını söylediğini, aslında bu kişiler aleyhine verdiği ilk ifadelerinin doğru olduğunu söylemiştir. iii. Önceki ifadelerinde dile getirdiği şekilde, 2012 yılında Isparta'ya tayin olduktan sonra örgütün mahrem asker yapılanmasında görev almaya devam ettiğini, öğretmen kod adıyla sohbet hocalığı yaptığını, kod adını Mert olarak belirttiği başvurucu da dâhil olmak üzere örgütün asker yapılanmasında bulunduğunu belirttiği kişiler hakkında ifadeler verip teşhiste bulunduğunu beyan etmiştir. iv. Bu bağlamda, kollukta ve Başsavcılıkta adlarını söyleyip teşhis ettiği kişilerin örgütle irtibatlarına dair verdiği ifadelerin gerçek olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, son celse öncesinde Mahkemeye dilekçe sunmuş ve E.B.nin kendi yargılandığı davada verdiği ifadesinden haberdar olduğunu beyan ederek bu kişinin duruşmada hazır edilerek yeniden ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Yargılamanın 9/3/2018 tarihli celsesinde başvurucuya E.B.nin kendi hakkındaki davada yapılan sorgusu okunmuş ve başvurucu, E.B.nin tanık sıfatıyla ve yeminli olarak alınan ifadesinde kendisini tanımadığını söylediğini, beyanlarının çelişkili olduğunu söylemiş ve E.B.nin duruşmada hazır edilmesine dair talebini yinelemiştir. Mahkeme; esasa etkisi bulunmadığı gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme, başvurucuyu atılı suçtan 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Anılan hükme dair gerekçe şöyledir:\"Her ne kadar tanık [E.B.] kovuşturma yani duruşma sırasında [Y.P.'yi] tanımadığını beyan etmiş ve önceki beyanlarından dönmüş ise de, tanık [E.B.nin] kolluk ve savcılık ifadelerinin müdafiisi [...] huzurunda alındığı, ayrıca [E.B.nin] kendi yargılandığı, Mahkememizin 2017/246 Esas sayılı dosyasının ilk duruşmasında müdafiisi huzurunda emniyette ve savcılıkta alınan ifadelerinin doğru olduğunu, bu beyanlarının varsayıma dayalı olmadığını, gerçek olaylar ve kişilere dair olduğunu, ifadesinden sonra bazı kişilerin tutuklandığını, kendisine olumsuz bazı tepkilerin ulaştığını, hakkında iftiracı diye dedikodu çıktığını, beddua yapıldığını, bunun etkisiyle tanık olarak ifadesi alınırken şahısları tanımadığını beyan ettiğini, yapı ile irtibatlı asker şahıslardan sanık Mert kod adlı [Y.P.'yi] de teşhis ettiğini belirttiği, bütün bu nedenlerle Mahkememizce [E.B.nin] müdafii huzurunda alınan kolluk ve savcılık ifadelerine ve kendi yargılandığı dosyanın duruşmasındaki bu beyanına itibar edildiği;Yukarıda da belirtildiği gibi sanığın eşi olan, 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu [B.] ile katalog evlilik diye nitelendirilen örgüt içi evlilik yaptığı hususunda da ihbarda bulunulması üzerine sanık hakkında idari tahkikat yapıldığı, idari tahkikat neticesi düzenlenen 20/12/2016 tarihli soruşturma raporuna göre sanığın eşini tanımadan evlendiği, halen tanımadığı, disiplin soruşturma heyetinin sorduğu sorulara eşinden bilgi alarak cevap verdiği şeklinde kanaat bildirildiği, soruşturma sırasında [B.] adına açılmış Bank Asya hesabına da rastlanıldığı, ayrıca ihbarcılardan biri olan ve sanıkla eşinin katalog evlilik yaptıkları hususunda ihbarda bulunan tanık [Ş.nin] ifadesinde, sanığın eşinin kendisine, evlenmeden önce başının kapalı olduğunu, ilahiyat mezunu olduğunu, sosyoloji mezunu olduğunu söylediğini, Samsun ilinde cemaat ablalığı yaptığını, eşiyle kendisini cemaatin evlendirdiğini, evlenmeden önce başını açtığını, kendisine evde oturmasının, eşi [Y.] ile bol bol vakit geçirmesinin ve ona alışmaya çalışmasının söylendiğini söylediğini belirttiği, sanığın eşi [B.] öğrencilik döneminde Samsun ilinde [...] adresinde kaldığı, Samsun Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırma neticesi düzenlenen 07/04/2017 tarihli tutanak içeriğine göre bu adresteki evin Fetullah Gülen Cemaati'ne mensup kız öğrencilerin kaldığı bir daire olduğu ve 2012-2013 yılına kadar öğrenciler tarafından kullanıldığının tespit edildiği, MERNİS kaydına göre de sanığın [eşinin] 04/04/2011 - 01/07/2013 tarihleri arasındaki MERNİS adresinin burası olduğu, her ne kadar savunma tanıkları aksini beyan etse de soruşturma ve kovuşturma sonucu elde edilen delillerin değerlendirilmesinden de anlaşılacağı üzere sanık ve eşinin FETÖ/PDY terör örgütü içinde yaygın bir uygulama olan ve katalog evlilik diye nitelendirilen usulle evlendikleri, bilindiği üzere örgüt içerisinde sırf bu işle görevlendirilen örgüt üyelerinin de bulunduğu;İhbarcılardan birisi olan [R.A.ya] ait ihbar bant kaydının İzmir İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Mahkememize gönderildiği, bu ihbarcının kimliğinin soruşturma dosyasına yansıması üzerine Mahkememize dilekçe göndererek ihbarın herhangi bir gerçekliğinin bulunmadığını, bir anlık kızgınlıkla böyle bir ihbarda bulunduğunu beyan ettiği, bu nedenle ifadesinin alınmasına gerek görülmediği, ancak bir diğer ihbarcı olan [Z.Z.nin] talimatla ifadesinin alındığı, bu şahsın sanığın teyzesinin kocası olduğu, bu nedenle sanığı ve ailesini tanıdığı, ifadesinde sanığı abi diye tabir edilen kişilerin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yerleştirdiğini bildiğini, bu nedenle hala bu yapıya yakın olup olmadığını anlamak için sanığa 'Fetönün yaptığını gördün mü?' diye sorduğunu, onun da kendisine 'Fetö diyemezsin, ben ona saygı duyuyorum, benim saygı duyduğum kişi hakkında böyle konuşamazsın, bu bir darbe değil tiyatro' dediğini, bunun üzerine ihbarda bulunduğunu, ayrıca bir seferinde sanığın evinde onu orduya yerleştiren FETÖ abilerinden birini gördüğünü beyan ettiği;Soruşturma sırasında aramalarda elde edilen dijital materyallerin incelendiği, düzenlenen analiz raporlarına göre sanığın ve eşinin telefonlarındaki verilerin 15 Temmuz 2016 sonrasına ait olduğu, bu nedenle telefonların bu tarihten sonra kullanılmaya başlanmış olduğunun veya telefonlara format atıldığının değerlendirildiği, sanığın eşine ait telefonda line isimli programın tespit edildiği, sanığa ait telefonda ise diğer asker şahıslar hakkında bilgiler içeren çok sayıda fotoğraf bulunduğunun görüldüğü;Sanığın telefonuna ait 01/01/2014 - 01/06/2017 tarihleri arasındaki HTS kayıtlarının incelenmek için bilirkişiye verildiği, HTS analiz raporuna göre sanığın çoğunluğu askeri personel olan çok sayıdaki başka FETÖ/PDY şüphelileri ile irtibatının tespit edildiği;Yukarıda da izah edildiği üzere, sanığın FETÖ/PDY terör örgütü içerisinde yukarıdan aşağıya 'genel birimci', 'müdür', 'müdür yardımcısı', 'öğretmen' ve 'öğrenci' şeklinde kodlarla yapılanan Mahrem Asker Yapılanmasının Isparta bölümünde 'öğretmen' kod görevli [E.B.ye] bağlı 'öğrenci' kod görevle yer aldığı, bu yapıda yer alan bazı başka FETÖ/PDY terör örgütü üyeleri ve diğer terör örgütleri (PKK DHKP-C ve benzeri) üyeleri gibi kod adı kullandığı, kod adının 'Mert' olduğu, ayrıca asker içindeki bu yapılanmanın diğer terör örgütlerinde olduğu gibi hücre tipi gibi oluşturulduğu, örgüt yapısını topluma ve birbirlerine kabul ettirebilmek adına kod adına müstehar isim, hücre yapılanmasına da sohbet grubu dedikleri, sadece sohbet grubu yani hücresel yapı içindeki kişilerin birbirlerini tanıdıkları, bu tanımanın da ekseriyetle kod adıyla tanıma şeklinde olduğu, sanığın FETÖ/PDY terör örgütünün kamuoyunda cemaat olarak bilindiği dönem olan 2013 yılından itibaren Isparta'da görev yaptığı, [E.B.nin] soruşturma safhasındaki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Isparta'ya gelir gelmez [E.B.nin] sorumluluğuna verildiği, yine [E.B.nin] avukatı huzurunda alınan emniyet ifadesinden de anlaşılacağı üzere 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra 2016 yılı Aralık ayında örgütte bağlı olduğu üstü olan [E.B.] ile görüştüğü, bu nedenlerle sanığın örgüte bağlılığının geçmişten geldiği ve süreklilik arz ettiği, himmet adı altında bu örgüte maddi bağışta bulunduğu, sohbet adı altında yapılan örgütsel toplantılara katıldığı, bu surette eylemlerinin çeşitlilik de gösterdiği, açıklanan sebeplerle sanığın tespit edilen eylemlerinin silahlı terör örgütü üyeliği suçunu oluşturduğu ve sanığın silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan cezalandırılması gerektiği anlaşılmıştır.\" Başvurucu, -diğer itirazlarının yanı sıra- tanık E.B.nin Mahkemede yeniden hazır edilmemesi nedeniyle bu tanığı sorgulama imkânı tanınmadığını ileri sürerek anılan hükme karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 5/7/2018 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu istinaf başvurusunda ileri sürdüğü itirazlarını yineleyerek Daire kararını temyiz etmiş, Yargıtay 4/4/2019 tarihinde Daire kararını onamıştır. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç UYAP sistemi üzerinde yapılan incelemede, başvurucunun eşi B. hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan Isparta Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda 16/9/2020 tarihinde beraatine karar verildiği, Başsavcılık tarafından anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunulduğu, duruşma açılarak yapılan inceleme sonucunda Dairenin 8/3/2022 tarihinde beraat kararını kaldırarak B.yi atılı suçtan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm ettiği ve B.nin bu kararı temyiz etmesi üzerine inceleme tarihi itibarıyla dosyanın Yargıtayda derdest olduğu anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenilmeleri\" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:\"Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir.\" 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada anlatılması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada anlatılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”B. Uluslararası Hukuk AİHM'e göre daha öncesinde sanık tarafından sorgulanmamış bir tanığın suçlayıcı ifadesini geri çekmesi durumunda duruşmaya tekrar çağrılmamasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık sorgulama hakkı açısından bir sorun teşkil edebilecektir (Bondar/Ukrayna, B. No:18895/08, 16/4/2019, § 75; Faysal Pamuk/Türkiye, B. No: 430/13, 18/1/2022, § 49). İlgili uluslararası hukuk için ayrıca bkz. Nurcan Gülabi, B. No: 2015/15355, 23/5/2018, §§ 24- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21277", "Başvuru Konusu":"Başvuru, beyanı mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkması sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde yer alan bilgi ve belgelerle birlikte Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen, ayrıca Bakanlığın görüşlerinde yer verdiği bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Haydarpaşa-Ankara seferini yapan Yakup Kadri Karaosmanoğlu adlı ekspres yolcu treni 22/7/2004 günü saat 45 sıralarında Pamukova ilçesi Mekece Mahallesi yakınlarında raydan çıkmıştır. Kaza sonucu 38 kişi yaşamını yitirmiş, 80'den fazla kişi yaralanmıştır. Başvurucuların annesi F.Y. kaza nedeniyle hayatını kaybedenlerden biridir.A. Tren Makinistleri ve Tren Şefi Hakkındaki Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Olay nedeniyle Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca derhâl soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında otopsi ve şikâyetçi-tanık ifadelerinin tespiti gibi birçok soruşturma işlemi ile birlikte 23/7/2004 ve 30/7/2004 tarihlerinde İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti olay yeri keşfinde bulunmuştur. Ayrıca 18/8/2004 tarihinde kazaya karışan vagonlar üzerinde ayrı bir inceleme daha yapılmıştır. Bu incelemeler sonucunda hazırlanan 31/8/2004 tarihli bilirkişi raporunda yer verilen kusur ve sorumlulukla ilgili değerlendirmeler özetle şöyledir:i. Raydan çıkan trenin tarife kitapçığında (livre) olay yerinde yapılabilecek hız 80 km/h olarak yazılıdır. Tren raydan çıktığında hızının 130 km/h olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla sorumlu makinistler trenin hızını kitapçığa göre ayarlamamıştır.ii. Trenin raydan çıktığı yer bir dönemeç (kurba) kesimidir. Olay yerinde, rayların eski ve yıpranmış olduğu, traverslerin taşıma gücünün olması gerekenden az olduğunu gösteren deray izleri görülmüştür. Üstyapının hat işletim-proje hızında yerine getirmesi gereken şartname koşullarına tam uyumlu olmadığı, dolayısıyla statik ve dinamik yüklere karşı tam güvenliği sağlamadığı gözlenmiştir. Raydan çıkmanın meydana gelmesinde dönemeç kesimine yüksek hızla girilmesinin yanı sıra bu kesime ait üstyapının (ray, travers, balast, küçük malzemeler, balast altı tabakalar ve makaslar, kruazman vb. gibi üstyapı tesisleri) statik ve dinamik dayanımının yetersizliğinin, bir başka deyişle fiziksel ve muhtemelen geometrik bozukluğunun etkisinin olduğu kanaatine varılmıştır.iii. Özellikle Arifiye-Eskişehir arasında küçük dönemeç yarıçapları nedeniyle hızların sık aralıklarla değiştiği görülmüştür. Bu denli değişik hız uygulamaları seyir kontrolünü zorlaştırıcı etki yaratarak seyir güvenliğini önemli ölçüde azaltır. Küçük yarıçaplı dönemeçler nedeniyle hızın yalnızca insan kontrolüne bırakılması risk yaratacağından makinistlere yardımcı olacak bilgisayar destekli otomatik-yarı otomatik kontrol sistemleri gibi tedbirler alınmalıdır. Sistemin bu türden kontrol düzenekleri ile donatılmamış olmasının olayın meydana gelmesine etkisi bulunmaktadır.iv. Bu tespitlere göre kazanın meydana gelmesinde tren makinisti F.K., trenin hızını gerektiği gibi ayarlamayarak seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle 3/8 oranında kusurludur. tren makinisti R.S. ise makinisti hız konusunda uyarmaması nedeniyle 1/8 oranında kusurludur. Tren şefi K.nin ilgili mevzuat uyarınca seyir kontrolü ile ilgili görevi bulunmadığından kusuru olmadığı kanaatine varılmıştır.v. Olay yerindeki üstyapının yeterli bakım ve onarımının yapılmamış olması ve değişik yarıçaplı dönemeçler nedeniyle ortaya çıkan sık aralıklı hız değişimini güvenli bir seyir kontrolü ile gerçekleyecek sistemlerin bulunmaması kazanın oluşumunda 4/8 oranında etkilidir. Soruşturmasını tamamlayan Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığının 7/9/2004 tarihinde Sakarya Ağır Ceza Mahkemesine açtığı kamu davasında F.K., R.S. ve K.nin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde yer alan tedbirsizlik, meslek veya sanatında tecrübesizlik ya da nizam, emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla cezalandırılması talep edilmiştir. Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama sürecinde kazanın nedenleri ve sorumluları hakkında bir kez daha bilirkişi raporu temin edilmiştir. Bu raporda da kazanın oluşumunda F.K.nın 3/8, R.S.nin 1/8 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş; 4/8 oranındaki kusurun işletmeden sorumlu kurum olan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarında (TCDD) olduğu değerlendirilmiştir. Belirtilen raporda ayrıca kazanın hızlandırılmış tren uygulamasından hemen sonra meydana geldiği, bu uygulama için gerekli ek tedbirlerin yeterince alınmadığı kanaati bildirilmiştir. Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi; başvurucuların da müdahil olduğu davada 1/2/2008 tarihinde verdiği kararla F.K.nın 2 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla, R.S.nin ise 1 yıl 3 ay hapis ve 733 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Aynı kararda K.nin ise beraatine hükmedilmiştir. Bu karar sanık müdafileri tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 12/7/2010 tarihinde verdiği kararla, K. hakkındaki ceza davasının zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine, diğer sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının ise bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı gerekçesi genel olarak bazı katılanların adlarının ve suç yerinin karar başlığına yazılmaması, yargılama giderlerinin sanıklardan müştereken tahsiline karar verilmesi gibi tespit edilen usul hatalarına dayanmaktadır (anılan bozma kararının gerekçeleri için bkz. Serap Sivri, B. No: 2019/6198, 23/11/2021, § 18). Bozma sonrası yeniden yargılama yapan Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi bozma ilamına uyulmasına karar vererek ilamda belirtilen eksikliklerin giderilmesine çalışmıştır. Anılan Mahkeme 7/2/2012 tarihinde verdiği kararda, sanıklara isnat olunan eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğunun Yargıtayın 12/7/2010 tarihli kararıyla belirlendiği, söz konusu suç için kanunda öngörülen dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar hakkında açılan davaların düşürülmesine karar vermiştir. Belirtilen bu zamanaşımı nedeniyle düşme kararı da bir kısım katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 3/2/2014 tarihinde tamamladığı temyiz incelemesi sonucunda sanıklara isnat edilen eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi birden fazla kişinin ölümüne ve birçok kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçu kapsamında da değerlendirilebileceği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi bozma kararı sonrası yeniden yaptığı yargılamada bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. 24/11/2014 tarihli hükümde ise sanıkların eylemlerinin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesine uyduğu kabul edilerek R.S.nin 1 yıl 15 gün hapis ve 50 TL adli para cezasıyla, F.K.nın ise 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 152 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. R.S. hakkında hükmolunan ceza ertelenmiştir. Bu son mahkûmiyet kararı da sanık müdafileri ve bazı katılan vekilleri tarafından temyiz edilmiştir (cezanın ertelenmesi kararının gerekçesi ile temyiz talebinde dile getirilen talepler için ayrıca bkz. Serap Sivri, §§ 22, 23). Yargıtay 26/9/2018 tarihli kararıyla Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 24/11/2014 tarihli kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamının gerekçesinde, ilk derece mahkemesinin karar başlığında suç isminin yanlış yazılması gibi usule ilişkin hatalarla birlikte müdafilerin bazı talepleri hakkında karar verilmemiş olması ve R.S. hakkında yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat edinilemediği gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmamasına karar verildikten sonra sabıkasız geçmişinden dolayı ileride tekrar suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat edinildiğinden bahisle hapis cezasının ertelenmesine karar verilmek suretiyle hükümde çelişkiye neden olunması gibi esas bakımından tespit edilen hatalara da yer verilmiştir (bozma gerekçeleri için ayrıca bkz. Serap Sivri, § 25). Yeniden yapılan yargılamada bir kez daha bozma ilamına uyulmasına karar veren Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi 1/4/2019 tarihinde verdiği esas hakkındaki kararında F.K.nın 784 TL adli para cezasıyla, R.S.nin ise 352 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve verilen adli para cezalarının ertelenmesine karar vermiştir. Bu karar da müdafiler ve bazı katılan vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 25/12/2019 tarihinde sanıklar hakkındaki kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir.B. Anayasa Mahkemesine Yapılan 2015/1232 Numaralı Bireysel Başvuru Başvurucular 21/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaparak ceza yargılamasının on yıldır devam ettiğini, sorumluların cezalandırılmadığını ve mağduriyetlerinin giderilmediğini ileri sürmüş; bu nedenle yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir (Burcu Demirkaya ve Yücel Demirkaya, B. No: 2015/1232, 30/10/2018, § 39). Anayasa Mahkemesi, şikâyetlerin özünün ceza soruşturmasının makul bir süratle yürütülmemesine ilişkin olduğunu değerlendirerek başvurucuların iddialarının yaşam hakkının etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmesine karar vermiştir (Burcu Demirkaya ve Yücel Demirkaya, § 40). Anayasa Mahkemesi 30/10/2018 tarihinde başvurucuların Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan yaşam haklarının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir. İhlal kararının ve paragrafları şöyledir:\" Başvuruya konu olay 2004 yılında meydana gelmiş olup bu olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma iki aydan daha kısa bir sürede tamamlanmıştır. Ceza Mahkemesi ilk kararını 2008 yılında vermiştir. Ne var ki kararın kanun yoluna başvurma hakkı olan bazı kişilere tebliğ edilmemesi nedeniyle ilk bozma kararına ilişkin temyiz süreci yaklaşık 2 yıl 6 ay, ikinci bozma kararına ilişkin temyiz süreci ise yaklaşık 2 yılda sonuçlanmıştır. Ceza Mahkemesince en son 24/11/2014 tarihinde karar verilmiş olup yargılama henüz sonuçlandırılamamıştır. Meydana gelen olayda ölen ve yaralananların fazlalığı nedeniyle ölenlerin yakınları ile yaralıların ifadelerinin tespitinin uzun zaman alması anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte soruşturmadaki hiçbir unsur yargılamanın bu denli uzamasını ve henüz sonuçlandırılamamasını haklı kılmamaktadır. Bu sebeple başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili soruşturmanın makul süratle yürütüldüğünün söylenemeyeceği kanaatine varılmıştır.\" TCDD Yetkilileri Hakkında Yürütülen Soruşturma Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca kazanın oluşumunda üstyapı eksiklikleri ve makinistlere yardımcı olacak otomatik kontrol sistemi bulunmaması nedenleriyle TCDD yetkilileri hakkında ayrı bir soruşturma yürütüldüğü, yetkisizlik kararı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen bu soruşturmanın neticesinin tespit edilemediği hususlarına Burcu Demirkaya ve Yücel Demirkaya ile Serap Sivri başvurularında yer verilmiştir (Burcu Demirkaya ve Yücel Demirkaya, § 12; Serap Sivri, § 12). Bakanlık somut başvurudaki görüşlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/67974 numaralı soruşturması üzerinden TCDD yetkilileri hakkında bir soruşturma yürütüldüğünü belirterek soruşturma süreçleri hakkında bilgiler vermiştir. Bu bilgilere göre;i. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına değişik tarihlerde verilen dilekçelerde süper ekspreslerin 6/6/2004 tarihinde hiçbir bilimsel çalışma ve altyapı hazırlığı yapılmadan sefere konulduğu, 22/7/2004 tarihinde meydana gelen tren kazasına eskimiş demir yolu ağı üzerindeki altyapı yetersizliği, rayların eskiliği, niteliksizliği gibi faktörlerin davetiye çıkardığı, yol yenileme çalışmalarının saatte 120 km hıza göre yapılmasına rağmen Haydarpaşa-Ankara güzergâhında saatte 140 km seviyesinde hız yapılmasına altyapının uygun olmadığı iddiaları dile getirilerek TCDD üst düzey yetkilileri hakkında görevi ihmal ve kötüye kullanma suçlarından ihbarda bulunulmuştur.ii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca Ulaştırma Bakanlığından soruşturma izni verilmesini talep etmiştir. Ulaştırma Bakanlığı 4/10/2004 tarihinde TCDD Genel Müdürü S.K. hakkında soruşturma izni verilmesine karar vermiştir. İzin verilmesine dair kararda, tren yolu kazasında çok sayıda kişinin ölmesi ve bu durumun kamuoyunda uzun süre tartışılması nedeniyle konunun adli mercilerce incelenmesine imkân sağlanmasının isabetli olacağı gerekçesine yer verilmiştir.iii. Soruşturma izin kararına yapılan itirazı değerlendiren Ankara Bölge İdare Mahkemesi 16/3/2005 tarihinde verdiği kararda \"olayın niteliği itibariyle ve hakkındaki iddialarla sınırlı olarak S.K'nın Türk Ceza Kanunu kapsamında suç sayılabilecek bir fiil veya eyleminin olmadığı\" gerekçesine yer vererek itirazın kabulüne ve S.K. hakkındaki soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın kaldırılmasına karar vermiştir.iv. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen soruşturma izni kararının kaldırılmasına dair kararın kesin nitelikli olması ve soruşturma yapma imkânı bulunmaması sebebiyle 12/4/2005 tarihinde soruşturmanın işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk Olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:...3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene ... geçmesile ortadan kalkar....” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: “Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkümiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanın kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bir kimse tedbirsizlik veya meslek veya sanatında tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demiryolu üzerinde bir kaza vukuu tehlikesine meydan verirse üç aydan otuz aya kadar hapse ve iki yüz liraya kadar ağır cezayı nakdiye ve kaza vukubulmuş ise beş seneye kadar ağır hapse ve yüz elli liradan aşağı olmamak üzere ağır cezayı nakdiye mahkum olur.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat, ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs iki seneden beş seneye kadar hapse ve 250 liradan 500 liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin 2 nci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur.Yukardaki fıkralarda beyan olunan cezalar, kusurun derecesine göre sekizde birine kadar indirilebilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;...d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,...Geçmesiyle düşer....” 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “2) Bir suçla ilgili olarak;a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,Halinde, dava zamanaşımı kesilir. (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar. (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” 5237 sayılı Kanun'un “Taksirle öldürme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “İnsan haklarına saygı yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar.” Sözleşme'nin “Yaşam hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediğini hatırlatmaktadır (B/Birleşik Krallık, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71). Bone/Fransa ((k.k.), B. No: 69869/01, 1/3/2005) kararında devletlerin tren istasyonunda bulunan herkesin yaşamını güvence altına almaya yönelik tedbirler almaları yönünde pozitif yükümlülükleri olduğunu belirten AİHM, Kalender/Türkiye (B. No: 4314/02, 15/12/2009) kararında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının demir yolu taşımacılığı gibi tehlike potansiyeli taşıyan faaliyetlerde muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek demir yolu taşımacılığı nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insan hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmamasının Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği anlamına gelebileceğini ifade etmiştir (Kalender/Türkiye, § 52). AİHM'in yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğünün usul boyutunun incelenmesi konusunda benimsediği ilkeler için bkz. Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 95, ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8844", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkması sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tazminat davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Başvurucu 3/10/2005 tarihinde Özdemirci Belediyesi Başkanlığı bünyesinde geçici işçi olarak çalışmaya başlamıştır. 4/4/2007 tarihli ve 5620 sayılı Kanun kapsamında sürekli işçi kadrosuna geçirilmeyeceği gerekçesiyle başvurucunun iş akdi askıya alınmıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali talebiyle Denizli İdare Mahkemesinde açtığı davada 15/12/2008 tarihli kararla dava konusu işlem iptal edilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 2006 yılında 6 aydan fazla çalıştığı ve 21/4/2007 tarihi itibarıyla iş akdinin devam ettiği, bu sebeple mevzuat gereği geçici işçi statüsünden sürekli işçi statüsüne geçirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Belirtilen yargı kararı, ilgili Belediye tarafından yerine getirilmemiştir. Özdemirci Belediyesi 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı Kanun'un ilgili maddeleri uyarınca tüm personeli ve varlığıyla 30/3/2014 tarihi itibarıyla Çivril Belediye Başkanlığına (İdare) devredilmiştir. Başvurucunun geçici işçi sözleşmesi, İdare tarafından 29/6/2014 tarihinde tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu 31/1/2018 tarihli dilekçesi ile İdareye başvurarak, Denizli İdare Mahkemesinin 15/12/2008 tarihli kararının uygulanmasını ve sürekli işçi pozisyonuna ya da sözleşmeli personel pozisyonuna atamasının yapılmasını talep etmiştir. Yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine başvurucu tarafından açılan davada, Denizli İdare Mahkemesi 19/2/2019 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, İdarenin 6360 sayılı Kanun uyarınca tüzel kişiliği sona erdirilerek kapatılan Özdemirci Belediyesini her türlü taşınır ve taşınmaz malları, hak, alacak ve borçları ile devraldığı dolayısıyla başvurucu lehine verilen ve Özdemirci Belediyesi tarafından uygulama yükümlülüğü bulunan anılan iptal kararının uygulanması yükümlülüğünün İdarece devralındığı vurgulanmıştır. Anılan karar istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir.B. Bireysel Başvuru Süreci İdare tarafından Denizli İdare Mahkemesince verilen 19/2/2019 kararın da uygulanmaması üzerine başvurucu, Denizli İdare Mahkemesinin 15/12/2008 tarihli kararı ile 19/2/2019 tarihli kararı arasındaki sürede hak ettiği pozisyonun verilmesi ve maaş farklarına ilişkin zararının ödenmesi talebiyle 21/6/2019 tarihinde İdareye yeniden başvurmuştur. Başvurucu tarafından yapılan talebin zımnen reddi üzerine maaş farkına ilişkin işçilik alacaklarına karşılık olarak 000 TL tazminatın tarafına ödenmesi talebiyle açılan davada Denizli İdare Mahkemesi (Mahkeme) 26/2/2020 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Dava konusu uyuşmazlıkta; Mahkememizin 2020 günlü ara kararı ile davacının2008 ve 2019 tarihleri arasındaki döneme ilişkin hak kayıplarının tespit edilmesi amacıyla, anılan tarihler arasında sürekli işçi kadrosuna geçirilmiş olsaydı mevcut çalışmasına karşılık alacağı ücret miktarında herhangi bir artış olup olmayacağının, şayet artış söz konusu ise oluşacak farkın ne kadar olacağının davalı idareye sorulduğu, davalı idarece ara kararına cevaben sunulan dilekçede, 'davacının, 2008-2014 tarihleri arasında kapanan Özdemirci Belediyesi'nde, 2014-2014 tarihleri arasında Çivril Belediyesinde çalıştığı, söz konusu dönemde Özdemirci Belediyesi'nde kadrolu işçi çalışmadığı, 2014 tarihinden sonra 6360 sayılı Kanuna göre Özdemirci Belediyesi, Çivril Belediyesine devredilip, Çivril Belediyesine gelen geçici işçi pozisyonundaki Osman Özbek, 2014 tarihine kadar Çivril Belediyesindeki kadrolu işçilerle aynı ücreti almıştır. Bu nedenle Osman Özbek'in aralıksız bir şekilde çalıştığı göz önüne alındığında davacının geçici işçi olarak çalışmış olması ile kadrolu işçi olarak çalışmış olması arasında net maaşta herhangi bir fark yoktur.' şeklinde cevap verildiği anlaşılmaktadır.Olayda; davacı tarafından Mahkememizin 2008 ve 2019 tarihli kararları arasındaki döneme ilişkin işçilik haklarının tazmininin talep edildiği, davacının 2008 tarihi ile 2014 tarihi arasında Özdemirci Belediyesi (kapanan ve Çivril Belediyesine devredilen) ile Çivril Belediyesi bünyesinde çalıştığı, davacıya ödenecek işçilik hakları bakımından kadrolu veya sözleşmeli statüde çalışması arasında herhangi bir fark bulunmadığı, dolayısıyla davacının kadrolu işçi statüsüne alınmaması nedeniyle maddi bir zararının söz konusu olmadığı, ayrıca; davacının 2014 tarihinde iş akdinin davalı idarece feshedildiği, davacı tarafından iş akdinin feshine karşı dava açılmadığı, yalnızca işçilik haklarının (kıdem tazminatı, yıllık izin ücret alacağı, hafta tatili ücreti, ikramiye alacağı) tazmini istemiyle Çivril Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açıldığı, söz konusu davanın devam ettiği, 2014 tarihinden sonra davalı belediye bünyesinde çalışmadığı açık olan davacının söz konusu tarihten sonraki döneme ilişkin olarak da işçilik hakkı alacağından söz edilemeyeceği, gelinen aşamada davacının maddi zararının bulunmadığı anlaşıldığından, davacının maddi tazminat talebinin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.\" Bu karara karşı, başvurucu tarafından sunulan istinaf dilekçesinde özetle; yeterli araştırma yapılmadan yalnızca idarenin cevapları doğrultusunda karar verildiği, geçici işçiler ile sürekli işçiler arasında ücret farkı bulunduğu, Sosyal Güvenlik Kurumundan bilgi alınmadan, diğer belediyelerden emsal ücret araştırması yapılmadan karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu iddialarına yer verilmiş ve bu kapsamda istinaf dilekçesine iki adet emsal bordro eklenmiştir. İstinaf başvurusunu inceleyen İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Daire) 8/10/2020 tarihli kararıyla, başvurucunun iddialarına yönelik bir gerekçeye yer verilmeksizin istinaf talebinin kesin olarak reddine hükmedilmiştir. Karar 28/10/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 17/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği, bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36282", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tazminat davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, beyanı hükme esas alınan tanığın duruşmada dinlenememesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra yargılamaya kaldığı yerden devam edilmesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, mahkûmiyet hükmünün usule aykırı olarak düzenlenen teşhis tutanağına dayanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer hakların ihlâl edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı 18/3/2009 tarihinde Bursa'nın Kestel ilçesinde sivil kıyafetli polis memurları hareketlerinden ve üzerindeki kıyafetlerden şüphelendiği iki kişiyi takip etmiştir. Daha sonra şüphelendikleri kişilerin kimliklerini alıp telefon üzerinden bunları kontrol ettikleri sırada silahlı saldırı sonucu bir polis memuru vefat etmiştir. Saldırgan olay yerinde bulunan diğer polisler tarafından yakalanmış, diğer kişi ise kaçmıştır. Kaçan kişinin kontrol için verdiği kimliğin sahte olduğu ve Gül A. ismine düzenlendiği anlaşılmıştır. Soruşturma sırasında edinilen bilgilere göre öncelikle bu kimlikte bilgileri yer alan kişinin başvurucu yerine başka bir kişiye ait olduğu düşünülmüştür. Başka bir olayda ise 8/11/2009 tarihinde İstanbul Avcılar'da polislerin şüphelendiği iki kişiden kimlik sorması üzerine polislerle kişiler arasında çatışma yaşanmıştır. Yakalanan iki kişiden biri, başvurucunun (2019 yılında boşanmış olduğu eski) eşidir ve sahte kimlikle yakalanmıştır. Yakalanan kişilerin silahlı terör örgütü Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) örgütüne mensubiyetlerinin olduğundan şüphelenilmiş ve şüphelilerin ikamet ettiği yerde arama yapılmıştır. Kiraya veren ile yapılan görüşme sonucunda kira kontratında kiracı olarak gözüken kişinin Dilber olduğu, bu sahte kimlikte yer alan fotoğraf ile Gül A. adına düzenlenen sahte kimlikteki fotoğrafın aynı kişiye ait olduğu değerlendirilmiştir. 16/11/2009 tarihli ekspertiz raporuna göre başvurucunun söz konusu evde parmak izleri tespit edilmiştir. Yapılan araştırma sonucunda başvurucunun evlilik cüzdanındaki fotoğraf ile Gül A. ve Dilber nin nüfus cüzdan fotokopilerinde yer alan fotoğrafların aynı şahsa ait olduğunun anlaşılması üzerine bu sefer başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Hakkındaki yakalama kararlarına rağmen başvurucu 26/9/2014 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma kapsamında Bursa Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde devam eden yargılamada, olay sırasında ele geçirilen dizüstü bilgisayarın yüzeyindeki parmak izinin başvurucuya ait olduğu 29/9/2014 tarihli Otomatik Parmak ve Avuç İzi Tespit Sistemi (APFİS) inceleme raporu ile tespit edilmiştir. Bursa'da olay yerinden kaçan kadının başvurucu olduğu, 5/3/2015 ve 26/5/2015 tarihlerinde yapılan duruşmalarda tanık polis memurları tarafından da belirlendiği anlaşılmaktadır.B. Bireysel Başvuruya Konu Olaylar 6/10/2009 tarihinde İstanbul'un Eyüp ilçesinde yer alan bir kuyumcu yağmalanmıştır. Katılanın ve gizli tanıkların ifadesine göre soygunu gerçekleştiren beş kişi de silahlı ve maskelidir. Olay yerinden kaçan şüphelilerden T.A. polisler tarafından kısa sürede yakalanmıştır. Bu kişinin kolluktaki ifadesi müdafii eşliğinde 8/10/2009 tarihinde saat 30'da alınmıştır. İfadesinde T.A. olayın nasıl gerçekleştiğini detaylı olarak anlatmıştır. Bu kapsamda başvuru konusu ile ilgili olarak özetle yağma eyleminde bulunulacağından daha önceden haberinin olmadığını, toplamda beş kişinin olayda yer aldığını, sadece (erkek olan) İrfan G.yi tanıdığını, kendisinin soygun sırasında silah taşımadığını, olaydan kısa bir süre önce silahların İrfan G. tarafından diğerlerine dağıtıldığını, daha sonra da kar maskelerinin ve eldivenlerin verildiğini, soyguna katılan kişilerden ikisinin kadın olduğunu ifade etmiştir. Kısa boylu olarak tarif ettiği kadınla beraber kuyumcudaki altınları ve paraları poşete doldurduğunu, tanımadığı erkek kişinin kuyumcuyu etkisiz hâle getirdiğini, uzun boylu olarak tarif ettiği kadının ise İrfan G. ile beraber gözcülük yaptığını belirtmiştir. T.A. fiziki özelliklerini belirttiği ve İrfan G.nin yanında yer aldığını söylediği şahsı, kendisine gösterilen dokuz fotoğraf arasından Gül A. sahte kimlikli nüfus cüzdanı üzerinde bulunan fotoğraftan teşhis ettiğini de kolluktaki ifadesinde 7/10/2009 tarihinde saat 30'da söylemiştir. 8/10/2009 tarihinde, Savcılık önündeki ifadesinde ve Hâkimlik önündeki sorgusunda da daha önceki ifadelerini teyit etmiş ve bildiklerini anlattığını söylemiştir. Diğer şüphelilerle birlikte başvurucu hakkında da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 18/12/2009 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede şüphelilerin yağma suçunu MLKP terör örgütü adına örgüte gelir sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği değerlendirilmiş, söz konusu eylemin devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya bozmaya yönelik olduğu kanaatine varıldığından şüpheliler hakkında ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında da iddianame düzenlenmiştir. Görevli ve yetkili mahkeme, (kapatılan) (CMK mülga madde ile yetkili) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesidir. İlk duruşma 18/5/2010 tarihinde yapılmıştır. Olaydan hemen sonra yakalanan T.A. bu duruşmada emniyet, Savcılık, hâkim önündeki ifadeleri ile teşhis tutanağını teyit etmiştir. Aynı davada yargılanan diğer sanık İrfan G. de savunmasını yapmıştır. Duruşma sonunda başvurucu hakkındaki yakalama emrinin infazının beklenmesine karar verilmiştir. Katılan, ikinci duruşmada dinlenilmiştir. Katılan, duruşmada soygun sırasında kişilerin yüzlerinde kar maskesi olduğunu belirtmiş; üçüncü duruşmada gizli tanıkların dinlenilmesine karar verilmiştir. Gizli tanıklar üç kişi olup gizli tanıklardan biri, dördüncü duruşmada dinlenilmiştir. Gizli tanık ifadesinde suça karışan kişilerden birinin İrfan G. olduğunu, olay anında yanında bulunan diğer kişinin de kendisi gibi emniyette tanık olarak ifade verdiğini belirtmiştir. Bir sonraki duruşma sonunda diğer iki gizli tanığın dinlenilmesinden dosya kapsamı itibarıyla vazgeçilmiştir. Tutuklu bulunan sanıkların istemi üzerine 29/5/2012 tarihli yedinci duruşmada savunma tanıkları dinlenilmiştir. Davada yargılanan sanıklardan T.A., teşhis tutanağında kendisine gösterilen fotoğraftaki kadınları simaen benzettiğini belirtmiş; bunu 6/12/2012 tarihli duruşmada da ifade etmiştir. Bu süreçte başvurucu ile birlikte hakkında yakalama kararı bulunan diğer kadın sanık yakalanmıştır. Bu sanığın savunması sonrasında göstermiş olduğu tanıklar dinlenmiştir. 5/11/2013 tarihli duruşmada, sanıkların suçlarının sübutu hâlinde haklarında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanma ihtimaline binaen 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince sanıklar ve müdafilerine ek savunma hakkı verilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 5271 sayılı Kanun'un maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Tutuklu bulunan sanıklara esas hakkında mütalaaya karşı savunma vermeleri için süre tanınmıştır. Bu arada başvurucunun 26/9/2014 tarihinde Gebze'de yakalanması sonrasında aynı gün Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşma açılmıştır. Başvurucu, üzerine atılı suçlamaları reddederek susma hakkını kullanmıştır. 1/10/2014 tarihinde huzurda yapılan duruşmada ise başvurucu savunma için süre istemiştir. Başvurucuya ve müdafiine varsa kovuşturmanın genişletilmesi taleplerini, bulunmadığı takdirde esas hakkında mütalaya karşı beyanlarını sunmak üzere bir sonraki celseye kadar kesin süre verilmesine karar verilmiştir. T.A., başvurucunun yakalanmasından sonra yağma eyleminde yer alan kişilerin arasında başvurucunun ve yakalanan diğer kadının olmadığını ifade etmiştir. Bu kapsamda T.A.nın sanıkların hazır bulunduğu 26/3/2015 tarihli duruşmadaki ifadeleri şu şekildedir:\"...ben bu işin içinde vardım ancak zorunlu olarak istemeyerek bu işin içine sokuldum, buradaki bulunan sanıkların benim teşhis ettiğim kişilerle hiç alakası yoktur. Bana zaten birkaç fotoğraf gösterildi bende simaen benzediklerini söyledim. Ben kimsenin günahını almak istemiyorum. benim teşhis ettiğim kişilerden burada kimse yok. olayda yer alan kimse yoktur, sanık ZEYNEP GERÇEK ile ilgili bana soru bile sorulmadı, isimlerini de bilmiyorum, dedi.\" Bu süreçte Gül A. adına düzenlenen sahte kimlikteki fotoğrafın başvurucuya ait olduğunun anlaşılması üzerine Bursa'da meydana gelen olay nedeniyle yapılan kovuşturma ile başvurucu hakkındaki yargılamanın birleştirilmesi istemi İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Buna karşın Bursa Ağır Ceza Mahkemesi 25/6/2015 tarihinde birleştirme kararı vermiştir. Bu sebeple dosya olumsuz birleştirme uyuşmazlığını çözmek için Yargıtaya gönderilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Bursa Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki olumsuz birleştirme uyuşmazlığının giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi istemiyle gönderilen dosya Yargıtay Ceza Dairesi tarafından incelenmiştir. 11/11/2015 tarihli karar ile her iki mahkemenin dava dosyaları arasında sanıkları ve suçları yönünden şahsi, hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu belirtilerek birleştirme kararı verilmiştir. Bunun üzerine birleşen dava dosyasıyla ilgili olarak başvurucudan savunması alınmıştır. 26/4/2016 tarihli on ikinci duruşmada, başvurucu müdafii hem Bursa'daki olay hem de kira kontratındaki tespitlere ilişkin olarak itirazda bulunmuş; bunun yanında kuyumcu soygunundaki olayla ilgili olay yeri inceleme görüntülerinin getirilmesini talep etmiştir. Başvurucu müdafiinin kovuşturmanın genişletilmesine yönelik yazılı ve sözlü olarak dosyaya yansıyan talepleri dosyadaki delil durumu, taleplerinin sonuca etkisinin olmayacağının görülmesi hususları dikkate alınarak yerel mahkeme tarafından reddedilmiştir. 1/6/2016 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Başvurucunun talebi üzerine süre verilerek duruşma ertelenmiştir. Duruşmaların daha sonra iki kez süre istenmesi nedeniyle ertelenmesi üzerine 26/10/2016 tarihinde yapılan son duruşmada, başvurucu müdafii talepleri ile itirazlarını yenilemiş ve müvekkilinin sadece örgüt üyeliği suçlamasını kabul ettiğini ifade etmiştir. Bu kapsamda başvurucu müdafii; kuyumcunun başvurucuyu teşhis etmediğini, gizli tanıklık yönteminin usule aykırı olduğunu, yakalanan T.A.nın ifadesinin işkence ile alındığını, bunun dışında aleyhe delil bulunmadığını, bu delile de dayanılamayacağını ileri sürmüştür. Ayrıca Mahkemedeki diğer sanıklardan hiçbirinin başvurucuyu teşhis etmediğini, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin unsurlarının bulunmadığını ifade etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi üç sanık yanında başvurucu hakkında da Anayasa'yı ihlal ve yağma suçları kapsamında mahkûmiyet kararı vermiştir. Ayrıca başvurucunun aldatıcı kabiliyeti olan kimlik kullanması nedeniyle hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan da mahkûmiyet hükmü verilmiştir. Gerekçede şu tespitlerde bulunulmuştur:i. Kimliği tespit edilemeyen bir erkek şahısla birlikte başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam beş kişi olay tarihi olan 6/10/2009 tarihinde saat 45 sıralarında İstanbul Eyüp Akşemsettin Mahallesi Cengiz Topel Caddesi üzerinde bulunan kuyumcuya eldiven ve kar maskeleri takılı olduğu hâlde gelmiş; T.A. dışındaki kişilerde silah olduğu, başvurucunun dışarıda gözcü olarak kaldığı kabul edilmiştir.ii. MLKP terör örgütü soruşturmasına yönelik İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/9/2009 günlü dinleme kararı kapsamında dinlenen sanık İrfan G.nin görüşmelerinde \"Cengiz Topel'de yapacağız\" şeklindeki konuşmaları ile olaydan sonra \"zayiat var mı?\" şeklinde mesaj alması dikkate alınmıştır. Bu şekilde yağmanın; maskeli, eldivenli, biri otomatik olmak üzere silahlı birden fazla kişilerce işlenmesi ve yakalanan sanık T.A.nın MLKP terör örgütü adına pankart asmaktan kaydının bulunması hususları da gözönüne alınarak suçun örgüt kapsamında ve örgüte gelir temin etmek için işlendiği kabul edilmiştir.iii. Güvenlik kuvvetlerinin yakalanan sanık T.A.ya MLKP örgütünün fotoğraf arşivinden yaptırdığı teşhisler sonucu olay sonrası kaçan sanıklardan birinin Gül A. sahte kimliği üzerinden teşhis edilen başvurucu olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca sanıklardan T.A.nın kovuşturmanın ilerleyen safhalarında diğer sanıkları cezai sorumluluktan kurtarmaya yönelik değişen ifadelerine inandırıcı bulunmadığı için itibar edilmediği, soruşturma aşamasındaki ilk ifadelerine ve teşhislerine itibar edildiği yer almaktadır.iv. Sanıkların MLKP'nin faaliyetleri çerçevesinde iddianamelere konu eylemlerden önce ve sonra da bazı etkinlik ve eylemlere katıldığı belirtilmiştir. Dosyada incelenip tartışılan delillere göre kuyumcunun silahla yağmalanmasının da MLKP örgütünün faaliyeti kapsamında işlendiğinde bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu kapsamda yağma için seçilen yer, suç konusunun önemi ve değeri, beş failden dördünün silahlı hatta bunlardan birinin vahim nitelikte silahlı oluşu, gündüz vakti yağmalamanın yapılış şekli, çevre işyeri sahiplerinde, müşteri ve vatandaşlarda yarattığı korku gözönüne alındığında vahim nitelikteki bu nitelikli yağma eyleminin amaç suç olan Anayasa'yı ihlal suçunun ögelerini oluşturmaktadır. Bu durum nedeniyle silahlı suç örgütü üyeliği suçundan ayrıca cezalandırma cihetine gidilmediği, buna karşın 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki düzenlemeden dolayı yağma suçundan da başvurucunun ayrıca cezalandırılması gerektiği ifade edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Resmî belgede sahtecilik suçu yönünden oybirliğiyle kesin olarak, diğer suçlar yönünden ise oyçokluğuyla temyiz yolu açık olmak üzere istinaf başvurusu reddedilmiştir. Karşıoy kullanan üye hâkim gerekçesinde; emniyette yaptırılan fotoğraf teşhisi dışında bir delilin bulunmadığını, yargılama sırasında T.A.nın yağma eyleminde başvurucunun ve diğer kadının yer almadığını ifade ettiğini, fotoğraf teşhisi sırasında 75 - 78 civarında, uzun boylu olarak tarif ettiği başvurucunun gerçek boyunun 58 olduğunu, bu durumda başvurucunun yağma ve Anayasa'yı ihlal suçları yerine terör örgütü üyeliğinden mahkûm edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 13/2/2018 tarihinde oybirliğiyle hükmün onanmasına karar vermiştir. Kararda; tanık beyanlarına, teşhis tutanaklarına, ekspertiz raporlarına ve tüm dosya kapsamına göre yerel mahkemenin kabulü, uygulaması ve gerekçesi yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki bozma düşüncelerine iştirak edilmediği de belirtmiştir. Başvurucu vekili, nihai kararın 26/6/2018 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 27/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat 2/6/2007 tarihli ve 5681 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la değişik 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun ek maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: \"...Polis, olaydaki failin, gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir.Tanıklıktan çekinebilecek olanlar, teşhiste bulunmaya zorlanamaz.İşleme başlanmadan önce, teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır.Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birden fazla ve aynı cinsten olması, aralarında yaş, boy, ağırlık, giyinme gibi görünüşe ilişkin hususlarda benzerlik bulunması gerekir. Teşhis için gerekli olması halinde, şüphelinin görünüşü ile ilgili gerekli değişiklikler yapılabilir. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin her birinde, teşhis sırasında bir numara bulundurulur.Teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birbirini görmemesi gerekir.Teşhis işlemi en az iki kez tekrarlanır ve teşhiste bulunması istenen kişiye, şüphelinin teşhis edilecek kişiler arasında yer almıyor olabileceği hatırlatılır.Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin, bu işlem sırasında birlikte fotoğrafları çekilerek veya görüntüleri kayda alınarak, soruşturma dosyasına konur.Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir.Teşhis işlemi tutanağa bağlanır....\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. (2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. (4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. (5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. (Ek cümleler: 25/5/2005 - 5353/29 md.) Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir. (2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa. (3) Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir. (4) (Mülga: 25/5/2005 - 5353/29 md.)\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62 nci maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir. (2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.\" 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur. (3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.\"B. Yargısal İçtihat Yargıtay Ceza Dairesinin 23/11/2018 tarihli ve E.2017/968, K.2018/4552 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\" [...]Doktrin ve yerleşik yargısal içtihatları (Yargıtay Ceza Dairesinin 1995 tarih 348-3184 sayılı kararı) göre silahlı terör örgütü üyeliği suçları temadi eden suçlardan olup suç tarihi temadinin kesildiği yani failin yakalandığı tarihtir. Silahlı terör örgütleri ve üyeleri için amaç suç olan ve 765 sayılı TCK’nın ve , 5237 sayılı TCK’nın ise ve maddelerinde düzenlenen, ülkeyi bölmek veya yönetim şeklini değiştirmek suçları yönünden suç tarihi, amacı gerçekleştirmeye elverişli son eylem tarihidir[...]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 25/2/2010 tarihli ve E.2009/5271, K.2010/2433 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık Nurettin. K.ın üyesi olduğu silahlı terör örgütünün amacı doğrultusunda 1995 tarihinde İstanbul Bayrampaşa Kartaltepe mahallesinde silahlı yağma, sanıklar Nurettin K. ve Cemal S.'nın ise 1995 tarihinde İstanbul Sefaköy'de bir araca monte ettikleri bombanın patlatılması sonucu biri ağır üç kişinin yaralanması şeklindeki vahim olaylara katıldıklarının iddia ve kabul edilmiş olması karşısında, eylemlerine uyan ve suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK'nın 146/ maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şeklide hüküm kurulması, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/1/2011 tarihli ve E.2010/8311, K.2011/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"[...]Sanık K.ın örgütün faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirdiği kabul edilen ve dosya kapsamı ile de sübut bulan \"kişiyi hürriyetinden yoksun kılma\" ve \"yağma\" suçlarının niteliği itibariyle eylemlerinin bir bütün halinde suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın maddesinde tanımlanan Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı maddelerle uygulama yapılması, Kanuna aykırı olup[...]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2012 tarihli ve E.2011/5647, K.2012/7947 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"PKK terör örgütü adına istenen parayı vermemesi üzerine ödeme yapmaya zorlamak amacıyla ve örgüt sorumlusunun talimatı doğrultusunda mağdur Halit A.ın evine cebir ve tehdit oluşturacak biçimde molotof kokteyli atarak paranın tahsilini sağlayan sanık Mustafa B.in yağma suçunu oluşturan bu eyleminin amaç suçu işlemeye elverişli ve vahim nitelikte olduğunun anlaşılması karşısında, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 125, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 302/1, 174/1, 149/1-a-c-f-g maddelerinde düzenlenen suçları oluşturacağı[...]\" Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 23/1/2019 tarihli ve E.2018/1998, K.2019/53 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Ayrıntıları Yargıtay Ceza Dairesinin 2017 gün ve 2017/1443-4758 sayılı kararında ve yerleşik Yargıtay kararlarında açıklandığı üzere, Anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçladığı çeşitli eylemleriyle belirlenmiş bulunan kimi suç örgütlerinin amaçları doğrultusunda işlediği cebir ve şiddet içeren çeşitli eylemlerin bu suçu (Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs) oluşturacağını kabul edilmektedir. Örneğin failin mensubu bulunduğu silahlı örgütün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasını zorla değiştirip yerine başka bir ilkeye dayalı bir sistem getirmek şeklindeki amacına yönelik olarak gerçekleştirdiği silahlı saldırı, güvenlik güçleriyle çatışmaya girilmesi, yağma, kişinin kaçırılıp sorgulanması, araç yakma ve öldürmeye teşebbüs vb. eylemler TCK'nin maddedeki suçu oluşturmaya yeterli ve elverişli olduğu kabul edilmektedir.\" Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 21/6/2017 tarihli ve E.2017/807, K.2017/628 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"TCK'nın maddesinin gerekçesinde, suçun yalnızca ‘cebri’ fiillerle işlenebileceği belirtilmiş ve dolayısıyla suçun niteliği gereğince cebri fiiller dışındaki hareketlerin elverişli sayılamayacağı ifade edilmiştir. Şu halde maddedeki suç, korunan değerlere yönelik olarak tehdit veya şiddet içeren baskı, korkutma, yıldırma, sindirme gibi yöntem ve eylemlerle işlenebilir. Yine madde gerekçesinde, eylemin maddede korunan değerlere yönelik neticeleri gerçekleştirmeye ‘elverişli’ bulunması gerektiği vurgulanmış, yerleşik Yargıtay kararlarında da suçun oluşabilmesi için fiilin amaca elverişli olması şartı süregelen uygulamalarda aranmıştır. Yargıtay, maddede gösterilen tehlikeyi oluşturmaya yönelik eylemde, sonuca uygun ve elverişli araçları aramakta ve bunu suçun işlendiği yer, zaman ve neticeleri ile birlikte değerlendirmektedir.Bu kapsamda; ülke bütünlüğünü bölmeyi amaçlayan örgütün, amacı doğrultusunda kolluk görevlilerine veya sivil halka saldırı, terör ortamı yaratmak için kamu veya özel kişilere ait araç, bina ve benzeri yerlerin yakılması, silahlı taciz, yaralama, öldürme, yağma, örgüte gelir temini maksadıyla kişilerin alıkonulması, hürriyetten yoksun bırakma, güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girilmesi, köy basılması, silahla ve roketle saldırıda bulunulması, öldürme eylemi için eleman temin edip eyleme katılmalarının sağlanması ve benzeri eylemler Devletin ülkesine, egemenliğine ve birliğine yönelik önemli nitelikte eylemler olarak kabul edilmektedir.Silahlı örgüte üye olmak suçu ise, nitelikleri belirtilen örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Böylece bir örgüte katılmakla kişi örgüt üyeliğini kabul etmiş sayılmaktadır. Bu itibarla TCK'nın 314/ maddesinde yazılı örgüt üyeliği suçunun oluşması için, bu maddenin fıkrasında yazılı suçları işlemek için oluşturulan silahlı bir örgütün bulunması veya böyle bir örgütün yöneticilerinin herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir. Örgüte katılanların, örgütün gayesini bilerek ve benimseyerek bu örgüte girmiş olmaları ve yapıya dahil olma kastıyla ilişki içerisine girmeleri gerekir. Örgüt üyeliği suçunun oluşumunda temel ölçüt, kişinin rızasıyla örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmasıdır (organik bağ kriteri). Ayrıca sanığın eylemlerin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluğu kriteri ile eylemin niteliği kriteri (karineden yola çıkan kriter) örgüt üyeliği suçunun maddi unsuru bakımından organik bağ kriterine ilave istisnai ölçütlerdir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Dosya içeriğinden, 2014 yılı içerisinde PKK terör örgütünün dağ kadrosuna katılan ve \"X1\" kod adını kullanan sanığın, 24/10/2016 tarihinde kendiliğinden karakola gelerek teslim olduğu ve gerek çok sayıda örgüt mensubunun kimliği, gerekse örgüte ait silah, patlayıcı madde ve yaşam malzemelerinin bulunduğu yerler hakkında ayrıntılı bilgiler verdiği, sanığın verdiği bilgiler doğrultusunda terör örgütüne ait bir çok barınak bulunarak buralardaki silah ve diğer malzemelerin ele geçirildiği, yine teşhis ettiği kişiler hakkında terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma başlatıldığı, aşamalardaki savunmalarında halka veya güvenlik kuvvetlerine yönelik silahlı saldırı gibi herhangi bir eyleme katılmadığını söyleyen sanığın bu beyanının aksini gösteren herhangi bir delilin dosyada bulunmadığı, sanığın beyan ve yer göstermeleri üzerine sığınak ve mağaralarda depolanmış olarak ele geçirilen silah ve patlayıcı maddelerin muhafaza ve bulunuş şekilleri itibariyle TCK'nın maddesinde düzenlenen suçun oluşması için gerekli vehamet unsurunu ihtiva ettiğinden söz edilemeyeceği, zira anılan maddedeki suçun oluşumu için kanun maddesinde ve yerleşik yargısal uygulamalarda belirtildiği üzere yukarıda açıklanan tarzda bir eylemde bulunulması veya bu eylemlere teşebbüs edilmesi gerektiği;Bu durumda; Mahkemece, sanığın terör örgütü içerisinde bulunduğu süre içerisinde herhangi bir eyleme katılıp katılmadığı hususunun etraflıca araştırılması ve katıldığı herhangi bir eylem bulunduğunun anlaşılması halinde, bu eylemin niteliği yukarıda açıklanan hususlar çerçevesinde tartışılarak hakkında TCK'nın maddesinin tatbik edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi, herhangi bir eyleme iştirak ettiğinin belirlenememesi halinde ise, sanığın eyleminin terör örgütü üyeliği niteliğinde bulunduğu gözetilerek hakkında TCK'nın 314/2 ve 221/ maddelerine göre uygulama yapılması gerektiği halde, bu hususlarda herhangi bir açıklama yapılmaksızın ve yalnızca sanığın yer göstermesi üzerine ele geçen silah ve patlayıcı malzemelerin nitelik ve miktarı itibariyle vehamet arz ettiği şeklindeki soyut ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması,[...]\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20039", "Başvuru Konusu":"Başvuru, beyanı hükme esas alınan tanığın duruşmada dinlenememesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra yargılamaya kaldığı yerden devam edilmesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, mahkûmiyet hükmünün usule aykırı olarak düzenlenen teşhis tutanağına dayanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer hakların ihlâl edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, eksik inceleme yapılması ve delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1989 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte Manisa'da ikamet etmektedir. Başvurucunun 1/10/2017 tarihinde saat 30 sıralarında B.ye bıçaklı saldırıda bulunduğu, saldırı sonucunda B.nin ağır yaralanmasına sebep olduğu iddia edilmiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma kapsamında müşteki sıfatıyla dinlenen B. kendisini bıçaklayan kişinin başvurucu olduğunu beyan etmiştir. Bu beyan üzerine aynı tarihte gözaltına alınan başvurucu, silahla kasten yaralama suçundan tutuklanmıştır. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Başsavcılığın 8/3/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede B.nin kendisini bıçaklayan kişinin başvurucu olduğu yönündeki beyanına delil olarak dayanılmıştır. İddianamede olayı gören ya da duyan bir tanık olmadığı ve taraflar arasında husumet bulunmadığı açıkça belirtilmiştir. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada duruşmanın 29/5/2018 tarihli ilk celsesinde müştekinin davaya katılan sıfatıyla kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu; müdafiinin de hazır bulunmasıyla ilk celsede savunma yaparak suçlamayı kabul etmediğini, katılanla aralarında bir husumet bulunmadığını ileri sürmüştür. Aynı celsede katılanın da beyanı alınmıştır. Katılan; beyanında özetle olay günü kendisine saldıran kişinin başvurucu olduğunu, başvurucunun saldırı sırasında kıyafetinin kapüşonuyla kafasını kapattığını, ağzında maske olduğunu, kendisine iki defa bıçakla vurduktan sonra kaçtığını beyan etmiştir. Katılanın beyanı şu şekildedir:\"Olay tarihinde saat 23:50 sıralarında Zağlı Kıraathanesinin dışında ön tarafında oturduğum sırada daha önceden tanıdığım fakat herhangi bir muhabbetimin ya da samimiyetimin olmadığı Enis Bulut [başvurucu] isimli şahıs yanımdan geçerken 'napıyorsun abicim' deyip elini omzuma attı, ben de 'iyiyim, sen ne yapıyorsun' diye cevap verdim, üzerinde aynı bugün giydiği kıyafet vardı, ancak ben bu şahısla daha önce defalarca karşılaşmış olmama rağmen bana selam verip hatrımı sormadığı için olay günü bu davranışından şüphelendim, anlam veremedim, daha sonra ben kahvenin ara sokağına geçtim, orada telefonla konuşmaya başladım, aradan yaklaşık 5-10 dakika kadar geçmişti ki sanığı bu kez üzerindeki kıyafetleri değiştirmiş şekilde gelirken yaklaşık 50 metre mesafeden gördüm, ben kaldırımda oturuyordum, sol tarafımdan geliyordu, o sırada kafasında ve yüzünde herhangi bir şekilde bir şey yoktu, kendisini net olarak görüyordum, bana yaklaştı, 2-3 metre kala orada sokağın boşluğuna girer gibi oldu, sonra oradan birden çıkar çıkmaz sol arka tarafımdan bana saldırdı, saldırırken kafasında kıyafetin kapşonunu başına geçirmiş, yüzünü de sadece ağız kısmını kapatır biçimde maske takmıştı, 2 defa sırtımdan bıçakladı, sonra kaçtı, ben polislerle yapmış olduğum telefon görüşmesini yanlış anlatmaktadır, ben polislere sanığı gördüğümü söyledim, ayrıca benden başka görenler de oldu dedim, ancak bu kişiler aynı mahallede olmalarından dolayı tanıklık yapmaktan çekiniyor, sanığın mahallede hiç kimseyle muhabbeti yoktur, kimseye selam vermez, olay sebebiyle şikayetçiyim, davaya katılmak isterim.\" Mahkeme aynı celsede tanık Y.Y.yi de dinlemiştir. Tanık Y.Y. beyanında özetle olay tarihinde başvurucu ile bir internet kafede görüşüp sohbet ettiklerini, sonra başvurucunun kafeden çıktığını, bir süre sonra dışarıdan sesler gelmesi üzerine dışarıya çıkıp etrafa baktığını ve bu sırada katılanın kalabalık tarafından hastaneye götürülmek üzere bir araca bindirildiğini gördüğünü ifade etmiştir. Tanık Y.Y. beyanının devamında olay anını görmediğini ancak katılana kendisini kimin bıçakladığını hastanede sorması üzerine katılanın başvurucunun ismini söylediğini belirtmiştir. Mahkeme bir diğer tanık İ.S.yi de aynı celsede dinlemiştir. Tanık İ.S. beyanında özetle olaydan sonra katılanı hastanede ziyaret ettiğini, katılanın kendisine olayı başvurucunun gerçekleştirildiğini söylemesi üzerine başvurucuyu alarak karakola götürdüğünü ifade etmiştir. 29/5/2018 tarihli Duruşma Tutanağı'na göre Mahkemece tarafların tahkikatın genişletilmesi yönünde taleplerinin bulunup bulunmadığının sorulması üzerine katılan vekilinin söz alarak keşif talebinde bulunduğu ancak dosyaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle talebin reddedildiği anlaşılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucu ve müdafiinin herhangi bir talebinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Duruşmanın 21/6/2018 tarihli ikinci celsesinde ise tanık F.Y.nin beyanları alınmıştır. Katılanın akrabası olduğu anlaşılan tanık F.Y. beyanında özetle olay tarihinde katılan ile aynı kahvede oturdukları sırada katılanın bir ara kahveden dışarı çıktığını, bir süre sonra dışarıdan bağırma sesleri gelince kendisinin de dışarı çıkıp baktığını, bu sırada katılanın kahveye doğru koşmakta iken başvurucuyu da hemen arkasında elinde bıçakla onu takip ederken gördüğünü ifade etmiştir. Aynı tarihli celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa dosyaya sunulmuştur. Başvurucu ve müdafiinin esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak için süre talebinde bulunmaları üzerine talebi kabul eden Mahkeme, duruşmanın bir sonraki celsesinin 28/6/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Duruşmanın 28/6/2018 tarihli son celsesinde başvurucu; esas hakkındaki mütalaaya karşı yaptığı savunmada mütalaayı kabul etmediğini, tanık beyanlarının çelişkili olduğunu ve atılı suçu işlediğine dair somut bir delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme başvurucunun atılı suçtan 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına 28/6/2018 tarihinde karar vermiştir. Gerekçeli kararda delil olarak katılanın soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki \"istikrarlı ve samimi\" beyanları ile tanık anlatımlarına delil olarak dayanılmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...sanık ile katılanın aynı mahallede oturmaları sebebiyle birbirlerini tanıdıkları ve selamlaştıkları, ancak samimi olmadıkları gibi aralarında husumet bulunmadığı, olay tarihinde saat 23:50 sıralarında katılanın [Z.] Kıraathanesinin dışında, ön tarafında oturduğu sırada, sanık Enis Bulut'un katılanın yanından geçerken 'napıyorsun abicim' deyip elini omzuma attığı, katılanın da 'iyiyim, sen ne yapıyorsun' diye cevap verdiği, katılanın, sanıkla defalarca karşılaşmalarına rağmen, sanığın selam vermemesinin yanısıra, hatırını önceden sormaması nedeniyle sanığın bu davranışlarına anlam veremediği, katılanın daha sonra kahvenin ara sokağına geçip telefonla konuşmaya başladığı, aradan yaklaşık 5-10 dakika kadar geçtikten sonra katılanın, sanığı yaklaşık 50 metre mesafeden tekrar gördüğü, bu sırada katılan kaldırımda otururken, sanığın katılanın sol tarafından gelmeye başladığı, sanığın katılana yaklaştığı ve katılana 2-3 metre kadar kala sokağın boşluğuna doğru girer gibi yapıp birden çıkarak elindeki bıçakla katılana saldırıp, katılanı iki kez sırtından bıçakladığı, bıçaklı eylemine devam etmesine rağmen, peşpeşe iki darbe alan katılanın hareketlerinin müdahale etmeye ve kaçmaya çalışması üzerine, olayın insanların bulunduğu kahveye yakın yerde gerçekleşmesi sebebiyle yakalanacağından korkan sanığın olay yerinden kaçtığı anlaşılmıştır.Her ne kadar sanık tüm aşamalarda suçlamayı kabul etmemişse de; sanığa iftira atması için hiç bir nedeni olmayan katılanın olay tarihinden bu yana istikrarlı ve samimi beyanlarında kendisini bıçaklayanın sanık Enis Bulut olduğunu belirtmesi, olay tarihinde katılanın bıçaklanması sonrası toplanan kalabalıkta sanık Enis'in katılanı bıçakladığına dair konuşmalar yapılması ancak olayı görenlerin çekindikleri için konuşmadıklarının belirtilmesi, mahkemece dinlenen tanıklarca da katılanın sanık tarafından bıçaklandığının doğrulanması karşısında; sanığın kasten adam öldürmeye teşebbüs suçunu işlediği kanaatine varılmıştır.\" Başvurucu, gerekçeli istinaf dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra katılanın beyanları ile olayın tek tanığı olan F.Y.nin olaya ilişkin anlatımlarının çelişkili olduğunu zira olay sonrasında başvurucunun hangi yöne doğru kaçtığı konusunda katılanın ve tanığın farklı beyanlarda bulunduğunu belirterek istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 13/3/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu; gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra tanık anlatımlarının çelişkili olduğunu, duruşma sırasında keşif talebinde bulunduğu halde talebinin gerekçesiz olarak reddedildiğini, katılanın soyut beyanı dışında başka delil bulunmadığını, bu nedenle mahkûmiyet hükmünün hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek temyiz talebinde bulunmuştur. İstinaf talebinin esastan reddine ilişkin karar Yargıtay Ceza Dairesince 23/6/2020 tarihinde onanmıştır. Onama kararında \"eksik inceleme ve araştırma sonucu verilen mahkûmiyet hükmünün doğru olmadığı\" gerekçesiyle iki üye, çoğunluk kararına muhalif kalmıştır. Karşıoy gerekçesinde aşağıdaki hususlara dikkat çekilmiştir:\"Tüm bu delilleri ve tespitleri ayrıntılı belirtmemizin nedeni mevcut delillerin ceza verilmesine yeterli olmadığı halde yetersiz araştırma, eksik inceleme ile karar verildiğini göz önüne sermeye yöneliktir.Dosyadaki çelişkiler şöyledir;1-Dosyadaki tek tanık [F.], katılanın teyzesi oğludur, olayı gördüğünü söylemiş ancak beyanları katılanın beyanı ile iki noktada çelişmiştir. (katılan beyanına göre sanığın yüzünde maske vardı, olaydan sonrada mezarlığa doğru kaçtı. Tanık ise maskeden bahsetmemiş ve kaçış istikametini tam ters yön olarak söylemiştir.2-Katılan vekili olayı gördüğü söylenen tek tanığın beyanını denetlemek için keşif talep etmiş ancak reddolunmuştur.3-Tanık [F.] olayda teyze oğlu bıçaklandığı, kendisi de tek görgü tanığı olduğu halde her nedense 8 ay boyunca hiçbir adli birime müracaat etmemiş, şahsi işlerim nedeniyle Balıkesir'e gittim ifadeye bu nedenle gelemedim demiştir. Bu tanık beyanına ne derece güvenilebileceği mahkemece irdelenmemiştir.4-Tanık [F.nin] beyanları dışında dosyada olayı gören tanık olmadığı halde mahkeme gerekçesinde tanık delillerine dayanmıştır.5-Olaydan sonra olay yerinde sanığın bıçakladığının konuşuluyor olması da mahkemenin itibar ettiği delillerden biridir ancak, bunun delil olarak kabulü tarafımızdan anlaşılamamıştır.6-Katılanın uyuşturucu kullandığı ve hasımları olduğu, sanık tarafından söylenmiş ancak bu husus araştırılmamış eksik inceleme yapılmıştır.7-Katılanı hastaneye götüren [Ş.] isimli kişi araştırılmamış ve beyanı alınmamıştır.Şüpheden sanık yararlanır ilkesi soyut bir ilke olmayıp yaşanan olaylarda tarafların konumu, hareket tarzları, mevcut delillerin eksiksiz irdelenmesi zorunludur. Tüm bu incelemeler yapılıp deliller ayrıntılı denetlenmediği halde şüphenin sanık lehine değilde aleyhine değerlendirilmesinin doğru olmadığını, bu haliyle eksik incelemeyle verilen mahkumiyet kararının doğru olmadığını düşündüğümüzden Dairemiz çoğunluğunun ...kararına katılmıyoruz.\" Başvurucu 17/9/2020 tarihinde nihai kararı öğrendikten sonra 1/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31462", "Başvuru Konusu":"Başvuru, eksik inceleme yapılması ve delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması, daha sonra da imar durumunun özel sosyokültürel tesis alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, nihai hükmü 15/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra Covid-19 tedbirleri çerçevesinde uzatılan sürede 11/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16155", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması, daha sonra da imar durumunun özel sosyokültürel tesis alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/2221 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2018/2221 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2018/2221 numaralı bireysel başvuru dosyasına ait başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucuların bir bölümü, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2018/2221 numaralı başvuru ile birleştirilen başvuruların konu itibarıyla aynı olduğu gözetilerek bu başvurular için ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular çeşitli üniversitelerin tıp fakültesi hastanelerinde 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümlerine tabi uzman doktor olarak görev yapmaktadır. Başvurucular; uzman doktor olarak tuttukları acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine ilişkin nöbet ücretlerinin ödenmesi talebiyle rektörlüklere (İdareler) başvuruda bulunmuştur. Başvurular İdarelerce açık veya zımni olarak reddedilmiştir. Başvurucular söz konusu idari işlemlere karşı İdareler aleyhine çeşitli tarihlerde ekli listenin (D) sütununda belirtilen idare mahkemelerinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçelerinde, aynı nitelikte kamu hizmeti veren fakat farklı mevzuat hükümlerine göre istihdam edilen emsal personele ve nöbet tutan tıpta uzmanlık öğrencilerine nöbet ücreti ödemesi yapıldığı hâlde kendilerinin bu imkândan yararlandırılmamasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Yargılamalar sonucunda idare mahkemeleri veya bölge idare mahkemelerince verilen nihai kararlarla davalar reddedilmiştir. Kararların gerekçelerinde özetle, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ek maddesinde sayılan sağlık kuruluşlarında normal, acil veya branş nöbeti tutan personele ödenecek nöbet ücretlerinin düzenlendiği, 2547 sayılı Kanun'a tabi uzman doktor olan başvurucuların 657 sayılı Kanun'un nöbet ücreti ödenmesine ilişkin ek maddesinde sayılan personel arasında yer almadığı tespiti yapılarak başvuruculara nöbet ücreti ödenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili mevzuat için bkz. Tevfik İlker Akçam, B. No: 2018/9074, 3/7/2019, §§ 15- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2221", "Başvuru Konusu":"Başvuru, acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1990 doğumlu olan başvurucu, Tunceli Belediyesi (Belediye) bünyesinde çeşitli taşeron şirketler (şirket) nezdinde işçi statüsünde çalışmakta iken 10/3/2017 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine 5/4/2017 tarihinde dava açmıştır. Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde iş akdinin neden sonlandırıldığı hususunda açık ve kesin bir sebebin bildirilmediğini, savunmasının dahi alınmadan işine son verildiğini ileri sürmüştür. Belediye tarafından dosyaya gönderilen 20/4/2017 tarihli cevap dilekçesinde, başvurucunun iş akdinin Tunceli Valiliği İl Olağanüstü Hâl Kurulu tarafından alınan karar üzerine feshedildiği belirtilmiştir. Söz konusu kararda 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun uyarınca işlem tesis edildiği, bu kapsamda millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, bu örgütlerle iltisakı, irtibatı olduğu değerlendirilen başvurucu da dâhil 52 işçinin sözleşmesinin tazminatsız olarak feshedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Anılan kararı gerekçe gösteren Belediye feshin usul ve yasaya uygun olarak gerçekleştirildiğini savunmuştur. Mahkeme; Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), Tunceli Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Tunceli Valiliği Olağanüstü Hâl Komisyonuna müzekkereler yazarak başvurucu hakkındaki bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Bu kapsamda Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda, başvurucu hakkında hakaret suçundan 2012/972 sayılı dosya üzerinden soruşturma yürütüldüğü ve takipsizlik kararı verildiği ancak terör örgütü ile irtibatlı yahut iltisaklı olduğu hususunda yürütülen bir soruşturma kaydına rastlanmadığı bildirilmiştir. Olağanüstü Hâl Komisyonundan gelen yazıda ise görevine son verilen işçiler ile ilgili olarak güvenlik güçleri tarafından yapılan çalışmalarda bu şahısların tümünün terör örgütleriyle irtibatlı/iltisaklı olduğunun anlaşıldığı, Belediye bünyesinde görev yapmalarının kamu güvenliğini tehlikeye düşüreceği değerlendirilerek görevlerine son verildiği açıklanmıştır. Mahkeme 9/10/2017 tarihli kararla dosyanın incelenmek üzere Olağanüstü Hâl İnceleme Komisyonuna gönderilmesine karar vermiş ancak Komisyon inceleme alanına girmediği gerekçesiyle dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Mahkeme 4/9/2018 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Somut olayda dosyaya getirtilen bilgi ve belgelerden, davacının iş sözleşmesinin feshine neden olabilecek nitelikte PKK terör örgütü ile irtibat veya iltisakına ilişkin şüpheyi ortaya koyacak emarelerin bulunduğu, dosyanın içine alınan bilgi ve belgelerin emniyet ve istihbarat kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun Tunceli İl Ohal Bürosunun yazısı ile liste halinde işverenlere bildirildiği nazara alındığında; davalı işverenler bakımından iş sözleşmesi artık katlanılmaz derecede yük ve sıkıntı teşkil ettiği, taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, işverenden iş sözleşmesinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiği, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesinin 2018/2289 E. 2018/1617 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi asıl işverence davacının güvenliği tehdit ettiğine ilişkin somut belge veya bilgi sunulmamışsa da asıl işverenin 2017 tarihli yazısı ile güvenlik tedbirleri nedeniyle davacının çalışmasının uygun görülmediğinin bildirilmesi üzerine, alt işveren açısından fesih zorunlu hale geldiği, bu hali ile feshin geçerli nedene dayandığı anlaşılmaktadır. Yargıtay Hukuk Dairesinin 2017/40844 E. 2017/20317 K. sayılı ilamı emsal kabul edilerek 667 sayılı KHK nin verdiği yetkiye dayalı olarak iş sözleşmelerinin feshedilmesi halinde KHK hükümleri emredici ve kamu düzenine ilişikin olduğundan resen araştırma ilkesi uygulanarak davanın reddine yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.\" Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; dava dilekçesi ve aşamalardaki savunmasını tekrar etmek suretiyle hakkındaki istihbari bilgilerin nelerden ibaret olduğu hususunun aydınlatılmadığını, hiçbir delile dayanılmadığını, iş akdinin usul ve yasaya aykırı bir şekilde tamamen keyfî olarak sonlandırıldığını ileri sürmüştür. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 30/5/2019 tarihli kararla istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Dosya içerisine alınan belgelere göre, davacının terör örgütü ile irtibat veya iltisakına ilişkin Olağanüstü Hal Bürosunca bir kısım tespitlerde bulunulmuş, bu tespitler asıl işveren aracılığı ile alt işverene bildirilmiştir. Kamu işvereni ile hizmet alım sözleşmesi imzalamış olan alt işverene terörle bağlantılı çalışanı bulunduğu bilgisi verilmesi üzerine, alt işveren bakımından şüphe feshinin şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durmak gerekecektir. Yukarıda da belirtildiği üzere burada çalışanın cezai sorumluluğunun olup olmamasından öte, fesih tarihi itibariyle iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkıp kalmadığının incelenmesidir. Yani inceleme hukuk yargılaması kapsamında yapılan bir inceleme çerçevesinde kalacak olup, ceza yargılaması ilkeleri açısından bir değerlendirme içermemektedir. Asıl işveren ve özellikle de alt işverenin işçi hakkında ileri sürülen iddiaların kapsamı dikkate alındığında elindeki imkanlar kapsamında yapabilecek olup da yapmadığı araştırma söz konusu değildir. Tüm bu tespitler ışığında, alt işverene verilen bilginin niteliği, alt işverenin kamu işverenine ait işyerinde hizmet veriyor olması karşısında taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiğinin kabulü gerekeceği, bu haliyle somut olayda işveren feshinin işe iade davası bakımından en azından geçerli nedene dayandığı sonucuna varılmıştır.\" Nihai karar 15/8/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır.\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:\"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32496", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir altın madeni işletilmesine izin verilmesi sürecinde çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporunun uygun bulunması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ulubey doğumlu Mustafa Sakaryalı, çiftçi olup Uşak'ın Ulubey ilçesine bağlı İnay köyünde ikamet etmektedir. Diğer başvurucular ise İzmir'in Konak, Karşıyaka ve Bornova ilçelerinde ikamet etmektedirler.A. ÇED Raporunun Uygun Bulunması İşleminin İptali İstemiyle Açılan Dava T. Metal Madencilik San. ve Tic. A.Ş. (Şirket) tarafından Uşak'ın Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü Kışladağ mevkiinde belirlenen alanda altın madeni arama ve işletilmesi için hazırlanan ÇED raporu Çevre ve Orman Bakanlığınca 27/6/2003 tarihinde uygun bulunmuştur. Başvurucular, bu idari işleme karşı Manisa İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkemece, mahallinde jeoloji ve maden mühendisi uzman bilirkişilerden oluşturulan bir Teknik Bilirkişi Kurulu eşliğinde keşif yapılmıştır. 10/10/2005 tarihli ilk bilirkişi raporunda; işletme sonrasında sahada bir asit kaya drenajı sorununun çözülmediği, bir göl oluşacağı ve bu gölün yer altı suyuna yapacağı etkinin boyutu konusunda bir öngörüde bulunulmamakla birlikte ciddi bir risk oluşturacağı belirtilmiştir. Mahkemenin talebi üzerine bu defa oyçokluğuyla düzenlenen ek bilirkişi raporunda ise ilk raporda kesin ifadelerle belirtilen açık göl oluşumu hakkında bu kez aksi bir yorumla; belirtilen derinlikte bir göl oluşumunun mümkün olmadığı, burada ancak birkaç metrelik su birikiminin olabileceği ifade edilmiştir. Ek bilirkişi raporunda; ocakta oluşabilecek çevreye zararlı etkilerin alınacak tedbirlerle giderilebileceği, ÇED raporunda Şirketin her türlü önlemi alacağının belirtildiği ve gerekli taahhütlerde bulunduğu, ÇED raporunun yeterli olduğu görüşleri bildirilmiştir. Mahkeme, ek bilirkişi raporunu hükme esas alarak 9/10/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davaya konu ÇED raporunun madenin işletilmesine özgü bütün riskler gözönünde bulundurularak hazırlandığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre işletme sürecine ilişkin koruma önlemleri ile acil durum önlemleri yeterli ölçüde olup bu durum rapor sonrası oluşturulan İzleme ve Denetleme Komisyonunca yapılan analizlerle de ortaya konmuştur. Mahkeme ayrıca, madenin kapatma sonrası durumunun yeterli önlemler içeren bir planla belirlendiğini vurgulamıştır. Mahkeme, bu sebeplerle dava konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucular, kararı temyiz etmişler ve ayrıca kararın yürütmesinin durdurulmasını da talep etmişlerdir. Danıştay Altıncı Dairesi 9/7/2007 tarihinde yürütmenin durdurulması talebini kabul etmiştir. Temyiz edilen hüküm, Danıştay Altıncı Dairesinin 6/2/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daireye göre, düzenlenen bilirkişi raporu gerek biçim olarak gerek esas olarak gerekli ilkeleri taşımadığı gibi ÇED raporu hakkında olumlu veya olumsuz kanaate ulaşılmasını sağlayacak nitelikte yeterli teknik bilgi ve değerlendirmeleri de ortaya koyamamıştır. Mahkeme, uzman bilirkişiler ile birlikte yeniden keşif yapmış ve Bilirkişi Kurulu 28/12/2009 tarihli raporu hazırlamıştır. Raporda şu hususlar tespit edilmiştir: i. Bölgede bulunan altın cevheri açısından raporda öngörülen işletme türünün açık ocak işletmeciliği olduğu ve proje kapsamında on yedi yıl içinde ocaktan 132 milyon ton altın cevheri çıkarılacağı belirtilmiştir. ii. Çevresel ve ekonomik sebeplerle ÇED raporunda öngörülen yığın liçi yönteminin daha iyi bir alternatif olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Buna göre uluslararası standart yaklaşım kapsamında altın madenciliği faaliyetlerinde bulunması zorunlu olan unsurlar, dava konusu altın madeni projesinde planlanan ÇED raporunda ve ekinde sunulan dokümanlarda mevcuttur.iii. Proje inşaat ve işletme faaliyetlerinden kaynaklanan toz emisyonlarının izlendiği ve bugüne kadarki verilerde 17/7/2008 tarihli ve 26939 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’inde (Yönetmelik) belirlenen sınır değerlerinin altında ölçüm yapıldığı bildirilmiştir. iv. Açık ocak madenciliğinden kaynaklı gaz ve toz emisyonları için ÇED raporunda öngörülen önlemlerin yeterli olduğu ve verilen taahhütlere uygun olarak gerçekleştirilen hava kalitesinin izlendiği, sonuçların standartlara uygun olduğu ve gürültü yönünden de gerekli tedbirlerin alındığı tespit edilmiştir. v. Kapatma sonrası ocak tabanında doğal bir gölün oluşacağı ancak ÇED raporundaki veriler ışığında taahhüt edilen çalışmaların gerçekleştirildiğinin görüldüğü belirtilmiştir. vi. Madenin işletme aşamasında oluşan toz içinde bulunan ağır metallerin ise maden çalışanları, çevre ve halk üzerinde bir sağlık problemi oluşturmasının mümkün olamayacağı bildirilmiştir. Mahkeme, altın madeni işletmeciliğinde siyanürün etkisi ile ilgili olarak kimya alanında uzman bir bilirkişiden ayrı bir rapor daha aldırmıştır. Bu ikinci bilirkişi raporunda şu hususlar tespit edilmiştir:i. Siyanürün madende kullanıldığı her aşamanın Uşak Valiliği bünyesinde oluşturulan İzleme ve Denetleme Komisyonu tarafından takip edildiği ve alınan numunelerin üniversite laboratuvarlarında tahlil edildiği, bugüne kadar herhangi bir olumsuz duruma rastlanmadığı vurgulanmıştır.ii. Altın madeni işletmesinde yığınlar ve havuzlar için alınan sızdırmazlık önlemlerinin ÇED raporunda tartışıldığı, bu kapsamda sızdırmazlık tasarımlarının ve modelleme çalışmalarının işletme açısından yeterli olduğu ifade edilmiştir. iii. Ayrıca yığın liçi alanının ve çözelti havuzlarının yüzeyinde oluşması beklenen siyanür konsantrasyonlarının -en kötü durum senaryosunda dahi- sınır değerlerin altında kaldığı, keşif esnasında da bu durumun aynen gözlemlendiği belirtilmiştir. iv. Sonuç olarak siyanürle ilgili riskler açısından işletmenin farkındalık seviyesi ve ÇED raporunda alınması taahhüt edilen önlemler gözönünde bulundurulduğunda yığınların işletme sonrasında çevresel açıdan minimum ve kabul edilebilir seviyelerin ötesinde bir risk yaratmayacağı kanaati bildirilmiştir. Mahkeme bu raporları hükme esas alarak 13/10/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; altın madeni tesisi için düzenlenen ÇED olumlu raporunun maden için ayrılan sahada mevcut somut durumla örtüşen ve madenin işletme türünü, altın madeni çıkarma ve işleme/zenginleştirme sürecini ve bu konuda dünyada genel kabul gören standartları dikkate aldığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre, davaya konu ÇED raporu bir tesisin kurulma ve işletme aşamalarında gözönünde bulundurulması zorunlu çevresel etki değerlendirme unsurlarını içermektedir. Mahkeme, raporun madenin işletilmesi sürecine özgü tüm riskler nazara alınarak hazırlandığını ve işletim sürecine ilişkin koruma önlemleri ile acil durum önlemlerinin yeterli ölçüde olduğunu kabul etmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 4/11/2011 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemleri aynı Dairenin 13/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Maden İşletmesine Deneme İzni Verilmesi İşleminin İptali İstemiyle Açılan Dava ÇED raporunun uygun bulunması işleminin iptaline ilişkin dava devam ederken Uşak Özel İdaresi tarafından Şirkete, belirlenen alanda altın madeni ve patlayıcı madde deposu işletilmesi için 6/4/2006 tarihinden itibaren bir yıl süreli deneme izni verilmiştir. Bunun üzerine Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı çeşitli odalar ile başvurucuların da aralarında olduğu kişiler tarafından bu iznin iptali istemiyle Manisa İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme 21/2/2007 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, birinci sınıf gayrisıhhi müessese niteliğinde olan ve ÇED olumlu raporu verilen işletmeye bir yıl süreli olarak deneme izni verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/6/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daire, ÇED raporunun uygun bulunmasına ilişkin açılan davada verilen bozma ilamına dikkat çekerek dava konusu işleme dayanak alınan hususların ortadan kalktığını vurgulamıştır. Bozma ilamına uymayan Mahkeme 28/5/2009 tarihli kararı ile davanın reddi yönündeki ilk kararında ısrar etmiştir. Bu karar temyiz edilmiş, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 10/10/2013 tarihinde ısrar hükmünün onanmasına karar vermiştir. Onama ilamında, ÇED raporunun uygun bulunması işleminin iptali için açılan davanın reddedildiği ve ret kararının Danıştayca onanarak kesinleştiği belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“ Bu Kanunda geçen terimlerden;Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,…Çevresel etki değerlendirmesi: Gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuzyöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları,…ifade eder.” 2872 sayılı Kanun'un “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkinusûl ve esaslarBakanlıkça çıkarılacakyönetmeliklerle belirlenir.” Yönetmelik’in “Çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası, çevresel etki değerlendirmesi raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlama yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu Yönetmelik kapsamındaki bir projeyi gerçekleştirmeyi planlayan gerçek veya tüzel kişiler; Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeleri için; ÇED Başvuru Dosyasını, ÇED Raporunu, Seçme Eleme Kriterleri uygulanacak projeler için ise Proje Tanıtım Dosyasını, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara hazırlatmak, ilgili makama sunulmasını sağlamak ve proje kapsamında verdikleri taahhütlere uymakla yükümlüdürler.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), çevresel meselelere ilişkin başvuruları iki açıdan incelemektedir. Buna göre söz konusu müdahalelerin esas bakımından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesine uygunluğunun yanı sıra karar alma süreci de bir bütün olarak ayrıca değerlendirilmektedir. AİHM kararlarında; çevresel meselelerin usul boyutu bağlamında çevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usule ilişkin güvencelere vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 36022/97, 8/7/2003, § 104; Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 46117/99, 10/11/2004, §§115 vd.). Taşkın ve diğerleri/Türkiye kararında (Aynı kararda bkz. §§ 111-126) esas yönünden, çevre ile ilgili uyuşmazlıklarda devletlerin geniş bir takdir yetkilerinin bulunduğu belirtilmiştir. Usule ilişkin yükümlülükler yönünden yapılan değerlendirmede ise ÇED sürecine değinilmiş ve başvurucuların bu kapsamda gerekli bilgi ve belgelere ulaşabildikleri vurgulanmıştır. AİHM; buna karşın idari yargı kararlarına rağmen altın madeni ocağı faaliyetlerinin devam etmesine izin verilmesinin bu kararlarla belirlenmiş olan, başvurucuların usule ilişkin elde ettikleri güvenceleri ortadan kaldırdığını tespit etmiştir. AİHM bu gerekçeyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Aynı yöndeki kararlar için bkz. Öçkan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 46771/99, 28/3/2006, §§ 37-50; Lemke/Türkiye, B. No: 17381/02, 5/6/2007, §§ 30-46). Aydın ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), 40806/07, 13/9/2007, §§ 18-29) kararında AİHM, bir baraj ve hidroelektrik santrali yapımı projesinin çevresel etkisine yönelik şikâyeti incelemiştir. AİHM, uyuşmazlık konusu baraj inşaatı ile hidroelektrik santralinin yapımına başlanmadığına dikkat çekmiştir. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin olası bir hak ihlalinin önlenmesini güvence altına almadığını hatırlatmış ve başvurucuların da başvuru konusu projenin çevreye olumsuz etkilerine ilişkin inandırıcı kanıtlar ortaya koyamadıklarına karar vermiştir. AİHM ayrıca, başvurucuların ikamet ettikleri yere önem vermiş ve başvurucularınprojenin yapıldığı yerde ikamet etmediklerini tespit etmiştir. Bu sebeplerle AİHM, başvurucuların özel hayatlarına bir müdahalenin bulunmadığını kabul etmiştir. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2818", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir altın madeni işletilmesine izin verilmesi sürecinde çevresel etki değerlendirmesi ÇED) raporunun uygun bulunması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; sel felaketi nedeniyle meydana gelen ölüm olayında kusuru bulunduğu ileri sürülen idare aleyhine açılan tam yargı davalarında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi ve aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/11/2006 tarihinde Batman'da yoğun yağmur yağışı sonucu oluşan sel nedeniyle kollukça tedbir amacıyla başvurucuların evleri boşaltılmış, başvurucuların sığındıkları yakınları A.K.nin evinin yıkılması sonucunda başvurucuların kızı olan K. selde boğularak vefat etmiştir. Başvurucular idarenin hizmet kusuru nedeniyle kızlarının hayatını kaybettiğini belirterek uğradıkları zararların tazmini için Batman Belediyesi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (İdareler) aleyhine 000 TL maddi 000 TL manevi tazminat talebiyle 15/5/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesine tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle 1/11/2006 tarihinde Batman'da yaşanan sel felaketinin İluh Deresi'nin taşması sonucunda Belediyenin imara açtığı dere yatağındaki taşınmazlarda tahribata yol açtığını, kızları K.nin selin etkilediği Karşıyaka Mahallesi'ndeki evin yıkılması sonucu hayatını kaybettiğini, ölüm olayının davalı İdarelerin hizmet kusurundan kaynaklandığını belirtmişlerdir. Diyarbakır İdare Mahkemesi 8/7/2009 tarihinde, başvurucuların dava açmadan önce İdarelere başvuruda bulunarak ön karar almaması nedeniyle dava dilekçesinin İdarelere tevdiine karar vermiştir. 11/8/2009 tarihinde dava dilekçesinin İdarelere tevdi edilmesine ilişkin kararın tebliğinden sonra 19/10/2009 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan davada; Batman İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) 25/7/2011 tarihinden itibaren faaliyete geçirilmesi nedeniyle 14/9/2011 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Batman İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) gönderilmesine karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 10/5/2012 tarihli kararıyla maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin (Daire) 19/2/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla bozulmuştur. Davalı İdarelerin karar düzeltme talebi Dairenin 21/5/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İdare Mahkemesi bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda İdarelerin kusurlu olup olmadığının tespitini yaparken aynı sel felaketi nedeniyle yargılaması devam eden O.A. isimli başka bir davacının yakınlarını kaybetmesi nedeniyle açmış olduğu E.2012/3992 sayılı dosyada 16/4/2015 tarihli ara kararı ile yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen 23/6/2015 tarihli raporu esas almıştır. Anılan raporda çarpık yapılaşma dolayısıyla meydana gelen zararın oluşumunda derenin ıslahından sorumlu olan davalı İdarelerin hizmet kusuru bulunduğu tespit edilerek 3/8 oranında davalı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün, 5/8 oranında davalı Batman Belediye Başkanlığının kusurlu olduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesi, K.nin hayatını kaybetmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararlarının hesaplanması amacıyla bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiş; bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda başvurucu anne Saliha Kanat için hesaplanan destekten yoksunluk tazminatının 071,10 TL, başvurucu baba Memet Kanat için hesaplanan destekten yoksunluk tazminatının ise 460,10 TL olduğu tespit edilmiştir. İdare Mahkemesi 7/6/2016 tarihli kararla başvurucuların maddi tazminat talebinin kabulüne, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüyle başvuruculara 531,20 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:\"...2006 tarihinde Batman İli'nde, yaşanan sel felaketi sonrasında, selin etkilediği bölgede Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nce yaptırılan etüt incelemesi sonucunda düzenlenen raporda; selin oluşmasında ana etkenin belediyenin dere yatağını imara açmasından kaynaklı çarpık yapılaşma ve DSİ'nin dere yatağına yaptırdığı tahliye kanalının yetersizliği olduğu belirtilmiştir.Olayda, ölümün gerçekleştiği evin belediyenin imara açtığı dere yatağındaki Karşıyaka Mahallesinde yer alması karşısında, evin bahçe duvarının yıkılması sonucunda davacıların yakınlarının ölümünde, dere yatağını yerleşime açarak selin oluşmasına zemin hazırlayan davalı belediyenin ve yaptırdığı kanal yetersiz olan DSİ'nin hizmet kusuru bulunduğu cihetle zararın mucbir sebepten kaynaklandığından söz edilemeyecektir. Bununla birlikte dere yatağında bulunan taşınmazın yapı ve iskan ruhsatının bulunmaması da davalı belediyenin hukuka aykırı eylemi ile oluşan zarar arasındaki illiyet bağını ortadan kaldırmaz. Zira yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca, imarla ilgili hizmetleri yapmanın veya yaptırmanın belediyenin görev ve sorumlulukları arasında olduğu, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan yapıların, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılacağı, ayrıcakullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapıların, izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmayacakları açıktır....Yukarıda yer verilen her iki bilirkişi raporuna da davalı idarelerce yapılan itirazlar yerinde görülmeyerek, dayandığı gerekçeler itibariyle her iki rapor da hükme esas alınabilecek nitelikte görülmüştür. Bu durumda, davalı Batman Belediyesi'nin dere yatağında bulunan yerleri imara açması ve davacılara ait evin bu yerde olması karşısında, evin bahçe duvarının yıkılması sonucunda davacıların çocuğunun ölümünde, dere yatağını yerleşime açarak selin oluşmasına zemin hazırlayan davalı Batman Belediye Başkanlığı'nın; taşkın suların önlenmesi için gereğinin yapılmaması, İluh deresinin ıslah edilmemesi, yeterli debiyi kaldıracak derinlikte ve genişlikte olmaması, dere kenarındaki binaların belediye ile işbirliği yapılarak tahliyesinin ve kamulaştırmasının yapılmaması, bölgenin imara açılmaması konusunda belediyenin uyarılması ve netice alınmamışsa dava açması gerektiği halde bunların yapılmamış olması nedeniyle davalı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün ıslah dilekçesindeki talep de dikkate alınarak toplam 531,20-TL maddi zararı yukarda tespit edilen kusur oranlarına göre tazmin etmeleri gerekmektedir.Davanın manevi tazminata yönelik kısmına gelince; Doktrinde kabul edildiği üzere manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi bir tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olayın gelişimi ve sonucu, ilgilinin durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır. Diğer taraftan, tazminat sadece maddi değerlerde meydana gelen eksilmelerle sınırlı bir giderim yolu değildir. Aynı zamanda kişinin, yaşamında ortaya çıkan olumsuzluklar nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararların da manevi tazminat ödenerek tazmini Anayasal ve yasal düzenlemelerin gereği olduğundan, davacıların çocuklarını sele kapılarak ölmesinden dolayı derin bir elem ve acı duyarak manevi zarara uğradıkları açık olup, ölüm olayının oluş şekli ve niteliği dikkate alınarak manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Olayın yukarıda özetlenen gelişimi ve niteliği dikkate alınarak davacıların çocuğu olan [K.nin] hayatını kaybetmesi nedeniyle duyulan üzüntü ve ıstırap karşılığı anne Saliha KANAT'a 000,00-TL, baba Memet KANAT'a 000,00-TL olmak üzere toplam 000,00-TL manevi tazminatın davalılar tarafından kusurları oranında davacılara ödenmesi gerekmektedir...\" Gerekçeli kararda ayrıca hükmedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 950 TL vekâlet ücretinin davalı idarelerden alınarak başvuruculara verilmesine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 10/ maddesindeki \"Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.\" şeklindeki kural nedeniyle 950 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan alınarak davalı İdarelere verilmesine karar verilmiştir.. Anılan karar, Dairenin 13/4/2017 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 28/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 28/7/2017 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31179", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sel felaketi nedeniyle meydana gelen ölüm olayında kusuru bulunduğu ileri sürülen idare aleyhine açılan tam yargı davalarında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi ve aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, hakaret suçundan hakkında yürütülen yargılamada eksik inceleme sonucu mahkûmiyetine hükmedilmesi ve yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedenleriyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Avukat olan başvurucu hakkında, adliye koridorunda bir hâkime hakaret ettiği iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve 18/11/2008 tarihli iddianame düzenlenerek kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 16/9/2009 tarihinde hakaret suçundan başvurucunun beraatine karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 2/12/2013 tarihinde mahkemenin kararını bozmuştur. Bozma üzerine yapılan yargılama sonucu mahkemece bozmaya uyularak 20/5/2014 tarihinde hakaret suçundan başvurucunun mahkûmiyetine hükmedilmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 26/6/2014 tarihinde itiraz reddedilmiştir. İtirazın reddine dair karar başvurucuya 16/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14028", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hakaret suçundan hakkında yürütülen yargılamada eksik inceleme sonucu mahkûmiyetine hükmedilmesi ve yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedenleriyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın vergi borcu yüzünden satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Satış Vaadi Sözleşmesi Süreci Y. Eskişehir'in Odunpazarı ilçesi Yıldıztepe Mahallesi'nde bulunan 072 metrekare yüz ölçümündeki arsa vasıflı 2959 ada 3 parsel sayılı taşınmazın tapuda 608/2400 payının malikidir. Y.nin de aralarında bulunduğu arsa sahipleri ile S.S.T. Yapı Kooperatifi (Kooperatif) arasında 21/5/1997 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşmeye göre yapılacak binada A Blok Kat 18 numaralı bağımsız bölüm Y.ye ait olacaktır. Y. ve başvurucu arasında 18 numaralı bağımsız bölüm ile ilgili olarak 26/5/1998 tarihinde Eskişehir Noterliğinde satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiş ancak tapuda ferağ verilmemiştir. Sözleşme bedeli 000 TL (eski TL) olarak belirlenmiştir. Anılan taşınmazın tapu kaydına 6/4/1999 tarihinde Y.nin payı yönünden başvurucu lehine satış vaadi sözleşmesinin mevcut olduğu şerh edilmiştir.B. Tapu İptali ve Tescil Davası Süreci Başvurucu, ferağ verilmemesi üzerine 12/11/2001 tarihinde Y. ve Kooperatif aleyhine Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil ile tespit davası açmıştır. Başvurucu, tapu iptali ve tescile karar verilmediği takdirde taşınmazın kendisine ait olacağının tespit edilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 11/4/2006 tarihinde davalı Kooperatif yönünden davanın reddine, davalı arsa sahibi yönünden ise davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, dava konusu taşınmazda inşa edilen binada arsa sahibine düşen 18 numaralı bağımsız bölümün başvurucuya ait olacağının tespitine karar vermiştir. Mahkemeye göre henüz kat irtifakı kurulmayıp taşınmaz arsa sahipleri adına kayıtlı olduğuna göre satış vaadi sözleşmesinde arsa sahiplerine düşen yükümlülükler yerine getirilmemiştir. Başvurucu da arsa sahibi Y. ile arasındaki satış vaadi sözleşmesine göre şahsi hak talebinde bulunabilir. Kararda ayrıca, bağımsız bölümün başvurucu tarafından tasarruf edildiği tespitine de yer verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bu taşınmazda henüz kat irtifakının kurulmadığı ve satış vaadi sözleşmesinde de uyuşmazlık konusu bağımsız bölüme ilişkin arsa payının belirtilmediği vurgulanmış; bu sebeple ancak tespite karar verilebileceği açıklanmıştır. Anılan hüküm 1/6/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun talebi üzerine Odunpazarı Tapu Müdürlüğünce 1/7/2009 tarihinde anılan taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde tescile yönelik kesinleşmiş mahkeme kararının bulunduğu belirtilmiştir. Beyanlar hanesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"..Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2006/43-2006/104 Esas ve Karar sayılı mahkeme kararı ile 6/4/1999 tarih 1537 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi neticesinde A Blok Kat 18 Nolu Bağımsız Bölüm İLYAS YILMAZ'a aittir.\" Haciz ve Satış Süreci Taşbaşı Vergi Dairesi Müdürlüğünün (Vergi Dairesi) yazısı üzerine söz konusu taşınmazın tapu kaydına Y.nin payı yönünden 12/9/1997 tarihinde haciz şerhi tescil edilmiştir. Borç miktarı 000 TL olarak gösterilmiştir. Yine Vergi Dairesinin talebiyle 16/1/1998 tarihinde 000 TL borç üzerinden Y.nin payı yönünden bir haciz şerhi daha tescil edilmiştir. Vergi Dairesi 3/4/2009 tarihinde Y.ye ait taşınmazın satışa çıkarıldığını başvurucuya bildirmiştir. Yazının ekinde yer alan satış şartnamesinde, taşınmaz üzerinde başvurucu lehine satış vaadi sözleşmesi bulunduğu açık olarak belirtilmiştir. Ancak şartnamede taşınmazın satışının tüm haciz ve rehinlerden arınmış olarak yapılacağı ifade edilmiştir. Şartnameye göre 608/2400 pay; ihale alıcısı tarafından tapuya tescil ettirildikten sonra önceki malik ile Kooperatif arasında düzenlenen sözleşme şartları aynı kalmak suretiyle yeniden düzenlenecek, bu payı alan kişi 17 ve 18 numaralı bağımsız bölümlere sahip olacaktır. Vergi Dairesi, satış işleminin açık artırma suretiyle yapılmasına karar vermiştir. Uyuşmazlık konusu taşınmaz payı Satış Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde yapılan ihale sonucu 000 TL (yeni TL) bedelle üçüncü kişilere satılmıştır. Vergi Davası Süreci Başvurucu, taşınmazın satış işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Vergi Dairesi aleyhine 8/4/2009 tarihinde Eskişehir Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, satış vaadi sözleşmesi kapsamında yargı kararıyla mülkiyetinin kendisine ait olduğu tespit edilen taşınmaza yönelik olarak Vergi Dairesince yapılan satış ilanı, şartname ve öncesindeki işlemlerin hukuka aykırı olduğunu öne sürmüştür. Mahkeme 22/4/2009 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar vermiş, davalı Vergi Dairesinin itirazı Eskişehir Bölge İdare Mahkemesince 12/5/2009 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme 8/7/2009 tarihinde dava konusu satış işleminin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 18 numaralı bağımsız bölümün başvurucu tarafından satın alındığı ve yargı kararıyla bu dairenin başvurucuya ait olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Ayrıca mahkeme kararlarına uymanın zorunlu olduğu vurgulanarak hükmün başvurucuya ait olduğu saptanan bağımsız bölümün arsa sahibi Y.nin vergi borçlarından ötürü haczedilemeyeceği kabul edilmiştir. Danıştay Dördüncü Dairesi (Daire) 30/5/2012 tarihinde temyiz edilen hükmün bozulmasına karar vermiştir. Daire özellikle Vergi Dairesince haczin yapıldığı tarihte taşınmazın Y. adına tescilli olduğuna ve bu tarihte tapu kaydında herhangi bir satış vaadi sözleşmesi şerhinin de bulunmadığına vurgu yapmıştır. Daireye göre hacizli olarak satış vaadi sözleşmesine konu edilen taşınmazın üzerindeki haczin kaldırılmadığı veya yargı kararıyla iptal edilmediği dikkate alındığında kamu alacağının tahsili amacıyla taşınmazın satışı mümkündür. Daire ayrıca adli yargıda tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davanın sonuçlarına da değinmiştir. Bu bağlamda 18 numaralı bağımsız bölümün başvurucuya ait olacağının tespit edilmiş olmasının sözleşmenin tarafları arasında ileride özel hukuk kapsamında ortaya çıkabilecek ihtilaflar yönünden sonuç doğuracağı kabul edilmiştir. Daire sonuç olarak dava konusu işlem tarihi itibarıyla mülkiyette bir değişiklik yapmayan söz konusu Mahkeme kararının da taşınmaz malikinin vergi borcunun cebren tahsili amacıyla satışına ilişkin işleme hukuken bir engel teşkil etmediğini açıklamıştır. Daire son olarak satışın yapılabilmesi için gerekli diğer koşulların ilk derece mahkemesi tarafından değerlendirilmesi lüzumuna değinmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Daire tarafından 12/3/2013 tarihinde reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 11/4/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm Dairenin 16/9/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Daire karar düzeltme isteminin de 27/11/2014 tarihinde reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 28/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleria. Satış Vaadi Sözleşmesiyle İlgili Mevzuat Hükümleri Başvuruya konu oIay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Bir akdin ilerde inşa edilmesine dair yapılan mukavele muteberdir.Kanun iki tarafın menfaatleri için bu akdin sıhhatini bir nevi şekle riayet etmeğe tabi kıldığıtakdirde, bu şekil o akdin yapılması taahhüdüne de tatbik olunur.\" 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiç bir kusurun isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur.\" 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Bir sözleşmenin ileride kurulmasına ilişkin sözleşmeler geçerlidir.Kanunlarda öngörülen istisnalar dışında, önsözleşmenin geçerliliği, ileride kurulacak sözleşmenin şekline bağlıdır.\" 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.\" 22/12/1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları şöyledir: \"Noterlik Kanununun 44 üncü maddesinin (B) bendi mucibince noterler tarafından tanzim edilen gayrimenkul satış vadi sözleşmeleri ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri de taraflardan biri isterse gayrimenkul siciline şerh verilir.Şerhten itibaren beş yıl içinde satış yapılmaz veya irtifak hakkı tesis ve tapuya tescil edilmezse işbu şerh tapu sicil müdürü veya tapu sicil görevlileri tarafından re'sen terkin olunur.\"b. Medeni Kanun Hükümleri 4/4/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesi şöyledir:\"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu sicilline kayıt şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlâk, cebrî icra tariklerile veya mahkeme ilâmı ile bir gayrimenkulu iktisap eden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur. Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Tapu sicilli alenidir. Alâkası olduğunu ispat eden herkes, kendisince ehemmiyeti olan başlıca sayıfalarm evrakı müsbitesile birlikte tapu sicili memurlarından biri huzurunda kendisine irae edilmesini yahut bunların birer suretlerinin verilmesini isteyebilir. Kimse, tapu sicillinde mukayyet olan bir keyfiyetin kendisine meçhul olduğu yolunda bir iddia dermeyan edemez.\" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.\" 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.\" 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.\" c. Vergi Borcu Sebebiyle Haciz ve Satışa İlişkin Mevzuat Hükümleri 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.\" 6183 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Her türlü gayrimenkul malların, gemilerin haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya gemi sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır. ...\" Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve E.2013/3899, K.2013/12130 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Kısaca tanımlamak gerekirse haciz, kesinleşmiş icra takibinin konusu olan bir alacağın ödenmesini teminen borçluya ait ve haczi kabil bulunan mallara alacaklının icra müdürlüğü aracılığı ile el koymasıdır. İcra İflas Kanunu’nun maddesi hükmü gereğince gayrimenkulün haczi ile takip konusu borç ve eşya arasında kurulan ilişki Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca tapu kütüğüne şerh verilmekle de sonradan üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir hale gelir. Ne var ki; yargılama konusu yapılmış ve sonucunda mülkiyet aktarımına karar verilmesi muhtemel taşınmazlar hakkında verilen ihtiyati tedbir kararları bu kararların tapu siciline işlenildiği tarihten itibaren üçüncü kişiler için de alenilik oluşturur ve artık kayda verilen şerhten itibaren mülkiyet aktarımına engel teşkil ettikleri gibi, kayıt malikinin borcundan ötürü ihtiyati haciz ya da icra-i haciz alacaklıları için de hüküm ifade ederler. Gerçekten de, TMK’nın maddesi hükmü gereğince “tapu sicilinin açıklığı prensibi” uyarınca tapuyla ilgili işlem yapan herkesin kaydı araştırması halin icabı ve hayatın olağan akışı gereği olduğundan hiç kimse tapu sicilindeki bu kaydı bilmediğini ileri süremez....Hal böyle olunca, davacılar yargılama sonuna kadar dava konusu taşınmazlar üzerindeki haklarını tedbir kararı ile geçici koruma altına almışlar, taşınmazlar üzerinde malik tarafından yapılan tasarruflarda veya malik aleyhine yapılacak icrai işlemlerde işlemin muhatabı üçüncü kişilerin TMK’nın maddesi korumasından yararlanmalarının önüne geçmişlerdir. Tapudaki tedbir kararları nedeniyle davalı olan haciz alacaklıları karine olarak kötüniyetli kabul edilir ve aksini ancak davalılar kanıtlayabilir. Yukarıda sözü edilen 'tapu sicilinin açıklığı prensibi' de nazara alındığında, ihtiyati tedbir şerhlerinden sonra konulan haciz şerhleri nedeniyle lehtarlarının anılan madde korumasından yararlanacağından söz etmek mümkün değildir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/7/2010 tarihli ve E.2010/4890, K.2010/8228 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Kısaca tanımlamak gerekirse haciz, kesinleşmiş icra takibinin konusu olan bir alacağın ödenmesini teminen borçluya ait ve haczi kabil bulunan mallara alacaklının icra müdürlüğü aracılığı ile el koymasıdır. İcra İflas Kanununun maddesi hükmü gereğince gayrimenkulün haczi ile takip konusu borç ve eşya arasında kurulan ilişki Türk Medeni Kanununun maddesi uyarınca tapu kütüğüne şerh verilmekle de sonradan üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir hale gelir. Eldeki davada da, dava konusu taşınmazın tapu kaydına 2007 ve 2007 tarihlerinde haciz şerhi işlenmiştir. Bu durumda, davalı alacaklıların bu hakkını taşınmazın mülkiyetini sonradan kazanan kişilere karşı da ileri sürebilme olanağı elde ettiğinden söz edilebilir. Ancak, burada şerhin korumasından davalının yararlanmasını engelleyecek bir durum söz konusudur. Şöyle ki,şerh konulduğu tarihte taşınmazın mülkiyeti davalı olup bu dava nedeniyle de taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi işlenmiştir. Yargılama konusu yapılmış ve sonucunda mülkiyet aktarımına karar verilmesi muhtemel taşınmazlar hakkında verilen ihtiyati tedbir kararları bu kararların tapu siciline işlenildiği tarihten itibaren üçüncü kişiler için de alenilik oluşturur ve artık kayda verilen şerhten itibaren mülkiyet aktarımına engel teşkil ettikleri gibi, kayıt malikinin borcundan ötürü ihtiyati haciz ya da icra-i haciz alacaklıları için de hüküm ifade ederler. Gerçekten de; Türk Medeni Kanununun maddesi hükmü gereğince “tapu sicilinin açıklığı prensibi” uyarınca tapuyla ilgili işlem yapan herkesin kaydı araştırması halin icabı ve hayatın olağan akışı gereği olduğundan hiç kimse tapu sicilindeki bu kaydı bilmediğini ileri süremez. Davaya konu olayda, davacı dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali için haciz şerhine konu alacakların borçlusu Cevdet Erdem aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmış ve mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararı taşınmazın tapu kaydına 2005 tarihinde 15973 yevmiye numarası ile işlenmiştir. Böylece davacı yargılama sonuna kadar dava konusu taşınmaz üzerindeki haklarını tedbir kararı ile geçici koruma altına almıştır. Sonuç olarak, ihtiyati tedbir şerhinin tapu kaydına işlenmesinden sonra haciz konulduğundan davacı Türk Medeni Kanununun 1020 maddesinin koruması altında olup, davalılar karine olarak kötüniyetli kabul edilir ve bunun aksini ancak davalıların kanıtlaması gerekir. \"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin ikinci paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. Mahkemeye göre bu paragrafta yer alan kural, taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanımaktadır (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 23/2/1995, § 59). AİHM, vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin öncelikle yeterince ulaşılabilir ve belirli bir hukuka dayalı olması gerektiğini belirtmektedir (Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81, 9266/81, 9313/81, 9405/81, 8/7/1986, § 110). AİHM içtihatlarına göre vergilerin konulması ve ödenmesi için gerekli tedbirlerin alınması şeklindeki bir müdahale, kamunun yararı ile bireyin temel haklarının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengeyi sağlamalıdır. AİHM, üçüncü kural için de geçerli olan ve Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin yapısında yer alan bu dengenin sağlanması için müdahalede kullanılan araçlar ile takip edilen meşru amaç arasında makul bir ölçülülük ilişkisi bulunması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM, vergilendirme alanında makul bir temelden uzaklaşılmamak kaydıyla taraf devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, § 60; Azienda Agricola Silverfunghi S.A.S. ve diğerleri/İtalya, B. No: 48357/07, 52677/07, 52687/07, 52701/07, 24/6/2014, §§ 102, 103; The National&Provincial Bulding Society, The Leeds Permanent Building Society ve The Yorkshire Building Society/Birleşik Krallık, B. No: 21319/93, 21449/93, 21675/93, 23/10/1997, § 80). AİHM ayrıca, vergi borcunun ödenmemesi nedeniyle borçlunun mallarının haczedilmesi ve satılması dâhil çeşitli tedbirlerin alınması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, §§ 59, 60, 68; Lindkvist/Danimarka (k.k.), B. No: 25737/94, 9/9/1998). Mülkiyeti muhafaza kaydıyla satılan malın vergi borcu nedeniyle haczi şikâyeti hakkındaki Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda (Aynı kararda bkz. §§ 60-74) kararında AİHM, iç hukukta öngörülen başvurucunun alabileceği tedbirleri de dikkate alarak müdahalenin ölçülü olduğuna karar vermiştir. Yine Lindkvist/Danimarka kararında da benzer şekilde başvurucunun araçları ile banka hesaplarına vergi borçları nedeniyle haciz konularak mal varlığının satılmasının hukuka dayalı olup içerdiği meşru amaç ile karşılaştırıldığında ölçülü olduğu kabul edilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1927", "Başvuru Konusu":"Başvuru, satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın vergi borcu yüzünden satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1999 yılında Deniz Harp Okulundan mezun olmuş ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesildiği 29/3/2012 tarihine kadar subay statüsünde görev yapmıştır.A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucunun görev yaptığı gemiye bilgisayar getirdiği ve bu bilgisayarla internete girdiği yönündeki ihbar sonrası başvurucu hakkında yasak edilen cihaz ve aletleri bulundurma ve kullanma suçundan adli ve idari soruşturma yapılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucunun bilgisayarına el konularak bilgisayarda inceleme yapılmış ve bu inceleme neticesinde elde edilen veriler kapsamında başvurucunun ifadesi alınmıştır. Anılan ifade sırasında başvurucuya özel hayatına ilişkin sorular sorulmuş, başvurucu cevaplarında bir kadınla yaşadığı ilişkinin detaylarına dair bilgi vermiş ve bu kadınla yaşadığı cinsel ilişkiyi bir subay arkadaşının evinde kaydettiğini ancak daha sonra bu kaydı sildiğini beyan etmiştir. Bu ifadeye dayanılarak başvurucu hakkında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Donanma Komutanlığı Askerî Savcılığı, özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan soruşturma başlatmıştır. Askerî Savcılık 20/5/2010 tarihinde görevsizliğine, müsnet suçtan soruşturmanın devamı için dosyanın görevli ve yetkili Karamürsel Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmesine karar vermiştir. Başsavcılığın 23/9/2011 tarihli iddianamesi kabul edilerek başvurucu hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlamasıyla Karamürsel Sulh Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Başvurucu yargılama aşamasında alınan ifadesinde; üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini, müşteki ile bir dönem arkadaşlığının olduğunu ancak herhangi bir husumetinin ve sorununun olmadığını, yapılan soruşturma ve kovuşturma sonucunda mesleki ve ailevi açıdan mağdur olanın ve özel hayatının gizliliği ihlal edilen kişinin kendisi olduğunu, kesinlikle böyle bir olayın olmadığını, suçsuz olduğunu beyan etmiştir. Mahkeme 9/5/2012 tarihinde başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde; dosyada sanığın idari soruşturmadaki beyanları dışında suçun var olduğuna dair herhangi bir delil elde edilemediği, sanığın ifadesinin soruşturma aşamasında alınmadığı, sadece idari soruşturma aşamasında verdiği ifadeden yola çıkılarak kamu davasının açıldığı belirtilmiştir. İdari soruşturma aşamasındaki ifadesinde ikrara ilişkin beyanda bulunan başvurucunun bu ifadeyi mahkeme sorgusunda reddettiği gözetildiğinde anılan ifadenin karara esas teşkil etmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Yapılan yargılama neticesinde iddia ve sanıkların idari soruşturmadaki beyanları dışında sanığın özel hayatın gizliliğini ihlal etmek kastıyla hareket ettiğine dair cezalandırılması için yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bir delil elde edilemediği değerlendirmesine yer verilmiştir. Anılan karar, temyiz incelemesinden geçerek 2/6/2014 tarihinde kesinleşmiştir.B. İdari İşlemin İptaline İlişkin Yargı Süreci Diğer yandan anılan idari soruşturma sonucunda \"Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir\" ortak kanaatli ayırma sicil belgesi tanzim edilmiş ve neticede disiplinsizliği ve ahlaki durumu gerekçe gösterilerek 13/4/2012 tarihinde başvurucunun TSK’dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu tarafından anılan idari işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Millî Savunma Bakanlığı tarafından davaya sunulan ilk savunma dilekçesinde, ayrı bir yazı ekinde sunulan gizlilik dereceli belgelerde açıklanan hususlar dâhilinde başvurucunun disiplinsizliğinin tespit edildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, davalı idarenin savunmasına karşı verdiği dilekçede gizlilik dereceli belgelerin kendisine gönderilerek savunma yapma imkânı sağlanması talebinde bulunmuştur. AYİM, başvurucunun bu talebi hakkında bir karar vermemiş; 6/12/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; sicil durumu itibarıyla çok iyi seviyede olan ve isnat edilen suçlardan beraat eden davacının suça konu teşkil eden eylemlerinin ise ayrıca irdelenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda evli ve bir çocuk sahibi olan başvurucunun bir kadın ile girdiği cinsel ilişkiyi kadının rızası ve bilgisi olmaksızın şantaj amacıyla kameraya kaydettiği, kadına taciz mesajları attığı, aynı gemide görev yapan ve kendisinden kıdemsiz bir personelden şantaj amaçlı gizli kamera düzeneği kurmasını istediği belirtilmiştir. Bununla birlikte amirliğini yaptığı bir astsubayın evini ve arabasını kadınlarla cinsel ilişkiye girmek için kullandığı, evli olmasına rağmen internet üzerinden birçok kadınla tanışarak cinsel ilişkiye girdiği gözönüne alındığında davacının mevcut durumu itibarıyla TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte davranışlar sergilediği, bu disiplin durumu nedeniyle kamu hizmetini devam ettiremeyecek hâle geldiği değerlendirmesine yer verilmiştir. TSK'nın disiplinini esastan sarsan, itibarını zedeleyen bu durumu nedeniyle idarenin derhâl işlem yaparak yürütülen özellikli kamu hizmetine yabancılaşan ajanını bünyesinden atmasının zorunluluk hâlini aldığı ifade edilmiştir. Bu itibarla başvurucunun TSK’dan ilişiğinin kesilmesinde -idarenin takdir yetkisini objektif kıstaslara bağlı kalarak- kamu yararı ile birey yararı arasındaki dengeyi gözeterek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullandığı belirtilmiştir. Anılan kararın kesinleşmesinden sonra başvurucu 7/5/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucu; ilişiğinin kesilmesinin dayanağı olarak herhangi sebep veya gerekçenin gösterilmediğini, AYİM’de yapılan yargılamada kanıtların hukuka uygun elde edilip edilmediğini denetleme imkânının kendisine sunulmadığını, söz konusu belgelerin “gizli” ibareli olarak dava dosyasında muhafaza edildiğini ve bunları inceleme olanağı verilmediğini belirtmiştir. Bununla birlikte AYİM’de temyiz yolunun bulunmadığını, karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararda gerekçeye yer verilmediğini, AYİM’de bulunan sınıf subayları nedeniyle bu mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığını vurgulayan başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 20/11/2014 tarihinde davalı idarenin savunması ekinde sunulan ve AYİM kararında hükme esas alınan gizlilik dereceli belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiş ve yargılamanın yenilenmesine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı sonrası yapılan yeniden yargılamada, gizli belgelerin incelenmesi ve bu belgelere karşı beyanda bulunma olanağı başvurucuya sağlanmıştır. AYİM Birinci Daire 7/5/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;i. Başvurucunun görev yaptığı süre boyunca on üç kez takdir yazısına layık görüldüğü, bir kez üste saygısızlık nedeniyle disiplin cezası aldığı ve mükemmele yakın düzeyde sicil not ortalamasına sahip olduğu belirtilmiştir. Evli ve bir çocuk sahibi olan başvurucunun boşanma aşamasındaki bir subayın eşinin telefon numarasına ulaşarak telefonuna mesaj gönderdiği, bu mesajlardan dolayı şikâyetçi olmasını engellemek için bu kadına para verdiği, bu kadın ile girdiği cinsel ilişkiyi kadının rızası ve bilgisi olmaksızın kameraya kaydettikten sonra kamera kaydını imha ettiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun amirliğini yaptığı bir astsubayın evini ve arabasını kadınlarla cinsel ilişkiye girmek için kullandığı, evli olmasına rağmen internet üzerinden birçok kadınla tanışarak cinsel ilişkiye girdiği gözönüne alındığında davacının mevcut durumu itibarıyla TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte davranışlar sergilediği, bu disiplin durumuyla artık kamu hizmetini devam ettiremeyecek hâle geldiği, anılan eylemlerinin özel hayat kapsamında olmadığı ve TSK'dan ilişiğinin kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir.ii. Ayrıca başvurucunun beraat ettiği ceza yargılamasına konu eylemleri ile rızası dâhilinde bilgisayarından elde edilen bilgiler değerlendirme dışı tutularak idari soruşturma kapsamında alınan ve yasak yöntemlerle hukuka aykırı şekilde elde edildiğine dair kanıt bulunmayan başvurucunun ifadesi ile diğer personelin ifadesine ve ceza yargılamasındaki beyanlara göre değerlendirme yapıldığı belirtilmiştir. Bu şekilde ceza yargılamasına göre daha düşük ispat standardı gerektiren disiplin hukuku ilkeleri çerçevesinde somut davada karara varıldığından masumiyet karinesinin ihlal edilmediği vurgulanmıştır. Anılan karar 13/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10325", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mağdur sıfatıyla katılınan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/1763 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2014/9457 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/9457 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu olan 1989 doğumlu B.T., 27/9/2012 günü kullandığı motosikleti ile yolda ilerlerken polis memuru B.O.nun yönetimindeki resmî polis aracı ile yaşadığı çarpışma sonucunda olay yerinde yaşamını yitirmiştir. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında derhâlsoruşturma başlatmış ve 1/10/2012 tarihinde Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) Daire Başkanlığına yazı yazarak kazanın meydana geldiği yolun kaç şeritli olduğunu, yolun iniş-çıkış şeritlerini gösterir uyarı levhalarının yol güzergâhı boyunca bulunup bulunmadığını ve yol üzerindeki şeritlerin belirgin olup olmadığını sormuştur. Bu yazıya, UKOME Daire Başkanı adına Genel Sekreter tarafından 4/10/2012 tarihinde cevap verilmiştir. Verilen bu cevapta, yolun her iki yönünde de tehlike uyarı ve trafik tanzim işaretlerinin bulunduğu ancak yol üzerinde belirgin bir şerit çizgisinin olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla 12/12/2012 tarihinde UKOME Daire Başkanlığına bir dilekçeyle başvurmuş ve söz konusu yolun kaç şeritli olduğunu yeniden sormuştur. Genel Sekreter tarafından bu talep üzerine başvurucu vekiline 17/12/2012 günlü yazı ile verilen cevapta, yolun bir gidiş ve bir geliş olmak üzere iki şeritli olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, aynı konu ile ilgili olarak 21/8/2013 tarihinde bu kez Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Dairesi Başkanlığına başvurmuş; Başkanlığın Trafik Şube Müdürlüğü (Trafik Şube Müdürlüğü) tarafından aynı gün düzenlenen bir yazıyla kendisine verilen cevapta, yolun genişliği dikkate alındığında mevcut durumu ile üç şeride müsait olduğu ve orta şeridinin güvenlik ve sollama şeridi olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bu arada kazaya karışan polis memuru hakkında taksirle öldürme suçundan Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamu davası açılmıştır. Asliye Ceza Mahkemesi de Büyükşehir Belediyesine yazı yazarak yolun kaç şeritli olduğunu sormuş, Trafik Şube Müdürlüğü tarafından 24/10/2013 günü verilen cevapta yolun trafiğe açıldığı tarihten itibaren üç şeritli olduğu bildirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, Büyükşehir Belediyesi tarafından söz konusu yolun kaç şeritli olduğuna ilişkin verilen cevaplar arasında farklılığın bulunduğunu ve bunun kazaya karışan polis memurunun korunması amacıyla yapıldığını ileri sürerek UKOME Daire Başkanı Ü.G. hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu, bu suç duyurusunda emekli bir polis memuru olduğunu ileri sürdüğü Ü.G.nin kazaya karışan eski meslektaşı polis memurunu korumak için astlarına yanlış bilgi vermeleri yönünde talimat verdiğini, astlarının dabu talimatı yerine getirdiklerini iddia etmiştir. Başvurucunun şikâyeti üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, Ü.G. hakkında kamu görevlisi olduğu gerekçesiyle Eskişehir Valiliğinden soruşturma izni istemiştir. Eskişehir Valiliği 26/3/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz, Eskişehir Bölge İdare Mahkemesinin 15/5/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararda, ön inceleme raporu ve eki belgelerin atılı suçtan dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından28/5/2014 tarihinde öğrenilmiş olup 11/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuş ve başvuru 2014/9457 sayısıyla kaydedilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ü.G. hakkında Valiliğin soruşturma izni vermemesi üzerine kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/12/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 13/1/2015 tarihinde öğrenildikten sonra 22/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuş olup bu başvuru 2015/1763 sayısıyla kaydedilmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, trafik kazasına karışan polis memuru hakkında açılan kamu davasına bakan Asliye Ceza Mahkemesinin kusur ve yol durumuna ilişkin bilirkişi raporlarını aldıktan sonra yolun üç şeritli olduğunu kabul ettiği ve sanığı olaydaki kusur derecesine göre 3 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm ettiği anlaşılmıştır. Başvurucu ve sanık bu kararı temyiz etmişlerdir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 26/4/2016 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma kararında kamu görevlisi olan ve resmî araçla görevi başındayken kazaya karışan sanığın eyleminin soruşturulabilmesi için ilgili merciden izin alınması gerektiği, bu nedenle soruşturma izni istenip davanın bu izin isteme süresince durmasına karar verilmesi gerekirken yargılamaya devam edilerek karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçesine yer verilmiştir.UYAP üzerinden yapılan incelemede, söz konusu davanın bozma sonrasındaki durumuna ilişkin bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9457", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mağdur sıfatıyla katılınan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kolluk görevlilerince darbedilme ve bu konuda yapılan ceza soruşturmasının etkin olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı şekilde gözaltına alınma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 20/9/1995 doğumlu olup İstanbul'un Fatih ilçesinde mukimdir. 29/7/2014 tarihinde başvurucunun arkadaşı B.nin bir kavgaya karışması nedeniyle başvurucu ile kolluk görevlileri arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Başvurucu, iddiasına göre aynı mahallede ikamet ettikleri arkadaşı B.nin karıştığı bir kavga nedeniyle olay tarihinde kolluk görevlilerince gözaltına alınması üzerine arkadaşının gözaltına alındığı karakolun önünde beklemeye başlamış, bir süre sonra yanına gelen polis memurlarınca kolları kıvrılarak ve darbedilerek zorla karakola götürülmüştür. Başvurucu, karakol girişinde kamera olması nedeniyle polis memurlarınca merdiven altına götürülerek tekme ve yumrukla darbedilmiş, elleri arkadan kelepçelenerek karın boşluğuna elektrik şok cihazı ile elektrik verilmiştir. Ayrıca kolluk görevlileri başvurucunun cinsel organını sıkarak kendisine acı vermiş ve onurunu kırmışlardır. Yaptıkları bu muamele nedeniyle polis memurlarına haklarında şikâyetçi olacağını söylediğinde ise \"Sen şikâyetçi olma, biz de senin hakkında tutanak tutmayalım\" şeklinde karşılık almıştır. Başvurucu, şikâyetçi olacağını ısrarla belirtmesi üzerine usulsüz şekilde gözaltına alınmıştır. Başvurucu ve arkadaşı B. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçu kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay tarihinde adli soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla adli kolluk tarafından başvurucuyu gözaltına alan üç polis memurunun müşteki sıfatıyla, başvurucunun ise şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış ve gözaltı işlemi uygulanan başvurucu hakkında sağlık kuruluşunca düzenlenen geçici adli rapor temin edilmiştir. Başvurucu ve arkadaşı B. hakkında adli kollukça düzenlenen Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağında yakalama tarihi 29/7/2014, yakalama saati 50, gözaltına alınma saati ise 15 olarak belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen Gözaltından Salıverilme Tutanağında gözaltından çıkış tarih ve saatine dair alan boş bırakılmıştır. Ancak başvurucunun 30/7/2014 tarihinde gözaltından çıkarılarak Cumhuriyet Başsavcılığına götürüldüğü ve burada Cumhuriyet savcısınca ifadesinin alındığı adli kolluk fezlekesinden ve ifade zaptından anlaşılmaktadır. Başvurucu; müdafii olmaksızın adli kolluk tarafından alınan ifadesinde, üzerine atılı görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlemediğini belirtmiş ve kolluk görevlilerinin kendisine karşı herhangi bir suç işlediğinden bahsetmemiştir. Başvurucuyu gözaltına alan polis memurları S.N., Y.T. ve A.E.nin ifadeleri ise müşteki sıfatıyla, başka polis memurları tarafından adli kolluk sıfatıyla alınmıştır. Bu ifadelerde, hakkında silahla kasten yaralama suçu işlediği iddiası bulunduğundan başvurucunun arkadaşı B.nin ikamet ettiği mahalleden polis merkezine götürülmek üzere alınmak istendiği esnada orada bulunan arkadaşları tarafından kendilerine mani olunmaya çalışıldığı vurgulanmıştır. Polis memurları ifadelerinde destek ekip çağırmak zorunda kaldıklarını, destek gelmesi sonrası B.yi polis aracına bindirebildiklerini, ancak başvurucunun buna tepki olarak polis aracını tekmelediğini, olay yerinin kalabalık olması nedeni ile başvurucuyu teşhis etmekle yetinmek durumunda kaldıklarını belirtmişlerdir. Aynı ifadelerde kolluk görevlileri, daha sonra başvurucuyu karakol önünde görerek gözaltına almak istediklerinde başvurucunun direndiğini, bu nedenle kademeli güç kullanarak yakaladıklarını, kendilerine direndiği için başvurucudan şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca adli kolluk görevlisi olan başka iki polis memuru tarafından 30/7/2014 tarihinde 30'da tutulan Olay Anlatımı Tespit Tutanağında direnmesi nedeniyle başvurucuya kelepçe takıldığı hususu da belirtilmiştir. Adli kolluk tarafından 29/7/2014 tarihinde tutulan Tespit Tutanağı'nda başvurucunun tekmelediği iddia olunan polis aracında herhangi bir hasar bulunmadığı belirtilmiştir. Soruşturma dosyasında polis memurları S.N., Y.T. ve A.E.nin kendilerine karşı direnildiği iddiası kapsamında yaralandıklarına ilişkin bir bilgi ya da belgeye veya bu doğrultuda haklarında düzenlenen bir adli rapora da rastlanmamıştır. Başvurucu hakkında 30/7/2014 tarihinde 48'de gözaltına giriş nedeniyle düzenlendiği belirtilen adli raporda, başvurucunun karnının her iki yanında yaklaşık 1 cm çapında iki adet ekimotik yaralanma olduğu tespitine yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca, geçici adli rapor doğrultusunda Adli Tıp Kurumundan (ATK) kati adli rapor da temin edilmiştir. ATK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen kati adli raporda; yumuşak doku lezyonuna neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte olduğu, kemik kırığına da neden olmadığı tespitleri bulunmaktadır. Başvurucu hakkında gözaltından çıkış işleminden sonra adli rapor tanzim edildiğine dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyası kapsamında rastlanmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/7/2014 tarihinde başvurucunun şüpheli sıfatıyla -avukat yardımından faydalanabileceği hatırlatılarak müdafii olmaksızın- alınan ifadesinde başvurucu; üzerine atılı suçu kabul etmediğini, devlet malına zarar verdiğini söyleyen kolluk görevlilerinin kendisini zorla karakola götürdüklerini, burada kendisini darbettiklerini, kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Başvurucunun alınan bu ifadesinde kolluk görevlileri tarafından darpbedildiği iddiası bulunduğundan Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/2/2015 tarihinde dosyada tefrik kararı verilmiştir. Ana dosya üzerinden devam eden soruşturma sonucunda başvurucu ve arkadaşı B. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan 27/2/2015 tarihinde iddianame düzenlenmiş, iddianamenin İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kamu davası açılmıştır. Başvurucu ve arkadaşının müşteki sıfatının bulunduğu tefrik edilen dosya üzerinden devam eden soruşturmada ise 27/2/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Müşteki Metin Baştürk'ün [başvurucu] şüpheli olarak alınan ifadesinde;'Yedikule Mh. Hacıpiri Sokak üzerinde arkadaşları ile birlikte sohbet ederken polislerin geldiğini, [B]. ile polisler arasında küçük bir tartışma yaşandığını, polislerin biber gazı sıktığını, gözlerinin yandığını, arkadaşı []yi alarak polis merkezine götürdüklerini, durumunu öğrenmek için bu polis merkezinin önüne geldiğinde polislerin kendisini gözaltına aldıklarını, polis aracına tekme atmadığını' beyan ettiği.Müştekilerin şüpheli olarak beyanlarında; 'Gözaltına alınırken polislerin kendilerini darp ettiklerini' söylemedikleri, şikayetçi olmadıkları, ihbar edilen şüpheli polislerin müştekileri yakalarken zor kullanma yetkilerini aşmadıkları anlaşıldığından;İhbar edilen şüpheli polis memurları [S.], [A.E.] ve [Y.T.]nin zor kullanma yetkisini aşmadıkları, atılı suç işlenmediğinden K'nın maddesince KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,...\" Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde yukarıda (bkz. § 9) belirtilen iddialarını tekrarladıktan sonra yeterince araştırma yapılmadan ve delil toplanmadan karar verildiğini, karakol kamera kaydının dahi alınmadığını, olayı gören arkadaşlarının tanık olarak dinlenilmediğini, hakkında düzenlenen adli raporun görmezden gelindiğini, Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde şikâyetçi olduğunu söylemesine rağmen aksinin yazıldığını ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın adli kollukta müdafii olmaksızın baskı altında alınan ifadesine dayandırıldığını belirtmiştir. İtiraza bakan İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 10/4/2015 tarihli kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 12/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme suçundan sanık olduğu dava derdesttir. Bu yargılama kapsamında Mahkemenin 14/1/2016 tarihli duruşma celsesinde aldığı (5) numaralı karar ile 8/3/2018 tarihli duruşma celsesinde aldığı (4) numaralı karar şöyledir:\"5-Her ne kadar sanık Metin Baştürk müdafi tarafından emniyetteki suç tarihinde bulunan kamera kayıtlarının istenilmesi talep edilmiş ise de suç tarihinden bugüne kadar geçen sürede kayıtların bulunmadığı, başka bir anlatımla kayıtların otomatik olarak silindiği, böyle bir CD olsaydı, hazırlık aşamasında dosyada bulunacağı da nazara alınarak talebin reddine, sanık müdafinin kendisinin gerekirse emniyetten bu konuda talepte bulunmakta muhtariyetine,...4-Sanık Metin müdafiinin belirtmiş olduğu Anayasa Mahkemesine hak ihlaline ilişkin başvuru sonucunun beklenmesine,\" 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Kasten yaralama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.\" 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Polis,A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,...E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri, eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar....Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir....Yakalananlardan,...B) Zor kullanılarak yakalananların,...Yakalanma anındaki sağlık durumları tabip raporuyla tespit edilir....\" 2559 sayılı Kanun'un \"Zor ve silah kullanma\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir....\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun \"Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi\"kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10942", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kolluk görevlilerince darbedilme ve bu konuda yapılan ceza soruşturmasının etkin olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı şekilde gözaltına alınma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, mükerrer zarar indirimi yapıldığı gerekçesiyle ikmalen vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden Komisyonca ayırma kararı verilerek anılan şikâyet 2019/970 başvuru numarasına kaydedilmiş ve belirtilen şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna 8/3/2019 tarihinde karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kalan bölümünün kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bankacılık faaliyetinde bulunan bir anonim şirkettir. Başvurucu 2006 yılı Ekim ayında Koçbank Anonim Şirketi (Koçbank) ile devir yoluyla birleşmiş ve Yapı Kredi Bankası Anonim Şirketi unvanıyla faaliyetine devam etmiştir. A. Vergi İncelemesi Süreci 30/1/2002 tarihli ve 4743 sayılı Kanun'la 18/6/1999 tarihli ve mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu'na eklenen geçici maddeyle, bankacılık sisteminde güven ve istikrarın korunması ve 2001 ekonomik krizinin bankaların sermayeleri üzerindeki olumsuz etkilerinin bertaraf edilmesi amacıyla bankaların krediler ve diğer alacaklar için ayrılması gereken karşılıklardan, kur değişimlerinden veya diğer faaliyetlerinden kaynaklanan zararlarının belirlenmesi için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumuna (BDDK) bazı yetkiler verilmiştir. Anılan maddenin (13) numaralı fıkrasıyla, bankaların 2001 yılı bilançolarını enflasyon düzeltmesine tabi tutmaları imkânı getirilmiştir. Buna göre kanuni ve yedek akçeler ile sermayenin azaltılmasına konu edilen zararların bankaların kazancının tespitinde gider olarak matrahtan indirilmesi öngörülmüştür. BDDK tarafından anılan maddede tanınan yetki uyarınca Koçbankın 2001 yılı mali tabloları bağımsız denetim kurullarına hazırlatılmış ve incelenmiştir. EPDK'nın hazırladığı 31/12/2001 tarihli mali tablolara ilişkin düzeltmeleri gösteren tablo ile düzeltilmiş konsolide olmayan mali tablolara göre Koçbankın 2001 hesap dönemi zararı 000 TL, geçmiş yıl zararı da 000 TL olarak bulunmuştur. Danıştay Dördüncü Dairesinin aşağıda değinilecek olan kararından anlaşıldığı üzere 000 TL 2001 hesap dönemi zararı BDDK'nın düzeltmesi sonucu ortaya çıkan bir rakamdır. Bu düzeltmenin sebebi -Danıştay kararında aktarıldığı kadarıyla- bankanın enflasyon muhasebesi sonucu fazla hesaplanan iştirak değeri için karşılık ayırması, bankanın iştiraki olan Hür Emlak A.Ş. için karşılık ayrılması ve Sell&Buy back işlemlerine konu edilen menkul kıymetlerin reeskontların düzeltilmesi olduğu anlaşılmaktadır. BDDK 12/6/2002 tarihli yazıyla bu sonuçları Koçbanka bildirmiştir. Koçbank tarafından 14/8/2012 tarihinde sunulan 2001 yılı kurumlar vergisi beyannamesinde BDDK'nın tespit ettiği enflasyon düzeltmesi zararından 2001 yılı ile ilişkilendirilebilen 000 TL tutarındaki cari dönem zararı \"ticari bilanço zararı\" satırında bildirilmiş, ayrıca 961,88 TL enflasyon muhasebesi zararı \"kanunen kabul edilmeyen gider\" içinde matraha ilave edilmiştir. Bankaların 2001 yılı bilançolarını enflasyon düzeltmesine tabi tutmaları neticesinde bankacılık sektöründe önemli kurum zararları oluşmuştur. Vergi idaresinin görüşüne göre yüksek enflasyon dönemindeki mali tabloların düzeltilmesi sonucunda 31/12/2001 tarihli bilançolarda oluşan cari dönem zararları ve geçmiş yıl zararları vergi mevzuatı uyarınca kanunen kabul edilmeyen gider mahiyetindedir fakat bankalar bu zararın indirim konusu yapılabileceğini değerlendirdiklerinden mesele yargı mercileri önüne taşınmıştır. Nitekim Koçbank 2003, 2004 ve 2005 yılı kurumlar vergisi beyannamelerini ihtirazi kayıtla vererek bu zararın indirim konusu yapılıp yapılmayacağını vergi yargısına taşımıştır. Vergi mahkemeleri başvurucu lehine kararlar vermiş ancak -başvurucunun beyanına göre- davalar temyiz aşamasında derdest iken 20/2/2008 tarihli ve 5736 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Uzlaşma Usulüyle Tahsili Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Mahkemeler arasında görüş ayrılıklarının da oluştuğunu dikkate alan kanun koyucu bu uyuşmazlıkların uzlaşma yoluyla çözümlenmesi amacıyla 5736 sayılı Kanun'u ihdas etmiştir. Bu Kanun 27/2/2008 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun'un maddesinde kanuni ve ihtiyari yedek akçeler ile sermayenin azaltılmasına konu edilen zararların matrahtan indirilmesiyle ilgili olarak bankalar tarafından başlatılan yargısal süreçlerin, bankaların bu zararların %65'ini 2001 yılına ait kurum kazancının tespitinde geçmiş yıl zararı olarak dikkate almaları ve bu konuda açtıkları tüm davalardan feragat etmeleri şartıyla sonlandırılması imkânı getirilmiştir. Başvurucu 27/3/2008 tarihli dilekçeyle Koçbank tarafından açılmış bulunan davalar için anılan imkândan yararlanmak için başvurmuştur. Dilekçeye eklenen düzeltme beyannamesinde ticari bilanço zararı -ilk beyannamede olduğu gibi- 000 TL, 2000 yılı zararı 217,70 TL, geçmiş yıl zararı ise 427,54 TL olarak gösterilmiştir. Enflasyon zararı ise BDDK tarafından tespit edilen 000 TL geçmiş yıl zararı ile 961,67 TL kanunen kabul edilmeyen gider toplamı olan 027,69 TL'nin %65'inin alınması suretiyle 618,70 TL olarak hesaplanmıştır. Vergi idaresince 000 TL'nin dönem zararı olarak dikkate alınmasının, ayrıca gerek 14/8/2002 tarihinde verilen kurumlar vergisi beyannamesinde gerekse 23/3/2008 tarihinde verilen düzeltme beyannamesinde \"geçmiş yılı zararları\" bölümünde \"2000 yılı diğer zararlar\" açıklamasıyla 217,70 TL'nin yer almış olmasının enflasyon düzeltmesi yönünden mükerrer zarar indirimine sebebiyet verdiği gerekçesiyle Koçbankın 2001 yılı hesapları enflasyon düzeltmesi yönünden incelemeye alınmıştır. Gelirler başkontrolünce yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 3/11/2009 tarihli raporda Koçbankın düzeltme beyannamesinde zarar olarak gösterdiği tutarın 961,88 TL'sinin kanunen kabul edilmeyen gider niteliğinde olduğu ve bunun indirim konusu yapılamayacağı sonucuna ulaşılmış, ayrıca 217,70 TL olan 2000 yılı zararı da beyannameden çıkarılmıştır. Rapordaki temel eleştirinin 2001 yılı için verilen düzeltme beyannamesinde 2000 yılına ait mali zararın indirilmesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Raporda özetle şu tespitler yapılmıştır:i. 27/3/2008 tarihli 2001 yılı kurumlar vergisi düzeltme beyannamesinde 2000 yılı kurum zararı 217,70 TL, ticari bilanço zararı 000 TL, kanunen kabul edilmeyen gider ise 500,86 TL olarak gösterilmiştir. Kanunen kabul edilmeyen gider kaleminin içinde 961,68 TL enflasyon düzeltmesi zararı, 000 TL forward gelir reeskontu ve 000 TL iştirak değer düşüklüğü karşılığı da yer almaktadır. ii. Kurumun enflasyon düzeltmesi sonrası 2001 hesap dönemi zararının 000 TL ve enflasyon düzeltmesi öncesi ticari bilanço zararının 038,32 TL olduğu gözetildiğinde 961,68 TL enflasyon düzeltmesi zararının kanunen kabul edilmeyen giderlerden tenzili gerekmektedir.iii. Bankalardaki enflasyon muhasebesinin dayanağını BDDK tarafından çıkarılan ve 1/2/2002 tarihli ve 24658 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yönetmelikte düzenlenen \"Enflasyon Muhasebesi\" hükümleri oluşturmaktadır. 5736 sayılı Kanun'un maddesi henüz 213 sayılı Kanun'daki enflasyon düzeltmesine ilişkin hükümlerin yürürlükte bulunmadığı ve BDDK'nın anılan Yönetmeliğine göre enflasyon muhasebesinin yapılması gerektiği bir döneme ilişkindir.iv. Mülga 4389 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca yüksek enflasyon dönemindeki mali tabloların düzeltilmesi sonucunda 31/12/2001 tarihli bilançolarda oluşan cari dönem zararları ve geçmiş yıl zararları vergi mevzuatına göre kanunen kabul edilmeyen gider mahiyetindedir. Ancak 5736 sayılı Kanun bankalar lehine bir hüküm getirerek bunların %65'inin zarar olarak indirim konusu yapılmasına olanak sağlamıştır. Bu durumda 31/12/2001 tarihli bilançoda yer alan geçmiş yıl zararının %65'inin 2001 yılı beyannamesinde \"geçmiş yıl zararı\" olarak dikkate alınmasının yanında ayrıca 2000 yılı kurumlar vergisi beyannamesinde yer alan geçmiş yıl mali zararının \"mukayyet değeri ile geçmiş yıl zararı\" olarak dikkate alınması mükerrerliğe yol açmaktadır. v. Bu durumda 961,68 TL enflasyon düzeltmesi zararının kanunen kabul edilmeyen giderlerden tenzil edilmesi gerekmektedir. Bu tutar ile 000 TL geçmiş yıl zararı toplamının %65'inin alınmasıyla bulunan 325,09 TL 5736 sayılı Kanun uyarında indirilebilecek zarar olarak saptanmıştır. Mükellefin devam eden yıllara ilişkin vergi matrahının bu şekilde düzeltilmesi ve bunun sonucunda 2004 yılı için ortaya çıkan 193,07 TL'nin bir kat vergi ziyaı cezalı olarak ikmalen tarh edilmesi gerekmektedir. Vergi inceleme raporundaki öneri doğrultusunda 2004 yılına ilişkin olarak başvurucu adına düzenlenen 1/12/2009 tarihli ihbarnamelerle 193,07 TL kurumlar vergisi tarh edilmiş ve vergi zıyaı cezası uygulanmıştır. B. Vergi Yargısı Süreci Başvurucunun talebiyle 15/4/2010 tarihinde yapılan görüşmelerde uzlaşmanın vaki olmaması üzerine başvurucu, anılan tarhiyatın iptali istemiyle İstanbul Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle şunlar ileri sürülmüştür:i. 5736 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında kanun kapsamında başvuruda bulunanların bu konuda açtıkları davalardan feragat etmeleri hâlinde idarece ihtilafın sürdürülemeyeceği hükme bağlanmıştır. Daha önce konuyla ilgili olarak açtığı davada ilk derece mahkemesince lehine karar verildiği hâlde dava temyiz aşamasında derdest iken 5736 sayılı Kanun'dan yararlanmak için davadan feragat etmiştir. Bunun yanında başvuru dilekçesi ekinde sunduğu düzeltme beyannamesine göre ortaya çıkan vergiyi de ödediği hâlde aynı konudaki ihtilafın sürdürülmesi 5736 sayılı Kanun'un anılan hükmüne aykırıdır. ii. Vergi incelemesinde 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun ve devamı maddelerindeki zamanaşımı hükümleri gözardı edilmiştir. İncelenen dönem 2001 yılına ilişkin olduğundan 213 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 31/12/2006 tarihi itibarıyla tarh zamanaşımı süresi dolmuştur oysa tarhiyat işlemi 2009 yılında yapılmıştır. iii. Vergi inceleme elemanın kabulünün aksine mükerrer zarar indirimi söz konusu değildir. Düzeltme beyannamesi verilirken BDDK'nın tespit ettiği ilave bilanço zararı tutarı dikkate alınmıştır. Vergi inceleme elemanı detaylı bir inceleme yapmadan mükerrer zarar indirimi yapıldığı sonucuna ulaşmıştır. BDDK'nın yaptığı düzeltmeler çerçevesinde hesaplanan cari dönem ve geçmiş dönem zararlarının tümünün kurumlar vergisi matrahından indirilebilmesi gerekir. Davalı idarenin Vergi Mahkemesine sunduğu cevap dilekçesinde 5736 sayılı Kanun'un maddesinin (1) fıkrasının son cümlesinde yer alan \"Bankalar tarafından bu şartların yerine getirilmesi halinde, ilgili yıllara ait kurumlar vergisi matrahları, 213 sayılı Kanunun zamanaşımı hükümleri dikkate alınmaksızın düzeltilir\" hükmüne atıfla olayda zamanaşımının bulunmadığı savunulmuştur. Davalı idare 2000 yılı kurumlar vergisi beyannamesinde yer alan geçmiş yıl mali zararının \"mukayyet değeri ile geçmiş yıl zararı\" olarak tekrar dikkate alınmasının mükerrerliğe yol açacağını, kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınan 961,68 TL'nin bu giderlerin arasından çıkarılmasının hukuka uygun olduğu belirtmiştir. Vergi Mahkemesinin 24/11/2011 tarihli kararıyla dava kısmen reddedilmiştir.Vergi Mahkemesi 217,70 TL olan 2000 yılı kurum zararının beyannameden çıkarılmasını hukuka uygun bulmuştur. Kararın gerekçesinde, kurum tarafından parasal olmayan kaynakların enflasyon düzeltmesine tabi tutulması neticesinde 2000 yılına ilişkin olarak hesaplanan geçmiş yıl zararının aslında 2000 yılına ilişkin olarak beyan edilen mali zararın bilanço tarihi itibarıyla satın alma gücü cinsinden ifade edilmesi olduğu, dolayısıyla enflasyon düzeltilmesi neticesinde bulunan geçmiş yıl zarar tutarlarıyla birlikte cari geçmiş yılı zararının da indirim konusu yapılmasının mükerrer zarar indirimine neden olduğu belirtilmiş ve vergi inceleme elemanın yönteminin isabetli olduğu ifade edilmiştir. Kararda ayrıca vergi inceleme elemanı tarafından kurumun 2001 ve takip eden dönemlerine ilişkin kurumlar vergisi matrahlarının düzeltilmesi işlemi yapılırken 2000 yılına ilişkin mali zarar tutarlarının tamamının indirim konusu yapılmasının ve bu tutarın %65'inin değil tamamının dikkate alınarak hesaplama yapılmasının hukuka aykırı olmadığı vurgulanmıştır. Buna karşılık Vergi Mahkemesi forward gelir reeskontu ve değer düşüklüğü karşılıklarının dikkate alınmamasını hukuka aykırı bulmuştur. Kararın gerekçesinde BDDK tarafından 4389 sayılı Kanun uyarınca belirlenen bu tutarın (000 TL forward gelir reeskontu ve 000 TL iştirak değer düşüklüğü karşılığı) zarar olarak indirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Taraflar karşılıklı olarak kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucu dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaları tekrarlamıştır. Danıştay Dördüncü Dairesi (Daire) 18/6/2013 tarihli kararıyla başvurucunun temyiz istemini oyçokluğuyla reddetmiştir. Daire davalı idarenin temyiz istemini kabul ederek Vergi Mahkemesi kararının başvurucu lehine olan kısmını bozmuştur. Kararda BDDK'nın Koçbankın 2001 yılı dönem zararını 000 TL olarak düzelttiğine ve bu düzeltme işleminin bankanın enflasyon muhasebesi sonucu fazla hesaplanan iştirak değeri için karşılık ayırmasından, bankanın iştiraki olan Hür Emlak A.Ş. için karşılık ayrılmasından ve Sell&Buy back işlemlerine konu edilen menkul kıymetlerin reeskontların düzeltilmesinden kaynaklandığından bahsedilmiştir. Kararda BDDK'nın Koçbankın 2001 yılı zararını 000 TL olarak düzeltmesi ve bu zararın içine forward gelir reeskontu iptali ile iştirak değer düşüklüğü karşılığının düzeltilerek dâhil edilmesi karşısında inceleme elemanınca 2001 yılına ait enflasyon düzeltme zararı hesaplanırken sadece 2001 yılına ait cari zarar düşülerek ve düzeltilmiş geçmiş yıl zararı dikkate alınarak hesaplanan zararın %65'inin indiriminin kabul edilmesinde kanuna aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Bozma kararında ayrıca vergi ziyaı cezasının bir katı aşan kısmının iptal edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Karara muhalif kalan üye dönem bilanço ve mali tablolarının banka muhasebesi ve mali tabloları konusunda uzman bir bilirkişi heyeti tarafından incelenerek mükerrer zarar indiriminin söz konusu olup olmadığının ortaya konulması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu bozma kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Karar düzeltme dilekçesinde önceki aşamalarda ileri sürülen iddiaların yanında Dairenin uyuşmazlığın asıl sebebi olan enflasyon değerlendirmesine ilişkin kısmı yönünden değerlendirme yapmadığı belirtilmiştir. Dilekçede BDDK'nın Vergi Mahkemesine gönderdiği yazıdan alıntı yapılarak söz konusu cevapta dahi bilirkişi incelemesi yapılmasının mahkemenin takdirinde olduğunun belirtildiğine dikkat çekilmiştir. Başvurucu, tamamen teknik olan bir konuda bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verilmesinin hatalı sonuçlara yol açtığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca bozma kararında çelişki olduğunu değerlendirdiği bazı hususlara da dikkat çekmiş ve karşıoy yazısındaki görüş doğrultusunda karar verilmesini talep etmiştir. Dairenin 10/12/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme istemi oybirliğiyle reddedilmiştir. Vergi Mahkemesi bozma kararına uyarak 5/5/2015 tarihli kararıyla davayı vergi aslı ile bir kat vergi zıyaı cezası yönünden bütünüyle reddetmiştir. Vergi Mahkemesi vergi ziyaı cezasının bir katı aşan bölümünü ise iptal etmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz istemi Dairenin 9/5/2016 tarihli, karar düzeltme istemi ise Dairenin 22/3/2018 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai karar 2/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4743 sayılı Kanun'la 4389 sayılı mülga Kanun'a eklenen geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \" Kurul, bankacılık sisteminde güven ve istikrarı korumak ve ekonomik krizin bankaların sermayeleri üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf etmek amacıyla, bu Kanunun diğer maddelerinde yer alan hükümler saklı kalmak üzere; Türkiye'de kurulu mevduat kabulüne yetkili özel sermayeli bankaların, krediler ve diğer alacaklar için ayrılması gereken karşılıklardan, kur değişimlerinden veya diğer faaliyetlerinden kaynaklanan zararlarının belirlenerek malî durumlarını yansıtan malî tablolarının hazırlanmasını sağlamak üzere, her bir bankanın sözleşmeli bağımsız denetim kuruluşunu, bankada denetim yapmakla görevlendirir.Bağımsız denetim kuruluşları tarafından 31 Aralık 2001 bilanço tarihi itibarıyla düzenlenen malî tablolar esas alınarak, bilanço tarihinden sonra malî tabloları etkileyebilecek hususlar da dikkate alınmak suretiyle yapılacak özel denetimin kapsamı ve bu denetimde uygulanacak esas ve usuller Kurul tarafından belirlenerek duyurulur. Bağımsız denetim kuruluşu tarafından düzenlenen malî tablolarla ilgili rapor, Kurumca belirlenecek ikinci bir bağımsız denetim kuruluşu tarafından denetim ilke ve esaslarına uygunluk yönünden incelenir. Bağımsız denetim kuruluşlarınca düzenlenen rapor ve malî tablolar, Kurum tarafından yapılan gözetim ve denetim sonucunda her bir banka için yapılmış olan tespitlerle karşılaştırılarak, bankanın malî durumunu tam olarak yansıtıp yansıtmadığı ve esas ve usullere uygunluğu açısından ilgili bankanın görüşleri de alınarak Kurumca değerlendirilir. Bankaların yukarıdaki usule göre denetimden geçen ve Kurum tarafından yapılan değerlendirmede yeterli bulunan malî tabloları ile bağımsız denetim kuruluşunun malî tablolara ilişkin raporu, bu tespitler neticesinde ortaya çıkan, Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca düzenlenen sermaye yeterliliği standart oranı, bu oranın yüzde sekizin altında olması halinde yüzde sekize ulaşabilmek için gerekli sermaye tutarı, sermayenin artırılması veya sermaye benzeri kaynak temin edilmesi ve alınması gerekli görülen tedbirler Kurum tarafından bankaların yönetim kurullarına bildirilir.... Bu madde uyarınca kanuni ve ihtiyari yedek akçeler ile sermayenin azaltılmasına konu edilen zararlar, 1949 tarihli ve 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 14 üncü maddesinin 7 nci fıkrasında belirlenen esaslar çerçevesinde bankaların kazancının tespitinde gider olarak matrahtan indirilir. Kurul, bu maddenin uygulanmasına ve bu maddedeki tedbirlerin uygulanması sonucunda Fon tarafından edinilen banka hisselerinin satış ve devrine, sermaye benzeri kredilerin sermayeye dönüştürülmesine ilişkin usul ve esasları belirlemeye, bu kapsamda düzenleme yapmaya yetkilidir.\" 5736 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun geçici 4 üncü maddesinin (13) numaralı fıkrası uyarınca kanuni ve ihtiyari yedek akçeler ile sermayenin azaltılmasına konu edilen zararların mülga 3/6/1949 tarihli ve 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 4684 sayılı Kanunun 18 inci maddesi ile değişik 14 üncü maddesinin (7) numaralı bendi kapsamında matrahtan indirilebilmesine yönelik bankalar tarafından yargı mercileri nezdinde bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yaratılmış ihtilaflar; bankaların bu zararların % 65'ini 2001 yılına ait kurum kazancının tespitinde geçmiş yıl zararı olarak dikkate almaları, izleyen yıllara ait kurumlar vergisi matrahının bu şekilde bulunan zarar tutarı esas alınarak düzeltilmesini kabul etmeleri ve bu konuda açtıkları tüm davalardan feragat ettiklerini bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde ilgili vergi dairesine ve yargı merciine bildirmeleri halinde, idarece sürdürülmez. Bankalar tarafından bu şartların yerine getirilmesi halinde, ilgili yıllara ait kurumlar vergisi matrahları, 213 sayılı Kanunun zamanaşımı hükümleri dikkate alınmaksızın düzeltilir.\" 213 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"İkmalen vergi tarhı, her ne şekilde olursa olsun bir vergi tarh edildikten sonra bu vergiye müteallik olarak meydana çıkan ve defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak miktarı tespit olunan bir matrah veya matrah farkı üzerinden alınacak verginin tarh edilmesidir.\" 213 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlıyarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmiyen vergiler zamanaşımına uğrar.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14110", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mükerrer zarar indirimi yapıldığı gerekçesiyle ikmalen vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2208", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda rahatsızlanılmasının ardından sevk edilen hastanede meydana gelen ölüm olayına ilişkin süreçte gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması ve ölümü takiben etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2020/23072 numaralı başvuru, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/18532 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme2018/18532 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu ulaşılan bilgiler ile başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Y.nin Vefatına İlişkin Süreç Başvurucunun eşi Y., uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma ve sağlama suçu isnadıyla hakkında yürütülen soruşturma sürecinde Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/10/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Kurum) gönderilmiştir. 18/10/2016 tarihinde yapılan kuruma ilk giriş muayenesinde Y., kurşun nedeniyle sol dizinden ameliyat olduğunu, tansiyon ve bel fıtığı nedeniyle ilaç kullandığını beyan etmiştir. Y.nin fizik muayenesi normal bulunmuştur. Aynı gün Kurum doktoru, hiper tansiyon, miyalji (kas romatizması) ve lumbalji (bel ağrısı) tanısıyla Y.ye ilaç reçete etmiştir. Y.nin 22/11/2016 ile 20/4/2017 tarihleri arasında birden fazla kez olmak üzere gerek Kurum bünyesinde gerekse Kurum idaresince sevk edildiği sağlık kurumunda muayene edildiği ve farklı tanılarla (üst solunum yolu enfeksiyonu, tansiyon, romatizma, bel ağrısı, alerji) adına reçete düzenlendiği anlaşılmıştır. Y. 15/11/2017 tarihinde rahatsızlanması üzerine kurum tarafından Düzce Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Polikliniğine saat 30 civarında 112 Acil ambulansı ile sevk edilmiştir. Hastane tarafından düzenlenen epikriz formunda; Y.nin göğüs ağrısı şikâyetiyle 112 Acil servis aracı içinde getirildiği, tetkiklerinin yapıldığı, tedavi uygulandığı, ilaç reçete edildiği, rahatlaması üzerine kardiyoloji polikliniği önerisiyle taburcu edildiği belirtilmiştir. Ayrıca hastanede görevli doktor S. Kurumun gönderdiği evraka \"Şahsın muayene ve tedavi sonrası kardiyoloji polikliniğinde kontrolü uygundur.\" notu düşmüştür. Y. aynı gün saat 30 civarında Kuruma geri getirilmiştir. Koğuş arkadaşlarının (İ.P., İ.A., O.) beyanına (gerek Kurum idaresi gerekse adli makamların aldığı ifadelerle büyük ölçüde örtüşen beyanlar) göre Y.nin 15/11/2017 günü saat 30'da koğuşa dönmesinden hastaneye sevkine kadar geçen süreç özetle takip eden cümlelerde aktarıldığı gibidir. Y.nin 15/11/2017 günü koğuşa döndükten sonra şiddetli ağrıları devam etmiş hatta kan kusmuştur. 16/11/2017 gününde Y.nin kötü hâlinin devam etmesi üzerine koğuş arkadaşları sabah sayımında Kurum yetkililerine durumu iletmiş, kendilerine sevk yazılacağı söylenmiş ise de aynı gün sevk yapılmamıştır. 17/11/2017 tarihinde arama işlemleri esnasında koğuş arkadaşları Y.nin durumunu Kurum personeline hatırlatmış ve Y. saat 00 sıralarında yürüyerek mahkûm kabul mahalline gitmiş, sonrasında sağlık kurumuna sevk edilmiştir. Koğuş arkadaşları bu süreçte Y.nin ilaçlarını alıp almadığı konusunda net bilgi sahibi olmadıklarını ifade etmiştir. Y.nin Düzce Atatürk Devlet Hastanesine sevk edilmesine dair 16/11/2017 tarihli Kurum evrakına, sevk edilen hastanenin acil ve kardiyoloji polikliniğinde görevli doktorlar muayene tarihini 17/11/2017 olarak işlemiştir. Ayrıca Kurum Müdürlüğü tarafından düzenlenen Tutuklu Teslim-Tesellüm Tutanağı'ndan Y.nin Düzce Atatürk Devlet Hastanesine 17/11/2017 günü saat 15 sıralarında sevk edildiği anlaşılmıştır. Y. 17/11/2017 tarihinde, sevk edildiği Düzce Atatürk Devlet Hastanesinde tedavi altına alınarak tetkikler yapılmıştır. Yapılan tetkikler sonucunda -anılan Hastanenin epikriz raporundan anlaşıldığı üzere- Y.nin aort anevrizma (genişleme/balonlaşma) ve disesiyon (bölünme) tanısı ile kalp ve damar cerrahisi yoğun bakımının olduğu bir sağlık kurumuna ameliyat amacıyla sevkinin uygun olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Y. 17/11/2017 tarihinde saat 30 civarında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine getirilmiş, aort yırtılması tanısı ile yoğun bakım ünitesine alınarak gerekli tıbbi müdahalenin yapılmasının ardından acil olarak ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrasında entübe hâlde yoğun bakım ünitesine alınan Y.nin tedavisine devam edilmiş ancak durumu kötü seyreden Y. yapılan tıbbi müdahalelere cevap vermeyerek 21/11/2017 tarihinde saat 30'da hayatını kaybetmiştir. B. Ceza Soruşturması Süreci Y.nin vefatının ardından Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) soruşturma başlatmıştır. Başvurucu; Başsavcılık nezdinde verdiği 30/11/2017 tarihli ifadesinde, açıkça rahatsız olan ve bunu bildiren eşinin gecikmeli olarak sağlık kurumuna sevk edilerek vefat etmesine sebep olduğunu ileri sürdüğü Kurum personelinden şikâyetçi olmuştur. 21/11/2017 tarihli Ölü Muayene Tutanağı'nda Adli Tıp Kurumu bünyesinde klasik otopsi yapılması önerilmiş ve 22/11/2017 tarihinde Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı bünyesinde otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir.25/4/2018 tarihli otopsi raporunda kesin ölüm nedeninin saptanamadığı ve ihtisas kurulu tarafından inceleme yapılmasının uygun olduğu ifade edilmiştir.16/7/2018 tarihli Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu mütalaasında ölümün dissekan aort anevrizması, bu nedenle yapılan ameliyat ve gelişen komplikasyonlar (aort yırtılması, kalp tamponadı, akut böbrek yetmezliği, metabolik asidoz) sonucu meydana geldiği ifade edilmiştir. Y. ile aynı koğuşta bulunan şahısların ifadelerine (bkz. § 13) başvuran Başsavcılık olay gününe ilişkin kamera kayıtlarını (giriş-çıkış zamanları itibarıyla aktarılan ifadelerle örtüşen kayıtlar) incelemiş, Y.nin sağlık sürecine ilişkin evrakı temin etmiştir. Bu süreçte ayrıca Kurum idaresinin yaptığı inceleme sonucu düzenlenen 11/6/2018 tarihli araştırma raporunda özetle Y.nin zamanında müdahale ile sağlık kurumuna sevk edildiği, Y.nin ilaçlarını içmeyip biriktirdiğinin anlaşıldığı, Kurum personelinin görevini zamanında yerine getirdiği belirtilerek disiplin soruşturması açılmasına yer olmadığı ifade edilmiştir. Başsavcılık 20/9/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede; Y.nin ölümünde herhangi bir kimseye kusur atfedilebileceğine dair delil elde edilemediği, takibi gereken herhangi suç unsuru bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığı kararına yönelik -Kurum yönetiminin eylemsizliğine vurgu yapmak suretiyle- itirazı Düzce Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 17/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu tam yargı davası sürecinde (bkz. §§ 26-29) Y.nin hastaneye geç sevki nedeniyle Kurumun kusurlu olduğunu belirten bilirkişi raporunu yeni delil olarak ileri sürmek suretiyle 18/6/2019 tarihinde yeniden itirazda bulunmuştur. Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 26/6/2019 kararı ile itirazın reddine dair daha önce verilen 17/4/2019 tarihli kararın kesin olduğunu belirterek karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Başvurucu 8/8/2019 tarihinde ise yine bilirkişi raporunu esas alarak yeni delil iddiasıyla Başsavcılığa başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 9/1/2020 tarihli kararıyla kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...incelenen dosya içeriğine göre, aynı olayla ilgili olarak İdare Mahkemesinde devam eden davada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı'nca düzenlenen raporda müteveffanın 15/11/2017 tarihinde Kardiyoloji Polikliniğine sevk edilmesine rağmen 17/11/2017 tarihinde hastaneye götürülmesinde ihmal olduğu tıbbi kanaatine varıldığı belirtilmiş ise de, aynı raporun bir önceki cümlesinde mütevaffanın damar yırtığı tipi göz önüne alındığında erken teşhis ve tedavi yapılmış olsa bile hastanın kurtulmasının garanti olmadığının belirtildiği, kaldı ki olay tarihinde kapasitesinin çok üzerinde mahkum barındıran ceza infaz kurumunca ölenin göğüs ağrısı başlar başlamaz 112 Acil Servis ile Düzce Üniversite Hastanesine götürüldüğü, burada müdahalesi ve tedavisi yapılarak kardiyoloji bölümüne sevk edildiği, ölenin kardiyoloji polikliniğinden randevusunun alınıp kardiyoloji bölümüne sevkinin iki gün içerisinde yerine getirildiği, ölenin bu iki gün içerisinde kalmış olduğu ceza infaz kurumunda herhangi bir şekilde acil butonuna dahi basmadığı, ceza infaz kurumunun işleyişi göz önünde bulundurulduğunda normal hastane sevk zinciri dahilinde iki gün içerisinde kardiyoloji bölümüne sevk işlemlerinin tamamlanmasının normal bir süre olduğu, hatta sevk yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda ilgili memurların son derece titiz ve ivedilikle işlemlerini yaptıkları, bu nedenle görevi ihmal veya başkaca bir suçun cezai anlamda unsurları itibariyle oluşmayacağı, tüm bu gerekçelerle aynı olayla ilgili olarak müşteki vekilince ibraz edilen üniversite hastanesi raporunun yeni delil niteliği taşımadığı, Cumhuriyet Başsavcılığımızca şikayet konusuna ilişkin daha önce soruşturma yürütülüp kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmediği ...\" Başvurucunun söz konusu karara itirazı Düzce Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 14/7/2020 tarihinde reddedilmiştir. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu 23/3/2018 tarihinde, Bakanlık aleyhine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemini içeren, hizmet kusuruna -Y.nin sağlık kurumuna nakli konusunda gösterildiği ileri sürülen ihmal- dayalı tam yargı davası açmıştır. Bolu İdare Mahkemesi öncelikle ölümün meydana gelmesinde Kurum personelinin -tıbbi sonuçlar doğuracak şekilde- ihmali/kusuru bulunup bulunmadığının anlaşılması adına bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dâhilî Tıp Bilimleri Bölümü Adli Tıp Ana Bilim Dalında görevli profesör unvanlı üç akademisyen tarafından düzenlenen 7/5/2019 tarihli raporun sonuç kısmında özetle aort damarındaki yırtığın seyri kötü, ölümcül bir hastalık olduğu, tanı ve tedavide gecikme yaşanması hâlinde her geçen saat ölüm riskinin artacağı, Y. için erken teşhis ve tedavi olmuş olsa bile kurtulacağının garanti olduğunun söylenemeyeceği, bununla beraber 15/11/2017 tarihinde kardiyoloji polikliniği tarafından kontrolü uygun görülmesine karşın 17/11/2017 tarihinde hastaneye götürülmesinin ihmal olduğu yönünde kanaat bildirilmiştir. Aynı bilirkişi kurulu tarafından kusur oranlarının tespitine ilişkin olarak düzenen ek raporda; Y.nin ilaçlarını düzenli kullanmadığının kabulü hâlinde bu durumun aort yırtılmasına zemin hazırladığı ancak yırtılmanın tek sebebinin yüksek tansiyon olmadığı belirtilerek Y.nin 1/3 oranında kusurlu addedilebileceği, aort yırtılmasında teşhis/tedavi gecikmesinin ölüm riskini artırması nedeniyle Kurumun ihmalinin bulunduğu, ihmalin ölüme etkisi ve yırtılmanın tedaviye rağmen yüksek ölüm riskine sahip olduğu hususu birlikte değerlendirilerek idarenin 1/3 oranında kusurlu addedilebileceği ifade edilmiştir. Bolu İdare Mahkemesi zarara ilişkin olarak bilirkişi incelemesi yaptırmış ve 15/1/2020 tarihli kararla davayı kısmen kabul etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:\"...meydana gelen olayda idarenin tutuklu müteveffanın tavsiye edilen polikliniğe geç sevk etme ihmaline bağlı hizmet kusurunun varlığı ve davacının da tansiyon ilaçlarının ya hiç ya da zamanında almamak ve koğuştaki arkadaşlarının tavsiyesiyle tekrar revire çıkmamak eylemiyle gerçekleşen ölüm olayında müterafik kusurunun olduğunun bilirkişi raporuyla ortaya konulduğu gözetildiğinde, müteveffadaki ölümcül hastalığın zamanında kardiyoloji polikliniğine sevk edilse dahi ölüm riskinin sonucunun olacağı hususunun davalı idare lehine yorumlanması yerine davacı lehine yorumlanmasının, yine tutuklu müteveffanın bi hakkın muhtemel tahliye tarihini hesaplamada da ceza yargılamasında lehine olabilecek tüm ihtimal ve durumların kendisine uygulanmasının gerektiğinin hakkaniyete daha uygun düşeceği değerlendirildiğinden ve yaşanan hizmet kusurunun olmasının davacıların zarara uğradığı gerçeğini değiştirmeyeceğinden davacıların maddi ve manevi zararlarının tazmini gerektiği kanaatine varılmıştır. Bu durumda, maddi tazminat istemleri açısından; davalı idarenin 1/3 (%33) oranındaki hizmet kusuruna dayalı olarak tutuklu müteveffanın bi hakkın muhtemel tahliyesiyle davacılardan her biri için ayrı ayrı hesap olunan destekten yoksun kalınan tazminat miktarlarından aktuerya bilirkişisince hesaplanan tutuklu müteveffaya ceza yargılamasındaki etkin pişmanlık hükümleri uygulanarak bi hakkın muhtemel tahliye tarihine göre belirlenen tazminat miktarları; (eş) için hesaplanan destek tazminatının; 985,74TL’ (çocuk) için hesaplanan destek tazminatı, 865,54-TL, (çocuk) için hesaplanan destek tazminatı, 120,25TL’ye ve bu maddi tazminat miktarlarından 000,00-TL'lik kısmına idareye başvuru tarihi olan 2017 tarihinden itibaren, kalan 971,53-TL'lik kısmına ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ edildiği tarih olan 2020 tarihinden itibaren yasal faiz hükmedilmesi, fazlaya dair talep ile yine diğer davacı (çocuk) [B.Y. nin] zarara uğradığı ispat edilememiş olduğundan bu davacı yönüyle maddi tazminatın reddine hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Manevi tazminat istemleri açısından ise, davacılar yakını tutuklu müteveffanın ölümcül bir hastalık sonucu öldüğü tıbben sabit olsa da bu hastalığın ilgili uzman poliklinik olan kardiyolojiye tavsiye edilmesine rağmen geç sevk edilmesi, böylece davalı idarenin ihmale dayalı kusurunun olduğu, bu durumun müteveffanın birinci derece olan kan ve sıhri yakınları olan davacılarda meydana getireceği elem, endişe ve üzüntüye yol açacağı, manevi tazminatın, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan acı, elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracı olması ve manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı, ölüm olayında hastalığın etkisi ve müteveffanın da müterafik kusurları hususları birlikte gözetilerek davacılardan eş için takdiren 000,00-TL, diğer davacılar E.Y. için 000,00-TL, yine Y. için takdiren 000,00-TL, B.Y. için takdiren 000,00-TL olmak üzere toplam 000,00-TL manevi tazminata hükmedilmesine, bu manevi tazminat tutarlarına da idareye başvuru tarihi olan 2017 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesi, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemlerinin de reddi gerektiği sonucuna varılmıştır...\" İşbu değerlendirmenin yapıldığı tarih itibarıyla başvurucu ve Bakanlığın itirazları nedeniyle tam yargı davasına ilişkin uyuşmazlık istinaf incelemesindedir. Başvurucu 2019/18532 numaralı başvuruyu Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/4/2019 tarihli kararını tebliğ aldıktan sonra, 2020/23072 numaralı başvuruyu ise Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/7/2020 tarihli kararını tebliğ aldıktan sonra yapmıştır. İlgili hukuk için bkz. Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015; Necla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016; Serfinaz Öztürk, B. No: 2014/18274, 21/9/ ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18532", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda rahatsızlanılmasının ardından sevk edilen hastanede meydana gelen ölüm olayına ilişkin süreçte gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması ve ölümü takiben etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tedbir kararında yer alan adres ve kimlik bilgilerinin gizlenmesi talebinin reddi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular; B.K. tarafından ısrarla mesajlarla, aramalarla taciz ve tehdit edildiklerinden ve hakaret, tehdit içeren eylemlerde bulunulduğundan bahisle 30/6/2020 tarihinde şikâyetçi olmuş, aynı zamanda 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında lehlerine önleyici tedbir ile kendilerinin ve ailelerinin adres ve kimlik bilgilerinin gizlenmesi kararı verilmesini talep etmiştir. İstanbul Aile Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 30/6/2020 tarihinde 6284 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a), (c) ve (f) bentleri uyarınca B.K. hakkında önleyici tedbir kararı verilmiş, başvurucuların kendilerinin ve ailelerinin adres ve kimlik bilgilerinin gizlenmesi talebi reddedilmiştir. Başvurucular kendilerinin ve ailelerinin adres ve kimlik bilgilerinin gizlenmesi talebinin reddine ilişkin karara 2/7/2020 tarihinde itiraz etmişlerdir. İtirazı inceleyen İstanbul Aile Mahkemesi 3/7/2020 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Mahkeme 27/8/2020 tarihli kararı ile tedbir kararının 30/8/2020 tarihinden itibaren iki (2) ay süre ile uzatılmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 6/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 5/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25643", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tedbir kararında yer alan adres ve kimlik bilgilerinin gizlenmesi talebinin reddi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, temyiz taleplerinin istinaf başvurusunda süre aşımı olduğu gerekçesiyle esastan inceleme yapılmadan reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Mesken olarak kullandığı taşınmazın üzerinde bankaya olan borcu nedeniyle ipotek olan başvurucu, usul ve yasaya aykırı olarak icra müdürlüğünce taşınmazının açık artırma ile satıldığını belirterek Kütahya İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açmıştır. Mahkeme 19/1/2017 tarihli kararla ihaleye ilişkin herhangi bir usulsüzlük olmadığı, ihalenin feshini gerektiren bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Tefhim edilen karara karşı başvurucu istinaf istemli süre tutum dilekçesini30/1/2017 tarihinde sunmuştur. Gerekçeli karar başvurucu vekiline 13/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 23/2/2017 tarihinde UYAP üzerinden elektronik ortama aktardığı dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından 10/7/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi ise Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 5/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Yargıtay karar gerekçesinde; Mahkeme kararının tefhim edildiğini, başvurucunun da süresinde istinaf istemi için süre tutum dilekçesi verdiğini belirtmiştir. Süresinde istinaf için süre tutum dilekçesi verilmişse de gerekçeli kararın 13/2/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmesine karşın başvurucunun gerekçeli istinaf nedenlerini tebliğden on gün sonra 24/2/2017 tarihinde bildirdiği, kararda ifade edilmiştir. Bu durumda gerekçeli istinaf dilekçesi süresinde verilmediğinden Bölge Adliye Mahkemesince yalnızca kamu düzeni ile sınırlı inceleme yapılarak istemin reddine karar verilmesi gerekirken -süresi geçmiş istinaf dilekçesinde ileri sürülen hususlar incelenmek suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi doğru değil ise de neticede istem reddedildiğinden sonucu itibarıyla- kararın onanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Temyiz kararı 16/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 15/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Yaprak, B. No: 2014/12996, 1/2/2017, §§ 13-21; Nebi Karataş ve diğerleri, B. No: 2014/13001, 8/3/2017, §§ 17-31; Hüseyin Ünal ve Mehmet Ünal, B. No: 2016/14222, 29/5/2019, §§ 14-25; Binali Boran, B. No: 2016/1235, 24/10/2019, §§ 15-25; Inspektorate Uluslararası Gözetim Servisleri A.Ş., B. No: 2017/29088, 10/6/2020, §§ 13- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17206", "Başvuru Konusu":"Başvuru, temyiz taleplerinin istinaf başvurusunda süre aşımı olduğu gerekçesiyle esastan inceleme yapılmadan reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ilköğretim okulunun ek bina inşaatı sırasında konuta zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Yukarı Güneşli Mahallesi'nde bulunan 216 ada 10 parsel sayılı taşınmaz, tapuda \"kârgir ev ve avlusu\" niteliğiyle başvurucu adına kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde başvurucuya ait iki daireden oluşan iki katlı bir bina, çeşitli ağaçlar ile tarımsal ürünler bulunmaktadır. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alınmadan kullanılan bu yapı için 1/1/1983 tarihinde elektrik aboneliği ihdas edilmiş olup Kozluk Belediyesince (Belediye) olay tarihinden önce -belirtilmeyen bir tarihte- su aboneliği de tesis edilmiştir. Batman'ın Kozluk ilçesi Yatılı Bölge İlköğretim Bölge Okulu ek bina inşaatının temel kazısı sırasında 1/7/2005 tarihinde heyelan (toprak kayması) meydana gelmiştir. Bu toprak kayması sonucu kara yolu, yolun üstünde yer alan konutlar ve içme suyu şebekesi olumsuz etkilenmiş; başvurucunun taşınmazı üzerindeki bina da ağır hasar görmüş ve bütünüyle kullanılamaz hâle gelmiştir. Heyelanın meydana geldiği mahalde yapılan inceleme sonucu Bayındırlık ve İskân Müdürü, Devlet Su İşleri Şube Müdürü, Karayolları Bölge Müdürü, Belediye Başkanı, Millî Eğitim Müdürü ve jeoloji mühendisleri tarafından 4/7/2005 tarihli bir tutanak düzenlenmiştir. Bu tutanakta; okul inşaatının temeli açıldıktan sonra zeminde hareketlilik meydana geldiği, bu hareketlilik sonucu yol ve yolun üstündeki üç evde kayma ve çatlaklar oluştuğu ifade edilmiştir. Karayolları Bölge Müdürlüğünce Belediye Başkanlığına gönderilen 18/7/2005 tarihli yazıda, Bayındırlık Batman İl Müdürlüğünce yaptırılan yatılı bölge okulu temel kazısının kontrolsüz olarak yapılması sonucu yolda göçmeler şeklinde heyelan oluştuğu ve yol üstünde bulunan evlerde büyük oranda çatlaklar meydana geldiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, zararının tespiti istemiyle Kozluk Sulh Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkeme; taşınmazın başında inşaat, jeoloji ve ziraat mühendislerinden oluşturulan bir bilirkişi kuruluyla birlikte keşif yapmıştır. İnşaat ve jeoloji uzmanı teknik bilirkişilerin raporunda; başvurucunun taşınmazındaki yapıda heyelan ve yamaç hareketleri nedeniyle çatlaklar oluştuğu ve yapının tamamen kullanılamaz durumda olduğu, bu heyelan ve yamaç hareketliliğine ise okul inşaatının sebep olduğu belirtilmiştir. Raporda, zarar gören binanın değerinin 000 TL olduğu açıklanmıştır. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin raporunda ise taşınmaz üzerindeki tarımsal ürünlerin zarar gördüğü ve zarar miktarının ise 743 TL olduğu bildirilmiştir. A. Ceza Davası Süreci Olayla ilgili olarak Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmış ve yürütülen soruşturma neticesinde taksirle bina çökmesine ve toprak kaymasına sebep olma suçundan Ç.K. ve S.İ.nin cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulüyle Kozluk Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında istinabe yoluyla inşaat, jeoloji ve hukuk alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Bilirkişi Kurulunun 13/9/2007 tarihli raporunda, inşaatın zemin durumunun zemin etüt raporunda belirtilmesine rağmen yüklenici tarafından temel derin kazı hafriyatı yapılırken gerekli önlemlerin alınmadığı, bu hasardan yüklenici firma, Belediye ve idarenin sorumlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 3/5/2011 tarihinde sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sanık Ç.K. yönünden suçun işlendiğinin sabit olmaması, sanık S.İ. yönünden ise taksire dayanan bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu katılan vekili tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 19/11/2012 tarihli ilamıyla, eksik araştırmaya dayalı olarak verildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme, yeniden bilirkişi raporu almış ve bu raporu hükme esas alarak sanıkların atılı suçu işledikleri sonucuna varmış; 16/4/2013 tarihinde sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar, itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu 12/12/2005 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, okul inşaatı sırasında taşınmaz üzerindeki konut ve bahçeye zarar verildiği belirtilerek 743 TL tutarındaki maddi zararın tazmin edilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ayrıca evin oturulamaz durumda olması nedeniyle 000 TL kira bedelinin tazmini talebinde bulunmuştur. Mahkemenin husumette yanılgı olduğu yönündeki ara kararı sonrası Batman Valiliği ve Belediye davaya dâhil edilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 29/6/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüyle delil tespiti dosyasında zirai zarar -taşınmaz üzerindeki ağaç ve zirai ürünler yönünden- olarak tespit edilen 743 TL tutarındaki tazminatın idareye başvuru tarihi olan 16/9/2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Batman Valiliğinden alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, diğer tazminat istemleri ile Belediye aleyhine açılan davanın ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, zarar gören konuta ait yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin bulunmadığı tespitine yer verilmiştir. Mahkemeye göre, kanuna aykırı olarak inşa edilen ve yıktırılması gereken başvurucuya ait evde okul inşaatı çalışmaları sırasında meydana gelen toprak kayması sonucu doğan zararın tazminine olanak bulunmamaktadır. Mahkeme, olay nedeniyle başvurucunun zirai ürünlerindeki zararın ise zarara yol açan okul yapım faaliyetini yürüten Valilikçe karşılanması gerektiğini belirtmiş; bu kısım yönünden davanın kabulü gerektiği sonucuna varmıştır. Kararın karşıoy yazısında; zarara uğrayan yapının başvurucuya ait olduğu, elektrik ve su aboneliklerinin bulunduğu, senelerce başvurucu ile ailesi tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Bu yazıda ayrıca yapının her zaman ruhsata bağlanabilmesinin mümkün olduğuna dikkat çekilmiş, zararın bütünüyle başvurucuya yükletilmesinin hakkaniyetli olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, kararı temyiz etmiş; Danıştay Onuncu Dairesinin 4/4/2013 tarihli ilamıyla hükmün oyçokluğuyla onanmasına karar verilmiştir. Karşıoy yazısında, başvurucunun maliki olduğu taşınmazda yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesi bulunmamakla birlikte her türlü belediye hizmetlerinden faydalandığı belirtilmiştir. Ayrıca davalı idarenin hizmet kusuru ile başvurucunun iskân ruhsatı bulunmayan binada oturması nedeniyle oluşan kusur durumunun birlikte değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerektiği görüşü açıklanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/6/2014 tarihli ilamıyla yine oyçokluğuyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 31/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun \"Yapı ruhsatiyesi\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.” 3194 sayılı Kanun’un \"Ruhsat alma şartları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.” 3194 sayılı Kanun’un \"Yapı kullanma izni\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.Belediyeler, valilikler mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.” 3194 sayılı Kanun’un \"Kullanma izni alınmamış yapılar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.” 3194 sayılı Kanun’un \"Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir \"mülk\" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir \"meşru beklenti\" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988 yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda, yetkili makamların başvurucu ve yakın akrabalarının bu evde oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak vergisi alındığı ve ücret karşılığında kamu hizmetlerinden yararlanmalarının sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve akrabalarının meskenleri ve taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir menfaate (proprietary interest) sahip olduğunun fiilî (de facto) olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM; imar uygulamaları bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu ancak bu takdir hakkının zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin başvurucunun meskenine ilişkin durumun bir gece içinde değişebileceğini sanmasına neden olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına ilişkin menfaatinin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve dolayısıyla bir \"mülk\" oluşturduğu sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129). Öneryıldız/Türkiye kararında başvuru, mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural ve mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmiştir. AİHM, somut olayda olguların ve ilgili mevzuatın karmaşık olduğunu tespit etmiş ve başvurucunun da devletin yaptığı bir şey nedeniyle değil hiçbir şey yapmaması nedeniyle şikâyetçi olduğunu vurgulamıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 133, 134). AİHM bu sebeple somut olayda bir müdahalenin söz konusu olmadığını ancak devletin başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatini korumak için üzerine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM, netice olarak başvurucunun konutunun yıkılmasının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmadığı kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir(Öneryıldız/Türkiye, §§ 133-138). Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, 1997 yılında yaptırılan başvuruculara ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmişlerdir. Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19138", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ilköğretim okulunun ek bina inşaatı sırasında konuta zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/1/2019 ve 12/2/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/5626 numaralı başvuru dosyasının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2019/1868 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/1868 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Hacer Deneri ve Okan Okutucu sırasıyla Bozcaada ve Çanakkale Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında (Vakıflar) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıflar aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Ezine Asliye Hukuk Mahkemesi, iş mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılama sonunda 14/6/2017 tarihli kararla başvurucu Hacer Deneri'nin davasının kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda; davacının davalı Vakfa bağlı olarak 1994 yılından itibaren çalışmaya başladığı, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağı açıklanmıştır. Davalı, istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 23/5/2018 tarihli kararla Vakfın özel hukuk tüzel kişi olması nedeniyle 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırmış ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu Hacer Deneri kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 15/10/2018 tarihinde temyiz talebini reddetmiştir. Çanakkale İş Mahkemesi ise bozma sonrası yapmış olduğu yargılama sonucunda 30/3/2018 tarihli kararla başvurucu Okan Okutucu'nun açtığı davayı reddetmiştir. Kararda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararı uyarınca Vakfın özel hukuk tüzel kişisi olduğu vurgulanmıştır. Bu sebeple Vakfın 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı belirtilerek başvurucunun ilave tediye alacağından yararlanamayacağı sonucuna varılmıştır. Başvurucu Okan Okutucu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli kararıyla temyiz talebi reddedilmiştir. Başvurucular sırasıyla 3/1/2019 ve 12/2/2019 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1868", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41679", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, şirketin mal varlığının el konularak satılması nedeniyle şirket ortağının mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1937 doğumlu olup Kocaeli ili Gölcük ilçesinde ikamet etmektedir.A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Metaş İzmir Metalurji Anonim Şirketinin (METAŞ) halka açık olarak işlem görmekte olan hisselerinin sahibidir. Sıvı çelik üretimi ve haddeleme faaliyeti ile uğraşan METAŞ, 1999 yılında üretimini durdurmuş; 2003 yılında ise \"gayrıfaal\" hâle gelmiştir. Öte yandan METAŞ’ın halka arz edilen hisseleri 1998 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 100 endeksinden çıkartılarak \"gözaltı pazarı\"na dâhil edilmiş; 2003 yılında ise borsa kaydından tamamen çıkarılarak sürekli işlem görmekten men edilmiştir. METAŞ’ın %41,9855 hisseli ortağı olan Rumeli Çelik Sanayi Anonim Şirketi (Rumeli A.Ş.) aynı zamanda T. İmar Bankası T. Anonim Şirketinin (İmar Bankası) ortağıdır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) 3/7/2003 tarihli kararıyla İmar Bankasının bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılmış ve anılan Banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir. Karar 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrasına dayanılarak alınmıştır. Kararın gerekçesinde; İmar Bankasının yükümlülüklerini vadesinde yerine getirmediği, alınması gereken tedbirleri almadığı ve faaliyetlerinin devamının mevduat sahiplerinin hakları, mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz ettiği için Bankaya el konulduğu belirtilmiştir. Bankalar yeminli murakıplarınca hazırlanan 21/6/2005 tarihli raporda, METAŞ'ın İmar Bankasının hâkim ortağı olan Uzan Grubu şirketlerinden biri olduğu ve bunlar adına hareket ettiği saptanmıştır. Raporda ayrıca METAŞ'ın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kanunlarına tabi olarak kurulmuş olan İmar Bankası Off Shore Limitet'ten (Off Shore Ltd.) en fazla kredi kullananUzan Grubu şirketlerinden olduğu tespit edilmiştir. Off Shore Ltd.nin Uzan Grubu tarafından anılan Gruba ait şirketlere halktan para toplamak suretiyle kaynak sağlamak amacıyla kıyı bankacılığı (off-shore) hükümlerine göre kurulan bir şirket olduğu hususu raporda ifade edilmiştir. Öte yandan METAŞ'ın hisselerine sahip olan G.Y.nin, aynı zamanda Uzan Grubu şirketlerinin hâkim ortaklarından olan Kemal Uzan'ın sekreteri olduğu anlaşılmaktadır. TMSF’nin 24/12/2003 tarihli işlemiyle, İmar Bankası tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tabi tasarruf mevduatı ile TMSF tarafından tespit edilen tasarruf mevduatı tutarı arasındaki 710,63 TL farkın METAŞ’ın da aralarında bulunduğu Uzan Grubu şirketleri ile onlar adına hareket eden şirketlerden (toplam 179 şirketten) tahsil edilmesine karar verilmiştir. METAŞ’ın mal varlığına ihtiyati haciz uygulanmasından sonra TMSF, 29/1/2004 tarihli yazıyla 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca borcun (710,63 TL) bir ay içinde ödenmesi istemiyle METAŞ'a borcu ödemeye davet mektubu göndermiştir. TMSF tarafından 13/2/2004 tarihli işlemle, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun maddesi uyarınca METAŞ’ın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetim kurulları devralınmış; bu kurullara üyeler atanmıştır. TMSF’nin 16/2/2004 tarihli kararıyla METAŞ ve iştiraki şirketlerin faaliyetlerinde kullanılan menkuller, gayrimenkuller ile bu varlıkların ferî veya mütemmim cüzü niteliğinde olan sözleşmeler ile bunlardan doğan hak ve alacakların bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün satılması yolunda işlem tesis edilmiştir. METAŞ’ın hisseleri 5411 sayılı Kanun’un maddesi gereği “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü”ne dâhil edilmemiştir. Anılan kararda, METAŞ'tan ayrı tüzel kişilikleri bulunan Demaş Demir Mamülleri A. Ş., Limaş Liman Hizmetleri A.Ş. ve Aysan Anadolu Yay Sanayi ve Ticaret A.Ş. için de aynı işlem yapılmıştır. Borcun belirlenen vade içinde ödenmemesi nedeniyle 6183 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca METAŞ adına 24/3/2004 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir. 5/4/2004 tarihinde de haciz varakaları düzenlenerek ihtiyati haciz kesin hacze dönüştürülmüştür. TMSF bünyesinde oluşturulan satış komisyonu tarafından “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün değeri 000 ABD doları; diğer üç şirketin değeri ise toplam 000 ABD doları olarak belirlenmiştir. Bu satış bedelleri TMSF tarafından onaylanarak “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü” 4/5/2006 tarihinde ihaleye çıkarılmış ve sonuç olarak söz konusu iktisadi bütünlük 22/6/2006 tarihinde 000 ABD doları karşılığında Cer Çelik Endüstri Anonim Şirketine satılmıştır. Dosyada diğer üç şirketin mal varlığından oluşan iktisadi bütünlüklerin hangi fiyata satıldığına ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. 4/4/2008 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü sıra cetveline göre satış masrafları düşüldükten sonra geriye kalan tutardan öncelikle ipotek ve rehinler için pay ayrılmış, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile Bornova Belediyesine ait borçlar ödenmiştir. Ardından Uzanlar Grubu şirketleri ile İmar Bankasının vergi borçları için Gelir İdaresi Başkanlığına toplam 474,36 ABD doları ödenmiştir.Satış bedelinden arta kalan tutar bulunmadığından diğer alacaklılara herhangi bir ödeme yapılmamıştır. B. Başvurucu Tarafından Satış İşlemine Karşı Açılan İptal Davası Başvurucu tarafından TMSF'nin 4/5/2006 tarihli satış kararının iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan Mahkemece 19/3/2009 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün satışına ilişkin işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Anılan karar, Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) 28/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu Tarafından Hisselerinin Satıldığı İddiasıyla Açılan İptal Davası Başvurucu tarafından METAŞ ve iştiraklerindeki hisselerinin satışına ilişkin işlemin iptali istemiyle 6/8/2007 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan Mahkemece 23/5/2008 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün satıldığı ve şirket ortaklarının hisselerinin satışının söz konusu olmadığının altı çizilmiştir. Gerekçede, TMSF alacağının tahsili amacıyla “METAŞ ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün satışında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Anılan karar, Dairenin 8/10/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 16/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 24/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Adalet Kayalıbay, B. No: 2014/11382, 10/5/2017, §§ 29- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12395", "Başvuru Konusu":"Başvuru, şirketin mal varlığının el konularak satılması nedeniyle şirket ortağının mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1938 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, İstanbul'un Ümraniye ilçesi Çakmak Mahallesi 653 ada 5 parsel sayılı 305 m² yüz ölçümündeki taşınmazın malikidir. Başvurucuya ait söz konusu taşınmaz 13/2/1998 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planında yol ve park alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu 19/12/2011 tarihinde taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Ümraniye Belediyesine (Belediye) başvurmuştur. Belediye 27/12/2011 tarihinde taşınmazın beş yıllık kamulaştırma programında yer almadığını ve herhangi bir çalışma olmadığını belirterek kamulaştırma işlemi yapılmayacağını açıklamıştır. Başvurucu 29/12/2011 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açmıştır. Davanın açılması sonrası yürürlüğe giren 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca Hukuk Mahkemesi 18/6/2013 tarihinde görev yönünden davayı reddetmiştir. Başvurucu 26/2/2015 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı ve Ümraniye Belediyesi Başkanlığına karşı tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazın imar planından yol ve park olanı olarak bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının kısıtlandığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL tazminat talep etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 28/12/2016 tarihinde davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. İdare Mahkemesi kararında, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kanun'a birtakım hükümler eklendiğini açıklamıştır. İdare Mahkemesi bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Başvurucu, İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 15/9/2017 tarihinde kararın kaldırılmasını gerektirir bir husus bulunmadığını belirterek başvurucunun istinaf istemini temyiz yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu, istinaf isteminin reddi kararını temyiz etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 17/1/2018 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 2/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14970", "Başvuru Konusu":"Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu girmiş olduğu Kamu Personeli Seçme Sınavı sonucuna göre 20/7/2017 tarihinde Şanlıurfa'nın Viranşehir Uluğbey Ortaokuluna Bilişim Teknolojileri öğretmeni olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 19/1/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, atamasının gerçekleştirilmemesine yönelik işlemin hiçbir somut gerekçeye dayanmadığı ve herhangi bir açıklama içermediğini belirtmiştir. İşlemin gerekçesini bilmemekten yakınmıştır. Atamasının engellenmesini gerektiren herhangi bir sebep olmadığını belirterek işlemin iptalini talep etmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi 30/5/2018 tarihinde, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasının (a) bendi uyarınca davayı yetki yönünden reddetmiştir. Kararda, uyuşmazlığın çözümünde Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/7/2018 tarihli ara kararı ile güvenlik soruşturmasına esas bilgi ve belgeleri istemiştir. Ancak ara kararına cevap olarak gönderilen bilgi ve belgeleri başvurucuya tebliğ etmemiş ya da başvurucunun incelemesine imkân sunmamıştır. Mahkeme 24/12/2018 davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idareye öğretmen olarak atanmaya hak kazanan davacı hakkında yaptırılan güvenlik soruşturmasında tespit olunan hususlar güvenlik soruşturmasının olumsuz kabul edilebileceği haller kapsamında değerlendirilerek atamasının iptal edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bakılan davada, dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde ve davacının yürüteceği kamu görevinin özelliği ve hassasiyeti de dikkate alındığında, güvenlik soruşturması sonucunun olumsuz kabul edilerek atamasının iptal edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.\" Başvurucu karara karşı 27/2/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, hiçbir somut açıklama veya delile değinmeksizin atamasının gerçekleştirilmediğinden yakınmıştır. Hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karara değinerek tedbir süresince herhangi bir suç işlemediği takdirde kamu davasının düşeceğini ve herhangi bir hüküm ifade etmeyeceğini söylemiştir. Bu nedenle güvenlik soruşturmasına hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının dayanak alınmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 9/10/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 20/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak.\" 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:\"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42860", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 1/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 29/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32559", "Başvuru Konusu":"Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, taksirle yaralama suçundan açılan ceza davasında yeterli araştırma yapılmadan eksik şekilde karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kullandığı otomobil ile Ş.nin sevk ve idaresinde bulunan kamyonetin 20/3/2014 tarihinde Kahramanmaraş ilinde bulunan bir kontrollü kavşakta çarpışması sonucu yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmiştir. Kaza sonrası düzenlenen sağlık raporuna göre başvurucu hayati tehlikesi yoktur, basit tıbbi müdahale (BTM) ile giderilebilir şekilde; Ş.nin kullandığı kamyonette bulunan R.K. ise hayati tehlikesi yoktur, BTM ile giderilemez şekilde yaralanmıştır. Başvurucu, Ş. hakkında; R.K. ise hem başvurucu hem de Ş. hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 21/4/2014 tarihli iddianamesiyle taksirle yaralama suçundan başvurucu ve Ş. hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede; soruşturmaya konu trafik kazası hakkında hazırlanan bilirkişi raporunda başvurucunun asli, Ş.nin ise tali kusurlu olduğunun tespit edildiği vurgulanarak şüphelilerin üzerilerine atılı suçu bu suretle işledikleri belirtilmiştir. Kamu davasının açıldığı Kahramanmaraş Asliye Ceza Mahkemesinin (Asliye Ceza Mahkemesi) talebi üzerine Adli Tıp Kurumu Ankara Trafik İhtisas Daire Başkanlığınca sanıkların kusurları hakkında 9/6/2014 tarihli bir rapor düzenlenmiştir. Anılan raporda; başvurucunun asli, diğer sanık Ş.nin ise tali kusurlu olduğu şeklinde değerlendirmede bulunulmuştur. Asliye Ceza Mahkemesinin 19/11/2014 tarihli kararıyla R.K.ya yönelik taksirle yaralama eyleminin sübuta erdiği gerekçesiyle başvurucunun 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Ayrıca diğer sanık Ş., R.K.ya yönelik taksirle yaralama suçundan 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmış ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, Asliye Ceza Mahkemesinin söz konusu kararının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun \"Taksirle yaralama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: \"(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.... (5) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/5 md.) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kişinin yaşamına ve vücut bütünlüğüne yönelen ancak ihmal suretiyle meydana gelen olaylara ilişkinetkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara tek başına ya da bir ceza soruşturmasıyla birlikte hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73; Ercan Bozkurt/Türkiye, B. No: 20620/10, 23/6/2015, § 59; Cavit Tınarlıoğlu/Türkiye, B. No: 3648/04, 2/2/2016, § 114; Fatih Çakır ve Merve Nisa Çakır/Türkiye, B. No: 54558/11, 5/6/2018, § 42). ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2108", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taksirle yaralama suçundan açılan ceza davasında yeterli araştırma yapılmadan eksik şekilde karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 22/10/2010 tarihinde gözaltına alınmış; 26/10/2010 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, tefecilik yapma, nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı soruşturma sonunda31/5/2011 tarihli iddianame ile başvurucu ile birlikte 96 şüpheli hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etme, nitelikli yağma, tehdit, silahla tehdit, kişi hürriyetini kısıtlama, suç üstlenme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından cezalandırılmaları istemiyle haklarında kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK mülga madde ile görevli) E.2011/133 sayılı dosyası kapsamında 22/6/2011 tarihinde yapılan tensiple başvurucu ile birlikte 43 tutuklu sanığın tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Yargılama başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) mülga maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/89 sayılı dosyasında 21/3/2014 tarihinde yapılan tensiple başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Duruşmada verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara başvurucu tarafından itiraz edilmiş, itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 1/4/2014 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir. Başvurucu 11/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 16/6/2014 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5083", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, \"satmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak ve nakletmek\" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada müdafi huzurunda savunması alınmadan mahkûmiyet kararı verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi veya manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvuru, 17/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/11/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gürpınar Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/12/2000 tarihinde, talep etmediği için müdafi atanmaksızın ifadesi alınarak, tutuklanması talebiyle Gürpınar Sulh Ceza Mahkemesine sevk edilmiş, Mahkemece aynı tarihte, talep etmediği için müdafi atanmaksızın başvurucunun savunması alınarak tutuklama talebinin reddine ve serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında, Gürpınar Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 12/1/2001 tarih ve 2001/3 sayılı fezleke, görevli ve yetkili Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca, 17/1/2001 tarih ve E.2001/25 sayılı iddianame ile başvurucu dışındaki diğer iki şüpheli hakkında \"teşekkül halinde uyuşturucu ticareti yapmak\" suçundan kamu davası açılmış, aynı tarihte başvurucu ve diğer şüpheli hakkında ek takipsizlik kararı verilmiştir. Başsavcılıkça 17/1/2001 tarihinde açılan kamu davası, Van 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2001/28 sayılı dosyasına kaydedilmiş, Mahkemece 11/3/2004 tarihinde yapılan duruşmada, daha önce hakkında ek takipsizlik kararı verilen başvurucu hakkında Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında, Başsavcılığın 18/3/2004 tarih ve E.2004/89 sayılı iddianamesi ile \"teşekkül halinde uyuşturucu madde ticareti yapmak\" suçundan kamu davası açılmış, Van 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2004/109 sayılı dosyasına kaydedilen dava, 19/3/2004 tarih ve E.2004/109, K.2004/110 sayılı kararla Mahkemenin E.2001/28 sayılı dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Mahkemece, Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesine yazılan talimat ile başvurucunun talebi doğrultusunda müdafi atanmaksızın savunması alınmıştır. Mahkeme, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi nedeniyle 5/1/2006 tarihli duruşmada başvurucuya müdafi atanmasına karar vermiş, 23/3/2006 tarihinde Baro tarafından başvurucuya müdafi tayin edilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılması üzerine yargılamaya Van Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK. maddesi ile görevli) devam edilmiş olup, Mahkemece, 29/4/2010 tarih ve E.2001/28, K. 2010/107 sayılı karar ile başvurucunun \"satmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak ve nakletmek\" suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/11/2013 tarih ve E.2013/12825, K.2013/10330 sayılı ilâmıyla onanmıştır. Karar, 25/12/2013 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu, 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/729", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, \"satmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak ve nakletmek\" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada müdafi huzurunda savunması alınmadan mahkûmiyet kararı verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi veya manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talebiyle 30/10/2013 tarihinde dava açmıştır. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 14/1/2019 tarihli kararının temyiz edilmesi üzerine yargılama devam etmektedir. Başvurucular, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddiasıyla 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21044", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kanser hastası başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun tedbir ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/5/2019 tarihli tedbir talebi hakkında ara karar ile tedbir talebinin kabulüne, başvurucunun kemoradyoterapiden istifadesi ve hastalığının gerektirdiği tedavinin uzmanlaşmış bir hastanede yapılabilmesi için gerekli tedbirlerin derhâl alınmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 31/3/2017 tarihinde tutuklanarak Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılan yargılama sonunda başvurucu 4/4/2018 tarihinde isnat edilen suç nedeniyle 9 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu İzmir Bölge Adliye Mahkemesince 9/10/2018 tarihinde esastan reddedilmiş, hüküm temyiz incelemesi neticesinde Yargıtayca 24/4/2019 tarihinde bozulmuştur. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesince başvurucu hakkında düzenlenen 26/3/2019 tarihli sağlık kurulu raporunda, nazofarenks ca (üst yutak kanseri) tanılı hastanın durumunun hayati tehlike arz edebileceği, kemoradyoterapi süresince infazın tehirinin gerektiği, hastalığın sürekli ve ağır hastalık olduğu ve başvurucunun ceza infaz kurumunda hayatını idame ettiremeyeceği hususları belirtilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından sağlık kurulu raporu 3/4/2019 tarihinde yazılan yazı ekinde Mahkemeye gönderilmiş olup Mahkeme anılan dosyanın istinaf incelemesinde olduğu gerekçesiyle raporu Bölge Adliye Mahkemesine bildirmiştir. Başvurucu 15/5/2019 tarihli başvuru formunda, sağlık kurulu raporuna istinaden tahliye talebiyle 6/5/2019 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına, Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe yazdığını ancak talebine cevap verilmediğini belirtmiş ve tedbir talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumuna başvurucunun sağlık durumu, tedavisi ve tutma koşullarına ilişkin 24/5/2019 tarihinde yazılan yazıya verilen cevapta,i. Başvurucunun 31/3/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna alındığı, aynı tarihli Kuruma giriş muayenesinde normal fizik muayene bulgularının mevcut olduğu, herhangi rahatsızlık beyan etmediği, tespit edilen başka herhangi bir kronik veya bulaşıcı rahatsızlığının bulunmadığı, genel sağlık durumunun iyi olduğu,ii. 31/3/2017-30/4/2019 tarihleri arasında toplam dört defa üst solunum yolu ve ağrı rahatsızlıklarına istinaden Kurum revirinde muayenelerinin yaptırıldığı, Kurum aile hekimi tarafından reçete edilen ilaçların kendisine elden teslim edildiği,iii. 16/11/2018-17/12/2018 tarihleri arasında toplam altı defa boyunda kitle şikâyetiyle Menemen Devlet Hastanesi Kulak Burun Boğaz Polikliniğine sevk edildiği, burada yapılan tetkik ve muayeneleri sonucunda üst yutak kanseri şüphesiyle yapılan biyopsi sonucunda atipik hücreler izlenen başvurucunun üçüncü basamak sağlık kuruluşu olan hastaneye sevk edildiği,iv. 20/12/2018-5/4/2019 tarihleri arasında toplam on defa İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Polikliniğine üst yutak kanseri şüphesiyle sevkedildiği, burada yapılan biyopsi ve nükleer tıp incelemesi sonrası üst yutak kanseri teşhisiyle kemoterapi ve otuz üç seans ışın tedavisi planlandığı,v. 8/4/2019 tarihinden itibaren hafta tatilleri ve resmî tatiller hariç otuz üç seans ışın tedavisi ve haftada bir gün olmak üzere kemoterapiye başlandığı, tedavinin hâlen devam etmekte olduğu,vi. 3/5/2019 tarihinde Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde yapılan muayenesinde son üç ayda %10'dan fazla ağırlık kaybı meydana gelmesi nedeniyle başvurucuya altı aylık sıvı gıda (mama) takviyesi raporu verildiği, başvurucunun bunu düzenli olarak kullandığı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm tarafından 29/5/2019 tarihli tedbir talebi hakkında ara karar ile tedbir talebinin kabulüne, başvurucunun kemoradyoterapiden istifadesi ve hastalığının gerektirdiği tedavinin uzmanlaşmış bir hastanede yapılabilmesi için gerekli tedbirlerin derhâl alınmasına karar verilmiştir. Kararda başvurucunun ceza infaz kurumunda kalmasının hayati bir risk teşkil edip etmeyeceği yönünde Adli Tıp Kurumundan rapor istenmediği gibi başvurucunun tahliye talebi konusunda da bir karar verilmediği, başvurucunun ceza infaz kurumunda kalmasının yaşamı üzerinde ciddi sonuçlar doğurabileceği sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemece Yargıtay bozma ilamı sonrasında tanzim olunan 31/5/2019 tarihli Tensip Tutanağı'nda verilen ara karar ile tahliye edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Abdullah Baybaşin, B. No: 2014/5161, 20/9/2017, §§ 28-32; Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §§ 19-B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Abdullah Baybaşin, §§ 33- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17034", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanser hastası başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, iskânen tahsis edilen ancak tapuya tescil edilmeyen taşınmazın aynen verilmesi yerine kaim olmak üzere tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan 1945 doğumlu olan Aysel Dinçel Kocaeli'de, 1935 doğumlu olan Günsel Sancaktar ise İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucular 2001 yılında ölen S.nin çocuklarıdır. Başvurucuların 1940 yılında ölen dedesi A. altı nüfustan oluşan ailesiyle birlikte 1925 yılında Langaza (Yunanistan) mübadili olarak Türkiye'ye gelmiştir. Bursa Valiliğince 1925 yılında aileye diğer bazı emvalin yanında Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkiinde bulunan 5 dönümlük bir tarla da iskânen tahsis edilmiştir. Bursa Valiliğinin 31/5/1932 tarihli yazısıyla söz konusu taşınmaz 22/3/1931 tarihli ve 1771 sayılı Mübadele ve Teffiz İşlerinin Kat'i Tasfiyesi ve İntacı Hakkında Kanun hükümleri uyarınca aileye temlik edilmiştir. Belirtilen taşınmaz iskân tevzi defterinin 379, esas defterinin 1006 ve temlik defterinin 583 numaralarında kayıtlıdır. Ancak ihtilaf konusu taşınmaz tapuda başvurucuların dedesi adına tescil edilmemiştir. 1935 yılında yapılan kadastroda söz konusu taşınmaza ilişkin iskân kaydı herhangi bir parsele uygulanmamış ve tapu kaydına dönüştürülmemiştir. A.nın oğlu olan S. (başvurucuların babası) 1968 yılında Köyişleri Bakanlığına verdiği dilekçeyle Karaman köyü Yenibağlar mevkiinde bulunan 5 dönümlük taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Köyişleri Bakanlığı 8/4/1968 tarihli işlemle talebi reddetmiştir. S. bu işlemin iptali istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinde (Danıştay) dava açmıştır. Danıştay 18/11/1969 tarihinde işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, aradan uzun süre geçtiği için bu yerin aynen tespitinin mümkün olmadığı vurgulandıktan sonra iskânen tahsis edildiği hâlde tapuya tescil edilmediği anlaşılan 5 dönüm tarlanın aynen veya başka bir yerde bu kadar bir arazi verilmesi suretiyle veya tazminen davacının iskân hakkının tamamlanması gerektiği belirtilmiştir. S. kararın infazı için 24/8/1971 Bursa Toprak İskân Müdürlüğüne dilekçe vermiştir. Dilekçeye cevap verilmemesi üzerine S. 10/12/1987 tarihinde bir kez daha idareye başvurmuştur. S., Hazineye ait yerlerden 5 dönüm verilmesini talep etmiştir. Ancak S. bu müracaattan da netice alamamıştır. S.nin ölümünden sonra bu sefer başvurucular 18/12/2009 tarihinde Ertuğrulgazi Millî Emlak Müdürlüğüne başvurarak Bursa ili Karaman köyü Yenibağlar mevkiinde 5 dönüm tarlanın Danıştay kararı gereğince kendilerine verilmesini talep etmiştir. Ertuğrulgazi Millî Emlak Müdürlüğü 25/1/2010 tarihli yazıyla, talebin 19/9/2006 tarihli ve 5543 sayılı İskân Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, bu sebeple kendilerince yapılacak bir işlemin bulunmadığını belirtmiş ve başvurucuların dilekçesini, ekleriyle birlikte Bursa İl Bayındırlık ve İskân Müdürlüğüne gönderilmiştir. Başvurucular 27/6/2012 tarihinde Bursa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Bursa Valiliği ve Hazine aleyhine dava açmıştır. Başvurucular, Bursa ili Osmangazi ilçesi Alaşar köyünde bulunan 268, 329 ve 1941 parsel numaralı taşınmazlardan muadil olan birisinin adlarına tescil edilmesini, bunun mümkün olmaması hâlinde tazminat ödenmesini talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 22/9/2014 tarihinde verdiği kararla tescil talebini reddetmiş, tazminat talebini ise kabul ederek başvurucular lehine 000 TL tazminata, dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtay kararlarına atıfta bulunularak iskânen verilen taşınmazlarda mülkiyet hakkının iskân defterinin mülki amir tarafından onaylanmasıyla doğacağı, tahsis edilen taşınmazın tapuya işlenmemesinin sonuca bir etkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, S. tarafından açılan davada Danıştayca verilen kararda başvurucuların eksik iskân hakkının aynen veya tazminen karşılanması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiş; kesinleşmiş Danıştay kararının aksinin tartışılmasının mümkün bulunmadığının altı çizilmiştir. Taşınmazın aynen tesliminin fiilî imkânsızlık sebebiyle mümkün bulunmadığının kabul edildiği kararda, bilirkişiler tarafından eşdeğer taşınmaz esas alınarak hesaplanan 000 TL'nin başvuruculara tazminat olarak ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna müracaat etmemiştir. Davalı idarelerin temyiz istemini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay) 4/11/2015 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını oyçokluğuyla bozmuştur. Kararın gerekçesinde, tescil isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasının temyizin konusunu teşkil etmediği vurgulanmıştır. Kararda, ihtilaf konusu taşınmazın tahsisinin mülki amir tarafından onaylanmasıyla mülkiyetin devrinin gerçekleştiği, iskân kaydının tapu siciline işlenmemesinin sonuca etkili olmadığı belirtilmiş; iskânen tahsisin mülkiyetin tescilden önce kazanıldığı hâllerden olduğu ifade edilmiştir. Demirkapı Mahallesi Yenibağlar mevkiindeki 5 dönüm tarlaya ait iskân kaydının herhangi bir parsele uygulanmadığına ve tapu kütüğünde kayıt oluşturulmadığına işaret edilen kararda, başvurucuların murislerinin 1935 yılında yapılan kadastro sonuçlarına itiraz etmek suretiyle iskân kaydının tapuya işlenmesini temin etmeleri gerektiği ifade edilmiştir. Kararda, murislerin zamanında kanuni haklarını kullanmadığının altı çizilmiş; taşınmazın davalılar adına tescil edilmemiş olması sebebiyle davalıların sebepsiz zenginleşmesinin söz konusu olmadığı vurgulanmıştır. Taşınmazın tahsis tarihinden sonra kadastroya ilişkin olarak dört kanunun yürürlüğe girdiğine işaret edilen kararda, tüm bu kanunlarda hak düşürücü sürelerin yer aldığı ve önceki tapu kayıtlarının hepsinin anılan kanunlardaki hak düşürücü sürelerin dolmasıyla tasfiye edildiği belirtilmiştir. Kararda, bu kanunlardan sonuncusu olan 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nda öngörülen hak düşürücü sürelerin geçmesinden sonra Hazine aleyhine dava açılmasının hukuken mümkün bulunmadığı vurgulanmıştır. Borçlar hukukundaki haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ve genel zamanaşımı sürelerinin de geçtiğinin belirtildiği kararda, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Karara muhalif kalan bir üye ise Danıştay kararının gereğinin yerine getirilmesinin Anayasa'nın maddesinin son fıkrası uyarınca zorunlu olduğunu ve Danıştay kararının yok hükmünde sayılamayacağını belirtmiştir. Muhalefet görüşünde, başvurucuların mülkiyet hakkını kazandığı ve Danıştay kararında da bunun teyit edildiği ifade edilmiş; idarenin Danıştay kararını uygulayacağı izlenimi yaratan birtakım işlemler tesis ederek başvurucularda beklenti yarattığı, dolayısıyla zamanaşımı definin ileri sürülmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Karşıoy yazısında, başvurucuların hangisi olduğunu bilmediği bir taşınmaz için 3402 sayılı Kanun kapsamında dava açmaya zorlanamayacağına, imkânsız bir şeyi yapmasının başvuruculardan istenemeyeceğine işaret edilmiş; Danıştay kararının doğruluğunun sorgulanmasının Anayasa'nın maddesiyle bağdaşmayacağına dikkat çekilmiştir. Karşıoy yazısında netice itibarıyla başvuruculara tazminat ödenmemesinin mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı görüşü açıklanmıştır. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 2/5/2017 tarihinde bozma kararındaki gerekçeyle davayı reddetmiştir. İlk derece mahkemesi kararı Yargıtayın 11/4/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Yargıtayın 25/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/1/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. 16 Nisan 1340 (1924) tarihli ve 488 sayılı Mübadeleye Tabi Ahaliye Verilecek Emvali Gayri Menkule Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir: \"Mübadele suretiyle Yunanistan'dan gelen veya evvelce gelmiş olup mübadeleye tabi bulunan muhacirinden Yunanistan'da emvali gayrimenkule terkeylemiş olanlara mevaddı âtiyede münderiç şartlar ve nisbetler dahilinde ve sureti katiyede emvali gayrimenkule tefviz olunur.\" 28/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil, Gayri Mübadil, Muhacir Vesaireye Kanunlarına Tevfikan Tefviz Veya Adiyen Tahsis Olunan Gayri Menkul Emvalin Tapuya Raptma Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Mübadeleye tabi ahaliye verilecek emvali gayri menkule hakkındaki 16 nisan 1340 tarih ve 488 numaralı kanun ile 8 teşrini sani 1339 tarih ve 368 numaralı ve 13 mart 1926 tarih ve 781 numaralı kanunlarla kendilerine gayri menkul evmal tefviz ve icar edilmiş veya edilecek olan ve tefviz ve icra muameleleri Dahiliye veya mülga İskân vekâletince alelusul tasdik olunan mübadillerin ellerindeki tefviz vesikalarına mukabil tapu senedi verilir.\" 1771 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"16 nisan 1340 tarih ve 488 numaralı mübadeleye tabi ahaliye verilecek emvali gayri menkule hakkındaki kanunun ikinci maddesinin son fıkrasında yazılı hat dahilinde 1331 numara ve 28 mayıs 1928 tarihli mübadil, gayri mübadil ve muhacirlere tahsis olunan gayri menkullerin tapuya raptına dair kanunun birinci maddesinde gösterilen nisbetler kat'î tasfiyeye esastır.Bu nisbetler dahilinde mevcut hükümlere tevfikan ittihaz edilmiş olan teffiz kararları kat'î ve muteberdir. Bu kanunun neşrinden sonra teffiz kararı ittihaz olunamaz. \" 1771 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Gerek iskânı adî gerek teffiz suretile mübadillere, muhacirlere ve harikzedelere temlik edilecek gayri menkuller tapu harcı alınmadan tapuya raptolunur.\" 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: \"Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar.Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2236", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iskânen tahsis edilen ancak tapuya tescil edilmeyen taşınmazın aynen verilmesi yerine kaim olmak üzere tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işlemin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, sivil memur olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrinde (KKK) görev yapmakta iken 5/12/2011, 12/12/2011 ve 20/12/2011 tarihlerinde bir İnternet sitesinde yayımlanan ve başvurucuya ait olduğu iddia edilen cinsel içerikli ses kayıtlarının memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelikte ahlak dışı, yüz kızartıcı ve utanç verici eylem teşkil ettiği gerekçesiyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.Soruşturma aşamasında temin edilen Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığınca hazırlanan 29/12/2011 tarihli uzmanlık raporunda, İnternet ortamında yayımlanan ses kayıtlarında anlam bütünlüğünü bozmak amacıyla konuşulan kelimelerin yerleri değiştirilerek farklı anlamlar üretmek, farklı sesler eklemek veya çıkarmak gibi herhangi bir manipülasyon yapılmadığı, ses örneği ile kayıtlardaki seslerin kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait olduğu, başvurucu ile aynı birimde görevli sekiz kişiye ses kayıtlarının dinletildiği ve kayıtlarda yer alan sesin başvurucunun sesine benzediğinin bu kişilerin bir kısmı tarafından belirtildiği, ayrıca ses kayıtlarında yer alan ifadelerin başvurucunun özel yaşantısı ile uyumlu olduğu sonucuna varılmış ve söz konusu ses kayıtlarının kuvvetle muhtemel başvurucuya ait olduğu şeklinde bir değerlendirmede bulunulmuştur. Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 10/7/2012 tarihli ve MÜT-12-665-J dosya numaralı kararıyla başvurucunun ses kayıtları hakkında bilgilendirilmeden savunma yazısı yazmak zorunda kaldığı, söz konusu ses kayıtlarının gerçek dışı olduğu ve her durumda kişiler arasındaki konuşmaların dinlenip kayda alınmasının suç teşkil ettiği, buna rağmen ses kayıtlarının soruşturma konusu yapılmasının hukuka aykırı olduğu savunması karşısında her ne kadar İnternet ortamında erişime sunulan ses kayıtlarının hukuka aykırı olarak elde edilip yayımlandığı değerlendirilebilecek ise de idare hukukunda her türlü delil ile disiplin soruşturması yapılabileceğinin yerleşik yargısal uygulamalarla sabit olduğu, bu kapsamda başvurucunun fiilinin memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak şeklinde değerlendirildiği, özel düzenlemelerle TSK’da görevli devlet memurlarına disiplin hukuku bakımından daha katı kuralların uygulanmasına yasalarca imkân tanındığı ve başvurucunun şahsi dosyasında ödül veya başarı belgesi mevcut olmakla birlikte eylemin niteliğinin TSK’nın itibarını derinden sarsacak nitelikte olduğu belirtilerek başvurucuya 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendi ve 4/4/1983 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 11/3/1983 tarihli Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin beşinci fıkrasının (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmiştir. Hakkında verilen disiplin cezasının iptal edilmesi talebiyle 10/8/2012 tarihinde başvurucu tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açılmış ve dava dilekçesi ile yargılama sürecinde verilen dilekçelerde, söz konusu ses kayıtlarının TSK’yı yıpratma amacı taşıyan ve kim tarafından yönetildiği bilinmeyen bir İnternet sitesinde yayımlandığı, kayıtların kendisine ait olmadığı, hakkındaki disiplin soruşturmasının ön yargı ile ve özensiz olarak yürütüldüğü, ses kayıtları üzerinde eklemeler ve değişiklikler yapılabileceği gözetilmeden varsayımlar üzerinden kaydın kendisine ait olduğu sonucuna ulaşıldığı, gizli şekilde kaydedilen ve yayımlanan kayıtların gerçekliği üzerinde bulunan şüphe bir yana söz konusu kayıtlar gerçek dahi kabul edilse eylemler ile tesis edilen idari işlem arasında adil bir denge kurulmadığı, yasal yollardan elde edilmeyen ve gerçekliği hususunda kesin bir tespit yapılamayan delillerle sonuca gitmenin hukuka açıkça aykırı olduğu, gerek soruşturmada dayanılan delillerin niteliği ve soruşturma usulü gerekse aleyhine verilen çıkarma cezası nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği ve idarenin özellikle bir alt ceza uygulanması noktasındaki takdir yetkisini doğru kullanmayarak hizmetin gerekleri ve kamu yararı ile kişisel yarar arasındaki dengeyi tesis edemediği iddia edilmiştir. Davalı idare savunmasında, söz konusu ses kayıtlarında başvurucunun eşinin tayininin Gürcistan’a çıktığı ve kendisinin ücretsiz izin aldığı şeklinde ifadelerin bulunduğu, her ne kadar İnternet ortamında erişime sunulan söz konusu ses kayıtlarının hukuka aykırı olarak elde edilip yayımlandığı değerlendirilebilecek ise de kamu görevlilerinin hizmete başlarken ilgili mevzuatın öngördüğü kurallara uymayı kabul ettikleri ve başvurucunun disiplin soruşturmasına konu eylemleri memuriyet sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici eylemler olduğundan savunmasında belirttiği hususların hukuki bir geçerliliği bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu arada başvurucu ile beraber toplam on bir kişi farklı tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak birtakım İnternet sitesinde kendileri hakkında asılsız iftira ve hakaret boyutunda yazılar yazılmış olması nedeniyle şikâyetçi olmuşlardır. Yapılan soruşturma sonucunda üç şüpheli tespit edilmiştir. Şüphelilerin ifadeleri alınmış, daha sonra bunların işlenen suçlarla bir ilişkisi olmadığı sonucuna varılarak Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/12/2012 tarihli ve K.2012/76709 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. AYİM Başsavcılığının 7/2/2013 tarihli ve 2013/178 sayılı yazısında, kamu hizmetini yürütecek olan kamu görevlisinin bu göreve atandıktan sonra hangi özellikleri bulundurmaya devam etmesi gerektiği hususunda saptama yapılmasının idarenin takdir yetkisine girdiği, kamu görevinin devletin saygınlığını ve güvenilirliğini idame ettirebilecek kamu görevlileri aracılığıyla yürütülmesinin temini amacıyla çıkarma cezası dahil olmak üzere çeşitli idari yaptırımların uygulanabileceği, bu doğrultuda başvurucu hakkında tesis edilen işlemde herhangi bir hukuka aykırılık durumu bulunmadığı, işlem tesisinde ve bir alt cezanın uygulanmamasında idare tarafından takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kalındığı sonuç ve kanaatiyle davanın reddine karar verilmesi yönünde görüş bildirilmiştir. AYİM İkinci Dairesinin 25/9/2013 tarihli ve E.2012/827, K.2013/1120 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. AYİM’in ret gerekçesi şöyledir: “… K.K.K.lığı İstihbarat Başkanlığı emrinde devlet memuru olarak görev yaptığı anlaşılan davacının, sosyal medyada 06 Aralık 2011, 12 Aralık 2011 ve 20 Aralık 2011 tarihlerinde, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı konuşmalarına ilişkin üç ses kaydının yayımlanması nedeniyle, davalı idare tarafından iddia edilen yayınları tahkik etmek maksadıyla iki ayrı idari tahkikat heyeti oluşturuldu; idari tahkikat sürecinde davacının eşi A.Y.'nin yazılı ifadesinde söz konusu iddiaların doğruluğunun tespitine yönelik olarak ses kayıtlarında manipülasyon ve eklenti olup olmadığına ilişkin kriminal incelemenin yapılmasını, herhangi bir montaj ve manipülasyon olmadığının anlaşılması durumunda davacı olan eşi İlknur YÜKSEL’in ses kaydı örneği vererek karşılaştırma yapmaya gönüllü olacağını kabul ettiği, bunun üzerine sosyal medyada yer alan ses kayıtlarının incelenmek üzere Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına gönderildiği, ancak davacının eşi A.Y.'nin daha sonra eşi davacı İlknur YÜKSEL ile görüşmeyi müteakip ses kaydı örneği vermeyi ve karşılaştırma yapılmasını reddettiği, ses kayıtlarında yer alan bayan sesinin davacı İlknur YÜKSEL'e ait olup olmadığının tespiti maksadıyla İdari Tahkikat Heyeti vasıtasıyla davacının mesai arkadaşlarının ifadelerinin alındığı, ifadeleri alınan sekiz personelden beşinin söz konusu ses kayıtlarının davacının sesine benzediğini ifade ettikleri, davalı idarenin söz konusu ses kayıtlarını Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına gönderdiği, Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığının 2012 tarih ve 2011/1683 numaralı “Uzmanlık Raporu”nda ses kayıtları ile ilgili herhangi biri manipülasyon, eklenti yapılmadığı ve üç ses kaydındaki (06-12-20 Aralık 2012) bayan sesinin kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait olduğunun belirtildiği, 26 Aralık 2011 tarihinde davacıya ait olduğu iddia edilen iki ses kaydının daha sosyal medyada yer aldığı ve bu ses kayıtlarının davalı idare tarafından Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına gönderildiği, Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığının 2012 tarih ve 2011/1718 numaralı “Uzmanlık Raporu”nda ses kayıtları ile ilgili herhangi bir manipülasyon, eklenti yapılmadığı ve bu kayıtlarda geçen bayan sesinin kuvvetle muhtemel muhtemel daha önce incelenen üç ses kaydındaki bayan sesi ile aynı kişiye ait olduğunun tespit edildiği, dava dosyasındaki son iki ses kaydında yer alan bilgiler ile davacı İlknur YÜKSEL’in ve davaya konu olan erkek şahısların bazı bilgilerinin birebir örtüştüğü; davacı İlknur YÜKSEL’in Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildikten sonra kendi rızasıyla ve bir refakatçi ile birlikte Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına gittiği ve bahse konu ses kayıtları ile ilgili ses kaydının karşılaştırılması için ses örneği verdiği, Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığının 2012 tarih ve 2012/0857 numaralı “Uzmanlık Raporu”nda davacı İlknur YÜKSEL’e ait ses kaydı ile sosyal medyada yer alan ses kayıtlarının incelenmesi neticesinde “ses kayıtlarının kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait olduğunun” belirtildiği anlaşılmıştır. Dava dosyasında yer alan bilgi, belge ve ortaya konulan deliller ışığında davacıya isnat edilen eylemin 657 sayılı Kanunun 125/E(g) maddesi kapsamında memuriyet sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici bir hareket olarak değerlendirilmesinde ve bu sebeple MSB’lığı Yüksek Disiplin Kurulunca devlet memurluğundan çıkarılmasında ve bu karar uyarınca ilişiğinin kesilmesinde hukuka aykırılık olmadığı kanaatine varılmıştır. Anayasada memurların görev ve sorumluluklarını, disiplin kovuşturma usulünü düzenleyen 129’uncu maddesinde, “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” şeklinde genel bir ilke yer aldığı, suç ve cezaya ilişkin ilkeler ile disiplin hukukuna ilişkin ilkeler arasında temelde farklılıklar bulunduğu, kamu personeli hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi disiplin soruşturmasının yapılabildiği, nitekim 657 sayılı Kanunun 125 ve 131’inci maddelerinde disiplin hukukunun bağımsızlığı ilkesinin belirtilmiş olduğu, kamu görevlisi hakkında yargılama yapılıp beraat kararı verilse dahi bu kurumun, disiplin cezası verilmesine engel bir hal olmadığı, dava konusu olayda hukuka aykırı elde edildiği belirtilen delillerin sosyal medyada yayımlandığı, bu durumdan haberdar olan davalı idarenin, disiplin hukukunun yukarıda belirtilen özelliklerini ve olayın niteliğini göz önüne alarak disiplin hukuku açısından bir değerlendirme yapabileceği, kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu, idarenin kamu hizmetini yürütecek ajanlarını alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu gibi; statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkanı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak ajanlarını bünyesi dışına çıkarmasının da doğal bir gelişme olduğu, bunun sonucu olarak da kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarmasının da kamu hizmeti gereği olduğu, Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini üstlenen Türk Silahlı Kuvvetlerinin temelini oluşturan disiplin anlayışına uygun davranması ve kamu hizmetinin gerektirdiği saygınlığa sahip olması gerektiğinden davacı hakkında MSB’lığı Yüksek Disiplin Kurulunca devlet memurluğundan çıkarılmasında ve bu karar uyarınca iliğinin kesilmesi şeklinde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. Her ne kadar davacı vekili davacının geçmiş başarıları ve disiplin durumu dikkate alınarak bir alt disiplin cezası verilmesi gerektiğini iddia etmiş ise de; bu konuda davalı idarenin takdir yetkisinin olduğu, davacının eylemlerinin vasıf ve mahiyeti ile yoğunluğu dikkate alındığında davalı idarenin bu konudaki takdir yetkisini hukuka uygun kullandığı kanaatine varılarak, davacı vekilinin bu iddiasına itibar edilmemiştir. …” Karara katılmayan bir üyenin karşıoy yazısında aşağıdaki gerekçelere yer verilmiştir: “Davacıya isnat edilen eylemlerin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler olduğu ve devlet memurluğundan çıkarmayı gerektirdiği; Ayrıca bu eylemlerin vasıf, mahiyet ve yoğunluğu dikkate alındığında bir alt cezanın uygulanmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı yönündeki sayın çoğunluk görüşüne katılıyorum. Ancak bu eylemlerin hukuka uygun delillerle ortaya koyulması gerekir. Davacıya isnat edilen eylemler \"tskkulis@hotmail.com\" isimli kime ait olduğu belli olmayan internet sitesinde yayımlanan konuşma kayıtlarına dayanmaktadır. Bu kayıtların kimler tarafından ne şekilde elde edilerek bu siteye konulduğu konusunda herhangi bir belge bulunmamaktadır. Bu haliyle anılan kayıtlar hukuka aykırı olarak elde edilip yayımlanan belge niteliğindedir. Bu husus gerek MSB Yüksek Disiplin Kurulu kararında gerekse davalı idarenin savunmasında \"Her ne kadar internette erişime sunulan ses kayıtlarının hukuka aykırı elde edilip değerlendirilebilecekse de\" şeklinde belirtilmek suretiyle kabul edilmektedir. Dolayısıyla davacı hakkında internet sitesinde yayımlanan kayıtların hukuka aykırı olduğu konusunda taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır.Gerek MSB Yüksek Disiplin Kurulu kararında gerekse davalı idarenin savunmasında; internette yayımlanan ses kayıtlarında yer alan \"eşinin tayininin Gürcistan'a çıktığı, kendisinin ücretli izin aldığı, kızları ...'nın burada kalacağı ...\" yönündeki ifadelerin davacının özel yaşamı ile uyumlu olması nedeniyle anılan kayıtların davcıya ait olduğu hususunda haklı bir şüphe oluşturduğu beyan edilmiş ise de, anılan bilgiler davacıyla aynı yerde çalışan herkes tarafından bilinebilecek genel bilgiler olduğundan, bu bilgiler hukuka aykırı olarak elde edilen delilleri destekleyerek, anılan çıkarma işlemini haklı çıkaracak bilgiler değildir. Dava konusu olayda açıklığa kavuşturulması gereken husus hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin disiplin soruşturmasında delil olarak kabul edilip edilemeyeceğidir. T. Anayasasının 38'inci maddesine 03/10/2001 tarih ve 4709 Sayılı Kanunun 15'inci maddesiyle eklenen 7'inci fıkrası; \"kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez.\" hükmünü amirdir. Davalı idarece Yargıtay ve Danıştay içtihatlarından örnekler verilerek, hukuka aykırı olarak elde edilen bulguların disiplin hukukunda delil olarak kabul edilebileceği beyan edilmiş ise de; Anayasanın \"Temel haklar ve ödevler\" başlıklı ikinci kısmında düzenlenen bu hüküm sadece ceza yargısında değil, hukuk yargısı ve idari yargıda da geçerlidir. Yani sadece ceza yargıcı değil, disiplin hukuku yönünden yargı denetimi yapan idare hukuku yargıcı da yapacağı yargılamada bu hükmü esas almak zorundadır. Anayasayı yorumlama konusunda tek yetkili mercii olan Anayasa Mahkemesi 1991 tarih ve 1990/12 E, 1991/7 K sayılı kararında özetle; Anayasanın 38'inci maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığı belirtilerek disiplin cezalarının Anayasanın 38'inci maddesi kapsamında olduğu yönünde hüküm vermiştir. Tüm bu nedenlerle hukuka ve kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilerek tek başına davacının ilişiğinin kesilmesine esas kabul edilmesi mümkün değildir. Diğer bir husus, hukuka aykırı olduğu konusunda ihtilaf bulunmayan bu kayıtların inandırıcılığı sorunudur jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığının 2012 tarihli Uzmanlık Raporunda; sosyal medyada yer alan ses kayıtları ile davacıya ait ses kaydının incelenmesi neticesinde ses kayıtlarının kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait olduğu belirtilmiştir. Yani anılan uzmanlık raporunda incelenen ses kayıtlarının kesin olarak davacıya ait olduğuna ilişkin beyanda bulunamamıştır. Yine davacıyla aynı görev yerinde çalışan mesai arkadaşları da ses kayıtlarının kesin olarak davacıya ait olduğu yönünde görüş bildirmemişlerdir. Bu bilgiler ile TBMM Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu bünyesinde kurulan Teknik Alt Komisyonca görüşüne başvurulan Bilkent Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Enis Çetin'in \"ses sinyallerinin rakamlarla konuşmaya döküldüğü, sinyali konuşmaya dönüştüren rakamların işlenmesiyle herhangi bir kişiye ait yeni bir konuşma elde edilebileceği, yeterince ses kaydı olan bir kişiye hecelerin kes-yapıştır yöntemiyle montajlanmasıyla her şey söylenebilir.\" Beyanlar ve bilgisayarda İngilizce konuşan bir kişiyi dinledikten sonra bir program vasıtasıyla söylemediği halde bu kişinin sesiyle \"Ahmet Enis\" dedirtmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde anılan kayıtlar inandırıcılık yönünden de tek başına çıkarma işlemi için yeterli değildir. Davacının ilişkide olduğu iddia edilen şahısların kimlikleri ve bu şahıslardan birine ait mobil telefon numarası davalı idare tarafından bilinmesine ve bu şahıslardan iki tanesi TSK'lerinde askerlik yükümlülüğünü yerine getirmesine rağmen, bu şahısların bilgisine başvurulmamıştır. Mahkememizce de bu husus araştırılmamıştır. Oysa ki, Mahkememizce resen araştırma ilkesi gereğince en azından bu şahısların talimatla ifadelerinin tespiti ile bu şahıslar ile davacının kullandığı telefon numaraları tespit edilerek, GSM kuruluşlarından bu numaraların anılan dönem ait görüşme kayıtlarının (bu numaraların hangi numaraları aradıkları ve hangi numaralardan arandıkları) getirilerek birbirleri arasında görüşme yapıp yapmadıklarının araştırılması ve bu şahıslara ait ses örneklerinin alınarak mevcut ses kayıtları ile karşılaştırılarak bu konudaki uzman görüşünün alınmasını müteakip, elde edilecek sonuçlara göre karar verilmesi gerekirken bu hususlar araştırılmadan sadece hukuka aykırı olduğu sabit olan bir delile dayanılarak karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluk görüşüne katılamadım.” Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 22/4/2014 tarihli ve E.2014/725, K.2014/602 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. 30/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 657 sayılı Kanun'un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: … E - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: … g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak.” 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir.” Yönetmelik’nin mülga maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …5 - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: … g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak.” ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7738", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işlemin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30780", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/11/2014, 29/12/2014, 29/5/2014 ve 7/12/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/20334, 2014/7708 ve 2015/19008 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/17239 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bir kısım basvurucular murisleri Yusuf Sarıdağ, Küleyp Hazar ve Halef Savcı'nın 1978 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkemece verilen karar Yargıtayca bozulmuş, bozmadan sonra Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17239", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, olağanüstü hâl (OHAL) döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararname (KHK) ile tesis edilen devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali ve bu işlem nedeniyle mahrum kalınan hakların tazmini talebiyle OHAL'in sona ermesinden sonra açılan davanın reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde korgeneral olarak görev yaparken 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin ekinde yer alan 1 Sayılı Liste ile kamu görevinden çıkarılmıştır. 19/7/2018 tarihinde OHAL sona ermiştir. Başvurucu, 16/8/2018 tarihinde idareye başvuruda bulunmuştur. Başvuru dilekçesinde başvuru tarihi itibarıyla OHAL'in sona erdiğini belirten başvurucu, OHAL'in sona ermesi sebebi ile OHAL döneminde tesis edilen hukuki işlemlerin yasal temelinin kalmadığını belirterek hakkında tesis edilen kamu görevinden çıkarma işleminin kaldırılmasını, göreve iade edilmesini ve kamu görevinden çıkarılması sebebiyle uğradığı zararların tazminini talep etmiştir. Başvurucunun talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu zımni ret üzerine, OHAL'in sona ermesi sebebi ile hakkında tesis edilen kamu görevinden çıkarma işleminin yasal temelinin kalmadığını belirterek 6/11/2018 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 17/4/2019 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 668 sayılı KHK'nın8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile aynen kabul edildiğine, KHK ile kamu görevinden çıkarılanlar yönünden OHAL İşleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) müracaat zorunluluğu getirildiğine işaret edilmiştir. Başvurucu karara karşı 6/5/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 9/10/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucu vekiline elektronik tebligat usulüyle 20/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 18/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41125", "Başvuru Konusu":"Başvuru, olağanüstü hâl (OHAL) döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararname (KHK) ile tesis edilen devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali ve bu işlem nedeniyle mahrum kalınan hakların tazmini talebiyle OHAL'in sona ermesinden sonra açılan davanın reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 15/3/1965 tarihinde İzmir Kadastro Mahkemesinde açılan ve 2/1/2013 tarihinde asli müdahil olarak katıldığı kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 7/10/2013 tarihinde İzmir Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Ş.T. tarafından, H.D ve kırk dört davalı aleyhine 15/3/1965 tarihinde Bornova Asliye Hukuk Mahkemesinde meni müdahale ve ecrimisil davası açılmıştır. Mahkemece, 21/11/1972 tarih ve E.1965/173, K.1972/667 sayılı kararla Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Bornova Tapulama Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bornova Tapulama Mahkemesi, E.1973/113, K.1974/99 sayılı kararla dosyanın Tapulama Müdürlüğüne gönderilmesine hükmetmiştir. Başvurucunun murisi ile Ş.T. arasında 1976 yılında “Arsa Satışı Ön Sözleşmesi” düzenlenmiş, bu sözleşmeye göre başvurucunun murisi, taşınmazı kısmen Ş.T.’den satın almıştır. Bornova Tapulama Müdürlüğü, kadastro tespiti çalışmalarını tamamlayarak 1986 yılında, dosyayı Bornova Tapulama Mahkemesine göndermiş, Mahkemece 21/11/1986 tarihinde, E.1986/13 sayılı dava dosyasında yargılamaya başlanmıştır. Orman İdaresi ve Maliye Hazinesi davalı olarak yargılamaya katılmışlardır. Bornova Tapulama Mahkemesinin 13/10/2003 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararıyla kapatılması üzerine, yargılamaya İzmir Kadastro Mahkemesinin E.2013/14 sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. Başvurucunun murisi 7/11/2012 tarihinde vefat etmiş olup geride başvurucu ile murisin eşi kalmıştır. Başvurucu, murisinin 1976 yılında taşınmazı Ş.T. isimli kişiden kısmen satın aldığını ileri sürerek, 2/1/2013 hâkim havale tarihli dilekçesi ile asli müdahil olarak davaya katılma talebinde bulunmuş, aynı tarihte başvuru harcını yatırmıştır. Başvurucu, 7/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzmir Kadastro Mahkemesince, 29/4/2014 tarihinde, asli müdahil başvurucunun davasının, asıl dava dosyasından tefrikine ve ayrı esasa kaydedilmesine karar verilmiştir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesi, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7858", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 15/3/1965 tarihinde İzmir Kadastro Mahkemesinde açılan ve 2/1/2013 tarihinde asli müdahil olarak katıldığı kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, tazminat talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada ihlal kararına uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, istinaf incelemesinin duruşmasız olarak yapılması, istinaf mahkemesi kararının kesin olarak verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Anayasa Mahkemesinin Sedat Haspolat (B. No: 2014/12849, 20/7/2017) kararına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planı Başvurucu 1946 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı kurumlarda öğretmen olarak görev yapmıştır. Başvurucu aynı zamanda öğretmenlik görevinden arta kalan zamanlarında serbest avukatlık faaliyetinde bulunmuştur. Başvurucu, Emekli Sandığı yanında 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun maddesinde düzenlenen topluluk sigortasına tabi olmuş ve 1/1/1980 ile 29/5/2001 tarihleri arasında avukatlık hizmetlerinden dolayı topluluk sigortasına toplam 608 iş günü karşılığı prim ödemiştir. Başvurucu, öğretmenlikten 15/9/1994 tarihinde emekli olmuş ve bu tarihten itibaren Emekli Sandığı tarafından başvurucuya emeklilik aylığı bağlanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından başvurucuya 506 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca 1/8/2002 tarihinden itibaren topluluk sigortası kapsamında yaşlılık aylığı ödenmeye başlanmıştır. Emekli Sandığı ile yapılan yazışmalar sonucunda başvurucunun 1/1/1967-1/7/1967 ve 1/1/1970-15/9/1994 tarihleri arasında Emekli Sandığına tabi hizmetlerinin olduğu, 15/9/1994 tarihinden itibaren de Emekli Sandığı tarafından kendisine emeklilik aylığı bağlandığı anlaşılmıştır. SGK İstanbul İl Müdürlüğünün (İl Müdürlüğü) 31/3/2008 tarihli işlemiyle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesine atıfta bulunularak başvurucunun aynı zamanda Emekli Sandığından da yararlandığı gerekçesiyle topluluk sigortası kapsamındaki yaşlılık aylığı ödemeleri durdurulmuştur. Aynı işlemde 1/8/2002 ile 21/4/2008 tarihleri arasında ödenen toplam 096,12 TL'lik yaşlılık aylığının 1/1/1980 ile 29/5/2001 tarihleri arasında ödenen primler mahsup edildikten sonra kalan kısmının tahsilinin sağlanması için gereken işlemlerin yapılması istenmiştir. İl Müdürlüğünün 31/3/2008 tarihli başka bir yazısıyla başvurucudan -096,12 TL borcu ödemek üzere- en kısa zamanda İl Müdürlüğüne müracaatı istenmiştir.B. Yaşlılık Aylığının Kesilmesi ile Geçmişe Yönelik Borç Çıkarılmasına İlişkin İşleme Karşı Açılan Davalar Yaşlılık aylığının kesilmesi ve geçmişe yönelik olarak 096,12 TL borç çıkarılmasına ilişkin 31/3/2008 tarihli işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle başvurucu tarafından İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Anılan Mahkemenin 14/7/2008 tarihli kararıyla davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz istemi, Danıştay Onbirinci Dairesinin 22/4/2009 tarihli kararıyla reddedilerek karar onanmıştır. Başvurucu 12/8/2008 tarihinde aynı işleme karşı İstanbul İş Mahkemesinde de dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde emekli aylıklarının ödenen primlerin neması niteliğinde olduğunu ve kesilemeyeceğini ileri sürülmüştür. Anılan Mahkemece 16/12/2009 tarihinde dava reddedilmiştir. Kararda, 1136 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Emekli Sandığına tabi olarak çalışıldığı sürelerde yatırılan topluluk sigortası primlerinin geçerli olmadığı ve ayrıca Emekli Sandığına tabi olarak emekli olunduktan sonra topluluk sigortasına tabi olunmasının mümkün olmadığı gerekçelerine dayanılmıştır. Değinilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 13/5/2010 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu Aleyhine Başlatılan İcra Takibi ve Açılan İtiraz İptali Davası İl Müdürlüğü tarafından 1/6/2009 tarihinde Şişli İcra Müdürlüğünde başvurucu aleyhine 096,12 TL anapara, 060,85 TL de faiz olmak üzere toplam 157,01 TL'nin tahsili amacıyla icra takibi başlatılmıştır. Başvurucunun itirazıyla takibin durması üzerine İl Müdürlüğü 29/7/2009 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) itirazın iptali davası açmıştır. Başvurucu, karşı dava açarak emeklilik için ödediği primlerin en yüksek banka mevduat faizi uygulanmak suretiyle iadesi isteminde bulunmuştur. İş Mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi raporuna, yaşlılık aylığının kesilmesine ve geçmişe yönelik borç çıkarılmasına ilişkin işleme karşı açılan davada davanın reddine ilişkin olarak İş Mahkemesince verilen kararın Dairenin 13/5/2010 tarihli kararıyla onanarak kesinleştiği işlenmiştir. Raporda ayrıca 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun ve devamı maddelerinin olayda uygulanacağının Yargıtay tarafından da kabul edildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin değerlendirmenin bu mevzuata göre yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Raporda, başvurucunun çifte sigortalılık durumunu bilmesi nedeniyle anılan maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca geriye yönelik on yıllık ödemelerin tahsilinin mümkün olduğu ve dolayısıyla 6/11/1998 tarihinden sonra yapılan tüm ödemelerin iadesinin istenebileceği görüşü açıklanmıştır. Bilirkişi raporunda, idarenin 6/11/2008 tarihli yazıyla durumdan haberdar olduğu kabul edilerek 1/6/2009 tarihinde başlatılan icra takibinin bir yıllık zamanaşımı süresi içinde olduğu savunulmuştur. Raporda son olarak başvurucu tarafından yatırılan primler 28,04 TL, bunlara işleyen faiz ise 144,75 TL olarak hesaplanmıştır. İş Mahkemesince 22/5/2013 tarihli kararla İl Müdürlüğü tarafından açılan dava kabul edilerek itirazın iptaline ve takibin devamına karar verilmiş, başvurucunun karşı davası da kısmen kabul edilmiştir. Kararın gerekçesinde idari işleme karşı açılan davanın İstanbul İş Mahkemesinin 16/12/2009 tarihli kararıyla reddedildiği ve bu kararın Daire tarafından onanarak kesinleştiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca idarenin 6/11/2008 tarihinde çifte sigortalılık durumundan haberdar olması üzerine bir yıl içinde takibat başlattığı ifade edilmiştir. Gerekçenin devamında 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca geriye dönük on yıllık yersiz ödemelerin iadesi yoluna gidilmesinin mümkün olduğu açıklanmıştır. İş Mahkemesi kararında, başvurucu tarafından ödenen topluluk sigortası primlerinin Emekli Sandığı ile çakışan döneme isabet eden bölümünün iadesi gerektiği belirtilerek bilirkişi tarafından hesaplanan 28,04 TL anapara ve 144,75 TL faiz olmak üzere toplam 172,79 TL'nin başvurucuya ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 22/8/2013 tarihli dilekçe ile bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunun 506 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrası hükmünün uygulanması gerektiğini savunmuştur. Dilekçede başvurucu, anılan hüküm uyarınca yersiz ödenen yaşlılık aylıklarının iadesinin istenmesinin mümkün olmadığını ifade etmiş; davacı idarenin bu hüküm yerine işlemin tesis edildiği tarihten sonra 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun hükümlerini uyguladığını belirtmiştir. Temyiz dilekçesinde ayrıca 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun maddesinin yedinci fıkrası gereğince icra takibinin alacağın öğrenilmesinden itibaren bir yıl içinde başlatılması gerekirken 1/6/2009 tarihinde başlatılmış olması nedeniyle hak düşürücü sürenin geçtiğini ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak ödenen primlerin güncellenerek iadesi gerektiğini vurgulamıştır. Dairenin 26/5/2014 tarihli kararıyla karar onanmıştır. Anayasa Mahkemesine Yapılan Bireysel Başvuru Başvurucu 1/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru formunda; topluluk sigortası kapsamında ödenen yaşlılık aylığının kesilmesi ve önceden ödenenlerin de iadesi yolunda işlem tesis edilmesi, bu işlem üzerine topluluk sigortasına ödenen primlerin iadesi istemiyle açılan davada iadesine hükmedilen primlerin güncellenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar ileri sürmüştür. Başvuru dilekçesinde ayrıca 334 TL'ye ulaşan iade borcu nedeniyle taşınmazının ve aracının haczedildiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi 20/7/2017 tarihinde başvuruyu karara bağlamıştır. Anılan kararda, başvurucunun yaşlılık aylığının geleceğe yönelik olarak iptal edilmesi şikâyeti zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Başvurucunun avukatlık faaliyeti kapsamında topluluk sigortasına ödediği 608 iş günü karşılığı primin güncellenmemesine yönelik şikâyetinin ise bu iddianın ilk kez temyiz aşamasında ileri sürülmesi sebebiyle başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Araç ve ev haczine yönelik şikâyet de temellendirilemediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi son olarak, ödenen yaşlılık aylıklarının iadesi istemiyle ilgili şikâyeti incelemiştir. Anılan kararda yaşlılık aylıklarının başvurucuya ödenmekle mevcut mal varlığı hâline geldiği ve bunların iadesi yolunda işlem tesis edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna ulaşmış (Sedat Haspolat, §§ 64-65), müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının düzenlenmesi şeklindeki üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiğini değerlendirmiştir (Sedat Haspolat, §§ 66-70). Anayasa Mahkemesi bundan sonraki aşamada müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığını incelemiştir. Derece mahkemelerinin geçmiş dönemde yapılan ödemelerin iadesine ilişkin 31/3/2008 tarihli işlemin yasal dayanağı olarak 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendini gösterdiklerini gözeten Anayasa Mahkemesi, müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır (Sedat Haspolat, §§ 74-78). Anayasa Mahkemesi, müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı hususunda inceleme yapılırken Anayasa'nın maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin ve bu bağlamda kanunların geriye yürümezliği ilkesinin de gözönünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmiştir (Sedat Haspolat, § 75). Anayasa Mahkemesi kişilere yükümlülük yükleyen bir kanun hükmünün yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönemde tesis edilen idari işlemlere uygulanmasının geriye yürüme mahiyeti taşıdığına vurgu yapmış, kanunların hukuk devletinin temel güvencelerinden biri olan geriye yürümezlik ilkesini zedeleyecek biçimde uygulanması suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunulmasının kanunilik güvencesinin ihlali sonucunu doğurabileceğine işaret etmiştir (Sedat Haspolat, § 77). İdari işlemin tesis edildiği tarihte 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin yürürlükte olmadığını hatırlatan Anayasa Mahkemesi 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren söz konusu hükmün 31/3/2008 tarihinde tesis edilen idari işlemin yasal dayanağını teşkil etmesinin mümkün olmadığını belirtmiş, idare veya derece mahkemelerince başkaca bir yasal dayanağın da gösterilmediğinin altını çizerek başvurucuya ödenen yaşlılık aylıklarının iadesinin istenmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sedat Haspolat, § 78). Müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığını tespit eden Anayasa Mahkemesi, ölçülülük ilkesi yönünden ayrıca bir denetim yapmamıştır (Sedat Haspolat, § 80). E. İhlal Kararından Sonraki Süreç İhlal kararı sonrasında İş Mahkemesince yeniden yargılama yapılmıştır. İş Mahkemesi 6/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazının iptali ve takibin devamı şeklindeki önceki hükmü onamıştır. Kararın gerekçesinde 506 sayılı Kanun'un maddesi metnine yer verildikten sonra 5510 sayılı Kanun'la anılan hükmün yürürlükten kaldırıldığı ve yersiz ödemelerin iadesi konusunun 5510 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlendiği hatırlatılmıştır. Kararda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/6/2011 tarihli ve E.2011/21-362, K.2011/409 sayılı kararına atıfla kanunların geriye yürümesi konusunda mevzuatta genel bir düzenleme bulunmadığı, ilke olarak her kanunun yürürlüğe girdiği andan itibaren derhâl hukuksal sonuçlar doğurmaya başlayacağı, sosyal güvenlik hukukunun kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle bu alandaki kanunların yürürlüğe girdiği andan itibaren derhâl hukuki sonuçlar doğuracağı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına yollama yapan İş Mahkemesine göre 506 sayılı Kanun'un maddesi yersiz ödemelerin kayıtsız şartsız iadesini öngördüğü hâlde 5510 sayılı Kanun'un maddesi hak sahibinin iyi niyetli olması ile kötü niyetli olmasına göre ayrım yapmıştır. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun'un maddesi 506 sayılı Kanun'un maddesine nazaran lehe bir düzenleme niteliğindedir. Sosyal güvenlik hukukunun kamu düzenini ilgilendiren niteliği karşısında 5510 sayılı Kanun'un maddesi hükmünün devam etmekte olan uyuşmazlıklara da uygulanması gerekir. 5510 sayılı Kanun'un maddesi sebepsiz zenginleşme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğindedir, bu nedenle 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliği vardır. İş Mahkemesi, avukat olan başvurucunun topluluk sigortası primi ödediğini ve bunun çifte sigortalılık durumuna girebileceğini bilebilecek durumda olduğunu kabul etmiş ve 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre geriye doğru on yıllık süre ile sınırlı olarak yersiz ödemeleri iade sorumluluğunun bulunduğunu ifade etmiştir. İş Mahkemesi ayrıca 5510 sayılı Kanun'un uygulanamayacağı kabul edilse dahi idari işlem tarihinde yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında davalıdan yaşlılık aylıklarının iadesinin istenmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde önceki aşamalarda ileri sürülen iddiaları tekrarlamakla birlikte Anayasa Mahkemesi kararının yok sayıldığını ifade etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, kararın temyiz değil istinaf kanun yoluna tabi olduğu gerekçesiyle başvurunun İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 13/12/2018 tarihinde karar vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 25/12/2019 tarihli kararıyla istinaf istemini esastan kesin olarak reddetmiştir. Bununla birlikte Bölge Adliye Mahkemesi ilk derece mahkemesininkinden farklı bir gerekçeye yer vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının ilgili kısmında özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Değerlendirilmesi gereken öncelikli mesele mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararında da müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.ii. Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında; yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımlarının maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınacağı, maddesinde ise yanlış ve yersiz olarak alınmış olduğu anlaşılan primlerin alındıkları tarihlerden on yıl geçmemiş ise hisseleri oranında işverenlere ve sigortalılara geri verileceği, primleri geri verilenlere hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından yapılmakta olan yardımlar ile verilmekte olan ödenek ve aylıkların -ilgililer bu sebeple gerekli yardım tahsis ve ödeme şartlarını yitirmiş olurlarsa- durdurulacağı, şu kadar ki daha önce sağlanan yardımlara ait giderlerin ilgililerden geri alınmayacağı hükme bağlanmıştır.iii. 1136 sayılı Kanun'un maddesi gereğince topluluk sigortasından yararlanması ve ayrıca 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olması yasal olarak mümkün bulunmayan davacının sigortalılığının ve yaşlılık aylığının iptaline yönelik kurum işlemi kanuna uygun bulunduğundan kurum tarafından davacıya yapılan yaşlılık aylığına ilişkin ödemelerin yasal dayanağı kalmamış, ödemeler yersiz ödeme niteliği kazanmıştır. Yersiz ödemelerin geri alınması ise 506 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenmiş olup başvurucudan geri ödenmesinin talep edilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. iv. Aynı Kanun'un maddesindeki \"Şu kadar ki, daha önce sağlanan yardımlara ait giderler ilgililerden geri alınmaz.\" düzenlemesi ise yalnızca iyi niyetli sigortalıları kapsamaktadır. Buna göre sigortalı; sahte belgeler sunarak, sigortalı olamayacağını bilebilecek durumda olduğu hâlde kurumu yanıltmak veya gerçek durumunu gizleyerek buna ilişkin bilgi ve belgeleri saklamak suretiyle sigortalı niteliği kazanmış ve sigorta yardımlarından yararlanmışsa yersiz ödemelerin iadesi mümkündür. Anılan hüküm yersiz ödemenin kurumun hatalı işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı, diğer bir deyişle yersiz ödemeye sigortalının neden olmadığı durumlarda uygulanabilir. Bu düzenlemenin 818 sayılı Kanun'daki karşılığı maddedir. Dolayısıyla iyi niyetli sigortalının iade yükümlülüğünün bulunmadığının kabulü gerekir.v. Avukatlık mesleğinin icra eden başvurucu 1136 sayılı Kanun'un maddesindeki düzenlemeyi ve çifte sigortalılığın hukuken mümkün bulunmadığını bilebilecek durumda olduğu gibi topluluk sigortasına girişte ve aylık talebi sırasında 5434 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olduğuna ve yaşlılık aylığı aldığına dair bilgi vermediğinden başvurucunun iyi niyetli olarak kabulü mümkün değildir. Bir kimsenin kendi kusurundan yararlanması evrensel hukuk ilkelerine de aykırıdır. Bu nedenle de başvurucunun 506 sayılı Kanun'un maddesinin son cümlesinden ve 818 sayılı Kanun'un maddesinden yararlandırılması mümkün değildir. Hâl böyle olunca Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen mülkiyet hakkına müdahalenin kanunilik unsurundaki yoksunluk, yargılamanın iadesi talebinin konusu kararın onanmasına dair ilk derece mahkemesi kararı ile giderilmiştir. Nihai karar 13/7/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 506 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:\"Yanlış ve yersiz olarak alınmış olduğu anlaşılan primler, alındıkları tarihlerden on yıl geçmemiş ise, hisseleri oranında işverenlere ve sigortalılara geri verilir.İşverenlere geri verilecek primler için Kurumca kanuni faiz de ödenir. Bu faiz, primin Kuruma yatırıldığı tarihi takibeden aybaşından iadenin yapıldığı ayın başına kadar geçen süre için hesaplanır.Primleri geri verilenlere, primleri iptal edilen çalışmaları dolayısiyle, Kurumca iş kazalariyle meslek hastalıkları sigortasından yapılmakta olan yardım ve ödemeler durdurulur. Hastalık, Analık, Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarından yapılmakta olan yardımlar ile verilmekte olan ödenek ve aylıklar ise, ilgililer bu sebeple gerekli yardım, tahsis ve ödeme şartlarını yitirmiş olurlarsa durdurulur. Şu kadar ki, daha önce sağlanan yardımlara ait giderler ilgililerden geri alınmaz.\" 506 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:\"Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı saklıdır.\" 1136 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:\"188 inci maddede yazılı olanlar dışında kalan avukatların 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 86 ncı maddesinde gösterilen 'Topluluk Sigortasına' girmeleri zorunludur. Ancak, bu zorunluluk (Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası) bakımından olup, (İş kazaları ve meslek hastalıkları), (Hastalık) ve (Analık) sigortalarına girmek avukatın isteğine bağlıdır.Topluluk Sigortasına tabi olan avukatlar hakkında bu kanundaki özel hükümlere aykırı olmamak kaydı ile, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 05/01/1961 gün ve 228 sayılı Kanun ve bu kanunların ek ve tadilleri hükümleri uygulanır.\" 1136 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:\"Emekliliğe tabi bir görevde çalışmakta olanlar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamına girenler (Aynı kanunun 85 inci maddesindeki isteğe bağlı sigortadan faydalananlar dahil), geçici 2 nci maddedeki borçlanmak hakkından faydalananlar ile T. Emekli Sandığından emeklilik veya malullük aylığı almakta olan yahut 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa göre yaşlılık veya malullük sigortasından faydalanmış bulunanlar ve aynı kanunun geçici 20 nci maddesindeki şartlara uygun olarak faaliyette bulunan sandıklara tabi bulunan veya bu sandıklardan faydalanmış olanlar 186 ncı madde uyarınca topluluk sigortasına giremezler.Avukatın yukarıki fıkraya göre topluluk sigortasına girememesi, avukatlık meslekinin icrasına engel teşkil etmez.\" 5510 sayılı Kanun'un 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,...itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.\".B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamındaki davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin mülk edinme hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin sosyal güvenlik ödemeleri ve sosyal yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM, bu hükmün Sözleşmeci devletlerin herhangi bir sosyal güvenlik planını uygulayıp uygulamayacağının ya da bu planlar çerçevesinde kişilere ne tür menfaatlerin sağlanacağının ve bunların miktarının ne kadar olacağının belirlenmesi hususundaki serbestisine sınırlama getirmediğini vurgulamaktadır. Ancak AİHM'e göre Sözleşmeci devletlerin -ister önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın- sosyal yardım ödemesi yapılmasını öngören yasal bir düzenlemenin bulunması durumunda bu düzenlemenin ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamına giren mülkiyete ilişkin bir menfaat doğurduğu kabul edilmelidir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, § 38). AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin yaşamını sürdürebilmek için hayatlarının tamamında ya da bir bölümünde sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduğunu belirtmektedir. AİHM, birçok hukuk sisteminin bu bireylerin belli bir derecede belirlilik ve güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar sağladığını ve bu çerçevede -öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi şartıyla- bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda düzenlemelere yer verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM'e göre bireylerin iç hukuka göre sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatler ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamına girer (Moskal/Polonya, § 39). AİHM'e göre bir ekonomik menfaatin sonradan ortadan kaldırılması, olayın somut koşulları çerçevesinde tek başına o ekonomik menfaatin en azından ortadan kaldırıldığı ana kadar ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamında mülk olarak görülmesini engellemez. Öte yandan tartışma konusu ekonomik menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı durumlarda koşulun yerine getirilmemesi sonucu kaybedilen hakkın ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülk olarak değerlendirilmesi mümkün değildir (Moskal/Polonya, § 40). AİHM, sosyal adaletin önemine dikkat çekmekle birlikte bunun kural olarak kamu otoritelerinin -ihmallerinden kaynaklananlar da dâhil olmak üzere- hatalı işlemlerini geri almasına engel teşkil etmeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM'e göre aksi karara varılması, haksız zenginleşme yasağına aykırılık oluşturur. Bu durum aynı zamanda sosyal güvenlik sistemine katkı payı ödeyen ve özellikle katkı payı ödedikleri hâlde kanuni koşulları taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan diğer bireylere haksızlık oluşturur. Son olarak bu, sınırlı kamu kaynaklarının kamu yararına uygun olmayan alanlara harcanması sonucunu doğurur (Moskal/Polonya, § 73). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22495", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada ihlal kararına uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, istinaf incelemesinin duruşmasız olarak yapılması, istinaf mahkemesi kararının kesin olarak verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, 24/5/2002 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasına ilişkin yargılama sonunda, delillerin takdirinde ve değerlendirilmesinde hataya düşülerek davanın reddedildiğini, keyfi ve gerekçesiz kararlar verildiğini, bilirkişi raporlarının kararlara yanlış aktarıldığını, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, yaşam hakkının, çalışma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, gerekli görülmesi halinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına veya yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesi talep etmiştir. Başvuru, 31/5/2013 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 24/5/2002 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasında, dava konusu iki ayrı taşınmazın, kırk yılı aşkın zamandır nizasız ve fasılasız olarak malik sıfatı ile zilyedi olduğunu belirterek, kadastro tespiti dışında kalan söz konusu taşınmazların adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi, 17/11/2005 tarihli ve E.2003/312, K.2005/420 sayılı kararı ile resmi kurumlardan alınan bilgiler, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporları ile tanık beyanları, diğer Mahkemeler nezdinde yapılan zilyetlik araştırması doğrultusunda, anılan taşınmazların fen bilirkişisi ve orman bilirkişisinin raporlarına göre orman tahdidinin dışında fundalık, çalılık bir arazi iken başvurucunun babası tarafından 1963 yılından başlayıp, 1965 yılına kadar imar ihya çalışmaları ile kültür arazisi haline getirildiğini, her iki yerin dava tarihine kadar zilyetlik ile edinme süresinin de dolduğunu belirterek, davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalı Maliye Hazinesinin temyiz talebinde bulunması sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/3/2009 tarihli ve E.2009/2159, K.2009/5134 sayılı ilâmı ile “…3402 Sayılı Kadastro Kanun’un maddesi gereğince orman sayılmayan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen ve il, ilçe ve kasabaların imar planları kapsamında kalmayan araziden masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilip tarıma elverişli hale getirilen (ev ve benzeri tesisler yapmak, dışarıdan toprak getirilerek tarıma elverişli hale getirmek imar ihya olarak kabul edilemez) ve imar ihyanın tamamlandığı tarihten tescil davasının açıldığı ya da tesbit tutanağının düzenlendiği güne kadar 20 yıl süreyle zilyet edildiği ileri sürülerek tapuya tescili istenen taşınmazların, Kadastro Kanunu’nun maddesinde yazılı diğer koşulların yanında niteliğinin, imar ihya edildiğinin ve üzerinde sürdürülen zilyetliğin, başlangıç ve süresinin, kullanılıp kullanılmadığının ve tasarruf sınırlarının ne olduğunun takdiri delil olan yerel bilirkişi ve tanık sözleri yanında, gerçeğin bir resmi olan en eski tarihli hava fotoğrafı ile gerçeğin modeli olan memleket haritaları ile dava ya da kadastro tesbit tarihinden 15 - 20 yıl önce en az iki zamanda birbirini izleyen bindirmeli olarak çekilen çiftli hava fotoğrafları ve bu fotoğrafların yorumlanması ile üretilen memleket haritaları ve standart topografik fotogrametri yöntemi ile düzenlenen kadastro haritalarının, özellikle ön bindirmeli çekilen ve birbirini izleyen streoskopik çift hava fotoğraflarının streoskop aletiyle ve üç boyutlu olarak incelenip kesin olarak belirlenmesi gerekir. Somut olayda mahkemece, anlatılan biçimde bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. ….  Ayrıca, a) Taşınmazın eski ve yeni niteliği konusunda jeoloji mühendisinden de ayrıntılı rapor alınmalı, b) Keşif sırasında taşınmazın çeşitli yönlerinden hali hazır durumunu gösterir renkli fotoğrafları çektirilip onaylanarak dava dosyası içine konulmalı, c) Davanın açıldığı tarihten önce ya da sonra Hazine yetkilileri tarafından hazırlanan idari tahkikat ve haksız işgal (ecrimisil) tutanakları varsa bu tutanaklar da yerine uygulanıp tutanaklarda ismi yazılı kişiler tanık sıfatıyla dinlenilmeli, d) Özgürler Toprak Sanayi A.Ş. tarafından, beton santralı yapılmak üzere Hazineden taşlık ve çalılık 500 m2 alanın kiralanmak ya da satın alınmak istenmesi üzerine, Hazine tarafından bu yerin tescili yoluna gidildiği, bu amaçla tespit işlemi yapıldığı, üzerinde bulunan gecekondu sahipleri için işgalci olarak ecrimisil tahakkuk ettirildiği, gecekonduların yıkılma aşamasında olduğu, aynı yöreye ilişkin dosyalarda, Milli Emlak Müdürlüğünce bildirildiğine göre, ilgili belge ve haritalar getirtilerek çekişmeli taşınmazın bu arazinin içinde olup olmadığı belirlenmeli,…” gerekçelerine dayanarak İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi bozma ilamına uyarak yaptığı yeniden yargılamada, bozma ilâmında eksik olduğu belirtilen hususları yerine getirmiş, taşınmazın bulunduğu yerdeki memleket haritası ve hava fotoğraflarını getirtmiş, çevre parsellerin tedavüllü tapu kayıtlarını, tapulama tutanaklarını dosya içerisine almış, mahallinde mahalli bilirkişi, davacı tanıkları ile yeniden keşif yapmış, fen, orman, ziraat ve jeoloji bilirkişilerinden raporlar almış, yapılan inceleme ve değerlendirmeler sonucunda, 14/12/2010 tarih ve E.2009/182, K.2010/383 sayılı kararı ile “…Dava konusu taşınmazların bulunduğu yerde ilk tapulama tespitinin 1965 yılında yapıldığı, o tarihte dava konusu taşınmazların tapulama harici yer olarak bırakıldığı, orman bilirkişisinin raporunda gösterdiği üzere taşınmazların bulunduğu yerde 1946 yılında yapılan 4785 sayılı Kanun ile değişik 3116 sayılı Kanun’a uygun orman sınırlandırılmasında orman dışında kaldığı, hava fotoğrafları üzerinde cep streoskopi ile yapılan incelemede her iki bölümünde bodur, çalılık, makilik alan olarak tespit edildiği, memleket haritasında ise, A harfi ile gösterilen kısmın orman alanı içerisinde kısmen açıklık alanda, B harfi ile gösterilen kısmın ise, açıklık alanda olduğu, 1/000 ölçekli orman amenajman haritasında A harfi ile gösterilen yerin yeşil ile gösterilen orman alanlık içerisinde B harf ile gösterilen kesimin sınır olan beyaz renkli açıklık alan içerisinde olduğu bilirkişiler tarafından bildirildiğine göre kadastro tespitinin yapıldığı 1963 yılında dava konusu yerin imar ihyası yapılmayan makilik alan olduğu, bu sebeple davacı tanıklarının imar ihyanın tamamlandığı tarih olarak gösterdikleri 1951 yılının orman bilirkişinin raporunda teknik belgelerin incelenmesi denilen bölümle uyuşmadığı bu nedenle bu tanık beyanlarının doğruyu yansıtmadıkları, keza Yüksek Yargıtay’ın bozma ilamında gösterdiği üzere bir yer üzerinde ev yapmak ya da toprak çekmenin imar ihya mahiyetini taşımadığı, eylemli zilyetliğin ekonomik amaca uygun olarak sürdürülmediği, davacının A harfi ile gösterilen taşınmazda inşa halinde ev yapmaya çalıştığı ve jeoloji mühendisi bilirkişinin raporunda gösterdiği üzere 0- 05 metre karelik kısma toprak çekildiği, bunun dışında herhangi bir tarımsal faaliyetin bulunmadığı, diğer taşınmazda ziraat bilirkişisinin raporunda da belirttiği gibi üzerinde herhangi bir kültür bitkisinin bulunmadığı, yüzeyinin otlarla kaplı olduğu, bilirkişiye göre nadasa bırakıldığı belirtilmişse de burada da ekonomik amaca uygun bir kullanımın söz konusu olmadığı, kısmen imar ihyanın da tamamlanmadığı halen dava konusu edilen taşınmazın bir bölümünün çalılık halde olduğu,…” gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesi, 24/4/2012 tarih ve E.2011/5526, K.2012/6205 sayılı ilâmı ile bozma ilâmında ifade edilen hususlara göre hüküm kurulduğunu belirterek, temyiz itirazlarını reddetmiş ve İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi, 15/4/2013 tarih ve E.2013/2735, K.2013/4385 sayılı ilâm ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilâm 4/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 31/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun \"Usul ekonomisi ilkesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.\" 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un “b.Olağanüstü zamanaşımı” kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” 21/6/1987 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir: “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3840", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 24/5/2002 tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasına ilişkin yargılama sonunda, delillerin takdirinde ve değerlendirilmesinde hataya düşülerek davanın reddedildiğini, keyfi ve gerekçesiz kararlar verildiğini, bilirkişi raporlarının kararlara yanlış aktarıldığını, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, yaşam hakkının, çalışma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, gerekli görülmesi halinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına veya yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesi talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, şüpheli ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesine göre kendisine tebliğ edilen Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. T.nin Ölümü Başvurucunun eşi T. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olduğu iddiasıyla İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan soruşturma kapsamında 23/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve 27/7/2016 tarihinde tutuklanmıştır. T. 27/7/2016 günü saat 37'de İskenderun T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) teslim edilmiştir. T. İnfaz Kurumuna alındıktan bir gün sonra, saat 30 civarında yatağında ölü bulunmuştur. T.nin ölü bulunması üzerine İnfaz Kurumu tarafından düzenlenen tutanak şöyledir: ''...İskenderun T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumumuzda 2016 tarihinden saat: 19:00 ile 2016 tarihine saat: 08:00 arasındaki vardiya nöbetimizde saat: 06:30 sıralarında D BLOK Geçici 2 no'lu odanın uyarı butonunun ikaz vermesi üzerine oda mazgalına gidildi. Odada bulunan Tutuklular Tutuklu [T.nin] hiçbir duruma tepki vermediğini ve nefes almadığını söylemeleri üzerine durum derhal Kurum Nöbetçi Müdürü ve İnfaz ve Koruma Başmemuruna bildirildi. Gerekli güvenlik önlemleri alınarak odaya girildi. Tutuklu [T.] ranzanın üst tarafında bulunan yatakta hareketsiz bir şekilde yattığı ve durumlara tepki vermediği görüldü. İvedilikle 112 Acil arandı. Gelen 112 Acil ekibi yapılan kontroller sonrasında Tutuklu [T.nin] 'e[x]' olduğunu söyledi. Durum derhal Kurum Müdürüne, Nöbetçi Savcılığa ve Olay yeri incelemesi için Arsuz İlçe Jandarmaya bildirildi.'' B. Başsavcılık Tarafından Yapılan İşlemler Olay Yeri İncelemeleri, Ölü Muayene ve Otopsi İşlemleri Başsavcılık, ölüm olayı ile ilgili olarak derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında olay yeri öncelikle Cumhuriyet savcısı tarafından incelenmiştir. Ayrıca olay yeri uzman ekiplerce de incelenmiş, olay yerinin fotoğrafları çekilmiş, krokileri çizilmiş ve video kaydı yapılmıştır. Olay Yeri İnceleme Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir: ''...Gerekli arama işlemleri yapılarak içeri girildi. Olay mahallinde İskenderun ilçe jandarma komutanlığı olay yeri inceleme görevlisi [Y.O.nun] hazır olduğu görüldü. ...[Y.O.] ...İskenderun ilçe Jandarma Komutanlığında görevli, Usülen yemin yaptırılıp huzura alındı. Heyet halinde cenazenin bulunduğu geçici kabul 2 nolu koğuşa girildi. Koğuşun boşaltılmış vaziyette olduğu görüldü. Olay yerin inceleme görevlisine koğuşun mevcut halde fotoğraflanması talimati verildi. Cenazenin koğuşun girişine göre karşı duvarda sırada yer alan ranzanın katında yatar vaziyette olduğu görüldü. Detaylı fotoğraflama işlemi yapıldı. Bulunduğu haliyle kimlik bilgilerine göre [T] olarak tespit edilen şahsın tahminen 1,80 cm boylarında, 95-100 kg ağırlığında orta yaşlı bir erkek şahıs olduğu görüldü. Şahsın üzerinde yalnızca iç çamaşırının bulunduğu ve bu vaziyette sırt üstü yattığı görüldü. Ranzasında yatarken yapılan harici kaba ilk muayene ve gözlemde vücudunda herhangi bir darp cebir emaresi olmadığı görüldü. Cenaze üzerinde detaylı ölü muayene işlemlerinin yapılması amacıyla şahsın uygun bir ortama alınması talimatı verilerek; olay mahallinde yapılması icap eden görüntü kaydı, ölçüm, kroki çizimi için noktala vs. Soruşturma işlemleri tamamlandığında iş bu zaptın bu haliyle tamamlanıp hazır olanlarca imza altına alınmasına ve adli muayene işlemlerine geçilmesi için uygun mahale geçilmesine karar verildi.'' Olay yeri inceleme uzmanı tarafından düzenlenen inceleme raporu ise şöyledir:''...28 Temmuz 2016 günü saat 00 sıralarında Arsuz Ilçe J. K.lığı personeli olan [] telefon ile arayarak Arsuz Kara Hüseyinli Mahallesi T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda Tutuklu olan şahsın yatağında ölü olarak bulunması olayı meydana geldiğini, Nöbetçi C[umhuriyet] Savcısının talimatı ile bahse konu olay ile ilgili Olay Yeri incelemesi yapılması gerektiği bildirilmiştir. Olay Yerine aynı gün saat: 05 sıralarında hareket edildi ve saat 30 sıralarında gelindi. Nöbetçi Savcısı ile olay yeri incelemesine başlandı. Olay yerinin İskenderun T Tipi Ceza Infaz Kurumu D Blok Geçici Koğuş odası soldan ikinci çiftli ranza olduğu. ranzanın ikinci katında sırtüstü yatar vaziyette çıplak (Kilotlu) halde erkek cesedi tespit edildi. Koğuşta herhangi bir kimsenin olmadığı, koğuşun boşaltılmış olduğu görüldü. Cesette yapılan incelemede, kirli sakallı, esmer tenli. 85-90 m. boylarında, 95-100 kg. ağırlığında, 55-60 yaşlarında erkek şahıs olduğu tespit edildi. Şahsın [T.] olduğu cezaevi yönetiminin kayıtlarından tespit edildi. Fotoğraflamalar yapıldı. Maktulde herhangi bir darp cebir, ateşli silah ya da kesici alet izi ile ası izi görülmedi. Maktulde ölü morlukları henüz oluşmaya başladığı görüldü. Maktulün vücudu üzerinde gözle yapılan incelemede herhangi bir boğuşma izine rastlanmadı. Ölü muayenesi işlemleri için maktul yerinden alınarak aynı binada jandarma odasına getirildi. İncelemeye son verildi. İşbu olay yeri inceleme raporu tarafımdan tanzim edilerek imza altına alındı.'' Başsavcılık tarafından aynı tarihte ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu hususta düzenlenen tutanağın ilgili kısmı şöyledir: ''...Cezaevi personelinden alınan bilgiye göre; şahısla aynı koğuşta bir kalp hekiminin de aynı dosya kapsamında tutuklandığı bilgisi alınarak bahse konu kişinin de tıbbı bilgisinin bu olayla ilgili görgüsünün alınması faydalı görülerek idareye bahsedilen kalp hekiminin ifade işlemleri için bulunduğumuz mahale getirilmesi talimatı verildi. Bir süre sonra ekibini hazır edildiği bilgisi verildi. Şahıs huzura alındı. TANIK: [Z.Y.] ... İskenderun Kalp Merkezinde kalp uzmanı hekim olarak görev yapar. Tanıklığa engel hali yok. Usülen yemini yaptırılarak soruldu; Ben bu son olaylar sebebiyle 4 gündür emniyette göz altındaydım. Dün gece itibariyle tutuklanıp cezaevine getirildim. Vefat eden vatandaşla bizler de birlikte emniyetteydi ve o da tutuklandı. Cezaevinde de aynı koğuşta kalıyorduk. Son sağlık muayenemiz sırasında yani cezaevine gelmeden evvel devlet hastanesindeyken bu arkadaşın duruşu, fiziki durumu mesleki, alışkanlık itibariyle dikkatimi çekti. Bitkin ve çok yorgun gözüküyordu. Cezaevinde aynı koğuşa konulduktan sonra da kendisinde bir enfa[r]ktüs emaresi denebilecek bazı emareler gördüm. Hatta hekimlik mesleğimin bir gereği olarak kendisiyle konuşmak ihtiyacı duydum. 'İyi görünmüyorsunuz, kalp ağrınız herhangi bir şikayetiniz var mı' diye sordum. Bana cevaben 'iyiyim hocam önemli bir şeyim yok' gibi sözlerle mevzuyu geçiştirdi. Ben de üstelemedim. Ancak kaldığımız koğuşta hava müthiş sıcak ve boğucuydu. Benim şahsi kanaatim tabi emin olmamakla beraber bu şartların bir araya gelmesiyle bizim tıbben VF dediğimiz durumu gelişmiş ve ölüm meydana gelmiş olabilir. Ama tabii ki emin değilim. Olay ile görgüm bilgim bundan ibarettir dedi. İlk yapılan harici muayene ve gözleme göre şahsın yaklaşık 1,80-,185 cm boyunda, 105 kg tahmini ağırlıkta, 3-4 günlük sakallı, esmer tenli, kahverengi gözlü bir erkek cesedi olduğu görüldü. Kimlik bilgisine göre [T.] isimli vatandaş olduğu belirlendi. Detaylı muayeneye geçildi. BAŞ KISMININ MUAYENESİNDE; Şahsın kafatasında kemiklerde, boynunda herhangi bir kırık çıkık bulunmadığı ve genel olarak baş ve boyun muyanesinde herhangi bir kayda değer bulgu olmadığı tespit edildi. Yalnızca yer yer ölü morluklarının teşekkül etmeye başladığı belirlendi. GÖVDE KISMININ MUAYENESİNDE; Şahsın göğüs kafesinde, kollarında herhangi bir kırık çıkık bulgusu yahut darp emaresi bulunmadığı, sırtında da benzer şekilde herhangi bir emare bulunmadığı, ancak sırt ve bel kısmında tahminen 5-6 saatlik bir ölüme işaret eden morlukların başladığı gözlendi. Ayrıca göbek altında ve göbeğin sol üst çaprazında yaklaşık 50 kr ebatında üzerinden zaman geçmiş hafif2 morluk olduğu görüldü ve foto ğraflandı.ALT GÖVDE KISMININ MUAYENESİNDE: Şahsın genital bölgesinde genel olarak bacaklannda ve ayaklannda kayda değer herhangi bir ekimoz, iz yada bozulma olmadığı tespit edilip görüntü kaydı alındı. Nöbetçi Adli Tıp Huzura alındı: Beraberce yaptığımız muayene işlemlerindeki tespitlere katılıyorum. Cezaevine geldiğimde haricen aldığım bilgiye göre cenazenin şeker rahatsızlığı söz konusuymuş, tabi şu haliyle tespit etmek mümkün değil, Ayrıca duruma göre ilaçlannı az aldıysa veya fazla aldıysa bundan kaynaklı bir vefat olabilir. Yine şifaen kronik astım rahatsızlığı oldugu bilgisini aldım. Ancak söylediklerim tıbbi ihtimaller, tabi kanaatim değil. Şu haliyle ölüm sebebini tıbben söylemem zor. Bu haliyle sistematik otopsi yapılmasında fayda görüyorum. Bu konuda da takdiri size bırakıyorum. Gereği düşünüldü; Yapılan harici muyayene ile cenazenin kesin ölüm sebebi tespit edilemediğinden Adana Adli Tıp Grup Başkanlığına sevkine... [karar verildi.]'' Adana Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan otopsi sonucunda düzenlenen raporun ilgili kısmı şöyledir: '' ...DIŞ MUAYENE178 cm boyunda, 50-55 yaşlarında, yer yer kırlaşmış siyah saçlı, kahverengi gözlü, sünnetli bir erkek cesedinde; ölü lekelerinin kol ve bacaklarda oluştuğu, ölü katılığının vücutta gelişmiş olduğu görüldü.Batın sol üstte 2,5x2 cm.lik, batın altta 1,5 cm çaplı, batın solda 0,5 cm çaplı soluk renkli ekimozlar olduğu, batın altta yatay olarak katlantı yerinde 24 cm.lik parşömenleşmiş alan olduğu, sağ uyluk dışta 30x0,5 cm.lik nedbe, sağ el bilek arkada 1x0,5 cm.lik 2 adet soluk renkli ekimoz, sol ayak bilek içte 2,5 cm çaplı nedbe olduğu görüldü. Perine muayenesi normaldi.İÇ MUAYENEBaş Muayenesi: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri altında özellik görülmedi. Kafa kubbe kemikleri ve her iki temporal adale grubu sağlam bulundu. Kafatası kesilerek açıldı. Beyin-beyincik çıkarıldı, 1535 gram tartıldı. Beyinde sağ paryetal lobda 3 cm çaplı hiperemik alan örneklendi. Kesitleri soluk bulundu. Kafa kaide kemikleri sağlam bulundu. Ağız-Boğaz-Boyun Muayenesi: Boyun cilt altı ve kaslarda özellik görülmedi. Hyoid kemik ve troid kıkırdak sağlam bulundu. Trakea iç duvarının kanlı mai ile sıvalı olduğu görüldü. Servikal vertebralar sağlam bulundu. Göğüs Muayenesi: Göğüs cildi ve sternal kapak kaldırıldı. Her iki göğüs boşluğunda serbest sıvı-kan görülmedi. Her iki akciğer çıkarıldı. Sağ akciğer 855 gram, sol akciğer 720 gram tartıldı. Her iki akciğer yüzey ve kesitlerinde hiperemi dışında özellik görülmedi. Perikart açıldı, boş bulundu. Kalp çıkarıldı, 480 gram tartıldı. Triküspit kapak çevresi 13 cm, pulmoner çevresi 8,5 cm, mitral çevresi 10,5 cm, aorta çevresi 8 cm, sağ ventrikül duvar kalınlığı 0,5 cm, sol ventrikül duvar kalınlığı 1,5 cm ölçüldü. Koroner damarlar ileri derecede daralmış bulundu. Myokard kesitlerinde makroskobik patolojik özellik görülmedi. Batın Muayenesi: Batın açıldı. Abdominal kavite içinde serbest sıvı-kanparşömenleşmiş alan olduğu, sağ uyluk dışta 30x0,5 cm.lik nedbe, sağ el bilek arkada 1x0,5 cm.lik 2 adet soluk renkli ekimoz, sol ayak bilek içte 2,5 cm çaplı nedbe olduğu görüldü. Perine muayenesi normaldi.Ekstremite Muayenesi: Ekstremitelerde kemik kırığı tespit edilmedi. Otopsi sırasında alınan örneklerin toksikolojik analizleri Kimya İhtisas Dairesi’nde yapıldı: Kimya İhtisas Dairesinin 5/9/2016 tarih ve 2016/4057/3277 sayılı raporunda :1-Kanda;Alkol(Etanol,Metanol)bulunmadığı, Göz sıvısında Alkol(Etanol, Metanol) bulunmadığı,Sistematiğimizdeki maddeler (uyutucu-uyuşturucu maddeler dahil) bulunmadığı,2- İdrarda;Sistematiğimizdeki maddeler (uyutucu-uyuşturucu maddeler dahil) bulunmadığı kayıtlıdır.Otopsi sırasında alınan iç organ parçalarının histopatolojik tetkiki Morg İhtisas Dairesi Histopatoloji Laboratuvarında yapıldı. Morg İhtisas Dairesi Histopataloji Tetkik Şubesinin 20/9/2016 tarih ve 2016/4057/1129 sayılı raporunda: Kalp: Hafif derecede perivasküler ve interstisyel fibrozis, konjesyon izlendi.Koroner arter: Lümeni orta derecede daraltıcı özellikte aterom plakları izlendi.Akciğerler: İntraalveolar taze kanama, ödem, konjesyon, hemosiderin yüklü makrofajlar izlendi. Karaciğer: Hafif derecede makro ve mikroveziküler yağlanma izlendi. Böbrek: Fokal kronik pyelonefritis bulguları izlendi. Beyin: Konjesyon izlendi. Beyincik: Konjesyon izlendi.Beyin Sapı: Konjesyon izlendiği kayıtlıdır.SONUÇ28/7/2016 tarihinde cezaevinde koğuşunda yatağında ölü olarak bulunduğu bildirilen... [T.nin] cesedine 28/7/2016 tarihinde, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi'nce yapılan otopsisinden ve tetkiklerden elde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;1-Kimya İhtisas Dairesi'nin toksikoloji raporu'na göre; Kanda; Alkol (Etanol, Metanol) bulunmadığı, Göz sıvısında Alkol (Etanol, Metanol) bulunmadığı, Sistematiğimizdeki maddeler (uyutucu-uyuşturucu maddeler dahil) bulunmadığı, İdrarda; Sistematiğimizdeki maddeler (uyutucu-uyuşturucu maddeler dahil) bulunmadığı,2-Kişinin ölümüne tesir edecek mahiyette travmatik lezyon saptanmadığı,3-Kişinin ölümünün kalp ve damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu... [anlaşılmıştır.]'' İlgililerin İfadeleri Başvurucu 23/8/2016 tarihinde İlçe Emniyet Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: ''...[T.] benim eşim olur, kendisi 2016 tarihinde İskenderun T Tipi Cezaevinde vefat etti, eşimin ilk ifadesi İskenderun Şehit Haydar Polis Merkezi Amirliğinde alındı, ifadeden sonra adliyeye sevk edildi ve adliye tarafından da tutuklanarak İskenderun T Tipi Cezaevine gönderildi, eşim şeker hastasıdır, kendisine sabah akşam insülin iğnesi yapılmaktadır, avukat olan oğlum [Y.T.] eşim ile birlikte hareket ediyordu, eşim ilk Şehit Haydar Polis Merkezine götürüldüğünde ilaçlarını oğlum [Y.T.] ve abim [Ö.E.Ö.] ile gönderdim, abim bana Polis Merkezinde ilaçlarını düzenli olarak kullandırıldığını söyledi, eşimin yemeğini yediğini ve hiçbir sıkıntısının olmadığını söyledi, cezaevine gönderildiğinde ise oğlum [Y.] eşimin tüm ilaçlarını eve getirdi, kendisine neden getirdiğini sorduğumda cezaevine sevk sırasında ilaçların alınmadığını söylediklerini ifade etti, ben bu durumdan tedirgin olmaya başladım çünkü ilaçlarını almadığında, özellikle insülin iğnesi yapılmadığında eşimin hayati tehlikesi olacağını biliyordum, bu süreçten ilk haberim olduğunda ilk işim direk olarak eşimin ilaçlarını kendisine ulaştırmak oldu, eşim cezaevinde sevk edildikten yaklaşık 5-6 saat sonra vefat etmiştir, Adli Tıp Raporu henüz belli olmadı belli olduğunda da ihmal sonucu ilaçlarını almadığından vefat ettiğinin anlaşılacağını düşünüyorum, ilaçları cezaevine almayan, bu duruma engel olan şahıs yada şahıslar eşimin vefat etmesine sebep olmuştur, ben bu şahıslardan davacı ve şikayetçiyim, oğlum [Y.T.] eşimin olayından sonra korkarak evi terk etti, nerde olduğunu bilmiyorum, kendisinden haber alamıyorum bununla ilgili kayıp müracaatında bulunacağım, ancak savcılığın istemesi halinde abim [Ö.E.Ö.] tanık olarak ifade verebilir.\" T. ile aynı suç kapsamda tutuklanan ve aynı koğuşta bulunan Y.H., T., H.U., O.T., A.K. ve S.A.nın ifadesi bizzat Cumhuriyet savcısınca alınmıştır. Tanıklardan Y.H.nin ifadesi şöyledir: ''Ben yaşanan son olaylar sonrasında 3 gündür emniyette gözaltında bulunuyordum. Dün gece tutuklanarak cezaevine getirildim. Emniyet sürecinde de raporlarımız esnasında [] ile birlikteydik. Kendisi yaklaşık 30 yıldır ahbabım olur. Birbirimizi iyi tanırız, samimiyizdir. [T.] uzun zamandır şeker hastasıydı. Devamlı ilaç kullanırdı. Hatta en son adliyedeyken mahkeme sürecinde insülün vurulduğunu gördüm. Tutuklanıp cezaevine getirildikten sonra aynı koğuşa konduk. Bu safhada ben [T.de] herhangi bir olağan dışı sağlık problemi hissetmedim. Ancak yine yanımızda bulunan bir doktor arkadaş [T.ye] hitaben ''sizi iyi görmedim, nasıl hissediyorsunuz'' diye birşeyler sordu. [T.] cevaben ''yok hocam ben iyiyim sağol'' dedi. Ama demek ki doktor bey mesleki icabı bir durum fark etmiş olsa gerek[. C]ezaevinde geceyarısına doğru yatsı namazını kıldık. Sonra herkes ranzasına geçerek istirahatına başladım. Ama hem koğuşun aşırı sıcak olması hem de yaşadığımız olaylar sebebiyle ben uyuyamadım. [T.nin] bir süre sonra horlamaya başladığını duydum. Tam saati hatırlamıyorum. Sıcak sebebiyle dayanamayarak kalkıp soğuk suyla duş aldım. Tam saatini hatırlamıyorum o yorgunlukla dalmışım. Sabah ezanla birlikte uyandığımı hatırlıyorum. Kalktım namazımı kıldım. Hatta önce [T.yi] d[e] uyandıralım dedik. [S.] isimli arkadaş [T.yi] dürttü. Seslendi. Uyanmayınca ben de boşver yorgundur uyanmasın dedim. Namaz sonrasında biraz vakit geçti. Yine koğuşumuzda yaşlı bir amca var. [T.yi] göstererek bunun kolu rahatsız duruyor, uyuşur, kan gitmez, hele şunu bir düzeltin dedi. [T.] isimli arkadaş yanına vardı. Kolunu kaldırıp indirirken durumu fark etti. [T.yi] uyandırmak istedi. Uyanmayınca panikle doktoru uyarıp çağırdık. Doktor bey bu ölmüş dedi. Hatta bize ayaklarını gösterdi, morarma da başlamış dedi. Benim tahminim herhalde [T.] sabaha karşı ezandan önce vefat etti. ...Söylediğim gibi [nin] şeker rahatsızlığı vardı ama olay gecesi bana veya başka bir arkadaşa şikayeti olmadı. Hatta hastaneye gelmeden evvel muayene esnasında da doktora iyi olduğunu beyan etmişti.'' Tanıklardan S.A.nın ifadesi şöyledir: ''Rahmetli olan [T.] benim çok uzun müddettir samimi arkadaşımdır. Kendisiyle son yaşanan ihtilal olayı sonrasında örgüt üyeliği isnadıyla tutuklanmış bulunuyoruz. Hatta cezaevine yanyana kelepçe ile geldik. [T.] uzun müddettir şeker hastalığından müzdariptir. İnsülün iğnesi kullanıyor. En son cezaevine gelmeden bu iğneyi vurulmuştu. Genel olarak sağlık durumu ile ilgili bir şikayeti olmamakla birlikte olayla alakalı çok üzgün ve bitkindi. Kendisinin mizaç olarak genelde çok müspet ve hoş sohbet bir tarzı vardır. Belki de kendisini iyi hissetmiyorsa bile bunu söylemedi. Hatta koğuşumuzda bir doktor arkadaş var. O kendisine durumun nasıl iyi gözükmüyorsun diye sorunca gene yarı şaka 'aman hocam şimdi 10 km koşu yaparım' dedi. Ancak söylediğim gibi ben kendisini uzun zamandır tanıdığım için yüzünün biraz karardığını fark edip hissettim. Ancak bunu da olayların vermiş olduğu üzüntüye bağladım. Olay gecesi yatsı namazını kıldık, imamımız oldu. Gece 02:30-03:00 'e kadar koğuşta sohbet edildi. Hatta sonrasında ben de dahil olmak üzere başka arkadaşlarda haydi beyler, yatın uyuyun, istirahat edin, sabaha da namaza kalkacaz deyince sohbet kesildi. Ancak [T.] sabah namazına uyanmadı. Kendisini uyandırmaya çalıştım. Tepki vermedi. Ancak biz ilk etapta durumu anlamadık. Yorgunluğuna verdik. Namazdan sonra belli bir vakit geçti. Sabah kahvaltısı çorbalar geldi. [T.] yine uyanmayınca artık gene ondan tepki alamadığımızdan bir problem olduğunu anladık. Koğuştaki doktor bey de gelip muayene edince vefat ettiği anlaşıldı. Benim olay hakkında bilgim ve görgüm bundan ibarettir.'' T. ile birlikte tutuklanan T.nin ifadesi şöyledir: ''Ben son yaşanan olaylar sonrasında örgüt üyeliği isnadı ve iddiasıyla tutuklanmış bulunmaktayım. Ölen [T.yi] da daha önceden tanıyorum. İkimizde mobilyacıyız. Üç gün kadar emniyette kaldık. [] da o dönem benimle beraber gözaltındaydı. Dün gece tutuklanıp cezaevine gönderildik. Kendisinin önceden şeker rahatsızlığı olduğunu biliyordum. Ancak cezaevine gelmeden önce ilacını aldı ve insülin iğnesini oldu. Cezaevine getirilip koğuşa konulduğumuzda ise herhangi bir rahatsızlığı yok gibiydi. Ancak bizim yanımızda olan ve bizle aynı koğuşa konulan bir doktor bey [T.ye] hitaben ''siz iyi görünmüyorsunuz, nasıl hissediyorsunuz kendinizi'' diye birkaç soru sordu. [T.] de şakayla karışık iyiyim hocam 10 km koşarım diye cevap verdim. Nitekim gece yatsı namazı kılalım dedik. Namazı [T.] kıldırmıştı. Namaz sonrası koğuş bunaltıcı derecede sıcak olduğundan ben uzun müddet uyuyamadım. Hatta gece bir ara saati sorduğumu hatırlıyorum. Bir arkadaşım 02:30 demişti. Ben bu saatten takriben 1 saat sonra yorgunluktan uykuya daldım. Tahminen 03:30 gibiydi. Sabaha karşı sabah namazı için uyandım. [T.yi] da uyandırmak istedim. Dürttüm. Uyanmadı. Ben yorgundur, uyandırmayayım diye ısrar etmedim. Kendim namaz kıldıktan sonra tekrar yatmadım. Bir süre sonra koğuşumuzdaki daha yaşlıca bir vatandaş [T.yi] gösterdi. Kolu aşağıya doğru sarkmış, uyuşur, kan gitmez, düzeltiver dedi. [nin] yanına vardım. Kolunu tutup kaldıracak oldum. Kolunda cansızlık vardı. Olağan dışılığı hissettim. Dürttüm. Cevap alamadım. Koğuştaki doktor bey'e hocam [T.ye] bakın dedim. Doktor bey geldi ve [T.nin] vefat etmiş olduğunu söyledi. Hemen acil düğmesine bastık. Vardiyadaki arkadaşlar hemen geldiler. Ancak doktor beyin söylediği [T.nin] zaten vefat etmiş olduğuydu...Dediğim gibi [T.] benim meslektaşı ve arkadaşım. Şeker rahatsızlığı olduğunu biliyorum. Çünkü ilaç kullanıyor. Zannedersem tansiyonu da vardı. Ancak kalp ve damar rahatsızlığı varmıydı bilemem. Yalnız kendisi yatarken çok ağır horluyordu. Zaten hep öyle horlarmış. Koğuşta bahsettiğim doktor bey kalp uzmanı sonradan konuştuğumuzda bu tür ağır şekilde horlamanın kalbi yorarak bir krizi tetikleyebileceğini bana söyledi. Tabi detaylarını bilemiyorum.....Bana sağlık durumuyla ilgili bir yakınması olmadı. Hatta ben kendisine biraz da yaşadıklarımın üzüntüsüyle ben kalp krizi geçireceğim iyi değilim dediğimde beni teselli etti, kendisi mizacen neşeli şen şakrak muhabbet sever bir arkadaşımdı. Hatta koğuşa geldiğimizde de bizleri morallendirmeye çalışıyordu. Benim olay hakkında bilgim ve görgüm bundan ibarettir, dedi. '' Olay gününde kurum sorumlu müdürü olarak görev yapan T.nin ifadesi şöyledir: ''Dün gece itibariyle cezaevinde sorumlu müdür olarak görevdeydim. gece saat 22:30 civarında gene terör örgütü kapsamında tutuklularımız geldi. rutin işlem ve kontrollere müteakip şahıslar geçici koğuşlara konuldu. kabul işlemleri esnasında bizzat sürece nezaret ettim. özellikle zaman zaman cezaevine ilk gelen tutuklular soru sorup bilgilendirilmek isterler. bir süre bekledim. bana yönelik herhangi bir soru ve müracaat olmadı. vefat eden vatandaş da dahil olmak üzere hiçbirinden bir talep yahut şikayet gelmedi. zaten tıbbi gerekçeye dayalı müracaatlar konusunda mevzuatımız her zaman hassas ve titiz davranmayı emretmekte. ancak dediğim gibi bana herhangi bir sağlık şikayeti ve müracaatı olmadı. ancak ölüm meydana geldikten sonra koğuştaki diğer vatandaşlardan vefat eden şahsın bir takım rahatsızlıkları olduğu bilgisini aldık. ben kabul işlemleri sonrasında kendi adama geçtim. yanılmıyorsam 06:00 civarında koğuştan dışarıya bilgi gelmiş. birlikte infaz koruma memuru arkadaşlarımla beraber koğuşa girdik. şahıs kendi yatağında hareketsiz şekilde yatıyordu. tesadüf aynı koğuşta bir başka doktor tutuklu olarak kalmaktaymış. muayene etti ve ölmüş bu dedi. Olayla ilgili bilgim bundan ibarettir dedi.'' İfadesine başvurulan ve aralarında sorumlu başmemurun da bulunduğu İnfaz Kurumu görevlileri, olay gününde Kuruma yabancı olan tutukluları bilgilendirdiklerini ve bu kişilere acil durum butonunu gösterdiklerini ifade etmişlerdir. Bu kişilerin beyanlarından T.nin rahatsız olduğuna, muhakkak ilaçları kullanması gerektiğine veya bu ilaçların verilmediğine dair gerek T.nin kendisi gerekse yakınları tarafından bir açıklamada bulunulmadığı anlaşılmıştır. Olayla ilgili olarak sorumluluğu bulunan görevliler hakkında idari soruşturma başlatılmadığı Başsavcılık tarafından Bakanlığa bildirilmiştir. Bununla birlikte ölüm olayı hakkında araştırma raporu düzenlenmiştir. Bu raporda ilgili infaz ve koruma memurları ile Kurum idarecilerinin ifadeleri bulunmaktadır. Bu kişilerin ifadelerinden tutukluların İnfaz Kurumuna getirildiği gece T.nin rahatsızlığını belirtmediği, sadece sağ bacağında platin olduğu bilgisini paylaştığı, saat başlarında kapının camından yapılan kontrollerde bir sorunun olmadığı şeklinde açıklamalarda bulunduğu anlaşılmıştır. İlaçların alınması hususunda İnfaz Kurumu ile yapılan yazışmada İnfaz Kurumu; T.nin herhangi bir rahatsızlığına ya da ilaçların tarafına verilmesine dair talebinin olmadığını, rahatsızlığı hakkında yakınları tarafından da dilekçeyle veya sözlü olarak herhangi bir bildirimde bulunulmadığını belirtmiştir. Başsavcılık 21/10/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar şöyledir: ''İskenderun T Tipi Cezaevinde tutuklu olarak bulunan [T.nin], 27/7/2016 tarihinde sabah saatlerinde koğuşta vefat ettiğinin öğrenilmesi üzerine, derhal olay mahalline intikal edilip, cenazenin bulunduğu koğuşta inceleme ve fotoğraf kaydı işlemleri yapılarak, akabinde ölü muayene işlemi icra edilmiş, müteveffa ile aynı koğuşta bulunan tutuklu beyanları alınarak, bu minvalde, aynı koğuşta kalan ve kalp cerrahı olan [Z.Y.nin] bilgisine müracaat edilmiş olup;Şahit [Z.Y.nin] beyanında şahsı yorgun ve bitkin gördüğünü, durumunu iyi görmeyerek sağlığını sorduğunu, buna karşılık müteveffanın herhangi bir şikayetinin olmadığını bildirdiğini' beyan ettiği, nitekim, tanık olarak dinlenen infaz koruma memurlarının beyanlarından, vardiyalarında hiç bir revir müracaatının olmadığının öğrenildiği, Adli Tıp raporuna göre, müteveffanın vücudunda alkol, uyuşturucu veya benzeri bir kimyevi maddenin bulunmadığının, ölümün mevcut kalp/damar rahatsızlığına bağlı olarak ortaya çıktığının bildirildiği anlaşılmakla, şahsın emniyette gözaltında kalmasına müteakip, gece saatlerinde tutuklanarak cezaevine kapatıldığı, cezaevine girdiği gecenin sabahında vefat ettiği olayda, ölümün, şahsın muhatabı olduğu adli sürecin getirdiği muhtemel stresin neticesinde, vücudunda mevcut olan rahatsızlıkların geliştirdiği kalp/damar hastalığı sebebiyle meydana geldiği, cezaevi görevlilerine atfı kabil bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle olay nedeniyle KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.] Soruşturmada gerekli bilgi ve belgeler toplanmadığı, soruşturmanın yürütülmesinde gerekli ve yeterli özen gösterilmediği, soyut gerekçelerle karar verildiği gerekçesiyle başvurucu tarafından karara itiraz edilmiştir. İskenderun Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/12/2016 tarihli itirazın reddine dair kararın 7/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 6/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. İrfan Durmuş ve diğerleri (B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 43-47). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14734", "Başvuru Konusu":"Başvuru, şüpheli ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle teknikerlik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ön lisans mezunu olan başvurucu 16/10/2016 tarihinde Kamu Personeli Seçme Sınavı'na katılarak 90,73 puan almış ve 19/7/2017 tarihinde Türkiye Elektrik Anonim Şirketine harita teknikeri olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Başvurucunun güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 7/3/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, memur olarak atanma için gereken tüm şartları taşıdığı hâlde atamasının yapılmamasının haksız ve hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmamasına rağmen atanmamasının masumiyet karinesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 24/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Olayda; bir kamu görevine açıktan atama konusunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu ve yargı kararıyla idarenin bu yetkiyi kullanmaya zorlanamayacağı açıktır. Ancak idarenin bu yetkiyi kullanması ve açıktan atama yapmak üzere gerekli işlemleri başlatması durumunda bu yetkinin kullanımının yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden yargı denetimine tabi olduğu konusunda da tereddüt bulunmamaktadır.Bu durumda, davacının güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucu yapılan değerlendirmeyle atamasının iptal edildiği, dosya içeriğindeki bilgi, belge ve beyanlardan davacının atanması konusunda idarenin takdir yetkisinin somut ve objektif olarak kullanıldığının anlaşıldığı, böylece atanılacak görevin önem ve özelliği ile açıktan atama konusunda takdir yetkisine sahip olan davalı idarece tesis edilen işlemde hukuki isabetsizlik görülmemiştir.\" Başvurucu, karara karşı 25/3/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, atanmama sebebinin kendisi ve ablası hakkında yapılan tespitler olduğunu belirttikten sonra ablası hakkındaki tespit nedeniyle sorumlu tutulmasına bağlı olarak suç ve cezaların şahsiliği ilkesinin ihlal edildiğini ifade etmiştir. Kendisi hakkındaki tespit ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini söylemiştir. Hakkında yürütülen tek kovuşturma bulunduğunu ve bu kovuşturma sonucunda erteleme kararı verildiğini dile getirmiştir. Buna rağmen atamasının yapılmaması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edilmesinden şikâyet etmiştir. İdarenin sahip olduğu takdir yetkisini hukuka aykırı kullanmasına rağmen davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 9/10/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 20/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak.\" 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen, Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:\"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41608", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle teknikerlik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Beyoğlu İş Mahkemesinde Görülen Yargılama Başvurucular aleyhine 8/3/2005 tarihinde Beyoğlu Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan tespit davasında İlk Derece Mahkemesinin 4/10/2007 tarihli kısmi kabul kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/4/2009 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine Beyoğlu İş Mahkemesi 24/5/2011 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiş, İlk Derece Mahkemesinin onanan 24/5/2011 tarihli kararı kesinleşme şerhi düzenlenmesi ile 5/11/2013 tarihinde kesinleşmiştir. B. İstanbul İş Mahkemesinde Görülen Dava Yönünden Başvurucular aleyhine 8/3/2005 tarihinde Beyoğlu İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Beyoğlu İş Mahkemesince 11/12/2006 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay tarafından İlk Derece Mahkemesi kararı bozularak dosya tekrar Beyoğlu İş Mahkemesine gönderilmiştir. Yargılamanın ilerleyen safhalarında dava dosyası İstanbul İş Mahkemesine devredilmiş, 22/1/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/5/2014 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda 5/11/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, taraflar temyize başvurmamıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19326", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/11757 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/11757 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11757", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade ve basın özgürlükleri kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 4/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), Cumhuriyet Vakfı (Vakıf) Yönetim Kurulundaki değişikliklerle eş zamanlı olarak Cumhuriyet gazetesinin (gazete) yayın politikasının -özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsüne uzanan süreçte- Vakfın kuruluş felsefesine aykırı şekilde değiştiği ve gazetede devlet aleyhine manipülasyon yapıldığı iddiasıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda özellikle; okur kitlesinin dünya görüşüyle bağdaşmayacak şekilde gazetenin gündemi etkilemeye çalıştığı, yıkıcı ve bölücü manipülasyonlara yönelik haberler yaptığı, terör örgütü lider ve yöneticilerinin şiddet çağrısı yapan açıklamalarına yer verdiği, terör örgütlerini meşru gösterdiği, Türkiye Cumhuriyeti devletini terör örgütleri ile irtibatlı göstermeye yönelik yayınlar yaptığı ileri sürülmüştür. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosunca düzenlenen 26/12/2016 tarihli tutanakla başvurucunun bir kısım yazı, röportaj ve sosyal medya mesajıyla ilgili olarak terör örgütü propagandası yaptığı suçlamasıyla 2016/158637 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır. Savcılık daha sonra bu dosyayı başvurucunun Cumhuriyet gazetesi yazarı olması, suçlama konusu haber ve yazıların da Cumhuriyet gazetesinde ve gazetenin internet sitesinde yayımlanması nedeniyle irtibatlı gördüğü 2016/97293 sayılı ana dosya ile birleştirmiştir. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 29/12/2016 tarihinde evinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 30/12/2016 tarihinde gözaltında tutulduğu İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun üç müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıkta ayrıntılı savunma yapmamış; soruşturma konusu eylemlerinin gazetecilik faaliyeti olup suç teşkil etmediğini ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu aynı tarihte terör örgütü propagandası yapma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:“Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu, bu kapsamda şüphelinin sosyal medya hesabı Twitter üzerinden @sahmetsahmet rumuzu ile 20/12/2016 tarihinde yaptığı paylaşımda ‘suikastçinin Nusra’cı değil, FETÖ’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları, katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız’ dediği, 8/9/2016 tarihli paylaşımında ‘katil devlettir deyince, bozuluyorsunuz’ dediği, 14/12/2016 tarihli paylaşımında ‘savaş, PKK ile ülkenin belirli bir bölgesinde arada kesintiler olsa da 1984’ten bu yana var’ dediği, 11/12/2016 tarihli paylaşımında ‘Cizre’de evlerin bodrumlarında yakılanlarla İstanbul’da bombayla parçalananları kıyaslayacağına ikisine de itiraz et, ikisi de şiddet’ dediği, 7/12/2016 tarihli paylaşımında ‘S.S.Ö.ye isnat edilen fiil suçsa, saray’da oturandan başlayarak daha bir dolu sanık olması gerekmez mi’ dediği, 28/11/2015 tarihli paylaşımında ‘T.E.yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız’ dediği, 17/2/2016 tarihli paylaşımında ‘devleti mafyalaştıranların suçlarının soruşturulmasını engellemek için savaş çıkardığına inananlar, bomba patlatacağına neden inanmaz’ dediği, 17/2/2016 tarihli paylaşımında ‘ABD ve AB’nin cihatçı terör’e karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olmaz mı’ dediği ayrıca www.cumhuriyet.com.tr isimli internet sitesinde ise 14/3/2015 tarihli yazısında ‘ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya’ başlıklı yazısı içeriğinde PKK terör örgütü üst yöneticilerinden olan Cemil Bayık ile röportaj yaparak dağ kadrosunun gündeme ilişkin söylemlerini kamuoyuna taşıyarak terör örgütü propagandası yaptığı, aynı şekilde 8/7/2015 tarihli ‘Bizimki gazetecilik, sizinki ihanet’ başlıklı yazısında, MİT tırları soruşturmasında tutuklu bulunan savcı Ö.Ş.nin ‘MİT, Reyhanlı katliamını biliyordu, ama polis ile paylaşmadı’ şeklindeki açıklamasını haberleştirerek suçlamada bulunduğu, 9/7/2015 tarihli ‘MİT tırları savcısı: MİT, Reyhanlı’ya göz yumdu, onlara bilgi vermesek engellerdik’ başlıklı yazı içeriğiyle MİT’in Reyhanlı’da yapılan terör saldırısına göz yumduğu anlamına gelebilecek açıklamalar yaptığı, 13/2/2015 tarihli ‘Tır’daki sır aydınlandı’ başlıklı yazı içeriğinde Türkiye’den Suriye’ye MİT tırları ile yapılan silah ve cephane sevkiyatının Türkmenlere değil, cihatçı Ansar El İslam örgütüne gittiği dolayısıyla terör örgütlerine lojistik destek sağladığı yönünde açıklamalara yer verdiği, ayrıca 23-26/9/2014 tarihleri arasında Avrupa Parlementosu ortaklığıyla Heybeliada’da düzenlenen basın özgürlüğü çalıştayında ‘PKK için çalışanlar da gazetecidir’ şeklinde açıklamada bulunarak PKK terör örgütü propagandası yaptığının anlaşıldığı,Şüphelinin hazır ettiği 3 müdafisi huzurunda alınan savunmalarında söz konusu sosyal medya Twitter @sahmetsahmet rumuzlu hesap ile ayrıca www.cumhuriyet.com.tr adresli internet sitesinde yazılan yazıların ve paylaşımların kendisine ait olduğunu, bunları bizzat kendisinin yaklaşık 5 yıldan bu yana kullandığını, takipçileri olan herkesin bu paylaşımları görebildiğini beyan ettiği gibi ayrıca sorulan sorulara doğrudan ve ayrıntılı somut bir cevap vermeksizin, daha önce yapılan soruşturmaların yanlış ve usule aykırı olarak yapıldığını ileri sürdüğü, bu beyanların suçlamalara cevap oluşturmadığı, bu nedenle kaçamak cevaplar verildiği gibi 2015 yılında adliye sarayımızda katledilen şehit Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınıp, katledilmesi sırasında eylemi gerçekleştiren kişilerle nasıl ve ne şekilde bağlantı kurduğu, aralarındaki ilişkinin ne olduğu hususunda herhangi bir açıklama yapmadığı, ayrıca MİT tırları haberleri ile ilgili olarak bunların neden ve sonuçlarına ilişkin somut açıklamalar yapmadığı ve/veya yapamadığı, dolayısıyla mevcut delil durumuna ve soruşturmanın geldiği aşama itibariyle gerek PKK, gerek DHKP-C ve gerekse de FETÖ terör örgütlerinin propagandasını yaptığına dair deliler ile bulguların ortaya çıktığı anlaşılmakla; … yapılan açıklamalar ve gerekçeler doğrultusunda şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın Vd. maddeleri uyarınca … [tutuklanmasına karar verilmesi talep edilmiştir.]” Başvurucu; Hâkimlikteki savunmasında özetle suçlama konusu yapılan haber, yazı ve sosyal medya paylaşımlarının herhangi bir örgütün propagandasını yapma amacı taşımadığını, şiddet çağrısı içermediğini, sadece yaşanan olaylara ilişkin ifade özgürlüğü kapsamında yapılan açıklamalar olduğunu ileri sürmüş ve bu bağlamda PKK terör örgütü lideri Cemil Bayık ve eski savcı K. ile yaptığı röportajların bilgi aktarımından ibaret olduğunu savunarak mesleki faaliyetinin soruşturma konusu yapıldığını ifade etmiştir. 23-26/9/2016 tarihlerinde Heybeliada’da düzenlenen bir gazetecilik çalıştayında söylediği “Eğer ki şiddet çağrısı yapılmıyor ise silahlı gruplara ait olduğu iddia edilen yayın organlarında fikirlerini beyan etmenin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği …” şeklindeki sözlerinin bağlamından koparılarak suçlama konusu yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun Maddesinde basın yoluyla işlenen suçlarda dört aylık dava açma süresi öngörüldüğünü, suçlamaya konu çoğu haber ve yazıların üzerinden dört aydan fazla bir sürenin geçtiğini ileri sürerek suçlamaları kabul etmemiştir. Müdafileri ise özetle Cumhuriyet savcısı tarafından emniyette alınan ifade esnasında sorulan hususların düşünce ve kanaat açıklamasına yönelik olduğunu, başvurucunun suçlama konusu yapılan sosyal medya paylaşımlarının ise hiçbirinin örgüt propagandası ve suç unsuru içermediğini, bunların bir kısmıyla ilgili olarak İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ayrı bir soruşturmanın bulunduğunu ve aynı konuda ikinci kez soruşturma yapılmasının hukuka aykırı olduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucunun müdafileri terör örgütü propagandası yapma suçunun katalog suçlardan olmadığını, başvurucunun sadece gazetecilik yaptığını ve suçun işlendiğine dair somut delillerin bulunmadığını, başvurucunun kaçma şüphesinin olmadığını, suç için kanunda öngörülen ceza miktarı ile infaz süresi de dikkate alınarak başvurucunun serbest bırakılması gerektiğini beyan etmişlerdir. Hâkimlik 30/12/2016 tarihinde başvurucunun anılan suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“…Şüpheli Ahmet Şık’ın sosyal medya twitter hesabı üzerinden yapmış olduğu ‘’suikastçinin Nusra’cı değil, FETÖ’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları, katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız’, ‘katil devlettir deyince, bozuluyorsunuz’, ‘savaş, PKK ile ülkenin belirli bir bölgesinde arada kesintiler olsa da 1984’ten bu yana var’, ‘Cizre’de evlerin bodrumlarında yakılanlarla İstanbul’da bombayla parçalananları kıyaslayacağına ikisine de itiraz et, ikisi de şiddet’, ‘S.S.Ö.ye isnat edilen fiil suçsa, saray’da oturandan başlayarak daha bir dolu sanık olması gerekmez mi’, ‘T.E.’yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız’, ‘devleti mafyalaştıranların suçlarının soruşturulmasını engellemek için savaş çıkardığına inananlar, bomba patlatacağına neden inanmaz’, ‘ABD ve AB’nin cihatçı terör’e karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olmaz mı’ şeklindeki paylaşımları ve www.cumhuriyet.com.tr isimli internet sitesinde ise 14/03/2015 tarihli yazısında ‘ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya’ başlıklı yazısı içeriğinde PKK terör örgütü üst yöneticilerinden olan Cemil BAYIK ile röportaj yaparak dağ kadrosunun gündeme ilişkin söylemlerini kamuoyuna taşıdığı, aynı şekilde 08/07/2015 tarihli ‘Bizimki gazetecilik, sizinki ihanet’ başlıklı yazısında, MİT tırları soruşturmasında [1/1/2014 tarihinde Hatay ili Kırıkhan ilçesinde, 19/1/2014 tarihinde ise Adana ili Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait yüklerin bulunduğu tırların durdurulmasına ilişkin soruşturmadır. Ayrıntılar için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No:2015/9756, 16/11/2016] tutuklu bulunan savcı Ö.Ş.nin ‘MİT, Reyhanlı katliamını biliyordu, ama polis ile paylaşmadı’ şeklindeki açıklamasını haberleştirerek MİT hakkında suçlamada bulunduğu, 09/07/2015 tarihli ‘MİT tırları savcısı: MİT, Reyhanlı’ya göz yumdu, onlara bilgi vermesek engellerdik’ başlıklı yazı içeriğiyle MİT’in Reyhanlı’da yapılan terör saldırısına göz yumduğu anlamına gelebilecek açıklamalar yaptığı, 13/02/2015 tarihli ‘Tır’daki sır aydınlandı’ başlıklı yazı içeriğinde Türkiye’den Suriye’ye MİT tırları ile yapılan silah ve cephane sevkiyatının Türkmenlere değil, cihatçı Ansar El İslam örgütüne gittiği’ şeklindeki yazıları ile Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve yetkililerini terör örgütlerine lojistik destek sağladığını belirttiği, ayrıca 23-26/09/2014 tarihleri arasında Avrupa Parlementosu ortaklığıyla Heybeliada’da düzenlenen basın özgürlüğü çalıştayında ‘PKK için çalışanlar da gazetecidir’ şeklinde açıklamada bulunduğu; tüm sosyal medya paylaşımları ve yazı içerikleri birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin paylaşım ve açıklamalarının aynı şekilde PKK ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyelerince de dile getirildiği, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve yetkililerini Terör Örgütlerine destek veren ülke olarak gösterirken silahlı terör örgütü olduğu yargı kararları ile sabit olan terör örgütlerinin eylemlerinin savaş ve mücadele gibi legal terimler kullanmak suretiyle meşru gösterildiği, ülkemizin güney doğusunda hendek kazıp barikat kurmak ve bomba düzenekleri tuzaklanarak ve güvenlik güçleri ile silahla slamc terör faaliyeti yapılmasına rağmen devlet ve kolluk görevlileri hakkında ‘Katil, Mafya, Şiddet’ gibiterimler kullanılmak suretiyle devletin terör ile mücadelesinin yasa dışı hatta terörist bir faaliyet olarak gösterildiği, ülkemizin çeşitli yerlerinde patlatılan bombalama eylemleri terör örgütlerince üstlenilmesine rağmen devlet yetkililerin savaş çıkardığı ve bu bombaları patlattığı şeklinde paylaşımlar yapılarak terör örgütlerinin propaganadasının yapıldığı, şüpheli bir gazeteci ise de basın özgürlüğü ve ifade hürriyetinin sınırları olup 5187 sayılı Basın Kanunu’nun Maddesinde cezai sorumluluğun düzenlendiği, şüphelinin paylaşım ve yazılarının hem basılı eserler yolu ile hem de internet ortamında yapılmış olduğu, şüphelinin PKK ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütlerinin propagandası niteliğindeki açıklamalarının iki örgütün birbirinden farklı olması nedeni ile çelişki gibi görülse bile 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ki soruşturmalar ve kamuoyuna yansıyan bilgiler gözetildiğinde dış destekli bu örgütlerin birbiri ile darbe sürecinde ve sonrasında koordineli olarak hareket ettiklerinin ortaya çıktığı, bu nedenle şüphelinin her iki örgütün propagandası niteliğindeki açıklamalarının bir çelişki teşkil etmediği ve aynı amaca hizmet ettiği, şüphelinin savunmasında da devleti ve devlet yetkililerini suçlayıcı nitelikte açıklamalarına devam ettiği hususları birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığının gösterir delillerin bulunduğu, atılı suç, öngörülen ceza miktarı, suçun basın yayın yoluyla işlenmiş bulunması, şüphelinin herhangi bir pişmanlık göstermeyip sorgu sırasında da söz konusu terör örgütlerinin üyelerinin açıklamaları ile aynı mahiyette açıklamalar da bulunmuş olması dikkate alındığında adli kontrol kararının yetersiz geleceği ve tutuklama tedbirinin orantılı olduğu anlaşıldığından CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca …[tutuklanmasına karar verildi.]... ” Başvurucu 2/1/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 3/1/2017 tarihinde tutuklama kararındakilere benzer gerekçelerle itirazı reddetmiştir. Başvurucu 30/1/2017tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın ¾/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve on altı şüpheli hakkında tutuklamaya esas alınan eylemler nedeniyle örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte örgüte yardım etme, bir kişi hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, bir kişi hakkında ise silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Ayrıca tutuklamaya esas alınmayan eylemler nedeniyle bazı şüphelilere isnat edilen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu da iddianameye konu edilmiştir. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY, PKK ve DHKP/C terör örgütleriyle ilgili genel bilgilere yer verilmiştir. Daha sonra gazete, Vakıf ve Şirket hakkındaki bilgilere yer verilerek bunlar arasındaki ilişki açıklanmış ve Vakıf işlemlerindeki bazı hukuka aykırılık iddiaları dile getirilmiş; son olarak başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilere yönelik suçlamalara konu olgulara yer verilmiştir. İddianamede 2013 yılı ve sonrasında yapılan Vakıf üyelik seçimlerinde usulsüzlükler yapıldığı, bazı şüpheliler tarafından Vakıf Yönetim Kurulunun ele geçirildiği, bu bağlamda yayın ilkelerinin aksine -bir kısmı başvurucuya ait olan- gazetede yer alan bazı haber, yazı ve manşetler ile devlet aleyhine manipülasyon yapmak suretiyle terör örgütlerine destek verildiği ileri sürülmüştür. Ayrıca gazetenin aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı yazar ve yöneticilerinin sosyal medyada yaptığı paylaşımlarla PKK, DHKP-C ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin söylemlerinin geniş kitlelere aktarılmasına aracılık ederek bu terör örgütlerine yardım ettiği iddia edilmiştir. Bu bağlamda;i. İddianamede başvurucuya ait olan ve suçlama konusu yapılan şu haber ve yazılara yer verilmiştir:- 14/3/2015 tarihinde yayımlanan “Ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya” başlıklı yazıda PKK silahlı terör örgütü lideri Cemil Bayık ile yapılan röportaja yer verilmiştir. İddianamede, başvurucunun röportajda birçok kez teröristlerden gerilla diye bahsettiği, ayrıca haber içeriği ve haberin veriliş şekli dikkate alındığında yazının bilgi aktarma amacını aşarak PKK’nın gündeme ilişkin cebir ve şiddet içeren, manipülatif ve algısal amaçlar taşıyan söylemlerinin kamuoyuna taşınmasının sağlandığı, böylece terör örgütünün propagandasının yapıldığı ileri sürülmüştür. Yazı içeriği şöyledir:“ KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, ‘PKK’yi silah bırakmaya sadece Öcalan ikna edebilir’ dedi.Kandil’de görüştüğümüz KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, sürecin ilerlemesi için Öcalan ile görüşmelerinin sağlanması gerektiğini söyledi. ‘İstenirse’ kendilerinin İmralı’ya götürülebileceğini belirten Bayık, ‘Bizim istediğimiz artık Apo’nun İmralı’da tutulmamasıdır. Bu gecikmiş bir taleptir’ dedi.Gerillayı silah bırakmaya ikna edecek tek kişinin Öcalan olduğunu savunan Bayık, ‘Biz kim iktidarda ise onunla masaya otururuz. Bu sorunları çözenlerin hepsi ya faşist iktidarlarla meseleleri çözmüş ya da müzakere etmiştir’ dedi. Bayık, Türkiye’de diktatörlüğü temsil eden kişinin Erdoğan olduğunu savundu.Abdullah Öcalan ile doğrudan iletişime geçmeniz sağlanıyor mu?- Hiçbir zaman doğrudan ilişkimiz olmadı. İlişki kurmak istediğimizi belirttik. Oslo sürecinde bunun olabileceği bize söylendi ama sözden öte herhangi bir şey ortaya çıkmadı. HDP heyeti gidiyor, görüşme notlarını getiriyor, varsa bizim mektuplarımızı götürüyor. Arada HDP heyeti var. Başka herhangi bir iletişim yok.Yüz yüze görüşmeliyizTelekonferans gibi bir yöntem dahil mi buna?- Hayır. Telekonferans olmaz. Bizzat yüz yüze görüşmemiz gerekiyor.Abdullah Öcalan’ın sizin yanınıza gelme şansı yok. Siz mi gideceksiniz? Siz giderseniz bırakmazlar …- Biz de gidebiliriz. İstenirse götürebilirler fakat bizim istediğimiz artık önder Apo’nun İmralı Cezaevi’nde tutulmaması, özgürleşmesi gerektiğidir.Banu Güven’le İMC televizyonu adına yaptığınız son söyleşinizde silah bırakma kararının Öcalan’ın katılacağı bir kongreyle olabileceğini söylediniz. Bu Öcalan’ın serbest bırakılması anlamına mı geliyor?- Elbette. Önder Apo gelip görüşmeden hiç kimse gerillayı ikna edemez. Biz bu hareketin eşbaşkanlığını yürütüyoruz ama biz bile gerillayı ikna edemeyiz. İkna edecek tek kişi önder Apo’dur. Gelip gerilla ile gerilla komutanlarıyla görüşürse ancak o zaman ikna etmek mümkün olur. Onun dışında ikna edebilecek bir güç yoktur.Bizim etkimiz sınırlıÖcalan’ın silah bırakma kararını yöneticiler gerillaya deklare etse bile yeterli olmaz mı?- Bizim gerillamız elbette normal bir gerilla değil. Düz bir asker değil. İdeolojiktirler. Eğitilmişlerdir. Amaçlara ve önder Apo’ya bağlıdırlar. Bizim etkimiz sınırlıdır. Ancak önder Apo gelip onlarla konuşursa ikna olabilirler.Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını talep etmek ne kadar gerçekçi?- Bana göre gerçekçidir. Hatta gecikmiş bir taleptir.Olabilirlik koşulu ne kadar gerçekçi?- Olabilirlik koşulları da vardır. İstenirse rahatlıkla gerçekleşir. Bu karar iktidarın, devletin elindedir. Türkiye’de devletle iktidar istediği gibi algı yaratabilmekte oldukça etkilidir. İsterse önder Apo’nun serbest kalması gerektiği algısını rahatlıkla yaratabilir ve toplumda bir tepkiyle karşılanmaz.Üzerimize düşeni yaptık Bu koşul gerçekleşmezse Türkiye içindeki silahlı mücadelenin sona ermeyeceğini, silahların bırakılmayacağını mı anlamalıyız?- Silahlı mücadelenin son bulması için Türk devleti ve hükümetinin atması gereken adımlar vardır. Biz bu halkın sorunlarını çözmek için ilk önce siyasi bir mücadele yürüttük. Hiçbir zaman silahlı mücadele istemedik. Ancak bize sadece bu yol bırakıldı. Devlet katında reddedilen bu sorunu başka türlü görünür hale getiremezdik. Bu sorunu tüm yönleriyle ortaya çıkarmak, çözüm ortamını yaratmak ancak silahlı mücadele ile mümkün oldu. Yeterli düzeyde silahlı mücadele yürütüldüğüne inanıldıktan sonra da sorunu siyasi taleplerle dile getirmeye başladık. Tek taraflı olarak defalarca ateşkes ilan ederek bunun zeminini yaratmaya çalışıyoruz. Biz kendi cephemizden atılması gereken tüm adımları attık.İmza atılmadan adımlar atılmazNedir onlar? - Dünyada hiçbir gücün atmadığı adımları attık. Dünyada benzer sorunların olduğu yerlerdeki örneklere baktığımızda üçüncü bir tarafın gözetiminde ateşkes olur, gerilla mevzilerinden çıkar, esirler bırakılır ve sonra savaş durdurulabilir. Üçüncü tarafın gözetimi olmadan, taraflar anlaşmadan, imza atmadan bu adımlar atılmazdı. Biz bunlar olmadan bile tek taraflı olarak bu büyük adımları attık. Ama artık atacağımız başka adım kalmadı. Sıra devlet ve hükümettedir. Onlar bunu yaparsa biz üzerimize düşeni tereddütsüz yaparız. Önder Apo, eğer müzakere başlayacaksa paralel adımlar atılması gerektiğini söylemesine rağmen bu olmadı. Tek taraflı hatta merdiven basamaklarını zıplayarak adımlar atmak mümkün değilken biz geçmişte bunların hepsini yaptık. Ama devlet ve hükümet bunun karşısında atması gereken adımları atmadı.Türkiye, üçüncü tarafı hiç istemediÜçüncü bir taraf var mı peki? Geçmişte oldu mu?- Hayır şu anda yok. Bir dönem, Oslo sürecinde vardı. Ama Türkiye devleti üçüncü tarafı hiçbir zaman istemedi.Üçüncü taraf derken bağımsız bir yapıdan mı yoksa bir devlet gözetiminden mi bahsediyorsunuz?- Biz aslında daha 2013 Nevruzu’nda önder Apo tarihi açıklamayı yapmadan önce kendisiyle HDP heyeti üzerinden haberleşiyorduk. Biz hem Apo’ya hem de devlet ve hükümete şunu ilettik: Mademki tarihi bir açıklama yapılacak, Kürt sorununun demokratik yöntemle çözümü ortaya konacak, o halde bunun mekanizmalarını da ortaya konması gerekiyor. Bizim önerimiz üçüncü bir tarafın olmasıdır.İşaret ettiğiniz belirli bir adres var mıydı?- Hayır. Türkiye parlamentosu olabilir veya Türkiye sivil toplum örgütlerinden oluşturulabilecek bir komite de olabilirdi. Birçok seçenek sunduk. Kabul etmeyerek iki taraflı olarak bunu çözelim dediler. Yerel, milli bir çözüm olmasını istiyoruz dediler. Aslında ipe un sermekti bu. Çünkü dünyada böylesi bir çözüm örneği yok. Ama Türkiye bu yönde adım atmadı. Üçüncü taraf olursa süreç bozulur, ilerlemez dediler.Gerçekçi değildiBize göre gerçekçi değildi. Sorunu çözme niyetleri olup olmadığı açığa çıksın diye, madem istemiyorsunuz sizin dediğinize de varız dedik. Çünkü biz çözüm istiyoruz. Bu yüzden o şartları da kabul ettik. Ama gördük ki milli ya da yerel dediklerinde de bir çözüm amacı yok.Kürt sorununu kabul etmiyorlarBu söylediğinizden hükümetin ya da Türkiye devletinin Kürt sorununu değil de PKK sorununu mu çözmek istediğini anlamalıyız?- Tamamen öyle. Devlet ve hükümeti Kürt sorununu kabul etmiyor. Kürt halkı diye bir halkı kabul etmiyor. Sorun siyasi olarak ele alınmak ve çözülmek zorundadır.Tezleri iflas ettiMeseleye terör sorunu diye yaklaşırsanız zaten çözümünüz de savaşla olur. Türkiye devleti, ‘Kürt sorunu yok, terör sorunu var’ tezi üzerinden hareket ediyor. Ama artık bu tez iflas etmiştir. PKK’nin mücadelesi ne Türkiye’nin içinde ne de uluslararası alanda bu yaklaşımın sürdürülemeyeceğini ortaya çıkardı. Bunu bütün dünya da görüyor ve gelinen noktada artık bu sorunu çözmekten kaçamazlar.Biz suç işlemedikAKP kanadı görüşme masasında PKK’yi affedilmesi gereken suçlular olarak mı yoksa artık sınır ötesine taşan ve uluslararası aktörlerin de içinde yer aldığı Kürt sorununun önemli bir aktörü olarak mı görüyor?- Elbette Türkiye hükümetine göre suçluyuz. Ama biz herhangi bir suç işlemedik. Bir halkın en doğal haklarının mücadelesini yürütüyoruz. Onlar ise böyle bir halk ya da haklarının olmadığını söylüyor. Onların yasalarına göre de suç işlemiş sayılıyoruz. Bu suçsa biz bu suçu işledik ve işlemeye de devam edeceğiz. Ta ki amaçlarımıza ulaşıncaya kadar.Ankara’nın ‘Yerel çözüm’ demesi gerçekçi değil’Nedir amacınız?- Bu halkın en doğal haklarını kazanmak. Bir kere Kürt sorunu sadece Türkiye’nin bir sorunu değil. Kürtlerle Türk devletinin ve hükümetlerinin arasındaki bir sorun da değil. Ortada bunu aşan bir sorun var. Türkiye’yi ilgilendirdiği kadar Ortadoğu’yu ve hatta uluslararası alanı ilgilendiren bir sorun var. Kürdistan parçalanmış bir ülke ve halktır. Her bir parçası da bir başka devletin egemenliği altındadır. Hepsi de sahip olduğu parça üzerinde politika yürütüyor. Bu devletlerin uluslararası alanda çeşitli güçlerle de ilişkisi var. Hem bu açıdan herkesi ilgilendiriyor hem de bu sorunu ortaya çıkaran, ağırlaştıran uluslararası bölgesel nedenler var. Bölgede önderliği alan ABD var. NATO ülkesi olan Türkiye Avrupa Birliği adayı ve İslam Birliği Teşkilatı’na üye.Dünyanın bütün güçleri içinde Dolayısıyla bu sorun bütün bu yapıları ilgilendiren bir mesele haline gelmiştir. Türkiye ile herhangi bir sorunu çözmek ABD, NATO, AB ve İslam Teşkilatı ile bir sorunu çözmek anlamına geliyor. Kısacası dünyanın bütün güçleri bu sorunun içindeyken Türkiye’nin milli ya da yerel çözüm demesi gerçekçi değil.28 Şubat’ı özellikle istedi28 Şubat’ta HDP ve AKP’nin toplantısında Öcalan’ın deklare ettiği 10 maddelik bir plan ortaya konuldu. Böylece Öcalan sürece dair son sözünü söyledi mi?- Hayır. Çünkü son sözü söylemek artık amaca ulaşmak demektir. O anlamda orada bir bitiş ve gerileme, çürüme ve yozlaşma başlar. Oysa önder Apo ve PKK, devrimi devrim içinde gerçekleştirmeyi amaçlar.Son sözden kastım şu; 10 maddelik bir deklarasyon ortaya konarak AKP’de bir sorumluluğun altına sokulmuş olundu. Sorumluluğun yerine getirilmemesi durumunda ne olur?- Önder Apo ısrarla açıklamanın 28 Şubat’ta yapılmasını istedi. Darbe karşıtı bir hareket olduğumuz için açıklamanın 28 Şubat’ta yapılması istendi. Ortak açıklama taraflarca imzalanmış ortak bir metninin duyurulmasıyla olur. Orada tabi ki hükümet ve HDP heyeti birlikte görüntü verdi. Anlamlıydı. Çünkü ilk kez hükümet, sorumluluk altına girdiğini gösteriyordu. Türkiye’nin böyle bir adım atması kolay olmadı ve önemlidir.Peki, sorumluluk yerine getirilmezse ne olacak?- Öcalan çağrı yapacak, PKK silah bırakacağını açıklayacak. Böylece sorun çözülmüş olacak. Toplumu aldatmaya yönelik sığ bir kurnazlıktır bu. Bu yanlış algıyı topluma yayarak seçimlerde başarı kazanmak istiyorlar. Kürt hareketi bunları yutmaz.Demokrasi olsa Kürt sorunu olmazPeki, neden AKP’yle masaya oturmaya devam ediyorsunuz?- Biz kim iktidarda ise onunla masaya otururuz. Bu yadırganamaz. Dünyada benzer sorunları çözenlerin hepsi ya faşist iktidarlarla ya da diktatörlerle meseleleri çözmüş ya da müzakere etmiştir. Burada olan da budur. Türkiye’de demokratik bir yönetim olsa zaten ne Kürt sorunu ne de demokrasi sorunu olur.Türkiye’de faşizmi Erdoğan ve AKP mi temsil ediyor?- AKP hegemonyasını ve diktatörlüğü temsil eden Erdoğan’dır. AKP bir yandan Türkiye’de Erdoğan diktatörlüğünü geliştirecek öte yanda güya Kürdistan’da sorun çözecek. Bu mümkün değil.Milliyetçi seçmene yönelik bir politik girişim mi bunlar?- Hem milliyetçi kesime sesleniyor hem de bizi tahrik ederek, halkı kışkırtarak adeta ‘yeter artık’ deme noktasına getirerek bizi masadan kalkmaya zorluyor. AKP sorunu çözmez, tahrik etmeye devam eder, sürecin önünü tıkarsa tek taraflı olarak sorunu çözmekte bir aşamaya kadar gelebilirsin. Bunların üstüne tahrikleri ve tehditleri de eklerseniz masadan bizi kalkmaya itebilirlerdi. Bütün çabaları da bu yöndeydi ama sonuçsuz kaldı.AKP oy hesabı yapıyorAKP’nin bundan çıkarı ne? Masadan kalksanız kazancı ne olur?- Elbette olur. Kendisini hep sorunu çözen taraf, bizi de çözüme karşıymışız gibi gösteriyor. Bizi zorlayarak çözüm noktasına getiriyor, adımlar attırıyor sabırlı davranıyor. Bunu işliyorlar. Eğer masadan biz kalkarsak, ‘Ben sorunu çözmek istedim. Sabırlı davrandım ama PKK çözüme gelmeyip savaşta ısrar etti. Barışa razı olmadılar. Savaşın dışında bir şey düşünmüyorlar’ diyecekler. Böylece kendisine haklılık kazandırıp bunu da oya dönüştürecek. Hesapları hep bu yöndedir.”- 8/7/2015 tarihli Bizimki gazetecilik sizinki ihanet başlıklı yazıda MİT tırları soruşturmasında tutuklu bulunan eski savcı Ö.Ş.nin “MİT Reyhanlı katlimanı biliyordu ama polis ile paylaşmadı’’ şeklindeki açıklamasını da içeren ceza infaz kurumundan gönderilen mektubu röportaj hâline getirilerek yayımlanmıştır. İddianamede, söz konusu haber ile saldırıyı gerçekleştiren terör örgütünün Reyhanlı saldırısındaki (11/5/2013 tarihinde silahlı terör örgütü tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırısında 43 kişi hayatını keybetmiş, yüzden fazla kişi yaralanmıştır) rolü adeta yok sayılarak MİT’in terör örgütleriyle iş birliği yapan bir kurum olarak gösterilmeye çalışıldığı ileri sürülmüştür. Yazı içeriği şöyledir: “Erdoğan ve Davutoğlu’nun ‘MİT TIR’ları’ manşetleri yüzünden ‘vatan hainliğiyle’ suçladığı , ‘halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı adına uğradığı her türlü baskıya rağmen kamuoyunun bilgilendirilmesine yaptığı katkılar nedeniyle’ kişi dalında ödüllendirildi. Savcı Ö.Ş.ye göre MİT Reyhanlı katliamını biliyordu ama polisle paylaşmadı.Mit Reyhanlı Katliamını Biliyordu ama Gereğini YapmadıHatay Kırıkhan ve Adana’da 1 ve 19 Ocak 2014’te yapılan iki ayrı operasyonda MİT’e ait TIR’larla Suriye’e silah sevkiyatı yapıldığı ortaya çıkmıştı. Silah sevkiyatları dosyası takipsizlik kararı verilerek kapatılırken, soruşturmalarda görev alan savcı ve askerler hakkında soruşturma açılmıştı. Dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı S.B., Başsavcı Vekili A.K. ile TIR soruşturmalarını yürüten savcılartutuklandı. Adana Kürkçüler Cezaevi’nde tutuklu bulunan Savcı Ö.Ş.nin avukatı aracılığıyla sorularımızı yanıtladığı mektubunda dile getirdiği iddialar şöyle:2012 yılının Kasım ayında MİT yetkilileri yanıma gelerek, aralarında Ö. isimli bir kişinin de bulunduğu bir grubun bombalı saldırı hazırlığında olduğunu ihbar etti. Suriye istihbaratı adına faaliyet yürüten grubun Suriye’den getirecekleri patlayıcıları Hatay Yayladağı’ndaki Suriyeli muhalif askerlerin bulunduğu çadır kampta patlatacaklarını söylediler. Patlayıcının çöp kamyonuna yerleştirileceğini söyleyen MİT’çiler, grubun içinde bir muhbirlerinin bulunduğunu söylediler. Bunu ihbar kabul edip soruşturmaya geçtik.Fiiliyatta bir şey yokTeknik takip sırasında sadece bir kez ortam dinlemesinde saldırıya ilişkin görüşmeler tespit edildi. Ancak fiiliyata geçildiğine dair tespit yapılamadı. MİT yetkilileri bir kaç kez operasyon yapsanız diye teklifte bulundular. Yeterli delil olmadığını, engellemeye yönelik MİT’in de yetkileri bulunduğunu, gelen bilgileri polisle paylaşmalarını belirterek işimize karışmamalarını söyledim.Soruşturma sürerken Reyhanlı saldırısından üç gün önce, 8 Mayıs Çarşamba günü MİT’ten bir yetkili geldi. Tedirgin ve panik bir halde operasyon yapılmasında ısrar etti. Somut bir gelişme olmadığını söyleyince işimize karışmamaları uyarısında bulundum. Bize hiçbir soruşturmada katkısı olmayan, birçok terör olayında perde gerisinde ya da içinde gördüğümüz MİT’in, bu saldırıyı ihbar etmesine şaşırmıştım. Reyhanlı’dan 3 gün önce bu dosyaya operasyon yapın diye yaptıkları ısrarın, beni ve polisi içi boş bir dosya ile operasyonla meşgul ederek saldırının polis tarafından engellenmesinin önüne geçilmek istendi.Polis katliam hazırlığını öğrendiMİT yetkilisiyle görüşme yaptıktan bir saat kadar sonra Hatay Terörle Mücadele Şubesi Müdür Yardımcısı telefonla aradı. Benim de katkılarını bildiğim bir haber elemanının, Suriye istihbaratı ile irtibatlı kişilerin iki beyaz minibüs ile saldırı hazırlığında olduğunu söylediğini aktardı. Minibüsler ve patlayıcıların Hatay’a getirildiğini, saldırıların Konya ve Ankara’da yapılacağını söyledi. Derhal soruşturma için hazırlık yapmalarını, diğer güvenlik birimlerinden yardım istemelerini söyledim. 9 Mayıs günü failleri teknik takiple izlemeye başladık. Ancak teknik takip sırasında saldırıya ilişkin bir tespit yapılamadı.İhbar mektubu nöbetçiye verildiMİT’in Reyhanlı saldırısı öncesinde, bizleri oyalamak için içi boş ihbarda bulundukları olay dışında benimle ve emniyet birimleriyle görüştüğü kesinlikle yalandır. Reyhanlı saldırısından 16 saat kadar önce, 10 Mayıs günü mesai bitiminde MİT’ten bir görevlinin getirdiği kapalı zarfı emniyet binasının girişindeki polise bırakmış. Zarfta bombalı saldırı yapılacağına ilişkin bilgi içeren yazı olduğu kapıda görevli polis memurunun MİT’ten geldiği için önemli olduğunu düşünüp beklemeyerek zarfı TEM şube müdürüne götürmesi üzerine ortaya çıktı. Herhangi bir uyarı yapılmadan alalade bir evrak gibi teslim edilen MİT’in yazısında saldırıda kullanılacak araçların plaka ve diğer bilgileri ile şüphelilerin isimlerinin de bulunduğu çok kıymetli bilgiler olduğu tespit edildi. MİT, Reyhanlı katliamında kendilerini sorumluluktan kurtulmak için kerhen zarfı göndermek zorunda kaldı.MİT’e bilgi vermesek engellerdikZaten 8 Mayıs günü bir polis muhbirinden de benzer bilgileri edinmiş ve MİT ile paylaşıldığını söylemiştim. Ancak terör olaylarındaki tutumunu bildiğimiz halde bu kez yardımları olur düşüncesiyle saldırı ihbarını saldırıdan 2 gün önce bilgileri MİT’le paylaşmamız çok büyük hataydı. MİT’le paylaşım yapılmasaydı saldırı hedefi, ihbarda belirtildiği gibi Konya ve Ankara olduğundan bombalı araçlar bu illere ulaşana kadar engellenirdi. Hedef güzergâhın uzunluğu ve engellenme ihtimalini bertaraf etmek için hedefin Reyhanlı olarak güncellendiğini, buna MİT’le paylaşmamızdan sonra karar verildiğini düşünüyorum.Araçları saldırıdan önce durdurabilseydik, TIR aramalarında olduğu gibi ‘Biz devlet sırrı taşıyoruz, araçları arayamazsınız’ deyip Türkiye’yi ayağa kaldıracaklardı. Katliamdan bir ay kadar sonra Hatay TEM Şube Müdürlüğü, MİT’in saldırı hazırlığını bildiği 2012 yılı Aralık ayından itibaren failleri takip edip telefon konuşmalarını kaydettiklerini içeren bir bilgi notu gönderildi. MİT’in teknik izlemesine takılan telefon görüşmelerinde şüphelilerin eylem hazırlığı içinde olduğu açıkça belli oluyordu.Muhbire tehditSoruşturma kapsamında, MİT elemanı olan Suriye uyruklu birisini tanık olarak dinlemiştik. İfadesinde olaydan 2 ay önce saldırı planını ihbar ettiğini belirtti. Muhbir, 2013 Eylülünde Ankara’da Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na götürülüp sorgulandığını anlattı. İstenen ifadeyi imzalamayacağını söylemesi üzerine özel hayatıyla ilgili dosyalar önüne konularak tehdit edildiğini söyledi. Dosyalardan Reyhanlı saldırısından itibaren 4 ay süreyle bütün faaliyetlerinin MİT tarafından izlendiğini anlayan muhbir en özel görüşmelerinin bile fişlendiğini anlattı. Muhbir ertesi günde benzer sorgunun yine MİT huzurunda Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan bir başmüfettiş tarafından yapıldığını söyledi.Örtbas çabasıSaldırıdan bir gün sonra MİT yetkilileri beni ve polisi suçlayan bir dosya hazırlayıp dönemin Başbakanı Erdoğan’a sunum yapmış. Bunun üzerine Ankara’ya gittim. Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı B.E., HSYK Başkan Vekili A.H., Daire Başkanı İ.O.nun bulunduğu bir toplantıda Reyhanlı’da MİT’in sorumluluğu ve ihmalini ayrıntılı olarak anlattım. Müsteşar B.E. ayağa fırlayarak ‘Ne ihmali savcı bey, apaçık ihanet bu’ dedi.E. yalanladıB.E. ise konuyla ilgili iddiaları yalanladı. Ö.Ş.nin o dönemde HSYK’ya gelerek açıklamalar yaptığını belirten E., ‘Herhangi bir toplantı olmadı. Konuşmalara tesadüfen tanık oldum ama bana atfedilen şeyleri söylemedim’ dedi.”- 13/2/2015 tarihinde yayımlanan “Tır’daki sır aydınlandı” başlıklı yazıda MİT tırları ile Ansar El İslam örgütüne silah gittiği iddia edilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin terör örgütlerini desteklediği yönünde açıklamalara yer verilmiştir. İddianamede, Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör örgütlerine lojistik destek sağladığı yönünde manipülasyon yapıldığı iddia edilmiştir. Yazı içeriği şöyledir: “Türkiye’den Suriye’ye MİT TIR’larıyla yapılan silah ve cephane sevkiyatının Türkmenlere değil cihatçı Ansar el İslam örgütüne gittiği ortaya çıktı.Kesap’ta savaşan cihatçılara topçu desteğini ortaya koyan telefon görüşmelerinde MİT TIR’larıyla yapılan silah ve cephane sevkiyatının adresinin de Ansar El İslam örgütü olduğu ifade edilen konuşmalar bulunuyor. Konuşmalarda, Suriye rejim güçlerinin saldırıları üzerine zor durumda kalan Türkmenlerin, cephanelerinin bitmesi üzerine mermi arayışına girdikleri görülüyor. 13 ve 14 Haziran 2104’te yapılan görüşmelerde Türkmenler, MİT TIR’larıyla yapılan silah ve mühimmat yardımlarının Ansar El İslam örgütüne verildiğini ve son bir yıldır kimseden yardım görmediklerini belirtiyorlar.1 Ocak 2014’te Kırıkhan’da durdurulan ve MİT’e ait olduğu belirlenen TIR’ların aranması engellenmişti. 19 Ocak’ta da Adana’da durdurulan yine MİT’e ait olan TIR’larda yapılan aramalarda çok sayıda silah ve mühimmat bulunduğu kayda geçmişti. Hükümetin sert müdahalesi sonrasında konuyu soruşturan savcılar açığa alındılar. Konuyla ilgili İçişleri Bakanı E.A. ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan TIR’ların Türkmenlere yardım götürdüğünü öne süren açıklamalar yapmışlardı.Operasyona katılan polislerin tümünün görev yerleri değiştirilirken askerler hakkında da ‘casusluk’ iddiasıyla dava açıldı. MİT’e ait olduğu belirlenen TIR’larla silah ve mühimmat sevkiyatı yapıldığının ortaya çıkmasından sonra hükümetten yapılan açıklamada, Türkmenlere yardım götürüldüğü öne sürülmüştü. Suriye Türkmen Meclisi tarafından yapılan açıklamada ise Ankara’nın kendilerine yardımda bulunmadığı söylenmişti. Suriye Türkmen Kitlesi isimli derneğin yöneticiliğini yapan A.O’nun Suriye Türkleri Derneği Başkanı A., Bayır Bucak Tugay Komutanı Albay A.A. ve Suriye Türkmen Kitlesi Genel Koordinatörü S.H. arasında geçen konuşmalar hükümetin açıklamasını da yalanlamış oldu. ‘Silah verene soracaksınA.O. ve Suriye Türkleri Derneği Başkanı A. (A.Ş. olarak da biliniyor) arasında geçen konuşmalarda silah ve mühimmat yardımlarından bahsediliyor. Aziz Kikhia olarak kayıtlara giren Bayır Bucak Tugay Komutanı Albay A.A. ile yapılan görüşmelerde de benzer konuşmalar geçiyor. : … Ne yaptınız durumlar nasıl şeyde?O. : İyi sayılır kötü yani. Kötü. : Peki nasıl oraya kadar gelmişler kimsenin haberi yok mu ya?O. : Haberleri var da millet şey etmiyor. Çatıştılar geldi oraya. Şimdi bir daha çatıştılar geri çevirdiler. Kendilerini nasıl haberleri yok, haberleri var da elinde bahleklen gez ne şey edebilirsin, haberin olsa ne yapabilirsin bir şey yapamıyorsun ki … Yok, şimdi çıktım yok. Sağa sola zahira (mermi) geziyoruz yani yoktur. Kimse vermiyor. Yani haber olmuyor değil, haberi oluyor. Görüyon adam bir adım adım nasıl geliyor görüyon kendini ama seslenemiyorsun kendine. : Hani Ansar’ın (Ansar El İslam Örgütü) aldığı o silahlar… Hani Ansar’ın o kadar aldığı şeyler.O. : Valla ben bilmem onu. Ansar’a verene soracaksın onu. A..na koyduğumun o…. pu çocukları, onu Ansar’a soracaksın ahbap bana değil.Hepsi mermi istiyorO. : Tarık nerede?K. : Tarık Kesap’ta. Tarık ne yapacak ki?O. : Konuş kendisi ile adam göndersin oraya alsın Ansar’dan. Arası iyi onun.K. : Mermi yani T. De gerçi hepsi de mermi istiyor.O. : Tamam işte T. Şimdi Ansar’dan şey etmiyor mu ya, alakası iyi adamın oradan ayarlasın biraz konuşak durum kendileri ile.K. : Sen konuşuyon mu kendi ile ben şimdi gidip konuşacağım F. ile.O. : T. De çatışmada sabahtan beri.K. : Lan yok ya doktorlar diyor dikine gidikler.O. : E.F. neredeler peki?K. : Mehmiye’deler…O. : Tamam F.gil nerede?K. : Bilmiyorum çekilip gittiler.O. : Nereye çekilik akıl çekilik F. Orada ya.K. : Lan valla orada değil. Yemin ediyor tek başımayım diye.O. : Kendi Mahmiye’de tek başına fakat onlar orada, yukarıda kardeşim … Telin oradalar sonra … Hem orada mecmuaları (grup anlamında kullanılıyor) var. Beride yani kendi görüyor buradan atış yapılıyor …K. : Mermi bizim için. F. Meselesi değil. Bizim ki ehim (önemli) şey mermi.O. : Valla yani Ahrar’dan (Ahrar El Şam örgütü) istedim ben.K. : Valla çekildiyse kalan hepsi çekilecek tüm askeri, asker yanımızda yeri lakul (makul olabilir) diyor.O. : E.Ne diyor?K. : E. İle konuş diyor. E. İle konuştum. Gittik kendine dedik kardeş kimse yok. Dönüyorlar da bize. Burada konuşacağımız adam yok mu?O. : Kim var burada ya? Yoktur. Konuşacağımızla konuştuk … Buradakilerin elinden bir şey gelmez. Yukarısına haber verdiler. Cemaatten gençler haber verdi. Bakiyim burda şey edeyim ben. O ZAMAN ÖYLE DUYDUKA. :O dönemde öyle duymuştuk. Sadece duyuma dayalı bilgilerdir. Ben işin içinde değilim. Sadece telefonda konuştum. Hem eğer ortak bir operasyon yapılıyorsa silahlar da ortak kullanılabilir. Bu tür paylaşımlar olmuştur. Kim varsa meydanda yardımları da onlar alır.S.H. : O silahların ya da TIR’ın bugüne kadar kime ya da nereye gittiğine dair bilgim yok. Ben siyasi faaliyetlerle uğraştığım için askeri alanda olan konulara ilişkin bilgi sahibi değilim. Silah ya da cephane ihtiyacına dair bana da iletilen birtakım talepler oluyor. Ben de açıklamalar yaparak şikâyetlerini iletmiş oluyorum.Arama yapılmasını vali engellemiştiHatay’da silah yüklü olduğu iddiasıyla jandarma tarafından durdurulan TIR’larda aranma yapılmasını Hatay Valisi engellemişti. Hatay Valisi , Kırıkhan Kaymakamlığı veİl Jandarma Komutanlığı’na gönderdiği yazı ile TIR’daki MİT mensuplarının serbest bırakılmasını istemişti.TIR’ların gittiği adamlar nerede?A.O. ve Suriye Türkleri Derneği Başkanı A. (A.Ş.) arasındaki konuşmalarda silah ve mühimmat yardımı yapılanlardan yardım görülmediğinden yakınılıyor.O. : Durumlar berbat, bundan daha berbat olamaz … Kesap’a tepeye çöktü rejim. : Hangi tepe?O. : Suryetin tepesine diyom. : Suryetin oraya çıktı.O. : Hee en yüksek noktaya çıktı, yukarıdan aşağıya kuruluyor şimdi … Abi yukarıdan aşağıya gidiyor akşama kadar kalmaz : Nerde millet, millet nerde?O. : Hangi millet? : … Dağa gelenler nerde diyom.O. : Tamam da hangi birine : O TIR’ların gittiği adamlar nerdeler?O. : Yok abi yok.A.O. ile F.H. adına kayıtlı telefonla Suriye Türkmen Kitlesi Genel Koordinatörü S.H. konuşuyor.O. : Vallahi onun orasını bilmiyorum ama yani burası gidiyor abi. Yani konu ortada duruyor. .. (anlaşılmadı)…H. : Eyvah.O. : … (anlaşılmadı)… satma meselesi ciddi ciddi masada abi. Artık kim oynuyor bunu kim oynamıyor, artık bunun detaylarını inan bilemiyorum. Bilsem yani son bu N. ile gelip görüştüler ya .. (anlaşılmadı)… Bunun karşılığında Kürt Dağı Kesap’ı teslim edecekler.H. : A. ne yapıyor? (Suriye Türkmenleri birliklerinin bağlı bulunduğu Fetih Tümeni’nin komutanı)O. : Ne bilim ben A. ne yapıyor? A.nin yüzünü gören mi var?H. : Nerde bu A., içerde mi dışarda mı?O. : Vallahi bilmiyorum şu anda nerede.H. : Peki A.Ş. diğerleri neredeler, oradan çekilmişler mi?O. : A.Ş. aşağıda. Orada Ghassam var. Ghassam da çekilik oradan. Ebu Semir’ler de var. Ebu Semir de orda şurda anca hava atıyor, 6-7 ton malzeme aldım diye. 6-7 ton malzeme, cephane aldım diye. Aldın e hani? Gençler de bas bas bağırıyor cephane diye. Geceden beri gece saat 30’dan beri cephane diye bas bas bağırıyor. Kimseye bir şey yok. Ansar hareket etmedi saat 00’a kadar.H. : Malzeme biz almadık. Bir seneden bu yana bize bir şey gelmedi şimdi mi gelecek.O. : Yani satılıyoruz abi o zaman satılıyoruz.H. : Gör o zaman yani ya A. Biz az mı ağlıyoruz malzeme için. Geliyor geliyor kokusunu almıyoruz be. Ben de diyorum. Nereden alacağız bilmiyorum ki.O. : Geçen hafta Ansar El Şam sağı solu araştırıyor sipariş verecek. Malzeme 3 milyon dolarlı. Ufak sipariş verecek. Ufak siparişi bu 3 milyon dolarlık ufak siparişi bu. Git yanına ağıt ağlıyor.H. : Kime ne diyeceğim bilmem ki… Malzemeyi bulmakta mesele şimdi ben.O. : Abi malzeme bulmak mesele değil. Mesele niyet olacak vermekte bize.H. : Niyet yok.O. : Yani biz biliyoruz kim getiriyor, kim parasını veriyor. Kim kim yolunu temin ediyor. Kim ta şeride (sınıra) getiriyor. Hepsini biliyoruz. Yani niyet yok.Türkmenler A.yı yalanladı:Bize böyle bir yardım gelmedi2 Ocak 2014: Meclis dışından İçişleri Bakanı yapılan E.A., gazetecilerin Hatay’da durdurulan TIR’a ilişkin sorusuna, ‘Türkmenlere götürülen yardım. Herkes işini bilecek’ yanıtını verdi.4 Ocak 2014: Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı H.E.A., ‘Türkmenlere yardım getiren bir TIR yok. Geçen hafta İsviçre’den kıyafet olan bir TIR geldi. Ankara’dan ne başka bir yardım ne de silah yardımı alabiliyoruz’ diye karşılık verdi. Bir diğer Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı A. de’Böyle bir yardımla ilgili bir bilgim yok’ dedi.6 Ağustos 2014: Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Yörük Türkmenleri Cumhurbaşkanını Seçiyor’ programında yaptığı konuşmada, ‘Bayır Bucak Türkmenlerine MİT eliyle yardım ulaştırıyoruz … Buradan nereye gidiyordu yardımlar? Bayır Bucak Türkmenlerine gidiyordu. Dünyaya Türkiye teröre destek oluyor diye yaygara yaptılar’ dedi.A.O. ile Suriye Türkleri Derneği Başkanı A. arasında geçen telefon konuşmaları: : Hani Ansar’ın (Ansar El İslam Örgütü) aldığı o silahlar.. Hani Ansar’ın o kadar aldığı şeyler.O. : Valla ben bilmem onu. Ansar’a verene soracaksın onu. …, onu Ansar’a soracaksın ahbap bana değil. : O TIR’ların gittiği adamlar nerdeler?O. : Yok abi yok.A.O. ile Suriye Türkmen Kitlesi Genel Koordinatörü S.H.nin konuşmaları:H. : Malzeme biz almadık. Bir seneden bu yana bize bir şey gelmedi şimdi mi gelecek.O.: Yani satılıyoruz abi o zaman satılıyoruz.H. : Gör o zaman yani ya A. Biz az mı ağlıyoruz malzeme için. Geliyor geliyor kokusunu almıyoruz be. Ben de diyorum. Nereden alacağız bilmiyorum ki.O. : Abi malzeme bulmak mesele değil. Mesele niyet olacak vermekte bize.H. : Niyet yok.O. : Yani biz biliyoruz kim getiriyor, kim parasını veriyor. Kim kim yolunu temin ediyor. Kim ta şeride (sınıra) getiriyor. Hepsini biliyoruz. Yani niyet yok.O., Davutoğlu’na sordu:‘Destek’ talimatını siz mi verdiniz?CHP Milletvekili U.O, dün gazetemizde yayımlanan ‘Cihatçılara topçu desteği’ başlıklı haberi Meclis gündemine taşıdı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yanıtlaması istemiyle sunduğu önergede, Türkiye’nin ne zamandan bu yana TSK unsurlarının açık silah ve atış desteğiyle Suriye’deki rejim muhaliflerine, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) destek verdiğini soran konuyla ilgili bir kararı olup olmadığı konusunda bilgi istedi. O. , şu sorulara yanıt istedi:‘TSK’nın Suriye toprakları içerisindeki bir bölgeye durup dururken topçu atışı yapmasının gerekçesi nedir? Bu durum Türkiye’yi açıklanması ve telafisi olanaksız zor bir duruma sokmuyor mu? Kesap’a yönelik saldırılara katılan Bayır Bucak Türkmen Cephesi’nin komutanlarından A.O. ile kardeşi A.O. aracılığıyla Whatsapp uygulamasıyla koordinatların Yayladağı Gençlik Derneği Başkanı ve AKP delegesi T. isimli kişiye bildirilmesinin gerekçesi nedir? Bölgedeki AKP üyelerine bu konularda ÖSO’ya yardımcı olması talimatı mı verdiniz? Türkiye’den sınır ötesine daha önce kaç kez benzeri biçimde topçu ateşi yapıldı? Her atış öncesinde size bilgi veriliyor mu?’Cihatçıların sınırdan geçişine izin verdiği konusundaki iddiayı yalanlamayan dönemin Yayladağı Kaymakamı T.Y.nin ‘Yönergeye göre hareket ettik’ dediğini anımsatan O., ‘Bu yönergenin içeriği nedir, kim ne zaman yayınladı? Bu yönerge ÖSO mensubu herkesin elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girip çıktığı anlamına mı gelmektedir’ diye sordu.”- Başvurucunun İstanbul Adliye Sarayında 31/3/2015 tarihinde görevi başında Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden DHKP-C terör örgütü mensupları B. ve Ş.Y. ile olay esnasında telefonla görüştüğü ve bu görüşmeyi röportaj hâline getirerek saat 48’de gazetenin internet sitesinde “Öldürülmeden yarım saat önce eylemcilerden Ahmet Şık’a çarpıcı açıklamalar” başlığıyla yayımladığı belirtilen yazı içeriği şöyledir:“Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık, öldürülmeden yarım saat önce eylemcilerle telefonda görüştü. Neden eylemi yaptılar, ne istiyorlar, Avukatlar mı, Savcı ile ne konuştular hepsini cevapladılar.Eylemciler B. ve Ş.Y., rehin operasyonunda öldürülmeden yarım saat önce telefonda Ahmet Şık’ın sorularını cevapladılar. İşte Ahmet Şık’ın soruları ve eylemcilerin cevapları:-Eyleminizi bitirecek misiniz? Müzakereler ne aşamada?Twitter hesabımızdan soruşturma dosyasında öne çıkan polislerin sicil numaralarını yayınladık. Dosyaya göre emniyet kriminal bürosu 21 şüpheli polisten bu üçünün öne çıktığını tespit etmiş. Bu üç polisin B.yi vuranlar olabileceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Zaten savcı da bize bu bilgiyi verdi. Müzakerede, bu üç polisin kimliğinin canlı yayında açıklanmasını talep ediyoruz. Berkin’i öldürenlerin yüzde 99 ihtimalle bu polisler olduğunu müzakere yürüten heyettekiler de bize söyledi. Biz de, canlı yayında bu isimlerin kamuoyuna açıklanmasını talep ediyoruz. Burada dosyaları da inceledik. Şüpheli polislerin fotoğraflarına baktık. Kriminal büronun hazırladığı raporda bu üç polis kırmızı çerçeve içine alınmış zaten. Birinin adı G.T. Sicil numarası … Diğer polislerin de sicil numaralarını verdik ve canlı yayında isimlerin açıklanmasını istiyoruz.-Talebinizin karşılanacağını düşünüyor musunuz?B.E.nin faillerinin isimleri bugüne kadar biliniyordu ama açıklanmadı. Bizim bu girişimimizle açıklanacak ve yargılama olacak. A.İ.K.nın, E.S.nin davalarında da katiller biliniyordu. Ama yargılamanın nasıl sonuçlandığı ortada. Katiller hiçbir zaman gereken cezayı almıyor. Bu yüzden katillerin halk mahkemelerinde yargılanmasını istiyoruz. Zaten ikinci talebimiz de budur.-Talep karşılanmazsa ne olacak?Talebimiz nettir. İsimler canlı yayında açıklanmalı. Müzakereciler verdikleri taahhüdü yerine getirsinler. Polislerin kimlikleri açıklansın. Bu polisler de canlı yayında suçlarını itiraf etsinler. Bu talep karşılandığı noktada daha önce açıkladığımız diğer taleplerimizi müzakere edebiliriz. Eğer talebimiz karşılanmazsa başta söylediğimizi gerçekleştiririz. Polislerin sicil numaralarını verdik. İsimler açıklansın istiyoruz. İsimler açıklandıktan sonra eylemimizi bitirebiliriz. Şimdi son bir görüşme yapıyoruz ve yarım saatlik bir süre tanıdık (Saat 40). Eğer canlı yayına çıkıp suçlarını itiraf etmezlerse görüşme sona erecektir. Telefon iletişimi de bitecek ve savcıyı cezalandıracağız.-Emniyet müdürü ve başsavcı yardımcısının öğle saatlerinde canlı yayında açıklama yapmasını da siz mi talep etmiştiniz?Evet bizim talebimiz doğrultusunda o açıklama yapıldı. Eyleme başladığımızda 3 saat süre tanımıştık. Sürenin dolmasına az bir süre kala müzakere heyetiyle irtibata geçebildik. Yetkililerin B.E.nin katillerini açıklayacağını taahhüt etmesi üzerine, bu açıklama yapılırsa müzakere sürer dedik. Bunun üzerine emniyet müdürü ve başsavcı vekili canlı yayında açıklama yaptı. Biz de süreyi uzattık. Eğer açıklama yapılmasaydı süre uzamayacaktı.-İçeri girerken avukat kimliği kullandığınız ya da bizlerin de avukat olduğunuza dair bilgiler dolaşıma girdi? Adliye’ye silahlarla nasıl girdiniz? İçeri nasıl girdiğimizle ilgili herhangi bir açıklama yapmayacağız. Mutlaka zamanla ortaya çıkacaktır. Ama şu aşamada açıklama yapmayacağız. Bu tür dedikodular avukatları hedef haline getiriyor. Ama bu eylemde avukatların hedef olması için bizim avukat kimliği ya da cübbesi kullanmamıza gerek yok. Bu ülkede avukatlar defalarca hedef oldu. Müvekkillerine sahip çıktıkları için hapislere atıldılar hatta öldürüldüler. Bu yüzden bizim eylememizle avukatların hedef haline getirilmesi söz konusu değil. Çünkü AKP’den ve düzenden yana olmayan herkes zaten bu ülkede hedeftir. Bizler de avukat değil DHKP-C savaşçılarıyız. Sonuçta biz bu eylemi yapmaya karar verdik ve bunun için de her türlü yöntemi denedik. Bu eylem mecbur bırakıldığımız bir yöntemdir. -Silahlı eylem yapmak adaleti sağlar mı?Devrimciler bu ülkede adaletin sağlanması için çok çaba sarfettiler. Bugüne kadar bir çok eylem oldu. Devrimciler eylem yaptı, avukatlar zorladı. Katiller yerine bi eylemleri yapanlar tutuklandı. Haklarında soruşturmalar açıldı. İşkence gördüler. B. İçin istenen adalet sadece düzenin kendi çıkarları söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor ve adalet talep edenleri tutukluyor. Biz de bugün adaleti sağlamak için buradayız. Kullandığımız yöntemler ve eylemimiz meşrudur.-Talep karşılanmazsa savcı beyi cezalandıracağınızı söylüyorsunuz. Bu meşru mu?Biz bu olmasın diye uğraşıyoruz. Talebimizin karşılanıp karşılanmaması ve savcının başına bir şey gelmemesi kendi ellerinde. Sonuçta kendi savcıları ve kendi polisleri. Onların düzenini koruyan savcılar ve polisler. Başlarına bir şey gelsin istemiyorlarsa talebimizi yerine getirsinler. Biz düzenin, kendi insanlarına da değer verdiklerini düşünmüyoruz. Kullanır, harcar, atarlar. Bundan sonrası kendilerine kalmış. Daha fazlasını pazarlık konusu yapmıyoruz.-Savcının sağlık durumu nasıl? Kendisiyle konuşabilir miyiz?Kendisiyle sizi konuşturamam. Ama sağlık durumu iyi. Zaten bir başka savcı arkadaşıyla ve polis yetkilisiyle telefonla konuştu. Sağlığının iyi olduğunu kendisi de söyledi. -Savcı beyle herhangi bir tartışmanız oldu mu? Kendisinin B.E.nin faillerinin bulunması için çaba harcadığına ilişkin haberler var medyada?Evet, kendisiyle konuştuk. Savcı bey kendisini savunmaya çalışıyor. Ama dosyaya baktığınızda sadece avukatların başvurularını görüyorsunuz. Savcının dosyayı ilerletmek için bir çabasını görmüyorsunuz. Dosyanın bugüne kadarki gelişim sürecini biliyoruz. Bugüne kadar hiçbir şekilde savcılar olaya el atmadı. Avukatlar ve aileler kamera görüntülerinin peşine düştü. Devrimciler defalarca bunun için eylemler yaptı. Gözaltına alındı. İşkence gördü. Tutuklandı. Bu dosyada savcıların bir adım atması söz konusu değil. Zaten benzer bütün davalarda da yargının ne yaptığı ortada. Sadece devleti ve suçlularını korurlar. Bu dosyada da polislerin korunmasından savcı sorumludur. Kendisine de bunu söyledik zaten.-B.E.nin öldürülmesi kamuoyunun geniş kesimi tarafından zaten tepki toplamıştı. Cenazesine katılan yüzbinlerce kişi de bu haksızlığa isyan etmişti. Eyleminiz bu meşru zemini ortadan kaldırmıyor mu?Berkin Elvan sıradan bir insandı ama bizim çocuğumuzdu. Berkin’i biz tanıyorduk. Kişisel olarak da mahalleden tanıyorduk. Berkin bizim elimizde slamcı bir çocuktur. Canımız, kardeşimiz, yoldaşımızdır. Cenazesine milyonlarca insanın katılması kendiliğinden olmadı. Devrimciler yaşanan slamcıri dikkat çekmek ve kamuoyu oluşturmak için 360 gün boyunca eylemler yaptı. Haziran ayaklanmasında bir çok şehit verildi ama kimsenin cenazesi öyle olmadı. Elbette B.nin bir çocuk olması, yaşı da etkendir ama adalet talepleri sayesinde o kitle B. İçin toplandı. Bu eyleme karar verirken, en başta da belirtmiştik, bu güne kadar her şey yapıldı. Demokratik yollardan adım atılması için ısrar edildi. Ancak adalet sağlanmadığı için biz de namlularımızla adaleti sağlarız dedik. Ve meşruiyetimizi de idelojimizden alıyoruz.”- Aynı haberin gazetenin ¼/2015 tarihli nüshasında “Bu eylem mecbur bırakıldığımız bir yöntem” başlığıyla verildiği, bu haberde de internet sitesinde verilen görüşme içeriği ile birlikte A.Ş.ye ait bir takdim yazısının bulunduğu, bu yazı içeriğinde “Geride gerçeği anlatacak tek bir tanık bile kalmayan rehine krizini sonlandıran kanlı operasyondan kısa bir süre önce telefonun ucundaydı, yanıt verebileceğinden emin olmadan çevirdiğim numara ikinci çalışında karşımda genç bir ses ‘alo’ dedi. Hangisiydi bilmiyorum. Kendimi tanıtıp sorularımı sıralamaya başladığımda, geriden duyulan ses pazarlık halindeydi. Çabuk olmasını istemesine rağmen tüm sorularıma yanıt verdi. Kararlı olduğunu gösteren cümleler kursa da ısrarla aynı şeyin altını çiziyordu: ‘Polislerin kimliği açıklansın, eylem bitebilir’. Olmadı. Bu basit, bugüne dek zaten yargının yerine getirmesi gereken talep reddedildi. Savcı Mehmet Selim Kiraz ile onu öldürmeye geldiklerini söyleyen Ş.Y. ve B.nin cansız bedenlerini geride bırakan ve ‘başarılı’ denilen operasyon gerçekleşti. Bu son söyleşi de buraya not olarak düşüldü.” Şeklinde ifadelere yer verildiği, aynı gün eylemi gerçekleştiren -arkasında silahlı terör örgütü DHKP/C bayrağı olan ve yüzünü örgütün flaması ile kapatan- teröristlerden birinin elindeki silahı Şehit Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın başına dayadığı fotoğrafın gazetenin ilk sayfasının tamamını kaplayacak büyüklükte basıldığı, aynı fotoğrafa gazetenin altıncı sayfasında “Berkin Baskını” başlığı altında tekrar yer verildiği belirtilmiştir. İddianamede, söz konusu haberin ve fotoğrafın veriliş şekli ile içeriğinde geçen eylemci, genç ve kararlı ibareleri birlikte nazara alındığında gazetenin -terör eylemini kınamak yerine- teröristlere ait mesajı aktarım gücünü görsellerle güçlendirmek suretiyle aktardığı, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı iddia edilmiştir.- 23-26/9/2014 tarihlerinde Avrupa Parlamentosu ortaklığıyla Heybeliada’da düzenlenen basın özgürlüğü çalıştayında “Silahlı bir mücadele yürüten bir örgütün yayın organında çalışmak sizi o örgütün üyesi yapmaz. Benim için PKK’nın yayın organında çalışan tüm arkadaşlar gazetecidir.” Şeklinde açıklamalarda bulunduğu belirtilmiştir.ii. Başvurucunun @sahmetsahmet rumuzlu sosyal medya hesabından yaptığı ve suçlamaya konu edilen;28/11/2015 tarihli paylaşımında;“Tahir Elçi’yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız”, 17/2/2016 tarihli paylaşımında;“Devleti mafyalaştıranların suçlarının soruşturulmasını engellemek için savaş çıkardığına inananlar, bomba patlatılacağına neden inanmaz”17/2/2016 tarihli paylaşımında;“ABD ve AB’nin cihatçı teröre karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olmaz mı?”8/9/2016 tarihli paylaşımında; “Katil devlettir deyince bozuluyorsunuz”11/12/2016 tarihli paylaşımında;“Cizre’de evlerin bodrumlarında yakılanlarla İstanbul’da bomba ile parçalananları kıyaslayacağına ikisinede itiraz et. İkisi de şiddet”14/12/2016 tarihli paylaşımında;“Savaş, PKK ile ülkenin belirli bir bölgesinde arada kesintiler olsa da 1984’ten bu yana var”20/12/2016 tarihli paylaşımında;“Suikastçının Nusra’cı değil FETÖ’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız?” şeklinde ifadeler kullandığı belirtilmiştir.iii. Sonuç olarak başvurucunun terör örgütlerinin eylemlerini destekleyici tarzda yazılar yazarak ve paylaşımlarda bulunarak terör eylemlerini meşru göstermeye çalıştığı -bazı paylaşımlarında devlete katil diyerek- devletin terör örgütlerine karşı verdiği mücadeleyi terör örgütü faaliyeti gibi göstererek kaos ortamı oluşturmak istediği, böylece üzerine atılı örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçunu işlediği iddia edilmiştir. Başsavcılığın başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmesinin ilgili kısmı ise şöyledir:“…TCK’nun Maddesinin Fıkrasında örgütün hiyerarşik yapısı içinde olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kimselerin de örgüt üyesi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bir kişinin eylem yöntemi, zamanlaması, örgütün çeşitli kademelerinden kişilerle kurduğu irtibatlar örgütle birlikte hareket etme iradesini dışa yansıtan somut delillerdir. Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişilerin durumu da böyle değerlendirilmelidir. Faaliyetin esasen meşru bir zemine sahip olması da bu durumu değiştirmemektedir … Normal şartlar altında kamuoyunun bilgi edinme hakkı, basın mensuplarının da mesleki faaliyetlerini icra etme hakkı kapsamında hukuka uygun olan faaliyetler tüm ulusal ve uluslararası sistemlerde ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu barışı gibi kriterlerden hareketle sınırlandırılmaktadır. Basın-yayın faaliyeti kapsamında bir terör örgütünün yaptığı algı manipülasyonuna dahil olma, örgüt lideri ve mensuplarını sevimli gösterme çabasına girme, örgüt yöneticilerinin şiddete çağrı ve tehdit içeren açıklamalarını yayımlama, devleti uluslararası terörle ilişkili göstermeye çalışarak terör örgütlerinin faaliyetlerine saha açmanın hukuka uygun kabul edilemeyeceği açıktır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerden , A.A., B.U., G.T.Ö. Ö.Ç., A.K., T.G., H.K., B.Y., G.Ö., H.K, K.G., S., A.E., H.A.Ç., Ahmet Şık ve O.E.nin fiillerinin silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçunun, İ.T.nin fiilinin silahlı terör örgütüne üye olma suçunun, A.K.A.nın fiilinin terör örgütü yöneticisi olma suçunun unsurlarına uyduğu anlaşılmıştır.Her ne kadar şüphelilere birden fazla terör örgütüne yardım ettikleri isnadında bulunulması ilk bakışta çelişkili gibi görünse de; terör örgütlerinin farklı ideolojik yaklaşımlara ve tabanlara sahip olmasının, ortak bir düşman algısından hareket ettiklerinde, eylemsel düzlemde fikir ve irade birliği içinde hareket etmelerine engel olmadığı bilinmektedir. Silahlı terör örgütlerinin 15 Temmuz darbe girişimi öncesi ve sonrasında geliştirdiği ittifak ve koordineli hareket tarzı, bir üste bağlı olduklarını göstermekte, ortak hedeflerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini yıpratmak ve yıkmak olduğunu ortaya koymaktadır.” İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 19/4/2017 tarihinde kabul edilmiş ve E.2017/148 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 26/7/2017 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle;i. 14/3/2015 tarihli “Ya Apo kandile, ya biz İmralı’ya” (Cemil Bayık’la yapılan röportaj) başlıklı yazıyla ilgili olarak yazının gazeteciliğin etik sınırları içinde yazıldığını, haberin öznesinin söylediği cümlelerin kimin söylediği belirtilerek hiçbir ekleme ya da çıkarma yapmadan sadece dil bilgisi kurallarını düzelterek anlattığı bir haber olduğunu, bu yazının iddianameye konmasının nedeninin kendisi hakkında örgüt bağlantısı kurma düşüncesi olduğunu, röportajdan çok Cemil Bayık’ın söylediği ve içerikte yer alan bazı şeylerin rahatsızlık oluşturduğunu, dünyanın her yerinde bunun haber değeri olduğunu, kendisinin de bu röportajı yayımlamakla gazetecilik yaptığını savunmuştur.ii. 8/7/2015 tarihli “Bizimki gazetecilik, sizinki ihanet” başlıklı yazıyla ilgili olarak Reyhanlı’daki patlama hakkında savcı Ö.Ş. ile mektup yoluyla röportaj yaptığını, bilgileri veren kişinin bir yargı mensubu olması ve ayrıca haberi teyit edecek başkaca bir kaynak olmaması nedeniyle teyit almadan haberi yayımladığını savunmuştur.iii. 13/2/2015 tarihli “Tırdaki sır aydınlatıldı” başlıklı haberle ilgili olarak haberin doğru olduğunu, haberi bir soruşturma dosyasına giren tapelere dayanarak yaptığını, ayrıca adı geçen kişileri arayarak teyit aldığını ve haberde de kaynak gösterdiğini savunmuştur. iv. Cumhuriyet savcısını şehit eden teröristlerle yapılan ve 31/3/2015 tarihinde gazetenin internet sitesinde yayımlanan röportajla ilgili olarak Cumhuriyet savcısını öldüren kişilerin hangi saikle bunu yaptıklarını öğrenmeye çalıştığını ve yaptığı haberin arkasında olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca kendisinin Cumhuriyet gazetesinde çalıştığını ve internet sitesinden fazla bilgisinin olmadığını ancak gazetede yayımlanan haber ve yazıların internet sitesinde de yayımlandığını, ayrıca Kanun’da belirtilen dört aylık dava açma süresi geçmesine rağmen bunun iddianameye konulmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.v. Aynı haberin ¼/2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde birinci ve altıncı sayfadan veriliş tarzıyla ilgili olarak herkesin görev tanımının belli olduğunu, gazetede yazılan bütün haber ve yazıların yazı işlerinde toplandığını ve burada yapılan değerlendirme sonunda editörlerin haberin, yazının veya fotoğrafın nasıl kullanılacağına karar verdiğini, genel işleyişin bu olduğunu ve bu aşamada yazıyı yazan veya haberi yapan kişinin müdahalede bulunmadığını, bulunmasının da doğru olmayacağını ancak buradan yola çıkılarak bir sorumluluk oluşturulmaya çalışılıyorsa bu haberlerin tüm sorumluluğunun kendisine ait olduğunu savunmuştur.vi. Sosyal medya paylaşımlarında kullandığı terimlerle ilgili olarak ise haber içeriğinden bağımsız değerlendirme yapılmaması gerektiğini, bağlamından koparılan kelimelerle suçlama yapılmasının doğru olmadığını ifade etmiştir. Sonuç olarak başvurucu, gazetecilik faaliyeti nedeniyle yargılandığını ve suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkemece 9/3/2018 tarihinde yapılan celsede başvurucu tahliye edilmiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şöyledir:“…haklarında isnat edilen eylem çerçevesinde sanıklar hakkındaki delillerin önemli ölçüde toplanmış olması, sanıkların karartacakları bir delilin kendileri yönünden bulunmaması, sanıkların icra ettikleri görev çerçevesinde dinlenmeyen sanık ve tanık üzerinde baskı yapacağı yolunda kuvvetli şüphenin bulunmaması gözetilip sanık için bu aşamada tutukluluğun ölçüsüz bir tedbir olacağı ve aynı faydanın adli kontrol ile sağlanacağı … [anlaşıldığından tahliyesine karar verildi.]…” Mahkemece 16/3/2018 tarihinde yapılan celsede Savcılık esas hakkında mütalaasını sunmuştur. Savcılık, aralarında başvurucunun da bulunduğu on üç sanığın silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme,sanık Y.E.İ.nin terör örgütü propagandası yapma, A.K.A.nın terör örgütü yöneticisi olma suçlarından cezalandırılmalarına, T.G., B.Y. ve G.Ö.nün beraatlerine, ve İ.T. hakkındaki dosyaların sanıkların kaçak olmaları ve bu nedenle savunmalarının alınamamış olması nedeniyle tefrikine karar verilmesini talep etmiştir. Mütalaanın ilgili kısmı şöyledir:“… özellikle 2013 yılı itibariyle Zaman, Taraf, Bugün gazeteleri, Samanyolu TV, Kanaltürk gibi yayın organlarının kamuoyu önünde inanılırlığını ve güvenilirliğini yitirerek itibarsızlaşması üzerine yeni yayın organı arayışına geçen ve bu arada T. Devletine yönelik hukuka aykırı amaç ve hedefleri aynı olunca irtibat kurmakta sakınca görmedikleri PKK/KCK, DHKP-C silahlı terör örgütleri ile aynı çizgide hareket eden FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, yayın organı olarak ekonomik sorunları ve aynı amaç ve hedefte buluştukları Cumhuriyet gazetesini seçtiği, dayandığı Cumhuriyet Vakfı senedi ve yayın ilkeleri itibariyle Atatürkçü ve Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda yayın politikası izlemekte olan Cumhuriyet gazetesinde bu yönde yayın politikası oluşturmak ve buna karşı gelecek veya engel olacak Atatürkçü ve Cumhuriyetçi yönetici, yazar ve muhabirleri tasfiye etmek adına Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu Başkan Vekili ve icra kurulu başkanı olması nedeniyle “en üst yetkili” konumda bulunan sanık A.A. ile birlikte hareket ettiği sanıklardan yönetim kurulu üyesi olan H.A.Ç. ve Vakıf Başkanı olan O.E.nin süreci başlattıkları, bu süreç içerisinde öncelikle yönetim kurulu üyelerinin usulsüz seçimlerle dizayn edilerek, A., Ş.T., İ.K., Ş.S. ve A.B. gibi Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı ve kendilerine engel gördükleri kişileri tasfiye edip, yerlerine kendileri ile birlikte hareket edecek olan sanıklar Ö.Ç., H.K., K.G., H.K., G.T.Ö. ve B.U.nun seçilmesini sağladıkları, genel yayın yönetmenini belirleme yetkisi ve dolayısıyla gazetenin yayın politikası ile yönetiminde etkin ve söz sahibi olan Cumhuriyet Vakfının yönetiminin bu şekilde şekillendirilip dizayn edilmesi aşamasında ve sonrasında önce yazar olarak gelen sonrasında genel yayın yönetmeni olan ve Cumhuriyet ile hiçbir organik bağı olmayan, Cumhuriyet ekolünden gelmeyen sanık ile birlikte sürecin hızlandığı Atatürkçü duruşları ile bilinen O.A., Ü.Z., F., B.B. gibi yazarların tasfiye edildiği, özellikle Ekim 2015 tarihinde yönetim kurulu üyeliğine yeniden seçilemeyen ancak gazetedeki yazılarına devam eden ve FETÖ/PDY örgütüne açıkça karşı olan A.B.nin yazılarına da sanık nin genel yayın yönetmenliğine gelmesi ile aynı tarihlerde son verildiği, bu arada yazar ve muhabir olarak sanıklar A.E., Ahmet Şık ve A.K.G. ile önce yayın koordinatörü, haber koordinatörü ve son olarak da nin yurt dışına kaçması üzerine genel yayın yönetmeni olan sanık S. ile ekibin tamamlandığı, sanık A.E.nin gazetede yazı yazması dışında fiili olarak yöneten kişilerden olduğu, yine sanık A.K.G.nin de yazı işleri toplantılarına katıldığı, bu şekilde başlayan ve devam eden süreç içerisinde yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, sanıkların birlikte hareket etmek suretiyle T. Devletinin egemenlik ve toprak bütünlüğü ile milletin huzur ve güvenliğini tehdit eden PKK/KCK, DHKP-C ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin amaç ve hedeflerine hizmet edecek şekilde, yine T. Devleti ve Hükümetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakıp, itibarsızlaştırarak IŞİD [DEAŞ] terör örgütlerine yardım ettiği, desteklediği algısı yaratmak suretiyle uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amaç ve kastı ile bir bütün halinde yukarıda belirtilen haber, yazı, açıklama, paylaşım gibi yayınlar yapmak, özetle bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinde bulunmak suretiyle bu terör örgütlerine destek olup yardım ettikleri, bu suretle Terör Örgütü Üyesi Olmamak ile Birlikte Terör Örgütüne Yardım Etme suçunu işledikleri anlaşıl[mıştır.]…” Mahkeme 25/4/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte silahlı terör örgütleri PKK, DHKP-C ve FETÖ/PDY’ye yardım etmek suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca gerekçeli kararında iddianamede yer verilmeyen ve yargılama aşamasında dosyaya dahil edildiğini belirttiği bir kısım delillere de yer vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“ İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunun Mahkemeye gönderdiği 23/10/2017 tarihli yazıBu belge içerik bakımından suç tarihi öncesine ait olmakla CMK.nın Maddesi çerçevesinde bir delildir. Belgede fetö/pdy terör örgütünün önemli iletişim noktalarından biri olan yönetici sıfatı ile soruşturma takibinde ki E.T.A.nın U. isimli olan ve FETÖ/PDY’ nin önemli unsurlarından biri olan Gazeteci Yazarlar Vakfı başkanı sıfatına sahip şahısla bylock üzerinden yaptığı görüşme içeriği bildirilmektedir. 22/1/2016 tarihli olup U. tarafından E.T.A.ya gönderilen mesaj da ‘Mesajlar arasında Cumhuriyet ile Zaman’ın demokratlığını kıyaslayan bir mesaj gördüm dayanışma gerektiren bir zamanda bu nevi mesajların uygun olmadığını düşünüyorum’27/12/2015 tarihli E.T.A.nın bir başka örgüt yöneticisi Y.ye bylock üzerinden gönderdiği mesaj da ‘Ocak ayının sonuna doğru Abant toplantısı yapmak istiyoruz iyi bir katılım ümidimiz var 000 TL gibi bir maliyet olacak yapalım mı para konusunda yardımcı olunabilir mi ? …. A., T. ile görüştük yapalım diyorlar Vakfa yönelik bir tehlike arifesinde Beyin yerine 15 günlük nöbetçi başkanlar olsun diyoruz…. T. Ve A. Tamam dedi demokrasi nöbeti uygun mudur? ‘12/1/2016 tarihinde E.T.A.nın bylock üzerinden Y.yemesajında ‘geçenlerde A.B. geldi saraya yakın bir arkadaşı vakfı basacaklar sen mütevelli heyetinden ayrıl demiş oda lütfen beni yanlış anlamayın ben her zaman hizmetin yanındayım şüpheniz olmasın ama mütevelliden beni çıkartın dedi.’21/1/2016 tarihinde Y.nin E.T.A.ya mesajında ‘Hocam Abanta katılacakları kendilerine okudum memnu oldu acaba Cumhuriyet’ten ve Sözcü gazetesinden de birileri olsa keşke buyurdu…. Ayrıca ye ve H.ye BEYAN kitabını imzaladı’17/12/2015 tarihli olan E.T.A.nın bir başka bylock kullanıcısına mesajında ‘Bugün nin duruşmasındaydım en az yüz kişi vardı alkışlarla karşılandı salona girerken ve çıkarken” 1/9/2015 tarihli olan E.Y.nin bylock üzerinden E.T.A.ya mesajında ‘E. Bey bir teklifim var ancak bunu bizim seslendirmemiz değilde N. HANIM gibi birilerini veya gibi birilerinin söylemesi faydalı olur bundan sonra hangi gazete baskın yerse ertesi gün bütün gazeteler o gazetenin yüzünü aynen bassın ve bütün gazeteler birlikte hareketin resmini versinler yani bir nevi bütün basın o gün biz bugün medyasıyız demiş olsalar yarın başka gazeteler olursa aynı şeyler onlar içinde olmalı tabi’Özellikle son mesajda zirve yapan bu yaklaşım ve genel yayın yönetmeni olduğu gazete ile fetö terör örgütü ile nasıl bir dayanışma içinde olduğunu zira fetö terör örgütünün sanık ye Nazının ne kadar geçtiği ve onu kamuoyu yapılıcığında ne denli kullanabileceği göstermesi bakımından önemlidir. Yine bu mesajların içerikleri FETÖ/PDY’nin Abant toplantıları konusundaki stratejileri o toplantılara kimlerin katılacağı hususundaki organizasyon nin hoca tarafından yani Fetullah GÜLEN tarafından kitap gönderilerek ve imzalanarak sözde şerefe mazhar kılınması oldukça dikkat çekicidir. “…Sanık Aleyhine Kabul Edilen DelillerSanık tarafından terör örgütleri lehine yapılan çok sayıda sosyal medya paylaşımı yazılarında MİT tırları olayında olduğu gibi devletin uluslararası arenada cezalandırılması ya da yargılanması amacını güden açıklamalara yer verilmesi PKK/KCK üst düzey yöneticileri ile yaptığı röportajlarda bu örgütlerin aslında ne denli düzgün oldukları ya da demokratik tavır sergiledikleri yolunda ortaya konulmaya çalışılan yaklaşım PKK/KCK DHKP-C gibi terör örgütlerinin legalize edilmesi amaç ve eylemlerinin masum gösterilmesi şeklinde ortaya konulan irade ve bunun kamuoyu ile gazete üzerinden paylaşılması Sonuç Değerlendirme ve KabulÖncelikle tüm savunma aşamalrında sanık ve slamcıri tarafından sanığın Ergenekon soruşturmaları aşamasından bu yana belirli bir çizgisinin olduğu ve kendisinin fetullahcı olamayacağı bildirilmiştir. Hatta Fetullah terör örgütü kumpası olan Ergenekon sürecinde sanığın yine tutuklu kaldığı söylenmiştir bu doğrudur.Ancak bu yaklaşım bir kara propagandadır. Zira sanık Ahmet ŞIK için dosyada sla edilen deliller FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik olmayıp PKK, PYD, KCK, DHKP-C gibi marjinal sol örgütlere yöneliktir. Dolayısıyla bu ilk tespitin bu şekilde yapılması gerekir zaten Cumhuriyet gazetesine yönelik olarak yapılan soruşturmada ana figür FETÖ/PDY olsa da sadece ve sadece fetö terör örgütünden kaynaklanan bir dava yoktur. Dava terör örgütlerine yardım davasıdır. Bu yardımın marjinal sol cenahını aslında en çok temsil eden de bu sanıktır. Fakat sanık ve avukatları fetö ile kendi adlarının bir araya getirilmesini istemeseler dahi biraz aşağıda yer alan Ö.Ş. röportajının ne gibi bir izahı olacaktır. Ahmet Şık gazetede muhabir olduktan sonra gazetenin terör örgütlerine yardım eksenine kayması süreç ve aşamasında 14/3/2015 tarihinde ‘ya apo kandile ya biz imralıya’ başlıklı bir röportaj yayınlamıştır. Muhatap PKK/KCK yöneticilerinden Cemil Bayık’tır. Bu röportajda Abdullah Öcalan ile örgütün ilişkisi örgüt teröristlerinin gerilla olarak tanımlanıp yüceltilmesi terör örgütünün devletten sözde beklentileri terör örgütünün ateş kes ilan ederek lütufkar davranması ve meydan okumaya devam etmesi yer aldığı gibi terör örgütü yöneticisinin Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanına yönelik görüş ve açıklamalarına da yer verilmiştir. Bu röportajda terör örgütünün aslında barış isteyen tamamen zorunluluk sonucu eylemler gerçekleştiren devleti dize getirme potansiyeline sahip olan ama bunu yapmayan bir şirket gibi tanıtılması söz konusudur. Yardım ise bu örgütün bu şekilde anlatılıp gerçeğe aykırı bir biçimde tanıtılması ile içte ve dışta bu yargılamalar dışında saygın olduğu kabul edilen gazete üzerinden kamuoyunun oluşturulmasıdır. Sanık tarafından kaleme alınan 8/7/2015 tarihli ‘bizimki gazetecilik sizin ki ihanet’ başlıklı yazısında bu defa da yine legal demokratik sistem tarafından tutuklanmış olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına karşı bir hamle olarak ortaya çıkmış MİT tırları vakasının işlemlerini yapmış Ö.Ş.nin açıklamalarına yer verilmektedir. Ö.Ş. eski savcı olup bu mülakat sırasında tutukludur. Cezaevinden bir mektup göndermiştir ve bu mektup da haberleştirilmektedir. Dahası Ö.Ş.nin MİT’in Reyhanlı’daki patlamayı da bildiği hususundaki açıklamasına yer verilmektedir. Ö.Ş. FETÖ/PDY iltisakı ve illiyeti güçlü delillere dayanan bir şüphelidir. Tek taraflı olarak ve aksi sorgulanıp araştırılmadan onun görüş ya da sözde tespitlerinin Cumhuriyet gibi bir gazetede yer alması sadece FETÖ/PDY’nin ana ülküsüne hizmet edecektir. Sanığın 13/2/2015 tarihli yazısının başlığı ‘tırda ki sır aydınlandı’ şeklindedir. Bu yazıda da sanık yine MİT tırlarındaki silahların Türkmenlere değil radikal slamcı örgütlere gittiğini sanık ile eş zamanlı yazarak ve tekrar gündeme getirerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uluslararası arenada ve BM nezdinde zora düşmesini amaçlayan FETÖ/PDY’nin ana argümanını desteklemektedir. Sanığın 31/3/2015 tarihinde İstanbul Adliyesinde şehit edilen Cumhuriyet Savcısını şehit eden teröristlerle daha adliyede bulundukları aşamada telefonla yaptığı görüşmeye dair içeriklerin Cumhuriyet gazetesi web sitesinde yayınlanması ve bu haberin basılı nüshasında da ‘bu eylem mecbur bırakıldığımız bir yöntem’ başlığı ile verilip teröristleri şehit Cumhuriyet Savcısını ve DHKP-C bayraklarını aynı karede gösteren büyük resimle verilmesi eylemin ve teröristlerin legalize edilmesi amacına yönelik terör örgütü lehine bir yardımdır. Sanığın bu yazılarında kamusal yarardan ya da haber verme gayretinden daha çok terör örgütlerinin masumiyetine haklılığına dem vuran bir yaklaşım söz konusudur. Sanığın yine sosyal medya paylaşımları devleti bir katil bir mafya olarak göstermekte buna rağmen PYD’nin terör örgütü olmadığını tespite yönelik açılamalar mevcuttur. Tüm bu delil ve süreç birlikte değerlendirildiğinde sanığın Cumhuriyet gazetesinde terör örgütleri lehine yayın yapılan ve buna yönelik kadroların oluşturulduğu ortaya çıkan dönemde muhabirlik yaptığı haberler çerçevesinde kamusal faydadan daha çok terör örgütlerinin ana argümanlarını ve devlet üzerindeki operasyon girişimlerini destekleyen açıklama bilgi ve yorumlara yer verdiği bunların bir gazete aracılığı ile toplumun geniş kesimlerine iletilmesi eyleminin basit bir propaganda çerçeve ve kastını aştığı ve sanığın yazı içerikleri ve çalıştığı dönem içerisinde gazetenin aynı kastı taşıyan diğer yönetici yazar sanıklarıyla birlikte ve eş zamanlı hareket ettiği sanığın yargılama aşamasında da savunmasını yaparken devleti ve sistemi suçlayıcı bir tavır sergileyip ikazlara rağmen buna devam ettiği savunmadan daha çok terör örgütlerinin ana argümanlarını ortaya koyan siyasi söylemler içerisinde bulunmaya çalıştığı hatta ilk celse yönünden sanığın sözleri için suç duyurusunda bulunulduğu anlaşılmış sanığın eylemlerinin TCK’nın 220/ Maddesi çerçevesinde cezalandırılması gerektiği kabul edilmiş, kast yoğunluğu terör örgütlerinin önemli kabul ettiği kişileriyle yaptığı röportajların habersel anlamda sarsıcı olmaktan çok yıkıcı ve tek taraflı oluşuna meydan vermesiyle kastının ağırlığı ve bu nedenle hakkında teşdit uygulanması gerektiği duruşmadaki tutum ve davranışları ve pişmanlık içermeyen beyanları nedeniyle hakkında TCK’nın Maddesinin uygulanmaması gerektiği değerlendirilmiştir.” Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 18/2/2019 tarihinde istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz kanun yolunda derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 41- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5375", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade ve basın özgürlükleri kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve avukatla görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ByLock haberleşme programı verilerinin hukuka aykırı olması, belirleyici delil olarak ByLock programı verilerine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve bilirkişi incelemesi yaptırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1991 doğumlu olup inceleme tarihi itibarıyla Burdur E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulmaktadır. Başvurucu, bireysel başvuruya konu olayın geçtiği tarihte Burdur İl Millî Eğitim Müdürlüğünde memur olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, terör örgütleriyle veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır.A. Genel Bilgiler Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde \"Cemaat\", \"Gülen Cemaati\", \"Fetullah Gülen Cemaati\", \"Hizmet Hareketi\", \"Gönüllüler Hareketi\" ve \"Camia\" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11). Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY'nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına \"Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir.\" şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY'nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşmedir, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin \"Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur.\" şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin -ilk derece- 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12, K.2019/45 sayılı kararı). Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 22).B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti, adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, yüklenmesine ve iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Burdur İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 6/9/2016 tarihli ihbar yazısıyla FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu düşünülen personelin Burdur Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sırasında, başvurucunun ByLock kaydının bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu bu kapsamda 5/10/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Burdur Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/10/2016 tarihli kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca (EGM-KOM) Başsavcılığa sunulan 2/3/2017 tarihli \"Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu\" başlıklı raporda, başvurucunun kendi adına kayıtlı GSM hattı üzerinden, IMEI numaraları tespit edilen iki ayrı cep telefonu vasıtasıyla ve ilk kez 20/8/2014 tarihinde ByLock iletişim programını kullandığı belirtilmiştir. Başsavcılığın 8/3/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede FETÖ/PDY'ye ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. İddianamede başvurucunun örgütün haberleşme aracı olan ByLock programının kullanıcısı olduğu tespitine yer verilmiştir. Söz konusu haberleşme programının örgüt üyesi olmayanlar tarafından kullanılmasının mümkün olmadığının vurgulandığı iddianamede, başvurucunun ByLock kullanıcısı olmasının onun örgüt içinde yer alma ve örgüte bilinçli olarak destek olma iradesinin varlığının açık delili olduğu belirtilmiştir. İddianamede sonuç olarak başvurucunun örgüt hiyerarşisine dâhil olduğu kanaati ifade edilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun darbe girişimine katıldığına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuyla ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığınaaynı tarihte karar vermiştir. Burdur Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/3/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme aynı tarihli tensip zaptıyla Bilgi Teknolojileri Kurumuna müzekkere yazılarak Bylock programının kullanıldığı 35961004626101 ve 35961004126101 IMEI numaralı cep telefonlarının 1/08/2014 tarihi ve sonrasında hangi hatlarda kullanıldığının tespiti ile bu hatların sahiplerinin kimlik ve iletişim bilgilerinin gönderilmesini istemiştir. Mahkeme ayrıca EGM-KOM'dan ByLock yazışma içeriklerinin istenmesine de karar vermiştir. Başvurucu 17/4/2017 tarihinde avukatının hazır bulunduğu duruşmada savunma yapmıştır. Başvurucu, ByLock programını kullanmadığını belirtmiştir. Akıllı telefon kullanmaya başladıktan sonra Apple Store ve Google Play gibi uygulama mağazalarında yeni çıkan uygulamaları zaman zaman indirdiğini ileri süren başvurucu, ByLock programını da bu kapsamda deneme amaçlı indirmiş olabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu son olarak bu programın uygulama mağazalarından indirilmesinin önünde hiçbir engelin bulunmadığını iddia etmiştir. Başvurucunun müdafii de benzer savunmalarda bulunmuştur. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde Mahkemeye gönderdiği yazılı savunmasında, biraz daha detaylandırmakla birlikte özü itibarıyla duruşmadaki sözlü savunmasına benzer açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu bunlara ek olarak ByLock'un Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından takip edildiğini örgütün anlaması üzerine ByLock'un güvenilirliği hususunda kafa karıştırmak amacıyla birçok masum insanı sisteme dâhil etmiş olabileceği konusunda basında yer alan haberlere atıfta bulunmuştur. Başvurucu müdafii 16/5/2017 tarihli duruşmada müvekkilinin ByLock kullanıcısı olduğuna dair emniyet birimlerinin bir sayfalık yazısının dışında bir bulgu bulunmadığını, FETÖ/PDY'nin masum kişileri bu programla ilişkilendirmiş olma ihtimalinin bulunduğunu belirtmiştir. EGM-KOM'dan yazılan müzekkerenin cevabının gelmemesi üzerine Mahkeme 7/6/2017 tarihli duruşmada EGM-KOM'un cevabının beklenmesine gerek olmadığına karar vermiştir. İddia makamı 4/7/2017 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Mütalaada iddianamedeki tespitlere ek olarak başvurucunun 20/08/2014 tarihinden itibaren 145270 ID numarası üzerinden serhat91 kullanıcı adı ve deniz.1225 şifresini kullanarak ByLock kullamaya başladığı belirtilmiştir. KOM tarafından düzenlenip Mahkemeye gönderilen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na göre başvurucu adına kayıtlı ve başvurucunun kullanımında olan söz konusu GSM hattı üzerinden ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda oluşturulduğu belirtilen veriler aşağıdaki şekildedir:i. user-ID numarası \"145270\", kullanıcı adı \"serhat91\", şifre \"deniz.1225\", adı \"isa\", tespit edilebilen ilk log tarihi: 08:11:2014, son online tarihi \"2014, saat: 10:59:09\".ii. \"145270 ID'ye Bağlı İstatistik\" başlığı altında \"Veri\" ve \"Log\" olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma/mail durumunun aktif/pasif olduğu, gönderilen mail sayısının 28 veri, giriş sayısının 19 log, alınan mail sayısının 3 log, giden arama sayısının 57 veri, alınan mesaj sayısının 25 log, okunan mail sayısının 2 log ile gönderilen mesaj sayısının 8 log olduğu görülmektedir. iii. \"145270 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)\" başlığı altında 3 veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen 3 ayrı User-ID kullanıcısından birinin söz konusu user-ID'ye \"İSA\" şeklinde gözlemlenmektedir.iv. \"145270 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)\" başlığı altında 3 veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numaraları kendileriyle eşleştirilen ve bu user-ID'yi ekleyen aynı kişilere ait user-ID, ad-soyad, T. kimlik numarası ve meslek bilgilerine yer verildiği tespit edilmektedir. v. \"145270 ID'nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi\" başlığı altında toplam 1 grup bulunduğu, bu grupta da gruba dâhil olan user-ID numaralarına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır. vi. \"145270 ID'ye Bağlı Kişi Listesi\" başlığı altında bu user-ID'yi ekleyen ve yine bu User-ID'nin eklediği aynı 3 user-ID numarasına ve bu numaraların kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği görülmektedir. vii. \"145270 ID'nin Arama Kayıtları\" başlığı altında, söz konusu program kullanılarak farklı ByLock kullanıcılarıyla yapılan 85 arama kaydına dair tespitlere yer verildiği gözlemlenmektedir. Başvurucu, Mahkemenin 19/7/2017 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme ayrıca hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet gerekçesinde, başlangıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında hem FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak hem de ByLock iletişim programına, bu programa dair verilerin hukuka uygun delil olduğuna ve programın örgüt üyelerinin kullanımına sunulmuş örgütsel amaçlı bir uygulama olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Mahkûmiyete gerekçe olarak başvurucunun 145270 (Mahkeme kararında sehven 15270 biçiminde yazılmıştır.) user-ID numarası üzerinden serhat91 kullanıcı adıyla ByLock kullandığının tespit edildiği belirtilmiş ve bu haberleşme programının kullanılmasının tek başına örgüt üyeliği suçunun işlendiğini gösterdiği ifade edilmiştir. Mahkeme; görüşme içeriklerinin davanın sonucunu etkilemeyeceğinin değerlendirildiğini, bu sebeple görüşme içeriklerinin beklenmesine gerek görülmeden karar verildiğini vurgulamıştır. Başvurucu bu karara karşı 25/7/2017 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde, başvurucunun örgütün hiyerarşik yapısı içinde bulunulduğunu gösteren herhangi bir delil mevcut olmadan salt ByLock uygulamasının kullanılmış olduğuna dayanılmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/9/2017 tarihinde istinaf istemini esastan reddetmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, temyiz edilmesi üzerine Mahkemenin 27/2/2018 tarihli mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını onamıştır. Nihai karar 17/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Ferhat Kara, §§ 83- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17707", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve avukatla görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ByLock haberleşme programı verilerinin hukuka aykırı olması, belirleyici delil olarak ByLock programı verilerine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve bilirkişi incelemesi yaptırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasında; usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; duruşma hâkiminin yargılama sırasındakitavırları nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile 20/8/1990 tarihinde imzalanan anlaşma çerçevesinde yürütülen proje kapsamında yapımı kararlaştırılan Polatlı 150 yataklı Devlet Hastanesi inşaatı işi, Sağlık Bakanlığı tarafından 10/12/1993 tarihinde başvurucuya ait Cemal Bayseferoğulları İnş. Taah. Dış Ticaret Şirketine ihale edilmiş, taraflar arasında Ankara Noterliğinde 10/1/1994 tarihinde sözleşme düzenlenmiştir. İnşaat yapım işi 9/5/1994 tarihinde yer teslimi yapılmak suretiyle başlamış, 15/3/1999 tarihinde tamamlanarak 20/11/2000 tarihinde kesin kabul yapılmıştır. Sözleşme kapsamında hakediş ödemelerinde yaşanan aksaklık nedeniyle taraflar arasında 5/3/2004 tarihli \"İhtilafın Sulh Yoluyla Halline İlişkin Müzakere ve Ön Anlaşma Tutanağı\" (sulhname)başlıklı sözleşme düzenlenmiş, başvurucuya 000 TL ödenmesine, tarafların karşılıklı olarak sözleşme kapsamında ulusal ve uluslararası merciler nezdinde her türlü talep, takip ve dava hakkından feragat etmiş sayılmalarına karar verilmiştir. Sulhname ile ilgili olarak Danıştaydan görüş istenmiş; Danıştay Birinci Dairesinin 9/6/2004 tarihli kararında, Sağlık Bakanlığına gönderilen onaylı kesin hakediş raporunda yer alan tutarın yükleniciye ödenip ödenmeyeceği hususunda taraflar arasında bir anlaşmazlık bulunmadığı, idarelerin kanunla kendilerine tevdi edilmiş görevlerini yerine getirmek üzere yetki ve sorumlulukları altında yapacakları icrai işlemler hakkında görüş bildirilmesi hususunu kapsamayan istemin incelenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun alacağının 000 TL'lik kısmı 20/4/2005 ve 1/8/2005 tarihlerinde ayrı ayrı, 000 TL'lik kısmı ise 19/1/2006 tarihinde ödenmiştir. Başvurucu 25/8/2009 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, kesin hakediş parasının geç ödenmesi nedeniyle zarara uğradığını, biriken borçlarını tasfiye edemediğini, borçlar nedeniyle acz içinde olduğunu, aynı iş nedeniyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/202 sayılı dosyasında zararın tespit edildiğini ancak davada taleple bağlı kalınarak hüküm tesis edildiğini, Asliye Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporunda sulhnamenin geçersiz kabul edilmesi hâlinde tespit edilmiş olan alacak miktarına göre 209,56 TL alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 14/6/2011 tarihli ıslah dilekçesinde sulhnameyle belirlenen ödemenin yaklaşık 20 ayda yapılmış olması ve maruz kaldığı hacizler nedeniyle munzam zarara uğradığını belirterek dava dilekçesinde talep edilen alacağın munzam zarar olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 13/3/2012 tarihli kararında, hakedişlerle ilgili olarak 7/5/2004 tarihinde düzenlenen sulhname ile davacının davalıya 000 TL + KDV ödeyeceği belirtilerek tarafların birbirlerini karşılıklı olarak ibra ettiklerini, davalının sulhname kapsamında üstlendiği edimini 20/4/2005, 1/8/2005 ve 19/1/2006 tarihlerinde yerine getirdiğini, davacının ödemeler sırasında evvelce işleyen faizlere yönelik ihtirazi kayıt ileri sürmediğini, dolayısıyla 19/1/2006 tarihinde yapılan son ödeme ile sulhname kapsamında davalının sorumluluğunun sona erdiğini, tarafların karşılıklı olarak birbirlerini ibra etmeleri nedeniyle davacının, faizle karşılanamayan zararlarını, munzam zarar olarak talep etmesinin sulhnameye aykırı olduğunu, ayrıca davacı vekili 16/2/2012 tarihli celsede, davacı hakkında yürütülen 130 adet icra takip dosyasındaki borcun davalının geç ödemesinden kaynaklandığını iddia etmişse de bu iddianın dikkate alınmasının sulhnameye göre mümkün olmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/12/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 22/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13046", "Başvuru Konusu":"Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasında; usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; duruşma hâkiminin yargılama sırasındaki tavırları nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, görevden çıkarma cezasıyla tecziyeye ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen yargılamanın \"karar verilmesine yer olmadığı\" şeklinde sonuçlandırıldığı ve uzun sürdüğü gerekçeleriyle makul sürede yargılanma hakkının, masumiyet karinesi ile maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/3/2016 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye Halk Bankası Balgat Şubesi müdürü olarak görev yapmakta iken görevden çıkarma cezası ile tecziyesine ilişkin Yüksek Disiplin Kurulu kararı ve bu kararın onaylanmasına ilişkin Yönetim Kurulu kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış, anılan Mahkeme 18/6/2002 tarihli ve E.2001/1568, K.2002/795 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onikinci Dairesinin 30/3/2005 tarihli ve E.2003/145, K.2006/1111 sayılı kararıyla onanmış ise de bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine aynı Dairenin 28/2/2006 tarihli ve E.2005/6224, K.2006/631 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.İlk Derece Mahkemesi, bu aşamada yürürlüğe giren 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun uyarınca 13/12/2006 tarihli ve E.2006/2256, K.2006/3023 sayılı kararıyla dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onikinci Dairesinin 6/7/2007 tarihli ve E.2007/1913, K.2007/3479 sayılı kararıyla onanmış;bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu, aynı Dairenin 20/10/2009 tarihli ve E.2008/51, K.2009/5580 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Diğer taraftan başvurucu hakkında görevi suistimal suçu nedeniyle açılan ceza davasında, Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 24/12/2001 tarihli ve E.2001/670, K.2001/1208 sayılı kararıyla beraat etmiştir. Başvurucu, anılan kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiğini ifade etmiştir. Başvurucu 1/1/2010 tarihinde davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı, masumiyet karinesinin ihlal edildiği ve haysiyet kırıcı davranışa (işkence yasağı) uğradığı iddialarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM, 1284 başvuruyu birleştirmiş ve başvuruları makul sürede yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkı şikâyeti kapsamında görmüş; Ayşe Durusoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), (B. No: 34600/04, 21/5/2013) kararıyla 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca makul sürede yargılanma hakkına yönelik şikâyetlerin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, etkili başvuru hakkına yönelik şikâyetlerin ise açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucu 22/5/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Komisyon) başvururak makul sürede yargılanma hakkının ve masumiyet karinesi ileyargı kararının icrası hakkının ihlal edildiği iddiaları çerçevesinde görevden çıkarma cezasının verildiği tarihten Danıştay Onikinci Dairesinin 20/10/2009 tarihli kararına kadar geçen süreye ilişkin maddi kayıplarının ve uğradığı manevi zarara karşılık 000 avronun tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Komisyon 26/9/2013 tarihli ve 2013/922 sayılı kararı ile başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle -AİHM’in uzun yargılama konusundaki yerleşik içtihatlarını da dikkate alarak- başvurucuya 250 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle ödenmesine karar verilen tazminat tutarının yeterli olmadığını, yargı kararının uygulanmadığına yönelik olarak görevden ayrı kaldığı tarihten davanın sonuçlanmasına kadarki sürede uğradığı maddi zararına yönelik şikâyetinin ise karşılanmadığını belirterek Ankara Bölge İdari Mahkemesine itiraz başvurusu yapmış; Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 20/12/2013 tarihli, İ.2013/222, K.2013/201 sayılı kararıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle tazminine karar verilen tutarın hakkaniyete ve AİHM içtihatlarına uygun olduğuna, bunun dışındaki talepler yönünden karar verilmemesinin de 6384 sayılı Kanun'un ve maddesinin fıkrası uyarınca hukuka aykırı olmadığına karar vermiştir. Karar 24/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/2/2014 tarihinde bireysel başvurudabulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.…” 6384 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Komisyona müracaat, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru tarihini ve numarasını gösteren resmi kayıt kabul mektubu, başvuru formu ve diğer ilgili bilgi ve belgelerle birlikte, müracaat edenin kimlik bilgilerini içeren imzalı bir dilekçeyle yapılır. (2) Başvuran, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Komisyona müracaat edebilir. Bu süre içinde müracaatta bulunmayanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin münhasıran iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması gerekçesine dayanan kabul edilemezlik kararının kendilerine tebliğinden itibaren bir ay içinde de Komisyona müracaat edebilirler.” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini,tespit ederse müracaatı reddeder.…” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu Kanun, 23/9/2012 tarihi itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde kaydedilmiş başvurular hakkında uygulanır.…” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2144", "Başvuru Konusu":"Başvuru, görevden çıkarma cezasıyla tecziyeye ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen yargılamanın karar verilmesine yer olmadığı şeklinde sonuçlandırıldığı ve uzun sürdüğü gerekçeleriyle makul sürede yargılanma hakkının, masumiyet karinesi ile maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; başvurucunun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyette duruşmanın başvurucu hazır edilmeksizin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının, kaldığı koğuşun içerisini görüntüleyecek şekilde ceza infaz kurumu bahçesine kamera yerleştirilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 12/4/2018 tarihinde öğrendikten sonra 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun adil yargılanma hakkı yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüme sevk işlemi kısmi kabul edilmezlik kararı ile yapılmıştır. Aynı kararla, özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiası açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12447", "Başvuru Konusu":"Başvuru; başvurucunun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyette duruşmanın başvurucu hazır edilmeksizin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının, kaldığı koğuşun içerisini görüntüleyecek şekilde ceza infaz kurumu bahçesine kamera yerleştirilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gözaltında kötü muamele şikayetleriyle ilgili dilekçe verilmesine rağmen ceza soruşturması başlatılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca 30/10/2019 tarihinde başvurunun mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı, özel hayata saygı hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının gözaltında ve ceza infaz kurumundaki tutma koşullarına yönelik şikâyete ilişkin kısmının kabul edilemez olduğuna, gözaltında kötü muamele ve hakarete maruz kalma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucu, hâkim olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü ertesinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olması şüphesiyle 21/7/2016 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna konulmuştur. Başvurucu 8/8/2016 tarihli \"tutukluluğumun kaldırılarak tahliyemin sağlanması\" konulu, nöbetçi Ankara Sulh Ceza Mahkemesine hitaben yazdığı, sekiz sayfadan ibaret dilekçesiyle, hayati tehlike oluşturan sağlık sorunu ve diğer tüm nedenlerle soruşturma işlemleri sırasında birçok temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğini belirterek hakkındaki tutukluluk kararının kaldırılmasını, mümkün olmadığı takdirde hakkında adli kontrol uygulamasını talep etmiştir. 8/8/2016 tarihli bu dilekçenin inceleme konusu şikâyete ilişkin \"Gözaltı Sürecinde Yaşanan Hukuka Aykırılıklar\" başlıklı kısmında başvurucu, gözaltına alındıktan sonra sabaha kadar polis aracında tutulduğunu, Ankara Adliyesinde iki gün boyunca elleri kelepçeli olarak, duvara yaslanmış şekilde bekletildiğini, 36 saat beklemenin ardından yorgun ve uykusuz biçimde sorguya çıkartıldığı için bu durumunun psikolojisini ve dolayısıyla savunma yapmasını olumsuz etkilediğini ifade etmiştir. Başvurucu 21/9/2016 tarihli \"tutukluluğumun kaldırılması talebidir\" konulu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) hitaben yazdığı, iki sayfadan ibaret dilekçesiyle, ölüm riski yüksek olan rahatsızlığı nedeniyle serbest bırakılmasını, bu durumun mümkün olmaması halinde adli kontrolle serbest bırakılmasına karar verilmek üzere dosyasının ilgili hâkimliğe sevk edilmesini talep etmiştir. 21/9/2016 tarihli bu dilekçenin \"İnceleme Konusu\" kısmında başvurucu, gözaltında siyah takım elbiseli birinin küfürlerine maruz kaldığını, Ankara Emniyet Müdürlüğünden kamera görüntüleri celbedilmesi hâlinde bu eylemin anlaşılacağını, 36 saat boyunca kelepçeli olarak kaldığını ve uzun süre boyunca yüzü duvara dönük şekilde ayakta beklediğini, bu muamelenin ardından sorguya çıkarıldığını, sağlık sorunları nedeniyle hastaneye dört beş jandarma görevlisi eşliğinde kelepçeli bir biçimde sevkinin sağlandığını ifade etmiştir. Başvurucu 20/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun diğer şikâyetlerinin yanı sıra gözaltında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin 21/9/2016 tarihli dilekçesine rağmen Savcılıkça soruşturma başlatılmadığından şikâyet etmesi nedeniyle Savcılıktan bu hususta bilgi talep edilmiştir. Savcılığın 15/10/2018 tarihli cevabında 21/9/2016 tarihli dilekçeye ilişkin herhangi bir soruşturma kaydı bulunmadığı bildirilmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/41781", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltında kötü muamele şikayetleriyle ilgili dilekçe verilmesine rağmen ceza soruşturması başlatılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, CNN TÜRK adlı yayın kuruluşunun haber bültenlerinde hakkında çıkan haberlerin kişilik haklarına müdahale niteliğinde olduğunu ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 4/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ankara ilinde esnaflık yapan başvurucu, yanında çalışan bir işçinin bulduğu tarihi eserleri satmak üzereyken yakalanmış ve bu sebeple yargılanarak beraat etmiştir. Başvuru dilekçesine göre CNN TÜRK televizyonunda “polis ekiplerince yapılan Ergenekon kazılarını fırsat bilen 3 defineci nasıl olsa her yer kazılıyor, kimse şüphelenmez diyerek Altındağ’da hazine aradı” şeklinde haber yapılmıştır. Başvurucu, 30/3/2011 tarihinde, www.hürriyet.com.tr internet sitesinde kendisi hakkında alaycı bir ifade ile gerçeğe aykırı haber yapıldığı iddiasıyla yayıncı kuruluş ve sorumlular aleyhine tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/9/2011 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/11/2012 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1075", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, CNN TÜRK adlı yayın kuruluşunun haber bültenlerinde hakkında çıkan haberlerin kişilik haklarına müdahale niteliğinde olduğunu ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin mevcut yetkilerinin kaldırılmasına, haklarında ceza soruşturması başlatılan -emekli olanlar da dâhil- 140 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki nihai hükmü 11/1/2021 tarihinde öğrendikten sonra 3/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3873", "Başvuru Konusu":"Başvuru; Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; açık görüş (ziyaret) hakkının sınırlandırılması ve öğrenim gören çocuklara hafta sonu ziyaret yasağı konulması nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının, sınavlara girişin yasaklanması nedeniyle eğitim hakkının, mal varlığına elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, ceza infaz kurumunda eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması ile tutukluluk sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin, telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hakkının, avukat görüşmelerinin kayıt altına alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının, ayrıca ceza infaz kurumunda tutulan günlüğe el konulması nedeniyle de özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süreci üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsü öncesinde hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)]üyesi olduğu iddiasıyla Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/7/2016 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, Silifke M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş ve 3/8/2016 tarihinde Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir.A. Açık Görüş Hakkının Sınırlandırılmasına İlişkin Süreç Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) Başkanlığının 23/8/2016 tarihli ve \"Açık Görüşün İki Ayda Bir Yapılması Hakkında Karar\" başlıklı kararıyla açık görüşlerin iki ayda bir yapılmasına karar vermiştir. Kararda, bu uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereğince devletin güvenliğine karşı, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı, millî savunmaya karşı, devlet sırlarına karşı suçlardan ve casusluk ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olan suçlardan hükümlü ve tutuklu olanlara yönelik olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı şikâyet, Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 19/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda; ceza infaz kurumunda ziyaretlerin güvenlik zafiyetine yol açmayacak şekilde yaptırılmasının esas olduğu vurgulanarak kurumun fiziki şartları, personel sayısı, açık ziyaret ya da kapalı ziyaret alanlarının hacmi, ziyaretçi saatleri ile ziyaretçi sayısı dikkate alındığında alınan kararda takdir hakkının kötüye kullanıldığına dair bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 14/10/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 21/10/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden \"Açık Görüşün İki Ayda Bir Yapılması Hakkında Karar\" başlıklı 23/8/2016 tarihli kararın İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 18/6/2018 tarihli kararıyla kaldırıldığı anlaşılmıştır. Kararda, Ceza İnfaz Kurumunda barındırılan hükümlü ve tutuklu sayısı ile açık ve kapalı görüş mahallinin sayısı gözönüne alınarak yapılan değerlendirme neticesinde ayda bir açık görüş yaptırılmasına karar verildiği belirtilmiştir. B. Hükümlü ve Tutukluların Öğrenim Gören Çocuklarının Hafta Sonu Ziyaretlerinin OHAL Süresince Yasaklanmasına İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 24/11/2016 tarihli ve \"Hükümlü ve Tutukluların Öğrenim Gören Çocuklarının Hafta Sonu Ziyareti\" başlıklı kararıyla tutuklu ve hükümlülerin öğrenim gören çocuklarının hafta sonu ziyaretlerinin OHAL süresince yasaklanmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile bu Kanun dayanak alınarak çıkarılan Ziyaret Yönetmeliği kapsamında hükümlü ve tutukluların ziyaretçileri ile görüştürüldüğü, ziyaret günleri ve saatleri ile ziyaretçi sayısının fiziki yapı ve kapasite dikkate alınarak ceza infaz kurumu tarafından belirleneceği vurgulanmıştır. 24/11/2016 tarihi itibarıyla Ceza İnfaz Kurumunda toplam tutuklu ve hükümlü sayısının 158'e ulaştığı, yaklaşık 800 kişinin FETÖ/PDY'ye ve PKK terör örgütüne yardım, üye olma veya anayasal düzene karşı işlenen suçlardan tutuklu olduğu, öğrenim gören çocukların hafta sonu gerçekleştirdiği ziyaretlerde artış gözlenmesine rağmen Ceza İnfaz Kurumunda görevli personel sayısının ciddi oranda azaldığı ifade edilmiştir. Kararda; meydana gelebilecek müessif bir olayı bastırmada zorluklar yaşanabileceği ve yeterli zaman aralığının olmadığı belirtilerek Ceza İnfaz Kurumunun mevcudu, düzeni, görüş sıklığı, ziyaretçi sayısı, güvenlik ve asayiş durumu dikkate alınarak bu yöndeki kararın tüm tutuklu ve hükümlüler yönünden ve OHAL süresince kısıtlı olmak üzere verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı yaptığı itirazına bir cevap alamadığı iddiasında bulunmuştur. Sınavlara Girişin Yasaklanmasına İlişkin Süreç 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (677 sayılı OHAL KHK'sı) uyarınca terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü olanların ülke genelinde uygulanan merkezî sınavlar ile eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan ya da yaptırılan sınavlara girişleri OHAL süresince yasaklanmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) Başkanlığının 24/11/2016 tarihli ve \"Kurumda Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Kararı\" başlıklı kararıyla belirtilen 677 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında olan tutuklu ve hükümlülerin söz konusu sınavlara katılmamalarına karar verilmiştir. Üniversite öğrencisi olduğunu belirten başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 9/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda; eğitim hakkına 677 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında kısıtlama getirildiği, Anayasa'da düzenlenen eğitim ve öğrenim hakkının sadece kanunla ve zorunlu hâllerde kısıtlanabileceği, devletin güvenliği için gerekli tedbirlerin yine devlet tarafından alınmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda Eğitim Kurulunca verilen kararda herhangi bir isabetsizliğin bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 4/1/2017 tarihli kararıyla -bireysel başvuru sonrasında- reddedilmiştir. Nihai kararın 16/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle 677 sayılı OHAL KHK'sında yer alan söz konusu düzenleme kanunlaşmıştır. Tedbir Kararına İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/7/2016 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararın tazmini amacıyla devir ve temliki ile bunlarla ilgili hak tesisini önlemek veya tasarruf yetkisini kısıtlamak için şüphelilere ait taşınmazların tapu kütüğü ile kara, deniz ve hava ulaşım araçlarının kayıtlı bulunduğu sicillere şerh konulması talep edilmiştir. Talebi kabul eden Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 29/7/2016 tarihinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin taşınmazları, hak ve alacakları ile vadeli ve vadesiz mevduat hesapları, maaşlı çalışanların ise maaş hesaplarına son aldıkları maaşları kadar paranın aylık harcamalar için kullanılmak üzere o ay içinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan tutara elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde, atılı suçun işlendiğine ve mal varlığının suçtan elde edilmiş olduğuna dair kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğunu gösterir bazı somut delillere rastlanmış olduğu belirtilmiştir. Anılan karara başvurucu ve bir kısım şüphelinin itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 31/8/2016 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosunun 17/11/2016 tarihli yazısında, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli kararı ile bir kısım şüpheli hakkında mal varlıklarına konulan tedbirin kaldırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/11/2016 tarihli kararıyla talep kabul edilerek başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin mal varlıkları üzerindeki tedbir kaldırılmıştır. Başvurucu, Kargı İlçesi Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliğinin 22/11/2016 tarihli yazısı uyarınca adına kayıtlı aracının kaydı üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince konulan tedbirin devam ettiğini belirtmiştir. UYAP üzerinden yapılan 9/1/2020 tarihli sorgulamada başvurucunun araç kaydı üzerinde herhangi bir tedbir bulunmadığı, tedbirin kaldırıldığı anlaşılmıştır.E. Eğitim ve İyileştirme Faaliyetlerine İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 19/10/2016 tarihli ve \"Tutuklular Hakkında Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Faaliyetlerinin Uygulanması\" başlıklı kararıyla FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklananlara eğitim ve iyileştirme faaliyeti verilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; OHAL sürecinin devam ettiği ve FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilerin sayıca yüksek olduğu belirtilerek herhangi bir güvenlik zafiyeti yaşanmaması amacıyla söz konusu tedbirin alındığı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda tutukluların güvenliğinin sağlanması, örgütsel faaliyetlerinin engellenebilmesi, terör örgütlerinin bu kişileri yönlendirmesinin, bu kişilere emir ve talimat vermesinin önüne geçilebilmesi amacıyla FETÖ/PDY soruşturmalarından tutuklananlara eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin verilmemesinin uygun olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Kararda, Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 22/1/2007 tarihli Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler Hakkında Genelgesi (Genelge) kapsamında İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının bu yönde yetkisinin bulunduğu ifade edilmiştir. Anılan Genelge'de hükümlü ve tutukluların işledikleri suçlara, kurumdaki davranışlarına, ilgi ve yeteneklerine göre gruplandırılarak güvenlik bakımından tehlike oluşturmadıkları ölçüde iyileştirme programlarına katılabilecekleri belirtilmiştir. Yine Genelge'de iyileştirme programlarının amaca aykırı sonuçlar verdiği tespit edilen mahpuslar yönünden bu uygulamaya son verilebileceği veya gerekli değişikliklerin yapılabileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 17/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu kararının gerekçesi tekrarlanarak kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, Ağır Ceza Mahkemesinin 8/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 15/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden \"Tutuklular Hakkında Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Faaliyetlerinin Uygulanması\" başlıklı 19/10/2016 tarihli kararın İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 8/6/2018 tarihli kararıyla kaldırıldığı anlaşılmıştır. Kararda FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklu bulunan kişilerin sayısı, hükümlü ve tutukluların kişisel özellikleri, Ceza İnfaz Kurumunun düzeni ile güvenliği dikkate alınarak yapılan değerlendirme neticesinde söz konusu kararın kaldırıldığı belirtilmiştir.F. Haberleşme Araçlarının Kısıtlanmasına İlişkin Süreç İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği \"tedbir\" konulu 29/7/2016 tarihli yazısında; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı OHAL KHK'sı) ile 5275 sayılı Kanun'un ve maddeleri hatırlatılarak tutukluların ziyaretçi kabulüne, yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmelerine ilişkin olarak soruşturmanın selameti bakımından soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının kısıtlamalar koyabileceği belirtilmiştir. FETÖ/PDY'ye üye olmak gibi eylemlerden ötürü hâlen ceza infaz kurumlarında tutuklu bulunanların örgütsel emir ve talimat alıp vermelerinin engellenmesi amacıyla ve 5275 sayılı Kanun'un ilgili maddeleri uyarınca bazı tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , , ve maddelerinden tutuklu bulunanların 8/8/2016 tarihine kadar (avukat ve noter görüşü hariç) ziyaretçi kabulünün yasaklanmasına, bu tarihten itibaren de OHAL uygulamasının devamı süresince on beş günde bir kez görüş yaptırılmasına, ayrıca telefon, mektup ve faks gibi haberleşme araçlarını kullanmasının OHAL uygulamasının devamı süresince yasaklanmasına karar verildiği bildirilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 24/8/2016 tarihli kararıyla 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan hüküm doğrultusunda belirtilen suçlardan tutuklu olanlar ve ilk defa tutuklanarak ceza infaz kurumuna gelen tutukluların 28/8/2016 tarihinden itibaren ve OHAL'in devamı süresince on beş günde bir telefonla haberleşme hakkından faydalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu Başsavcılık işlemine karşı 19/9/2016 tarihli dilekçe ile itirazda bulunmuştur. İtirazında özellikle telefonla haberleşme hakkının kısıtlanamayacağını belirtmiştir. İnfaz Hâkimliği 26/9/2016 tarihli kararla görevsizlik kararı vermiştir. Kararda; söz konusu işlemin ceza infaz kurumunun bir tasarrufu olmadığı, bu nedenle Cumhuriyet savcısının soruşturma aşamasında verdiği tedbir kararlarına karşı genel hükümlere göre sulh ceza hâkimliğine itiraz edilebileceği açıklanmıştır. Başvurucunun İnfaz Hâkimliği kararına karşı yaptığı itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 14/10/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kesinleşen görevsizlik kararı sonrası İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; tedbir kararının 667 sayılı OHAL KHK'sına dayandığı, 5275 sayılı Kanun'un ve maddeleri uyarınca soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının tutukluların ziyaretçi kabulüne, yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmelerine ilişkin olarak kısıtlamalar koyabileceği vurgulanmıştır. Diğer yandan talebin Hâkimliğe geldiği tarih itibarıyla tedbir kararının sona ermesi sebebiyle başvurucunun bu aşamada hukuki bir menfaatinin bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucunun anılan karara itirazı, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/11/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 12/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bu süreçten ayrı olarak başvurucunun 19/9/2016 tarihli aynı dilekçesinin İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince de ( İş 2016/3157) değerlendirildiği ve 31/10/2016 tarihli kararla benzer gerekçe ile başvurucunun talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu karara karşı başvurucunun itirazı da İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/12/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden Başsavcılığın tüm ceza infaz kurumlarında ortak bir uygulamanın yürütülmesi amacıyla bu defa Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği 7/10/2016 tarihli yazıda, 29/7/2016 tarihli \"tedbir\" konulu yazısında uygulanmasına karar verilen tedbirlerin kaldırıldığının bildirildiği anlaşılmıştır. Anılan yazıda, FETÖ/PDY'ye üye olmak eyleminden ceza infaz kurumunda tutuklu bulunanlar hakkında 8/8/2016 tarihine kadar bazı tedbirlerin uygulanmasına karar verilmiş ise de OHAL uygulamasının uzatılmış olması nedeniyle 29/7/2016 tarihli yazıda belirtilen tedbirlerde değişiklik yapılması ihtiyacının oluştuğu ifade edilmiştir. Bu kapsamda FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanarak ceza infaz kurumunda barındırılan şüpheliler hakkında avukatları ile görüştürülmeleri, telefon görüşmeleri (15 günde 1 defa olmak üzere 10 dakikayı geçmeyecek şekilde) ve ziyaretçileri ile görüştürülmeleri hususlarında 667 sayılı OHAL KHK'sının ilgili hükümleri hatırlatılmıştır.G. Avukatla Görüşmelerin Kayıt Altına Alınmasına İlişkin Süreç Başsavcılığın Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği 23/7/2016 tarihli yazısı ile 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca FETÖ/PDY'ye üye olma ve darbeye kalkışma suçlarından tutuklu olarak barındırılan kişilerin avukatları ile görüştürülmeleri esaslarına ilişkin bilgi verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu 12/8/2016 tarihli dilekçesiyle Ceza İnfaz Kurumundaki birtakım kısıtlamalarla birlikte avukatıyla yaptığı görüşmenin kamera kaydına alınması uygulamasının kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucunun şikâyetlerini inceleyen İnfaz Hâkimliği 24/8/2016 tarihli kararıyla avukatla yapılan görüşmenin kamera kaydına alınmaması talebiyle ilgili şikâyetin reddine, diğer şikâyetlerin kabulüne karar vermiştir. Kararda; Başsavcılıkça uygulanmasına karar verilen bazı tedbirlerin 8/8/2016 tarihine kadar uygulandığı hatırlatılmış, ziyaret ve haberleşme hakkı ile kütüphaneden yararlanma taleplerine ilişkin şikâyetlerin ilgili mevzuat uyarınca kabul edildiği ancak 667 sayılı OHAL KHK'sı uyarınca avukatla yapılan görüşmenin kamera kaydına alınmaması talebinin reddedildiği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu karara karşı yapılan itirazlar üzerine Ağır Ceza Mahkemesinin 8/9/2016 tarihli kararıyla, Cumhuriyet savcısının itirazı kabul edilerek İnfaz Hâkimliğinin 24/8/2016 tarihli kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, Cumhuriyet savcısının soruşturma aşamasında verdiği tedbir kararlarına karşı genel hükümlere göre sulh ceza hâkimliğine itiraz edilebileceği, söz konusu tedbir kararına konu şikâyetlerin infaz hâkimliğinin görev alanına girmediği açıklanmıştır. Anılan kararın kesinleşmesi sonrası İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 31/10/2016 tarihli ( İş 2016/3170) kararıyla başvurucunun talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; tedbir kararının 667 sayılı OHAL KHK'sına dayandığı, 5275 sayılı Kanun'un ve maddeleri uyarınca soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının tutukluların ziyaretçi kabulüne, yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmelerine ilişkin olarak kısıtlamalar koyabileceği vurgulanmıştır. Diğer yandan talebin Hâkimliğe geldiği tarih itibarıyla tedbir kararının sona ermesi sebebiyle başvurucunun bu aşamada hukuki bir menfaatinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun itirazı da İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/12/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın 4/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.H. Başvurucunun Günlüğüne El Konulmasına İlişkin Süreç Başsavcılığın Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği 3/10/2016 tarihli yazısı ile terör örgütüne üye olma suçundan hükümlü ve tutuklu olarak barındırılan kişilerin kendi aralarında paylaştıkları bilgilerin (haberleşme notu) örgütsel faaliyetlerinin engellenebilmesi amacıyla tespit edilerek bir örneğinin derhâl ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi istenmiştir. Ceza İnfaz Kurumunda 8/11/2016 tarihinde yapılan arama sırasında başvurucunun kaldığı koğuşta başvurucuya ait günlük (defter) bulunmuş ve 3/10/2016 tarihli yazı gereğince günlüğün fotokopisi 14/11/2016 tarihinde Başsavcılığa gönderilmiştir. Yazı ekindeki inceleme raporuna göre söz konusu günlüğün Mektup Okuma Komisyonunca incelenmesi üzerine günlükte kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgiler ile devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına yönelik küçük düşürücü ifadeler olduğu değerlendirildiğinden günlüğe el konulduğu belirtilmiştir. Ayrıca İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 15[14]/11/2016 tarihli kararıyla günlüğe el konulmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararda 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen \"Kurumlarda, oda ve eklentilerinde, hükümlünün üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir.'' hükmü gereği yapılan aramada başvurucunun koğuşunda bulunan günlükte Mektup Okuma Komisyonunca uygunsuz ifadelerin bulunduğunun değerlendirildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda 3/10/2016 tarihli Başsavcılık yazısı gereği adli soruşturmada değerlendirilmek üzere ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderileceğinden günlüğe el konulduğu açıklanmıştır. Başvurucu 14/11/2016, 17/11/2016 ve 25/11/2016 tarihli şikâyet dilekçelerinde; yapılan aramada koğuşundaki dolabında bulunan, günlük olarak tuttuğu ve savunma amaçlı notlarının da yer aldığı defterine el konulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek özel hayat, ifade hürriyeti ve savunmanın kutsallığı çerçevesinde kalan yazıları bulunan defterinin tarafına teslimini talep etmiştir. Diğer yandan defterinin günlük bölümünün değilse de en azından yargı mercilerine yapacağı başvurularında savunmasına dayanak olarak kullanacağı (defterinin arka tarafındaki) notlarının fotokopisinin verilmesi talebinde bulunmuştur. Cumhuriyet savcısı yazılı mütalaasında İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 15/11/2016 tarihli kararının usule ve mevzuata uygun olduğunu bildirmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 5/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyeti reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; İnfaz Tüzüğü'nün ilgili hükmü gereği yapılan arama sonucunda adli soruşturmada değerlendirilmek ve ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmek üzere el konulan başvurucuya ait günlüğün kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgiler içerdiği, defterde devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına yönelik küçük düşürücü ifadelerin bulunduğu, bu nedenle İdare ve Gözlem Kurulu kararının ilgili mevzuata uygun olduğu vurgulanmıştır. Bu defa başvurucu; İnfaz Hâkimliği kararına karşı itirazında, günlük olarak tuttuğu defterinde 150-160 sayfa arasında yazı olup hangi sayfanın ve hangi yazıların elkoyma kararına dayanak teşkil ettiğinin belirtilmediği gibi herhangi bir suç isnadında bulunulmadan ve somut bir delil ya da emare gösterilmeden özel ve şahsi defterine el konularak birçok temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğini belirtmiştir. Başvurucunun itirazı Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2016 tarihli kararıyla kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın 30/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 28/1/2020 tarihli Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği yazıda; İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 15/11/2016 tarihli kararıyla el konulan ve adli soruşturmada değerlendirilmek üzere Başsavcılığa gönderilen günlükle ilgili olarak adli soruşmanın akıbeti ve sonuçlanıp sonuçlanmadığı, el konulan günlüğün başvurucuya teslim edilip edilmediği hususlarında bilgi ve belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesinin yazısı üzerine Ceza İnfaz Kurumunun 11/2/2020 tarihli yazısında; söz konusu günlük fotokopisinin 14/11/2016 tarihli yazı ile Başsavcılığa gönderildiği, Başsavcılığın da bu fotokopiyi 15/11/2016 tarihli yazı ile Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği, 30/1/2020 tarihinde de Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığından yazı akıbetinin sorulduğu, Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığının 3/2/2020 tarihli yazısı ile -7/9/2016 tarihli ve 2016/546 sayılı yetkisizlik kararıyla- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ve 2016/104109 soruşturma kapsamına alındığının bildirildiği belirtilmiştir. Bu defa 4/2/2020 tarihli yazıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından adli soruşturmada değerlendirilmek üzere gönderilen günlük fotokopisinin ve soruşturma dosyanın akıbetinin sorulduğu ancak konu hakkında bilgi verilmediği, başvurucuya ait günlüğün hâlihazırda Ceza İnfaz Kurumunda muhafaza edildiği bildirilmiştir. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin 3/2/2020 tarihli yazısı üzerine İnfaz Tüzüğü'nün maddesine göre Ceza İnfaz Kurumunda yapılan aramada başvurucunun kaldığı koğuştaki dolabında bulunan günlüğe el konulması kararının usulüyle ilgili ve kararı alacak makama ilişkin yasal çerçeve hakkında Bakanlık Mevzuat Genel Müdürlüğünün 4/5/2020 tarihli yazısında açıklamalarda bulunulmuştur. Bu kapsamda arama işlemlerinin Anayasa'nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı maddesi, 5275 sayılı Kanun'un “Arama” kenar başlıklı maddesi ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının “Arama ve Kontroller” başlığını taşıyan maddesi ile uyumluluk içinde olan İnfaz Tüzüğü'nün maddesi uyarınca yerine getirildiği belirtilmiştir. Arama işlemlerinde adli soruşturma kapsamında değerlendirilen bir materyale rastlanılması durumunda 5271 sayılı Kanun'un ve 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin ilgili hükümleri uyarınca işlem yapıldığı, harici durumları kapsamına alan elkoyma işlemlerine yönelik başkaca mevzuat hükümlerinin bulunmadığı bildirilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 31/7/2018 tarihli kararı ile başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle mahkûmiyetine ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. Anılan karara karşı başvurucunun istinaf başvurusu Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 25/2/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilmiş ve başvurucunun temyiz istemi de Yargıtay Ceza Dairesinin 4/11/2020 tarihli kararı ile esastan reddedilerek hüküm onanmıştır. A. Ulusal Hukuk Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihatlarında, tutuklunun eğitim hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan mevzuata (Müjdat Gürbüz, B. No: 2017/36529, 23/5/2018, §§ 56-59); ceza infaz kurumunda eğitim ve iyileştirme faaliyetleriyle ilgili mevzuat ile kötü muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak eşitlik ilkesine ilişkin mevzuata (İbrahim Kaptan, B. No: 2017/30510, 18/7/2018, §§ 15-30); tutuklunun telefonla haberleşme hakkına ilişkin mevzuata (Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, §§ 18-26) ve tutuklunun ceza infaz kurumunda avukatı ile yaptığı görüşmelerinin sınırlandırılmasıyla ilgili -görüşmelerin infaz koruma görevlisi nezaretinde ve kamera kaydına alınarak gerçekleştirilmesine ilişkin- mevzuata (Ahmet Sil (2), B. No: 2017/20969, 28/6/2018, §§ 25-30) yer vermiştir. 5275 sayılı Kanun'un \"Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir.\" 5275 sayılı Kanun’un \"Arama\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Kurumlarda, odalar ve eklentilerinde, hükümlülerin üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Her ay bir kez mutlaka arama yapılır. (2) Aramalar, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri veya kolluk kuvvetleriyle veya diğer kamu görevlilerince ortaklaşa gerçekleştirilebilir.\" 5275 sayılı Kanun’un \"Disiplin cezalarının niteliği ve uygulama koşulları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, … yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.  (2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez.\" 5275 sayılı Kanun'un \"Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: \"Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz.\" 5275 sayılı Kanun’un \"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.\" İnfaz Tüzüğü'nün maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kurumlarda, oda ve eklentilerinde, hükümlünün üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Kurumun tamamında her ay bir kez mutlaka arama yapılır. Oda ve eklentilerinde yapılacak aramalarda bir hükümlü hazır bulundurulur....(4) Aramalar, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri veya kolluk kuvvetleriyle ya da diğer kamu görevlilerince ortaklaşa gerçekleştirilebilir....\" İnfaz Tüzüğü'nün \"Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir.\" 17/6/2015 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Eşya Yönetmeliği) maddesinin son fıkrası şöyledir:\"Ceza infaz kurumu işyurdu yönetim kurulunca kantinde satışına karar verilen, bu Yönetmelikte sayılmayan ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyen eşyaların stok oluşturmayacak şekilde koğuş, oda ve eklentilerde bulundurulmasına izin verilebilir.\" Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) \"Tanımlar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...El koyma: Suçun veya tehlikelerin önlenmesi amacıyla veya suçun delili olabileceği veya müsadereye tâbi olduğu için, bir eşya üzerinde, rızası olmamasına rağmen, zilyedin tasarruf yetkisinin kaldırılması işlemini,...ifade eder.\" Yönetmelik'in \"Aramada emir ya da karar kapsamı dışında elde edilen bulgular ve ele geçirilen kişiler\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Usulüne uygun yapılan aramada;a) Yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmakla birlikte, karar veya yazılı emirde konu edilmeyen,b) Yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek,bir delil elde edilirse; bu delil koruma altına alınır ve durum Cumhuriyet başsavcılığına derhâl bildirilerek el koyma işlemini gerçekleştirmek için Cumhuriyet savcısından yeni bir yazılı emir istenir. Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk âmirinin yazılı emriyle kolluk görevlileri elkoyma işlemini gerçekleştirebilir.Hâkim kararı olmaksızın elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar.Bu tür aramada, aramanın amacı ve konusu dışında ele geçirilen ve haklarında tutuklama veya yakalama kararı bulunan kişiler, evrakıyla birlikte Cumhuriyet başsavcılığına sevk edilir.\" Yönetmelik'in \"Önleme aramalarında elde edilen bilgi ve bulgular ile yakalanan şüpheliler hakkında yapılacak işlemler\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Önleme aramalarında elde edilen ve adlî soruşturmalarda kullanılabilecek bilgi, bulgu ve şüpheliler hakkında 10 uncu madde hükümleri uygulanır.Aramanın konusu ve kapsamı içinde olan, ancak suç unsuru oluşturmayan eşya, geçici olarak koruma altına alınır ve aramaya sebep teşkil eden husus sona erdiğinde ilgiliye teslim edilir.\" Yönetmelik'in \"Hâkimden önleme araması kararı alınması gerekmeyen hâller\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Aşağıdaki hâllerde yapılacak aramalarda ayrıca bir arama emri ya da kararı gerekmez:a) Devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında,...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.\" Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmesinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı bulunup bulunmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı ve demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin (11/1/2006 tarihli oturumda kabul edilmiş olan) Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı Tavsiye Kararı'na ek maddenin (mahpusların arama ve kontrollerine dair) ilgili kısmı şöyledir:\"Arama ve Kontroller Personelin, aşağıda sayılan yer ve kişilerin üzerinde arama yaparken uymak zorunda olduğu detaylı prosedürler olmalıdır.a. Mahpusların yaşadığı, çalıştığı ve toplandığı her yer;b. Mahpuslar;c. Ziyaretçiler ve onların eşyaları; ved. Personel Bu tür aramaların gerekli olduğu durumlar ve aramaların biçimi ulusal mevzuatta belirtilmelidir. Personele, aradıkları kişilerin insan onuruna ve kişisel eşyalarına karşı saygılıdavranmak suretiyle, herhangi bir firar veya suç eşyası gizleme teşebbüsünü ortayaçıkaracak ve önleyecek şekilde arama eğitimi verilmelidir. Aranan kişiler, arama yöntemleri nedeniyle küçük düşürülmemelidir....\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/7090", "Başvuru Konusu":"Başvuru, açık görüş (ziyaret) hakkının sınırlandırılması ve öğrenim gören çocuklara hafta sonu ziyaret yasağı konulması nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının, sınavlara girişin yasaklanması nedeniyle eğitim hakkının, mal varlığına elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, ceza infaz kurumunda eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması ile tutukluluk sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin, telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hakkının, avukat görüşmelerinin kayıt altına alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının, ayrıca ceza infaz kurumunda tutulan günlüğe el konulması nedeniyle de özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2020/9347 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9347", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve suçlamalardan haberdar edilmeden sorguya sevk edilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, soruşturma sürecindeki işlem ve uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 06/03/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 4/4/2014 tarihinde sunulan görüş yazısı, başvurucuya 7/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak görev yapmaktadır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının (12/4/1991 tarihli ve 3713 mülga sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi ile görevli bölümü) 2012/172 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu 19/6/2013 tarihinde gözaltına alınmıştır. Öte yandan Antalya (2) No.lu Hâkimliğinin (TMK madde ile görevli) 17/6/2013 tarihli ve 2013/806 Değişik İş sayılı kararı ile “yürütülen soruşturmanın niteliği, geniş bir çerçevede yürütülmesi nedeniyle, suç delillerine ve şüphelilere tam olarak ulaşılıp yakalanabilmesi amacıyla, delillerin sağlıklı bir şekilde elde edilerek soruşturmanın tamamlanabilmesi, bu aşamada müdafilerin ve vekillerin dosya içeriğini incelemesi ve belgelerden örnek almasının, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek nitelikte olması ve operasyon ile soruşturma bütünlüğünün bozulmaması için CMK'nin 153/2 maddesi gereğince müdafiinin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması (CMK 153/3 maddesi gereğince şüphelinin ifadesini içeren tutanak, bilirkişi raporlan, şüphelinin hazır bulunmaya yetkili olduğu adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç) soruşturmanın amacını tehlikeye düşürdüğünden, soruşturma tamamlanıncaya kadar KISITLANMASINA” karar verilmiştir. Kolluk görevlileri tarafından 20/6/2013 tarihinde başvurucunun ifadesi alınırken müdafiin, ifadenin Cumhuriyet Savcılığınca alınması gerektiğinden bahisle müdahalede bulunması üzerine başvurucunun ifade alma işlemi tamamlanamamıştır. Başvurucuya isnat edilen örgüt üyeliği, adam öldürmeye teşebbüs ve cinsel saldırı eylemlerine ilişkin olarak suçlamaya dayanak oluşturan olaylar ve deliller ifade alma işlemi sırasında açıklanmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ifadesini almadan 21/6/2013 tarihinde başvurucuyu, tutuklanması istemiyle Antalya (2) No.lu Hâkimliğine sevk etmiştir. Antalya (2) No.lu Hâkimliğinin 21/6/2013 tarihli ve 2013/8 sorgu sayılı kararı ile başvurucunun sorgusu yapılmış ve “suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kasten öldürmeye teşebbüs ve cinsel saldırı” suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama gerekçesi şöyledir: “... üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, usulüne uygun alınmış karar uyarınca telefon dinleme kayıtları ve üzerlerine yüklenen suçların niteliğine mevcut delil durumuna ve şüphelilerin kaçma şüphesine göre CMK'nın maddesi gereğince TUTUKLANMALARINA” Başvurucu 1/7/2013 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Antalya (1) No.lu Hâkimliğinin (CMK madde ile görevli) 4/7/2013 tarihli ve 2013/860 Değişik İş sayılı kararında “...üzerine atılı suçların nitelikleri, şüpheli E.T.'nin ifadeleri, bu ifadeleri destekleyen müşteki beyanları, dolandırıcılığa ilişkin noter satışları ve tapu kayıtları, diğer şüpheliler ile olan tape kayıtları, çok sayıda atılı suç bulunması, delillerin tam olarak toplanmamış olması ve delil karartma ihtimali dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı gözetilerek şüpheli hakkında Antalya 2 Nolu Hâkimlikçe verilen 21/06/2013 tarih ve 2013/8 sorgu sayılı kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu, 4/7/2013 tarihli dilekçesi ile atılı suçların haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlardan olmadığı gerekçesiyle 3713 sayılı Kanun’un maddesi ile görevli Cumhuriyet Başsavcılığınca görevsizlik kararı verilerek soruşturmanın Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucunun ibraz ettiği dilekçe üzerine Cumhuriyet savcısı tarafından dosyasına havale edilmesi için yazılan derkenar yazısı altına “Soruşturma bittiğinde değerlendirilecek.” notu eklenmiş ve bu şekilde başvurucunun görevsizlik kararı verilmesine yönelik talebi reddedilmiştir. Karar, dilekçe üzerine yazıldığı için başvurucunun bu kararı aynı tarihte öğrendiği kabul edilmiştir. Başvurucu, 2/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya (1) No.lu Hâkimliğinin 4/7/2013 tarihli itirazın reddi kararının başvurucuya tebliğ edildiği tarihe veya başvurucunun kararı öğrendiği tarihe ilişkin olarak başvuru formuyla eklerinde herhangi bir bilgi ve belge bulunmamakla birlikte 2/8/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. Antalya (2) No.lu Hâkimliğinin 20/9/2013 tarihli ve 2013/1219 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 7/3/2014 tarihli ve K.2014/13 sayılı kararında “6526 Sayılı Kanunun Maddesi ile 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununa eklenmiş geçici 14 üncü maddesi uyarınca TMK'nın 10'uncu Maddesi ile Görevli Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin kaldırıldığı, Terörle Mücadele Kanununun 10'uncu maddesi uyarınca görevlendirilen Cumhuriyet Savcılarınca yürütülen soruşturma dosyalarının da yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılıklarına devredilmesi gerektiği” gerekçesiyle soruşturma dosyasının Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığının 22/5/2014 tarihli ve E.2014/1837 sayılı iddianamesi ile başvurucunun “suç işlemek amacıyla örgüte üye olma, tasarlayarak öldürmeye teşebbüs, tehdit, cinsel saldırı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, yağma, dolandırıcılık, kasten yaralama, rüşvet, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve resmi belgede sahtecilik” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede on sekiz ayrı olay, dava konusu edilmiş; bu olaylara ilişkin yirmi üç müştekinin bulunduğu belirtilerek otuz üç sanık ve dört müşteki sanığın cezalandırılması talep olunmuştur. Dava, inceleme tarihi itibarıyla Manavgat Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/180 sayılı dosyasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli haller” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kasten öldürme suçunun; a) Tasarlayarak, ... İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Kasten yaralama” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Cinsel saldırı” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur ...” 5237 sayılı Kanun’un “Tehdit” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Tehdidin; ... c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Bu suçun; ...b) Birden fazla kişi tarafından birlikte, ...İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silahla, ... c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, ...f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, ...İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Dolandırıcılık” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli dolandırıcılık” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Dolandırıcılık suçunun; ...b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle, ...k) Sigorta bedelini almak maksadıyla, İşlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/19 md.; Değişik: 3/4/2013-6456/40 md.) Ancak, (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.” 5237 sayılı Kanun’un “Resmi belgede sahtecilik” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Rüşvet” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kamu görevlisi de birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) (Değişik: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (4) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),... Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),... (Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; Kasten öldürme (madde 81, 82, 83), Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102), ... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220), ...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.” 1136 sayılı Kanun’un “Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı ve duruşmanın yapılacağı mahkeme” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.” Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 1/1/2006 tarihli ve 13 No.lu “Avukatlar hakkında yapılan inceleme ve soruşturma işlemleri” konulu Genelgesi’nin ilgili bölümü şöyledir:“Avukatların; avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlarından dolayı yapılacak olan inceleme ve soruşturmaların kolluk makam ve memurlarına bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da bu konuda görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından yapılması,...” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6232", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve suçlamalardan haberdar edilmeden sorguya sevk edilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, soruşturma sürecindeki işlem ve uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kira sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşmazlık tarihinde mülkiyeti Samsun Büyükşehir Belediyesine (Belediye/İdare) ait olan Bafra Sebze ve Meyve Hali'nde 6l No.lu dükkânda kiracı olarak Alataşlar Ticaret isimli işyerinin sahibi olarak komisyoncu ünvanı ile faaliyet göstermektedir. Belediye ile başvurucu arasındaki kira sözleşmesi 31/12/2023 tarihine kadar geçerli olacak şekilde düzenlenmiştir. 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bafra Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 9/11/20l6 tarihli yazısı ile başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan soruşturma başlatıldığı Belediyeye bildirilmiştir. Bunun üzerine Belediye Encümeni 17/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun kira sözleşmesini 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca feshetmiştir. Ardından başvurucu 19/12/2016 tarihinde işyerini boşaltmıştır.A. Başvuru Konusu Dava Süreci Başvurucu; kira sözleşmesinin 31/12/2023 tarihine kadar geçerli olduğunu, özel hukuk hükümlerine tabi kira sözleşmesinin idari işlemle iptal edilemeyeceğini ve hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmadığını belirterek sözleşmenin feshine ilişkin işlemin iptali talebiyle 24/1/2017 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Mahkeme 23/11/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davanın devam etmekte olduğu belirtilerek 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca kira sözleşmesinin feshedilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun istinaf talebi üzerine Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 11/5/2018 tarihinde istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 27/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Yargılaması Süreci Başvurucu, Samsun Ağır Ceza Mahkemesindeki savunmasında 2014 yılından itibaren sebze komisyonculuğu yaptığını belirtmiştir. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma ve 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada 6/3/2018 tarihinde beraat kararı verilmiştir. Cumhuriyet savcısının istinaf talebi, Samsun Bölge İdare Mahkemesi Ceza Dairesince 7/5/2019 tarihinde başvurucu yönünden esastan reddedilmiştir. Temyiz edilen istinaf kararı, Yargıtay Ceza Dairesince başvurucu yönünden 21/4/2021 tarihinde onanmıştır. A. Ulusal Hukuk 667 sayılı KHK'nın \"İrtifak ve İntifa hakları ile kira sözleşmelerinin iptali\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Mülkiyeti 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda belirtilen genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçe kapsamındaki idarelere, düzenleyici ve denetleyici kurumlara, sosyal güvenlik kurumlarına, mahalli idarelerle bu idareler tarafından kurulan birlik ve işletmelere, özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmeleri ile sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklara ve vakıflara ait olan her türlü taşınmazın yararlanıcıları ile kiracılarının, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatının değerlendirilmesi halinde irtifak ve intifa hakları ile kira sözleşmeleri ilgili kurum ve kuruluş tarafından resen iptal edilir. Bu durumda, ilgili kurum ve kuruluşlara ait ve sözleşme tarihinde mevcut bina, yapı ve tesisler hariç olmak üzere, taşınmazların üzerinde yapılan bina, yapı ve tesisler ile her türlü taşınır, alacak ve haklar, belge ve evrak 23/7/2016 tarihinden geçerli olmak üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilmiş sayılır.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, tahsis veya bu anlama gelebilecek uzun süreli kira sözleşmeleri kapsamında kullanılan işyerlerinin oluşturduğu ticari itibar ve müşteri çevresi nedeniyle birçok açıdan şahsi bir hak niteliği taşıdığı ve ekonomik bir mal varlığı değeri oluşturduğu gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün birinci maddesi anlamında işyerlerini (Iatridis/Yunanistan, B. No: 31107/96, 25/3/1999, §§ 51-55), ayrıca meslek ünvanının kazandırdığı müşteri çevresini mülk olarak kabul etmektedir (Van Marle ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 8543/79- 8674/79-8675/79-8685/79, 26/6/1986, § 41). Stretch/Birleşik Krallık (B. No: 44277/98, 24/6/2003) kararına konu olayda başvurucu, bir yerel yönetimden yirmi iki yıl süreyle bir arazi kiralamıştır. Kira sözleşmesi gereğince başvurucu, kira bedeli ödeyecek ve bu araziye sanayi işletmesi için altı bina inşa edecektir. Kira sözleşmesi ayrıca kira süresinin bitiminde yirmi bir yıllık dönem için kira sözleşmesinin yenilenmesi ihtimaline de yer vermektedir. Sürenin sonunda yerel yönetimin kira sözleşmesine yenileme hükmü koymak suretiyle yetkisini aştığı gerekçesiyle kira sözleşmesi yenilenmemiştir. Bu başvuruda AİHM, başvurucunun kira sözleşmesinin yenileneceğine olan güvenle yaptığı yatırımlara ve bu sözleşmenin yenilenmesinin geçersizliğinin oldukça geç bir tarihte ileri sürüldüğüne dikkat çekerek sözleşmede yer alan yenilenme seçeneğinin kiralayan açısından mülkiyet hakkı kapsamında en azından meşru bir beklenti olarak değerlendirilebileceğini kabul etmiştir (Stretch/Birleşik Krallık, § 35). Iatridis/Yunanistan kararına konu olan olay, başvurucunun işlettiği sinemayı tahliye süreci ile ilgilidir. Başvurucu, özel şahıs ile devlet arasında mülkiyeti konusunda uyuşmazlık olan bir sinemayı kiralamış ve 1978 yılından itibaren işletmeye başlamıştır. Taşınmazın mülkiyeti ile ilgili davalar ulusal mahkemeler önünde sürerken 1984 yılında Maliye Bakanlığının kararı ile sinemanın da yer aldığı taşınmaz, Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. 1985 yılında başvurucudan işgal bedeli istenmiştir. Başvurucu, 1989 yılında sinemadan tahliye edilmiştir. Sinema, belediye tarafından işletilmeye başlanmıştır. Başvurucu bu işleme karşı açtığı davayı kazanmış ve tahliye işlemi iptal edilmiştir. Bu karara rağmen belediye, sinemayı tahliye etmemiştir. Bunun üzerine başvurucu hem sinemanın kendisine devredilmesi hem de uğradığı zararların tazmini için dava açmıştır. Diğer yandan idare, yerel mahkemenin başvurucunun sinemadan tahliyesine ilişkin kararı iptal ettiğini ancak bu kararın sinemanın başvurucuya geri verilmesini emretmediğini belirterek sinemayı tahliye etmemiştir. Davalar ve idarenin sinemayı tahliye etmeme yönündeki tutumu sürerken başvurucu, AİHM’e başvurmuştur (Iatridis/Yunanistan, §§ 6-30). Bu kararda AİHM ilk olarak sinema işletmecisi olan başvurucunun Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün birinci maddesi çerçevesinde bir mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığını incelemiştir. AİHM, başvurucunun sinemayı kanunlara uygun bir kira akdine dayanarak on bir yıl boyunca işlettiğine ve bu sürede belirli bir müşteri çevresi oluşturduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkının mevcut olduğunu kabul etmiştir (Iatridis/Yunanistan, § 54). Başvurucu, bir sinema işletmecisi olarak idare tarafından sinemadan tahliye edilmiş ve bu tahliye işleminin iptaline karşın sinema kendisine iade edilmemiştir. AİHM’e göre başvurucu sinemanın yalnızca işletmecisi olduğu için bu müdahale mülkiyetten yoksun bırakma olmayıp mülkiyetin kullanılmasının kontrolü olarak da değerlendirilemez. Bu sebeple müdahale, birinci kural çerçevesinde incelenmiştir (Iatridis/Yunanistan, § 55). AİHM, Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün birinci maddesinin mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin özellikle ve öncelikle hukuki bir temelinin bulunmasını gerektirdiğini ifade etmiştir. Olayda ise tahliye işlemi ulusal mahkeme tarafından iptal edildiğinden bu mahkeme kararından itibaren başvurucunun tahliye işleminin bütün hukuki temeli ortadan kalkmıştır. Bu gerekçeyle AİHM, kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Iatridis/Yunanistan, §§ 56-62). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20423", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kira sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, askeri öğrencilik statüsüne son verilmesi üzerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebiyle açtığı davada Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 4/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı görüşünü 5/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü, başvurucuya 13/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 18/6/2014 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kara Harp Okulunda askeri öğrenci olarak öğrenim görmekte iken kalp rahatsızlığı nedeniyle sağlık kurulu raporuna dayanılarak okul ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, askeri öğrenciliğe engel rahatsızlığı nedeniyle okula alınmaması gerektiği halde okula alındığını, bu nedenle emsallerine göre hayatta geri kaldığını, sağlık hizmetindeki kusur nedeniyle bu durumun meydana geldiğini iddia ederek, uğradığını ileri sürdüğü 000 TL maddi ve 000 TL manevi zararının tazmini istemiyle 27/7/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde dava açmıştır. Yapılan yargılama ve başvurucunun uğradığı zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, AYİM İkinci Dairesinin 13/2/2013 tarihli ve E.2011/1113, K.2013/178 sayılı kararı ile; bilirkişi raporu uyarınca başvurucuya 829 TL maddi, 000 TL manevi tazminat verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 631,19 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesi gereğince reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hesap edilen 548,81 TL avukatlık ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine, davalı idare tarafından savunmaya ek olarak gönderilen belgelerin aynı gizlilik derecesi ile iadesine hükmolunmuştur. Başvurucu, AYİM kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek kararın düzeltilmesini talep etmiş, AYİM İkinci Dairesinin 11/9/2013 tarihli ve E.2013/958, K.2013/936 sayılı kararıyla talebin reddine karar verilmiş ve karar, 8/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” 1602 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı KHK’nın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7873", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, askeri öğrencilik statüsüne son verilmesi üzerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebiyle açtığı davada Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, istinaf talebinin gerekçesiz şekilde reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu ve F.B. aleyhine, T. Ziraat Bankasında (Banka) çalıştıkları dönemlerde Bankayı zarara uğrattıkları iddiasıyla Banka tarafından ihtiyati haciz talebinde bulunulmuştur. Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesi 26/2/2018 tarihinde başvurucu aleyhine 000 TL, F.B. aleyhine 150 TL üzerinden ihtiyati haciz kararı vermiştir. Banka, Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesinde (iş mahkemesi sıfatıyla) alacak davası açmıştır. İhtiyati haciz kararına karşı başvurucu, alacak davasının görüldüğü Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla); diğer borçlu F.B. ise Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun itiraz dilekçesini değerlendirilmek üzere Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir. Her iki itiraz dilekçesini de inceleyen Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesi 4/7/2018 tarihinde, ihtiyati hacze konu alacak hakkında davacı Banka tarafından alacak davasının açılmış olması nedeniyle ihtiyati hacze itirazı inceleme görevinin alacak davasını inceleyen mahkemeye ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; ihtiyati haciz kararına yapılan itirazın değerlendirilmesi için dosyayı Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) göndermiştir. Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesi 11/10/2018 tarihli kararıyla ihtiyati haciz kararına karşı yapılan itirazı reddetmiştir. Anılan kararda davacı olarak sadece başvurucu ve vekilinin isimleri, davalı olarak da Banka yazılmıştır. Kararın gerekçesinde; borçluların Bankanın Kırıkhan Şubesinin eski yetkilisi ve müdürü oldukları, olaya ilişkin soruşturma raporu ve Disiplin Kurulu kararı mevcut olduğundan yaklaşık ispat şartının gerçekleştiği, dolayısıyla 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun ve devamı maddelerindeki şartlar oluştuğundan ihtiyati haczin kaldırılması talebinin reddedildiği belirtilmiştir. Başvurucu vekili; ihtiyati haczin şartlarının oluşmadığını, Bankadan ayrıldıktan yaklaşık iki yıl sonra ihtiyati haciz talebinde bulunulduğunu, Banka görevlisi olan müfettişin raporuna dayalı olarak ihtiyati haciz kararı verildiğini belirterek istinaf talebinde bulunmuştur. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 7/3/2019 tarihinde, kararın hüküm kısmından anlaşıldığı üzere istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: \"...İhtiyati hacze [F.B.] 13/03/2018 tarihli dilekçesi ile itiraz etmiş, yine Kemal Camuz 07/06/2018 günlü dilekçesi ile ihtiyati hacze itiraz etmiş, dosya Kırıkhan Asliye Hukuk (İş) mahkemesinin 2019/29 Esas sayılı İş dosyası üzerinde birleştirilmiş, Kırıkhan Asliye Hukuk (İş) mahkemesinin 11/10/2018 gün 2018/29-2018/31 E-K sayılı iş kararı ile Hakan Duman tarafından ihtiyati hacze yapılan itirazın reddine karar verilmiştir. İhtiyati Hacze [F.B.] tarafından da itiraz edildiği halde onun talebi hakkında olumlu yada olumsuz bir karar verildiği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Bu sebeplerle mahkeme kararının kaldırılarak HMK nun 353/a-6 maddesi gereğince yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın yerel mahkemesine iadesine karar vermek gerekmiştir.H Ü KÜ M/ Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/1-b.1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,\" Başvurucu 31/3/2019 tarihinde kararı öğrenmiş ve 19/4/2019 tarihinde başvuru yapmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14118", "Başvuru Konusu":"Başvuru, istinaf talebinin gerekçesiz şekilde reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, avukatlık mesleğinin yanı sıra siyasi bir partide üyelik ve yöneticilik düzeyinde görev alarak aktif siyasette yer aldığını beyan etmiştir. Bu beyana göre başvurucu, üyesi bulunduğu partinin Kuzey Irak'ın Erbil kentinde siyasi temsilcilik açma projesinde görevlendirilmiş ve bu görevi nedeniyle uzun süre Erbil'de bulunmuştur. 14/3/2011 tarihinde müşteki İ.T.nin içinde bulunduğu bir araca bazı şahıslar tarafından otomatik silahla ateş edilerek İ.T.ye yönelik suikast girişiminde bulunulmuştur. Olayda İ.T. ağır yaralanmış ve özel bir hastanenin yoğun bakım servisinde tedavi altına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga maddesi ile görevli) (Başsavcılık) 14/3/2011 tarihinde meydana gelen suikast girişimi hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında silahlı saldırıyı gerçekleştirdiği şüphesiyle gözaltına alınan A.U. isimli şüphelinin ikametgâhında yapılan aramada küçük bir kâğıt parçası (ilaç küpürü) üzerine yazılı bazı telefon numaraları ve bir elektronik posta adresi ele geçirilmiştir. Bu telefon numaralarının ve elektronik posta adresinin başvurucuya ait olduğu iddia edilmiştir. Öte yandan Suriye'de bulunan PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarının Türkiye'de sansasyonel hedeflere yönelik eylem hazırlığı içinde olduklarına dair istihbarata dayalı bilgiler elde edilmiştir. Bu faaliyetlerin ortaya çıkarılması amacıyla kolluk kuvvetlerince yapılan çalışmalarda Irak'ın kuzeyinde bulunan kamplardaki silahlı örgüt üyelerinin Türkiye'de ikamet etmekte olan bazı şüphelilerle şifreli telefon görüşmeleri ve elektronik posta yazışmaları aracılığıyla irtibata geçtikleri tespit edilmiş ve bunun üzerine Başsavcılık tarafından ayrı bir soruşturma daha başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu ve N.Ş. terör örgütü ile bağlantılı oldukları şüphesiyle 18/3/2011 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmışlar, 21/3/2011 tarihinde ise tutuklanmışlardır. Başvurucu 21/3/2011 tarihli Savcılık sorgusunda PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile herhangi bir ilgisinin ve irtibatının bulunmadığını, siyasi bir partide meclis üyesi ve bu partinin Erbil'de açmayı düşündüğü büronun sorumlusu olarak çalıştığını ifade etmiştir. Başvurucu ile aynı soruşturma kapsamında tutuklanan N.Ş. 21/3/2011 tarihli Savcılık sorgusunda PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile geçmişe dayalı irtibatı olduğunu kabul etmiş ancak suikast girişimiyle herhangi bir bağlantısının bulunmadığını ileri sürmüştür. N.Ş. etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak amacıyla örgüt hakkında bazı bilgiler vermiştir. N.Ş.nin beyanlarının ilgili kısımları şöyledir:\"2010 senesinin Mart ayında Erbil'de çalışırken Hoca ve Şeyhmuz kod isimli 2 tane örgüt üyesiyle tanıştım. Bu şahısların açık kimliklerini ve adreslerini bilmiyorum. (..)Hoca kod isimli şahıs bana 'maviderya@....com.tr' mail adresini verdi, bende kendilerine 'zapatism-21@.....com ve asiti_1978@.....com' mail adreslerini verdim. bu şahıslar bunun haricinde bana mail adresleri üzerinde yapacağımız görüşmeye ilişkin şifreli görüşmeyi anlattılar ve bu maksatla Türkçe-İngilizce sözlük verdiler. Aramızdaki şifreli görüşmenin ne şekilde olacağı konusunda emniyetteki savunmamda ayrıntılı bilgi verdim.(...)Ruşen MAHMUTOĞLU isimli şahsı tanımam. Herhangi bir iletişimimiz yoktur, internet ortamında da görüşmeyiz.Bu iddiaları kabul etmiyorum, komplodur, ben 12 Mart'ın gecesinde Irak'tan İstanbul'a geldim, o dönemde fiziki takipteydim, mail adresimde belirtilen telefon numaralarından bana ulaşmalarına imkan yoktur, bir şekilde [İ.T.ye] yapılan saldırıyla ilişkilendirilmek isteniyorum. Herhangi bir ilgim yoktur, daha sonrada evimde yapılan aramada hafıza kartı içerisinde [İ.T.nin] tedavi gördüğü hastanenin krokileri ve bazı bilgiler çıkmış, bunlarda kesinlikle bana ait değildir. Eğer böyle birşey olsaydı bana şifreli mail gönderebilirlerdi.\" Soruşturma kapsamında başvurucunun konutunda yapılan aramada; örgütsel nitelikli olduğu değerlendirilen dokümanlar, hafıza kartları, telefon kartları (SIM kart), elektronik posta adresleri ve bunların parolalarının yazılı bulunduğu bazı notlar ele geçirilmiştir. Başsavcılık 18/4/2011 tarihinde, aralarında fiilî ve hukuki irtibat bulunan soruşturma dosyalarının birleştirilmesine karar vermiştir. Birleştirme kararında; müşteki İ.T.yi öldürmeye teşebbüs olayının şüphelisi A.U.nun yakalandığı tarih olan 16/3/2011 tarihinde, A.U.nun yakalandığı adrese yakın bir yerde bulunan ankesörlü telefondan başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonunun arandığı ve aynı tarihte Kuzey Irak’tan çıkış yaptığı tespit edilen bir elektronik posta adresinden başvurucunun adresine elektronik posta gönderildiği belirtilerek silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddia edilen şüphelilerin suikast girişimi olayının şüphelileri ile irtibatlı oldukları değerlendirmesinde bulunulmuştur. Soruşturma kapsamında N.Ş. isimli şüphelinin evinde arama yapılmıştır. Aramada ele geçirilen bir hafıza kartının (flash bellek) incelenmesi sonucunda kartın içeriğinde müşteki İ.T.nin tedavi gördüğü özel hastanenin yoğun bakım servisinin krokisinin bulunduğu iddia edilmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılığın 2/11/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve bazı şüpheliler hakkında devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, nitelik bakımından vahim olan silah veya mermiler ile bıçak taşıma ve bulundurma, azmettirmek suretiyle kasten nitelikli adam öldürmeye teşebbüs etme, varsayılan suç örgütünün korkutucu gücünden yararlanarak silahlı tehdit suçlarından kamu davası açılmıştır. İddianamede; PKK terör örgütünün İ.T.ye suikast düzenlenmeyi planladığı, bu plan kapsamında örgütün A.U. ve N.Ş. isimli şüphelilerle başvurucu aracılığı ile irtibat kurduğu iddiasına yer verilmiştir. İddianamenin başvurucunun eylemleri ile ilgili kısımları şöyledir:\"[A.U.] tarafından kurulan suç örgütü ile PKK/KONGRA-GEL Terör Örgütü Arasındaki Bağlantı16/03/2011 tarihinde şüpheli [A.U.nun] ikametinde yapılan arama sırasında elde edilen belgeler içerisinde ceketinin cebinden çıkan ilaç küpürü üzerine yazılmış vaziyette, 'rusen...@....com' mail adresini ve 0530 ...4 ile 0532 ...1 numaralarının bulunduğu ilaç küpürüne yazılı bulunan mail adresi ve telefon numaralarının Av. Ruhşen MAHMUTOĞLU'na ait olduğu belirlenmiştir.16/03/2011 günü saat:15:19 da gönderilen ve 15:42:56'da Ruhşen MAHMUTOĞLU tarafından okunan ve ilaç küpüründe yazılı bulunan rusen...@....com adlı e-mail adresine, [çok sıkıştık üzerimizdeler, çıkmamız lazım, bitiremeyeceğiz, arkadaşa ulaştır] şeklinde mail atıldığı, [İ.T.ye] yapılan suikast eyleminden sonra kolluk kuvvetlerinin yapmış olduğu operasyonlar sonucu köşeye sıkıştıklarını, yakalanma korkusundan dolayı da “çıkmamız lazım” şeklinde kaçmak için yardım istediklerinin anlaşıldığı, yarım kalan işi bitiremeyeceğini belirttiği görülmüştür. [İ.T.nin] yattığı hastanede yarım kalan işitamamlamak içinde talimat aldığı anlaşılmıştır.16/03/2011 günü [A.U.nun] İstanbul Pendik İlçesi Kurtköy Yenişehir Mahallesi .... K:5 D:. deki oturduğu adrese yakın ankesörlü telefondan Ruhşen MAHMUTOĞLU'na ait (ilaç küpüründe de telefon numaraları bulunan) 0530 ... 4 numaralı telefonu saat:15:26:04- 15:27:04 sıralarında iki kez arandığı, telefonda karşılıklı konuşma yapılmadığı, Şüpheli Ruhşen MAHMUTOĞLU'nun telefonunda arayan telefon numarası çıkmasına rağmen bu numarayı aramayıp, başka numaraları aradığı, yapılan telefon aramasının [A.U.ya] yönelikçemberin daralması sonucu sıkışması nedeniyle daha önceden planlandığı anlaşılan haberleşme şekli olduğu, bu şekilde aramakla birbirlerine [sana mail gönderdim, e-mailini kontrol et] demek istediği, Ruhşen MAHMUTOĞLU'da telefon haberleşmesinin hemen akabinde saat:15:42 de e-mail'i B(...) il binasına ait adresten okunduğu tespit edilmiştir.Elektronik posta yoluyla yapılan haberleşme sonucuPKK/KONGRA-GEL terör örgütü [A.U.nun] işi tamamlayamayacağını anlayınca vakit geçirmeden, 16/03/2011 günü saat:17:06’da Kuzey Irak'tan çıkış yapan mavi...@....com\" adresinden rusen...@....com isimli e-mail adresine gönderilen [Acil!!” konulu e-mail içeriğinde, \"Silivri partide[N.]ark. yarım kalan işi halletsin, hocanın selamı ile git,..4 numaradan ulaş konuşmasın, AKP'ye yaklaşması, partiyi sıkıntıya soktu, AKP iş birlikçilerini cesaretlendirdi. Bu halkımıza ihanettir. Kolay gelsin] dendiği, Ruhşen MAHMUTOĞLU, [A.U.nun] gönderdiği e-mailiörgüte bildirdiği, örgütün de Ruhşen MAHMUTOĞLU'nun kullandığırusen...@....com adlı e-mail adresi aracılığıyla [yarım kalan işi] [N.Ş.ye] havale ettiği müşahade edilmiştir.E-mailde geçen [yarım kalan işi] şeklinde talimattan [İ.T.nin] yaralı olarak kurtulması anlaşıldığı, 'Silivri partiden [N.] ark' olarak bahsedilen şahsın [N.Ş.] isimli şahıs olduğu,e-mailin gönderildiği rusen...@....com isimli e-mail adresini kullanan şahsın aynı soruşturma kapsamında [N.Ş.] ile birlikte 18/03/2011 tarihinde yakalanan Ruhşen MAHMUTOĞLU olduğu, e-mailde '.4' şeklinde verilen telefon numarasının [N.Ş.nin] kullandığı, 'hocanın selamıyla gidecek ve konuşmamasını' isteyecek şahsın Avukat Ruhşen MAHMUTOĞLU, 'hocanın selamıyla gidilecek ve konuşmaması' istenilecek şahsın [N.Ş.] olduğu, 'AKP'ye yaklaşması partiyi sıkıntıya soktu' şeklinde bahsedilen şahsın son günlerde AKP'den Şanlıurfa Milletvekili aday adayı olması gündemde olan ve 2011 günü kendisine silahlı saldırı yapılan sanatçı [İ.T.] olduğu, 'Yarım kalan işi halletsin' şeklinde verilen talimatta geçen konunun silahlı saldırı sonucu yaralanan [İ.T.nin] öldürülmesine yönelik ek talimat olduğu, AKP'ye yakınlaşmasının 'AKP işbirlikçilerini cesaretlendirdi, bu halkımıza ihanettir' şeklindeki beyanların, bahse konu silahlı saldırı eyleminin, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün aynı tavır içinde olacak olan Kürt kökenli vatandaşları korkutmak ve gözdağı vermek amacıyla gerçekleştirilen bir eylem olduğu tespit edilmiştir.(...)8) Şüpheli Ruhşen MAHMUTOĞLU Her ne kadar mesleği avukatlık olmasına rağmen, Kuzey Irak'ta bulunan PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün kırsal yapılanmasında verilen talimatları örgüt mensuplarına ilettiği ve [İ.T.ye] yapılan suikast eylemi talimatını verdiği tespit edilince yakalanarak gözaltına alınmıştır.(...)B) Delillerin DeğerlendirilmesiŞüpheli Ruhşen MAHMUTOĞLU'nun yukarıda izah edildiği gibi PKK/KONGRA-GEL terör örgütü içerisinde aktif görevinin olduğu, örgütün kırsal alanında bulunan örgüt ile irtibatlı olduğu, oradan gelen talimatları Türkiye'de bulunan örgüt mensuplarına ulaştırdığı,Ruhşen MAHMUTOĞLU’nun B(...) parti meclis üyesi olmamasına rağmen B(...)İl Başkanını belirleyecek derecede örgütsel bir konumda olduğu [İ.T.] ve [B.Ç.nin] yaralandığı olayın talimatı terör örgütü adına Ruhşen MAHMUTOĞLU tarafından verildiği, [İ.T.nin] yoğun bakımda bulunduğu (...) Hastanesinde 'yarım kalan işin' tamamlanması için şüpheli [N.Ş.ye] e-mail aracılığıyla örgütün talimatını ilettiği, bu nedenle şüpheli Ruhşen MAHMUTOĞLU'nun PKK/KONGRA-GEL terör örgütü üyesi olarak [A.U.ya] adam öldürme talimatını vermesi nedeniyle terör örgütü PKK/KONGRA-GEL'in hedeflerinden olan devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, azmettirmek suretiyle[İ.T.yi] olası kast saikiyle [B.Ç.] ve [H.Ç.yi] öldürmeye teşebbüs etmek suçlarını işlediği kanatine varılmıştır. \" (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK. mülga maddesi ile görevli) (Mahkeme) görülen yargılamanın 25/1/2012 tarihli celsesinde N.Ş. isimli sanık savunma yapmıştır. N.Ş. savunmasında özetle ikametgâhında arama yapılırken kendisinin kolluk görevlilerince dışarıya çıkarıldığını, bu arama sırasında ele geçirildiği ve içeriğinde İ.T.nin tedavi gördüğü hastanenin krokisinin bulunduğu iddia edilen hafıza kartının (flash bellek) kendisine ait olmadığını ileri sürmüştür. Savunmasının devamında N.Ş.; maviderya isimli elektronik posta adresinden kendisine belirli dönemlerde posta gönderildiğini, bu elektronik posta adresinin Kuzey Irak'ta bulunan Hoca kod isimli şahıs tarafından kullanılmakta olduğunu bildiğini ve bu posta adresinin kendisine haberleşme amacıyla verildiğini ifade etmiştir. N.Ş. Savcılık sorgusunda verdiği ifadeyi tekrar ederek başvurucuyu tanımadığını, ilk kez gözaltındayken gördüğünü, anılan elektronik posta adresi aracılığı ile istediği zaman Hoca kod isimli şahısla şifreli bir şekilde görüşme yapma olanağının bulunduğunu, dolayısıyla başvurucu veya başka bir şahsın aracılığı ile irtibat kurmasına gerek bulunmadığını, bu yöndeki iddianın temelsiz bir iddia olduğunu belirtmiştir. Yargılamanın 25/1/2012 tarihli celsesinde başvurucu, parti üyesi olduğuna ve parti tarafından görevlendirildiğine dair yazıları Mahkemeye sunmuştur. Başvurucu aynı tarihli celsede Kuzey Irak'a siyasi parti görevi nedeniyle gittiğini, iddianamede örgütsel nitelikli olduğu iddia edilen telefon görüşmelerinin siyasi parti üyesi arkadaşlarıyla yaptıkları ve parti ile ilgili meseleleri konuştukları kayıtlara ilişkin olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; yargılamanın 26/1/2012 tarihli celsesinde, parti meclisi üyesi olması nedeniyle partide görevli diğer arkadaşlarıyla telefon görüşmesi yapmasının normal bir durum olduğunu, bu kişilerle örgütsel içerikli bir görüşmesinin mevcut olmadığını belirterek görüşmelerin örgütsel içerikli olduğuna dair iddiaya itiraz etmiştir. Mahkeme, başvurucunun bu itirazı hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır. Başvurucu; yargılama sırasında sunduğu savunma dilekçelerinde özetle İ.T.ye suikast düzenlediği iddia edilen sanık A.U.yu tanımadığını, daha önceden A.U. ile görüşerek aralarında şifreli bir haberleşme yöntemi oluşturmalarının mümkün olmadığını, aralarında şifreli haberleşme yöntemi belirledikleri yönündeki iddianın somut bir delile değil varsayıma dayalı olduğunu, nitekim teknik ve fiziki takipte olmalarına rağmen herhangi bir iletişimlerinin tespit edilemediğini, ayrıca A.U.nun evinde ele geçirildiği iddia edilen kâğıt parçasının üzerinde kendisine ait telefon numaralarının ve elektronik posta adresinin yazılı olmasının bu bilgilerin kendisi tarafından A.U.ya verildiğini kanıtlamaya yeterli olmadığını, nitekim avukat olması nedeniyle iletişim bilgilerinin internet sitelerinde açık bir şekilde bulunduğunu, bu bilgilere üçüncü kişilerce kolaylıkla erişilebileceğini belirtmiştir. Başvurucu, delillerin yeniden irdelenmesini talep ederek delillere ilişkin itirazlarını da Mahkemeye sunmuştur. Başvurucu, delillere ilişkin olarak Mahkemeye sunduğu itirazında özetle şu hususları vurgulamıştır:i.İ.T.ye suikast girişiminde bulunan A.U.nun olaydan sonra kendisini ankesörlü bir telefondan aradığı iddia edilmekte ise de bu aramanın A.U. tarafından yapıldığına dair dosyada somut bir delil bulunmadığını,ii. A.U. tarafından kendisine bir internet kafeden elektronik posta gönderildiği, bu postada A.U.nun İ.T.yi öldürme girişiminin sonuçsuz kaldığını ve eylemi tamamlayamayacağını bildirildiği iddia edilmekte ise de söz konusu kafeye giriş ve çıkışları gösteren kamera görüntülerinin postanın gönderildiği gün kameranın bozuk olması nedeniyle çekim yapılmadığı gerekçesiyle dosyaya sunulamadığını, tüm ay boyunca çekim yaptığı anlaşılan kameranın sadece tek bir gün bozulmasının şüpheli olduğunu, kaldı ki A.U.nun savunmasında bilgisayar kullanmayı dahi bilmediğini ifade ettiğini, bu iddianın araştırılması gerektiğini, iii. A.U.nun İ.T.yi öldürme girişiminin başarısız olması üzerine durumu terör örgütüne ilettiği ve bunun üzerine Kuzey Irak çıkışlı maviderya isimli elektronik posta adresinden kendisine gönderilen postadaİ.T.nin tedavi gördüğü hastanede N.Ş. tarafından öldürülmesi yönünde terör örgütünden gelen talimatı N.Ş.ye ilettiği kabulünün herhangi bir somut delile dayanmadığını zira maviderya isimli adresten kendisine gönderildiği iddia edilen bu postayı okumadığını, bu posta içeriğindeki talimata uygun herhangi bir eyleminin de bulunmadığını, kaldı ki N.Ş.nin sorgusunda terör örgütü ile arasındaki şahsi ilişkiyi anlattığını, N.Ş. tarafından bahse konu elektronik posta adresinin kendisine örgüt tarafından verildiği ve bu adres üzerinden şifreli olarak aracısız bir şekilde görüşebildikleri ifade edilerek eylemlerinin suikast olayı ile ilgisi olmaması nedeniyle dosyasının ayrılmasının talep edildiğini, dolayısıyla N.Ş.nin bu iddialarının da araştırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Yargılamanın 26/1/2012 tarihli celsesinde savunması alınan A.U. başvurucuyu tanımadığını, ikametgâhında yapılan aramada ele geçirildiği iddia edilen kâğıt parçasından soruşturma aşamasında haberdar olduğunu ileri sürmüştür. A.U.nun beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:\"soruşturma aşamasında ilaç küpürünü bana polisler söyledi, bana bilgisayar numarası söylediler, iki de telefon numarasından bahsettiler ben bu kağıdın ve üzerindeki yazıların bana ait olmadığını söyledim ama sonradan gazetelerden bu ilaç küpürü aracılığı ile PKK ile ilişkilendirildiğimi öğrendim, bilgisayar kullanmasını bilmiyorum, bu ilaç küpürü cebime nasıl girdi anlamıyorum, bu küpür kesinlikle bana ait değilidir. [K]im tarafından ne amaçla konulmuş bilmiyorum. [B]irilerinin evime girerek cebime koyduklarını anlıyorum,\" Savcılık makamı 14/12/2012 tarihinde esas hakkındaki mütalaasını dosyaya sunmuştur. Mütalaada başvurucunun PKK terör örgütü adına İ.T.ye suikast düzenlenmesi konusunda A.U. ile bizzat görüşme ve para pazarlığı yaptığına veya bu konuda para transferi gerçekleştirdiğine ilişkin somut delil bulunmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle başvurucunun azmettirmek suretiyle adam öldürmeye teşebbüs etme suçundan beraatine karar verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Mütalaanın devamında başvurucunun elektronik posta adresinin ve telefon numaralarının suikast olayı sonrası ağır yaralanan İ.T.nin tedavi gördüğü hastanede öldürülmesi yönünde PKK terör örgütünden gelen talimatın N.Ş.ye iletilmesinde kullanıldığının sabit olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun mesleğinin avantajlarını kullanarak kırsal alanda bulunan örgüt üyelerinden aldığı talimatları Türkiye'de bulunan örgüt mensuplarına ilettiği gerekçesiyle silahlı terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılması yönünde görüş bildirilmiştir. 18/12/2012 tarihli celsede mütalaa sanıklara ve müdafilerine verilmiştir. Mahkemece başvurucuya esas hakkındaki mütalaaya karşı diyecekleri ve son savunması sorulmuştur. Başvurucu esas hakkındaki savunmasını daha sonra yapacağını, İ.T.nin yaralanması olayı ile bağlantısının bulunmadığı yönündeki tespitin doğru bir tespit olduğunu ve mütalaadaki diğer suçlamalar yönünden süre verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 26/2/2013 tarihli celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasının müdafileri tarafından dosyaya sunulacağını belirterek daha önce yaptığı ayrıntılı savunmayı tekrar ettiğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii ise süre talebinde bulunmuş ve Mahkemece bu talep kabul edilmiştir. 29/3/2013 tarihli celsede başvurucu on bir sayfadan oluşan esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını yazılı olarak sunmuştur. Başvurucu savunmasında örgüt üyeliği suçundan da beraat ettirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 29/3/2013 tarihli kararı ile başvurucunun azmettirmek suretiyle öldürmeye teşebbüs suçundan beraat etmesine, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:\"(...)cezaevinden çıkan [A.U.nun] silah ve para ihtiyacını gidermek için arayışlara girdiği,[A.U.nun] suça azmettirdiği [E.] ve[Y.ye] para vaadinde bulunduğu, cezaevinden çıktıktan sonra parası olmadığı halde maddi ve teknik destek almadan bu eylemi gerçekleştiremeyeceğinden cezaevine girmeden önceki imajını kullanarak reklamını yaptığı,[İ.T.nin] Beyaz TV'de [İ.] Show“ programına başlamasıyla birlikte Ak Parti'den milletvekili adayı olacağının basında konuşulduğu, saldırı sonrası da aynı partiden milletvekili adaylığının tekrar güncelliğini koruduğu, dijital veriler, mail ve diğer deliller ile [İ.T.nin] Ak Parti ile yakınlaşması nedeniyle Beyaz TV'deki programından çıkışında ona yönelik saldırı düzenlendiğinin anlaşıldığı,ancak örgüt üyesi olan Ruhşen Mahmutoğlu'nun PKK/KONGRA-GEL terör örgütü adına [İ.T.nin] öldürülmesi talimatını [A.U.ya] bizzat verdiğine, para pazarlığı ve transferi yaptığına ilişkin somut deliller olmadığı, ancak [A.U.ya] [İ.T.yi] öldürme talimatını PKK yöneticileri oldukları belirtilen [H] lakaplı kişi ile aracılık yapan bir kişinin verdiğinin anlaşıldığı, bu kişilerin kimliklerinin tespit edilerek yakalanamadıkları haklarındaki soruşturmanın sürdüğü, e-maille [A.U.nun] 'sıkıştıklarından [İ.T.nin] öldürülme işini bitiremeyeceklerini, bu durumu arkadaş'ailetmesini'Ruhşen Mahmutoğlu'ndan istediği, [A.U.da] da Ruhşen'in e-mail ve telefonun ilaç kupürüne yazılı şekilde bulunduğu, kupürdeki el yazısının Ruhşen'e ait olmadığının anlaşıldığı, böylece Ruhşen'in görevinin[A.U.] ile gelişen duruma göre kontak kurmak ve gelişmeleri dağ kadrosuna iletmek olduğunun belirlendiği, aynı gün örgüt talimatlarının ulaştırıldığı e-mail adresi olan mavi...@ hotmail.com.tr internet adresinden Ruhşen Mahmutoğlu'na şifreli şekilde 'yarım kalan işi, Silivri partiden [N.Ş.nin] tamamlaması için ulaşılması ve [H] kod adlı kişinin selamıyla gidilmesi' talimatının verildiği, Ruhşen'e talimat veren kişinin [N.le de] irtibat kurulması talimatı verdiği, [N.nin] [H] kod adlı kişiyi tanıdığı, [N.Ş.de ] de acı...doc şeklinde [İ.T.nin] bulunduğu hastane krokisi ve ek talimatıda içerir hafıza kartıyla yakalandığı, Ruhşen Mahmutoğlu'nun dağ kadrosuyla (mavi...@hotmail.com e-mail adresinden) iletişimi sağlaması, talimatlarda aracı olması karşısında, [A.U.ile] de kurduğu irtibatta gözetilerek, silahlı terör örgütüne üye olmadan, örgüt için bu kadar önemli ve etkili böyle bir operasyonda aktif görev almasının mümkün olmadığı, terör örgütlerinin bu tür işlerde azami gizliliğe riayet ettiğinden örgütle bağı olmayan kişileri bu işlerde görevlendirmedikleri, Ruhşen'in de örgüt üyesi olduğundan bu işte görevlendirildiği, bu amaçla yakınlarına ait sim kartları ve Irak'ta kullanılan 2 adet korek ibareli sim kartları kullandığının, örgütten gönderilen mailleri parti binasında açtığının değerlendirildiği, el konulan eşyalarla birlikte görüşmelerin örgütsel eylem ve ilişkileri gösterdiğinin anlaşıldığı,sanığın Kuzey Irak'a yasal yollardanda sık sık çıkmasına rağmen yasa dışı yollardan çıkmasının da örgütsel konumuna ve faaliyetlerine işaret ettiği,(...)sanığın telefonunda kayıtlı kişiler arasında örgütle bağlantılı kişilerin de bulunduğu, telefonla yaptığı görüşme içeriklerinin terör örgütüne yönelik operasyonlar nedeniyle yapılacak faaliyetler, tutuklananların listelerinin iletilmesi, ölen örgüt mensupları için düzenlenecek taziye törenine ilişkin olduğu, sanığın telefon görüşmelerinin üstü kapalı, şifreli haberleşmeler, konuşmalar ve mesajlaşmalar içerdiği, [İ.T.ye] yönelik ilk saldırı konusunun (yarım kalan işin), [A.U. ile] aracılık kurulma şeklinin tümüyle aydınlanamadığı, sanık Ruhşen'in silahlı terör örgütü talimatıyla [İ.T.nin] öldürülememesi üzerine devreye giren kişi olduğu kanaatine varıldığı, bu sonuç gözetilerek böyle önemli bir işin sorumluluğunun bu kişiye verilirken örgüt yönetiminin ve bu işi yapacak kişilere ulaşılma şeklini ortaya çıkaracak aleyhte olabildiğince delil bırakmamışsa da,bu gizliliğe rağmen bağlantıları gösteren deliller elde edildiği, yapılan işin niteliği itibariyle Ruhşen Mahmutoğlu'nun silahlı terör örgütü üyesi olduğu, sanığın avukatlık mesleğinin ve siyasi görevlerinin avantajlarıyla hareket ettiğinin anlaşıldığı, ancak bizzat [A.U. ya] öldürme talimatını veren kişi olduğunun ve bu işin planlama, keşif ve icra aşamalarında iştiraki bulunduğunun saptanamadığı, bu operasyonun başarısızlığı üzerine devreye girdiği, bu nedenle Ruhşen'in devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçunu işlediğinin kabul edilemeyeceği, zaten bu suça feri iştirakin mümkün olmadığı;ayrıca [A.U. nun] bu suçu kim için yaptığını bildiğine ilişkin somut bir delil elde edilemediği gibi, [A.U.nun] aracılarla görüştüğünün, zor durumdayken haber vermesi gereken kişinin bir avukat olan Ruhşen Mahmutoğlu olmasından anlaşıldığı, dağ kadrosundaki yöneticilerle haberleşmesinin tespit edilmediği, sanık [A.U.] ve örgütündeki sanıkların devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan cezalandırılamayacağı sonuç ve kanaatine varılarak bu kapsamdaki suçlardan beraatleri yönünde karar vermek gerekmiştir.\" [Gerekçeli karar s.138-141] Başvurucu, hükme esas alınan delillerin doğruluğuna ilişkin olarak kovuşturma aşamasında ileri sürdüğü itirazlarının karşılanmadığını, tevsi-i tahkikat taleplerinin gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini, varsayımlara dayalı bir kurgu üzerinden yargılama yürütüldüğünü, silahların eşitliği ilkesinin gözetilmediğini, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğine dair hukuken geçerli herhangi bir delil bulunmadığını, şüphenin giderilmediğini belirterek hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 24/10/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 31/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu; bireysel başvuru sonrasında 13/4/2016 tarihli ek beyan dilekçesi ile delillerin hukuka aykırı yöntemle elde edildiğini, iddianamede belirtilen suç vasfının değişmesi karşısında tarafına ek savunma hakkı tanınması gerekirken bu hakkın tanınmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, bu dilekçesinin ekinde hukuki değerlendirme içeren bir rapor da sunmuştur. Başvurucu 24/1/2017 tarihli ek beyan dilekçesi ile başvuru konusu yargılamada yer alan hâkim ve savcıların Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) kapsamında mesleklerinden çıkarılmış olduklarını belirterek bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanmadığının ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Başvurucu 12/5/2017 tarihli ek beyan dilekçesi ile siyasi faaliyetleri nedeniyle FETÖ kumpasına maruz kalma ihtimalinin kuvvetli olduğu yönündeki iddiasını tekrarlamıştır. 13/10/2017 tarihli ek beyan dilekçesinin ekinde bazı yargı kararlarına yer vererek başvuru konusu yargılamada hükme esas alınan delillerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildikleri iddiasını yinelemiştir. Başvurucu 28/3/2018 ve 30/3/2018 tarihli ek beyan dilekçeleri ile başvuru formunda ileri sürdüğü iddiaları özetlemiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: \"(1)Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. \"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Adil yargılanma hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında, hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsurlarından birinin de yargılamanın çelişmeli olmasına (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60) dikkat çektikten sonra Sözleşme'deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM'e göre silahların eşitliği ilkesi ise taraflara, talep ve açıklamalarını diğer tarafa nazaran dezavantajlı olmayacak şekilde ileri sürebilmeleri için fırsat verilmesini gerektirdiğini ifade etmektedir (Kress/Fransa, B. No: 39594/98, 7/6/2001, § 72). Sözleşme'nin maddesinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkını garanti altına aldığını hatırlatan AİHM; kendisinin görevinin -delillerin elde edilme ve tartışılma yöntemi dâhil olmak üzere- yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını, bu bağlamda başvurucunun delilin özgünlüğü ile çelişme ve onun kullanımına karşı itirazlarını sunma imkânına kavuşup kavuşmadığını, çelişmeli yargı ve iddia makamı ile savunma arasında silahların eşitliği ilkelerine saygı gösterilip gösterilmediğini değerlendirmek olduğunu ifade etmektedir. AİHM'e göre yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülüp yürütülmediği değerlendirilirken delilin kalitesinin dikkate alınması gerekir. Elde edildiği koşulların delilin doğruluğu ve güvenilirliği üzerinde şüphe oluşturup oluşturmadığı hususu da buna dâhildir. Bir delilin başka delillerle desteklenmemesi tek başına yargılamanın hakkaniyetini zedelemese de delilin güçlü olması ve güvenilirliği konusunda riskin bulunmamasıyla orantılı olarak destekleyici delil ihtiyacı da zayıflar (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, § 90; Kobiashvili/Gürcistan, B. No: 36416/0614/3/2019, § 56). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/22", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 17/11/2009 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında 23/2/2012 tarihli karar ile 599 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu karar Yargıtay Hukuk Dairesince 24/9/2012 tarihinde onanmış, onama ilamı başvurucuya 9/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, taraflar karar düzeltme talebinde bulunmamışlardır. İlgili idare 23/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçede söz konusu borcun henüz tamamen ödenmediğini beyan etmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5361", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17518", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; fotoğraflarının yer aldığı canlı bomba uyarısı olan afişlerin kamu binalarına asıldığının ileri sürülmesi ve afişlerin internet sitelerinde ve ulusal yayın yapan gazete haberlerine konu olması nedeniyle özel hayatın gizliliği, yaşam, kişi güvenliği hakları ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/7/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir ilinde serbest meslek sahibi bir kişidir. Başvurucu, fotoğrafı ve altında “canlı bomba aranıyor” yazısı ile hazırlanmış afişlerinin, Buca Kapalı Cezaevi jandarma kontrol noktasında asılı olduğunun kendisine haber verildiğini, bunun üzerine 15/6/2010 tarihinde İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesine (Dernek) müracaat ederek yardım istediğini ve Dernek aracılığı ile Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne, Jandarma Genel Komutanlığına ve Buca Kapalı Cezaevi Savcılığına yanlışlığın giderilmesi talebini içeren dilekçeler gönderdiğini iddia etmektedir. Ulusal düzeyde yayın yapan bir kısım gazetenin 30/6/2010 ve 1/7/2010 tarihli nüshalarında ve internet sayfalarında yayımlanan haberlerde, resmî kaynaklara dayandırılarak başvurucunun fotoğrafı ile birlikte canlı bomba olduğuna ve arandığına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Daha sonraki tarihlerde başvurucu, savcılığa bildirdiği tanıklardan, Altınolukve İncesu Jandarma Karakol Komutanlıklarında da aynı afişlere rastlandığını öğrendiğini iddia etmiştir. Başvurucu, canlı bomba olduğuna ilişkin afişlerinin yayımlanması nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ve “görevi kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik, yargı görevi yapanı etkileme, hakaret, suç uydurma, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak ve iftira” suçlarının işlendiğini belirterek 31/12/2010 ve 24/3/2011 tarihlerinde Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurularında bulunmuştur. Nusaybin Cumhuriyet Savcılığı 3/4/2012 tarihli ve S.2011/38, K.2012/540 sayılı yetkisizlik kararı ile soruşturma dosyasını İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/38682 soruşturma sırasına kaydedilen dosyada; i. İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Anadolu Ajansı yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek soruşturmayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/80319 sayılı dosya),  ii. Edremit/Altınoluk Jandarma personeli yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek soruşturmayı Edremit Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/4579 sayılı dosya),  iii. İncesu Jandarma personeli yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek soruşturmayı İncesu Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/436 sayılı dosya) gönderdikten sonra geriye kalan gazete ve internet yayınları ile ilgili olarak 18/6/2012 tarihinde 2012/26537 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Şikâyet dilekçelerinde müştekinin “terörist”, “canlı bomba” olduğuna dair yayımlanan haberlerin Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklı olduğunun ve Anadolu Ajansı tarafından da servis edildiğinin belirtilmesi karşısında yukarıda isimleri yazılı şüphelilerin, basının başkasının iddiasını yayımlamasına aracılık ettiği anlaşılmaktadır.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Jersild ve Thoma davalarında “Bir gazetecinin, bir başkasının ileri sürdüğü bir iddianın yayılmasına yardım ettiği için cezalandırılması… Basının kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına katkısını ciddi biçimde engeller; özel olarak güçlü nedenler olmadığı sürece, bu tür cezalandırma düşünülmemelidir.” ifadelerine yer verilmiştir.Gazetecilik mesleği kanunla düzenlenmiş, demokratik hukuk devletinde yer alması gereken bir kurumdur. Basının, kanunda yazılı düzenlemeler uygun olarak kamuoyunu bilgilendirme, haber verme görevi bulunmaktadır. … Bu açıdan da bakıldığında gerçeği yansıtmadığı belirtilen Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklı olduğu bildirilen bir haberin kamuoyuna duyurulmasında şüphelilerin cezai sorumluluklarının olmayacağı sonucuna varılmıştır.” Başvurucunun itirazı, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2012 tarihli ve 2012/2792 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı başvurucu vekiline 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yine aynı soruşturma ile ilgili olarak İzmir Kapalı Ceza İnfaz Kurumu personeli yönünden 2010/54910 sayılı soruşturma dosyasında 9/8/2010 tarihinde, Buca Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı personeli yönünden 2010/69040 sayılı soruşturma dosyasında 26/11/2010 tarihinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar verilmiştir. Yetkisizlik kararları ile gönderilen diğer soruşturma dosyaları da (§ 12) kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar verilerek sonuçlandırılmış ve bu kararların kesinleşme süreçleri tamamlanmamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 20/12/2012 tarihli ve S.2012/80319, K.2012/75062 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesi şöyledir:“… yapılan tahkikat neticesinde; İzmir İl Jandarma Komutanlığınca bölücü terör örgütü üyesi olduğu değerlendirilen bir kadının eşgal bilgileri gönderildiği ve bu bayanın Ege Bölgesine geldiği, muhtemelen İzmir ilinde canlı bomba yapılarak eylem yapılacağı yönünde istihbari bilginin ulaştığı, ayrıca Denizli İl Jandarma Komutanlığının terörist olduğu tahmin edilen kadına ait fotoğrafı mahkeme kararıyla bazı internet sitelerinin takibi sırasında elde ettiği, aynı dönemde Buca İlçesi Kaynaklar bölgesinde araç içerisinde yaklaşık 50 kilo patlayıcı madde bulunduğu, olası bir terör saldırısının söz konusu olduğu değerlendirilerek şüpheli olarak tespit edilen şahsın fotoğraf ve eşkal bilgilerinin askeri birliklere ve İzmir MİT Bölge Başkanlığı ve İzmir Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 13/06/2010 tarihte İzmir Bayraklar Adliyesinde görevli bir Jandarma erine bir bayanın gelerek askeri birliği konusunda sorular sorduğu, şüpheli hareketlerde bulunduğunu beyan ettiği ve kendisine gösterilen fotoğraftaki bayana benzediğini belirttiği, bunun üzerine durumun İzmir Başsavcılığına ve askeri birliklere bildirildiği, yapılan tahkikat neticesinde fotoğraftaki kadının müşteki Pelşini Bilen olduğunun tespit edildiği ve bu kişinin \"terör örgütü üyesi olabileceği, canlı bomba olarak da eylem yapabileceği\" hususunda Jandarma ve Emniyet Müdürlüğünce tüm birimlere uyarı amaçlı yazıların gönderildiği, İzmir ilinde meydana gelebilecek terör olaylarına karşı önceden tedbir amaçlı ve müessif bir olaya sebebiyet vermemek amacıyla rutin işlemlerin yapıldığı, ele geçirilen istihbaratın tüm birimlerle paylaşıldığı, Emniyet, Jandarma ve İçişleri Bakanlığı görevlileri tarafından gönderilen yazıların hiç birinde \"canlı bomba aranıyor\" şeklinde yazı yazılarak bir şahsın kimlik bilgilerinin yayınlanmadığı, herhangi bir kamu kuruluşunun duvarlarına asılmadığının anlaşıldığı, ancak fotoğrafı ele geçiren basının bu şekilde olayı abartarak müştekiyi canlı bomba olarak ifşa ettiğinin anlaşıldığı, ancak Emniyet, İçişleri ve Jandarma görevlileri tarafından bu suçun işlendiğine dair herhangi bir görevli hakkında kamu davası açılmasına yeterli derecede hiç bir delil elde edileme[diği]…” Bunun yanı sıra başvurucu vekili tarafından Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 30/6/2010 tarihli şikâyet dilekçesi ile Takvim Gazetesi ve bu gazetenin internet sitesinde 30/6/2010 tarihinde yayımlanan “İşte Kadın Canlı Bomba” başlıklı haberle ilgili kişilik haklarına saldırı yapıldığı ve gerçek dışı haber yapıldığı ileri sürülmüş, Savcılıklar arası yetkisizlik kararları sonrasında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/129 sayılı soruşturma dosyasında 15/12/2010 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş, itiraz sürecinden geçen dosya da 13/4/2011 tarihinde itirazın reddine karar verilmek suretiyle kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. …” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/81 md.) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 5237 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:(1) Görülmekte olan bir davada (…) gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, (…) sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/69 md.) Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır. 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1774", "Başvuru Konusu":"Başvuru, fotoğraflarının yer aldığı canlı bomba uyarısı olan afişlerin kamu binalarına asıldığının ileri sürülmesi ve afişlerin internet sitelerinde ve ulusal yayın yapan gazete haberlerine konu olması nedeniyle özel hayatın gizliliği, yaşam, kişi güvenliği hakları ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, icra hukuk mahkemesine yapılan şikâyet başvurusunda emsal davaların aksi yönde karar verilmesi ve farklı uygulamanın gerekçesinin kararda gösterilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Liechtenstein resmî siciline kayıtlı yabancı banka olan başvurucu, bir şirkete kullandırdığı ipotekli kredinin ödenmemesi üzerine borçlu hakkında Eskişehir İcra Müdürlüğünün 2007/11358 sayılı dosyasında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatmıştır. Borcun tahsil edilememesi nedeniyle ipotekli taşınmazın satışı yapılmış ve 3/11/2008 tarihinde yapılan açık arttırmada taşınmaz, alacağa mahsuben başvurucuya ihale edilmiştir. Başvurucu, ihale sonucuna göre tahakkuk ettirilecek cezaevi yapı harcını yatırmaya hazır olduğunu belirterek söz konusu harcın tahsil edilmesini ve taşınmazın ihale alıcısı olarak kendi adına tescili konusunda ilgili tapu müdürlüğüne yazı yazılmasını Eskişehir İcra Müdürlüğünden talep etmiştir. Eskişehir İcra Müdürlüğü 25/1/2013 tarihli kararla başvurucu bankanın harçtan muaf olmadığı, cezaevi, tahsil harcı, katma değer vergisi ve damga vergisi bedelleri yatırıldıktan sonra tapu müdürlüğüne tescil yazısı yazılabileceği gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu, bu kararın iptali istemiyle Eskişehir İcra Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) 31/1/2013 tarihinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Mahkeme 1/2/2013 tarihli ve E.2013/73, K.2013/85 sayılı kararı ile şikâyetin reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“İncelenen tüm dosya içeriğine göre; davacı alacaklı vekili tarafından borçlu ... hakkında borçlu lehine verilmiş kredilerin ödenmemesi nedeniyle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi yapıldığı, icra takibinin kesinleştiği, 03/11/2008 tarihli açık artırma ile takibe konu taşınmazın satışına karar verildiği, alacaklı vekilince 23/01/2013 tarihinde icra müdürlüğüne daha evvel tespit edilen 404,00 TL cezaevi harcının yatırılması için tahakkuk yapılması ve cezaevi harcının makbuzuyla tapu müdürlüğüne yazı yazılarak taşınmazın ihale alıcısı-alacaklı adına tescil yapılabileceğinin bildirilmesini talep ettiği, icra müdürlüğünün 25/01/2013 tarihli kararı ile ipoteğe konu taşınmazın 03/11/2008 tarihinde alacağına mahsuben davacı alacaklı bankaya ihale edildiği, ancak alacaklı bankanın yabancıların Türkiye de taşınmaz edinemeyeceklerine dair mevzuat gereğince tescili alamadıkları,alacaklının harçtan muaf kurum olması sebebiyle tahsil harcı, cezaevi harcı, damga vergi ve KDV bedelini yatırmadığı, daha sonra cezaevi harcının muafiyet dışında kaldığı gerekçesiyle satış bedeli üzerinden hesaplanan cezaevi harcının yatırılması ile ilgili alacaklıya muhtıra gönderildiği ve cezaevi harcının yatırılmadığı, alacaklı vekilinin talebiyle cezaevi harcının yatırılarak tescil yazısının kendilerine teslim edilmesi talebinde bulunulduğunu, alacaklı kurumun harçtan muaf olmadığı, cezaevi, tahsil harcı, KDV ve damga vergisi bedelleri yatırıldıktan sonra alacaklıya tescil yazısının verilmesine bu aşamada alacaklının tescil talebinin reddine dair karar verildiği, 25/01/2013 tarihli bu memur işleminin iptali için alacaklı davacı vekilince mahkememize dava açıldığı, somut olayda harcın konusunu oluşturan işlemin şikayetçi bankanın genel kredi sözleşmesi ıuyarınca müşterilerine kullandırdığı kredinin zamanında ödenmemesi nedeniyle yapılan icra takibinde ipotekli taşınmazın ihalesi sonucu şikayetçi bankanın kredi alacağına mahsuben taşınmazı almasından kaynaklandığı, alacaklı davacının cezaevi tahsil harcı, KDV ve damga vergisi bedelleri yatırması gerektiği, 2548 Sayılı Yasanın maddesinin fıkrası geregince cezaevi harcının yükümlüsünün alacaklı olduğu 25/01/2013 tarihli icra müdürlüğü kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla davacının sübut bulmayan şikayetinin reddine karar vermek gerekmiştir.” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/2/2014 tarihli ve E.2014/3100, K.2014/5444 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun mahkeme kararının İİK. ve HUMK. maddeleri uyarınca (ONANMASINA) ... karar verildi.” Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 30/4/2014 tarihli ve E.2014/10343, K.2014/12822 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 5/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikâyet olunabilir. Şikâyet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır. Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir.” 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Şikayet icra mahkemesince, kabul edilirse şikayet olunan muamele ya bozulur, yahut düzeltilir.  Memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği işlerin icrası emrolunur.” 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Özel kanunlarla harçtan muaf tutulan kişilerle, istisna edilen işlemlerden harç alınmaz....(Değişik fıkra: 25/12/2003 - 5035 S.K./ md.) Anonim, eshamlı komandit ve limited şirketlerin kuruluş,pay devri, sermaye artırımı, birleşme, devir, bölünme ve nev'i değişiklikleri nedeniyle yapılacak işlemler ile (Ek ibare: 28/03/2007-5615 S.K./mad) Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri (Bu kooperatifler tarafından bankalardan kullandırılacak krediler için verilecek kefaletler ile Kredi Garanti Fonu İşletme ve Araştırma Anonim Şirketi tarafından verilecek kefaletler dâhil) bankalar, finansman şirketleri, yurt dışı kredi kuruluşları ve uluslararası kurumlarca kullandırılacak kredilere, bunların teminatlarına ve geri ödenmelerine ilişkin işlemler (yargı harçları hariç) bu Kanunda yazılı harçlardan müstesnadır....(Ek fıkra: 23/07/2010-6009 S.K/md.) Bu maddede veya diğer kanunlarda yer alan harçtan muafiyete ilişkin hükümler, bu Kanunun (1) sayılı Tarifesinin \"(A) Mahkeme Harçları\" bölümünün (V) numaralı fıkrasındaki \"keşif harcı\" ve (1) sayılı Tarifesinin \"B) İcra ve iflas harçları\" bölümünün (III) numaralı fıkrasındaki \"haciz, teslim ve satış harcı\" bakımından uygulanmaz.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11524", "Başvuru Konusu":"Başvuru, icra hukuk mahkemesine yapılan şikâyet başvurusunda emsal davaların aksi yönde karar verilmesi ve farklı uygulamanın gerekçesinin kararda gösterilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, Ürdün vatandaşı olduğu sırada yabancı uyruklu öğrenci statüsünde iken tıpta uzmanlık belgesi almaya hak kazandığını, daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildiğini, bunun üzerine devlet hizmeti yükümlülüğüne tabi tutulduğunu ve bu kapsamda tıpta uzmanlık belgesinin elinden alındığını, idarenin bu işlemine karşı tükettiği yargısal yollardan sonuç alamadığını, hukuka aykırı olarak alınan kararlar sonucu anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvuru, 26/09/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bizzat yapılmış; belirlenen eksikliklerin tamamlanmasının ardından başvuru dilekçesi ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı belirlenmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.  A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ürdün vatandaşı olduğu sırada yabancı uyruklu öğrenci statüsünde 14/7/1996 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuş, 1/6/2006 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bölümünde uzmanlık eğitimini tamamlayarak tıpta uzmanlık belgesi almaya hak kazanmış ve uzmanlık belgesinin tescili yabancı uyruklu olarak 28/8/2006 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, 7/6/2006 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmesi nedeniyle 13/9/2007 tarihinde idareye başvurarak, uzmanlık belgesinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tescilini talep etmiş, bunun üzerine 14/9/2007 tarihinde uzmanlık belgesinin tescili yeni hukuki durumuna göre yapılmıştır. Başvurucu, Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurasına tabi tutularak, 16/11/2007 tarihinde çekilen kura ile Mardin Kızıltepe Devlet Hastanesine atanmıştır. Bunun üzerine başvurucu 22/11/2007 tarihinde idareye başvurarak uzmanlık belgesinin verilmesini talep etmiş, ancak bu talebi 7/6/2006 tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu ve 1/6/2006 tarihinde uzmanlığa hak kazandığı ve kendi talebi doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak diploma tescil işlemlerinin yapıldığı, bu nedenle devlet hizmeti yükümlülüğüne tabi olduğu gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Başvurucu, başvurusunun idarece reddedilmesi işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış, yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin 31/10/2008 tarih ve E.2008/336, K.2008/2235 sayılı kararı ile işlem hukuka uygun bulunarak dava reddedilmiştir. Bu karara karşı başvurucu temyiz yoluna başvurmuş, Danıştay Beşinci Dairesinin 13/12/2011 tarih ve E.2009/2392, K.2011/7344 sayılı kararıyla temyiz isteminin reddine ve anılan kararın onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Danıştay Beşinci Dairesinin onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunmuş, akabinde 26/9/2012 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebinden feragat etmiştir. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2, 46 ve maddeleri, 7/5/1987 tarih ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun ek maddesi ile geçici maddesi. ", "Haklar":"Kapsam dışı haklar", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/26", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, Ürdün vatandaşı olduğu sırada yabancı uyruklu öğrenci statüsünde iken tıpta uzmanlık belgesi almaya hak kazandığını, daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildiğini, bunun üzerine devlet hizmeti yükümlülüğüne tabi tutulduğunu ve bu kapsamda tıpta uzmanlık belgesinin elinden alındığını, idarenin bu işlemine karşı tükettiği yargısal yollardan sonuç alamadığını, hukuka aykırı olarak alınan kararlar sonucu anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, Danıştay daireleri arasındaki görüş aykırılığının giderilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru formundaki beyana göre Diyarbakır'ın Çınar ilçesi Cumhuriyet Mahallesi'nde 31/10/2006-1/11/2006 tarihleri arasında yaşanan su baskını afeti nedeniyle evleri ve eşyaları zarar gören başvurucular, bu zararın ödenmesi amacıyla 2007 yılında kamu kurumlarına yaptıkları müracaatlar reddedilmiştir. Başvurucuların bahsi geçen zararlarının tazmin edilmesi talebiyle 2008 yılında Diyarbakır ve İdare Mahkemesinde açtıkları iptal ve tam yargı davaları, 2009 ve 2010 yıllarında reddedilmiştir. Bu kararlar 2010 yılında Danıştay Onuncu Dairesince onanmıştır. Başvurucular, anılan sel afeti nedeniyle açtıkları davalarda Danıştay Sekizinci Dairesi ile Danıştay Onuncu Dairesinin kararları arasında aykırılığın giderilmesi için 1/3/2016 tarihinde içtihatların birleştirilmesi başvurusunda/talebinde bulunmuştur. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu (Kurul) 25/11/2019 tarihinde bir kanun hükmünden ne anlaşılması gerektiği konusunda birbirine aykırı Danıştay daire ve kurul kararlarının bulunmadığını belirterek başvurunun İçtihatları Birleştirme Kuruluna havale edilmesine gerek görülmediğine karar vermiştir. Söz konusu Kurul kararı, başvuruculara 17/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun \"İçtihatları Birleştirme Kurulunun görevleri\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"İçtihatları Birleştirme Kurulu, dava dairelerinin veya idari ve vergi dava daireleri kurullarının kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi gerekli görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanının havalesi üzerine, Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi inceler ve lüzumlu görürse, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında karar verir.\" 2575 sayılı Kanun'un \"İçtihatların birleştirilmesini istemeye yetkili olanlar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \" İçtihatların birleştirilmesi veya birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi, Danıştay Başkanı, konu ile ilgili daireler, idari ve vergi dava daireleri kurulları veya Başsavcı tarafından istenebilir. Aykırı kararlarla ilgili kişiler, içtihatların birleştirilmesi için Danıştay Başkanlığına başvurabilirler. Kurulun, içtihatların birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkındaki kararları, gönderildikleri tarihten itibaren bir ay içerisinde Resmi Gazete’de yayımlanır. Bu kararlara, Danıştay daire ve kurulları ile idari mahkemeler ve idare uymak zorundadır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3813", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Danıştay daireleri arasındaki görüş aykırılığının giderilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, öldürülme ve kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca 26/1/2018 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 12/1/2018 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 26/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 13/3/2018 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2337", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme ve kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucular, murisleri tarafından 16/9/1976 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının Mardin Kadastro Mahkemesinde halen devam ettiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 16/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Kızıltepe ilçesinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 41, 42, 43 ve 44 parsel numaralı taşınmazlar E.Ç. ve 5 arkadaşı adına tespit edilmiştir. Başvurucuların murisleri Hasan Ayyıldız ve Mehmet Sait Ertaş ile Ali Bozan tarafından, E.Ç ve beş arkadaşı aleyhine, 16/9/1976 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Mahkemece, 6/11/1986 tarih ve E.1976/28, K.1986/33 sayılı kararla davanın reddine, taşınmazların hisseleri oranında davalılar adlarına tespit ve tapuya tescillerine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/10/1988 tarih ve E.1987/18172, K.1988/15740 sayılı ilamıyla; eksik inceleme ve araştırmaya dayalı hüküm kurulduğu gerekçesiyle karar bozulmuş, yargılamaya Mahkemenin E.1989/6 sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. Yine başvurucuların murisleri Hasan Ayyıldız ve Mehmet Sait Ertaş ile Ali Bozan tarafından H.E. ve 2 arkadaşı aleyhine 16/9/1976 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1976/29 sayılı dava dosyasında kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Kızıltepe Kadastro Mahkemesince E.1989/6 sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sırasında, 20/12/2001 tarih ve E.1989/6, K.2001/3 sayılı kararla; E.1979/29 sayılı dava dosyası ile hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1976/29 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Kemal Ertaş’ın murisi Mehmet Sait Ertaş’ın vefatı üzerine, 14 mirasçısının kaldığı, Kemal Ertaş’ın 1985 yılında miras şirketi temsilcisi olarak davaya katıldığı anlaşılmıştır. Diğer başvurucuların murisi Hasan Ayyıldız’ın vefatı üzerine mirasçıları olarak başvurucular davaya devam etmişlerdir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine dosya Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş olup, anılan Mahkemenin E.2013/69 sayılı dava dosyasında yargılamaya devam edilmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun , , , , ve maddeleri. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9061", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, murisleri tarafından 16/9/1976 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının Mardin Kadastro Mahkemesinde halen devam ettiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, şüpheli ölüm olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Dargeçit ilçe merkezinde PKK mensuplarınca açılan hendekleri kapatmak, barikatları kaldırmak ve BTÖ mensuplarını tespit etmek ve yakalamak maksadıyla Dargeçit Kaymakamlığı tarafından ilan edilen üç gün süreli sokağa çıkma yasağı sırasında kolluk kuvvetlerince 12/10/2015 tarihinde, bir BTÖ mensubuna ait olduğu değerlendirilen ve daha sonra başvurucunun kardeşi İ.ye ait olduğu tespit edilen erkek cesedi bulunmuş ve olayın Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesiyle soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet savcısı ve sağlık ekiplerince aynı tarihte olay yerinde yapılan ölü muayene işleminin ardından söz konusu ceset otopsi işlemleri için Mardin Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edilmiştir. Ölü muayene ve otopsi işlemleri sonucunda, cesedin sol boyun bölgesinden ve bitişik atış mesafesinden giren mermi çekirdeğinin kafanın sol üst yan bölgesinden çıktığı ve ölümün bu yara nedeniyle gerçekleştiği tespit edilmiştir. Cumhuriyet savcısının talimatıyla 12/10/2015 tarihinde yapılan olay yeri incelemesinde; yolun sol tarafındaki üzüm bağı içinde bulunan cesedin ayak uç kısmında şarjörü takılı, emniyeti açık ve atım yatağında fişek olan bir adet Kaleşnikof marka tüfek olduğu, bu tüfeğe takılı olan şarjörün içinde 26 adet, sol kemerinin altındaki şarjörün içinde 8 adet, cesedin altında bulunan şarjörün içinde ise 30 adet 7,62x39 mm çaplı fişek, çevresinde ve altında aynı çapta 32 adet kovan, üzerindeki kemere bağlı kılıf içinde dürbün, sağ koltuk altında içinde birtakım eldiven, fener gibi malzemelerle birlikte çakmak gazı doldurma tüpüne şeffaf bant ile yapıştırılmış fitilden oluşan el yapımı patlayıcı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca cesedin bulunduğu üzüm bağı içinde ve cesedin civarında yaklaşık 5 adet roket patlama noktası, roket mühimmatı metal parçaları ve birçok mermi kovanı tespit edilmiştir. 12/10/2015 tarihinde düzenlenen Fiziki İnceleme ve İmha Tutanağı'na göre, ele geçen çakmak gazı doldurma tüpüne şeffaf bant ile yapıştırılmış fitilden oluşan el yapımı bombanın imha esnasında emsallerine eş değerde patladığı ve canlılar üzerinde öldürücü veya yaralayıcı, cansızlar üzerinde ise yakıcı ve tahrip edici nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Olay yeri ve çevresinde yapılan araştırmalarda kamera olmadığı tespit edilmiş ve olay yeri çeşitli açılardan fotoğraf ve kamera kaydına alınmıştır. Olay yerinden elde edilen bulgular ve özellikle tüfeğin üzerinde mukayeseye elverişli vücut izinin olmadığı, cesetten alınan parmak izlerine kolluğun kayıtlarında rastlanmadığı tespit edilmiştir. Kriminal incelemeler sonucunda olay yerinde bulunan 32 adet kovanın cesedin yanında ele geçen tüfekten atıldığı, cesede ait sağ el ve yüz svaplarının üzerinde ve cesetten alınan gömlek üzerinde atış artıklarının bulunduğu saptanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talebiyle Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca (ATK) düzenlenen 25/6/2016 tarihli raporda; olay yeri inceleme bulguları, ölenin anatomik yapısı, ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarasının lokalizasyonu, traje özellikleri, atış mesafesi, ele geçen tüfeğin fiziki incelemesi, ölenin bulunduğu ortamın özellikleri ve el svap örneklerinde atış artığı incelemesi sonuçları, ölüme neden olabilecek başka bir travmanın olmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde ölüme neden olan atışın ölenin kendisi tarafından gerçekleştirilmesinin mümkün olduğu mütalaa edilmiştir. Ölenin ağabeyi olan başvurucu 11/1/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, İstanbul'da yaşadığını ancak ne zaman Dargeçit'e geldiğini bilmediği kardeşinin örgüte üye olup olmadığından ve nasıl öldüğünden haberdar olmadığını söylemiş; olayla ilgili bilgi sahibi olmadığı için şikâyetçi olmadığını belirterek olayın nasıl meydana geldiğinin tespit edilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda 19/7/2016 tarihinde, BTÖ mensubu olduğu anlaşılan İ.nin intihar etmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan karara vekili aracılığıyla itiraz eden başvurucu, kardeşinin ölümüyle ilgili etkili bir soruşturma yapılmadığını belirtmiş ancak itiraz, Midyat Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu bu kararının tebliğinden sonra 13/2/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16485", "Başvuru Konusu":"Başvuru, şüpheli ölüm olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, haksız arama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında 25/7/2015 tarihinde ihbarda bulunulması nedeniyle Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) silahlı terör örgütüne (PKK/KCK) üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Anılan ihbarda; aralarında başvurucunun da bulunduğu belirtilen kişilerin Adana'nın Denizli Mahallesi'nde oturdukları ve bu kişilerin mahallede polisleri taşladıkları, havai fişek atıp yolu kapattıkları, çocukları eylemlere götürdükleri yönünde bilgiler verilmiştir. Bu soruşturma kapsamında başvurucunun evinde yapılan aramada altı adet av tüfeği fişeği bulunması üzerine bu fişeklere el konulmuştur. Ayrıca başvurucu hakkında 25/7/2015 ile 28/7/2015 tarihleri arasında üç gün süre ile gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu soruşturmada alınan ifadesinde; ihbarda geçen hususları kabul etmeyerek herhangi bir şekilde eyleme katılmadığını, eyleme katılanları yönlendirmediğini ve terör örgütüyle ilgisinin bulunmadığını beyan etmiştir. Savcılık soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı (KYOK) vermiştir. 22/10/2015 tarihli kararda; ihbar dışında başvurucunun eylemlere katıldığına dair delil bulunmadığı, dolayısıyla başvurucu hakkında kamu davasının açılmasını gerektirir delil elde edilmediği belirtilmiştir. Anılan karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu, bu kararı müteakip hukuka aykırı arama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; arama ve gözaltı tedbirlerinin soyut bir ihbara dayandığı, yeterli şüphe oluşmadan işlem tesis edildiği, gözaltı süresinin uzun olduğu, anılan işlemlerin hukuka aykırı olduğu belirtilerek 000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Mahkeme; başvurucu hakkındaki arama ve gözaltı tedbirlerinin hukuka uygun olmasına karşın bu soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, bu kararın kesinleştiğini, bu nedenle gözaltında kaldığı süre yönünden başvurucunun manevi zarara uğradığını belirtmiş ve başvurucuya 600 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, manevi tazminatın oldukça düşük olduğunu belirterek temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay 10/2/2020 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Nihai kararın tebliğ edildiğine ilişkin bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu 8/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15369", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız arama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34106", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı kamuya ait Türkiye Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü (TESTAŞ), Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştirilerek bu kurum tarafından işletilmeye başlanmıştır. TESTAŞ, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme yoluyla 31/12/1995 tarihinde T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satılmış, başvurucu özelleştirilen bu şirkette çalışmaya devam etmiştir.A. Aydın İdare Mahkemesinin E.1995/2342 Sayılı Dosyasında Görülen Dava Süreci S.K. isimli şahıs tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine 1995 yılında Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada, güvenoyu almamış Başbakan’ın Özelleştirme Yüksek Kuruluna atama yapamayacağı, dolayısıyla Özelleştirme Yüksek Kurulunun teşekkül etmediği ve özelleştirme de yapamayacağı iddiasıyla TESTAŞ’a ait Aydın tesislerinin özelleştirme işleminin iptali talep edilmiştir. Aydın İdare Mahkemesi, 16/2/1999 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiş; temyiz üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 24/9/2001 tarihli ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 31/1/2005 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. B. Ankara İş Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucunun iş akdi T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. tarafından 26/4/1998 tarihinde feshedilmiş; bunun üzerine başvurucu, TESTAŞ Genel Müdürlüğü, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Ankara İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasında, işçi olarak çalıştığı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, tüm aktif ve pasifiyle Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğüne devredildiğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirilerek T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satıldığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, ancak işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmediğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının özelleştirme işlemi sırasında hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek işçilik tazminatları ve alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesince 12/11/2001 tarihinde verilen kararla, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün dava tarihinden önce Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşerek tüzel kişiliğinin sona erdiği, davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünün, işyerinin özelleştirildiği 31/12/1995 tarihine kadar olan tazminat ve alacaklardan sorumlu olduğu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayalı açılan davada görevli yargı yerinin idare mahkemeleri olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne, kıdem tazminatının, belirli kısmının davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden faizi ile birlikte, kalan kısmının davalılar Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşmesi sonucu tüzel kişiliği sona erdiği için anılan davalı hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına, davalı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bakımından bu konuda idari yargı yeri görevli olduğu için davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2002 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır. Manisa İcra Dairesinde Yürütülen İcra Takip Süreci Başvurucu, 2/4/2002 tarihinde Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Manisa İcra Müdürlüğünün E.2002/1355 sayılı icra takip dosyasında, Ankara İş Mahkemesinin 12/11/2001 tarihli kararına dayalı olarak icra takibi başlatmıştır. Her iki borçlu aleyhine ayrı ayrı icra emri gönderilerek söz konusu borçların faizleri ile birlikte ödenmesi istenmiştir. Borçlu Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü 22/4/2002 tarihinde icra takibine konu borcunu ödemiştir. Borçlu T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine yapılan icra takibi hâlen devam etmekte olup borçluya ait gayrimenkuller üzerinde haciz işlemi yapıldığı anlaşılmıştır. Aydın İdare Mahkemesinin E.2007/847 Sayılı Dosyasında Görülen Dava Süreci Başvurucu, 17/4/2007 tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığına başvurarak Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden tahsil ettiği tazminat dışında kalan miktarın ödenmesini istemiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının talebi reddetmesi üzerine başvurucu, 9/7/2007 tarihinde Aydın İdare Mahkemesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine açtığı davada, davalının hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü dışında diğer borçludan tahsil edemediği tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Aydın İdare Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararında, başvurucunun Ankara İş Mahkemesinde açtığı davanın Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ilişkin kısmının görevsizlik nedeniyle reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği tespiti yapıldıktan sonra \"görevsiz yargı yerine açılan davada, idari yargı mercilerinin görevli olduğundan bahisle verilen kararın kesinleşmesinden itibaren 30 günlük dava açma süresi içinde görevli idari yargı mercilerinde dava açılması gerekirken, Ankara İş Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesinden yaklaşık 5 sene sonra yapılan başvurunun, zamanaşımına uğramış dava açma süresini ihya etmeyeceğinin açık olduğu\" gerekçesiyle süre aşımı yönünden dava reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, Ankara İş Mahkemesinin anılan kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararının taraflara tebliğ edilmediği ve bu kararı öğrenme tarihinden itibaren süresinde dava açtığı iddiasıyla temyiz edilen bu karar, Danıştay Onikinci Dairesinin, 29/11/2011 tarihli ilamı ile \"Tazminat talebini oluşturan davacının kıdem tazminatı ve sair alacaklarının TESTAŞ Aydın Tesislerinin özelleştirilmesi sırasında idarenin kusurlu hareket ettiği savına dayalı olarak talep edildiği, bu durumda, davanın özelleştirmeye ilişkin işlemle doğduğu ve davacının zararının doğduğunu öğrendiği tarih olan iş akdinin feshinden sonra 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen dava açma süresinde dava açmadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmamaktadır\" gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiş, ilam başvurucuya 15/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2456", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu trafik kazası sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle 27/10/2006 tarihinde dava açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 4/12/2012 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. İlam başvurucuya 13/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anılan ilama karşı karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11086", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde meslek memuru olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi sonrasında kamu görevinden çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), Dışişleri Bakanlığı tarafından 2010-2013 yılları arasında personel temini amacı ile gerçekleştirilen sınavlarda Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) mensuplarınca örgüt üyesi adaylar lehine usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin olarak aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sürecinde alınan bilirkişi raporlarında başvurucunun da katıldığı 2010 yılı Aday Meslek Memurluğu Sınavı'nın en çok bulgu ve kanıt sağlayan bileşeninin yabancı dil (İngilizce) kompozisyon sınavı olduğu ifade edilmiştir. Bilirkişi raporlarında ayrıca;i. Farklı adaylar arasında bire bir aynılık taşıyan ifade örneklerinin (sözcük, sözcük grubu, cümle, tema) ortaya çıkma ihtimalinin normal koşullarda istatiksel olarak imkânsız denilebilecek ölçüde düşük olduğu,ii. İncelemeye konu aday kâğıtları arasındaki tematik ortaklıkların, sözcük ve sözcük grubu ile cümle aynılıklarının tesadüf olamayacak ölçüde olduğu,iii. Başvurucunun sınav kâğıdında kullanmış olduğu kelimeler ve cümleler ile %90 oranında aynı cümleleri kullanan 2 aday, %80 oranında aynı cümleleri kullanan 17 aday bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucu, Başsavcılığın talimatı ile anılan soruşturma kapsamında 20/5/2019 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu kollukta alınan ifadesinde Dışişleri Bakanlığı sınavlarına, diğer tüm adaylar gibi Bakanlığın resmî internet sitesindeki bilgi notlarını çalışarak girdiğini, bu sınavlarda adaylardan kendi görüşleri yerine devletin dış politikaya ilişkin resmî görüşlerini ifade etmelerinin beklendiğini, bu nedenle kompozisyon sınavlarında başka adaylar ile benzer kalıp ve ifadeleri kullanmasının normal olduğunu beyan ederek sınavda usulsüzlük yaptığı ve FETÖ/PDY üyesi olduğu iddialarını reddetmiştir. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından tutuklanması istemiyle 29/5/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucunun 2010 yılı Dışişleri Bakanlığı aday meslek memurluğu yabancı dil yazılı sınavında kopya çektiği şüphesi bulunduğuna dair bilirkişi raporları ve örgüt üyesi olduğuna ilişkin tanık ifadelerine değinilmiştir. Talep yazısında ayrıca başvurucu hakkında Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yapılan farklı sınavlara ilişkin incelemelerin devam ettiği, isnat edilen suçların kanun gereği tutuklama nedeni var sayılacak suçlardan olduğu, beyanları soruşturma yönünden önem arz eden tanıklara baskı yapılması ihtimalinin bulunduğu belirtilmiştir. Başsavcılık, soruşturma kapsamında çok sayıda firari şüpheli bulunduğu, başvurucu yönünden de bağlantıları aracılığıyla yurt dışına kaçarak hayatına orada devam etme ihtimalinin mevcut olduğu ileri sürülmüştür. Hâkimlik; sorgusunun ardından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına, isnat edilen diğer suçlar yönünden tutuklama talebinin reddine karar vermiştir. Tutuklama kararında, suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller olarak aleyhe tanık beyanları ve 2010 yılı aday meslek memurluğu sınavına ilişkin olarak alınan bilirkişi raporunda başvurucunun birinci derecede risk taşıyan adaylar arasında olduğuna ilişkin tespit gösterilmiştir. Kararda ayrıca şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunduğu ve bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı kanaatine yer verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 12/6/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ile resmî belgede sahtecilik suçlarından ayrı ayrı cezalandırılması talebiyle 31/10/2019 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede öncelikle Dışişleri Bakanlığının 2010-2013 yılları arasında düzenlediği toplam sekiz sınavda gerçekleştirildiği iddia olunan usulsüzlüklere ilişkin genel açıklamalara yer verilmiştir. İddianamede söz konusu usulsüzlüklere ilişkin olarak;i. FETÖ/PDY üyesi oldukları mahkeme kararları ile sabit olan kişilerin 2010-2013 yılları arasında gerçekleştirilen sınavları yöneten komisyonlarda görev aldıkları,ii. 29/5/2019 tarihli Kolluk Tutanağı'na göre 2010-2013 yılları arasında gerçekleştirilen sınavlar ile görevlerine başlayan 274 kamu görevlisinden 113'ünün firari durumda olduğu,iii. Dışişleri Bakanlığının 23/8/2016 tarihli müzekkeresi ile eğitimde ölçme ve değerlendirme ve İngiliz dili ve edebiyatı alanlarında uzman bilirkişilerce hazırlanan raporlarda 2010-2013 döneminde gerçekleşen aday meslek memurluğu sınavlarındaki olağan dışı durumların açıkça belirtildiği,iv. Şüphelilerin bir kısmının örgüt tarafından sınav sorularının kendilerine ve soruşturmanın şüphelisi olan diğer bazı kişilere sınav öncesinde verildiği yönünde ikrarda bulundukları ve bilirkişi raporlarında bu kişilerin sınav kâğıtlarında kopya şüphesi olduğunun belirtildiği,v. 2010-2013 yılları arasında FETÖ/PDY üyelerinin görevli olduğu sınavlarda devamlılık arz edecek şekilde çok sayıda aday lehine kopya eylemlerinin gerçekleştirildiği, lehlerine usulsüzlük yapılan adayların da örgüt üyesi oldukları ve kopya çekme eyleminin silahlı terör örgütüne üye olma suçunun delili olduğu yönünde kuvvetli şüphe bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucuya yönelik suçlamaya ilişkin olarak iddianamede gösterilen olgular, haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli sıfatıyla dinlenen tanıkların beyanları ve başvurucunun 2010 yılı Şubat ayında girdiği sınavda kopya çektiğine ilişkin şüphe bulunduğuna dair bilirkişi raporlarıdır. Söz konusu tanık beyanlarının ilgili kısımları şöyledir:i. Tanık K.K. ifadesinde \"üniversitede okuduğum dönemde adviser olarak bildiğim Fatih GÖRAL Bursa'lıdır. Aynı üniversitede okuduğum bildiğim kadarıyla BTK'ya uzman olarak girdi daha sonra Dışişleri Bakanlığına geçtiğini biliyorum. Üniversitedeki senemde Fatih GÖRAL bu dönemlerde BTM (Bölge Talebe Mesulu) olarak görev alır ve öğrencilere evlerini ayarlardı\" şeklinde beyanda bulunmuştur.ii. Tanık ifadesinde \"Dışişleri Bakanlığının '2010 yılı' ibareli listesinde yer alan Fatih GÖRAL isimli şahsın kuvvetle muhtemel yapıya mensup olduğu” şeklinde beyanda bulunmuştur.iii. Tanık A.Ç. ifadesinde örgüt üyesi olduklarını bildiği Y.G. ve G.T.nin başvurucuya \"abi\" diye hitap ettiklerini, bu durumun dikkatini çektiğini ve başvurucunun örgüt üyesi olduğunu belirtmiştir. İddianamede başvurucu aleyhinde kanaatler içerdiği ifade edilen bilirkişi raporlarına ilişkin değerlendirmeler özetle şöyledir: i. 2010 yılı İngilizce kompozisyon sınavında adayların sözcük grubu, sözcük kod değişkenleri ve tema ortaklıklarına ilişkin olarak düzenlenen 6/2/2018 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmında “soruların sınav öncesinde servis edilmiş olabileceği, adayların belli öğretici/öğreticiler tarafından raporda ayrıntıları açıklanan stratejiler doğrultusunda eğitildikleri, sınav kağıtlarının geçebilir niteliklerinin sağlandığı ya da sınav süresinde başka yollara başvurulmuş olabileceği” şeklindeki kanaatlere yer verildiği ve şüphelilerin her birinin risk durumunun belirtildiği,ii. 19/2/2018 tarihli ek raporda özellikle 2010 ila 2013 yılındaki sınava ilişkin sınav kâğıtlarının incelenmesinin “sınav usulsüzlüğü kanaatini pekiştirdiği”nin vurgulandığı,iii. 29/4/2019 tarihli ek raporda 6/2/2018 tarihli rapor eki ile uyumlu şekilde başvurucunun “yüksek risk grubu” içinde bulunduğu ifade edilmiştir. İddianamenin kabulüyle başlayan duruşma devresinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından sınavda usulsüzlük olgusuna ilişkin olarak yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Dava dosyasına ibraz edilen 23/3/2020 tarihli bilirkişi raporunda başvurucunun 2010 yılında yapılan Aday Meslek Memurluğu Sınavı'nın çoktan seçmeli bölümünden 79,5; yabancı dilde kompozisyon bölümünden 65; yabancı dilden Türkçeye çeviri bölümünden 86; Türkçeden yabancı dile çeviri bölümünden 77 ve Türkçe kompozisyon bölümünden 90 puan aldığı belirtilmiştir. Raporda sınavı geçebilmek için her bölümden en az 70 puan alınması gerektiği, başvurucunun yabancı dilde kompozisyon sınavından 65 alarak bu sınırın altında kaldığı ancak yaptığı itirazın kabulü sonrasında komisyon üyelerinin verdiği 70 puan ile sözlü sınava girmeye hak kazandığı, itirazının kabul edilmemesi hâlinde sınavı kazanamayacak olması nedeniyle bu durumun kuşku uyandırdığı ifade edilmiştir. Raporda son olarak eğitim-öğretim hayatı boyunca girdiği sınavlarda yüksek başarı yakalayan başvurucunun en düşük puan aldığı sınavın yabancı dilde kompozisyon sınavı olmasının dikkat çekici olduğu tespitine yer verilmiştir. Yargılama sonunda Mahkeme; başvurucunun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından beraatine, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine 16/4/2020 tarihinde karar vermiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında mahkûmiyetin dayanağı olarak birbiriyle tutarlı olduğu belirtilen tanık beyanlarına değinmiştir. (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesi, mahkûmiyet hükmünü \"örgütün gerçek yüzü ortaya çıkmadan önce örgütle bağlantısı olduğu iddia edilen sanığın, sonrasında da örgütsel faaliyetlerine devam ettiğine dair bilgi yada beyana rastlanılmaması hususu da nazara alınarak, öncelikle [gerekli] araştırma yapılarak sanık hakkında herhangi bir itirafçı beyanı olup olmadığının tespiti ile bulunması halinde ifadelerinin onaylı örneklerinin dosya arasına getirilmesi, lüzumu halinde bu şahısların tanık olarak dinlenilmelerinin sağlanması ile tüm bilgi ve belgelerin duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra sanığın hukuki durumunun örgüt üyesi mi, örgüte yardım eden mi, yoksa sempatizan mı olduğuna ilişkin şüpheye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması\" şeklindeki gerekçeyle 9/3/2021 tarihinde bozmuştur. Bozma sonrası yargılama sürecinde ilk derece mahkemesi 13/8/2021 tarihli ara kararı ile başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 3/9/2021 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme, bozma sonrası yargılama sonrasında tanık beyanları doğrultusunda örgüt bünyesinde bölge talebe mesulü olarak Bilkent bölgesinden sorumlu olduğu tespit edilen başvurucunun örgütün hiyerarşik yapısında üçüncü katmanda yer alması nedeniyle suçun yasal unsurları itibarıyla gerçekleştiği şeklindeki gerekçeyle önceki mahkûmiyet hükmünde direnilmesine karar vermiştir. Mahkeme direnme kararı verdiği 21/9/2021 tarihli oturumda yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu, itirazın reddi kararını 10/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 8/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve tutukluluğun hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla yargılamanın olağan kanun yolları aşamasında devam etmekte olduğu tespit edilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/53368", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idarenin belirli konularda yapılmak istenen eylemlere yönelik olarak hukuka aykırı şekilde yasaklama kararı vermesi ve bu kararın iptal edilmesi için açılan davanın reddedilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 25/8/2021 tarihinde yapılmıştır. 2021/37003 ve 2021/37017 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planı 2008 yılı Kasım ayında, PKK silahlı terör örgütü lideri A.Ö.nün ceza infaz kurumunda avukatları ve aile bireyleriyle düzenli olarak görüştürülmediği tecrit edildiği iddiasıyla Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili G. açlık grevine başlamıştır. Akabinde birçok ceza infaz kurumundaki tutuklu ve hükümlüler de bu greve ve G.ye destek vermek amacıyla açlık grevine katılmıştır. Aralarında ceza infaz kurumunda bulunan kişilerin yakınlarının da olduğu gruplar, açlık grevlerine dikkati çekmek ve/veya eylemleri desteklemek amacıyla Diyarbakır'da toplantı ve gösteriler düzenlemiştir. Başvurucuların beyanına göre 14/4/2019 ile 21/5/2019 tarihleri arasında bu kapsamda düzenlenmek istenen toplantılara kolluk görevlileri, yirmi dört kez müdahalede bulunmuştur. Diyarbakır Valiliği (Valilik) 15/4/2019 tarihli ve 2019/1959 sayılı yazısıyla, il genelinde açlık grevi eylemine destek mahiyetinde yapılacak eylem ve etkinliklerin 15/4/2019 ile 30/4/2019 tarihleri arasında yasaklanmasına karar vermiştir. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü terör örgütüne ait olduğu belirtilen bir internet haber sitesinde 8/3/2019 tarihinde açlık grevlerini destekleyen ve eyleme çağrı niteliğinde paylaşım yapılmasının, HDP'ye mensup bazı milletvekillerinin açlık grevine devam etmesinin, eylemlerin ülke geneline yayılması için terör örgütüne müzahir kişilerce desteklenmesinin, bu eylemlerin günlük yaşamı katlanamaz derece zorlaştırmasının, bazı provokatif eylemlerin yaşanabilme ihtimali olmasının, karşıt görüşlü grupların bir araya gelmesi neticesinde telafisi mümkün olmayan olaylara sebebiyet verilebilmesinin halkın mal ve can güvenliğini olumsuz yönde etkileyebileceğini değerlendirmiştir. İl Emniyet Müdürlüğü 26/4/2019 tarihli ve 2019/2078 sayılı yazısıyla, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi ile 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) ve maddeleri uyarınca Valiliğin 15/4/2019 tarihli yasaklama kararının 1/5/2019 tarihinden 15/5/2019 tarihine kadar uzatılması talebini Valilik oluruna sunmuştur. Valilik 26/4/2019 tarihinde anılan talebe olur vermiştir. Dosya kapsamında, anılan kararların hangi vasıtalarla ve hangi tarihte kamuya duyurulduğuna ilişkin herhangi bir açıklama ve bilgi bulunmamaktadır. Anılan yasaklama kararının ilgili kısmı şöyledir:\"HDP (Halkların Demokratik Partisi) Hakkari milletvekili yasal kuruluşu bulunmayan -sözde- DTK (Demokratik Toplum Kongresi) eş başkanı olan [G.], 2018 tarihi itibariyle tutuklu bulunduğu ilimiz E Tipi Cezaevinde PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'a -sözde- tecrit uygulandığı bahanesiyle açlık grevi başlatmış olup,2019 günü Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava duruşmasında tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmesi kararı alınmış olup adı geçen vekil başlatmış olduğu açlık grevi eylemini tahliyesi sonrasında intikal ettirildiği ikamet adresi olan Bağlar İlçesi Bağcılar Mahallesi ...sitesinde devam ettirmektedir.Terörist başına cezaevinde uygulanan sözde tecriti protesto etmek ve bunu bahane ederek açlık grevi eylemi başlatan Hakkari Milletvekili [G.]' e destek olmak amacıyla, terör örgütüne müzahir yayın organlarından yapılan çağrı içerikli haberlerinde etkisiyle, ilimizde HDP Milletvekilleri, il/ ilçe yöneticileri ve STK. temsilcilerinin katılımıyla farklı tarihlerde, süreli açlık grevi eylemleri, basın açıklamaları, yürüyüş, yol kapatma vb. tarzda eylemler gerçekleştirilmek istendiği bilinmekte olup, İlgili sayılı yasaklama kararı ile [G.] isimli şahsın cezaevinde başlatmış olduğu sonrasında ikametinde devam ettiği açlık grevi eylemine destek mahiyetinde gerçekleştirilebilecek; (basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, stant/çadır kurma, bildiri dağıtma, v.b) her türlü eylem ve etkinlikler ilimiz genelinde açık alanlarda (İl Merkezi, Dış İlçeler ve Jandarma Sorumluluk Bölgeleri dahil) tüm coğrafi alanı kapsayacak şekilde 2019 ile 2019 tarihleri arasında yasaklanmıştır.Konuyla alakalı olarak yapılan açık kaynak araştırmalarında; 2019 günü terör örgütünün yayın organı olan ANF(Ajans Fırat News) isimli internet haber sitesinde https:/anfiurkce.net/kurdistan/aclik-grevleri-yayiliyor-lki-milletvekili-daha-eylemde-12158 linki üzerinden yapılan Açlık Grevleri Yayılıyor Iki Vekil Daha Eylemde' başlıklı paylaşımda özetle 'Tecridin kaldırılması amacıyla [G.] öncülüğünde başlayan açlık grevi eylemi bugün 121'inci gününe girdi. 1 Mart tarihi itibarıyle cezaevlerinde binlerce kişi tarafından sürdürülen açlık grevi eylemi dışarıda da yayılıyor. Daha önce HDP Milletvekili [] ve bir grup kişinin başlattığı açlık grevi eylemine HDP milletvekilleri [T.T.] ve [S.] ile birlikte bir grup daha katıldı.' şeklinde yapılan paylaşımın devamında; 'Türkiye'ye yönelik bütün kötülükler İmralı tecridi ile başladı. Bugün bunun ortadan kalkması için binlerce kişi direniyor. Bu eylemler uyarıdır, mesajdır. 1982 tarihinde Kemal'lerin, Hayri'lerin yaptığı direniş ne ise Leyla'ların, Nasır'ların yaptığı eylem de aynı anlama gelmektedir. Duyarlı halkımıza sesleniyoruz, kimin elinden ne geliyorsa ortaya koymalıdır. Ölümleri ancak direnişle durdurabiliriz.' şeklinde çağrı amaçlı paylaşımın olduğunun görülmüştür.Yapılan çağrı haberi doğrultusunda 2019 günü Bağlar İlçesi HDP İl Binasında 5 (beş) şahıs tarafından başlatılan açlık grevi eylemine, HDP Van Milletvekilleri [T.T.] ile [S.] ve HDP Diyarbakır Milletvekili [] ile açlık grevlerine devam ettiği bilinmektedir.Konuyla alakalı olarak terör örgütü çatı yönetimince, terörist başına uygulanan -sözde- tecritin bahane edilerek, cezaevlerinde ve örgütün açık alan yapılanmaları tarafından başlatılan açlık grevi eylemlerinin, örgüte müzahir gruplarca desteklenerek mümkün olduğu kadar tabanda yayılmasının hedeflendiğinin değerlendirilmektedir.Son zamanlarda ilimizde başta teröristbaşı A.Ö.'a atfen başlatmış olduğu açlık grevi eylemine sürdürmükte olan [G.]'in ikamet adresi ile aynı amaçla açlık grevi eylemlerini sürdürmeye devam eden tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu ceza infaz kurumları çevresinde, HDP milletvekillerinin, parti il/ilçe yöneticilerinin, STK temsilcilerinin ve terör örgütüne müzahir oluşumlara ait şahısların zaman zaman gelerek yapılan açlık grevi eylemlerine destek olmak üzere ziyaretler ve protesto eylemleri gerçekleştirmeye çalıştıkları bilinmektedir.Ayrıca yine son dönemde yasal kuruluşu bulunmayan bazı oluşumlarca, teröristbaşına atfen açlık grevi eyleminde bulunan [G.]'ye destek olmak amacıyla, vatandaşın günlük yaşamına katlanılmaz ölçüde zorlaştırmayı hedefleyen, el ele tutuşarak, ana arterler üzerinde yol kapatmaya, trafiği durdurmaya yönelik eylemlerin yapılmaya çalışıldığının müşahede edilmiş olup görevlilerimizce gerekli önlemler alınarak, müzahir oluşumların çabaları boşa çıkartılmıştır.Bu kapsamda ... [G.]'nin ikametinde sürdürmekte olduğu açlık grevi eylemi nedeniyle ilerleyen günlerde de gerek sosyal medyadan gerekse de terör örgütüne müzahir yayın organlarından, yapılan açlık grevi eylemlerine destek olmayı amaçlayan çağrıların süreceği, ilin muhtelif adreslerinde; yürüyüş/basın açıklaması/protesto eylemi, yol kapama vb. eylemlerin yapılmak istenerek, güvenlik güçleri ile vatandaşları karşı karşıya getirmeyi amaçlayan provokatif eylemlerin yaşanabileceği, bu sebepten pek çok kamu binası ve yakın çevresinde güvenlik zafiyetleri oluşabileceği, vatandaşların can ve mal güvenliğini olumsuz yönde etkileyecek fiillerin meydana gelebileceği, ilimizin kozmopolitik yapısı göz önüne alındığında, karşıt görüşlü grupların bir araya gelerek telafisi mümkün olmayan olaylara sebebiyet verilebileceği değerlendirildiğinden ilgi sayılı yasaklama kararının hitamı sonrası uzatılmasına ihtiyaç duyulmakta olup,Milli birlik ve beraberliği zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilebilmesi, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, müessif olayların yaşanmaması amacıyla;5442 Sayılı il idaresi Kanunu 11/A ...ve11/C ... Hükümleri ve;2911 Sayılı ... Kanunu'nun Maddesi[nde] ... Hükümleri doğrultusunda; ... [ilgili mevzuat için bkz. §§ 14,17].PKK/KCK terör örgütü elebaşısı A.Ö'ya -sözde- uygulandığı ileri sürülen tecriti protesto etmek ve aynı amaçla süresiz/dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlatan cezaevlerindeki terör örgüttüyle iltisaklı tutuklu ve hükümlüler ile HDP Hakkari Milletvekili [G.]'ye destek olmak amaçlarıyla, ilimiz başta Ceza İnfaz kurumları ve bu kurumlara 2 kilometre çaplı alan içerisinde, [G.] isimli şahsın ikametinin bulunduğu Bağcılar Mahallesi ... sitesi ve yakın çevresinde, ilimizde günlük ve sosyal yaşam ile ticari hayatın yoğun olarak geçtiği tüm meydan, alan, cadde ve sokaklarda -sözde- tecrit, kayyum ve açlık grevleri ve YSK'nın vermiş olduğu KHK ile ihraç edilenlerin mazbata verilmeyeceğine dair kararlar ve benzeri kararlar bahane edilerek yapılacak (yürüyüş,basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, stant/çadır kurma, bildiri dağıtma,v.b) her türlü eylem ve etkinliklerin il genelinde açık alanlarda (il merkezi, dış ilçeler ve jandarma sorumluluk bölgeleri dahil) Tüm Coğrafi Alanı kapsayacak şekilde, ilgi sayılı Yasaklama'nın sona ereceği 2019 günü saat :00:01'den itibaren 2019 günü saat:59'a kadar uzatılması hususunu;...\"B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucular, beyanlarına göre 10/5/2019 tarihinde ceza infaz kurumunda açlık grevine başlayan yakınlarının sağlık durumundan endişe etmeleri nedeniyle ve bu konuda kamuoyu yaratmak amacıyla Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Koşuyolu Parkı'nda eylem ve basın açıklaması yapmak istemiş; kolluk görevlileri, Valiliğin 26/4/2019 tarihli yasaklama kararına istinaden anılan etkinliği ve basın açıklamasını engellemiştir. Başvurucular, yasaklama kararını ilk kez müdahale esnasında sözlü olarak öğrendiklerini ifade etmiştir. Anılan yasaklama kararının iptali için 21/6/2019 tarihinde Diyarbakır ve İdare Mahkemelerinde (İdare Mahkemeleri) dava açmıştır. Dava dilekçelerinde 14/4/2019 ile 21/5/2019 tarihleri arasında belirtilen amaçlarla yapılmak istenen barışçıl nitelikteki tüm etkinliklerin kolluk güçlerince engellendiğini ileri sürmüş; ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına atıf yaparak idarenin yasaklama kararının gerekçesiz olduğunu, hukuki ve meşru bir amacının olmadığını belirterek iptalini talep etmişlerdir. Diyarbakır İdare Mahkemesi 21/11/2019 ve 29/1/2020 tarihlerinde, Diyarbakır İdare Mahkemesi 29/11/2019 tarihinde işlemin iptaline ilişkin davayı reddetmiştir. Başvuruya konu olan kararlarda, Diyarbakır İdare Mahkemesi 2911 sayılı Kanun’un ve maddesi ile 8/8/1985 tarihli ve 18836 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesine, Diyarbakır İdare Mahkemesi ise bu düzenlemelere ek olarak ( madde hariç) 5442 sayılı Kanun'un maddesinin (C) fıkrasına (ilgili kanuni düzenlemeler için bkz. §§ 14-18) yer vermiştir. Diyarbakır İdare Mahkemesi talebin reddine ilişkin kararlarında dava konusu idari işlemin anılan kanuni düzenlemelerdeki yetkiler kapsamında olduğunu ve anılan yasaklama kararının \"meydana gelebilecek terör ve şiddet olaylarını önlenme, kamu güvenliği ve kamu düzenini sağlama, il sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu güvenliği ve esenliğinin bozulmaması ve başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma\" amacıyla verildiğini belirtilerek tüm etkinliklere yönelik alınan yasaklama kararı ile bu yasağın uzatılmasına dair dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi de benzer gerekçelerle iptal davasını reddetmiştir. Başvurucular, davanın reddine ilişkin kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 31/5/2021 ve 11/6/2021 tarihlerinde, başvuruya konu mahkeme kararlarını hukuka uygun bulduğundan istinaf başvurularını kesin olarak reddetmiştir. 2911 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir.\" 2911 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"Bölge valisi, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla bölgeye dahil illerin birinde veya birkaçında ya da bir ilin bir veya birkaç ilçesinde bütün toplantıları bir ayı geçmemek üzere erteleyebilir. (Değişik ikinci cümle: 30/7/2003-4963/22 md.) Valiler de aynı sebeplere dayalı olarak ve suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde; ile bağlı ilçelerin birinde veya birkaçında bütün toplantıları bir ayı geçmemek üzere yasaklayabilir.\" 5442 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"A) Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür.....C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir.(Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. (Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.)Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir.\" Yönetmelik'in maddesi şöyledir:\"Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.a) İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde ve Kanunun 22 nci maddesinin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin yazılı görüşleri alınarak her yıl Ocak ayında mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. Kamu düzeni ve genel asayişin temini bakımından zorunluluk olan hallerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yıl içerisinde aynı usulle değiştirilebilir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.b) Belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yerel gazeteler ile valilik ve kaymakamlık internet sitelerinden ilan edilerek halka duyurulur. Ayrıca, kuvvet talep edilecek askeri birlik komutanlığına da bildirilir.c) Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yer ve güzergâhı hakkında sonradan yapılacak değişiklikler de aynı yöntemle yapılır. Bu değişiklikler duyurudan on beş gün sonra geçerli olur.ç) Birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhının belirlendiği il ve ilçelerde düzenleme kurulu, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde belirlenen yer ve güzergâhlardan birisini tercih edebilir.\" ", "Haklar":"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36970", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idarenin belirli konularda yapılmak istenen eylemlere yönelik olarak hukuka aykırı şekilde yasaklama kararı vermesi ve bu kararın iptal edilmesi için açılan davanın reddedilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Zaman Gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 14/2/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/2/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu süresi içinde, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır. Ulusal düzeyde yayın yapan Zaman Gazetesinin 25/7/2009 tarihli nüshasında Mehmet Kamış imzası ile “HSYK, KCK’nın bitmesini niye istemez?” başlıklı bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Yazıda şu ifadelere yer verilmiştir: \"…HSYK'nın, herkesin gözünün içine baka baka özel yetkili savcı ve hakimleri görevden almak, yerlerine yenilerini atamak istemesindeki ısrarı dikkat çekerken, Diyarbakır'daki KCK operasyonu da müdahalenin merkezinde yer alıyor. HSYK'daki bazı üyelerin PKK ile ilgili bu soruşturmayı yürüten savcıyı değiştirmek istemesi hayli ilginç. Bildiğiniz gibi KCK, PKK'nın şehir yapılanması olarak adlandırılıyor. Türkiye'yi saran bir ahtapot ile mücadele eden savcıların, herkesin gözleri önünde, insanı dehşete düşüren bir aymazlıkla görevden uzaklaştırılmak istenmesi, bıçağın kemiğe dayanması olarak algılanabilir. Çevreden gelen tepkilere rağmen bazı HSYK üyelerinin taleplerinde ısrar etmesini insafla izah etmek mümkün değil. Hele de KCK savcısının alınmak istenmesinin izah edilir hiçbir tarafı yok. Bu durum, \"Savcı biraz daha eşelese altından hiç hoş olmayan gerçekler mi ortaya çıkacak?\" sorusunu akıllara getiriyor. Bugün derin devletin var olmak için öne süreceği tek bir sebep kaldı. O da PKK. Terör örgütünün ya da başka bir deyişle etnik terörün varlığı, derin yapıların ayakta kalabilmesi için hayati önem taşıyor. Çünkü dindarları terörize edemediler. Türkiye'deki dindar kesimler şiddeti tasvip eden hiçbir düşünceyi yanlarına yaklaştırmadı. Aleviler de terörist olmadı. Yıllarca körükledikleri Alevi-Sünni kavgasının bugün herkes farkında ve bu oyuna gelmemeye azami özen gösteriyor. Devlet içinde bazı gruplarla irtibatlı olarak varlıklarını sürdürmek isteyen sol terör yapılanmaları da birer ikişer çökertildi. Türkiye'yi karıştırıp terör ile siyaseti tanzim etme çabaları eskisi kadar kolay değil. Bugün sadece PKK kaldı, bu konuda kendilerine yardım edecek örgüt. Onlar için örgütün yanında Kürt meselesinin de çözülmemesi lazım. \"Ermeni meselesinin ortadan kalkması, Kıbrıs'ta çözüme yönelik adım atılması, Yunanistan ile barış havasının esmesi, Suriye ile iyi ilişkiler içinde olmamız ne kadar tehlikeliyse, Kürt meselesinin de çözülmesi o denli tehlikeli.\" diyorlar. Derin devletin, bütün bu meselelerin çözümü konusunda atılan her adımdan bir hayli rahatsız olduğunu söylemek mümkün. Türkiye'nin kadim sorunları birer ikişer çözülürken elde sadece PKK ve etnik terör kaldı. Bu nedenle devletin Kürt meselesi konusunda atacağı her adım öncesinde olduğu gibi yeni süreçte de PKK'nın toplumun sinir uçlarına yönelik bir eylem yapması muhtemel. Dünkü Taraf gazetesinin manşetine bakılırsa hükümet dağdakileri indirebilmek için birtakım planlar üzerinde çalışıyor. Bu çabalar bakalım derin PKK içinde nasıl bir yansıma bulacak? Başbakan'ın önceki konuşmalarında, \"Ne zaman DTP ile görüşmek istesem bir yerlerde bombalar patlamaya başlıyor.\" dediği gibi sinir uçlarımıza değen bombalar patlamaya başlayacak mı, hep birlikte göreceğiz. Bir tarafta derin PKK, derin devlet ilişkisi bu kadar gün yüzüne çıkmışken, bir taraftan KCK'ya yönelik operasyonlar yapan ve PKK'nın şehir yapılanmasını ortaya çıkartmak isteyen bir savcı görevinden alınmak isteniyor. Siz olsanız bu konuyu çok iyi niyetli olarak yorumlar mısınız? Bazı çevreleri bu kadar rahatsız ettiğine göre bu operasyonlardan sonra KCK'nın arkasından kimler çıkacak, doğrusu çok merak ediyorum.\" Başvurucu, söz konusu yazı nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek, 26/7/2010 tarihinde, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 7/12/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:“...Dava konusu haber incelendiğinde davacının adının haberin hiçbir yerinde anılmadığı, ancak gerek mahkememizde davacı tarafından davalı aleyhine açılan 2010/343 ve 2010/351 Esas sayılı dava dosyalarındaki delillerden gerekse değişik görsel ve yazılı basın organlarının haberlerinden davacının kastedildiği bu suretle matufiyet unsurunun oluştuğu ve haberde davacının kastedildiğinin kabulü gerekmiştir. …Yazı incelendiğinde davacı tarafından HSYK görüşmeleri sırasında sunulduğu iddia edilen kararnamenin eleştirildiği, kararnamede Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan taslakta bir takım hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi isteminin geniş biçimde ve değişik yorumlar katılarak eleştirildiği görülmektedir. Keza HSYK toplantıları sırasında kararname krizi yaşandığı gerek basın yayın organları gerekse basına HSYK Başkanı olan Adalet Bakanı'nın bizzat verdiği beyanlardan anlaşılmaktadır. Yani kararname krizinin yaşandığı bir gerçektir. Bu olgular doğrultusunda yukarıda yazılı bulunan dava konusu haberin normal bir vatandaş için yapıldığı takdirde tazminat sorumluluğunu gerektirebilecek nitelikte olduğu anlaşılmakla beraber Yargıtay Hukuk Dairesinin de uygulamalarında belirtildiği üzere bu tür eleştirilerde eleştirilenin konumunun da nazara alınması gerektiği, davacı ise HSYK Üyesi ve Yargıtay üyesi sıfatlarını taşıyan yüksek yargıç olup kritik görevlerde bulunan önemli bir kişi olması nedeniyle dava konusu haberde yapılan yayınların davacıyı sert nitelikte de olsa eleştirdiğinin kabulü gerektiği(nin) anlaşıldığı ve kabul edildiğinden davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarihli ilâmıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/12/2012 tarihli ilâmıyla reddedilmiştir. Anılan karar, 16/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 14/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1542", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Zaman Gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 30/12/2004 tarihinde Güroymak Asliye Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 6/6/2011 tarihli hükmü ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/1/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4280", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ile yaptığı sözleşme ile bir daire satın almak için anlaştığını, ancak edimin zamanında ve tam yerine getirilmemesi üzerine sözleşmeyi feshederek tazminat istemiyle açtığı davada verilen ret kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde Samsun Tüketici Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ankara Turkuaz Toplu Konut Projesi kapsamında daire satın almak amacıyla 16/6/2006 tarihinde TOKİ ile sözleşme imzalayarak 572,25 TL peşin ödeme yapmıştır. Başvurucu 3/12/2009 tarihli dilekçesiyle edimin geç ifa edildiği iddiasıyla sözleşmeyi feshederek ödemiş olduğu bedeli ihtirazı kayıtla 15/2/2010 tarihinde sözleşmenin ve maddelerine göre faizsiz olarak geri almıştır. Başvurucu 5/7/2010 tarihinde sözleşmede yer alan faizsiz iade hükmünün haksız şart niteliğinde olduğu, denkleştirici adalet ve alternatif yatırım araçları gözetilerek faizsiz iadeden doğan zararlarının tazmini istemiyle Ankara Tüketici Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. TOKİ, dava dilekçesine karşı beyanlarını 2/9/2010 tarihli dilekçeyle Mahkemeye sunmuştur. Başvurucu ise 7/1/2011 tarihli dilekçesiyle cevaba cevap dilekçesini Mahkemeye sunmuştur. Mahkemece dava konusu deliller toplanmış ve 31/3/2011 tarihinde mahallinde bilirkişi nezaretinde keşif yapılmıştır. 5/7/2011 tarihli bilirkişi raporuyla bedelin iadesinde faiz ödenmemesi nedeniyle 144,27 TL zarar oluştuğu belirlenmiştir. Başvurucu 4/7/2011 tarihli dilekçesiyle tazminat talebini 144,27 TL’ye yükseltmiştir. Mahkeme, 25/10/2011 tarih ve E.2010/661, K.2011/1217 sayılı kararıyla ve başvurucunun geç ve ayıplı edim konusunda cezai şartın uygulanmasını talep etmeksizin sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiği, sözleşmenin maddesine göre mülkiyetin devredildiği tarihe kadar alıcının bedel iadesi istemeye hakkı olduğu, geç teslim nedeniyle müspet zarar olan kira kaybının istenebileceği, ancak başvurucunun geç teslim nedeniyle tazminat talebinde bulunmadan doğrudan sözleşmeyi feshederek iade talebinde bulunduğu, sözleşmenin ve maddesine göre iadenin faizsiz olacağı, iyi niyet kurallarına aykırı, tüketici aleyhine sonuç doğuran hükümlerin haksız şart olarak sayılabileceği, sözleşmenin ve maddelerinin haksız şart niteliğinde olmadığı, başvurucunun sözleşmeyi feshettikten sonra denkleştirici adalet kurallarına göre uyarlama talep etmesinin mümkün olmadığı, bu nedenlerle bilirkişi raporunun hukuki niteleme ve kanaat bölümüne itibar edilemeyeceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiş, temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, 31/5/2012 tarih ve E.2012/5042, K.2012/14124 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Yargıtay’ın aynı Dairesince 6/11/2012 tarih ve E.2012/19574, K.2012/24853 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvurucuya 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin 4822 sayılı Kanunla değişik ilgili kısımları şöyledir:“Bu Kanunun uygulamasında…e) Tüketici: Bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişiyi,…g) Sağlayıcı: Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye hizmet sunan gerçek veya tüzel kişileri,h) Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi\",..” 4077 sayılı Kanun’un “Sözleşmedeki haksız şartlar” kenar başlıklı maddesinin 4822 sayılı Kanunla değişik ilgili kısımları şöyledir:“Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı değildir.Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez.Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir.6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir ve sözleşmede bulunması gereken şartlardan bir veya birkaçının bulunmaması durumunda eksiklik sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Bu eksiklik satıcı veya sağlayıcı tarafından derhal giderilir.Bakanlık standart sözleşmelerde yer alan haksız şartların tespit edilmesine ve bunların sözleşme metninden çıkartılmasının sağlanmasına ilişkin usul ve esasları belirler. 11/1/2001 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Borçluların sorumluluğu” kenar başlıklı maddesi şöyledir.“Alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/731", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ile yaptığı sözleşme ile bir daire satın almak için anlaştığını, ancak edimin zamanında ve tam yerine getirilmemesi üzerine sözleşmeyi feshederek tazminat istemiyle açtığı davada verilen ret kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; kanun hükmünde kararnameyle kamu görevinden çıkarılan ancak yine kanun hükmünde kararnameyle kamu görevine iade edilen aile hekiminin aile hekimliği yerine asli kadrosuna atanması nedeniyle masumiyet karinesinin, aylığında azalma meydana gelmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yeterli inceleme yapılmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, farklı muamelede bulunulması nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1970 doğumlu olup Manisa'da ikamet etmektedir. Başvurucu 1//1/2008 tarihinden itibaren Kırkağaç 2 No.lu Aile Hekimliğinde aile hekimi olarak görev yapmıştır. Başvurucu son olarak 9/12/2014 tarihinde imzalanan aile hekimliği hizmet sözleşmesiyle 1/1/2015-31/12/2016 tarihlerini kapsayan dönem için de Kırkağaç 2 No.lu Aile Hekimliğinde görevlendirilmiştir. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, darbe girişiminden sonra başlatılan soruşturmalar kapsamında 17/11/2016 tarihinde görevden uzaklaştırılmıştır. Başvurucu 2/1/2017 tarihli ve 683 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'yle (683 sayılı KHK) kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu 8/1/2018 tarihli ve 697 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'yle (697 sayılı KHK) kamu görevine iade edilmiştir. Sağlık Bakanlığının 16/1/2018 tarihli \"olur\"unu içeren yazıyla, 697 sayılı KHK'nın maddesinden söz edilerek başvurucunun Kırkağaç Devlet Hastanesine 12/1/2018 tarihi itibarıyla iadesi ve görevden uzaklaştırıldığı dönem dâhil olmak üzere yoksun kaldığı parasal haklarının ödenmesi yönünde işlem tesis edilmiştir. Başvurucunun tekrar Kırkağaç 2 No.lu Aile Hekimliğinde görevlendirilmesi istemiyle yaptığı idari başvuru, Sağlık Bakanlığının 16/2/2018 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucu, Kırkağaç Devlet Hastanesine atanmasına ilişkin işlemin iptali ile Kırkağaç 2 No.lu Aile Hekimliğinde görevlendirilmemesi nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların tazmini istemiyle 20/4/2018 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 14/9/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İdare Mahkemesi; 98 TL istinaf harcı ve 120 TL posta giderinin eksik yatırıldığını tespit ederek bunların 7 gün içinde yatırılmasını, aksi takdirde istinaf isteminde bulunulmamış sayılacağını 21/11/2018 tarihli müzekkereyle başvurucuya ihtar etmiştir. Bu yazı 28/11/2018 tarihinde başvurucunun adresinde B.B.Ç.ye teslim edilmiştir. Tebligat alındısında \"Adresinde muhatabın ad....e [okunamadı] gitmiş olması sebebiyle bulunamadığından muhatap yerine aynı iş yerinde birlikte çalışan daimi işçisi [B.B.Ç.] imzasına tebliğ edildi\" notuna yer verilmiştir. İdare Mahkemesi 19/12/2018 tarihinde, harç ve posta masrafı eksikliğinin giderilmemiş olması sebebiyle istinaf isteminde bulunulmamış sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı da istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu, tebligatın usulsüz olduğunu öne sürmüştür. Başvurucu, mazbatayı alan kişinin daimî çalışanı olmadığını belirtmiş; ayrıca tebliğ mazbatasında bu kişinin reşit ve ehil olup olmadığının, işyerine hangi saatte gidildiğinin, muhatabın geçici mi yoksa sürekli olarak mı işyerinden ayrıldığının tebligat mazbatasına işlenmemiş olması nedeniyle tebligatın usulsüz olduğunu ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdari Dava Dairesi 5/3/2019 tarihinde, İdare Mahkemesinin 19/12/2018 tarihli kararına karşı yapılan istinaf istemini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 26/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14935", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kamu görevinden çıkarılan ancak yine kanun hükmünde kararnameyle kamu görevine iade edilen aile hekiminin aile hekimliği yerine asli kadrosuna atanması nedeniyle masumiyet karinesinin, aylığında azalma meydana gelmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yeterli inceleme yapılmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, farklı muamelede bulunulması nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, naklen atama için muvafakat verilmemesi işlemi nedeniyle eşitlik ilkesinin; işlemin iptali için açılan davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu bünyesinde infaz ve koruma memuru olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, almış olduğu eğitime daha uygun olduğunu belirterek İzmir İl Özel İdaresi emrine naklen atanmak için talepte bulunmuştur. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 25/11/2008 tarihli işlemiyle başvurucunun hizmetine ihtiyaç bulunduğu hususu gerekçe gösterilerek naklen atanabilmesi için gerekli olan muvafakat verilmemiştir. Başvurucu, muvafakat verilmemesi işleminin iptali istemiyle 29/12/2008 tarihinde dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 16/6/2009 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Bu karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 12/5/2011 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümünde Ankara mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesine yer verilerek usul hükümleri yönünden bozulmuştur.İzmir İdare Mahkemesi 9/2/2012 tarihli kararıyla 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca uyuşmazlığın çözümünde yetkili olduğu sonucuna vararak yetki kuralına ilişkin kısım yönünden kararında ısrar etmiştir. Esasa ilişkin olarak naklen atanmak istenilen kadronun unvanlı ya da herhangi bir sınav sonucu atanmaya hak kazanılan bir kadro olmadığı, yine memur olarak yürütülecek görevin alınan eğitimle doğrudan ilgili, kariyer bir görev olarak addedilemeyeceği ve idarenin personel açığı nedeniyle başvurucunun hizmetine ihtiyaç duyulduğu hususlarını tespit etmiştir. Sonuç olarakkamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer vermek suretiyle davayı reddetmiştir. Söz konusu karar, yetki kuralına dair verilen ısrar hükmüyönünden Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/11/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Dosya aynı karar ile esası yönünden inceleme yapılması için Danıştay Beşinci Dairesine gönderilmiştir. Daire 19/6/2013 tarihli kararıyla İzmir İdare Mahkemesinin ret hükmünü onamış ve onama kararına yönelik karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 6/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3307", "Başvuru Konusu":"Başvuru, naklen atama için muvafakat verilmemesi işlemi nedeniyle eşitlik ilkesinin; işlemin iptali için açılan davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; izinsiz ileti gönderildiği gerekçesiyle kanuni temeli olmadan idari para cezası verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda karar sonucunu değiştirebilecek esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Batman Ticaret İl Müdürlüğü tarafından izinsiz ticari elektronik ileti gönderdiği gerekçesiyle başvurucunun gönderdiği iddia edilen yedi iletinin her biri yönünden ayrı ayrı olmak üzere başvurucu hakkında 191 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, özetle E. AVM olarak 3/2/2017-10/5/2017 tarihleri arasında farklı kişilere, farklı zamanlarda E. AVM ile ilgili bilgilere yer veren ileti gönderdiğini, söz konusu iletileri gönderdiği kişilerin telefon numaralarını E. AVM'den alışveriş yaptıklarında kendi istekleriyle verdiğinin kuvvetle muhtemel olduğunu, söz konusu iletileri gönderdiği telefon numaralarını başka türlü elde etme imkânı olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilen Korunması Hakkında Kanun'un 7/4/2016 tarihinde yürürlüğe girdiğini ancak söz konusu Kanun'da iki yıllık geçiş süreci öngörüldüğünü, bu geçiş sürecinin 7/4/2018 tarihinde bittiğini, bu tarihten sonra tüm maddelerin yürürlüğe girdiğini, E. AVM'nin gönderdiği son iletini gönderilme tarihinin 10/5/2017 olduğunu, söz konusu tarihlerde E. AVM'nin gönderdiği iletilerin herhangi bir suç kapsamına girmediğini, idari para cezasının usul ve kanuna aykırı olduğunu ileri sürerek Batman Sulh Ceza Hâkimliğinden (Hâkimlik) söz konusu cezanın iptalini talep etmiştir. Hâkimlik 13/7/2020 tarihli kararıyla başvurunun kesin olarak reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...muteriz hakkında, Gümrük ve Ticaret Bakanlığının uygulamaya koymuş olduğu ticari elektronik iletiler ile ilgili şikayet sistemine internet üzerinden yapılan şikayetler üzerine idarece yapılan inceleme neticesinde, söz konusu firma tarafından gönderilen ticari elektronik iletilerin onay alınmadan gönderildiğinin, içeriğinde ret bildiriminin yapılmasına ilişkin teknik bilgilerinin bulunmadığının, firmayı tanıtıcı bilgilere (MERSİS numarasına) yer verilmediğinin 01/08/2019 tarihli, 135, 136, 137, 138, 139, 140 ve 141 no.lu tespit tutanakları ile tespit edildiği, ...muteriz hakkında verilen idari yaptırım kararlarının hukuka uygun olduğu kanaatine varılarak başvurunun reddine...\" Anılan karar 17/7/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 14/8/2020 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Başvurucunun talebi üzerine Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 8/4/2021 tarihli kararıyla kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarnamesi ile ilgili Yargıtay dairesince \"Hâkimlik kararının bozulmasına, soruşturma zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle kabahatli hakkında uygulanan idari yaptırım kararlarının kaldırılmasına\" karar verilmiştir. Hakimliğe yazılan 19/1/2024 tarihli müzekkere cevabına göre ilgili Yargıtay dairesi kararı uyarınca kesinleştirme işlemi yapılmış, ilam ayrıca başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26415", "Başvuru Konusu":"Başvuru, izinsiz ileti gönderildiği gerekçesiyle kanuni temeli olmadan idari para cezası verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda karar sonucunu değiştirebilecek esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 27/1/2015 tarihli kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca \"Demokratik Modernite\" adlı derginin 2014/11 sayısının başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu adı geçen dokümanın , ve sayfalarında yararlanılan kaynaklar arasında Abdullah Öcalan'ın yazdığı ve mahkemelerce hakkında toplatma kararı verilmiş kitapların sayıldığını, dolayısıyla başvuruya konu dokümanda mahkemelerce yasaklanmış kitaplardan alıntılar bulunduğunu tespit etmiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 4/2/2015 tarihli kararıyla hakkında mahkemelerce verilmiş yasaklama kararı bulunan yayınlardan alıntılar bulunan başvuru konusu dokümanın 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya26/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan ulusal hukuk kaynakları için bkz. Halil Bayık [GK], B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §§ 15-16; Mehmet Çelebi Çalan (3), B. No: 2014/4163, 19/12/2017, §§ 14-B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17- ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4500", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gözaltına alınan bir şüphelinin ölümü ve bu ölümle ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden edinilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi olan uyuşturucu madde bağımlısı Murat Seslioğlu (S.), uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği iddiasıyla Kilis Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatı üzerine Kilis İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğünde çalışan kolluk görevlilerince 27/5/2013 günü saat 30 sıralarında yakalanıp gözaltına alınmıştır. Kilis Devlet Hastanesince 27/5/2013 günü saat 40 sıralarında S.den alınan biyolojik örnek üzerinde -biyolojik örneğin kan mı yoksa idrar mı olduğu tespit edilememiştir- yapılan uyutucu-uyuşturucu tetkiklerinde tetrahydrocannabinol (hint keneviri bitkisinde doğal olarak bulunan kimyasal madde) ve opioid (haşhaş çiçeğinin suyundan elde edilen uyuşturucu madde/maddeler) için sonuç pozitif çıkmıştır. Kilis Devlet Hastanesince düzenlenen ve üzerinde vakti yazmayan 27/5/2013 tarihli iki ayrı genel adli muayene raporunda S.de darp ve cebir izi bulunmadığı, hayati tehlikenin mevcut olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu raporlar Acil Serviste çalışan hekimlerce düzenlenmiştir. S. 27/5/2013 günü saat 35'te uyuşturucu madde bağımlısı olduğu iddiasıyla Kilis Devlet Hastanesinin Acil Servisine götürülmüş, burada psikiyatri kontrolü olmadığı gerekçesiyle S.ye psikolojik yönden rahatlaması için kendisine 3 cc serum fizyolojik enjekte edilmiştir. Bu husus, Kilis Devlet Hastanesi Acil Servisinde görevli bir hekim tarafından tutanağa bağlanmıştır. Kilis Cumhuriyet savcısınca gözaltı süresinin 28/5/2013 günü saat 00'den itibaren yirmi dört saat uzatılmasına karar verilmiştir. Kolluk görevlilerince 28/5/2013 günü saat 10'da tanzim edilen ve altında kolluk görevlileri ve S. ile aynı nezarethanede kalan S.P., A. ve K.nin imzası bulunan tutanağa göre S.P.nin haber vermesi ve kamera görüntülerinin incelenmesi üzerine S.nin rahatsızlandığı 56'da anlaşılmış; kolluk görevlilerince durum 112 Acil Servise bildirilmiş; 07'de gelen Acil Servis görevlilerince yapılan ilk müdahale sonrası S. Kilis Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Kilis Devlet Hastanesince düzenlenen 28/5/2013 tarihli epikriz formunda, kronik madde bağımlılığı olan S.nin kardiyak arrest (kalp durması) hâlde hastaneye getirildiği, kendisine kardiyopulmuner resüsitasyon (canlandırma) uygulandığı, ritmi dönen S.nin ileri tetkik ve tedavi için Yoğun Bakım Ünitesine yatırıldığı, burada dört kez kardiyak arrest olduğu ve resüsitasyona cevap alınamaması üzerine ölü kabul edildiği ifade edilmiş; tanının opioid kullanıma bağlı akut zehirlenme ve bu kullanıma bağlı yoksunluk durumu olduğu belirtilmiştir. S.nin bulunduğu nezarethanenin 28/5/2013 günü saat 00 - 09 arasını gösteren kayıtları kolluk görevlilerince incelenmiş ve görüntü içeriğine ilişkin tutanak tutulmuştur. Kamera kayıtlarını inceleyip tutanağa bağlayan kolluk görevlileri ile S.nin tutulduğu nezarethanede görevli kolluk görevlilerinin aynı yerde görev yapıp yapmadığıtespit edilememiş olup söz konusu tutanakta belirtilen hususlar şöyledir:\"1- Şüpheli şahsın rahatsızlanmadan önce görüntüleri; ...Kayıt Saati :12:00-12:14 arasıŞüpheli şahıs nezarethanede üstü açık vaziyette yattığı, sağa sola dönerek hareket ettiği, battaniyesini üstüne çektiği, battaniyeye sarıldığı, dizlerini kedine doğru çekerek, ayaklarını uzatarak istirahat pozisyonunu değiştirerek hareket ettiği,Kayıt Saati : 12:14'te ve devamında kalkıp üzerindeki atleti çıkarttığı, devamında tekrar yattığı, battaniyesini üstüne çektiği, sırt üstü pozisyonda yatarken ara ara ayaklarını uzattığı ve dizlerini kendine çektiği, sağa sola döndüğü, Kayıt Saati : 12:18'de ve devamında Şahsın üzerindeki battaniyeyi açtığı, yüzü koyun yattığı, bu esnada aynı dosya kapsamında gözaltında bulunan S.P. isimli diğer şüpheli şahsın Murat SESLİOGLU isimli şüphelinin beline masaj yaptığı, saat: 12:22 ikisinin de oturdukları yerden kalktıkları Kayıt Saati : 12:22'de ve devamında Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun ayağa kalkarak terliklerini giydiği ve nezarethane kapısına doğru yürüdüğü, Kayıt Saati : 12:27'de ve devamında Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun yürüyüp daha önceden yattığı yere doğru geldiği, terliklerini çıkarak oturduğu ve arkadaşlarına doğru ellerini açtığı, sağ tarafına doğru yattığı ve battaniyesini üstüne aldığı, Kayıt Saati : 12:37'de ve devamında Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun yattığı yerde sağa sola döndüğü, battaniyesine sarılarak yüzü koyun yattığı, tekrar sırt üstü döndüğü ayaklarını uzattığı ve yüzü koyun yattığı, yastığını düzelttiği, sol elini nezaret duvarına sürdüğü, sağa sola döndüğü, saat: 12:42 de yüzü koyun yattığı ve yastığını düzelttiği, Kayıt Saati : 12:45'te ve devamında Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun yüzü koyun dönerek yastığını düzelttiği ve sağ tarafına yattığı, saat: 12:46 itibarıyla tekrar yüzü koyun yattığı, sırt üstü döndüğü ve dizlerini kendine çektiği, saat: 12:55 te ayaklarını uzatarak sırt üstü döndüğü, sağ kolunu yan tarafından başına doğru aldığı, diğer şüpheli şahıslardan S.P. ve K. isimli şahısların Murat SESLİOGLU'nu kontrol ettiği,2- Şüpheli şahsın rahatsızlandığı ve görevlilere haber verilme görüntüleri; ...Kayıt Saati : 12:57 Şüpheli S.P. ve K.nin nezaret kapısına doğru gelip görevlilere haber vermeleri, 3- 112 acil görevlilerinin intikal ve şüpheliye müdahale görüntüleri; ...Kayıt Saati : 13: 07Emniyet ve 112 görevlilerinin şahsa müdahale için nezarete girişleri, şahsın hastaneye sevki için çalışmaları ve devamında rahatsızlanan şüphelinin taşınarak sevk edilmesi, 4- 112 görevlilerinin nezarethaneye giriş görüntüsü; ...Kayıt Saati : 13:01 Emniyet ve 112 görevlilerinin şahsa müdahale için nezarethane koridorundan girişleri, 5- Şahsın hastaneye intikal ettirilmesi için çıkış görüntüleri; ...Kayıt Saati : l3 :09 ...Emniyet ve 112 görevlilerinin rahatsızlanan Murat SESLİOGLU'nu hastaneye sevk etmek için nezarethaneden çıkı[ş]ları görülmektedir.\" Kilis Cumhuriyet savcısınca yapılan 29/5/2013 tarihli ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene işlemine ilişkin tutanağın ilgili kısmı şöyledir: \"Cesedin harici muayenesinde: 77 cm boyunda, 70-75 kg ağırlığında, 30 yaşlarında kahverengi gözlü, siyah saçlı, yaklaşık 4-5 günlük sakallı, buğday tenli, sünnetli erkek bir cesedi olduğu, Ölü morluğunun oluştuğu ve ölü katılığının yavaş yavaş oluşmaya başladığı görüldü. Cesedin alt kısmında hasta bezi olduğu görüldü.  Cesedin baş ve boyun bölgesinde: Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı, boyun arka tarafında muhtemel ölü morluklarına bağlı mor ekimotik alanlar olduğu görüldü.  Cesedin göğüs ve batın bölgesinde: Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı. Göğüs ve batında 3 adet EKG paleti olduğu görüldü, sağ meme başının yaklaşık 10 cm yukarısında muhtemelen tıbbi müdahaleye bağlı bir adet sütür, sol göğüs kafesinde muhtemelen CPR'ye bağlı olduğu düşünülen çökme fraktörü, göğüs bölgesinde, sol omuzda önceden olduğu düşünülen kesi izleri mevcut olduğu görüldü. Cesedin sırt ve bel bölgesinde: Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı. Ölü morlukları oluşmuş olduğu görüldü.  Cesedin tüm ekstremitelerinin incelenmesinde : Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı. Her iki üst ekstremitede önceden oluşmuş kesi izleri mevcut, sağ ve sol kol dirsek iç yüzeyinde muhtemelen enjektöre bağlı olduğu düşünülen izler mevcut, sağ ve sol alt ekstremitede diz bölgesinin öz yüzeyinde eskiden kalma cilt doku harabiyeti mevcut, sağ ayak ön yüzünde iki adet muhtemelen tıbbi müdahaleye bağlı enjektör izi olduğu görüldü. Cesedin anal ve genital muayenesinde : Ceset üzerinde herhangi bir fiili livata bulgusuna rastlanılmadığı, bunun dışında herhangi bir darp, cebir izine rastlanılmadığı.. görüldü.\" Ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene işlemi sırasında dinlenen kimlik tanığı S.S.nin ifadesi şöyledir: \"Bana göstermiş olduğunuz ceset benim kardeşim olan Murat Seslioğlu'na aittir, babasının adı N..., annesinin adı K...'dir, Kilis 1983 doğumludur. benim kardeşim Murat Seslioğlu yaklaşık 10-15 yıldan beri uyuşturucu madde kullanmaktaydı, kendisi uyuşturucu madde kullandığı için defalarca kez polisler tarafından yakalandı ve kardeşim Murat Seslioğlu hakkında defalarca kez adli işlem yapıldı, kardeşim ailece yapmış olduğumuz tedavi olması yönündeki ısrarlarımıza aldırış etmedi, aslında kardeşim de uyuşturucu illetinden kurtulmak istiyordu, fakat bir türlü uyuşturucuyu bırakamıyordu, biz ailece birkaç kez de kardeşimin uyuşturucu bağımlılığından kurtulması için çeşitli mercilere yazılı olarak başvuruda bulunduk, fakat bir türlü kardeşimi uyuşturucu bağımlılığından kurtulması için tam olarak bir şey yapamadık, 2013 günü kardeşim yine uyuşturucu madde suçundan dolayı ilgili mercilerin talimatı ile polisler tarafından gözaltına alındı, dün de nezarethanede bulunduğu sırada birden fenalaşarak hastaneye kaldırıldığım öğrendim, bu günün erken saatlerinden de kardeşim yoğun bakım ünitesinde tedavi gördüğü sırada öldüğünü öğrenmem üzerine buraya geldim, kardeşim şayet gözaltında iken işkence veya kötü muameleye tabi tutulmamışsa, bu olayla ilgili herhangi bir şikayetim de bulunmamaktadır.\" Ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene işlemi sırasında hazır bulunan hekim kesin ölüm nedeninin tespiti için klasik otopsi işlemi yapılması gerektiğini ifade etmiş, bu nedenle Cumhuriyet savcısı cesedin otopsi işlemi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Gaziantep Şube Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir. S.nin cesedi üzerinde 29/5/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısı gözetiminde klasik otopsi işlemi yapılmıştır. Otopsi işleminde köprücük kemiği hat üzerinde 3, 4, 5, 6 ve kodlarda ve göğüs kemiği interkostal (kaburgalararası) aralıkta ekimozlu (morarmış) kırık olduğu tespit edilmiş ve bu kırıkların canlandırma işlemi sırasında meydana gelmiş olabileceği değerlendirilmiştir. Ayrıca miyokart (kalp kası) kesitlerinde sol ventrikülde (karıncık) duvarda şüpheli bir alan görülmüş ve histopatolojik (hastalıklı doku bilimiyle ilgili) kasete alınmış; her iki akciğer yüzey ve kesitlerinde ödemli görünüm, şişlik ve gerginlik olduğu görülmüş ve akciğer zarının (subplevral) altında yer yer peteşiyal kanamalar (deri altındaki küçük kanamalar) olduğu tespit edilmiştir. Otopsi işleminde hazır bulunan adli tıp uzmanları A.B. ile Ö.Ö \"harici muayene ve otopsi bulgularına göre kesin ölüm sebebi tespit edilemediğinden otopsi esnasında alınan kan, mesene yıkama sıvısında alkol uyutucu-uyuşturucu, karaciğer, böbrek ve içeriği ile birlikte alınan midede sistemik toksikolojik analiz, beyin, beyincik, beyin sapı, akciğer, karaciğer, kalp, böbrek numuneleri üzerinde histepatolojik inceleme yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığına gönderilerek burada yapılacak tetkikler sonrasında kesin ölüm sebebinin belirlenebileceği\" yönünde görüş bildirmiştir. Bu nedenle alınan örnekler Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığına gönderilmiştir. Başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi Başsavcılıkça 7/6/2013 tarihinde alınmıştır. Başvurucunun ifadesi şöyledir: \"Murat Seslioğlu benim resmi nikahlı eşim olurdu, kendisiyle 9 yıldır evliydim, evlendikten yaklaşık 3-4 yıl sonra eşim esrar kullanmaya başladı, sonrasında eroin de kullanıyordu, kendisi bu illetten kurtulmak istiyordu, ancak titremesi geldiği zaman yine kullanıyordu, ben kendisiyle evlenmeden önce vucüdunda jilet izleri vardı, ancak ben evlendikten sonra kendisini jiletleme eylemi olmadı, eşim kendisi hakkında iddia edilen suçtan dolayı Kilis İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından 2013 günü kendi ikametimizde alındı. Alındığında ben evdeydim, bu nedenle polisler tarafından eşim Murat'ın gözlem altına alındığında haberim vardır, polisler o gün bizim ikametimizden de arama yaptılar, ancak evde birşey çıkmadı, ertesi gün yani 2013 günü saat:14:00 sularında Kilis Emniyetinden aradıklarını, eşim Murat'ın rahatsızlandığını ve Kilis Devlet Hastanesine kaldırıldığını söylediler, ben de bunun üzerine Kilis Devlet Hastanesine gittim, gittiğimde kendisi yoğun bakımda yatıyordu, ben başında bekledim, hatta bana elbiselerini vermişlerdi, elbisesinde dışkı vardı, bunun neden olduğunu bilmiyorum, eşimin İl Emniyet Müdürlüğü binası içerisinde işkence yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, şayet böyle bir durum varsa sonuna kadar şikayetçiyim, ayrıca ihmal d[e] varsa şikayetçiyim.\" Başsavcılık tarafından S. ile aynı nezarethanede kalan S.P. ve K.nin tanık sıfatıyla ifadeleri 12/6/2013 tarihinde alınmıştır. İfadeler şöyledir: S.P: \"2013 tarihinde Kilis İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri benim de aralarında olduğum bir çok kişiyi göz altına aldı, aynı gün ben, Murat Seslioğlu, K. ve A. aynı nezarette kaldık, ertesi gün yani 2013 günü öğle saatlerinde, benimle birlikte kalan Murat Seslioğlu, dizlerinin ve bacaklarının sızladığı, eklemlerinin ağrıdığını ve kendisine masaj yapmamı istedi, ben de kendisine masaj yaptım, aradan yarım saat geçti, Murat Seslioğlu aniden titremeye başladı, kilitlendi, ben ve yanımda bulunan arkadaşım K. durumu hemen görevlilere bildirdik, 5 dakika bekledik, gelen olmadı, kez yine söyledik, görevli telefon ettim dedi, aha geliyor diye söyledi, biz yine bu şekilde 3-5 dakika bekledik, kez K. \"gelecekleri yok isyana kalkın\" dedi, biz de kalkarak bağırdık ve yardım istemeye devam ettik, bağrışmalardan yaklaşık 1 dakika sonra polisler geldi, \"niye bağırıyorsunuz, niye çağırıyorsunuz\" dediler, biz de Murat Seslioğlu'nun fenalaştığı söyledik, bunun üzerine polislerden bir tanesi \"hastaneye gidip iğne vurdurmak için numara yapıyor kesin\" dedi, sonra polisler bize \"bekleyen biz ambulansa haber verdik, hemen ambulans gelecek\" dedi, bu şekilde de yaklaşık 10 dakika ambulans görevlilerinin nezarethaneye girmesini bekledik, ambulans görevlileri daha sonra geldiler ve biz baygın halde duran Murat Seslioğlu'nun battaniyenin içerisinde polislerle birlikte koyduk ve ambulans görevlileri ile polisler Murat Seslioğlu'nun nezarethaneden dışarı çıkarttılar.\" K: \"2013 tarihinde Kilis İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri benim de aralarında olduğum bir çok kişiyi göz altına aldı, aynı gün ben, Murat Seslioğlu, S.P. ve A. aynı nezarette kaldık, ertesi gün yani 2013 günü Murat Seslioğlu fenalaşmadan yaklaşık bir saat önce uyuşturucu içemediğini, krizde olduğunu ve dünden beri rahatsız olduğunu söyledi, hatta oradaki polis memurlarına \"beni bırakın, avradınızın kokulu a.... larını sinkaf ederim\" şeklinde küfürler de etti, buna rağmen polis memurları kendisine birşey demedi, bir ara kendisinin yüzü morardı ve krize girdi, titremeye başladı, ben ve yanımdaki arkadaşlar bunun üzerine hemen orada bulunan polis memurlarına Murat Seslioğlu'nun rahatsızlandığını söyledik, aradan 10 dakika geçmemişti ki ambulans geldi, ben S.P.nin iddia ettiği gibi \"gelecekleri yok isyana kalkın\" diye bir cümle kullanmadım, sonra battaniyeye sararak Murat Seslioğlu'nu nezarethanede bulunan polis memurlarına teslim ettik. ... Murat Seslioğlu uyuşturucu yoksunluğu krizine girdikten sonra polis memurlarına yukarıda belirttiğim küfürleri sarf etti, fakat bu küfürleri etmeden önce veya ettiği sırada polis memurlarına uyuşturucu krizine girdiğini ve durumunun iyi olmadığı yönünde herhangi birşey söylemedi. Murat Seslioğlu'nun sadece bizlere rahatsız olduğunu söylemişti. Murat Seslioğlu'nun bizde uyuşturucu krizine girdiğini ve bu olayın gelip geçici olduğunu tahmin ettiğimiz için ilk başta polislere haber vermedik, olayın bu kadar ciddi olduğunu tahmin etmiş olsaydık zaten daha önceden biz polislere Murat Seslioğlu'nun hastaneye kaldırılması için gerekli çağrıyı yapardık.\" Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığınca hazırlanan 18/7/2013 tarihli histopatoloji raporu şöyledir:\"Kalp: İntertisyumda ödem, konjesyon, perivasküler ve İntertİsyel orta derecede fibrozis, hipertrofık kas lifleri izlendi. Koroner arter: Özellik izlenmedi. Akciğerler: Konjesyon, hemosiderin yüklü makrofajlar izlendi. Beyin: Konjesyon, araknoid mesafede ağır konjesyon izlendi. Beyincik: Konjesyon izlendi. Beyin Sapı: Konjesyon izlendi. Karaciğer: Portal alanlarda yer yer lenfoid nodüller oluşturacak tarzda çoğunlukla mononükleer hücrelerden oluşan mikst tipte iltihabi hücre infiltrasyonu izlendi. Ayrıca portal alanlarda orta ileri derecede fibröz doku artımı saptandı. Böbrek: Konjesyon izlendi.\" S.den alınan kan ve mesane yıkama suyu örnekleri üzerinde yapılan tetkikler üzerine Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesince düzenlenen 26/7/2013 tarihli raporda, kanda alkol bulunmadığı ancak morfin, tramadol, midazolam, lidocaine ve atropin; idrarda morfin, tramadol, midazolam, lidocaine, ranitidine ve atropin bulunduğu, kanda ve idrarda diğer uyutucu-uyuşturucu madde bulunmadığı belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığınca düzenlenen 26/7/2013 tarihli ahşa raporunda (iç organ incelemesine ilişkin rapor), ölüm nedeni hakkında otopsiyi yapan doktorlardan görüş alınmasının uygun olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılıkça kesin ölüm sebebi konusunda otopisiyi yapan adli tıp uzmanı doktorlardan alınan 30/9/2013 tarihli bilirkişi raporunda, kesin ölüm sebebi konusunda kanaat oluşmadığından Ali Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olduğu belirtilmiştir. Başsavcılık, S.ye ilişkin tüm tıbbi tedavi evraklarının aslını Kilis Devlet Hastanesinden temin edip kesin ölüm sebebi ve zamanına ilişkin Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulundan rapor almıştır. Bahse konu 4/12/2013 tarihli raporun sonuç kısmı şöyledir:\"...1-Otopside tespit edilen sternum ve kosta kemik kırıklarının kenar ve lokalizasyon özellikleri birlikte değerlendirildiğinde; yeniden canladırma işlemi sırasında meydana gelebilecek nitelikte oldukları, 2-Kişi adına düzenlenmiş tıbbi evrakta ölü muayene ve otopsi tutanağında dış muayenede tıbbi tedavi amacıyla oluşturulmuş lezyonların dışında bulgu tespit edilmediği iç muayene kafa kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim iç organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediği dikkate alındığında kişinin travmatik bir nedenle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı,3-2012 tarihinde nezarethanede iken saat 00-14 arasında yatağında sağa ve sola dönmeye başlayıp üstüne çektiği battaniyeye sarıldığı dizlerini kendine doğru çekerek istirahat pozisyonunu değiştirdiği saat 22’de nezarethane içinde yürüdüğü saat 27’de tekrar yattığı ve battaniyesini üstüne çektiği takip eden zaman süresince bu hareketlerine devam ettiği saat 57 de şahsın rahatsızlandığının görevlilere bildirildiği, 07’de 112 görevlilerinin müdahale ettiği, 09’da nezarethaneden çıkışının yapıldığı, Kilis Devlet Hastanesine götürüldüğü saat 00 sıralarında hastaneye girişinin yapıldığı, geldiğinde kardiyak arrest halde olduğu, CPR yapıldığı, yanı alındığı yoğun bakım ünitesine yatışının yapıldığı, takiplerinde benzodiazepin ve opiate pozitif tespit edildiği 4 defa kardiyak arrest geliştiği ve 2013 tarihinde saat 15 te ölü kabul edildiği otopisisinde dış muayenede tıbbi müdahale ile oluşmuş lezyonlar dışında travmatik lezyon tespit edilmediği iç muayenede her ikigöğüs boşluğunda perikard ve batın boşluğunda serbest sıvı ve kan görülmediği, her ika akcigerin ödemli olup subpelvral bölgelerde yer yer peteşial kanama alanları olduğu, koroner arterlerin açık olup sol venrikül duvarında şüpheli bir alan görüldüğü, histopatolojik incelemede akciğerde konjesyon hemosiderin yüklü makrofajlar, kalpte intertisyumda ödem, konjesyon perivasküler ve intertisyel orta derecede fibrozishipertrofik kas lifleri izlendiği, karaciğerde portal alanlarda yer yer lenfoid nodüller oluşturacak tarzda çoğunlukla mono nükleer hücrelerden oluşan mikst tipte iltihabi hücre infiltrasyonu portal alanlarda orta ileri derecede fibrö doku artımı saptandığı, alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde yapılan tetkikinde kanda ve idrarda morfin, tramadol midazolam, lidocaine ve atropine idrarda ayrıca raniditin tespit edildiği dikkate alındığında, kişinin ölümünün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu meydana gelmiş olduğu oybirliğiyle mütalaa olunur.\" Başsavcılık, tıbbi tedavi evraklarını 18/1/2014 tarihinde Kilis Devlet Hastanesine iade etmiştir. UYAP'a aktarılmamış olması nedeniyle tedavi evrakları incelenememiştir. Başsavcılık, ölüm olayı hakkında 20/1/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Maktulün, işlemiş olduğu bir suçtan dolayıCumhuriyet Başsavcılığımızın talimatıyla 27/05/2013 tarihinde göz altına alındığı ve maktulün Kilis İl Emniyet Müdürlüğü nezarethanelerine konulduğu, maktulünnezarethanede bulunduğu sırada 28/05/2013 tarihinde saat 13:00 sıralarında aniden fenalaştığı, durumdan haberdar olan Kilis İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polis memurları tarafından maktulün derhal Kilis Devlet Hastanesine kaldırıldığı, maktulün burada yapılan tüm tıbbi müdahalelere rağmen 29/05/2013 tarihinde öldüğü, gerek maktule ait cesed üzerinde yapılan ölü muayene işlemi, gerekse de maktule ait ceset üzerinde icra edilen otopsi işlemi neticelerinde maktulün kesin ölüm sebebinin belirlenemediği, maktulün kesin ölüm sebebinin belirlenebilmesi amacıyla soruşturma dosyamızın bir kül halinde İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na gönderildiği,İstanbul Adli tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulu tarafından tanzim edilen rapora göre, maktulün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu ölmüş olduğunun belirlendiği, maktulün ölmeden önce uyuşturucu madde kullanmış olduğu ve birden fazla kez maktul hakkında uyuşturucu madde kullandığı şüphesiyle Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından soruşturma yürütülmüş olduğu, Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından yürütülen soruşturma neticesinde; olayın maktulün kusurlu hareketi sonucu meydana gelmiş olduğu, olayın bu haliyle her hangi bir suç teşkil etmediği anlaşılmakla;Suç teşkil etmeyen olay hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... karar verildi.\" Başvurucunun ölüm ile gözaltına alma işlemi arasında otuz altı saat geçtiğine, bu sürede uyuşturucu maddenin etkisini kaybedeceğine ve ölümün ihmal veya kasıtla gerçekleştiğine dair kuvvetli şüphe bulunduğuna dair itirazları, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 17/2/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu tarafından 1/8/2014 tarihinde öğrenilmiş olup yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Taksirle öldürme\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.\" 5237 sayılı Kanunu'nun \"Görevi kötüye kullanma\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) menfaat , sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır.  (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun \"Gözaltı\" kenar başlıklı maddesinin gözaltı tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: \"(1) ...[Y]akalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz....(3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir. (4) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.... (6) Gözaltına alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur.\" 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı işlemlerinin denetimi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanlar Defterine kaydederler.” 5271 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethanelerin maddî koşulları, bu kişinin hangi görevlinin sorumluluğuna bırakılacağı, sağlık kontrolünün nasıl yapılacağı, gözaltı işlemlerine ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı, gözaltına alınmanın başlangıcında ve bu tedbire son verildiğinde hangi tutanakların tutulacağı ve gözaltına alınan kişiye hangi belgelerin verileceği ile kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak kurallar, yönetmelikte gösterilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.\" 5271 sayılı Kanun'un “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir...” 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kolluk ve görevi” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Adlî kolluk; 1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 1983 tarihli ve2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder. (2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır. Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir....” 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir.Gözaltına alınan kişinin herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir.Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır....\" Yönetmelik'in maddesi şöyledir:\"Gözaltı birimine getirilen kişi hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır: a)Nezarethaneye veya zorunlu hâllerde bu amaca tahsis edilen yerlere konulmadan önce usulünce aranır...\" Yönetmelik'in maddesi şöyledir:\"...Nezarethane işlemlerinde;...g)Gözaltına alınan kişilerin yaşama haklarını koruyucu gerekli önlemler alınarak, bu amaçla ilgili gözetlenebilir. Gözetleme işlemi teknik imkânlar ölçüsünde kayda alınabilir.h)Gözaltındaki kişinin beslenme, nakil, sağlığının korunması ve gerektiğinde tedavisi, yakalandığının yakınlarına haber verilmesi giderleri ilgili birimin bağlı olduğu Bakanlığın bütçe ödeneklerinden karşılanır.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Yaşam hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). \"Jordan Prensipleri\" olarak anılan bu ilkeler, Mahkemenin tamamen yeni belirlediği ilkeler değildir, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. Mahkemenin yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)-Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109) ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13765", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltına alınan bir şüphelinin ölümü ve bu ölümle ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi imkânının tanınmaması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair ihbar ve duyumlar üzerine başvurucu hakkında idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 22/6/2012 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış ve başvurucuya cinsel yaşamına ilişkin sorular sorulmuştur. Soruşturma sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı sayılacak şekilde hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi ve 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince başvurucu hakkında 17/10/2012 tarihinde \"Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir.\" şeklinde ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Sicil Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. Komisyon 28/11/2013 tarihinde başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasının onaya sunulmasına karar vermiştir. Anılan kararı, Hava Kuvvetleri Komutanı 29/11/2013 tarihinde onaylamış ve son olarak Millî Savunma Bakanı'nın 27/1/2014 tarihinde TSK'dan ayrılmasını uygun bulması sonucunda başvurucunun ilişiği resen kesilmiştir. Başvurucu 31/3/2014 tarihinde ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı harekette bulunduğu gerekçesiyle ilişiğinin kesildiğini, ifadesi yasak sorgu usulleri ile alındığından bunlara dayanarak ayırma işlemi tesis edilemeyeceğini, işlemin ölçülü olmadığını, kendisine isnat edilen olguların tümüyle özel yaşam alanında kalan aleniyet kazanmamış hususlar olduğunu, bu nedenle işlemin özel yaşamın gizliliğine müdahale oluşturduğunu ileri sürmüştür. AYİM Başsavcılığının işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği yönünde hazırladığı 24/12/2014 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun meslek hayatında bir kez disiplin cezası aldığı, üç kez takdire layık görüldüğü ve görevinde başarılı olduğu vurgulanmıştır. Diğer yandan idari soruşturmada başvurucunun kendi ifadelerinden anlaşılan söz konusu eylemlerin özel hayata ilişkin olduğu ve bu eylemler aleniyete kavuşmadığından TSK'nın itibarını sarstığının söylenemeyeceği, iddia edilen eylemler nedeniyle daha önce ikaz dahi edilmeyen başvurucunun çok ağır sonuçları olan ayırma işlemine tabi tutulmasının ölçülülük ilkesini ihlal ettiği ifade edilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin (Daire) 9/7/2015 tarihli kararı ile oybirliğiyle dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun özel hayat sınırını aşan ve düşkünlük seviyesine eylemlerinin TSK'nın yapısına zarar vermeye başladığı, astlık-üstlük ilişkilerini zedelediği, diğer personeli etkilediği ve onlara kötü örnek teşkil ettiği belirtilerek idarenin takdir yetkisini ölçülü, objektif ve kamu-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı sonucuna varılmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 23/2/2016 tarihli kararı ile oyçokluğuyla reddedilmiştir. Nihai karar 21/3/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7760", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi imkânının tanınmaması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun, bir gazetenin forum sayfasında yayımlanmak üzere faks yoluyla göndermek istediği yazısına el konulması nedeniyle haberleşme, düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 28/3/2013 tarihinde Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/6/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına; başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/7/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 7/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 28/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi kararı ile “devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak” suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan (İnfaz Kurumu) bir gazetenin forum sayfasında yayımlanmak üzere H. A. isimli şahsa faks yoluyla yazı göndermek istemiştir. Söz konusu faks “Hudeybiye Köyü-İmralı Adası” başlıklı metni içermektedir. “İmralı süreci ile ilgili olarak bir çok kesim tutum belirledi. Bunlardan en dikkat çekeni F. G.’ nin tutumuydu. Daha birkaç ay önce etrafını saracaksın, beş bin değil beş yüz bin kişi de olsa yok edeceksin.’ diyen Hocaefendi bu kez ‘sulhta hayır var’ dedi. Bunu söylerken de Hudeybiye Anlaşmasına atıfta bulundu. Ortadoğu’nun genel tarihi içinde önemli bir kesiti oluşturan İslam tarihinde günümüzün büyük sorunlarının çözümünde aydınlatıcı örnekler bulmak mümkündür. Bunlardan en önemlisi hiç kuşkusuz Hudeybiye Anlaşmasıdır.” cümleleriyle başlayan metinde Hudeybiye Antlaşması, başvurucunun görüşleri doğrultusunda aktardıktan sonra metin “Hudeybiye küçük bir köyün adıdır. Barışın mekânı olunca tarihe geçmiştir. İmralı da küçük bir adadır, bugün aradığımız barışın anıldığı mekandır. Bu anlamda F.G.’nin İmralı görüşmelerini değerlendirirken Hudeybiye Barışına atıfta bulunmasında bir isabetsizlik yoktur. Ancak tıpkı Amr Bin As gibi muhatabının ismini bile telaffuz etmeyi gururuna yediremeyip onun yerine ada, malum parti, Kandil, uzantı vb. mekân ismi veya hakaret sözcüklerini kullanan Ankara hükümetinin Mekkeli egemenler ile yine hak ve hakikat mücadelesi veren Kürt hareketinin Medineli müslümanlar bunca konum, söylem, niyet ve tutum benzerliğine rağmen Hocanın özdeşleştirmeyi tersten yapmış olması isabetsizlik olmuştur. Bu yaklaşım da bu toprakların tarihini bilenlere yabancı gelmez. Öyle ya adı tarihe zulmün sembolü olarak geçen Nemrud ateşte yaktığı İbrahim’i zalim, kendisini ve taştan yapılma putlarını da saldırıya uğramış mazlumlar olarak adlandırmamış mıydı? ” ifadeleriyle sonlanmaktadır. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca anılan faks yazısını inceleyen İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu 22/1/2013 tarihli ve 2013/56 sayılı kararla bu yazının alıkonulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “... Hükümlü Musa Kaya'nın H.A.'ya göndermek istediği faks metni içeriğinde belli bir örgüte yönelik yüceltici ve övücü ifadelerin bulunduğu anlaşıldığından ... gönderilmek istenen faksın tamamının sakıncalı bulunarak alıcısına gönderilmemesine ... karar verilmiştir. ” Başvurucu bu karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, 4/2/2013 tarihli ve E.2013/53, K.2013/53 sayılı kararla İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu kararına atıfta bulunarak başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi 6/3/2013 tarihli ve 2013/233 sayılı kararıyla, İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 28/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak çıkarılan, 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine \"görüldü\" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.” Faks metnin alıkonulmasına karar verildiği tarihteki 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Faks metnin alıkonulmasına karar verildiği tarihteki 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (…) yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beşbin gündür …” ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2350", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun, bir gazetenin forum sayfasında yayımlanmak üzere faks yoluyla göndermek istediği yazısına el konulması nedeniyle haberleşme, düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/56141", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1980 doğumlu olan başvurucu, 18/8/2011 tarihinden itibaren çeşitli alt işverenler nezdinde (en son Samsun Kültür Turizm Ticaret Anonim Şirketi/Şirket) Samsun Büyükşehir Belediyesi (Belediye) Su ve Kanalizasyon İdaresi (SASKİ) bünyesinde tekniker olarak çalışmıştır. İşveren tarafından başvurucu hakkında başlatılan disiplin soruşturması kapsamında 15/5/2017 tarihinde başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, Zaman gazetesi aboneliğinin olduğunu ancak 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonra aboneliğini iptal ettirdiğini, 2005-2011 yılları arasında Bank Asyada hesabının olduğunu, bu hesabını 2011 yılından sonra aktif olarak kullanmadığını, 2013 yılından önce bir defaya mahsus olmak üzere eşi adına Kimse Yok Mu Derneğine kurban bağışı yaptığını belirtmiştir. Ayrıca verdiği savunmada ise 2011 yılında evlendiğini, gelen takı ve paraları Halk Bankası, Kuveyt Türk ve Bank Asyaya yatırdığını, çeşitli zamanlarda faiz ve kâr payı durumuna göre bu bankalarda işlem yaptığını, 14/8/2015 tarihinde tüm birikimlerini toplayarak 000 TL'ye otomobil satın aldığını beyan etmiştir. İnceleme sonucunda 17/5/2017 tarihli Belediye Teftiş Kurulu kararıyla başvurucunun iş akdinin sonlandırılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Kurul, başvurucunun ilk ifadesi ile sonradan verdiği beyanlarında Bank Asya kullanımına ilişkin farklı bilgiler aktardığını, ilk ifadesinde Bank Asya hesabını gizlemeye çalıştığını, bu davranışının ahlak ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığını, hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile iltisaklı olduğu kanaatinin oluştuğunu belirtmiş; 25/5/2017 tarihli bildirimi ile başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Belediye ve Şirket aleyhine 20/6/2017 tarihinde dava açmıştır. Samsun İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin birtakım açıklamalarda bulunmuş; ilk savunmasında ifade verirken bazı şeyleri tam olarak hatırlayamadığını beyan etmiş; bu kapsamda tekrar ifadesine başvurulduğunda daha net bilgiler verdiğini belirtmiştir. Söz konusu durumun işveren tarafından iyi niyet kurallarına aykırı bir davranış olarak değerlendirilmesinin hatalı olduğunu ifade eden başvurucu, istenildiği takdirde bu bilgilere resmî kayıtlar vasıtasıyla ulaşılabileceğini, dolayısıyla isnat edildiği şekilde bir gizleme çabasının olmadığını ifade etmiştir. Ne bahsi geçen örgüt ile ne de millî güvenliği tehdit eden farklı yapılanmalarla irtibatının olduğunu ifade eden başvurucu iş akdinin hukuka aykırı olarak feshedildiğini ileri sürmüştür. Davalı Belediye, Şirket ve SASKİ cevap dilekçelerinde, başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakının olduğunun değerlendirildiğini, soruşturma sürecindeki beyanlarının daiyi niyet kuralları ile bağdaşmadığını belirterek iş akdinin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) hükümleri de gözetilerek 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II-e maddesi gereği haklı nedenle feshedildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, yargılama sürecinde çeşitli tarihlerde açtığı duruşmalarda davacı ve davalı tanıklarını dinlemiş; ilgili kurumlardan müzekkere yoluyla bilgi toplama yoluna gitmiştir. 28/3/2018 tarihli duruşmada başvurucu, Bank Asya'da sadece bir hesabının olduğunu, bu hesabı 2005 yılında açtığını, 2012 yılında düğünden gelen yaklaşık 000 TL tutarındaki takı parasını hesaba yatırdığını, 2015 yılına kadar bu paranın giderek azaldığını, 2015 yılının Ağustos ayında da araç aldığı için paranın tamamını çektiğini ifade etmiştir. İddia edildiği gibi talimatla para yatırmadığını beyan eden başvurucu, bahsi geçen on bir farklı hesabın ek hesap niteliğinde olduğunu belirterek bunları Banka'nın kendisinin oluşturduğunu ifade etmiştir. Öte yandan başvurucu, hakkında yürütülen bir ceza soruşturması olmadığını beyan etmiş ve 2016 yılı Temmuz ayına kadar SASKİ'nin de Bank Asya ile sözleşmesi olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun iddialarını araştıran Mahkeme, SASKİ'ye bu konuya ilişkin yazdığı müzekkere cevabında faturaların tahsilatı için Samsun'daki tüm banka şubeleri ile olduğu gibi Bank Asya ile de 15/2/2005-17/7/2016 tarihleri arasında sözleşme imzalandığını tespit etmiştir. Öte yandan Şirkete yazılan müzekkerenin cevabında Bank Asya ile hiçbir zaman çalışılmadığı belirtilmiştir. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen 22/6/2017 tarihli müzekkere cevabında ise başvurucu hakkında herhangi bir soruşturmanın bulunmadığı bilgisi verilmiştir. Mahkeme, Bank Asya hesap hareketlerine yönelik dosyayı bilirkişi incelemesine göndermiştir. Bu kapsamda hazırlanan 7/5/2018 tarihli raporda, ilk hesabın 9/8/2005 tarihinde açıldığı, buna ek olarak toplamda on iki ek hesap daha açıldığı, 17-25 Aralık öncesinde toplam dokuz hesap açılmış olup bunların beşinin vadesiz, dördünün vadeli hesap olduğu, 17-25 Aralık sonrasında ise üç vadeli hesap açıldığı belirtilmiştir. 17-25 Aralık sonrasında açılan vadeli hesaplara yatırılan paranın kaynağının 20/12/2013 öncesine ait olduğu, 3/12/2013 ve 12/12/2013 tarihinde hesaba yatırılan gram altınların 20/12/2013 tarihinde vadeli hesaba aktarıldığı ve 24/10/2014 tarihinde Türk lirasına çevrilerek vadeli hesaba yatırıldığı tespit edilmiştir. Raporda sonuç olarak tüm vadesiz hesaplarda 17-25 Aralık tarihinden sonra yapılan işlemlerin bold olarak gösterildiği ve 17-25 Aralık sonrası tüm vadesiz hesapların bankacılık işlemleri için kullanılmaya devam edildiği belirtilmiştir. Davalı Şirket ve SASKİ bilirkişi raporuna itiraz etmiş, başvurucunun banka hesabına Haziran 2016 tarihine dek düzenli olarak, zaman zaman da 000 TL gibi yüksek meblağlarla para ve döviz girişi olduğunu ileri sürmüştür. Bu kapsamda başvurucunun aktif şekilde kullandığı hesabı kapatıp kapatmadığını hatırlamamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirtilerek başvurucunun gerçekleri gizleyip işvereni aldatmaya yönelik eylemde bulunduğunu, bu hususun doğruluk ve bağlılığa uymadığını, iş akdinin haklı nedene dayanılarak feshedildiğini savunmuştur. Mahkeme 9/1/2019 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Davacının Bilirkişi raporuna göre 2013 ve 2013 tarihinde altın hesabına gr altın yatırıldığı ve bu gr altın hesabının 2014 tarihinde TL olarak vadeli hesaba aktarıldığı ve miktarının 297,23 TL olarak belirtildiği 2015 tarihinde bir kısmının araç ödemesi olarak çıktığı, 2015 tarihinde vadeli hesap kapatıldığı, vadesiz hesap kullanılmaya devam ettiği anlaşılmış, yukarıda, belirtilen kararlarda belirtildiği şekilde 2013 son ayında altın hesabı açılarak para yatırıldığı, davalı tarafın şüphesinin fesih anında mevcut, belirli, objektif vakıa ve emarelere dayandığı anlaşıldığı bu sebeple yapılan feshin geçerli olduğu kabul edilmiştir.\" Başvurucu, karara karşı 19/2/2019 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuş; hakkında aynı isnatlar ile ceza yargılaması yürütüldüğünü ve beraatına hükmedildiğini, beraat kararının da dosyada olduğunu ancak Mahkemenin bu hususu dikkate almadığını ifade etmiştir. Dosya kapsamında yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde verilen raporun lehine olduğunu belirten başvurucu, rapor kapsamında yapılan tespitte banka hesabına yatırılan tüm mevduatların 17/25 Aralık öncesi olduğu hususunun sabit olduğunu, kaldı ki sadece Bank Asya ile değil başka bankalarla da çalıştığını, disiplin soruşturması sürecindeki beyanlarının samimi olduğunu ve bilgi gizleme amacının olmadığını ileri sürmüştür. Tüm bu süreçler nedeniyle temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğini ifade eden başvurucu, adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, savunma hakkının, kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini belirtmiştir. Belediye ile SASKİ cevap dilekçelerinde, başvurucuya yönelik her ne kadar beraat kararı verilmişse de iş akdinin başvurucunun soruşturma sırasında bilgi gizleme ve yanıltıcı beyanda bulunmak suretiyle dürüstlük ve iyi niyet kurallarına aykırı davrandığı gerekçesiyle feshedildiğini belirtmiştir. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 29/3/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine, davacı tarafça ileri sürülen tüm istinaf sebeplerinin ilk derece mahkemesince usulve yasaya uygun bir şekilde değerlendirilerek hüküm kurulmasına göre davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK'nın353/1-b- Maddesi gereğince esastan reddine karar vermek gerekmiş, açıklanan sebeplerle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.\" Nihai karar 21/4/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı olduğu yönünde gelen ihbar ve Emniyetten gönderilen birtakım tespitler üzerine işe iade davası devam ederken Başsavcılık tarafından soruşturma başlatılmış ve 28/6/2018 tarihinde başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. Bu kapsamda başvurucu \"...Teftiş kurulu tarafından hakkımda Bank Asya sebebiyle iş akdim sonlandırıldı, 1997 yılında ÖSS sınavına hazırlanırken 1 defa Samsun Sakarya Dershanesine gittim, 17/25 Aralık tarihinden önce 2011 olarak hatırlıyorum bu zamanda kimse yok mu derneğine yurt dışında kesilmesi için bir kurban bağışı yaptığımı hatırlıyorum, 17/25 Aralık tarihinden önce 1 yıl kadar Zaman gazetesi aboneliğim vardı ama daha sonra bu aboneliğimi iptal ettirdim, 2010-2011 yılları arasında TÜTEV (Türkiye Teknik Elemanlar Vakfı) Samsun Şubesinde Şube ve Avrupa Birliği Sekreteri olarak çalıştım, buradan 2011 yılı Ağustos ayında ayrılarak SASKİ'de çalışmaya başladım. O tarihten sonra bu şube ile bir bağım olmadı. Samsun Şubesi 2016 yılı Ocak ayında kapandı. Darbe girişiminden sonra da genel merkez FETÖ ile iltisakından dolayı 2016 yılı darbe girişiminden sonra kapandı, Ben kesinlikle talimat üzerine hesap açıp para yatırmadım, 2015 yılından sonra da bu hesap üzerinden iki defa bankacılık işlemi yaptım...\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başsavcılık, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 3/10/2018 tarihinde iddianame düzenlemiş ve Samsun Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde dava açmıştır. Başsavcılık 19/11/2018 tarihli duruşmada verdiği esas hakkındaki mütalaasında başvurucunun;- Geçmiş dönemde örgüte müzahir dershanede eğitim gördüğünü, - Örgüte müzahir derneğe kurban bağışında bulunduğunu, - Örgütün yayın organlarından olan Zaman gazetesine bir yıl süreyle abone olduğunu,- Örgütle iltisakı nedeniyle 667 sayılı KHK ile kapatılan Türkiye Teknik Elemanlar Vakfında (TÜTEV) görev aldığını,- Örgütün finans kuruluşu olan Bank Asyanın müşterisi olduğunu ve üçü sözde örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatından sonra açılmış on iki ayrı hesabının bulunduğu, talimattan sonra 24/10/2014 tarihinde 297 TL tutarında 91 günlük katılım hesabı açtığını, söz konusu hesabını 29/1/2015 tarihinde 573 TL tutar ile vadesinden önce kapattığını, aynı gün bu para ile (29/1/2015 tarihinde) 573 TL tutarında, 35 günlük katılım hesabı açtığını, söz konusu hesaba temditler uygulayarak hesabını 20/5/2015 tarihinde 945 TL tutarla vadesinden önce kapattığını, aynı gün 945 TL tutarında 35 günlük katılım hesabı açtığını, bunun dışında da hesap hareketlerinin bulunduğunu belirtmiş; başvurucunun örgütün talimatı ile hareket ettiğini ileri sürmüştür. Ceza Mahkemesi 7/12/2018 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçu işlediğine dair mahkûmiyete yeter derecede, kesin, inandırıcı, her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Kanun'un 223/2-e maddesi uyarınca başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"...somut olay değerlendirildiğinde; sanık Ayhan Uçar'ın örgüte müzahir derneğe dini ve insani duygularla kurban bağışında bulunduğu, örgütün yayın organlarından olan Zaman gazetesine bir yıl süreyle gerçek ismiyle abone olduğu, örgütle iltisakı nedeniyle 667 sy KHK ile kapatılan TÜTEV'de (Türkiye Teknik Elemanlar Vakfı) görev aldığı, sanığın Asya Katılım Bankasına ait hesap hareketleri incelendiğinde; bahsi geçen banka nezdinde 2005 yılında hesap açtırdığı, 2009, 2011, 2013, 2014 ve 2015 yıllarında açılan katılım hesaplarının olduğu, söz konusu talimattan önce açılan katılım hesapları bulunduğu gibi 2015 yılının ayına kadar da hesabını kullandığı, TMSF tarafından Asya Katılım Bankasına el konulmasından sonra da sanığın hesap hareketlerinin devam ettiği, bu haliyle sanığın bankaya para yatırma ya da katılım hesabı açma eylemlerinin bankacılık hizmetlerinden yararlanma amacına yönelik olup örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme olarak değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.\" Karara karşı hem Başsavcılık hem de başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuş, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 27/6/2019 tarihli kararıyla istinaf taleplerini esastan reddetmiş; karar, temyiz incelemesinden geçerek 28/6/2022 tarihinde kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır.\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:\"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi'dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ecza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16718", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda yapılan aramada ele geçen kitapçığın, örgüt dokümanı kabul edilerek başvurucuya hücreye koyma disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 14/1/2013 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/11/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, verilen ek süre sonunda yazılı görüşünü 20/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 27/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 2/2/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 14/9/2009 tarihli ve E.2006/21, K.2009/797 sayılı hükmü gereğince terör örgütüne üye olmak ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve el değiştirme suçlarından 14 yıl 12 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu, başvuru tarihinde anılan cezanın infazı için Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. 27/2/2012 tarihinde cezaevinde yapılan kısmi arama esnasında başvurucunun kalmakta olduğu koğuşta cilt içinde fotokopi ile çoğaltılmış bir kitapçık bulunmuştur. Bu kitapçık, arama yapan görevliler tarafından cezaevi eğitim birimine verilmek üzere tutanakla başvurucudan alınmıştır. Eğitim Kurulu Başkanlığının 5/3/2012 tarihli ve K.2012/25 sayılı kararı ile kitapçığın, Abdullah Öcalan tarafından yazılan “Kapitalist Modernitenin Aşılması Sorunları ve Demokratikleşme” isimli kitabın fotokopileri olduğu tespit edilmiştir. Kararda, kitapçıkta “PKK terör örgütü propagandası niteliği taşıyan ifadelerin bulunduğunun” anlaşıldığından bahsedilmiştir. Anılan gerekçe dışında başka herhangi bir gerekçe gösterilmemiştir. Anılan kitapçık, eğitim kurulunca yapılan inceleme sonucunda hazırlanan tutanak ile birlikte 5/3/2012 tarihinde disiplin kuruluna tevdi edilmiştir. Başvurucu, disiplin soruşturması kapsamında yaptığı savunmada, üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ve bahse konu kitabın kendisine posta yolu ile gönderildiğini, bu tür postaların eğitim kurulu tarafından incelendikten sonra hükümlü ve tutuklara verildiğini, sakıncalı bir durum bulunması hâlinde hükümlü ve tutuklulara bildirildiğini, anılan kitap sakıncalı ise kurul incelemesinden sonra bu durumun tespit edilmiş ve kitabın kendisine verilmemiş olması gerektiğini belirtmiştir. Cezaevi Disiplin Kurulu, anılan kitapçığı örgütsel doküman kabul ederek 13/3/2012 tarihli ve 2012/75 sayılı kararı ile başvurucuyu, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen 37- maddelerde yer alan eylemlerin tanımına uymayan ve Kanun’da tanımları yapılmamış eylemler, nitelik ve ağırlıkları bunlara benzediklerinde aynı maddelerdeki disiplin cezaları ile karşılanır hükmü gereğince anılan Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (I) bendi uyarınca başvurucu, 15 gün süre ile hücreye koyma cezası ile cezalandırmıştır. Disiplin Kurulunun gerekçesinde başvurucuya ait olan kitapçığın Abdullah Öcalan tarafından yazılan “Kapitalist Modernitenin Açılması Sorunları ve Demokratikleşme” isimli kitap olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Disiplin Kurulunun kararında kitapçığın neden örgütsel doküman kabul edildiğine dair herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Başvurucu, anılan disiplin kararına karşı 28/3/2012 tarihinde Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine itiraz etmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinde yaptığı savunmada, disiplin soruşturması esnasında yaptığı savunmada belirttiği hususlara benzer konuları dile getirmiştir. Kırıkkale İnfaz Hâkimliği, 12/11/2012 tarihli ve E.2012/148, K.2012/489 sayılı kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Olayın değerlendirmesi, hükümlü Hüseyin Sürensoy tarafından fotokopi yoluyla temin edilen ve hükümlü Abdullah Öcalan’a ait kitaptan fotokopi ile çoğaltıldığı anlaşılan yazıların cezaevinde bir araya getirilerek ve ciltlenerek kitap haline dönüştürüldüğü, hükümlü Abdullah Öcalan’ın yasaklanmış kitaplarından fotokopi yolu ile çoğaltılan yazıların olduğu anlaşıldığından, hükümlü hakkında cezaevi idaresinde örgütsel doküman bulundurulması nedeniyle verilen hücre disiplin cezası kanuna uygun olduğundan, hükümlünün şikâyetinin reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Anılan karara yapılan itiraz Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 7/12/2012 tarihli ve 2012/830 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya aykırı olmadığı belirtilmiştir. Karar, 14/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 14/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında verilen 15 gün süre ile hücreye koyma cezası 17/1/2013- 1/2/2013 tarihlerinde infaz edilmiştir.B. Başvuruya Konu Kitap Cezaevinde yapılan aramada ele geçirilen kitapçık UYAP üzerinden Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Kitapçıkta yapılan incelemede sayfaların kim tarafından yazıldığı açıkça anlaşılmamaktadır. Öte yandan internet üzerinden temin edilen Abdullah Öcalan’ın “Kapitalist Modernitenin Açılması Sorunları ve Demokratikleşme” isimli kitabı ile başvurucuya ait kitapçığın karşılaştırılmasında anılan kitap ile başvurucudan ele geçen kitapçığın aynı olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuya ait olan kitapçığın incelenmesinde sayfa numaralarının el yazısı ile yazıldığı ve bu kapsamda kitapçığın ile sayfalarında ceza infaz kurumu mektup okuma komisyonunun “GÖRÜLDÜ” kaşesinin olduğu belirlenmiştir. Anılan kitabın içeriği internetten temin edilen nüsha üzerinden incelenmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu, Disiplin Kurulu ve İnfaz Hâkimliği kitabın bulundurulmasının neden disiplin cezası gerektirdiğine dair ayrıntılı bir gerekçe sunmamışlardır. Sadece Eğitim Kurulu kitabın terör propagandası içerdiğini belirtmiş ancak bunun dışında terör propagandasının kitabın hangi bölümünde veya sayfasında olduğuna dair herhangi bir belirlemede bulunmamıştır. “Kapitalist Modernitenin Açılması Sorunları ve Demokratikleşme” isimli kitapta yazar, “adil yargılanmasının” neden gerçekleştirilmediğinin temel nedenlerini ortaya koymayı ve bu nedenlerin anlaşılması için derinlemesine ve tüm kategoriler içinde çözümleme yapmayı amaçladığını ifade etmiştir. Kitap, kendi içinde iki ayrı kitaptan oluşmaktadır. Birinci kitap “UYGARLIK - Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı”, ikinci kitap ise “KAPİTALİST UYGARLIK -Maskesiz Tanrılar ve Çıplak Krallar Çağı” olarak adlandırılmıştır. Birinci kitapta üç bölüm bulunmaktadır: “ Yöntem ve Hakikat Rejimi Üzerine, Uygarlığın Temel Kaynakları, Kentin Uygar Toplumu”. Yöntem ve hakikat rejiminde, tarihte ve günümüzde alışılagelen inceleme ve araştırma yolları aktarılmış ve bu bağlamda yazar kendi yönetimini ortaya koymaya çalışmıştır. Ayrıca yazar kendi yorumunu “hakikat rejimi” kabul ederek yaşamın anlamına en iyi nasıl ulaşabileceği sorunsalına cevap aramıştır. Yazar ikinci bölümde uygarlığın temel kaynaklarını tarihsel ve coğrafi boyutları temelinde değerlendirmiştir. Kentin uygar toplumu bölümünde ise kapitalist modernitenin ağır tahribatı altında kaldığı belirtilen toplum bilimi yeniden yorumlanmıştır. Bu bağlamda Sümer toplumu temelinde uygar toplumun nasıl yorumlanması gerektiği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ayrıca bu bölümde uygar toplumun yayılma sorunları, coğrafi ve tarihsel bir perspektifle farklı uygarlıklar temelinde incelenmiştir. İkinci kitap altı bölümden oluşmaktadır. İkinci kitapta kapitalizmin bir üretim biçimi olarak doğuşu ve toplumda yol açtığı “kanserleşme” açıklanmaya çalışılmıştır. Yazarın kendi ifadesi ile “Başlangıçta tüm toplumların hor gördüğü metalaşma ve değişim değeri nasıl oldu da topluma hükmeden yeni tanrılar oldular? Eskinin kendilerini rengârenk kıyafetlere büründüren, kale ve saraylarda apayrı yaşamlar halinde ayrıcalıklaştıran çok az sayıdaki kralları, nasıl oldu da aşırı çoğalmış ve çıplak biçimde tebaalarından ayırt edilemez hale geldiler? Çok bilimcil, çok iktidarlı ve maddiyatlı bir sistem olduğu halde, neden çevresi ve içyapısıyla bu sistem altında en cahillerin bile yol açamayacağı hastalıklar ve ölümlerle tükenen topluluklara dönüşülüyor?” sorularına cevaplar aranmıştır. Kitap, genel olarak yazarın bakış açısından, tarihî uygarlıkların geçirdiği süreçler doğrultusunda kapitalist modernitenin nasıl oluştuğunu tarihsel ve coğrafi bakış açısı ile ortaya koyma çabası içindedir. Felsefi temeller üzerinde yapılan değerlendirmede yazar demokratik uygarlıkla “özgür bireyler” olunabilmesi için kapitalist modernitenin yapısının ve temel yayılma alanlarının çözülmesinin gerekliliği üzerinde durmuştur. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 5275 sayılı Kanun’un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” Anayasa Mahkemesinin 3/10/2013 tarihli ve E.2013/28, K.2013/106 sayılı kararı ile iptal edilen 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) 37 ilâ 46 ncı maddelerde yer alan eylemlerin tanımına uymayan ve kanunda tanımları yapılmamış olan eylemler, nitelik ve ağırlıkları bakımından bunlara benzediklerinde, aynı maddelerdeki disiplin cezaları ile karşılanırlar.” 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Eğitim kurulunun görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkasının (ı) bendi şöyledir:“(1) Eğitim kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir;…ı) Kuruma gelen her türlü yayının, kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek,…” ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/749", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda yapılan aramada ele geçen kitapçığın, örgüt dokümanı kabul edilerek başvurucuya hücreye koyma disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, tapu iptali ve tescil talebiyle 2006 yılında dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 3/2/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/11/2009 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 2/7/2010 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/742 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama halen devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7709", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucular, 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 25/9/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 12/3/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/4/2013 tarih ve 37071 sayılı görüş yazısı 11/5/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 10/6/2013 havale tarihli beyan dilekçesi sunmakla, Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını on beş günlük yasal süre içerisinde ibraz etmemişlerdir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili Fethiye ilçesi Kaya Köyü Tunçpınarı mevkiinde kain 1330 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespiti sırasında yarı hissesinin başvurucular murisi Aziz Bolel adına tespitine karar verilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmazın tespit malikleri aleyhine Fethiye Tapulama Mahkemesinin E.1957/466 sayılı dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır. Fethiye Tapulama Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin E.1957/466, K.1971/3 sayılı kararı ile taşınmazın tespit gibi, sunulan veraset ilamları uyarınca tespit maliklerinin mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Belirtilen taşınmaz hakkında Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmaz malikleri aleyhine Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 ve E.2002/699 sayılı dosyaları ile tapu iptali ve tescil davaları açılmıştır. Açılan bu davalarda Orman Genel Müdürlüğü tarafından, dava konusu parselin bulunduğu köyde 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 3302 sayılı Kanunla değişik ve maddeleri ile Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkındaki Tüzük’ün maddeleri uyarınca uygulama yapıldığı ve dava konusu parselin bir kısmının kesinleşen orman tahdidi sınırları içinde kaldığı ifade edilerek, belirtilen kısmın tapusunun iptaline ve orman vasfı ile hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi talep edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan davalar Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyası üzerinde birleştirilmiştir. Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyasında devam eden yargılama sırasında, Fethiye Kadastro Mahkemesince 27/12/2011 tarihli yazı ile dava konusu taşınmazın 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22-A bendi uyarınca yapılan uygulama çalışmalarında 251 ada 4 parsel sayılı taşınmaz olarak uygulamaya tabi tutulduğu ve tespit tutanaklarının Kadastro Mahkemesine gönderildiği bildirilmiştir. Fethiye Kadastro Mahkemesinin bahsedilen yazısı üzerine Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/5/2012 tarih ve E.2002/175, K.2012/295 sayılı görevsizlik kararı ile dosyanın Fethiye Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Fethiye Kadastro Mahkemesinin 22/4/2013 tarih ve 2013/223 muhabere sayılı yazısında, Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyasının henüz Fethiye Kadastro Mahkemesine devredilmediği bildirilmiştir.B. İlgili Hukuk 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/13", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile mülkiyet hakkının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculara ait Karaman ili Ermenek ilçesi Çavuş köyünde bulunan 138 ada 15 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santrali Tesisleri Projesi kapsamında Bakanlar Kurulunca 31/1/2009 tarihinde acele kamulaştırma kararı alınmıştır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 10/2/2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinden (Mahkeme) bedeli tespit edilmek kaydıyla anılan taşınmaza acele el konulmasını talep etmiştir. Mahkeme 6/5/2009 tarihinde talebi kabul etmiş ve bilirkişi raporuna dayalı olarak belirlenen 601,87 TL'nin başvuruculara ödenmesi karşılığında bu taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir.İdare 5/5/2010 tarihinde aynı Mahkemede, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış; bilirkişiler taşınmazın özelliklerini gözeterek ve net gelir yöntemine göre 2010 yılı fiyat, masraf ve verim verilerini kullanarak taşınmazın toplam değerini 929,69 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme 12/3/2012 tarihinde davanın kabulü ile kamulaştırma bedelinin 929,69 TL olarak tespitine karar vermiştir. Kararda, daha önce başvuruculara ödenen 601,87 TL'den belirlenen kamulaştırma bedeli mahsup edilmiştir. Mahkeme, yapılan mahsup işlemi sonucu bakiye 672,18 TL'nin başvurucular tarafından bankadan çekilme tarihine kadar varsa işlemiş olan mevduat faizi ile birlikte davacı idareye verilmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca kamulaştırılan taşınmazın baraj gölü içinde kalması sebebiyle tapudan terkinine hükmetmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 2/10/2012 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, tarım arazisi olan taşınmazın değeri belirlenirken sulamaya ilişkin resmi verilerin esas alınmaması ile taşınmazın terkinine ve harç alınmasına yer olmadığına karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 7/3/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 31/3/2014 tarihinde bu defa kamulaştırma bedelinin 194,35 TL olarak belirlenmesine karar vermiştir. Buna göre dosya kapsamında başvuruculara ödenen bedelin mahsubu ile eksik kalan 592,48 TL'nin de 6/9/2010 tarihinden 31/3/2014 tarihine kadar yasal faiz işletilerek başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca taraflar yararına karşılıklı olarak 500 TL vekalet ücretine hükmetmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/11/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.Nihai karar, başvurucu vekiline 10/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19289", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile mülkiyet hakkının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, iş mahkemesinde açılan alacak davasında tanık beyanları ve bilirkişi raporlarında lehe olan hususların dikkate alınmaması sonucu hatalı ve keyfî karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 14/5/2009 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında başvurucu, 1/1/1994 - 5/1/2009 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde çalıştığını, 1/5/2009 tarihinde yaşlılık aylığı bağlatmak amacıyla işyerinden ayrıldığını, ancak kıdem tazminatının 26/12/1996 tarihinde işe başlamış gibi ödendiğini, 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğince Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun'dan (Basın İş Kanunu) kaynaklanan her yıl bir maaş tutarındaki ikramiyesinin ödenmediğini, işyerinde günlük çalışma saatlerinin 9:00-18:00 saatleri arasında olmasına rağmen siyasi muhabir olması nedeniyle bu saatlerin dışında günlük ortalama üç saat fazla çalışması olduğunu, hafta sonu davalı işyerinde tatil olmasına rağmen her ay ortalama iki hafta sonu çalıştığını, yıllık izin ücretlerinin de eksik ödendiğini ifade etmiş, brüt maaşının 2008, 2007, 2006, 2005 ve 2004 yıllarındaki değerlerini belirterek ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, dava dilekçesinde miktarlarını belirttiği kıdem tazminatına, her yıl için ödenmesi gereken bir maaş tutarında ikramiyenin, fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili çalışmasının, yıllık izin alacağının, kıdem tazminatı için en yüksek mevduat faizi oranı ile diğer alacak kalemleri için Basın İş Kanunu uyarınca %5 fazlası ile ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Yargılama sonunda Ankara İş Mahkemesi 5/12/2011 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: \"... Tarafların gösterdiği deliller toplanmış, SSK kayıtları, işyeri kayıtları celp edilmiş, tüm deliller birlikte değerlendirilmiştir.  Davacının SSK kayıtlarına ve işverene sunduğu ibranameye göre 1994-1996 yıllarında çalıştığı dosya kapsamından anlaşılmıştır. Davacının iş akdinin davalı işverenlik tarafından feshedildiği anlaşılmakla, alacaklarının tespiti için dosya bilirkişiye verilmiştir. Davacının akdin feshi tarihinde tazminata esas ücretinin 605,00 TL. olduğu anlaşılmakla, hesaplamada bu miktar nazara alınmıştır.  Dinlenen tanık beyanlarından davacının fazla mesai yaptığına dair kesin ve inandırıcı beyanları bulunmadığından davacının fazla mesai %5 fazlalığı alacağı, UBGT %5 fazlalığı alacağı,hafta sonu %5 fazlalığı alacağı,yıllık izin %5 fazlalığı alacağı talepleri sübut bulmadığından reddine karar vermek gerekmiştir.  Alınan 27/09/2011 tarihli bilirkişi raporu, tarafların iddia ve savunmalarını irdeler mahiyette olmakla, dosya kapsamına ve Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına uygun bulunmakla, bilirkişinin yaptığı tespit ve değerlendirmelere aynen iştirak olunarak, aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir. ...\" İlk derece mahkemesi kararı temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesince 17/4/2014 tarihinde onanmış ve yargılama sona ermiştir.  Yargıtay onama ilamı başvurucuya 3/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 25/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12846", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iş mahkemesinde açılan alacak davasında tanık beyanları ve bilirkişi raporlarında lehe olan hususların dikkate alınmaması sonucu hatalı ve keyfî karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, karara dayanak alınan Cumhuriyet savcısının itirazının başvurucuya tebliğ edilmemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini, ceza soruşturmasıyla dahi ispatlanamamış bir eylem hakkında ağır ceza mahkemesinin \"tehdit ettiğinin sabit olduğu\" şeklinde bir beyana yer vermesinin masumiyet karinesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 6/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 30/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/3/2020 tarihinde salgın nedeniyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi için süreler 15/6/2020 tarihine kadar durdurulduğundan başvuru, süresinde yapılmıştır. Başvurucuya ceza infaz kurumu tarafından üç gün hücreye koyma disiplin cezası uygulanmıştır. Başvurucunun şikâyeti üzerine infaz hâkimliğince cezanın kaldırılmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine itiraz makamınca infaz hâkimliği kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17934", "Başvuru Konusu":"Başvuru, karara dayanak alınan Cumhuriyet savcısının itirazının başvurucuya tebliğ edilmemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini, ceza soruşturmasıyla dahi ispatlanamamış bir eylem hakkında ağır ceza mahkemesinin \"tehdit ettiğinin sabit olduğu\" şeklinde bir beyana yer vermesinin masumiyet karinesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, maddi zararın karşılanması talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/7/2012 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21732", "Başvuru Konusu":"Başvuru, maddi zararın karşılanması talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan yargılandığı davada 2/6/2018 tarihinde gözaltına alınmış ve bir gün gözaltında kalmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucu beraat etmiş ve 2/12/2019 tarihinde beraat kararı kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı gözaltı tedbiri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Başvurucu 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme; gözaltına alınan ve daha sonrada beraat eden başvurucunun manevizarar gördüğünün kabulü gerektiği, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinde kişilerin manevi tüm zararlarını devletten isteyebileceklerinin düzenlendiğigerekçesiyle başvurucuya 100 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, manevi tazminat miktarının yetersiz olduğunu belirtilerek istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesiistinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 9/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 29/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19522", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, belediyeye bağlı bir kuruluşta çalışmaya başlandığı gerekçesine dayalı olarak yaşlılık aylığının kesilmesi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun yaşlılık aylığı tahsis talebini değerlendiren Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından (SGK) başvurucuya 1/1/1995 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı tahsis edilmiştir. Başvurucu 16/6/2003 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünde (İZSU) avukat olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun yaşlılık aylığı almaya başladıktan sonra tekrar çalışmaya başladığı dönemde SGK tarafından başvurucuya yaşlılık aylığı ödenmesine devam edilmiştir. 1/1/2005 tarihinde yürürlüğe giren 28/12/2004 tarihli ve 5277 sayılı 2005 Mali Yılı Bütçe Kanunu’nun maddesinin (f) fıkrasının ikinci paragrafıyla herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların, kanunda sayılan kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalışmaları durumunda emeklilik veya yaşlılık aylıklarının kesilmesini zorunlu kılan yasal düzenleme yapılmıştır. İZSU tarafından başvurucunun yaşlılık aylığı almakta olduğu ve kurumlarında görev yaptığı 14/1/2005 tarihinde SGK'ya bildirilmiştir. Bunun üzerine SGK, 10/2/2005 tarihli yazı ile başvurucunun aylığının 2005 yılı Mart ayı itibarıyla kesildiğini başvurucunun çalıştığı kuruma bildirmiştir. Öte yandan SGK 1/1/2005-17/3/2005 tarihleri arasına ilişkin olarak başvurucuya ödenen yaşlılık aylıklarının tahsili istemiyle İzmir İcra Müdürlüğünün 2005/9665 sayılı dosyasında icra takibi başlatmıştır. Başvurucu, 20/10/2005 tarihinde İcra Müdürlüğüne \"böyle bir borcunun olmadığını\" belirterek takibe itiraz dilekçesi vermiştir. SGK tarafından başvurucu aleyhine 4/8/2006 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Mahkeme 18/6/2007 tarihinde davanın kısmen kabulü ile takibin 293,02 TL alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz işletilmek suretiyle devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun yaşlılık aylığı almakta iken çalışmasını sürdürdüğü ve 5277 sayılı Kanun'un maddesine göre başvurucuya 1/1/2005 tarihinden sonra 293,02 TL yaşlılık aylığı ödendiği belirtilmiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/11/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daire, söz konusu kanun hükmünün, SGK'ya aylık kesme yükümü getirmeyip, diğer kuruluşlara aylığı kesilmemiş kişileri çalıştırmama yükümlülüğünü öngördüğü gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 2/3/2009 tarihinde bozma ilamına uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. Bu karar da temyiz edilmiş, Dairenin 11/5/2009 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu sırada söz konusu düzenlemenin bütçe kanunuyla ilgisinin bulunmadığı gerekçesiyle iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmuş ancak Anayasa Mahkemesince henüz iptal istemi hakkında bir karar verilmeden 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle mezkur düzenleme yürürlükten kaldırılarak söz konusu hükümler aynı Kanun'un maddesinde yeniden düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesince sonradan verilen 28/12/2005 tarihli ve E.2005/146, K.2005/105 sayılı kararla kanun koyucu tarafından yürürlükten kaldırılan 5277 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı, bütçe kanunuyla düzenlenmesi yasak olan konuları içerdiği gerekçesiyle iptal edilmiştir. 5335 sayılı Kanun'un ilgili düzenlemeyi içeren maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için tekrar Anayasa Mahkemesine başvurulmuş, ancak Anayasa Mahkemesinin 3/4/2007 tarihli ve E.2005/52, K.2007/35 sayılı kararıyla düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olmadığı belirtilerek iptal istemi reddedilmiştir. Başvurucu kesilen yaşlılık aylığının bağlanması istemiyle SGK aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde 22/2/2006 tarihinde dava açmıştır. Ancak Mahkeme 14/2/2007 tarihinde uyuşmazlığın çözümü bakımından adli yargı yerlerinin görevli olduğunu belirterek davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucu bu defa yaşlılık aylığı kesilmesi işleminin iptali istemiyle 10/4/2009 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 10/2/2010 tarihinde davanın kabulü ile başvurucunun 1/3/2005 tarihinden itibaren yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 5277 sayılı Kanun'un ve 5335 sayılı Kanun'un maddesindeki hükümlerin, SGK'ya aylık kesme yükümlülüğü getirmediği belirtilmiştir. Mahkemeye göre anılan hükümler ile diğer kuruluşların aylığı kesilmemiş kişileri çalıştırmama yükümlülüğü bulunmaktadır. Kararda ayrıca başvurucunun 2005 yılı Mart dönemine kadar ödenen yaşlılık aylıkları konusunda başlatılan icra takibine itirazın iptali davasının reddine ilişkin kesinleşmiş hükme ve bu davadaki Yargıtay ilamlarına da atıfta bulunulmuştur. SGK tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Dairenin 15/7/2010 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında, yapılan kanun değişikliklerine göre herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık veya emeklilik aylığı alanların, bu aylıkları kesilmeksizin, 5335 sayılı Kanun'un maddesinde açıklanan nitelikte çalıştırılamayacakları ve görev yapamayacakları vurgulanmıştır. Daire, emredici bu kanuni düzenlemeye aykırı biçimde çalışanların, fiilen çalışılan döneme ait yaşlılık veya emeklilik aylıklarının SGK tarafından kesilip yersiz ödenen aylıkların geri alınmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Bozma ilamında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (Genel Kurul) 27/5/2009 tarihli ilamında da aynı yaklaşım ve görüşün benimsendiğine dikkati çekmiştir. Daire ayrıca kesin hükmün ancak konusunu oluşturan husus hakkında geçerli olduğunu belirterek itirazın iptali davasında verilen hükmün eldeki dava bakımından kesin hüküm niteliğini taşımadığını açıklamıştır. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 29/12/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm Dairenin 26/12/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Onama ilamında, İZSU'nun 5335 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası sayılan kurumlardan olduğuna vurgu yapılmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 5277 sayılı Kanun'un maddesinin (f) fıkrasının mülga ikinci paragrafı şöyledir:“Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar. ” Anayasa Mahkemesinin 14/11/2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 28/12/2005 tarihli ve E.2005/146, K.2005/105 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Bu durumda, diğer yasalarla düzenlenmesi gereken konuların bütçe yasasıyla düzenlenmesi Anayasa'nın , , , ve maddelerine aykırılık oluşturduğundan itiraz konusu kuralların iptali gerekir.VI-SONUÇ2004 günlü, 5277 sayılı '2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu'nun maddesinin (f) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragraflarının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2005 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.\" 5335 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...c) 2004 tarihli ve 5277 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin (f) fıkrası ile 30 uncu maddesi ve 37 nci maddesinin (e) ve (i) fıkraları,...Yürürlükten kaldırılmıştır.\" 5335 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası ve dördüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar.Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri;... f) Yaş haddini aşmamış olmaları kaydıyla her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarında ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler (üniversitelerde ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler hakkında yaş haddini aşmamış olmaları kaydı aranmaz.),...Hakkında uygulanmaz. ” Yargısal İçtihatlar Anayasa Mahkemesinin 3/4/2007 tarihli ve E.2005/52, K.2007/35 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Dava konusu kural, emekli veya yaşlılık aylığı almakta olan kişinin kendini çalışma gücüne sahip görerek kendi isteği ile kuralda belirtilen yerlerde yeniden çalışmaya başlaması durumunda emekli aylığının kesilmesine ilişkindir.Buna göre, kişinin sosyal güvenlik hakkı ortadan kaldırılmamakta ve emeklilik statüsü zarar görmemektedir. Kural, sadece belirtilen yerlerde çalışıldığı ve karşılığında gelir elde edildiği sürece emekli aylığının kesilmesini öngörmektedir. Bu durumda da sosyal güvenliğin sosyal riskler karşısında asgari yaşam düzeyinin sağlanması amacı ortadan kalkmamaktadır. Kişi, yaşlılık dolayısıyla çalışamama riski karşılığında sosyal güvenlik sisteminin sağladığı emekli veya yaşlılık aylığından, belirtilen kurumlarda çalışarakdaha iyibir yaşam elde etmedüşüncesiyle kendi isteği ile vazgeçmektedir.Anayasa'nın maddesinde, çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu belirtilmiş, Devlete, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı denetlemek ve işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli önlemleri almak ödevi verilmiştir. Devlet, kişinin çalışma hakkını kullanabilmesi için iş alanında gerekli önlemleri alacak ve sınırlamaları kaldırarak görevini yerine getirecek, birey de çalışarak topluma yük olmaktan kurtulacaktır. Devletin herkese iş verme, herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, Devlet olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır. Buna göre, Devlet işsizlere de iş imkanı sağlayacak istihdam tedbirlerini almak zorundadır. Sosyal güvenlik kurumlarından emekli veya yaşlılık aylığı almakta iken kendi isteği ile belirtilen yerlerde yeniden çalışmaya başlayanların emekli veya yaşlılık aylıkların kesilmesinin, özellikle öğrenimlerini tamamlayıp iş arayan gençlere iş bulma amacı dikkate alındığında daha büyük sorunların çözümüne yönelik düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.Açıklanan nedenlerle, sosyal güvenlik kurumundan emekli veya yaşlılık aylığı almakta olanların, kuralda sayılan kurum ve kuruluşlarda kendi istekleri ile yeniden çalışmaya başlamaları ve karşılığında aylık almaları nedeniyle, yaşlılık veya emekli aylıklarının kesilmesini öngören dava konusu kural, Anayasa'nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.\" Genel Kurulun 27/5/2009 tarihli ve E.2009/21-168, K.2009/218 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:\"Açıklanan yasal süreç karşısında somut olayın değerlendirilmesine gelince; Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların, bu aylıkları kesilmeksizin belediyelerde herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamayacakları ve görev yapamayacaklarına, dair düzenlemenin 2005 tarihinden başlamak suretiyle yürürlükte olduğu belirgindir. Davacının, dava dışı Belediye ile imzaladığı sözleşmeler uyarınca 2005 ile 2006 tarihleri arasında avukat olarak çalıştığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı ile Belediye arasında düzenlenen sözleşmenin, 5393 sayılı Kanunun maddesine dayalı olarak düzenlendiği ve davacının anılan madde kapsamında sözleşme ile çalıştığı ve bu çalışmanın ise yukarıda da dayanakları açıklandığı üzere sözleşmeye konu 2005- 2006 tarihlerine yürürlükte bulunan 5277 ve 5335 sayılı kanun ile getirilen yasal düzenlemeye aykırı olduğu açıktır.Şu durumda; yerel mahkemenin davacının çalıştığı dönemin tamamı yönünden verilen, davanın kabulüne ilişkin kararı usule ve açıklanan yasal düzenlemelere aykırıdır.\" B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin, kural olarak mülkiyeti edinme hakkını içermediğini kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 65731/01-65900/01, 12/4/2006, § 53). Bununla birlikte AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin, yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı ya da bir bölümünde, sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduklarını belirtmektedir. AİHM bu sebeple birçok hukuk sisteminin, bireylerin belli bir derecede belirlilik ve güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar sağladığını ve bu çerçevede, öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi şartıyla bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda hak tanıyan düzenlemelere yer verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM bu bağlamda ister önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın, iç hukuka göre sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda, bu ekonomik menfaatlerin 1 No.lu ek Protokol'ün maddesi kapsamında olduğu sonucuna varmıştır (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, §§ 38-39). AİHM'e göre mülkiyet hakkına konu bir menfaatin sonradan ortadan kaldırılması, en azından ortadan kaldırıldığı ana kadar bu menfaatin, 1 No.lu ek Protokol'ün maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilmesini engellemez (Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 105). Öte yandan AİHM, uyuşmazlık konusu menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı ancak bu şartın yerine getirilmediği durumlarda ise söz konusu menfaatin 1 No.lu ek Protokol'ün maddesi anlamında mülk olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir (Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, §§ 82-83). AİHM, sosyal güvenlik sisteminin düzenlenmesi ve bu kapsamda hangi yardımların veya ödemelerin yapılacağı ya da ne kadar yapılacağı hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkileri olduğunu kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 53). AİHM, Fabian/Macaristan ([BD], B. No: 78117/13, 5/9/2017) kararında yaşlılık aylığının kesilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir. Ayrımcılık yasağı kapsamında mülkiyet hakkının değerlendirildiği bu başvuru, bir kamu kuruluşundan emekli olan başvurucunun yeniden çalışmaya başlaması nedeniyle yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkindir. AİHM kararında özel ve kamu sektörlerinden emekli olanlar ile kamu sektöründen emekli olanların kendi aralarında farklı uygulama yapılarak kamu sektöründen emekli olan bazı kişilerin yaşlılık aylıklarından kesinti yapılmasının, müdahalenin taşıdığı meşru amaç dikkate alındığında ölçüsüz olmadığı sonucuna varılmıştır (Fabian/Macaristan, §§ 112-134). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2960", "Başvuru Konusu":"Başvuru, belediyeye bağlı bir kuruluşta çalışmaya başlandığı gerekçesine dayalı olarak yaşlılık aylığının kesilmesi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; telefon, ziyaret ve havalandırma haklarından haftalık yararlandırılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, İzmir (kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesinin 24/11/1998 tarihli kararıyla Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmının devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan,1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca ölüm cezasına hükmedilmiştir. 7/5/2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle Anayasa'dan ölüm cezası ile ilgili maddelerin çıkarılması üzerine 21/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunla Türk Ceza Kanunu'nda yer alan ölüm cezası ile ilgili maddeler de çıkarılarak bu suçlara verilen cezalara karşılık müebbet ağır hapis cezası öngörülmüştür. 5218 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile de müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen kesinleşmiş cezalar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülmüştür. 1/6/2005 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi ile suç karşılığında uygulanan yaptırım olarak cezalar, hapis ve adlî para cezaları şeklinde düzenlenmiştir. Anılan yasal değişiklikler gözetilerek ölüm cezasının kaldırılması nedeniyle Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığının 16/11/2002 tarihli müddetnamesi ile başvurucunun cezası müebbet ağır hapis cezası olarak belirlenmiştir. Başvurucunun Adana F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden sonra yaptığı başvuru sonucu Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2007 tarihli müddetname ile başvurucunun cezasını müebbet hapis cezası olarak tespit etmiştir. Başvurucunun ziyaretçi görüş hakkı ile havalandırma hakkını kullanma talebi Adana İnfaz Hâkimliğinin 14/11/2007 tarihli kararıyla başvurucu hakkında düzenlenen müddetnamede cezanın müebbet hapis cezası olarak belirlenmiş olduğu vurgulanarak kabul edilmiştir. Başvurucu 10/11/2014 tarihinde Bolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiş; Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 24/11/2014 tarihli müddetname ile başvurucunun infaza esas cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak tespit edilmiştir. Başvurucu; infazın müebbet hapis cezasına göre gerçekleştirilmesi gerektiğini belirterek telefonla görüşme, ziyaret ve havalandırma haklarından haftalık olarak yararlandırılmasını ve lehine olan hakların iade edilmesini Bolu İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) talep etmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 6/3/2015 tarihli kararıyla başvurucunun talepleri reddedilmiştir. Anılan kararda, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/2014 tarihli müddetnamesiyle hükümlünün cezasının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak belirlendiği vurgulanarak talebin reddine, 13/12/2004 tarihli 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinde yer alan yasal hakların kullandırılmasına hükmedilmiştir. İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı yapılan itiraz ise Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 16/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme, kararın usule ve yasaya uygun olduğunu belirtmiştir. Nihai karar başvurucuya 24/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu, 18/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5218 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"A) 1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun;...3) 13 üncü maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının ilk cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.Ağır hapis cezası, ağırlaştırılmış müebbet, müebbet veya muvakkattir.Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ve müebbet ağır hapis cezası hükümlünün hayatı boyunca devam eder....24) 125 inci maddesinde yer alan 'ölüm' ibaresi, 'ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis' olarak değiştirilmiştir.'' 5218 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:\"Ölüm cezaları 2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun hükümlerine göre müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülenlerin kesinleşmiş cezaları, bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, kendiliğinden ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüşür. Bu hükümlülerin, ceza infaz kurumunda geçirecekleri süre ile infaz usulü, hükmü veren mahkeme tarafından ve dosya üzerinden saptanır.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Cezalar\" kenar başlıklı maddesişöyledir:\"Suç karşılığında uygulanan yaptırım olarak cezalar, hapis ve adlî para cezalarıdır. \" 5275 sayılı Kanun'un \"Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır. c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz. ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır.\" 5275 sayılı Kanun'un \"Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1)Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9524", "Başvuru Konusu":"Başvuru, telefon, ziyaret ve havalandırma haklarından haftalık yararlandırılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, hizmet kusurundan kaynaklanan alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların Yargıtay kararlarında cevaplanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/3/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, Antalya ili Finike ilçesine bağlı H.. Belediyesinde memur olarak çalıştığı dönemde maaşının eksik ödendiğini belirterek 24/4/2007 tarihinde Belediyenin muhasebe müdürü Ü.Ö. aleyhine alacak davası açmıştır.Finike Sulh Hukuk Mahkemesi, 29 celse süren yargılama sonunda 6/2/2013 tarihinde verdiği kararda, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açabileceğinin belirtildiğini, davacının kamu çalışanı olan davalının görevini kötüye kullanması nedeniyle uğradığı zararıtalep ettiğini bu nedenle husumetin idareye yöneltilmesi gerektiğini belirterek pasif husumet yokluğu nedeniyle davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/1/2014 tarihli kararında, usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle hüküm onanmıştır. Onama kararı 17/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 17/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3673", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hizmet kusurundan kaynaklanan alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların Yargıtay kararlarında cevaplanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, medikal sıhhi araç ve gereç satım işiyle iştigal etmektedir. Başvurucu Şirket, farklı tarihlerde Hacettepe Üniversitesine (Üniversite) 381,29 TL tutarında tıbbi araç ve gereç satmıştır. Başvurucu Şirketin satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için Üniversite/idare nezdinde yaptığı başvurular sonuçsuz kalmıştır. Başvurucu Şirket, faturalara dayalı olup ödenmeyen hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla bu defa Üniversite aleyhine Ankara İcra Müdürlüğünün (İcra Müdürlüğü) E.2010/2238 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatmıştır. Üniversitenin 22/2/2010 tarihinde takibin 829,59 TL'lik kısmına itiraz edip geri kalan tutarı kabul etmesi üzerine 521,27 TL dosya asıl alacağı kesinleşmiştir. Borçlu Üniversite tarafından dosyada tahakkuk etmiş anapara borcuna mahsuben 30/4/2010 tarihinde 000 TL, 26/4/2011 tarihinde 700 TL ve 30/7/2011 tarihinde 300 TL, 19/10/2011 tarihinde 000 TL, 18/11/2011 tarihinde 000 TL, 13/5/2012 tarihinde 000 TL, 24/6/2012 tarihinde 000 TL, 12/8/2012 tarihinde 000 TL, 22/8/2012 tarihinde 000 TL, 29/8/2012 tarihinde 000 TL, 6/9/2012 tarihinde 000 TL, 23/9/2012 tarihinde 000 TL, 25/9/2012 tarihinde 000 TL, 10/10/2012 tarihinde 000 TL, 19/10/2012 tarihinde 000 TL, 27/12/2012 tarihinde 556,23 TL ve 8/2/2013 tarihinde 985,47 TL olmak üzere toplam 521,27 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır. Müteakiben İcra Müdürlüğünce Üniversiteye gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil 158,85 TL'lik bakiye borcun ödenmesi için 9/10/2014 tarihinde ödeme muhtırası gönderilmiş ve borcun yedi gün içinde ödenmemesi durumunda icra işlemlerine devam edileceği bildirilmiştir. Bu gelişme üzerine de idarece kesinleşmiş olan alacağın ödenmesini teminen herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Akabinde başvurucu, sırasıyla 1/11/2017, 12/4/2018, 29/8/2018 ve 12/9/2018 tarihlerinde Üniversiteye bakiye borç muhtıraları göndertmiştir. Son tarihli muhtırada bakiye borç miktarı 267,94 TL olarak hesaplanmıştır. Nitekim başvurucu, İcra Müdürlüğünün 28/9/2018 tarihli hesabına göre de 267,94 TL alacaklıdır. Diğer yandan başvurucu Şirketçe sırasıyla 10/5/2017, 15/6/2017 ve 14/9/2017 ve 1/11/2017 tarihlerinde mezkûr alacak kalemlerinin de tahsili amacıyla icra takibi yenilenmiştir. Üniversite; son iki muhtıraya ilişkin cevabi yazılarda kamu mallarının haczedilemeyeceğini, nakit durumuna göre belirlenecek ödeme planı çerçevesinde ödeme yapılacağını ve4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesinin ilk fıkrası gereğince işlem yapılacağını bildirmiştir. Başvurucu Şirket 14/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre geçen süre zarfında Üniversite tarafından başvurucu Şirketin takibe konu kalan alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1594", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; muris muvazaası sebebine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında maddi olguların ve hukuk kurallarının hatalı değerlendirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuruculardan Cuma Yıldırım 15/11/2020 tarihinde ölmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Bekir Yıldırım ve Mehmet Yıldırım sırasıyla 1944 ve 1946 doğumlu olup Gaziantep'te ikamet etmektedir. Başvurucular 28/12/1994 yılında ölen Y.nin mirasçılarıdır. Gaziantep ili Şahinbey ilçesi Doğanca köyünde kâin 103 ada 108 parsel numaralı ve 246,71 m² yüzölçümüne sahip taşınmaz, kadastro çalışması sonucunda 9/10/1992 tarihinde başvurucuların kardeşi Ö.Y. adına tespit, akabinde de tescil edilmiştir. Ö.Y. taşınmazı 23/12/2013 tarihinde K.ye satmıştır. Başvurucuların iddiasına göre bu satış işlemi diğer mirasçıların dava açmasını önleme amaçlıdır. Başvurucular 9/2/2016 tarihinde Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Ö.Y.nin ve K.nin mirasçıları aleyhine muris muvazaasına dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, babalarının zilyetliğinde olan taşınmazın mirastan mal kaçırmak amacıyla kadastro sırasında Ö.Y. adına tespit ve tescil ettirildiği belirtilmiştir. Dilekçede; Ö.Y.nin K.ye yaptığı satışın gerçek olmadığı, aleyhine diğer mirasçılar tarafından dava açılmasını engellemeye yönelik olduğu savunulmuş, bu nedenle tapunun iptali gerektiği iddia edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/5/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların menkul mal hükmünde olduğu ve taşınır malların bağışlanmasının herhangi bir şekil şartına tabi olmadığı, bu nedenle muris tarafından zilyetliğin devri suretiyle Ö.Y. lehine yapılan tasarrufun geçerli bulunduğu belirtilmiştir. Yargıtayın 1/4/1974 tarihli ve E.1974/1, K.1974/2 sayılı içtihadı birleştirme kararının somut olayda uygulanamayacağının vurgulandığı kararda, murisin bu tasarrufunun saklı payları ihlal ettiğinin saptanması hâlinde tenkise tabi tutulabileceği, bununla birlikte eldeki davanın tenkis davası olmaması sebebiyle belirtilen yönüyle bir incelemenin yapılmasına olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucular aleyhine 371,40 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucular bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde; olayda gizli bağışlamanın mevcut olduğu ve bunun muvazaa niteliğini taşıdığı belirtilmiştir. Dilekçede, kadastro işleminden sonra taşınmazın tapulu hâle geldiği, bu hususun gözetilerek değerlendirme yapılması gerektiği öne sürülmüştür. İstinaf dilekçesinde vekâlet ücretine ilişkin olarak herhangi bir iddia ileri sürülmemiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 2/1/2018 tarihinde istinaf istemini esastan reddetmiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz isteminde bulunmuştur. Ancak temyiz dilekçesinde vekâlet ücretine ilişkin olarak herhangi bir iddia ileri sürülmemiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 18/2/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 16/3/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:\"Birinci derecede mirasçılar, müteveffanın füruudur.Çocuklar, müsavat üzere mirasçıdır.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Füruu, baba ve anası, erkek ve kız kardeşi yahut karısı veya kocası sağ iken vefat eden murisin ölüme bağlı tasarrufları, bu kimselerin mahfuz hisseleri miktarından fazla olan mallarında muteberdir.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Mahfuz hisse aşağıdaki miktarlardan ibarettir. Füru için kanuni miras hakkının dörtte üçü, Ana ve babadan her biri için kanuni miras hakkının yarısı, Kardeşlerden herbiri için kanuni miras hakkının dörtte biri, Sağ kalan eş için, füruu ile birlikte mirasçı olması halinde kanuni miras hakkının tümü, diğer hallerde kanuni miras hakkının yarısı.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Aşağıdaki hallerde, ölüme bağlı tasarruflar iptal olunabilir:...3 - Gerek doğrudan doğruya, gerek muhtevi olduğu şartlar itibariyle kanuna muhalif veya ahlaka mugayir olması....\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Mahfuz hisselerinin baliğ olduğu miktarı alamıyan mirasçılar, tasarruf nisabını tecavüz eden teberruun tenkisini dava edebilirler.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Aşağıdaki tasarruflar, ölüme bağlı teberrular gibi tenkise tabidir.1 - İadeye tabi olmamak üzere miras hissesine mahsuben cihaz, teessüs masrafı yahut mal terki şeklinde vaki ölüme bağlı olmayan teberrular.2 - Miras haklarının berveçhi peşin tasfiyesi maksadiyle yapılan teberrular.3 - bağışlamayanın, kayıtsız ve şartsız rücua hakkı olan bağışlamalar ile adet üzere verilen hediyeler müstesna olarak, vefatından evvelki bir sene içinde yapılmış bağışlamalar.4 - Mahfuz hisse kaidelerini bertaraf etmek kasdiyle yapıldığı aşikar olan temlikler.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Miras, ölüm ile açılır. Murisin ölümüne bağlı olmayan teberru ve taksimleri, mirasa alakaları noktasından mirasın açıldığı gündeki haline göre takdir edilir.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Miras açılınca, mirasçılar onun tamamına sahip olurlar. Kanunda açıkça yazılı haller müstesna olmak üzere, mütevaffanın alacakları ve bilcümle hakları ve zilyed bulunduğu malları, mirasçılarına intikal eder ve bu mirasçılar müteveffanın borçlarından şahsan mesul olurlar.\" Yargıtayın 1/4/1974 tarihli ve E.1974/1, K.1974/2 sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da ol[masın] miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanununun ve maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına ... karar verildi.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13050", "Başvuru Konusu":"Başvuru, muris muvazaası sebebine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında maddi olguların ve hukuk kurallarının hatalı değerlendirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Cizre Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Van Valiliği tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 28/1/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 13/2/2017 tarihinde Cizre Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 5/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 28/3/2019 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekili tarafından Ulusal Elektronik Tebligat Sistemi (UETS) üzerinden elektronik ortamda 10/5/2019 tarihinde açılmıştır. Başvurucu 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20727", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, başvurucunun katıldığı bazı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde marş eşliğinde halay çekmesi ve sloganlar atması nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1989 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Gaziantep Üniversitesinde öğrencidir. 7/3/2012 tarihinde saat 30 sıralarında, Gaziantep Üniversitesi Yerleşkesi içindeki bir yurtta aynı odada bulunan iki öğrenci arasında karşılıklı darp olayı meydana gelmiştir. Darp olayı, elinde sarı, kırmızı, yeşil renklerden oluşan bir tespih çeken E.A.nın diğer öğrenci H.T.nin “O hangi takımın renkleri?” şeklindeki sorusuna “Kürdistan bayrağının renkleri.” şeklinde cevap vermesi üzerine başlamıştır. Bu olay nedeniyle her iki öğrenci hakkında da adli işlem yapılmıştır. Aynı gün saat 45 sıralarında E.A.ya destek vermek amacıyla yaklaşık 200 kişilik bir grup Gaziantep Üniversitesi Yerleşkesi içindeki yurdun önünde toplanmıştır. Söz konusu öğrenci grubu yine yurt önünde toplanan ve “Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber” şeklinde slogan atan yaklaşık 30 kişilik öğrenci grubuna karşı taşlı saldırı girişiminde bulunmuş ancak bu girişim güvenlik güçlerince engellenmiştir. Bu olayın ardından silahlı terör örgütü PKK'nın güdümünde yayın yapan internet sitelerinden Fırat Haber Ajansı 8/3/2012 tarihinde sabah erken saatlerde “...Kürt yurtsever öğrenciler yaşanan saldırıları protesto etmek amacıyla İnşaat Mühendisliği Fakültesi önünde saat: 00'de kitlesel bir basın açıklaması yapacaklar.” şeklinde bir haber yayımlamıştır. Anılan haberdeki çağrıya uygun olarak 8/3/2012 tarihinde saat 00’de Gaziantep Üniversitesi Yerleşkesi'nde başvurucunun da aralarında bulunduğu yaklaşık 250 kişilik bir grup toplanmıştır. Grup “Katil Polis Üniversiteden Defol, Faşizme Karşı Omuz Omuza, Kürt Halkı Uyuma Onuruna Sahip Çık, Baskılar Bizi Yıldıramaz, Direne Direne Kazanacağız, Kahrolsun Faşizm, Antep Faşizme Mezar Olacak, Biji Serok Apo (yaşasın Başkan Apo), Be Serok Jiyan Nabe (Başkansız Yaşam Olmaz), Jin Jiyan Azadi (Kadın Yaşam Özgürlük)” şeklinde sloganlar atmıştır. Protesto sırasında topluluğa doğru kimliği tespit edilemeyen bir kişinin eliyle bozkurt işareti olarak tabir edilen işareti yapması üzerine grup bu şahsı yuhalayarak kendisine fiziki saldırıda bulunmaya çalışmış ise de güvenlik güçleri bunu engellemiştir. Başvurucu hakkında bahse konu toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılarak \"Biji Serok Apo (Yaşasın Başkan Apo)\" ve \"Be Serok Jiyan Nabe (Başkansız Yaşam Olmaz)\" şeklinde sloganlar attığı ve grubu yönlendirdiği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. 20/3/2012 tarihinde Gaziantep Üniversitesi Yerleşkesi'nde 100 öğrencinin katılımıyla \"Alternatif 21 Mart Nevruz Etkinlikleri\" adıyla bir etkinlik düzenlenmiştir. Grup tarafından müzik, marş, slogan ve halay eşliğinde “Be Serok Jiyan Nabe (Başkansız Yaşam Olmaz), Biji Nevroz, Nevroz Piroz Be, Şehit Namırın (Şehitler Ölmez)” şeklinde sloganlar atılmış; on üç askerin şehit olduğu Dağlıca Karakolu baskınını anlattığı ve PKK/KCK terör örgütü tarafından klip hâline getirildiği belirtilen \"Oramar (Dağlıca)\" isimli marş söylenmiştir. Marş içinde geçen \"PKK saflarında direnişe davet var\" bölümünde karşıt görüşten grubun ıslıklarla tepki gösterdiği ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında bahse konu toplantıda grupla birlikte halay çekerek grubu yönlendirdiği gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. 19/4/2012 tarihinde Gaziantep Üniversitesi Yerleşkesi'nde müzikli bir etkinlik düzenlenmiş, etkinlikte on üç askerin şehit olduğu Dağlıca Karakolu baskınını anlattığı ve PKK/KCK terör örgütü tarafından klip hâline getirildiği belirtilen \"Oramar (Dağlıca)\" ve \"Delila ü Arges (Halkımın Umudu)\" isimli marşlar da söylenmiştir. Başvurucu hakkında bahse konu toplantıda \"Delila ü Arges (Halkımın Umudu)\" isimli marşı söyleyerek halay çektiği gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. 29/4/2012 tarihinde Gaziantep Üniversitesi Yerleşkesi'nde bir öğrenci derneği tarafından yaklaşık altmış öğrencinin katılımıyla müzikli bir etkinlik düzenlenmiş, etkinlikte on üç askerin şehit olduğu Dağlıca Karakolu baskınını anlattığı ve PKK/KCK terör örgütü tarafından klip hâline getirildiği belirtilen \"Oramar (Dağlıca)\" isimli marş da söylenmiştir. Başvurucu hakkında bahse konu toplantıda grupla birlikte halay çektiği gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında yukarıda belirtilen soruşturmalar neticesinde Cumhuriyet savcısı 28/1/2013 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör örgütüne üye olma ve dört kez terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yürüten (kapatılan) Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/1/2013 tarihinde başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan ayrı ayrı dört kez 1 yıl 8 ay, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan ise 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkemenin terör örgütünün propagandasını yapma suçuna ilişkin değerlendirmeleri şu şekildedir:\"[-] 2012 Tarihinde Meydana Gelen Olayla İlgili Olarak... Bilirkişi K. düzenlediği 2012 tarihli raporda; sanığın grupla birlikte hareket ettiğini, zafer işareti yaparak 'Biji serok APO (Yaşasın Başkan Apo) ve Be serok jiyan nabe (Başkansız Yaşam Olmaz)' şeklinde sloganlar attığını ve grubu yönlendirdiğini belirtmiştir.Sanık savunmasında, ' Olay nedeni ile 08/03/2012 tarihinde üniversite içinde düzenlenen yürüyüşe katıldım bu yürüyüşe arkadaşlarım katıldığı için ben katıldım, sebebinin ne olduğunu ben olaydan sonra öğrendim, bir kavga olayını protesto etmek amacı ile bu yürüyüş ve toplantı yapılmış ancak iddia edildiği gibi yasa dışı slogan atmadım' şeklinde beyanda bulunmuştur.Sanık savunması, dosya içerisinde bulunan izleme tespit tutanağı ve bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde; sanığın terör örgütünün yaptığı eylem çağrısı üzerine 2012 tarihinde gerçekleştirilen eylemlere aktif olarak katıldığı, eylem sırasında grubu yönlendirdiği ve kendisinin de grupla birlikte 'Biji serok APO (Yaşasın Başkan Apo) ve Be serok jiyan nabe (Başkansız Yaşam Olmaz)' şeklinde sloganlar attığı, bu suretle üzerine atılı PKK/KONGRA-GEL Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak suçunu işlediği sabit olduğundan eylemine uyan 3713 sayılı TMK'nın 7/2-son maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir. [-] 2012 Tarihinde Meydana Gelen Olayla İlgili Olarak... Bilirkişi K. düzenlediği 2012 tarihli raporda; sanığın grupla birlikte halay çektiğini, başkaca bir eyleminin tespit edilemediğini belirtmiştir.Sanık savunmasında, ' Olay olarak belirtilen 20/03/2012 tarihindeki gösteriye katıldım, alternatif nevroz etkinliği olduğu için buna katıldım ayrıca ben gösteri sırasında oramar marşını söylemedim ve grubu yönlendirmedim' şeklinde beyanda bulunmuştur.Sanık savunması, dosya içerisinde bulunan izleme tespit tutanağı ve bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde; sanığın 2012 günü saat: 30 sıralarında Gaziantep Üniversitesi Kampüs alanı içerisinde bulunan AKM Atatürk Kültür Merkezi önünde bulunan park alanında, PKK/KCK terör örgütü sempatizanı kişilerin organizesinde yaklaşık (100) kadar öğrencinin katılımı ile alternatif 21 Mart Nevruz Etkinlikleri adı altında mevcut grubu motive etmek ve sempatizan kazanmak amacıyla düzenlenen, ateş yakarak etrafında Kürtçe müzik, marş, slogan ve halay eşliğinde 'BE SEROK JİYAN NABE (BAŞKANSIZ YAŞAM OLMAZ), BİJİ NEVROZ, NEVROZ PİROZ BE, ŞEHİT NAMIRIN (ŞEHİTLER ÖLMEZ)' şeklinde sloganların atıldığı terör örgütünün propagandasına dönüştürülen etkinliğe katıldığı, terör örgütü tarafından klip haline getirilerek yayın organlarında devamlı suretle yayınlanan ve terör örgütünün (13) askerimizin şehit olduğu Dağlıca Karakol baskınını anlatan, ORAMAR (DAĞLICA) isimli marşı eşliğinde halay çekerek grubu yönlendirdiği, sanığın eylem sırasında şiddet yöntemlerini benimsemiş silahlı terör örgütünün fikirlerini etkinliğe katılan kişilere benimsetmeye çalışıp, örgüte sempatizan kazandırmayı hedeflediği ve sanığın bu suretle üzerine atılı PKK/KONGRA-GEL Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak suçunu işlediği sabit olduğundan eylemine uyan 3713 sayılı TMK'nın 7/2-son maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir. [-] 2012 Tarihinde Meydana Gelen Olayla İlgili Olarak... Bilirkişi K. düzenlediği 2012 tarihli raporda; sanığın grupla birlikte Halkımın Umudu isimli marş eşliğinde halay çektiğini belirtmiştir.Sanık savunmasında, ' Olayla ilgili olarak 19/04/2012 tarihindeki gösteriye ben vizelerimiz bittiği için stres atmak amacı ile katıldım. Oramar marşını söylemedim ancak halay çekmedim' şeklinde beyanda bulunmuştur.Sanık savunması, dosya içerisinde bulunan izleme tespit tutanağı ve bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde; 2012 günü saat:30 sıralarında, Gaziantep Üniversitesi (öğretim kurumu içerisinde) Kredi ve Yurtlar Kurumu karşısında bulunan çayırlık alanda, PKK/KCK terör örgütüne eleman temin etmek, sempatizan kazanmak, mevcut gurubu motive etmek ve terör örgütünü benimsemeyen diğer öğrencileri tahrik etmek amacı ile kaynaşma adı altında müzikli etkinlik düzenlendiği, sanığın da terör örgütünün propagandasına dönüştürülen etkinliğe katıldığı, terör örgütü tarafından klip haline getirilerek yayın organlarında devamlı suretle yayınlanan ve terör örgütünün (13) askerimizin şehit olduğu Dağlıca Karakol baskınını anlatan, ORAMAR (DAĞLICA) isimli marş eşliğinde halay çekerek grubu yönlendirdiği, sanığın eylem sırasında şiddet yöntemlerini benimsemiş silahlı terör örgütünün fikirlerini etkinliğe katılan kişilere benimsetmeye çalışıp, örgüte sempatizan kazandırmayı hedeflediği ve sanığın bu suretle üzerine atılı PKK/KONGRA-GEL Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak suçunu işlediği sabit olduğundan eylemine uyan 3713 sayılı TMK'nın 7/2-son maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir. [-] 2012 Tarihinde Meydana Gelen Olayla İlgili Olarak... Bilirkişi K. düzenlediği 2012 tarihli raporda; sanığın grupla birlikte halay çektiğini belirtmiştir.Sanık savunmasında, ' Olayla ilgili olarak 29/04/2012 tarihindeki gösteriye ben katılmadım, o tarihte ben Diyarbakır'da idim' şeklinde beyanda bulunmuştur.Sanık savunması, dosya içerisinde bulunan izleme tespit tutanağı ve bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde; 29/04/2012 günü saat:30 sıralarında, Gaziantep Üniversitesi Kampüs alanı içerisinde bulunan (öğretim kurumu içerisinde) Kredi Yurtlar kurumu Yurt Müdürlüğü karşısında bulunan çayırlık alanında, PKK/KCK terör örgütüne eleman temin etmek, sempatizan kazanmak, mevcut grubu motive etmek ve terör örgütünü benimsemeyen diğer öğrencileri tahrik ve provoke amacıyla Antep Demokratik Öğrenci Derneği (ADÖDER) bünyesinde faaliyet gösteren kişilerin organizesinde (60) kadar öğrenci grubunun katılımı ile düzenlenen etkinliğe sanığın da katıldığı, etkinlik sırasında Kürtçe müzik, marş, halaylar eşliğinde; terör örgütü tarafından klip haline getirilerek yayın organlarında devamlı yayınlanan ve terör örgütünün Dağlıca Karakol baskınını anlatan ORAMAR (DAĞLICA) isimli marş eşliğinde halay çektiği, sanığın eylem sırasında şiddet yöntemlerini benimsemiş silahlı terör örgütünün fikirlerini etkinliğe katılan kişilere benimsetmeye çalışıp, örgüte sempatizan kazandırmayı hedeflediği ve sanığın bu suretle üzerine atılı PKK/KONGRA-GEL Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak suçunu işlediği sabit olduğundan eylemine uyan 3713 sayılı TMK'nın 7/2-son maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.\" Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine 12/1/2016 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) terör örgütünün propagandasını yapma suçundan verilen mahkûmiyetlerin onanmasına karar vermiştir. Daire, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçu bakımından hükmü bozmuştur. Daire kararının terör örgütünün propagandasını yapma suçundan onamaya ilişkin kısmı şöyledir:\" 2012 tarihinde üniversite kampüsünde farklı siyasi görüşlere mensup iki öğrence arasında kavga olayı yaşandığı, bu hadise nedeniyle bölücü terör örgütünün internet sitelerindeki çağrı üzerine 2012 tarihinde 250-300 kişilik grubun toplanarak basın açıklaması yapmak istedikleri sırada, karşıt görüşlü bir öğrenciye saldırı girişimlerinin güvenlik güçleri tarafından önlendiği, grubun PKK - KCK terör örgütü lehine dolaylı ve doğrudan şiddete çağrı niteliğindeki slogan attığı, sanığın da 'biji serok Apo' ve 'be serok jiyan nabe' (başkansız yaşam olmaz) şeklinde atmış olduğu sloganların, olayın oluş biçimi iki farklı siyasi görüşe mensup öğrenci grubu arasındaki süregelen cebir şiddete teşvik edici olması, kamu düzeni ve güvenliğinin bozulması için açık ve yakın tehlike oluşturması gözetildiğinde atılan sloganların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğinin anlaşılması karşısında tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükümlerin ONANMASINA...\" Başvurucu, karardan 29/4/2016 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 27/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun \"Terör örgütleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:\"Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır...\" 3713 sayılı Kanun'un \"Terör örgütleri\" kenar başlıklı maddesinin yürürlükte olan son hâlinin ilgili kısmı şöyledir:\"(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır...\" B. Uluslararası Hukuk 16/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) giriş bölümünde aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:\"Avrupa Konseyi'nin üye devletleri ve imzacılar olarak;Terörizmi önlemek için etkin önlemler almayı ve özellikle, terör suçlarını işlemeyi alenen tahrike, terörist saflara katmaya ve eğitime karşı mukabelede bulunmayı arzu ederek;...Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek;Terörist eylemlerin doğası veya koşulların gereği olarak, halkı sindirmek veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir eylemi yerine getirmeye veya yerine getirmekten kaçınmaya haksız olarak zorlamak veya bir ülkeyi veya uluslararası bir örgütü ciddi biçimde istikrarsız hale getirmek veya temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını güttüklerini hatırda bulundurarak;Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır.\" Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin \"Terminoloji\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:\"(1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terör suçu' Ek'te sıralanan antlaşmalardan birinin kapsamına giren ve bu antlaşmalarda tanımlanan suçlar anlamına gelir.\" Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin \"Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik\" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:\"1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır.\" Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin \"Terörist saflara katma\" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: \"1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terörist saflara katma' bir başka kişiyi terörist bir eylemi işlemeye veya bu eylemin işlenmesine katılmaya veya bir veya daha fazla suçun bir dernek veya grup tarafından işlenmesine katkıda bulunmak amacıyla bir dernek veya gruba katılmaya teşvik etmek anlamına gelmektedir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörist saflara katmayı ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır.\" Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin \"Terör suçunun işlenip işlenmemesi arasında fark bulunmaması\" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:\"Bir eylemin Sözleşmenin 5 ila maddelerinde belirtilen suçlardan birini teşkil etmesi için, bu eylemin bilfiil gerçekleşmiş olması gerekmeyecektir.\" Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin \"Koşullar ve güvenceler\" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: \"l) Her bir Taraf, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşme, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve uluslararası hukuk uyarınca diğer yükümlülüklerinde yer aldığı şekilde ve o Tarafa uygulanabildiği durumlarda, insan hakları yükümlülüklerine, özellikle ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve din özgürlüğüne saygı göstererek bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdasını, uygulanmasını ve yerine getirilmesini sağlayacaktır.2) Bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdası, uygulanması ve yerine getirilmesinde ayrıca, izlenen meşru amaçlar ve demokratik toplum açısından gereklilik göz önünde bulundurularak orantılılık ilkesine bağlı kalınacak ve her türlü keyfilik, ayrımcılık veya ırkçı muamele dışında tutulacaktır.\" Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunda, şiddet içeren terör suçlarına doğrudan veya dolaylı teşvik oluşturacak mesajlara yönelik belirli sınırlamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) uygun olduğu hatırlatılmıştır (açıklayıcı rapor, § 91). Açıklayıcı raporda, daha sonra terör suçlarının işlenmesine dolaylı teşvik ile meşru eleştiri hakkı arasındaki sınırın nerede olduğu meselesinin önemine değinilmiştir:\" Bu hükmü [Terör Suçunun İşlenmesine Alenen Tahrik (Madde 5)] kaleme alırken, CODEXTER [Sözleşme’nin uygulanmasının değerlendirmesi mekanizması olan Terörizmle Mücadelede Uzmanlar Komitesi], Parlamenter Asamblenin (Görüş no. 255 (2005), paragraf 3 vii ve devamı) ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin (doküman BcommDH (2005) 1, paragraf 30 sonu) bu hükmün, terör şiddetine dolaylı tahrik oluşturabilecek 'bir eylemin failini öven mesajları veya mağdurların aşağılanması, terörist örgütlere mali kaynak isteyen veya diğer benzeri davranışları' kapsayabileceği hususundaki görüşlerini dikkate almıştır. Daha kazuistik olana göre bu hüküm daha genel nitelikte bir formül kullanmakta ve Tarafların terör suçlarını savunan mesajların yayılmasını veya farklı bir şekilde kamuya sunulmasını cezalandırmasını gerektirmektedir. Bu hükmün uygulanması bakımından, bunun doğrudan veya dolaylı yollardan yapılıp yapılmadığı önem taşımamaktadır. Doğrudan tahrik, çoğu hukuk sisteminde bir şekilde suç teşkil ettiğinden özel bir soruna yol açmamaktadır. Dolaylı tahriki bir suç haline getirmenin amacı uluslararası hukukta veya eylemde mevcut olan boşluğu bu alanda hükümler ekleyerek telafi etmektir. Bu hüküm, suçun tanımı ve uygulaması bakımından Taraflara belirli miktarda takdir yetkisi tanımaktadır. Örneğin, bir terör suçunu gerekli ve haklı göstermek dolaylı teşvik suçunu oluşturabilir. Ancak, uygulanmasında iki şartın karşılanmasını gerektirmektedir: ilk olarak, bir terör suçunun işlenmesi hususunda özel bir kastın varlığı gerekir, aşağıda verilen paragraftaki diğer bir gerekliliğe göre de tahrik hukuka aykırı bir şekilde ve kasten işlenmelidir. İkinci olarak, böyle bir eylemin sonucu, bu tip bir suçun işlenmesi tehlikesine neden olmalıdır. Böyle bir tehlikeye neden olup olmadığı değerlendirilirken, yazarın ve mesajın muhatabının niteliği yanında suçun hangi bağlamda işlendiği AİHM’nin oluşturduğu içtihat anlamında dikkate alınacaktır. Tehlikenin önemi ve inandırıcılığı iç hukukun gereklerine uygun olarak ele alınmalıdır.… Kamuya bir mesajın sunulması için, çeşitli araçlar ve teknikler kullanılabilir. Örneğin, basılı yayınlar veya diğerlerinin erişebileceği yerlerde yapılan konuşmalar, kitle iletişim araçları veya elektronik imkânların, özellikle, mesajların e-posta ile yayılması veya sohbet odalarında, haber grupları veya tartışma ortamında materyallerin değişimi gibi imkânları sunan internetin kullanımı. AİHM içtihatları ilave rehberlik sunmaktadır. Bu bağlamda, CODEXTER (doküman CODEXTER (2004)19) için hazırlanan AİHM’nin ilgili içtihatlarının derlemesine müracaat edilmelidir.\" Ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin daha fazla kaynak için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 46-59; Meki Katar [GK], B. No: 2015/4916, 3/10/2019, §§ 18-35; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23- ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10657", "Başvuru Konusu":"Başvuru, başvurucunun katıldığı bazı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde marş eşliğinde halay çekmesi ve sloganlar atması nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, öğretim görevlisi olarak çalışılan fakültede mobbinge maruz kalınma iddiasıyla yapılan suç duyurusu üzerine verilen men-i muhakeme kararı nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön inceleme neticesinde başvurunun, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına 9/1/2014 tarihinde karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümünde öğretim görevlisidir. Başvurucu, 2010-2011 öğretim yılında gireceği derslerin hukuka aykırı olarak elinden alındığı iddiasıyla İzmir İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Anılan Mahkemenin 23/12/2010 tarihli ve E.2010/1601 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulmasına; 6/4/2011 tarihli ve E.2010/1601, K.2011/79 sayılı kararıyla başvurucudan alınan derslerin öğretim üyesi S. K. Y.ye devredildiği, bu kişiye lisans ve yüksek lisansta toplamda fazla ders görevi verildiği, bu kişinin daha önce yürüttüğü derslerin ise üniversite dışından ek ders saat ücreti karşılığında A. Ö. isimli kişiye verildiği, başvurucunun sicil raporlarının tümünün olumlu olduğu ayrıca eğitim öğretim çalışmalarını gereği gibi yerine getirmediği ve başarısız olduğu yolunda somut herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamadığı, bu nedenle başvurucuya ders görevi verilmemesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan işlemin iptaline karar verilmiştir. Anılan karar, Danıştay Dairesinin 20/11/2014 tarihli ve E.2011/6065, K.2014/8944 sayılı kararıyla onanmıştır. İdare tarafından karar düzeltme yoluna başvurulmuş, talep hakkında henüz bir karar verilmemiştir. Başvurucu anılan davada verilen yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının idare tarafından uygulanmadığını, kendisine ders görevi verilmediğini belirterek yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle İzmir İdare Mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme, yargı kararlarının yerine getirilmediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 10/4/2013 tarihli ve E.2011/1454, K.2013/465 sayılı kararla davanın kabulüne, başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Davalı idarenin itiraz başvurusu üzerine, İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2013/5526, K.2013/4959 sayılı kararında başvurucuya 000 TL tazminat ödenmesinin yeterli olacağı gerekçesiyle itirazın kısmen reddi ile kararın 000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine ilişkin kısmının onanmasına, itirazın kısmen kabulü ile manevi tazminat isteminin 000 TL’lik kısmına ilişkin davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Mahkemenin 15/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun 2011 yılı sicili orta olarak düzenlenmiş, bu işleme karşı açtığı dava sonucunda İzmir İdare Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ve E.2012/2116, K.2013/2076 sayılı kararıyla sicilin orta olarak düzenlenmesi işlemi iptal edilmiştir. Yine başvurucunun 2012 yılı sicili orta olarak düzenlenmiş; anılan işlem, İzmir İdare Mahkemesinin 16/5/2013 tarihli ve E.2012/2117, K.2013/692 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Başvurucu, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Başkanı T. hakkında yargı kararlarını yerine getirmeyerek görevini kötüye kullandığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğünün 28/6/2011 tarihli işlemiyle itiraza ilişkin men-i muhakeme kararı verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Danıştay Birinci Dairesinin 24/11/2011 tarihli ve E.2011/1429, K.2011/1874 sayılı kararıyla men-i muhakeme kararının bozulmasına, şüphelinin yargılanmasının gerekliliğine ve eylemine uyan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi gereğince yargılanmasına karar verilmiştir. İzmir Sulh Ceza Mahkemesinin 28/5/2012 tarihli ve E.2012/69, K.2012/825 sayılı kararıyla sanık T.nin başvurucu lehine verilen yargı kararlarını uygulamadığı, sanığın bu suretle görevi kötüye kullanma suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesiyle adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, aynı şikâyetle Fakülte Yönetim Kurulu Üyesi ve Bölüm Ana Sanat Dalı Başkanı S. K. Y. hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçeyle ilgilinin görev ve yetkilerini kötüye kullanılması suretiyle lehine olan yargı kararlarının kasten ve keyfî olarak etkisiz kılınmaya çalışıldığını belirterek suç duyurusunda bulunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 8/10/2012 tarihli ve 2012/1896 sayılı evrakı kapsamında görevsizlik kararı verilerek dosya, soruşturmayı yürütmekle yetkili Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmiştir. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun maddesi uyarınca açılan ceza soruşturması sonucunda Dokuz Eylül Üniversitesi Ceza Kurulunun 12/2/2013 tarihli ve 2013/03 sayılı kararı ile soruşturma konusu suçun unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından son soruşturma açılmasına mahal olmadığına, men-i muhakeme kararının incelenmek üzere Danıştay Birinci Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Danıştay Birinci Dairesinin 16/5/2013 tarihli ve E.2013/499, K.2013/671 sayılı kararı ile dosyadaki bilgi ve belgelere göre mevcut delillerin atılı suçlardan dolayı şüpheli hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğünce oluşturulan Yetkili Kurulun 12/2/2013 tarihli men-i muhakeme kararının onanmasına karar verilmiştir. Bu karar 12/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” 2547 sayılı Kanun’un “Genel esaslar” kenar başlıklı maddesinin (c) fıkrasının (1), (2), (3) ve (4) numaralı bentleri şöyledir: “c. (Değişik: 14/4/1982 - 2653/3 md.) Ceza soruşturması usulü:  Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır: (1) İlk soruşturma:  Yükseköğretim Kurulu Başkanı için, kendisinin katılmadığı, Milli Eğitim Bakanının başkanlığındaki bir toplantıda, Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil edilecek en az üç kişilik bir kurulca, diğerleri için, Yükseköğretim Kurulu Başkanınca veya diğer disiplin amirlerince doğrudan veya görevlendirecekleri uygun sayıda soruşturmacı tarafından yapılır.  Öğretim elemanlarından soruşturmacı tayin edilmesi halinde, bunların, hakkında soruşturma yapılacak öğretim elemanının akademik unvanına veya daha üst akademik unvana sahip olmaları şarttır.  (2) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına;  a) Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri ile Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesi,  b) Üniversite rektörleri, rektör yardımcıları ile üst kuruluş genel sekreterleri hakkında, Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil edilecek üç kişilik kurul,  c) Üniversite, fakülte, enstitü ve yüksekokul yönetim kurulu üyeleri, fakülte dekanları ve dekan yardımcıları, enstitü ve yüksekokul müdürleri ve yardımcıları ile üniversite genel sekreterleri hakkında, rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurul,  d) Öğretim elemanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri hakkında üniversite yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul,  e) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlar hakkında, mahal itibariyle yetkili il idare kurulu, Karar verir.  f) Yükseköğretim Kurulu ile üniversite yönetim kurullarınca oluşturulacak kurullarda görevlendirilecek asıl ve yedek üyeler bir yıl için seçilirler. Süresi sona erenlerin tekrar seçilmeleri mümkündür.  (3) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına karar verecek kurullar üye tamsayısı ile toplanır. Kurullara ilk soruşturmayı yapmış olan üyeler ile haklarında karar verilecek üyeler katılamazlar. Noksanlar yedek üyelerle tamamlanır. Diğer hususlarda bu Kanunun 61 inci maddesi hükümleri uygulanır. (4) Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesinde verilen lüzum-u muhakeme kararına itiraz ile men-i muhakeme kararlarının kendiliğinden incelenmesi Danıştayın İdari İşler Kuruluna aittir. Diğer kurullarca verilen lüzum-u muhakeme kararına ilgililerce yapılacak itiraz ile men-i muhakeme kararları kendiliğinden Danıştay 2 nci Dairesince incelenerek karara bağlanır. Lüzum-u muhakemesi kesinleşen Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyelerinin yargılanması Yargıtay ilgili ceza dairesine, temyiz incelemesi Ceza Genel Kuruluna, diğer görevlilerin yargılanmaları suçun işlendiği yer adliye mahkemelerine aittir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6129", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öğretim görevlisi olarak çalışılan fakültede mobbinge maruz kalınma iddiasıyla yapılan suç duyurusu üzerine verilen men-i muhakeme kararı nedeniyle Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50164", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 28/4/2011 tarihinde açtığı davanın 4/7/2019 tarihinde tamamlandığı, davada delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 7/11/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36852", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade ve basın özgürlükleri kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan birçok şüpheli hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 27/7/2016 tarihinde Bursa'da gözaltına alınmış ve İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 30/7/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 8/8/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılık 10/4/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma ve darbeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/4/2017tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/112 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 8/12/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 29/12/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, itirazın reddine dair kararın 23/1/2018 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiş ve buna ilişkin tebligat belgesini de dosyaya sunmuştur. Başvurucu 23/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 6/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu; mahkûmiyet kararını istinaf etmiş, istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 25/6/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu kararı temyiz etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:\"Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:\"Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Karar\" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:\"Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9800", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade ve basın özgürlükleri kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. .", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucuların maliki bulunduğu Mersin ili Tarsus ilçesi Deliminnet Mahallesi'nde kâin 1844 (ifrazen 2360) parsel sayılı 714,64 m² yüz ölçümündeki taşınmazın yol yapımı ve emniyet sahası tesis etmek amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM/İdare) tarafından acele kamulaştırmasına karar verilmiştir. İdare tarafından 20/11/2015 tarihinde Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan acele kamulaştırma davasında; i. 28/11/2015 tarihinde yapılan keşif gözleminde taşınmazın yüksek sera içerisinde erkenci erik ve boş tarla mahiyetinde olduğu belirtilmiştir. ii. 3/12/2015 tarihli fen bilirkişi raporunda, başvuru konusu taşınmaz içerisinde 600 m² yüz ölçümünde yüksek sera bulunduğu, geriye kalan alanın tarla durumunda olduğu ifade edilmiştir. iii. Ziraat, mülk ve inşaat bilirkişilerinden oluşan 14/12/2015 tarihli bilirkişi heyeti raporunda ise fotoğraf da eklenmek suretiyle bu 600 m² sera alanı içerisinde erik değil salatalık dikili olduğu, taşınmazın arta kalan bölümünün de tarla olarak kullanıldığı belirtilmiştir.iv. Mahkeme bilirkişi raporları doğrultusunda 12/1/2016 tarihinde başvuru konusu taşınmazın kamulaştırma bedelini 853 TL olarak belirleyip bedelin ödenmesi karşılığında taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. v. Kararda ayrıca bedele ilişkin itirazların ileride açılacak kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında değerlendirileceği açıklanmıştır. Başvurucular 10/2/2016 tarihinde delil tespiti isteminde bulunmuştur. Başvurucular, başvuru konusu taşınmazdaki ağaçlar ve su kuyusu ile yüksek sera alanının keşif yapılarak tespitini talep etmiştir. Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen tespit davasında; i. 19/2/2016 tarihinde yapılan keşif gözleminde taşınmaz içerisinde yüksek sistem havalandırmalı seranın, seranın arka yan kısmında benzinli motor ile çalışan sondaj kuyusunun ve sera dışında erik ağaçlarının dikili olduğu bir bölümün bulunduğu belirtilmiştir. ii. 25/2/2016 tarihli fen bilirkişi raporunda, başvuru konusu taşınmaz içerisinde 860 m² yüz ölçümde yüksek seranın olduğu, sera alanı dışında 13 adet erik ağacı bulunduğu ve ayrıca sondaj kuyusunun yer aldığı belirtilerek krokide gösterilmiştir.iii. İnşaat ve ziraat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetinin sunduğu 10/3/2016 tarihli raporda ise fen bilirkişi raporunda belirtilen ağaçların altı yaşında olduğu açıklandıktan sonra sera, ağaçlar ve sondaj kuyusunun değerleri belirtilmiştir. Neticede anılan muhdesatların toplam değerinin 258 TL olduğu tespit edilmiştir.B. Kamulaştırma Davası Süreci Tarafların kamulaştırma bedeli hususunda uzlaşmaya varamamaları üzerine İdare, başvurucular aleyhine 24/8/2016 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucular cevap dilekçesinde özellikle Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan delil tespiti dosyasının dikkate alınması gerektiğini de vurgulamıştır. Mahkemece 20/12/2016 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Başvurucular vekili keşifteki beyanında 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca yapılmış tespit dikkate alınarak raporun tanzim edilmesini talep etmiştir. İki ziraat mühendisi ve birer inşaat mühendisi, mülk bilirkişisi ve gayrimenkul değer uzmanından oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 18/1/2017 havale tarihli raporda; i. Başvuru konusu taşınmaz üzerinde herhangi bir zirai muhdesata rastlanmadığı ve rastlandığına dair de herhangi bir belge tespit edilemediği izah edilmiştir.ii. Bununla birlikte taşınmaza fiilen el atıldığından inşai muhdesatlar yönünden acele kamulaştırma davasında sunulan 14/12/2015 tarihli bilirkişi raporunun esas alındığı belirtilmiştir. Buna göre 600 m² lik seranın m² birim maliyetinin 118 TL, yapı yıpranma oranının ise %20 olduğu açıklanarak sera değerinin 040 TL olduğu hesaplanmıştır.iii. Netice itibarıyla toplam 541,20 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir. Başvurucuların bilirkişi raporuna itiraz üzerine alınan ek bilirkişi raporunda asıl rapordaki tespitlerden farklı bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Mahkeme 13/3/2017 tarihli kararıyla bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedelinin 541,20 TL olarak tespitine ve başvuru konusu taşınmazın tapu kaydının iptal edilerek İdare adına tescili ile yol olarak terkinine karar vermiştir. Karar gerekçesinde muhdesatlara ilişkin bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Başvurucular, istinaf dilekçesinde delil tespiti dosyasının dikkate alınmamasından yakınmıştır. Taraflarca istinaf edilen karar, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından 25/9/2017 tarihinde kaldırılarak kamulaştırma bedelinin 111,92 TL olarak tespitine ve başvuru konusu taşınmazın tapu kaydının iptal edilerek İdare adına tescili ile yol olarak terkinine karar verilmiştir. Başvurucular, temyiz dilekçesinde de delil tespiti dosyasının dikkate alınmamasını temyiz konusu yapmıştır. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/9/2019 tarihli kararıyla vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmıştır. Başvurular tarafından benzer şikâyetlerle karar düzeltilmesi talebinde bulunulmuş ve aynı Daire tarafından 5/12/2019 tarihinde karar düzeltme yolu kapalı olduğundan karar düzeltme istemli dilekçenin reddine karar verilmiştir. Nihai karar niteliğindeki düzeltilen onama kararı 14/10/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 12/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hasan Mutlu, B. No: 2018/22691, 30/6/2021, §§ 22- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37216", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir parti kongresine davet bildirisi dağıtan başvurucular hakkında genel yasak olduğu gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 1/10/2020 ve 2/10/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/32422, 2020/32427, 2020/32431, 2020/32475, 2020/32476, 2020/32530, 2020/32532, 2020/32553 ve 2020/32555 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2020/32093 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Van Valiliği (Valilik) 7/2/2020 tarih ve 2020/52 sayılı kararla Van sınırları içinde 15 gün süre ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile benzeri etkinlikleri yasaklamıştır. Yasaklama kararı, Valiliğin resmî internet sitesinde ilan edilmiştir. Valiliğin ilgili kararı şöyledir: \"Anayasamızda ve kanunlarda öngörülen sınırlandırma ve yasaklama şartlarını doğrudan ve açıkça oluşturduğu değerlendirilen eylemler ile saldırı olaylarının önüne geçmek, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerini sağlamak, terör örgütlerinin planlarını bertaraf etmek ve bu bağlamda, milli güvenliğin sağlanması, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak ve özgürlükler ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin ve genel asayişin devamının temini ile şiddet olaylarının yaygınlaşmasının önlenmesi amacıyla; 08/02/2020 tarihinden geçerli 22/02/2020 tarihi de dahil olmak üzere (15) gün süre ile Van İli coğrafi sınırları içerisinde açık alanlarda düzenlenecek gösteri yürüyüşü, açık hava toplantısı, basın açıklaması, oturma eylemi ve anket yapılması, çadır ve stand kurulması/açılması, imza kampanyası düzenlenmesi, bildiri, broşür ve el ilanı dağıtılması YASAKLANMIŞTIR.\" Başvurucular tarafından 18/2/2020 tarihinde Van'ın Çaldıran ilçesinde Halkların Demokratik Partisin (HDP) Olağan Kongresine Davet bildirisi dağıtılmıştır. Söz konusu tarihte kolluk kuvvetleri tarafından HDP binası önüne gelinerek Valiliğin ilgili yasaklama kararı hatırlatılmış, başvurucuların da aralarında bulunduğu grup tarafından bildiri dağıtımın gerçekleştirileceği belirtilmiştir. Kolluk tutanaklarına göre söz konusu bildiri dağıtma eylemi saat 45 itibarıyla başlayıp 07 itibarıyla sona ermiş ve başvurucular sorunsuz bir şekilde dağılmıştır. Çaldıran İlçe Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından başvurucular hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 392 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular tarafından idari para cezalarına farklı tarihlerde ayrı ayrı itiraz edilmiştir. İtirazları inceleyen Çaldıran Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik), idari para cezalarına ilişkin tutanakların resmî evrak niteliğinde olduğunu ve başvurucuların söz konusu tutanağın aksini ispat edemediklerini belirterek başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Kararlar 10/9/2020 ve 15/10/2020 tarihlerinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 1/10/2020 ve 2/10/2020 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: \"(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir...\" 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/A maddesi şöyledir: \"Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür.\" 5442 sayılı Kanun'un 11/C maddesi şöyledir:\"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.(Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir.(Mülga birinci cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) (…) Bu fıkra kapsamında alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır.\" 5442 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(Değişik: 23/1/2008-5728/125 md.) İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.\" B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24- ", "Haklar":"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32093", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir parti kongresine davet bildirisi dağıtan başvurucular hakkında genel yasak olduğu gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu Mehet Özdemir ikinci başvurucunun eşidir. Birinci başvurucu 10/8/2008 tarihinde Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) normal doğuma alınmış ancak baş pelvis uygunsuzluğu nedeniyle sezaryen doğum yöntemi ile sağlıklı bir bebek dünyaya getirmiştir. 12/8/2008 tarihinde taburcu edilen birinci başvurucu 30/8/2008 tarihinde vajinal kanama şikâyeti ile Hastaneye müracaat etmiştir. Burada yapılan kan tahlili ve ultrasonografi (USG) sonrasında olumsuz bir bulguya rastlanmadığı, doğum sonrasında loşi kanaması (doğuma bağlı olağan akıntı) olabileceği ve tedavi gerektirmediği yönünde bilgi verilen başvurucu Hastaneden ayrılmıştır. 1/9/2008 tarihinde birinci başvurucunun kanama şikâyetinin devam etmesi nedeniyle saat 05'te gittiği Hastanede yapılan USG işleminde, başvurucunun rahminde plasenta kaldığı tespit edilerek ilaç tedavisine başlanmıştır. Bu tedaviden sonuç alınamaması üzerine önce saat 00'te kürtaj işlemi yapılmış, bu işlemin de başarısız olması dikkate alınarak birinci başvurucunun rahminin alınması için ikinci başvurucudan yazılı onam alınmıştır. Bunun üzerine aynı tarihte ameliyata alınan birinci başvurucunun rahmi çıkarılarak inceleme yapılması için patoloji birimine gönderilmiştir. Patolojinin 11/9/2008 tarihli raporunda, başvurucunun rahminde plasenta bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucular 23/12/2009 tarihinde Sağlık Bakanlığı (İdare) aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açarak maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; doğumdan sonra vajinal kanama şikâyeti ile Hastaneye gittiklerinde birinci başvurucu ile yeterince ilgilenilmediğini ve kanamanın durdurulması için hiçbir işlem yapılmadığını belirten başvurucular, bu ihmal sonucunda birinci başvurucunun tekrar çocuk sahibi olamayacağını belirtmiştir. Dilekçede ayrıca Hastane personelinin ikinci başvurucuya onam formunu imzalatırken manevi baskı yaptığını, birinci başvurucunun yaşamasının rahminin alınmasına bağlı olduğu bilgisinin verilmesi nedeniyle formun imzalandığını bildirmiştir. İdarenin cevap dilekçesinde; somut olayda İdareye atfedilebilecek kusur bulunmadığı, birinci başvurucuya yapılan tıbbi müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulundan rapor alınmasına karar vermiştir. 29/6/2011 tarihli raporda; post partum (doğum sonrası kanama) kanamaların anne için yüksek ölüm riski taşıdığı ve tıbben öngörülemez bir durum olduğu belirtilmiştir. Raporda, birinci başvurucunun 30/8/2008 tarihinde Hastaneye müracaatı üzerine yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, 1/9/2008 tarihinde yapılan işlemlerin başvurucunun rahminin içerisinde plasenta kalmış olabileceği şüphesi üzerine yapılması nedeniyle bu işlemlerde de tıp kurallarına aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucular bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde ATK raporunun eksik ve yetersiz olduğu nitekim birinci başvurucuya doğum sırasında ve 30/8/2008 tarihinde hatalı şekilde müdahalede bulunan görevliler yönünden bir inceleme yapılmadığı belirtilmiştir. Dilekçede kanama şikâyeti ile Hastaneye müracaat eden birinci başvurucuya koruyucu tedavi uygulanmaması nedeniyle bir daha çocuk sahibi olamayacağı vurgulanmıştır. Mahkeme 28/11/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporuna atıf yapılarak gerek doğum sürecinde gerekse doğum sonrası oluşan rahatsızlığa ilişkin teşhis ve tedavilerde İdareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde; birinci başvurucu hakkındaki tıbbi süreç anlatılarak Mahkemenin ATK raporu hakkındaki itirazlarını gözetmeden hatalı bir karar verdiği belirtilmiştir. Ayrıca, ikinci başvurucunun aydınlatılmış onam formunu manevi baskı altında imzaladığı ifade edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire), 26/6/2018 tarihinde usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle hükmün onanmasına karar vermiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 8/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- Ayrıca Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hasta hakları ve aydınlatılma yükümlülüğüne ilişkin mevzuata yer vermiştir (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-25; Emrah Egeç, B. No: 2015/9714, 11/12/2018, §§ 16-19; Ü.B.K., B. No: 2015/2536, 4/7/2019, §§ 22-25). 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.” 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının maddesi şöyledir: “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli tedavi yapılır. Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı dilediği zaman geri alabilir.” 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle maddesi şöyledir: “Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usûlleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi, bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin belgelendirilmesi istenilebilir.” Yönetmelik’in “Hastanın rızası ve izin” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\" Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz...\" Yönetmelik’in “Rızanın şekli ve geçerliliği” kenar başlıklı maddesi şöyledir:\" Mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında, rıza herhangi bir şekle bağlı değildir.Hukuka ve ahlaka aykırı olarak alınan rıza hükümsüzdür ve bu şekilde alınan rızaya dayanılarak müdahalede bulunulamaz.\" Yönetmelik’in “Rızanın kapsamı” kenar başlıklı maddesinin 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle şöyledir: “Rıza alınırken hastanın veya kanunî temsilcisinin tıbbî müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın, uygulanacak tıbbî müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbî işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbî işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik'te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlâl edilmemesi için azamî ihtimam gösterilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli, düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda ilgili devlet, hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilecektir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25890", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/31918 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/31918 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31918", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklu bulunan başvurucunun akademik çalışmaları için yararlanmak istediği yabancı kaynakların ceza infaz kurumunca temin edilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1988 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan tutuklu olarak Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Olayların meydana geldiği tarihte başvurucu, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Haberleşme Bölümünde doktora öğrencisi olup tez aşamasındadır. İddiasına göre başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne 29/8/2019, 9/9/2019 ve 16/9/2019 tarihlerinde üç ayrı dilekçe vererek doktora eğitimine devam etmesinin mümkün olup olmadığı hakkında bilgi verilmesini talep etmiştir. Başvurucu dilekçelerinde ayrıca doktora tez konusu (Automatic Modulation Recognition) hakkında Türkçe yazılmış herhangi bir kitap olmadığını, tez konusu ile ilgili olarak yalnızca yabancı dilde yazılmış kitaplar bulunduğunu, akademik çalışmalarında kullanmak üzere bu kitapların (Automatic Modulation Recognition, Estimation Theory, Detection Theory, Statistical Signal Processing vb.) Ceza İnfaz Kurumuna girişinin yapılarak kendisine verilmesini talep etmiştir. Yine başvurucunun iddiasına göre 17/9/2019 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Biriminde görevli bir memur, başvurucunun tutuklu bulunduğunu ve eğitimine devam edemeyeceğini sözlü olarak kendisine bildirmiştir. Kitap talebi konusunda ise Ceza İnfaz Kurumu söz konusu kitapların İngilizce olup Kuruma alınmasının yasak olduğunu bildirmiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunun kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Silivri İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 31/10/2019 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Tutuklu/hükümlü dilekçesi ile Silivri 7 Nolu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne yapmış olduğu doktora eğitimine devam edebilme taleplerinin hiçbirinin dikkate alınmadığını, eğitimi için gerekli olan İngilizce kaynaklarının tarafına verilmesini talep ettiği anlaşılmıştır......Tüm bu yasal düzenlemeler ve tutuklu/hükümlünün talebi birlikte değerlendirildiğinde, dosyada mevcut Silivri 7 Nolu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 18/10/2019 tarih ve 2019/45123 sayılı yazısından adı geçenin talebi hususunda, yüksek lisans veya doktora programlarının bilimsel hazırlık, tez yazılım süreçleri aşamaları, danışmanla değerlendirme -danışman onayı işlemleri gibi bir iletişim süreci içermesi, kaynak-arşiv tarama-anket-saha çalışması vs çok kapsamlı inceleme -araştırma süreçlerini kapsaması, tez yazım işlemlerinin PC gerektirmesi, tez hazırlaması, bitiminde tezin jüri önünde sözlü savunma biçiminde yapılacağı, bunun dışında tez veya makalelerin haberleşme gibi güvenlik problemi oluşturma ihtimali; bunun dışında tez yazımlarının çok sayıda makale veya kaynak incelemeyi gerektirmesi bunun da olağan dışı bir yayın artışına sebebiyet vereceği, koğuşlarda hareket alanı kısıtlaması vs gibi olumsuz sonuçlara yol açabileceği, ayrıca kurumda yüksek lisans veya doktora öğrencisi diğer hükümlü-tutuklular da düşünüldüğünde ceza evlerinde doktora veya yüksek lisans eğitiminin devam etmesi ile ilgili yapılacak değerlendirmede her bir hükümlü-tutuklu için eğitimlerinin hangi aşamasında ve tez yazılımı süreci hakkında ayrıntılı inceleme gerektirmesi zorunluluğu, takip ve kontrol süreci, kurum personel yetersizliği gibi birçok koşulun göz önüne alınması neticelerinde adı geçenin talebinin karşılanamadığı anlaşıldığından, kurum işleminde usul ve Yasaya aykırı bir durum tespit edilemediğinden şikayet başvurusunun reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur:\" Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Silivri Ağır Ceza Mahkemesi 25/12/2019 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 24/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur ", "Haklar":"Eğitim hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5404", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklu bulunan başvurucunun akademik çalışmaları için yararlanmak istediği yabancı kaynakların ceza infaz kurumunca temin edilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, -temel olarak- başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı ceza davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde gerçekleştirilen işlemler nedeniyle başka temel hakların ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri de içermektedir. Başvuru 8/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun şikâyetlerinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 24/4/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına ( FETÖ/PDY) üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamenin Kayseri Ağır Ceza Mahkemesince kabulü ile başvurucu hakkında açılan davada, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 30/4/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/11/2019 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 8/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29298", "Başvuru Konusu":"Başvuru, -temel olarak- başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı ceza davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ulusal ölçekte yayımlanan bir gazetede yer alan köşe yazısının kişisel itibarı ihlal ettiği gerekçesiyle açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ulusal ölçekte yayımlanan Hürriyet gazetesinin 20/4/2012 tarihli nüshasında,gazeteci Yılmaz Özdil'in \"Doktor\" başlıklı köşe yazısı yayımlanmıştır. Köşe yazısı şu şekildedir: \" Doktor .. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi Sinan Suner, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalini protesto etmek için Ankara’nın Yukarı Ayrancı semtinde afişleme yapıyordu. Sağlık Bakanı Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir (başvurucu) oradan geçiyordu, çekti tabancasını, ateş etti, ODTÜ öğrencisi Sinan’ı öldürdü.Gaziantep mebusu Cengiz Gökçek, hukukçuydu aslında, avukattı ama... Demirel, Erbakan, Türkeş hükümetinin koalisyon dengeleri gereği, Sağlık Bakanı yapılmıştı. Sinan’ı öldüren Süleyman Ezendemir, yargılanmayı bırak, gözaltına bile alınmadı, hatta, sonradan terfi etti.Ertesi gün...Sinan’ın öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapıldı. Polis geri durdu, gençlerin üstüne askerleri sürdüler. Arbede çıktı. Tek el silah sesi, drannn! Piyade er Zekeriya Önge düştü. Sırtından saplanan mermi, kalbini delmişti. 1979’a 2 tertip, Giresun doğumlu Zekeriya, henüz 20 yaşında... Kardeşin kardeşe kırdırıldığı “düşmansız savaş”ın şehidi olmuştu.24 genci gözaltına aldılar. Biri, Erdal Eren’di. Kadere bak... Şehit asker Zekeriya gibi, Giresunluydu. Henüz 17 yaşında, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi. Tutuklandı. Jet hızıyla yargılandı. Bir ay içinde idama mahkûm edildi, utanç müzesi olan Ulucanlar’da asıldı.Aslında, hem tıp, hem hukuk cinayeti işlenmişti. Adli Tıp raporu bilimsellikten uzaktı. “Kemik röntgenine baktık, yaşı 18’den büyük” dediler. Uzmanlar itiraz etti, nafile, astılar.Üstelik...Hadisenin yaşandığı sokakta oturan ve mahkemede ifadelerine başvurulmayan, biri kuaför iki “görgü tanığı” vatandaş, seneler sonra televizyon programında açık açık anlattı. Erdal’ın elinde tabanca vardı ama, sokağın öbür ucunda ve askerleri karşıdan, cepheden gören bir yerdeydi. Şehit Zekeriya ise, sırtından ve yakından vurulmuştu. Fizik kuralları açısından Erdal’ın Zekeriya’yı vurmuş olması imkansızdı. Balistik ve otopsi, laga lugaya getirildi. Muhtemelen, arbedenin paniğiyle tetiğe dokunan bir asker arkadaşı tarafından yanlışlıkla vurulmuştu.Kanıt mı?Seneler geçti, internet icat oldu, Giresun Valiliği resmi internet sitesi kurdu. “Şehitlerimiz” bölümünde Zekeriya Önge’nin “silah kazası sonucu” öldüğü duyuruldu! Erdal’ın avukatları bunu öğrendi, “işte kanıt” diye basına açıklama yaptı. Skandal ortaya çıkınca, önce “teröristlerle çatışma” diye değiştirildi, sonra “iç güvenlik çatışması” diye değiştirildi. Gazeteler meseleyi deşmeye başlayınca, Giresun Valiliği Basın Halkla İlişkiler Müdürlüğü yazılı açıklama yaptı: Şahadet nedeni “sehven” silah kazası olarak yazılmıştır.Sehven’di yani!Oysa, sehven mehven değildi... Erdal’ın idam kararını iki kez bozan Yargıtay emekli hakimi Albay Ahmet Turan, 28 sene sonra konuştu: “Erdal’ın Zekeriya’yı öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. İdam kararını bozduk, sıkıyönetim mahkemesine geri gönderdik, tekrar idama mahkum ettiler, tekrar bozduk, tekrar idama mahkum ettiler, onamadık, dosya Daireler Kurulu’na gitti, onadılar. Zekeriya’dan çıkan mermi çekirdeği ile Erdal’ın tabancasının mermileri mukayese edilmedi. Erdal’ın yaşı 18 değildi. Çocuk her duruşmada ‘ölümüne sebep olmuşsam, bundan büyük üzüntü duyuyorum’ dedi, hafifletici sebep dikkate alınmadı. Haksız yere idam edildi. Yaş haddime 8 sene vardı, erken emeklilik istedim. Emirle hakimlik olmaz. Atatürk’ün okullarında yetişmiş bir hukukçu olarak, kabul edemezdim.”Erdal’ın idamdan önceki “son bakış”ını Savaş Ay fotoğrafladı. Emin Çölaşan’la birlikte Erdal’ın hücresine giren Savaş ağabey, o anları şöyle anlattı: “Hücrenin kapısını açtılar, Erdal arkasını bize dönmüş, yüzü duvara doğruydu. Yanımızdaki komutan ‘Erdal yüzümüze bakabilirsin’ dedi. Bunu üç kere söyledi. Talimatlar böyleymiş. Yarın asılacak çocukla, yüz yüzeydik. Kahramanmaraş, Çorum, hatta, Afrika’da kabile savaşları bile gördüm, böyle bi tablo görmemiştim. ‘Beni bitki haline getirmek istiyorlar, ailemle görüştürmüyorlar, savunmamı almadılar, yaşımı büyüttüler, ibreti alem için asacaklar ama, korkmuyorum’ dedi. Gazeteye gittim. Odama kapanıp ağladım. Emin Çölaşan’ın ‘Önce İnsanım, Sonra Gazeteci’ kitabının adı, oradan çıkmadır.”Romanını yazdılar Erdal’ın, dizi film yaptılar, adına besteler yaptılar. Bir tanesi, müziği bıraktığını açıklayan Teoman’ındı.“İki Çocuk”tu şarkının adı!Kalpte kurşun, ilmek boyunda, iki çocuk ölüm karşısında... Hep çocuk kalacaklar, büyümeden birer tabutta... Ama, yaşıyorlar, gülüyorlar, annelerinin rüyalarında.Çünkü...Hem idam edilen Erdal’la, hem şehit edilen Zekeriya’yla “akraba”ydı Teoman!Şöyle anlattı, talihsiz çocuklarımızın “kan bağı”nı... “Erdal, akrabamdı. Garip bir rastlantı sonucu, sadece suç unsuru olarak bahsedilmesine içerlediğim Zekeriya’nın da akrabamız olduğunu öğrendim. İki Çocuk’u yazdım. Zekeriya ile Erdal, akrabaydı.”Offf, of...Güya 12 Eylül’ü yargıladığımız ve Afganistan’ı işgal edenlere “koruma” hizmeti verdiğimiz şu günlerde... Koruması yüzünden, katmerli dramın taaa en başında adı geçen “Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi”nde, koruma skandalı nedeniyle, günahsız bi doktoru öldürdüler.“Hap” gibi anayasa yapılan ülkenin, hukukçu sağlık bakanının adını taşıyan hastanesinde, hukuksuzluktan tıp şehidi.Hatırlayın, bi kaç sene evvel Profesör Göksel Kalaycı’yı öldürmüştü bi hasta yakını, bütün gazetelerde manşet olmuştu... Şimdi, Doktor Ersin Arslan’ı öldürdüler, anca üçüncü sayfaya haber olabildi. Rutin maalesef... Kurşunluyorlar, bıçaklıyorlar, yumrukluyorlar, sıradanlaştı.Oysa...Sırf doktor cinayeti değildir bu. Kardeşi kardeşe kırdırmaktan ders almayan Türkiye’nin, fazladan iki oy kapabilmek için, eğitimli’yi cahil’e kırdırmasıdır. Bilmeyen’i bilen’e, okumayan’ı okuyan’a düşman etmesinin... Ve suç işleyen cahil’i korumasının sonucudur.Kanıt mı?Katil, 17 yaşında.Erdal’ı asmışlardı.Bunun adını bile kodluyoruz... Ki, aman diim çocuktur.Toplum içinde rencide olmasın!\" Başvurucu anılan haber üzerine kişilik haklarının ihlal edildiğinden bahisle Hürriyet gazetesi sahibi şirket ve yazının sahibi gazeteci Yılmaz Özdil aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, köşe yazısında kendisi hakkında aktarılanların aksine olay günü resmî olarak görevli bulunduğunu, ayrıca söz konusu öldürme eylemi nedeniyle yargılanarak beraat ettiğini ve hakkında açılan idari soruşturma sonucu yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verildiğini belirtmiş, ilgili karar bilgilerini de eklemiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 27/3/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme ret kararında dava konusu köşe yazısının asıl amacının, bir doktorunhasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürülmesi olayı üzerine olayın meydana geldiği hastaneye adını veren dönemin Sağlık Bakanı Cengiz Gökçek'in koruması olan davacının (başvurucunun) karıştığı bir adam öldürme olayı ve olayın vuku bulduğu 1980'li yıllarda yaşanılan diğer hadiselerle de irtibat kurularak hükûmetin sağlık alanındaki icraatları ve hükûmet politikasının eleştirilmesi olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda öz ile biçim arasındaki dengenin korunduğu, güncel bir olayla bağlantılı şekilde aktarıldığı, haber niteliği taşıdığı ve manevi tazminatı gerektirir unsurların oluşmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Başvurucunun söz konusu ret kararını temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 2/4/2014 tarihinde, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyleret kararını onamıştır. Başvurucunun onama kararına karşı bulunduğu karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 23/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 2/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, köşe yazısında yer verilen adam öldürme olayı nedeniyle hakkında açılan kamu davası sonucu olayın meşru savunma kapsamında kaldığı değerlendirilerek verilen ceza tayinine yer olmadığına ilişkin kararın onandığına dair Yargıtay ilamını bireysel başvuru formuna eklemiştir. Buna göre 1980 yılında meydana gelen öldürme olayı nedeniyle başvurucu hakkında 1987 yılında kamu davası açıldığı ve 14/3/1988 tarihli Yargıtay onama ilamı ile sürecin sona erdiği anlaşılmaktadır. Yine başvurucu hakkında açılan idari soruşturma sonucuceza verilmesine yer olmadığına dair 30/11/1981 tarihli disiplin kurulu kararı da bireysel başvuru formuna eklenmiştir. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: \"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. ...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).   AİHM, bir gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkını özel yaşam kapsamında görmektedir (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, §§19, 30). AİHM'e göre kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35; Axel Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). AİHM'e göre basın özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması hâlinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53). ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20285", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ulusal ölçekte yayımlanan bir gazetede yer alan köşe yazısının kişisel itibarı ihlal ettiği gerekçesiyle açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan yargılandığı ceza davasında, kardeşi ve babasıyla yaptığı telefon görüşme kayıtlarına dayanılması, delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet edilememesi ve gerekçesiz şekilde mahkûmiyet hükmünün onanması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/7/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu ile babası A. K. ve kardeşi K. hakkında dinleme kararları alınmıştır. Başvurucu hakkında, uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/1/2012 tarih ve E.2012/54 sayılı iddianame ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamede, başvurucunun müsnet suçu işlediğine dair gösterilen deliller arasında, aynı davanın sanıkları olan babası A. K. ve kardeşi K. ile yaptığı telefon görüşmeleri de bulunmaktadır. Davaya bakan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/13, K.2012/115 sayılı kararıyla başvurucunun müsnet suçtan mahkumiyetine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında, bahsi geçen (akrabalar arasında yapılan) konuşma kayıtlarını da hükme esas almıştır. Hükme esas alınan delillerle ilgili olarak gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “…. teknik ve fiziki takip tutanakları, adli muayene raporları, soruşturma aşamasında hakimlikçe verilmiş iletişimin tespiti kararları, arama ve el koyma kararları, üst arama yakalama ve gözaltına alma tutanakları, uyuşturucu test sonuçları, değerlendirme raporları ve buna ilişkin test kiti neticesi tutanağı, olay yeri inceleme raporu, kimlik ve pasaport el koyma tutanağı, oto arama tutanağı, yakalama, ev arama ve el koyma tutanakları, yakalama ve muhafaza altına alma tutanakları, olay tutanağı, araç fotoğrafları, örgüt şeması, savcılık sorgu tutanakları, sorgu zaptı, tutuklama müzekkereleri, kan numunesi inceleme kararları, Adli Tıp Kurumu raporu, ekspertiz raporu, sanıklara ait nüfus ve sabıka kayıtları ile dosyada mevcut tüm belge ve tutanaklar okunmuştur. …  …sanık A. K.’nin, sanık M'nin Türkiye'ye gelişi ve yurt dışından araç temini gibi konularda işin planlayıcısı olduğu, sanık K’nin sanık A. ile görüşmeden önce babası olan A. K. ile görüşerek bilgi verdiği, A. ’ye ne diyeyim diye sorduğu, sanıklar A. D’nin ve A. K.’nin gelişmeleri yüzyüze görüşmek için bir araya geldikleri, sanık A. D’nin \"vallahi ben geliyorum oraya baban orada mı, ne yapmış görüşmüş mü Vahap ile\" şeklindeki birden çok telefon görüşmeleriyle ve dosyada mevcut fiziki takip tutanaklarıyla bu durumun tespit edildiği….” Başvurucu, kararda tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptığı telefon görüşmelerinin aleyhinde delil olarak kullanılmasının hukuka aykırı olduğu ve Mahkemenin hukuk kurallarının uygulanmasında hataya düştüğü gerekçeleriyle hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 26/6/2014 tarih ve E.2014/2285, 2014/4959 sayılı ilamıyla anılan hükmü onamıştır. Onama gerekçesi şöyledir: “Sanıklar …, A. K. ve K. hakkında “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesi:  Suç konusu 14367,661 gram eroinin miktarına bağlı olarak önemi ve değerine göre, TCK'nın maddesindeki ölçütler ile maddesindeki orantılılık ilkesi gereğince temel hapis cezalarının üst sınır veya üst sınıra yakın olarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.  Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile eleştiri dışında yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; …hükümlerin ONANMASINA,…” Onama kararı, 26/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tefhim edilmiştir. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19/2/2013 tarih ve E.2011/MD-137, K.2013/58 sayılı kararı şöyledir: “…Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır. …. CMK'nun 135/ maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun 135/ maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. … Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alındığında; Sanık A. K. ile yeğeni olan sanık K. ve kardeşi olan sanık H. K. arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…” 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) \"Tanıklıktan çekinme\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir: … c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu. d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları. …” Aynı Kanun’un maddesinin, 21/2/2014 tarih ve 6526 Sayılı Kanun’un maddesi ile değişiklik öncesi (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.\" Aynı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.  (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13023", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan yargılandığı ceza davasında, kardeşi ve babasıyla yaptığı telefon görüşme kayıtlarına dayanılması, delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet edilememesi ve gerekçesiz şekilde mahkûmiyet hükmünün onanması nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvuru konusu İstanbul ili Şile ilçesine bağlı Korucu köyünde kâin 307, 308, 310 ve 321 parsel sayılı taşınmazlar, Darlık Barajı ve Tesis Alanı inşaatı kapsamında mutlak koruma alanında kaldığından İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından bu taşınmazların kamulaştırılması için kamu yararı kararı alınmıştır. Başvuru konusu taşınmazların kıymet takdirleri 26/6/1986 tarihinde yapılmıştır. Taşınmazların tapu kayıtları incelendiğinde \"20/3/1986 tarihinde istimlak şerhi, 9/2/1988 tarihinde 2942 sayılı Yasanın 31/B maddesi gereğince istimlak şerhi ve 24/2/1997 tarihinde Şile Kadastro Hakimliğinin 16/12/1995 tarihli ve E.1994/6, K.1995/11 sayılı ilamı gereğince tescil edilmiştir.\" açıklamalarının işlendiği anlaşılmıştır. Başvuru konusu taşınmazların baraj suları altında kalmasından sonra başvurucular murisi tarafından diğer hissedarlar ve Maliye Hazinesi aleyhine 19/9/1996 tarihinde Şile Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) mülkiyetin tespiti davası açılmıştır. Başvurucuların murisi Ş.İ.nin 2001 yılında vefat etmesinden sonra 14/9/2005 tarihinde Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilerek başvurucuların ve diğer hissedarların hisseleri tespit edilmiştir.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Başvurucular 18/3/2008 tarihinde İdare aleyhine Mahkemede kamulaştırmasız el atılan taşınmazın bedelinin tahsili talebiyle kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, taşınmazların mülkiyetine ilişkin hukuki ihtilaf devam ederken murislerine ve kendilerine tebligat çıkarılmadan taşınmazlara fiilî olarak el atıldığını iddia etmiştir. İdarenin cevap dilekçesinde; kıymet takdiri yapılıp kamulaştırma bedellerinin bankada bloke edilmesini müteakip başvurucuların annesine 29/2/1988 tarihinde tebliğ edildiği ancak taşınmazların İdare adına tescilinin henüz yapılmadığı ifade edilmiştir. Mahkemece 20/5/2009 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 844,84 TL kamulaştırmasız el atma bedeline hükmedilmiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 1/6/2011 tarihinde bozulmuştur. Daire kararının gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazların davalı İdarece kamulaştırıldığı, kamulaştırma işleminin 29/2/1988 tarihinde malikin eşi S.İ.ye noter vasıtasıyla usulüne uygun tebliğ edildiği belirtilmiştir. Ardından 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun maddesinde öngörülen otuz günlük hak düşürücü süre içinde davanın açılmadığı izah edilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak ve bozma kararındaki gerekçe alıntılanarak 16/3/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların temyiz talebi üzerine karar, Dairece 31/10/2017 tarihinde onanmış; karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 9/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Sabri İnce başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçıları Billur Öztürk, Azize İnce ve Ahmet İnce başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir. İlgili hukuk için bkz. Hasan Mutlu, B. No: 2018/22691, 30/6/2021, §§ 22,23; Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20- 2942 sayılı Kanun’un ''Dava hakkı'' kenar başlıklı maddesinin kamulaştırma tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: ''Kamulaştırılacak taşınmaz malın sahibi, zilyedi ve diğer ilgililer noter veya köy ihtiyar kurulu aracılığıyla yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere gazete ile yapılan ilan tarihinden veya köy odasına asılmak suretiyle yapılan ilan süresinin bitiminden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda ve takdir olunan bedel ile maddî hatalara karşı da adli yargıda dava açabilirler...'' ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5137", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini, ayrıca makul süreyi aştığını ileri sürerek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 21/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir Başvuru konusu olay ve olgular 12/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 21/3/2014 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında kasten öldürme suçundan 2/6/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesinin 3/6/2008 tarih ve 2008/141 sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2008 tarihli, 2008/138 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında tasarlayarak kasten öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17/7/2009 tarih ve E.2008/228, K.2009/216 sayılı mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 21/11/2011 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2013 tarihinde tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinin 19/11/2013 tarih ve E.2012/1 sayılı tutukluluğun devamına dair kararına yapılan 6/1/2014 tarihli itiraz üzerine, Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 7/1/2014 tarih ve E.2012/1 sayılı kararla itirazın reddine ve dosyanın itiraz mercii olan Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 13/1/2014 tarih ve 2014/2 Değişik iş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 13/5/2014 tarihli, E.2012/1, K.2014/157 sayılı kararla, başvurucunun tasarlayarak kasten öldürme suçundan 17 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Temyiz üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş olup dava hâlen temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  ...  Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ...” Anılan Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“ Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir: “(1) Kasten öldürme suçunun;  a) Tasarlayarak, İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9117", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini, ayrıca makul süreyi aştığını ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4885", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, yönetmeliğe aykırı olarak çıkarılmış takograf uygulamasına ilişkin genelgeye dayanılarak hakkında uygulanan idari para cezasına karşı başvurusunun reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 10/1/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 29/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 30/7/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 16/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 24/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını içeren dilekçesini 7/10/2013 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 13/10/1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereği takograf kullanma yükümlülüğüne uymadığı gerekçesiyle, 12/7/2012 tarihinde Diyarbakır Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından 319,00 TL idari para cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, idari para cezasına karşı 26/7/2012 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesine (Mahkeme) itirazda bulunmuştur. Mahkemece, itiraz karara bağlanmak üzere duruşma açılmıştır. 11/12/2012 tarihli ikinci duruşmaya başvurucu vekili katılmış ve kanunla düzenlenmeyen bir sınırlamanın genelge ile yapılmasının mümkün olmadığını, müvekkilinin genelgeyi bilme zorunluluğunun olmadığını belirterek itirazın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 11/12/2012 tarih ve 2012/748 sayılı kararı ile başvurucu vekilinin yüzüne karşı ve kesin olarak itirazın reddine karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 2918 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Araçlarda;…b) Kamyon, çekici ve otobüslerde ayrıca takoğraf, taksi otomobillerinde ise taksimetre,Bulundurulması ve kullanılır durumda olması zorunludur. Ancak, 2918 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki yıllarda üretilen araçlarla, resmi taşıt olarak tescil edilmiş ve edilecek olanlar ile şehiriçi ve belediye mücavir alanı içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapanlarda takoğraf bulundurma ve kullanma zorunluluğu aranmaz. …Birinci fıkranın … (b) bendine göre araçlarında taksimet(r)e, takoğraf bulundurmayan, kullanmayan veya kullanılabilir durumda bulundurmayan sürücüler 00 lira para cezası ile cezalandırılırlar. Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse ayrıca, tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir. …” 18/7/1997 tarih ve 23053 Resmi Gazete sayılı Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:“Takoğraf cihazı ile sürücü çalışma belgelerinin hangi cins taşıtlarda bulundurulacağına ve kullanılacağına dair esaslar aşağıda gösterilmiştir.a) Takoğraf cihazları…2) Takoğraf cihazlarının, şehirlerarası yük veya yolcu nakliyatı yapan otobüs, kamyon ve çekicilerde kullanılır durumda bulundurulması ve kullanılması zorunludur.3) Takoğraf cihazı takılan her taşıtın işleten ve sürücüsü, takıldığı tarihten itibaren bu cihazları kullanılır durumda bulundurmak zorundadır.4) Şehiriçi ve belediye mücavir alanı içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapan otobüs, kamyon ve çekici türündeki taşıtlarda takoğraf cihazı bulundurma mecburiyeti aranmaz.…” Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Uygulama ve Denetleme Daire Başkanlığının Birleştirilmiş Genelgesinin (Genelge) ilgili kısımları şöyledir:“…Karayolları Trafik Kanununun 31 inci maddesine göre kamyon, çekici ve otobüslerde takoğraf, taksi otomobillerinde ise taksimetrenin bulundurulması ve kullanılır durumda olması zorunludur.Buna göre;…Şehir içi ve belediye mücavir alanı içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapanlarda da takoğraf bulundurma ve kullanma zorunluluğu aranmayacak, tescil işlemleri esnasında şehiriçi ve belediye mücavir alanı içerisinde yük ve yolcu taşımacılığı yapacağını beyan eden araç maliki özel ve tüzel kişiler adına yapılacak tescil işlemleri esnasında noterden alınacak taahhütname istenecektir.İbraz edilen bu belgelere istinaden yapılacak tescil işlemlerinde, tescil belgesinin ilgili bölümüne bu durum işlenecektir.Takoğraf cihazı kullanma ve bulundurma mecburiyetinden muaf tutulmuş sivil araçlar, şehirlerarası karayolu taşımacılığı yapmaları halinde sürücü çalışma belgesi bulunduracaklardır. Trafik denetimlerinde bu durum kontrol edilecektir.Şehir içi ve belediye mücavir alanlarında çalıştığını beyan ederek bu durumu belgelerine işletmiş olan araçların şehir içi ve belediye mücavir alanları dışındaki karayollarını kullanmaları halinde Kanunun 31 inci maddesinin ceza hükümleri uygulanacaktır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/849", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, yönetmeliğe aykırı olarak çıkarılmış takograf uygulamasına ilişkin genelgeye dayanılarak hakkında uygulanan idari para cezasına karşı başvurusunun reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/18836", "Başvuru Konusu":"Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 6/12/2007 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açtığı iş hukukuna dayalı tazminat ve alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 20/11/2013 tarihinde Ankara İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.  Birinci Bölümün 23/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 24/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a) Başvurucu, 6/12/2007 tarihinde Milliyet Haber Ajansı A.Ş. aleyhine Ankara İş Mahkemesinde açtığı davada, iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek işe iadesini talep etmiştir.b) Mahkemece, 25/6/2008 tarih ve E.2007/1030, K.2008/322 sayılı ilamla, davalı işveren tarafından yapılan iş akdinin feshinin geçersizliği ile başvurucunun işe iadesine, işe başlatılmaması halinde 6 aylık ücretinin ödenmesine, başvurucunun işe iadesi için davalıya başvurması halinde kararın kesinleşmesine kadar 4 aylık ücretin ödenmesine karar verilmiştir.c) Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/6/2009 tarih ve E.2008/34069, K.2009/15088 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu, 6/12/2007 tarihinde Milliyet Haber Ajansı A.Ş. aleyhine Ankara İş Mahkemesinde açtığı davada; 1/5/1997 tarihinden itibaren Radikal Gazetesinde çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından 4/12/2007 tarihinde haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, işçilik alacakları toplamı 000,00 TL’nin yasal faiziyle tahsilini talep etmiş, yargılamaya Mahkemenin 2007/1022 esas sayılı dava dosyasında başlanılmıştır. Başvurucu, 18/2/2009 tarihli ıslah dilekçesi ile talep ettiği alacakları artırmış ve yasal faizle tahsil isteminde bulunmuştur. a) Başvurucu 5/8/2009 tarihinde Milliyet Haber Ajansı A.Ş. aleyhine Ankara İş Mahkemesinde açtığı davada, davalının işe iade kararını yerine getirmediğini ileri sürerek, çalıştırılmadığı 4 aylık ücret farkı, altı aylık tazminat farkı, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları olarak 000,00 TL’nin yasal faiziyle tahsilini talep etmiştir.b) Mahkemece, 12/11/2009 tarih ve E.2009/725, K.2009/692 sayılı kararla, Ankara İş Mahkemesinin 2007/1022 esas sayılı dava dosyası ile arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle dava dosyasının Ankara İş Mahkemesinin 2007/1022 esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. a) Başvurucu, 5/3/2010 tarihinde Milliyet Haber Ajansı A.Ş. aleyhine Ankara İş Mahkemesinde açtığı ek davada, davalıdan olan, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının yasal faiziyle tahsilini, dava dosyasının Ankara İş Mahkemesinin 2007/1022 esas sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesini talep etmiştir.b) Mahkemece, 11/3/2010 tarih ve E.2010/223, K.2010/146 sayılı ilamla; dava dosyasının Ankara İş Mahkemesinin 2007/1022 esas sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Ankara İş Mahkemesi, 15/3/2011 tarih ve E.2007/1022 K.2011/194 sayılı kararla; iş akdinin işveren tarafından haksız feshedildiği gerekçesiyle; bilirkişi raporu doğrultusunda asıl dava ile birleşen İş Mahkemesinin 2010/223 esas sayılı dava dosyasındaki taleplerin kısmen kabulüne, başvurucunun fazla mesai ücreti olarak 432,64 TL’nin davalıdan tahsiline, fazla mesai ücretinin %5 fazlalığı alacağından takdiren %90 indirim yapılarak 875,50 TL’nin davalıdan tahsiline, ulusal bayram genel tatil ücreti alacağı olarak 731,61 TL’nin davalıdan tahsiline, bu alacağın %5 fazlalığından takdiren %90 indirim yapılarak 750,86 TL’nin davalıdan tahsiline, diğer alacak taleplerinin reddine, tüm alacakların 26/11/2007 tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline; birleşen dava dosyalarında davaların kısmen kabulüne, 4 aylık ücret alacağı 600 TL, 6 aylık tazminat farkı alacağı 419,95 TL, kıdem tazminatı alacağı 927,15 TL, ihbar tazminatı alacağı, 976,17 TL, yıllık izin ücreti alacağı 528,00 TL’nin 10/12/2007 tarihinden itibaren yasal faizleriyle birlikte davalıdan tahsiline karar vermiştir. Tarafların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarih ve E.2011/25606, K.2013/23703 sayılı kararıyla; “Davacının iş akdinin feshedildiği tarihin, davalı işverenin işe başlatmama iradesini gösterdiği 17/7/2009 tarihi olduğu halde, 26/11/2007 tarihinden itibaren kıdem tazminatının yasal faiziyle tahsiline karar verilmesi doğru görülmemiştir. Yine, davalı işveren tarafından 04/12/2007 tarihinde yapılan fesih, işe iade kararı ile ortadan kalkmıştır. İşveren tarafından yapılan ilk fesih üzerine işçi tarafından gönderilen 5/12/2007 tarihli ihtarname ihbar tazminatı ile boşta geçen süre ücreti ile işe başlatmama tazminatı yönünden bir önem taşımaz. Davacının kesinleşen işe iade kararı üzerine 24/6/2009 tarihinde işverene gönderdiği işe iade başvurusunda bu alacaklar yönünden bir talep bulunmamaktadır. Bu durumda ihbar ve işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine uygulanacak faizin başlangıç tarihi dava ve ek dava tarihi olması gerekirken Mahkemece 2007 tarihi olarak kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiş ise de bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden HMK.’nın geçici 3/ maddesi yollaması ile HUMK.’un 438/ maddesi gereğince düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Açıklanan nedenlerle, hüküm fıkrasının B-1,2,3, bentleri tamamen çıkartılarak yerine;(1) Davacının 4 aylık ücret alacağı net 600,00 TL’nin 500 TL’lik kısmının dava tarihi olan 2009 tarihinden bakiye kısmının ise ek dava tarihi olan 2010 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin isteminin REDDİNE, (2) Davacının 6 aylık tazminat fark alacağı net 419,95 TL’nin 500 TL’lik kısmının dava tarihi olan 2009 tarihinden bakiye kısmının ise ek dava tarihi olan 2010 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin isteminin REDDİNE, (3) Davacının kıdem tazminatı alacağı net 927,15 TL’nin akdin feshi tarihi olan 2009 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, (4) Davacının ihbar tazminatı alacağı net 976,17 TL’nin 500 TL’lik kısmının dava tarihi olan 2009 tarihinden bakiye kısmının ise ek dava tarihi olan 2010 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, hükmü yazılarak hükmün bu şekli ile düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir. Karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm, 24/9/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Karar, 21/10/2013 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:…II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:…h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.…İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.” 13/6/1952 tarih ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Gazetecilere ücretlerini vaktinde ödemeyen işverenler, bu ücretleri, geçecek her gün için yüzde beş fazlasiyle ödemeye mecburdurlar.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Mutazarrır olan taraf zarara razı olduğu yahut kendisinin fiili zararın ihdasına veya zararın tezayüdüne yardım ettiği ve zararı yapan şahsın hal ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakim, zarar ve ziyan miktarını tenkis yahut zarar ve ziyan hükmünden sarfınazar edebilir.Eğer zarar kasden veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8613", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 6/12/2007 tarihinde Ankara 12. İş Mahkemesinde açtığı iş hukukuna dayalı tazminat ve alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tapu iptali ve tescil talebiyle açılan davanın uzun sürmesi ile dava konusu taşınmazların davalılara devir işleminin sahte belge ile yapıldığının tespiti talebiyle açılan davada tapu iptali ve tescil davasında verilen kararın kesinleşmesinin bekletici mesele yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Safiye Polat'ın 9/9/2014 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. 1/4/2016 tarihli yazı ile mirasçısı Hatice Demirok'a, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edip etmeyeceği sorulmuş; devam edecek olması hâlinde buna ilişkin belgelerin Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğüne gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucunun mirasçısı 11/4/2016 tarihli dilekçe ile bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edeceğini belirterek mirasçılık belgesinin onaylı suretini göndermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hatice Demirok'un murisi Safiye Polat; Torbalı ilçesi Pancar köyü 580 ve 581 parsel numaralı taşınmazların kendisine ait olduğunu, üçüncü kişiler tarafından sahte belge ile anılan taşınmazların devir işlemlerinin davalılara yapıldığını ileri sürerek 23/6/2008 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/243 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Safiye Polat; Torbalı ilçesi Pancar köyü 582 parsel numaralı taşınmazın eşi, müteveffa Hüseyin Polat'a ait olduğunu, üçüncü kişiler tarafından sahte belge ile anılan taşınmazın devir işlemlerinin davalılara yapıldığını ileri sürerek tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/200 sayılı dosyasına kaydedilen dava, 15/6/2009 tarihli karar ile Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/243 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya E.2008/243 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Safiye Polat; Torbalı ilçesi Pancar köyü 580 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydında yüzölçüm hatası bulunduğunu ileri sürerek tapu kaydının düzeltilmesi talebiyle dava açmıştır. Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2009/268 sayılı dosyasına kaydedilen dava, 21/12/2010 tarihli karar ile Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/243 sayılı dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya E.2008/243 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesi, 20/4/2011 tarihli duruşmada birleşen E.2009/200 sayılı dosyada mirasçı Hatice Demirok'un davaya dâhil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme 25/4/2012 tarihli kararı ile asıl dava ve birleşen E.2009/200 sayılı davanın sübut bulmaması nedeniyle birleşen E.2009/268 sayılı davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar vermiştir. Mahkeme, asıl ve birleşen davalarda davalı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden vekâlet ücretinin davacıdan alınıp davalılara verilmesine hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir: \"Dava konusu taşınmazların tapu kayıtları celp edilmiş, Pancar köyü, 581 ve 582 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına kayıtlı olduğu, 581 parsel sayılı taşınmazın 1822 ve 1823 parsel olarak ifraz görerek davalılar adına kayıtlı olduğu görülmüş, mahallinde keşif icra edilmiş, taraf tanıkları dinlenmiştir. Dosya kapsamından 580, 581 ve 582 parsellerin davalıların murisine 1969 tarihinde kayden temlik edildiği, keşif esnasında dinlenen tanık anlatımlarına göre de, taşınmazların aynı tarihte davalı K.’ya zilyetliğinin de teslim edildiği o tarihten bu yana davalı tarafça kullanıldığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar yolsuz tescil talebi açısından zamanaşımı veya hak düşürücü süre öngörülmemiş ise de, aktin 40 yıl önce yapıldığı, taşınmazın da fiilen teslim edildiği, taşınmaz devri için bir kısım ödemeler yapıldığı hususunun da tarafların beyanlarından anlaşıldığı, buna göre 40 yıllık bir zaman geçtikten sonra davalıların zilyetliğindeki taşınmaz için şekil eksikliğinden bahisle dava açılmasının Türk Medeni Kanununun maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı kanaatine varıldığından sübut bulmayan eldeki ve birleşen E.2009/200 sayılı davanın reddine karar verilmiştir.Birleşen E.2009/268 sayılı dosya açısından yapılan incelemede ise, davaya konu 580 parsel sayılı taşınmazın kadastrosunun 1968 tarihinde kesinleştiği, kadastro tutanağında yüzölçümünün 300 metrekare olarak yazılı bulunduğu görülmüş, bu parselin 1969 tarihli akit tablosunda, satıcı malik Safiye Polat’ın 580 parselde kayıtlı 8850 m2 tarlasının tamamını 000-TL bedelle K.’ya sattığı görülmüş, buna göre yüzölçümüne ilişkin iddialar ile ilgili davacının sıfatı kalmadığı, bu taşınmazın tamamının K.'nın mülkiyetine geçmesi ile tüm dava haklarının da bu kişiye ait olacağı anlaşılmakla, davacı Safiye Polat yönünden davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar verilmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur.\" Başvurucular; Mahkeme kararının taraf teşkili bakımından açık olmadığını, dava konusunun devir talebinin karara bağlanmadığını, kısıtlı Safiye Polat dışında diğer davacının Hatice Demirok mu, Mustafa Demirok mu olduğu hususunun belirsiz kaldığını, bu nedenle yargılamanın celsesinde 3/4/2012 tarihinde dava konusunun devrine ilişkin yapılan ve ibraz edilen sözleşmeye istinaden taraf teşkilinin tamamlanması ve davacı taraf değişikliği hakkında karar verilmesini talep etmişlerdir. Mahkemece 15/6/2012 tarihli ek karar ile Mahkemenin E.2008/243 K.2012/191 sayılı kararının başlık kısmında, Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin birleştirilen E.2009/200 sayılı dosyasında dahili davacı Mustafa DEMİROK'un isminin karar başlığına eklenmesine karar verilerek 25/4/2012 tarihli karar başvurucuya tebliğ edilmiştir. Mahkeme ek kararının gerekçesi şöyledir:\"6100 sayılı HMK'nın 125/2 maddesi \"Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devir edilecek olursa, devir almış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder.\" hükmünü getirmektedir. Dosyanın incelenmesinde, 25/04/2012 tarihinde karara çıktığı, kararın başlık kısmında 2008/243 esas sayılı dosya, 2009/200 esas sayılı dosya ve 2009/268 esas sayılı dosyada davacı Safiye Polat vasisi Hatice Demirok olarak yer aldığı, dosya içinde yapılan incelemede, 2009/200 esas sayılı dosyada terekeye iade talep edildiğinden davada yer almayan mirasçı Hatice Demirok'un olurunu sağlamak üzere 20/04/2011 tarihli celsede davacı vekili Av.İbrahim İbişoğlu'na süre verildiği, 21/06/2011 tarihli celsede, aynı vekilin Hatice Demirok'a ait vekaletname ibraz ettiği hususunun tutanağa geçirildiği, buna göre Av. İbrahim İbişoğlu'nun Safiye Polat, 2009/200 esas sayılı dosyada dahili davacı Hatice Demirok ve Safiye Polat vasisi Hatice Demirok vekili olarak dosyada yer aldığı, 2009/200 esas sayılı birleşen dosya açısından dahili davacı Hatice Demirok'un 03/04/2012 tarihinde dava konusunun devrine ilişkin dilekçeyi dosyaya ibraz ettiği halde bu dosya dahili davacısı olarak Mustafa Demirok'un isminin gerekçeli kararda sehven yazılmamış olup maddi hata olan bu hususu düzeltmenin Mahkememizce ek karar ile mümkün görülmesi nedeniyle gerekçeli karara maddi hata olarak yazılmayan ismin aşağıdaki şekilde yazılmasına karar verilmiştir.\" Karar davacı kısıtlı Safiye Polat ile dâhili davacı Mustafa Demirok tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/12/2013 tarihli ilamı ile Mustafa Demirok'un temyiz dilekçesinin reddine karar vermiş, Safiye Polat'ın temyiz itirazları reddedilerek karar onanmıştır. Temyiz dilekçesinin reddine ilişkin Dairenin gerekçesi şöyledir: \"Her ne kadar karar, Mustafa Demirok tarafından temyiz edilmiş ise de; birleşen dosyada Hatice Demirok'un Mustafa Demirok ile yapmış olduğu 2012 tarihli “Dava Konusu Devir Sözleşmesi”6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Borçlar Kanunu'nun () ve devam eden maddelerinde öngörülen “alacağın temliki” niteliğinde kabul edilemez. Anılan yasal düzenlemelerde öngörülen ve devri mümkün olan hak biralacağa ilişkindir. Oysa, eldeki davada yapılan temlikin koşulların gerçekleşmesi halinde mülkiyetin nakline ilişkin olduğu açıktır. Böylesine taşınmazların mülkiyetinin devrini öngörecek nitelikte yapılan temliknamenin yasal olduğunu da söyleyebilme olanağı yoktur. Bu nedenle temlik alan Mustafa Demirok'un davada yasal açıdan sıfatının varlığı da kabul edilemeyeceğinden Mustafa Demirok'un açıklanan bu gerekçelerle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir...\" Başvurucuların karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve anılan ilam başvuruculara tebliğ edilmiştir. Ret kararının gerekçesi şöyledir:\"Dosya muhtevasına, dava evrakı ile tutanaklar münderecatına ve Yargıtay ilamında açıklanan gerektirici sebeplere, Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin 1969 tarihli ve 1968/196 E. 1969/315 K. sayılı miras bırakan Hüseyin Polat tarafından 582 nolu parsel ile ilgili olarak açılan tapu iptal ve tescile ilişkin dava dosyasındaHüseyin Polat'ın 1969 tarihli oturumda bizzat imzalı beyanı ile 582 nolu parselin tapuda yapılan temlik işlemlerinin iradesine uygun olduğunu kabul ederek davadan feragat ettiğini bildirdiği, bu durumda 582 nolu parsel ile ilgili olarak tapuda yapılan resmi işlemin miras bırakanın iradesine uygun olduğu ve resmi senedin sahteliği iddialarının HMK'nin 208/maddesi uyarınca bu aşamada dinlenilmesinin mümkün olmadığına; 580 ve 581 nolu parsellerin tapusunun iptal ve tescili istemiyle açılan davanın da ayrıca 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı nedenleriyle asıl ve birleşen Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/200-155 E. K. sayılı davalarının reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığına, Öte yandan, birleşen Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2009/268 E. 2010/1151 K. sayılı 580 nolu parselin yüz ölçümünün düzeltilmesi istemiyle açılan dava dosyasında; davacı Safiye'nin 580 nolu parseli 1969 tarihinde davalı K.'ya satmış olup, aslolanTMK'nin maddesine göre taşınmazın krokisi olduğundan, taşınmazın miktarının az veya çok olmasının sonuca etkili olmayacağına, bu nedenle davacı Safiye'nin taşınmazı 1969 tarihinde tapudan satmış olması sebebiyle mahkemece davanın sıfat yokluğundan reddine karar verilmiş olmasının da doğru olduğuna, 2012 tarihli “Dava Konusu Devir Sözleşmesi” nin taşınmazların mülkiyetinin devrini öngörecek nitelikte bir temlikname olmadığından, Mustafa Demirok'un davada yasal açıdan sıfatının varlığı da kabul edilemeyeceğine, göre yerinde olmayan ve HUMK'nun maddesinde yazılı hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin reddine karar verildi.\" Diğer taraftan başvurucular, dava konusu 580, 581 ve 582 parsel numaralı taşınmazların davalılara devir işleminin sahte belge ile yapıldığını ileri sürerek 30/5/2012 tarihinde Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinde tespit davası açmışlardır. Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/262 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece, 4/4/2014 tarihli ara karar ile Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/243 sayılı dosyasının kesinleşmesinin beklenmesine karar verilmiş olup yargılama devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4802", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tapu iptali ve tescil talebiyle açılan davanın uzun sürmesi ile dava konusu taşınmazların davalılara devir işleminin sahte belge ile yapıldığının tespiti talebiyle açılan davada tapu iptali ve tescil davasında verilen kararın kesinleşmesinin bekletici mesele yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, birleşen itirazın iptali davasında yargılamanın hakkaniyete aykırı olması ve uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sözleşme kapsamında edimin yerine getirilmemesi nedeniyle Edirne İcra Müdürlüğü nezdinde icra takipleri başlatmış; itiraz üzerine duran takiplerin iptali amacıyla 4/1/2001 tarihinde Edirne ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde itirazın iptali davası açmıştır. Edirne Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davalar, Edirne Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) E.2001/9 sayılı dosyasında birleştirilmiş; Mahkeme 16/12/2005 tarihli kararında, birleşen E.2002/280 sayılı dosyadaki talebin kabulüne, diğer davaların reddine karar vermiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/1/2013 tarihli kararıyla dava ile bağlantılı ağır ceza mahkemesi dosyasının beklenmesi gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur. Bozma sonrası tüm talepler yönünden yeniden başlatılan yargılama, Edirne Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/227 Esas sayılı dosyasında devam etmektedir. Başvuru konusu davaya ilişkin olarak ilk derece başvuru yollarından Yargıtay Hukuk Dairesinin temyiz incelemesi tamamlanmış, karar düzeltme yoluna başvurulmamış ve yerel mahkeme kararının bozulmasına ilişkin karar başvurucu vekiline 1/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15985", "Başvuru Konusu":"Başvuru, birleşen itirazın iptali davasında yargılamanın hakkaniyete aykırı olması ve uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu zorunlu askerlik görevini ifa ederken 30/7/1993 tarihinde Silopi'de teröristlerle girdiği çatışma esnasında başından yaralanmıştır. Gördüğü tedavilerin ardından Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi (GATA) tarafından düzenlenen 11/4/1994 tarihli sağlık kurulu raporu ile hakkında sol kulağında sensorial tip işitme kaybı teşhisine istinaden \"Askerliğe elverişli değildir.\" kararı verilen başvurucu 13/6/1994 tarihinde terhis edilmiştir. Aynı raporda maluliyet oranı %13 olarak belirlenen başvurucuya dereceden vazife malullüğü aylığı bağlanmıştır. Başvurucu; terhisinden sonraki süreçte de baş ve omuz ağrısı, ellerinde kasılma, unutkanlık, uykusuzluk, çarpıntı gibi şikâyetlerle muhtelif tarihlerde askerî hastanelere müracaat etmiştir. Başvurucuya belirtilen rahatsızlıklarına yönelik olarak çeşitli ilaç tedavileri uygulanmıştır. Başvurucunun söz konusu tedavileri sırasında GATA Radyoloji Bölümünde 5/4/2013 tarihinde çekilen tomografisinde vücudunda yabancı cisim (mermi) görüntüsü saptanmıştır. Bu husus tomografi neticesinde düzenlenen raporda \"Sol SKM kası superiorposterior mediali komşuluğunda 24x8 mm ebatlarında yabancı cisim dansitesi izlenmektedir.\" değerlendirmesiyle ifade edilmiştir. Başvurucunun 26/4/2013 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezinde yapılan muayenesi neticesinde düzenlenen raporda da GATA tarafından düzenlenen 5/4/2013 tarihli rapordakiyle aynı bulguya rastlandığı belirtilmiştir. Vücudundaki merminin ameliyatla çıkarılmasının riskli olduğu gerekçesiyle başvurucuya cerrahi müdahale yapılamamış ancak şikâyetlerinin azaltılmasına yönelik olarak yeni bir ilaç tedavisine başlanmıştır. 9/1/2014 tarihinde Bursa Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen engelli sağlık kurulu raporunda başvurucunun tüm vücut fonksiyon kaybı oranı %66 olarak tespit edilmiştir. Başvurucu 31/12/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB) başvurmuş ve 1993 yılında teröristlerle girdiği çatışma sırasında yaralanması nedeniyle askerî hastanelerde yapılan muayene ve tetkiklerinde, olay sırasında başına isabet eden merminin tespit edilememesinde idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek bu sebeple uğradığı maddi ve manevi zararın karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucu, söz konusu dilekçesinde çok ciddi bir hayati risk oluşturan ve aslında çok basit bir inceleme yöntemiyle tespit edilebilecek olan bu durumun zamanında tıbbi esaslara uygun şekilde muayene edilmemesi nedeniyle olayın üzerinden ancak yirmi yıl geçtikten sonra tespit edilebildiğini, bu süreçte söz konusu rahatsızlığına yönelik bir tedavi uygulanmaması nedeniyle yıllardır ağrı ve acı içinde yaşamak zorunda bırakıldığını ifade etmiş; ayrıca maluliyet derecesinin düşük olarak tespit edilmesi nedeniyle tarafına hak ettiğinden daha düşük maaş bağlandığını belirtmiştir. Başvurucu, söz konusu başvurusunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerineAskeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu 9/4/2014 tarihli dava dilekçesinde idareye başvuru dilekçesindeki açıklamalarına ilaveten sağlık hizmetinin kötü ve geç işlediği, eğitimsiz sağlık personeli tarafından konulan eksik tanı nedeniyle kendisine hatalı tedavi uygulandığı, gerekli tedaviye ancak 2013 yılında başlanabildiği hususlarına da yer vermiş; mevcut rahatsızlığı zamanında tedavi edilmediğinden fiziksel ve ruhsal acılar çektiğini belirtmiştir. Başvurucu, dava dilekçesinde ayrıca vazife malulü olarak emekliye sevk edildiği maluliyet oranı (%13) ile hâlihazırdaki mauliyet oranı (%66) arasındaki farka dikkat çekerek düşük maluliyet derecesi üzerinden tarafına eksik maaş bağlanması nedeniyle uzun yıllar maddi kayba uğratıldığını ifade etmiş; bu sebeplerle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine hükmedilmesini talep etmiştir. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 24/9/2014 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun 11/4/1994 tarihli sağlık kurulu raporu ile sol kulağındaki işitme kaybı teşhisine istinaden askerliğe elverişsiz olduğunun tespit edilmesi üzerine 13/6/1994 tarihinde terhis edildiği, bu itibarla başvurucunun en geç terhis tarihi itibarıyla zararını öğrendiği vurgulanmıştır. Başvurucunun bu tarihten itibaren bir yıl ve her hâlükârda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilen kararda, bu süreler geçtikten sonra 31/12/2013 tarihinde yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 9/4/2014 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, başvurucunun müracaatı üzerine 5/4/2013 ve 9/1/2014 tarihlerinde düzenlenen sağlık kurulu raporlarının da dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Karşıoyda ise başvurucunun 1993 yılında meydana gelen olay nedeniylevücudunda mermi olduğunun yaklaşık yirmi yıl sonra tespit edildiği iddiasının bulunduğuna dikkat çekilmiş, bu hususun doğruluğunun araştırılması gerektiği belirtilmiştir. İddianın doğru olması hâlinde olay tarihindeki zarar ile hâlihazırdaki zarar arasında bir fark olup olmadığının ortaya konulması ve buna göre davada süre aşımı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 28/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 11/2/2015tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. İlker Yılmaz, B. No: 2015/19041, 24/5/2018, §§ 25- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3915", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 27/1/2014 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 1/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22701", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucuların katıldıkları basın açıklaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Muş'un Varto ilçesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucular ayrıca Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) üyesidir. Başvurucular, Eğitim Sen Muş Şubesinin almış olduğu \"baskı süreciden kaynaklı her türlü tutuklama, gözaltı vb. olayları ile ilgili Muş Emek ve Demokrasi Platformu ve diğer platformların, ..., düzenleyecekleri her türlü basın açıklaması ve mitinglere üyelerin ve yöneticilerin gözlemci olarak katılmasına\" ilişkin 14/4/2015 tarih ve 15 sayılı kararı üzerine Varto Emek ve Demokrasi Platformu'nun düzenlediği 18/12/2015 tarihli basın açıklamasına katılmıştır. Olay Yeri Tutanağı'na göre basın açıklaması, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından organize edilmiş ve Varto Belediye Başkanı S.E. ve DBP'li A.A.nın önderliğinde 50 kişinin katılımıyla eski belediye pasajı önünde gerçekleştirilmiştir. 20'de başlayan basın açıklaması, 30'da oturma eylemine dönüşmüş ve grup 40'da olaysız bir şekilde dağılmıştır. Başvurucular hakkında, söz konusu eylemin DBP ve HDP tarafından organize edildiği gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular ifadelerinde; bahse konu siyasi partilerin organize ettiği herhangi bir basın açıklamasına katılmadıklarını, eylemin Varto Emek ve Demokrasi Platformu tarafından düzenlendiğini ve Eğitim Sen adına anılan eyleme katıldıklarını, oturma eylemine ise katılmadıklarını belirtmiştir. Soruşturma neticesinde başvurucuların katıldığı eylemle \"DBP ve HDP gibi siyasi partiler ve terör örgütü lehine destek olduğu, Türkiye Cumhuriyeti devleti, hükumeti ve halkıyla teröre karşı mücadeleyi zaafa uğratma, teröre karşı verilen mücadeleyi AKP'nin bir politikası olarak gösterip bu parti aleyhine halkı düşmanlığa davet ettiği\" belirtilerek eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucuların kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular anılan disiplin cezalarının iptali istemiyle idare mahkemelerine başvurmuştur. Yargılama neticesinde mahkemelerce eylemin sendika hakkı kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve sübuta erdiği gerekçeleriyle davaların reddine karar verilmiştir. Söz konusu kararlara karşı yapılan istinaf başvuruları bölge idare mahkemelerince reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. 2019/30262 numaralı başvurunun 2018/5060 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5060", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucuların katıldıkları basın açıklaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; yasal gözaltı süresinin aşılması, yargılamanın genel olarak adil yürütülmemesi, başvurucunun gerçek dışı delillere dayanılarak mahkûm edilmesi, yargılamada zamanaşımı süresinin hatalı hesaplanması, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesi, sorgu sırasında avukat bulundurulmasına izin verilmemesi, tanık dinletme taleplerinin reddedilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği, özel yaşamın gizliliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/8/2013 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. BirinciBölüm, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurununiçtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesine bağlı polisler 8/1/1999 tarihinde saat 30’da başvurucuya ait avukatlık bürosunda arama yapmışlardır. Daha sonra saat 30’da, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet başsavcısı ve başvurucunun hazır bulunduğu sırada evinde arama yapmışlardır. Aynı gün başvurucu Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmış ve daha sonra yasadışı DHKP/C örgütüne (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi) mensup olmaktan hakkında soruşturma başlatılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11/1/1999 tarihinde başvurucu gözaltı süresini 13/1/1999 tarihine kadar uzatmıştır. Başvurucu 13/1/1999 tarihinde tutuklanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının E.1999/20 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında yasa dışı DHKP/C örgütünün üyesi olmak ve örgütsel faaliyette bulunmak iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucu 17/6/1999 tarihinde tahliye edilmiştir. Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 30/12/1999 tarihli ve E.1999/15, K.1999/211 sayılı kararı ile başvurucunun on beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Ankara 1 No.lu DGM'nin 30/12/1999 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2000 tarihli ve E.2000/1393, K.2000/2638 sayılı ilamı ile bozulmuştur. DGM'lerin kaldırılmasına ilişkin yasal değişikliklerden sonra dosyanın incelenmesine Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 10/11/2006 tarihli ve E.2004/35 K.2006/209sayılı kararı ile başvurucunun 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 10/11/2006 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2007 tarihli ve E.2007/1893, K.2007/3669 sayılı ilamı ile yeniden bozulmuştur. Bozma üzerine yargılanmasına devam edilen başvurucunun, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 23/2/2010 tarihli ve E.2007/236, K.2010/9 sayılı kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:\"Hazırlık soruşturmasında Avukat olan sanık Zeki Rüzgar’ın bürosunda ve evinde arama yapılmış, bürosunda yapılan aramada masa üzerinde bulunan ajandanın incelenmesinde içerisinde bir mektup zarfı ele geçirildiği, zarfın içerisinde değişik boydaki kağıtlara yazılı notlar ve krokiler bulunduğu, küçük boy dört adet pelur kağıda yazılmış notların şifreli olduğu görülüp bunların bilirkişiye yapılan çözümünde ….Ayö-Der yapılanması oturdu, her üniversitede komitelerini kurdu, çalışmalar devam ediyor, yılbaşından sonra aktif olarak çalışmaya başlayacak, Ö.Y ve T.nin durumları iyi, süreç iyi geçecek, liseliler çok heyecanlı ve verimli, kendileri ile ileriye dönük teoriler yapılıyor, gözaltı kitapçığı herkese bırakıldı, kapsamlı olarak gözaltında neler yapılacağı anlatıldı, TİYAD’lı psikolojisi değerlendirilmeli, Adli Tıp da A. ile irtibat sağlandı, giriş raporları gözaltından sonra ya hiç ya az verilecek, çıkış raporlarının günü yüksek tutulacak, ayrıca muayene sırasında telefon imkanı olacak, mahalli alanlarda yapılanma sürüyor, yeni yapılanmalardan polisin haberi yok, özellikle şu an çalışmalar devam ediyor ve kendilerini yakmamaları söylendi, Kurtuluş’da A., ve S. cezaevine girdikten sonra bir duraksama olduysa da yavaş yavaş toparlanıyor, A.’nın telefon numarası xxxdevrimci selamlar, içeride görüşüldüğü gibi DGM’deki N. – T. – – – S. – E. hakkındaki çalışmalar tamam, gerekli bilgiler verildi, devrimci selamlar,8 adet pelur kağıda çizili olan krokilerde İnönü Bulvarı üzerindeki General Lojmanları, Lalegül caddesi üzerinde bulunan Jandarma Alay Komutanlığı, Yenimahalle de bulunan Mit Müsteşarlığı, Emekte bulunan Mit Bölge Başkanlığı, İrfan Baştuğ caddesinde bulunan Jitem, Kehribar sokakta bulunan DGM lojmanları, Yavuz Selim polis karakolu, Küçükesat polis karakolu binalarını gösterdiği anlaşılmış, Ajanda içerisinde ayrıca cezaevlerinin ayrıntılı şekilde krokileri, DGM’lere hayır başlıklı Çağdaş Hukukçular imzalı bildiri, 2 sayfalık Almanca faks bulunmuş, sanığa ait işyerinde ele geçen örgütsel dökümanların 9 ayrı şahsın el yazısı ürünü olduğu, ekspertiz daire raporu ile görülmüştür. Sanığın evinde yapılan aramada bilgisayar disketlerinin çözümünde kontrgerilla devletin suçluları başlıklı doküman çıkmış, buradan çok sayıda terörle mücadelede yer alan Silahlı Kuvvetler, Mit, Emniyet Mensupları, DGM Hakim ve Savcıları, basın mensupları, cezaevi Savcı ve Müdürlerinin isimlerinin bulunduğu, örgüt tarafından neyle suçladıklarının belirlendiği bu dökümanın benzerinin 1998 tarihinde örgütün yayın organı olan Halk İçin Kurtuluş dergisinin İstanbul’da bulunan bürosunun aranmasında da ele geçirilmiş olduğu, bunun amacının örgüte karşı yasal zeminde mücadele eden kamu görevlilerinin hedef olarak gösterilip örgütün yıldırma, sindirme amacını gerçekleştirmeye yönelik olduğu görülmüş, ayrıca sanık Zeki’ye gönderilen bir çok devrimci sol tutsakları, hatta bir tanesinde …… Bartın Cezaevi DHKPC tutsakları imzalı el yazısı ile yazılmış ve gönderilmiş pek çok kart, el yazısı ile yazılmış Dursun Karataş savunması, ölüm oruçları ile ilgili doküman, devrim sol isimli kitapçık ele geçirilmiştir. Sanığın Ulucanlar cezaevinde yasadışı örgüt mensupları ile birlikte yasadışı örgüt pankartı altında çekilmiş resimleri bulunmuş, sanık Zeki cezaevindeki örgüt mensupları ile dışarıdaki örgüt mensupları arasında irtibat kurmak için kuryelik yapmış, yine Y. adlı müşteki hazırlık ifadesinde sanık Zeki’nin cezaevlerindeki örgüt mensupları ile birlikte çalışıp, hakkında soruşturma olan örgüt mensupları tarafından sanık Zeki ve diğer örgüt avukatlarından başka avukat tutulmayacağı hususunda tutuklu yakınlarını tehdit ettiği belirtilmiştir. İstanbul’da meydana gelen Gazi olayları ile ilgili olarak yabancı ülke mensupları ile yapılan görüşmede demokratik anlamda sosyalist mücadele verdiklerini, hükümetin silahla karşılık verdiğinden kendilerinin de silahla karşılık vermek zorunda kaldıklarını söylediği anlaşılmıştır. Bütün bu sayılanlar sanık Zeki’nin yasadışı örgütle ilişkisini göstermekte, sanık yasadışı örgüte kesintisiz, sürekli ve uzun zaman devam eden ilişki içerisinde olup eylemleri belli bir yoğunluğa ulaşarak, bu durum örgütle arasında organik bağ kurulduğunu göstermektedir.\" Temyiz üzerine, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 23/2/2010 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/2/2013 tarihli ve E.2010/10948, K.2013/2850 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 19/7/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6084", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yasal gözaltı süresinin aşılması, yargılamanın genel olarak adil yürütülmemesi, başvurucunun gerçek dışı delillere dayanılarak mahkûm edilmesi, yargılamada zamanaşımı süresinin hatalı hesaplanması, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesi, sorgu sırasında avukat bulundurulmasına izin verilmemesi, tanık dinletme taleplerinin reddedilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği, özel yaşamın gizliliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun, terör örgütü üyeleri tarafından yeğenleri öldürüldüğü hâlde bu durumun dikkate alınmayarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör örgütü mensupları tarafından 16/4/1994 tarihinde Batman-Sason kara yolu kesilerek yeğenleri H.A. ve S.A.nın öldürüldüğünü beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 30/6/2011 tarihli ve 2011/1-1392 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Çayırlı köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından ve anılan köyde 1997 yılında 480 kişi, 2000 yılında 583 kişi yaşadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 24/2/2012 tarihli ve E.2011/3171, K.2012/1423 sayılı kararında Çayırlı köyünün kısmen boşalan ya da boşaltılan köyler arasında yer almadığı, köyde tamamen bir boşalma ya da boşaltılma olmadığı, köyde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde 20 hanenin daha bulunduğu, köy nüfusunun 1997 yılında 480 kişi, 2000 yılında 583 kişi olduğu, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin düzenli olarak yapıldığı, köy okulunun güvenlik sebebiyle kapatılan okullar arasında yer almadığı, Çayırlı köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradıkları zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/6718, K.2013/771 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 10/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5800", "Başvuru Konusu":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun, terör örgütü üyeleri tarafından yeğenleri öldürüldüğü hâlde bu durumun dikkate alınmayarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun yasal defter ve belgeleri üzerinde yapılan incelemede alış belgeleri arasında sahte faturalara rastlanılmıştır. Başvurucu tarafından kullanılan bu faturaların yasal defterlere kaydının yapıldığı ve ilgili dönem beyannamelerine intikal ettirildiği hususlarının tespit edildiği gerekçesiyle 15/5/2019 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda 2016/Mart, Nisan ve Mayıs dönemlerinde sahte fatura kullanıldığından bahisle 2016/4 dönemine ilişkin olarak bir kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle Antalya Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, başvurucunun açmış olduğu davayı 28/1/2020 tarihli kararı ile kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuya fatura düzenleyen P... Mobilya İnş. Turz. İth. İhr. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin (Firma) 2016 yılında katma değer vergisi, kurumlar vergisi, kurum geçici vergisi beyannamelerini verdiği, muhtasar beyannamede işçi çalıştırdığını beyan ettiği, 2016 yılı yasal defter ve kayıtlarında dönem sonu kapanış kayıtlarında yer alan brüt satış tutarı ile yıllık katma değer vergisi (KDV) matrahının uyumlu olduğu tespiti yapılmıştır. Mahkeme buradan hareketle fatura temin edilen Firmadan yapılan alışların tarihlerine bakıldığında, başvurucuya düzenlenen faturaların sahte olduğu hususunun somut olarak ortaya konulamadığı, Firmanın başvurucuya fatura düzenlediği dönemlerde faaliyette olmadığına dair herhangi bir somut tespit bulunmadığını vurgulamıştır. Mahkeme son olarak Firmanın başvurucu adına düzenlediği faturaların sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğu hususunun açık ve somut bir şekilde ortaya konulamaması nedeniyle faturalarda gösterilen indirim konusu katma değer vergilerinin reddedilmesi suretiyle resen salınan vergi ziyaı cezalı katma değer vergilerinde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmıştır. Antalya Vergi Dairesi Başkanlığının (İdare) istinaf talebi Konya Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 10/9/2020 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu adına fatura düzenleyen Firmanın yüksek tutarda KDV matrahı beyan etmesine rağmen ödenecek vergisinin cüzi olması, ödemesi gerekli vergileri ödememesi, kısa sürede üç mali müşavir değiştirmesi, mal ve hizmet satın aldığı ve fatura düzenlediği mükelleflerin çoğu hakkında olumsuz tespitlerin bulunması hususlarına vurgu yapılarak anılan Firmanın başvurucu adına düzenlediği faturaların gerçek bir mal ve hizmet teslimine dayanmadığı ve sahte belge olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 22/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35909", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 1/12/2017 tarihinde öğrendikten sonra 28/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu İsmail Hakkı Demirkazıksoy başvurunun devamı sırasında 22/11/2018 tarihinde vefat etmiş, mirasçıları Mehmet Ali Demirkazıksoy ve Osman Nuri Demirkazıksoy başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1009", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 12/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1976 doğumlu olan başvurucu, H. Özel Güvenlik Limitet Şirketi (Şirket) bünyesinde İzmir İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğünün (AFAD İl Müdürlüğü/İdare) hizmet binalarında işçi statüsünde özel güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken İzmir Valiliği (Valilik) tarafından 21/2/2017 tarihinde yüklenici Şirkete gönderilen yazıya istinaden başvurucunun 22/2/2017 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucuya tebliğ edilmek istenen ancak başvurucunun imzadan imtina ettiği yazıda Valiliğin 21/2/2017 tarihli yazısına istinaden başvurucunun işten çıkarıldığı belirtilmiştir. Valilik tarafından 21/2/2017 tarihinde yüklenici Şirkete gönderilen \"Araştırma Sonuçları\" başlıklı yazıda başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında inceleme başlatıldığı, yapılan inceleme sonucunda başvurucunun görevde kalmasının sakıncalı olduğuna karar verildiği bildirilmiştir. Söz konusu yazıda, başvurucunun AFAD İl Müdürlüğünden çekilerek yerine güvenlik soruşturması yapılmış bir personelin görevlendirilmesi talep edilmiştir. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminatın ve hak ettiği ücretlerin ödenmesine karar verilmesi talebiyle AFAD Yönetimi Başkanlığı ile işveren Şirket aleyhine 20/3/2017 tarihinde işe iade davası açmıştır. İzmir İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu;i. Feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminin yazılı şekilde yapılmadığını, ii. Fesih nedeninin gerçeği yansıtmadığını, AFAD bünyesinde görevlendirilmeden önce İl Özel İdaresinin işçisi olarak çalıştığını, bu dönemde ihaleyi alan taşeron şirketler tarafından sosyal güvenlik kayıtlarının (SGK kayıtları) yapıldığını, FETÖ/PDY iltisaklı şirketlerde kendi iradesiyle çalışmadığını,iii. Bank Asyadaki maaş hesabının İl Özel İdaresi tarafından açıldığını ve maaşının buraya yatırıldığını, eşinin de İl Özel İdaresinde çalıştığını, aynı durumun onun için de geçerli olduğunu, Bank Asyada hesabı olmasında kendisinin bir kusurunun bulunmadığını, iv. İngilizce öğretmenliği bölümünden mezun olmasına rağmen atanamadığını, eğer FETÖ/PDY ile irtibatlı olsaydı güvenlik görevlisi olarak değil öğretmen olarak görev yapmasının beklenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Davalı AFAD Yönetimi Başkanlığı, sunduğu 11/4/2017 tarihli cevap dilekçesinde; AFAD Yönetimi Başkanlığının işçi kadrosunun bulunmadığını, diğer davalı Şirket ile Valilik ya da AFAD İl Müdürlüğü arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisinin olmadığını, başvurucunun iddiasının yalnızca yüklenici Şirkete yöneltilebileceğini belirtmiştir. Ayrıca 15 Temmuz darbe girişimi akabinde tüm personelle ilgili araştırmalar yapıldığını, hizmet alımı yoluyla özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılan başvurucunun görevde kalmasının sakıncalı olduğunun tespit edildiğini, belirli süreli iş sözleşmesinin yüklenici Şirket tarafından usulüne uygun şekilde feshedildiğini ileri sürmüştür. Davalı işveren Şirket, Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde Valilik tarafından gönderilen yazı doğrultusunda başvurucunun iş sözleşmesinin feshedildiğini, Türkiye'deki önemli kamu kurumlarından olan AFAD Yönetimi Başkanlığı bünyesinde devletin birlik ve bütünlüğünü tehlikeye atacak işlemlere müsait bir ortamın oluşturulmasına destek verebilecek kişilerin çalıştırılmasının güvenlik nedeniyle mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu hakkında herhangi bir soruşturmanın bulunup bulunmadığı bilinmemekle birlikte işçisine duyduğu güvenin zedelendiğini, başvurucu hakkında şüpheye düştüğünü, ismi bu şekilde anılan başvurucuyla çalışmaya devam etmesinin beklenemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 24/4/2017 tarihli beyan dilekçesinde silahlı özel güvenik görevlisi olarak çalışma izninin ve kimlik kartının yenilenmesi talebiyle İzmir İl Emniyet Müdürlüğüne talepte bulunduğunu, 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun kapsamında 20/7/2017 tarihine kadar çalışma izninin devam ettiği yönünde resmî cevap verildiğini bildirmiştir. Mahkeme 18/5/2017 tarihli ara kararıyla, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına ve FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında başvurucu hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı, soruşturma veya açılmış dava olup olmadığı hususlarının sorulmasına karar vermiştir. Mahkeme 27/9/2017 tarihinde davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"... Davalı taraf, davacının iş akdini eşinin, erkek kardeşinin ve çocuklarının Fetö terör örgütü üyelerinin hesaplarını bulundurduğu bankalarda hesap bulundurmak, kredi kartlarını kullanmaları, Fetö yapılanmasında sorumlu olan şahıslarla bağlantısının bulunması, Fetö yapılanmasında sorumlu üst düzey kişilerle ilişkisi ve bu örgütle ilişkisi bulunan İdrak ve Şifre şirketlerinde çalışmak nedenleriyle terör örgütü üyeliği şüphesi nedenleriyle davacının iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini savunma etmiştir. Yargıtay H.D 2007/16878-30923 E-K sayı 22/10/2007 tarihli kararında da içtihatında da açıklandıgı üzere yeterli şüpheye dayalı iş akdi feshi haklı olduğundan davanın reddine karar verip aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.\" Başvurucu 15/11/2017 tarihli dilekçesiyle anılan karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde, dava dilekçesinde ileri sürdüğü beyanları tekrar etmiş; İl Emniyet Müdürlüğü tarafından kendisi hakkında verilen özel güvenlik görevlisi olarak çalışabileceğine ilişkin yazıya dikkat çekmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 26/12/2017 tarihli ara kararıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Terörle Mücadele ve Örgütlü Suçlar Bürosuna müzekkere yazılmasına, başvurucu hakkında açılan herhangi bir soruşturma bulunup bulunmadığı konusunda bilgi edinilmesine karar vermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İzmir Bölge Adliye Mahkemesine gönderilen 4/1/2018 tarihli yazıda, başvurucu hakkında açılmış herhangi bir soruşturmanın olmadığı belirtilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11/1/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacının iş akdi işverence aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesi gerekçe gösterilerek feshedilmiştir. İş Güvencesi Hukukunda işçinin sözleşmeye aykırı davranışta bulunduğundan şüphe ediliyor ve bu yüzden taraflar arasında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsılması veya ağır zedelenmesi nedeniyle iş sözleşmesi feshedilmişse şüphe feshinden bahsedilir. İzmir Valiliğinin ihaleyi alan davalı şirkete gönderdiği yazıda davacı ve yakınları hakkında araştırma yapıldığı ve davacı ve yakınlarının malum yapılanma ile ilgili bağlarının olduğu belirtilmiştir. Davacının iş akdi bu yazı doğrultusunda feshedilmiştir. Yapılan fesih şüphe feshidir.Yerel mahkemece deliller toplanıp değerlendirilerek karar verilmiştir. Verilen kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.\" Başvurucu; FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında kendisi hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığını, kendisine yönelik isnatların da gerçek dışı olduğunu, malum yapıyla herhangi bir ilgisinin olmadığını ileri sürerek İzmir Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar için temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 21/5/2018 tarihinde, söz konusu kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle tüm temyiz itirazlarının reddine ve kararın onanmasına hükmetmiştir. Nihai karar 18/6/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır.\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:\"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22229", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir soruşturma kapsamında verilen yayın yasağı kararı nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 24/11/2014 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı 9/8 Esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu (Komisyon) tarafından eski bakanlar Z.Ç., G., E.B. ve Er.B. hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin gizliliği ihlal edici ve masumiyet karinesini zedeleyici yayınlar yapıldığını belirterek soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ihtiyacı gerekçesiyle soruşturma kapsamında yayım yasağı konulması talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 25/11/2014 tarihinde, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesinin önlenmesi ve haklarında soruşturma yürütülen eski bakanların şöhret ve diğer haklarının korunmasının sağlanması ihtiyacı gerekçesiyle soruşturmaya ilişkin yayım yasağı konulmasına karar vermiştir. Bu kapsamda Komisyonun istemiş ve getirtmiş olduğu bilgi ve belge içerikleri ile tanık, bilgi sahibi, bilirkişi sıfatıyla veya diğer ilgililerin ve beyanlarına başvurulan kişilerin Komisyona vermiş oldukları beyanlarına yönelik olarak 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca soruşturmanın tamamlanacağı 27/12/2014 tarihi mesai sonu bitimine kadar tüm yazılı, görsel ve internet ortamında yapılan yayınlar hakkında yayım yasağı konulmasına hükmedilmiştir. Başvurucu tarafından anılan karara itiraz edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 28/11/2014 tarihinde söz konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. İtirazın reddine dair karar başvurucuya 10/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5187 sayılı Kanun'un \"Basın özgürlüğü\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin \"Ceza Yargılamalarına Dair Bilgilerin Yayımlanmasına İlişkin Hukuki Kuralların Düzenlenmesi\" ile ilgili 10/7/2013 tarihli ve R(2003)13 sayılı Tavsiye Kararı'nda (Tavsiye Kararı) medyanın, kamuoyunu devam eden ceza yargılamaları hakkında bilgilendirmesinin, hem ceza hukukunun caydırıcı etkisinin görünür hâle gelmesi hem de ceza adaleti sisteminin işleyişi üzerinde halk denetimi sağlanması açısından oldukça önemli olduğu belirtilmiştir. Buna rağmen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) , ve maddelerinde öngörülen haklar arasında meydana gelebilecek olası çatışmalar ile söz konusu haklar arasında her somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak bir dengeleme yapılması, ayrıca Sözleşme'den doğan yükümlülüklere uyulmasının sağlanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) denetleyici rolünün de gözönünde tutulması gerektiği eklenmiştir. Tavsiye Kararı'nın ekinde öngörülen (1) numaralı ilkeye göre kamu, medya aracılığıyla adli makamların ve emniyet birimlerinin çalışmaları hakkında bilgi alabilmelidir. Tavsiye kararının devamında ise gazetecilerin, ceza yargılaması sisteminin işleyişi hakkında haber yaparken uymaları gereken sınırlar belirtilmiştir. Bu ilkeler şu şekildedir:\"İlke 2 - Masumiyet karinesiMasumiyet karinesi ilkesine saygı duyulması, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, devam eden ceza yargılamalarıyla ilgili bilgi ve fikirler, suçlu veya şüphelinin masumiyet karinesi hakkına zarar vermeyecek şekilde medyada yer almalı veya yayımlanmalıdır.İlke 8 – Devam eden ceza yargılamalarında mahremiyetin (özel hayatın) korunmasıŞüpheli, sanık veya mahkûm kişiler veya ceza yargılamalarıyla ilgisi bulunan diğer taraflar hakkında bilgi edinimi düzenlenirken, Sözleşme'nin maddesi uyarınca özel hayatın korunması hakkına saygı gösterilmelidir. Bu kapsamda çocuklar ya da dezavantajlı gruplara dahil diğer bireylere olduğu gibi şüpheli, sanık ve mahkûm aileleri ile tanık ve mağdurlara da özel bir koruma sağlanmalıdır. Her durumda, kimliklerini ortaya çıkarabilecek bir bilginin yayımlanmasının, bu ilkede belirtilen kişiler üzerinde oluşturabileceği zararlı etkilere de özellikle dikkat edilmelidir.\" Yukarıda zikredilen Tavsiye Kararı'nın ekinde yetkili kamu otoritelerinin yerine getirmesi gereken birtakım yükümlülüklerden de söz edilmiştir. Söz konusu ilkelerin eldeki başvuruya ışık tutabilecek olanları şunlardır:\"İlke 3 - Bilginin doğruluğuAdli makamlar veya emniyet birimleri, medyaya sadece doğrulanmış bilgiyi veya makul varsayımlara dayandırılmış bilgiyi vermelidir. Varsayımlara dayalı bilginin verilmesi halinde, bu durum medyaya açıkça ifade edilmelidir.(...)İlke 6 – Ceza yargılamaları esnasında düzenli bilgi sağlanmasıKamuoyunu ilgilendiren ya da kamuoyunda özellikle tartışılan ceza yargılamaları hakkında adli makamlar veya emniyet birimleri, soruşturma ve polis işlemlerinin gizliliğine zarar vermemesi veya yapılan ceza yargılamasını geciktirmemesi ya da engellememesi kaydıyla, konuyla ilgili yaptıkları çalışmalar hakkında medyayı bilgilendirmelidirler. Ceza yargılamalarının uzun sürmesi halinde bu tür bilgiler düzenli aralıklarla verilmelidir.İlke 7 – Bilginin kötüye kullanımının yasaklanmasıAdli makamlar veya emniyet birimleri, devam eden ceza yargılamalarıyla ilgili bilgileri, kanunun uygulanmasına yönelik olmayan veya ticari amaçlar nedeniyle kullanmamalıdırlar.(...)İlke 10 - Kovuşturma makamlarında ön yargı oluşturabilecek etkinin önlenmesi Özellikle jüri sisteminin geçerli olduğu ya da hâkim asistanlarının yer aldığı ceza yargılamaları kapsamında, adli makamlar ve emniyet birimleri, kovuşturmanın adilliği konusunda ciddi ön yargı riski oluşturabilecek bilgiyi açıklamaktan kaçınmalıdırlar. İlke 11 - Kovuşturma öncesi zarar verici yayımlarSuçlanan kişi medyada yer alan bilgiler sonucu adil yargılanma hakkının ciddi bir ihlal tehditi altında kaldığını veya ihlal edildiğini ispat edebilirse, kendisine etkin bir yasal telafi yolu sunulmalıdır. \" Sözleşme'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen maddesi şöyledir:\" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.\" AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin ilkelerin basın söz konusu olduğunda daha da önemli olduğunu belirterek bu ilkelerin de geniş anlamda yargı erkinin işleyişinin güvence altına alınması kapsamında kaldığını, nitekim toplumsal konularda aydınlatılmış bir kamuoyunun yargı erkinin düzgün işleyişi için gerekli olduğunu ifade etmektedir. AİHM, yargı sisteminin dışarıya tamamen kapalı biçimde fonksiyon gösteremeyeceği üzerine genel bir fikir birliği olduğunu ve mahkemelerin uyuşmazlıkları çözmek için yetkilendirilmiş makamlar olmasının, başka hiçbir alanda uyuşmazlıklar üzerine tartışılamayacağı anlamına gelmediğini de belirtmektedir. Ayrıca yargının etkili işleyişini engelleyecek hareketlerden kaçınması gerekmekle beraber kamuyu ilgilendiren diğer meselelerde olduğu gibi yargıya intikal eden konularda da medyanın bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü olduğu, buna karşılık toplumun da bu konularda bilgi alma hakkının bulunduğu AİHM tarafından vurgulanmaktadır (Sunday Times/Birleşik Krallık (No.1) [GK], B. No: 6538/74, 26/4/1979, § 65). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin, madde metninden ve Mahkemenin içtihadından da anlaşıldığı üzere ifade özgürlüğüne yönelik önleyici nitelikteki sınırlamaları yasaklamadığını belirtmektedir. AİHM bununla birlikte önleyici nitelikteki sınırlamaların, Mahkemenin en sıkı denetimini gerektirecek ölçüde tehlike içerdiğini de ifade etmektedir. AİHM ayrıca basın söz konusu olduğunda denetimin daha da önemli olduğunu, nitekim çok kısa sürede güncelliğini yitirme tehlikesi bulunan haberlerin önleyici nitelikte sınırlamalara tabi tutulmasıyla değerini ve kamuoyu ilgisini kaybettiğini eklemektedir (Association Ekin/Fransa, B. No: 39288/98, 17/7/2001, § 56). AİHM RTBF/Belçika (B. No: 50084/06, 29/3/2011) kararında, yargılamanın etkililiğini sağlamak amacıyla bir televizyon programının geçici olarak yayımının yasaklanması nedeniyle ilgili yayın şirketinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Söz konusu yasak kararı, devam eden yargılamalarda verilebilecek ihtiyati tedbir niteliğinde kararların öngörüldüğü bir genel usul hükmü uyarınca verilmiş ve yasağın ihlal edilmesi hâlinde her yayım için 000 Belçika Frankı para cezasına hükmedileceği belirtilmiştir (RTBF/Belçika, § 10). AİHM öncelikle basın alanında geçici bir önlem olarak yayım yasağına karar verilmesi konusunda gerek ilk derece gerek üst mahkeme içtihadı arasında birlik bulunmadığını ifade etmiştir. Daha sonra basın alanında önleyici bir tedbir olarak konulacak yayım yasakları konusunda kesin ve belirli kurallar içeren özel bir hukuki çerçeve bulunmamasının, bu kapsamda yapılabilecek şikâyetlerin ve sahip oldukları takdir yetkisi doğrultusunda yargı mercilerinin somut olay bağlamında ulaşacakları çözümlerin çeşitliliğini artırma tehlikesi doğurması sebebiyle bilgi verme özgürlüğünün özünü zedeleyebileceğini eklemiştir. Basın alanında önleyici nitelikte sınırlamaların uygulanabilmesi için yasağın kapsamı üzerinde sıkı bir denetim ve muhtemel suistimalleri engellemek üzere etkili yargısal başvuru yolları öngören hukuki bir çerçevenin zorunlu olduğunu da vurgulayan AİHM, başvuru konusu olayda yeterli öngörülebilirliğin ve dolayısıyla kanunilik koşulunun sağlanmadığı gerekçesiyle başvurucu yayın şirketinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (RTBF/Belçika, §§ 113-117). ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19270", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir soruşturma kapsamında verilen yayın yasağı kararı nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yaşlılık aylıklarının artış oranlarının azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yapılan kanuni düzenleme ile devam eden yargılama sürecine sonuca etkili olacak biçimde müdahale edilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığında (Banka) çalıştığı süre boyunca 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici maddesi uyarınca kurulmuş bulunan T. Vakıflar Bankası T.A.O. Memur ve Hizmetlileri Emekli Sağlık Yardım Sandığı Vakfına (Vakıf) ödediği primler karşılığında emekliliğe hak kazanmıştır. Vakıf, kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumları dışında kalan ancak onlara denk kabul edilen bir tüzel kişilik olup söz konusu sandık mensupları bakımından zorunlu sosyal güvenlik kurumu niteliğindedir. Vakfın amacı, Vakıf Senedi’nin maddesinde şöyle ifade edilmiştir: “...a) İş bu vakıf senedi hükümleri dairesinde üyelerin emeklilik, malullük, ölüm, hastalık, analık, iş kazaları ve meslek hastalıkları hallerinde ve eş ve çocukları ile üyenin geçindirmekle yükümlü bulunduğu ana ve babasının hastalıklarında, Sosyal Sigortalar Kanunları ile temin edilen yardımlardan az olmamak üzere hak sahiplerine yardımda bulunmak;…” Vakfın gelirleri, sandık üyelerinin aylıklarından yapılan prim kesintilerinden ve diğer gelirlerden oluşmaktadır. Banka da aynı esaslar çerçevesinde hesaplanan tutarı işveren hissesi olarak her ay Vakfa aktarmaktadır. Vakıf, üyelerine yapacağı yardımın miktarını ve dolayısıyla emekli aylıklarına ilişkin artışları Vakıf Senedi’nde yazılı hükümler çerçevesinde tek taraflı olarak belirlemekte olup bunun 506 sayılı Kanun'da alt sınır olarak tayin edilen miktardan düşük olmaması gerekmektedir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Sandık üyeleri, artışların 506 sayılı Kanun’un geçici maddesine uygun bir şekilde yapılmadığı gerekçesiyle Vakıf aleyhine iş mahkemelerinde alacak davaları açmıştır. Bu davalar sonucunda 506 sayılı Kanun’un geçici maddesinin nasıl anlaşılıp uygulanacağı konusunda bir yargısal içtihat yerleşmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu çerçeveyi çizen 24/3/2010 tarihli ve E.2010/10-155, K.2010/170 sayılı kararına göre 506 sayılı Kanun'un geçici maddesinde değinilen alt sınırın belirlenmesinde, davalı Vakfın bağladığı aylıklara yapılan artış oranlarının Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK, bu Kuruma devredilen SSK) sigortalılarına bağlanan yaşlılık aylıklarına yapılan artış oranlarıyla karşılaştırılması usulü dikkate alınmalıdır. Böylece bulunan artış oranının 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığı alanlara yapılan artış oranından daha az olması durumunda da Vakıf Senedi'ndeki düzenlemelere göre aylıklarında artış olacak kişilerin ayrıca 506 sayılı Kanun'un aylık artışlarına dair hükümlerinden yararlanmaları gerekmektedir. Söz konusu Vakıf tarafından kendisine aylık bağlanan başvurucu, aylıklarda artış sağlanması ve artış oranlarının da en az 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığı alanlara yapılan artış oranları kadar olması gerekirken bu yükümlülüğün ihlal edildiği iddiasıyla Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Açtığı davada başvurucu, emekli aylıklarında artış yapılmayan dönemler yönünden farkın hesaplanarak kendisine ödenmesini talep etmiştir. Bu arada yargılama süreci devam ederken 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un maddesiyle 506 sayılı Kanun’un geçici maddesine eklenen beşinci fıkra ile aynı maddenin sandık emeklilerine yapılacak yardımların düzenlendiği birinci fıkrasının (b) bendinin uygulanmasında; yardımların sağlanması ve bağlanması yönünden alt sınırın belirlenmesinde muadil miktar karşılaştırmasının esas alınacağı, bunun mevcut davalara da uygulanacağı düzenlenmiştir. 6111 sayılı Kanun 25/2/2011 tarihli ve 27857 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Mahkeme 10/12/2012 tarihli kararında, davalı Vakıfça başvurucu dâhil tüm emekli olan üyelerine 506 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (b) bendi hükmüne uygun olarak emsali emekli sigortalıya 506 sayılı Kanun'a göre ödenmesi gereken emekli aylığının çok üzerinde aylık bağlandığı ve ödendiği gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 16/4/2013 tarihinde, hüküm fıkrasında yer alan davalı yararına vekâlet ücreti takdirine ilişkin “Davalı taraf vekille temsil olunduğundan hüküm tarihinde geçerli Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesaplanan 400,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine,” cümlesinin hüküm fıkrasından çıkarılmasına ve kararın bu şekliyle düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Nihai karar 24/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 14/7/2021 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37938", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yaşlılık aylıklarının artış oranlarının azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yapılan kanuni düzenleme ile devam eden yargılama sürecine sonuca etkili olacak biçimde müdahale edilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Adıyaman ili Kahta ilçesi Erikli köyünde 1985 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında dava konusu taşınmazlar birden fazla kişi adına tespit görmüştür. Başvurucunun dedesi A.B.nin de aralarında olduğu 5 kişi 20/9/1985 tarihinde Kahta Kadastro Mahkemesine açtıkları davada; tespite konu taşınmazlarla ilgili adlarına vergi kayıtları olduğunu, davalıların bu taşınmazları kendilerini zorla köyden çıkaran köy ağasından satın aldıklarını belirterek kadastro tespitine itiraz etmişlerdir. Aynı kişiler, anılan bölgede bulunan toplam 100 parsele ilişkin olarak farklı kişilere karşı dava açmışlar, bunun yanında Hazine bir adet taşınmaz, Ç. isimli şahıs ise toplam 11 taşınmazla ilgili olarak aynı konuda dava açmıştır. Mahkemenin E.1985/294-301-296-302-268-298-299-297-277-300 sayılı dosyalarında açılan bu davalar E.1985/293 sayılı dosyada birleştirilmiştir. Başvurucunun murisi Abuzer Bereket'in 18/5/2000 tarihinde vefatı ile murisin oğlu ve başvurucunun babası olan Mahmut Bereket davaya dâhil edilmiş, Mahmut Bereket'in de 11/6/2002 tarihinde vefatıyla başvurucu davacı sıfatıyla taraf olmuştur. Mahkeme, 30/12/2011 tarihli kararında \"deliller, taraf beyanları ve mahallinde yapılan keşifler ile dosya'ya yansıyan tüm bilgi ve belgelerden Erikli köyündeki 810, 483, 480, 484, 494, 600, 611, 655, 616, 603 parsel nolu taşınmazların yukarıda adı geçen davacılar ile soyadı E..ler olan kişiler arasında uyuşmazlık konusu olmadığı, ancak diğer parseller yönünden uyuşmazlığın özünün 1920'lı yıllara dayandığı, yukarıdaki bilgiler ve deliller ışığında adı geçen davacıların davacı olduğu taşınmazların 1920'li yılların başında Ş.E. adındaki yörede Ağa olarak bilinen kişiye ait olduğu, bu kişinin istiklal mahkemesinde kurtuluş savaşından sonra idam edildiği, geriye vergi kayıt maliki olarak adı geçen oğlu K.E.yi bıraktığı, bu süreçte ve öncesinde soyadı B.., T.. ve G.. olan davacıların Ş.E.nin sahibi olduğu bu taşınmazlarda çiftçilik yaparak Ağa olan bu kişi hesabına çalışarak geçimlerini sürdürdükleri, Ş.E.nin idamından sonra soyadı B.., G.. ve T.. olan davacıların işlemekte oldukları davalı taşınmazları Ş.E.nin oğlu K.E.ye vermek istemedikleri bunun üzerine K.E.nin yukarıda belirtilen temyiz mahkemesi H.sinin 4/11/1930 tarihli karar fotokopisinden anlaşıldığı kadarıyla ve belirtildiği üzere soyadı B.. olan kişilere dava açtığı bunun üzerine 1940'lı yıllarda anılan kararda \"soyadı Bereket olan kişilerin taşınmazlara müdahalesinin men'ine karar verilmek iktiza ederken\" hükmünün yer aldığı bunun üzerine soyadı B.., G.. ve T.. olan kişilerin Erikli köyünü iradi olarak terk ederek zilyetliklerini kestikleri anlaşılmıştır. Soyadı B.., G.. ve T.. olan davacıların köyden zorla cebren çıkartıldıklarına yönelik iddiaları yönünden : Yukarıda anılan temyiz mahkemesi Hukuk Dairesinin karar içeriği gözetildiğinde dava açan Ş.. oğlu K.E.dir, davalılar ise dosyamız davacılarından olan soyadı B.. olan kişilerin atalarıdır. Hayatın olağan akışına göre ağalık düzeninin verdiği nüfuzun kullanılması sosyal şartlar ve yöre şartları düşünüldüğünde 1930'lı yıllarda daha olağan ve yaygın olarak görülen vakıalardır. Ancak Ş.. oğlu K.E. tarafından dava yoluna başvurulmakla mahkeme kanalı ile soyadı Bereket olan kişilerin taşınmazlardan uzaklaştırılması hedeflenmiştir, Ayrıca gelinen aşamaya kadar davacıların köyden cebren ve zorla çıkarıldıklarına dair soyut iddia dışında dosyada her hangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır, Kaldı ki o dönemde dahi köyde taraflar dışında yaşayan bir çok farklı soyisimli ailelerin olduğu da dosya kapsamı ile sabittir.  Her ne kadar soyadı Bereket, G.. ve T.. olan kişilerin davacı olduğu parsellere revizyon gören vergi kayıtlarında bir kısım Bereket ve T.. soyisimli kişilerin Ş.. oğlu K.E. ile beraber adları vergi kayıt maliki olarak geçiyor olsada vergi kayıtları mülkiyet belgesi olmadığından zilyetlikle birleşip doğrulanmadıkça hukuki değer kazanamayacağından bu nedenle en zayıf ispat vasıtası olduğundan ayrıca soyadı Bereket, G.. ve T.. olan kişilerin yukarıda açıklandığı üzere bir neden olmaksızın uzun süre taşınmazlarla ilginin kesilmesi iradi terkin varlığını gösterdiğinden ve bu şekilde 1940'lı yılların başında zilyetlik kesildiğinden ayrıca kadastro tespit tutanaklarının edinme sebeplerinde yazılı olduğu üzere soyadı Bereket, G.. ve T.. olan kişilerin çiftçilik yaptıklarından dolayı fer'an (ikincil planda, tali) zilyet olduklarından açtıkları davanın ispatlanamadığından bahisle reddine dair karar vermek gerekmiş..\" gerekçeyle davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi duruşmalı temyiz incelemesi yapmış, 11/7/2013 tarihli kararıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünü onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 20/10/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 10/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 9/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19239", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna 7/4/2005 tarihinde başvurmuş ve talebinin reddedilmesi üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinde 8/2/2011 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 27/7/2011 tarihinde davayı yetki yönünden reddederek Batman İdare Mahkemesine (Mahkeme) göndermiştir. Mahkeme 20/11/2013 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda başvurucunun zilyetliğinde bulundurduğu taşınmazlar üzerinde yapılan keşif neticesi bilirkişiler tarafından tazminat hesaplandığı ancak hesaplanan tutarın ödemesinin başvurucuya teklif edilmediği belirtilmiştir. Davalı Valilik 20/3/2014 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) 4/10/2018 tarihinde temyiz talebini reddederek kararı onamıştır. Davalının 13/11/2018 tarihli karar düzeltme talebi Dairenin 14/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 26/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34997", "Başvuru Konusu":"Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma; süreç içinde cemaat, Gülen cemaati, Fetullah Gülen cemaati, hizmet hareketi, gönüllüler hareketi ve camia gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma, süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Darbe teşebbüsü öncesinde de FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlar ve finans kuruluşları için idari birtakım tedbirlere başvurulmuştur. Bu kapsamda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 3/2/2015 tarihinde Asya Katılım Bankasının (Bank Asya) yönetimine el koymuş, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ise anılan Bankayı 29/5/2015 tarihinde TMSF'ye devretmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35). 15 Temmuz 2016 tarihinden önce de kamu makamlarınca FETÖ/PDY'nin finans kaynaklarından biri olarak değerlendirilen Bank Asya, 2013 yılı Aralık ayı sonrasında mali olarak zor duruma düşmüştür. Bunun üzerine Bank Asyanın finansal olarak iyi durumda olduğunu göstermek ve böylece örgüte para aktarımının sürekliliğini temin etmek amacıyla Bank Asyaya para yatırılmasına yönelik olarak 25/12/2013 tarihinde bizzat örgüt lideri tarafından çağrıda bulunulmuştur. Anılan çağrı doğrultusunda, bu çağrıya uyan kişilerce özellikle 2014 yılının başından itibaren gerek bir kısım mal varlıkları elden çıkarılarak gerekse başka finans kuruluşlarından kredi çekilerek, tasarruf ve kâr amacı gözetilmeksizin örgüt yararına para yatırılması, katılım hesapları açılması, döviz ve altın alınıp satılması gibi işlemler yapıldığı tespit edilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/12/2018 tarihli ve E.2018/16-419, K.2018/661 sayılı kararı). Başvurucu, olay tarihinde Elâzığ 'da Özel Yavuz Selim Kolejinde öğretmen olarak çalışmaktadır. A. isimli kişi 11/8/2016 tarihinde Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) giderek FETÖ/PDY üyesi olduğunu düşündüğü kişiler hakkında ihbarda bulunmuştur. A. aynı tarihte alınan ifadesinde başvurucu ve eşinin de örgütle bağlantılı olduğunu ileri sürmüştür. Söz konusu ihbar üzerine başvurucu ve eşi hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu İfade Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:\"...Raziye Akçay [başvurucu] ve [A.] isimli kişilerde daha önce cemaate ait olan Yavuz Selim Lisesinde öğretmen olarak görev yapıyorlardı, darbe sürecinden bir kaç ay kadar önce yanılmıyorsam Doğa Kolejine geçtiler, geçtikten sonra Yavuz Selim'de okuyan ve kendilerine yakın olan öğrencileri arayarak kendilerine Doğa Kolejine gelmelerini, kayıtlarını yaptırmalarını daha sonra da buradan başka bir düz liseye kayıtlarını yaptırarak izlerini kaybettirmelerini sağlamaya çalıştıklarını biliyorum, benim kanaatimce söz konusu kişiler Doğa Kolejine geçerek kendilerini kamufle etmeye çalışmaktadırlar, cemaatten koptuklarını zannetmiyorum...\" 21/12/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu; kolluk ifadesinde özetle 1997-2016 yılları arasında örgüte ait kurumlarda çalıştığını, darbe girişimine kadar bu yapının terör örgütü olduğunu bilmediğini, çocuklarını bu yapıya ait okullara gönderdiğini, maaşının Bank Asya hesabına yattığını, kendisinin de bu hesaba yatan parayı kullandığını, eşi ve kendi hesabı arasındaki para transferlerine ilişkin bilgisinin olmadığını, annesinin 000 avro tutarındaki hac parasının kendi hesabında bulunduğunu, bankacılık işlemlerini talimat üzerine gerçekleştirmediğini, 2015 yılına kadar Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine abone olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu; Elâzığ Sulh Ceza Hâkimliği önündeki 28/12/2016 tarihli sorgusunda kolluk beyanını tekrarladığını, banka hesap hareketleriyle kendisinin değil eşinin ilgilendiğini ifade etmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 3/2/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle başvurucunun çocuklarını kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan eğitim kurumlarına gönderdiği, KHK ile kapatılan kurumlarda uzun süreler çalıştığı, Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine abone olduğu, Bank Asyaya TMSF tarafından el konulmasını önlemek amacıyla örgüt talimatı ile para yatırarak örgütün emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettiği ileri sürülmüştür. İddianamenin kabulü ile açılan dava Elâzığ Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/127 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 2/3/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- başvurucunun FETÖ/PDY üyelerinin gizli haberleşmede kullandığı bilinen ByLock, Eagle, Cacao Talk vb. programları kullanıp kullanmadığına ilişkin istihbari raporların gönderilmesi için Elâzığ İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına ve duruşmanın 9/6/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Elâzığ İl Emniyet Müdürlüğünce Mahkemeye iletilen 16/3/2017 tarihli müzekkere ekindeki tutanakta Eagle ve Cacao Talk isimli programlara ilişkin bir veri tabanının bulunmadığı, ByLock veri tabanında yapılan incelemede başvurucuya ait bir kayda rastlanmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 9/6/2017 tarihli ilk celsesine Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla katılmıştır. Mahkeme tarafından başvurucuya yasal hakları hatırlatılmıştır. Başvurucu; ifadesini kendisinin vereceğini, müdafi talebi olmadığını beyan etmiştir. Savunmasında özetle 1997 yılından itibaren farklı illerdeki cemaate ait kurumlarda öğretmen olarak çalıştığını, ihbarcının beyanının aksine Doğa Kolejinde çalışmadığını, darbe girişimi ile birlikte cemaatin terör örgütü olduğunu anladığını, kolaylık olması nedeniyle 2004 yılından itibaren çocuklarını çalıştığı cemaat okullarına gönderdiğini, çalıştığı kurumlar nedeniyle Bank Asyada hesabının bulunduğunu, bu hesapta normal maaş hareketlerinin gerçekleştiğini, talimat ile para yatırıp çekmediğini, Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine aboneliğinin bulunduğunu beyan etmiştir. Mahkeme, başvurucunun savunmasının ardından kurduğu ara kararı ile dosyaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle dijital inceleme ve HTS inceleme raporunun beklenmesinden vazgeçmiştir. Anılan celsede, iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu; esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanında mütalaayı kabul etmediğini, önceki savunmalarını tekrarladığını ve bu yapının terör örgütü olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. Söz konusu celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık Raziye Akçay ve eşi hakkında, Fetö'nün eğitim kurumlarında çalıştıkları ve kendilerini gizlemek için Fetö ile ilgisi bulunmayan başka bir kuruma geçiş yaptıkları şeklindeki ihbar üzerine soruşturma işlemlerine başlanmıştır....Elazığ İl Milli Eğitim Müdürlüğünün cevabi yazısından sanığın [Z.] ismindeki çocuğunun FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne aidiyeti nedeniyle 667 Sayılı KHK ile kapatılan Özel Yavuz Selim-Güzide Hanım İlk Okulunda 2014-2015 ve 2015-2016 öğrenim yılları içerisinde, [Y.S.nin] Özel Yavuz Selim-Güzide Hanım Ortaokulunda 2014-2015 ve 2015-2016 öğrenim yılları içerisinde,[nin] Özel Yavuz Selim-Güzide Hanım İlk Okulunda 2014-2015 ve 2015-2016 öğrenim yılları içerisinde, [E.nin] Özel Yavuz Selim Koleji'nde 2014-2015 ve 2015-2016 öğrenim yılları içerisinde kaydının bulunduğu anlaşılmıştır. Zaten sanık da 2004 yılı itibariyle çocuklarını kendisi de aynı kurumlarda çalıştığından bu yapıya ait okullara gönderdiğini ikrar etmiştir. FETÖ/PDY Terör Örgütünün en önemli kaynağı olan insan kaynağını devşirdiği ve ayrıca büyük bir finansal getiri kaynağı olan, eğitim ağı içerisine faaliyet gösteren anılan okullara çocuklarını göndermesinin -kendisinin de aynı kurumlarda sigorta kaydının bulunması ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde- sadece kolaylıkla açıklanamayacağı, sanığın bu örgüte aidiyet saikiyle hareket ettiği sonucuna varılmıştır.Sanığın getirtilen sigorta kayıtlarına göre terör örgütüne ait Maslak Eğitim Yayın Ajans Ticaret Ltd Şti. nezdinde 01/11/1997 ila 30/06/2012 tarihleri arasında, Elmas Eğitim Yayın Tic.Turizm Gıda ve San. nezdinde 16/10/2002 ila 18/06/2007 tarihleri arasında, Özel Vefa Fırat Eğitim Merkezi Dershanesi nezdinde 07/12/2007 ila 01/08/2008 tarihleri arasında, Güney Özel Öğretim İşletmeleri A.Ş. nezdinde 24/08/2009 ila 30/06/2010 tarihleri arasında, özel Yavuz Selim Lisesi/Eğitim Hizmetleri nezdinde 01/09/2010 ila 03/09/2012 tarihleri arasında, Erkam Özel Öğretim İşletmeleri/Güzide Hanım İlköğretim Okulu nezdinde 01711/2012 ila 30/06/2013 tarihleri arasında ve Erkam Özel Öğretim İşletmeleri A.Ş nezdinde 15/11/2013 ila 20/07/2016 tarihleri arasında öğretmenlik yaptığı, sanığın farklı zamanlarda nüfusa kayıtlı bulunmadığı farklı illerde anılan yapıya ait özel eğitim kurumlarında çalışmış olması, örgüt içi tayinle yer değiştirmeye tabi tutulduğu, örgüte insan kaynağı yetiştiren bu kurumlarda kendi ve eşi görev yaptığı gibi çocuklarını da bu okullara gönderdikleri, bu tercihlerinin de aidiyet saikine dayandığı değerlendirilmiştir.Sanık, savunmasında kabul ettiği gibi bankadan getirtilen kayıtlara göre de uzun yıllardır Bank Asya'da hesabı bulunmaktadır. Her ne kadar sanığın sigorta kaydının bulunduğu kurumlar adı geçen bankayla çalışmakta ise de sanığın 2014 yılı sonuna kadar maaş hareketi dışında hesabını aktif olarak kullandığı, böylece örgütün önemli bir finans kaynağı olan Bank Asya'yı desteklediği sonucuna varılmıştır.Sanığın kendi beyanına göre örgütün yayın organı olan Zaman Gazetesine ve Sızıntı Dergisine aboneliği bulunmaktadır. Zaman Gazetesi kamuoyunca bilinen ve bilahare anılan örgütün kumpası olduğu anlaşılan Ergenekon, Balyoz, İzmir ve İstanbul Askeri Casusluk Davaları gibi davaları, sanıklarının özellikle özel hayatları üzerinden speküle edilerek olumsuz algı operasyonları yapılmasında önemli işlev görmüş bir yayın organıdır. Diğer yandan şişirilmiş tiraj sayısı ile Basın İlan Kurumundan ve özel sektörden hak ettiğinin üzerinde reklam ve resmi ilan geliri elde edilen finansal bir araçtır, bir diğer yönüyle de örgütün ideolojik görüşünün kamuya yayıldığı bir organdır. Sızıntı Dergisi ise örgütün en eski yayın organı olupFetö ideolojisinin kitlelere yaygınlaştırıldığı ve aynı zamanda da örgüte maddi gelir elde edilen bir araç konumunda olduğu, bu hususun da sanığın örgüt üyeliğine işaret ettiği sonucuna varılmıştır.Yukarıda detaylı olarak irdelendiği üzere sanık Raziye Akçay'ın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ve örgüt üyeleri ile organik bağ içerisinde olduğu ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimsediğini gösterir şekilde örgütün amaçları doğrultusunda yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik arzeden eylem ve faaliyetlerde bulunduğu, neticeten FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmış...\" Başvurucunun bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 22/11/2017 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 4/12/2017 tarihinde temyiz kanun yolu başvurusunda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 23/10/2018 tarihinde başvurucunun çocuğunu örgütle iltisaklı okula göndermesinin, Zaman gazetesi ile Sızıntı dergisine abone olmasının örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği tespiti ile temyiz isteminin reddine ve hükmün onanmasına karar vermiştir:\"Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre, sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan okula çocuğunu gönderme, örgütle iltisaklı zaman gazetesi ve sızıntı dergisine abone olma eylemlerinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği, yine dosya kapsamı nazara alındığında sanığın örgüt liderinin talimatı üzerine örgütle iltisaklı Bank Asya' ya para yatırdığı belirlenerek yapılan incelemede;Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilme suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; [...] temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, [...] karar verildi.\" 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Suç işlemek amacıyla örgüt kurma\" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:\"(Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. \" Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2019 tarihli ve E.2018/4959, K.2019/145 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"2- BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen mutad hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin, örgüte üye olmak suçu bakımından örgütsel faaliyet, tek başına ise örgüte yardım etmek olarak kabul edilebileceği nazara alındığında; sanığın ilgili yerlerden Bank Asya hesap hareketlerinin getirtilip, gerekirse hesap hareketlerine dair bilirkişi raporu alınıp tüm dosya kapsamının bir bütün halinde değerlendirilmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ve yetersiz belgelere dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi, ...[bozmayı gerektirmiştir.]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 5/3/2019 tarihli ve E.2018/6408, K.2019/1447 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen rutin hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, sanığın Bank Asya'daki hesabı üzerinden gerçekleştirdiği mutad bankacılık işlemlerinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilmesi...[bozmayı gerektirmiştir.]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 19/3/2019 tarihli ve E.2018/6626, K.2019/1852 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, örgüte müzahir Aktif Eğitim Sendikası ve Berdüsselam Çalışanlar Derneği'ne üye olmak, Bank Asya'daki hesabı üzerinden örgütün talimatı üzerine işlem yapmak şeklindeki eylemlerinin, TCK 220/7 maddesi kapsamında örgüte yardım etme suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi...[bozmayı gerektirmiştir.]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 22/12/2020 tarihli ve E.2020/4706, K.2020/6676 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"2-)FEM dershanesinde çalışma kaydı ve Koza Eğitim Kültür Derneğine üyeliği olan sanığın örgütün kriptolu iletişim ağı olan ByLock iletişim sistemini kullandığının teknik verilerle tespit edilememesi halinde; 2014, 2014 tarihlerinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı Bank Asya’da katılım hesabı açmaktan ibaret eyleminin örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı nazara alınarak sanığın hukuki durumumun takdir ve tayininde zorunluluk bulunması... [bozmayı gerektirmiştir.]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 2/3/2021 tarihli ve E.2019/5505, K.2021/1793 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Örgüte müzahir okullarda çalışan, bu nedenle SGK kaydı ve Bank Asya'da mutad bankacılık işlemleri içeren hesabı bulunan ve başka delil olmadığı halde kendi beyanına göre 2009 yılına kadar bir kaç sohbete katıldığı anlaşılan sanığın örgütün hiyerarşik yapısına organik bağ ile dahil olarak, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulunduğuna ilişkin yeterli ve kesin delil ikame olunamadığından ispat edilemeyen müsnet suçtan beraati yerine, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yetersiz gerekçe ile mahkumiyet hükmü kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1665", "Başvuru Konusu":"Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlatır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibarıyla taşınmaz için kısıtlılık durumunun mevcut olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına rağmen 7/5/2013 tarihli satış işlemi sonucu taşınmazı edinen başvurucu açısından kısıtlılık hâlinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetin gerçekleşmediği belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3718", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/10/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/3/1994 tarihinden beri Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde radyoloji teknisyeni olarak çalışmaktadır. Başvurucu 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından anılan Kanun’un maddesi uyarınca yaptığı işin niteliği ve iştigal ettiği iş kolu itibarıyla fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başlamıştır. Bununla birlikte başvurucu 10/2/2011 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde tespit davası açmış, işe başladığı tarih olan 1/3/1994 ile fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başladığı Kasım 2008 arası dönemde de yaptığı iş gereği radyasyona maruz kaldığını belirtmiş, söz konusu dönem için fiilî hizmet süresi zammını hak ettiğinin tespitine hükmedilmesini ve bu döneme ilişkin fiilî hizmet zammı süresi primlerinin davalı Sağlık Bakanlığı tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul İş Mahkemesi 13/2/2013 tarihli ve E.2011/171, K.2013/126 sayılı kararı ile “… Tüm deliller ve dosya kapsamı bu şekilde değerlendirilerek;davacının davalı işyerinde başlangıçtan beri yaptığı işin aynı iş olduğu ve olumsuz koşullardan aynı şekilde etkilendiği anlaşılmakta ise de; 5510 sayılı Yasa’nın 01/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 2008 Kasım ayından itibaren itibari hizmetten yararlandığı, ancak bu tarihten önceki çalışma döneminde çalıştığı işyerinin 506 sayılı Yasa’da belirtilen işyerlerinden olmadığı…” gerekçesine dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 17/6/2013 tarihli ve E.2013/7955, K.2013/13690 sayılı ilamı ile kararı onamıştır. Onama ilamı başvurucuya 1/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5510 sayılı Kanun’un “Fiili hizmet süresi zammı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Aşağıda belirtilen işyerlerinde ve işlerde 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerlerinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayıları, fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı olarak belirlenir. Çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında belirtilen sigortalılar hariç sigortalının kapsamdaki işyerleri ile birlikte belirtilen işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalması şarttır.  ... Aşağıdaki bentlerden birden fazlasına dahil olanlar için, en yüksek olan bentten fiilî hizmet süresi zammı uygulanır. Kapsamdaki İşler/İşyerleriKapsamdaki Sigortalılar Eklenecek Gün Sayısı...11) Radyoaktif ve radyoiyanizan maddelerle yapılan işlerDoğal ve yapay radyoaktif, radyoiyonizan maddeler veya bütün diğer korpüsküler emanasyon kaynakları ile yapılan işlerde çalışanlar.90 gün...\" 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nunek maddesinin Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006 tarihli iptal kararından önceki hâli şöyledir: “506 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılanların, aşağıda sayılan görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için, hizalarında gösterilen süreler, sigortalılık süresi olarak eklenir. SigortalılarHizmetin Geçtiği YerEklenecek SüreI— a) 212 sayılı Kanunla değiştirilen 5953 sayılı basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenliyen kanun kapsamına tabi olarak çalışan sigortalılarb) Basın kartı yönetmeliğine göre basın kartına sahip olmak suretiyle gazetecilik yaparken, kamu kurumlarına giren ve bu kurumlarda meslekleriyle ilgili görevlerde istihdam edilen sigortalılar 5953 sayılı Kanunu Değiştiren 212 sayılı Kanunun birinci maddesi kapsamına giren işyerleriBasın müşavirlikleri 90 gün90 günII— (Değişik bent: 20/06/1987 - 3395/13 md.) Basım ve gazetecilik iş yerlerinden 1475 sayılı Kanun ve değişikliklerine göre çalışan sigortalılara) Solunum ve cilt yoluyla vücuda geçen gaz veya diğer zehirleyici maddelerle çalışılan iş yerleri,b) Fazla gürültü ve ihtizaz yapıcı makine ve aletlerle çalışarak iş yapılan işyerleri,c) Doğrudan doğruya yüksek hararete maruz bulunarak çalışılan işyerleri,d) Fazla ve devamlı adali gayret sarf edilerek iş yapılan işyerleri,e) Tabii ışığın hiç olmadığı ve münhasıran suni ışık altında çalı şılan işyerleri,f) Günlük mesainin yarıdan fazlası saat 00’den sonra çalışılarak yapılan işyerleri, 90 günIII— (Ek bent: 20/06/1987 – 3395/13 md.) Denizde Gemi adamları, gemi ateşçileri, kömürcüler, dalgıçlar. 90 günIV- (Ek bent: 20/6/1987 - 3395/13 md.) Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, fabrika, atölye, havuz ve depolarda, trafo binalarında çalışanlar. Çelik, demir ve tunç döküm, Zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle gaz maskesi ile çalışmayı gerektiren işlerde, Patlayıcı maddeler yapılmasında, Kaynak işlerinde çalışanlarda. 90 gün Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157, K.2006/97 sayılı (27/3/2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan) kararının ilgili kısmı şöyledir: “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın eşitlik ilkesine yer veren maddesine aykırıdır. İptali gerekir. …  1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun Ek maddesinin birinci fıkrasının 1987 günlü, 3395 sayılı Yasa ile eklenen IV numaralı bendinde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, ...” ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, … OYÇOKLUĞUYLA, 2006 gününde karar verildi.” ", "Haklar":"Zorla çalıştırma ve angarya yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7916", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 16/4/2012 tarihinde açtığı dava 9/10/2019 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 15/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2875", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, eşlerden birinin borcundan dolayı aile konutunun haczedilemeyeceğine ilişkin olarak diğer eş tarafından yapılan itirazın aktif dava ehliyeti olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun eşi aleyhine alacaklı tarafından ipotek alacağına dayalı olarak İstanbul İcra Dairesinin E.2014/1928 sayılı dosyası kapsamında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılmıştır. Başvurucu, anılan haciz işlemine karşı 23/5/2017 tarihinde İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) meskeniyet iddiasına dayanmak suretiyle şikâyet yoluna başvurmuş ve haczin kaldırılmasını talep etmiştir. Şikâyet dilekçesinde ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğunu, temliknamenin usule aykırı olduğunu ve borçlunun hâline münasip evinin haczedilemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme 19/7/2017 tarihinde aktif husumet ehliyeti bulunmadığından şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun söz konusu davanın tarafı olmadığı gibi herhangi bir sıfatının da bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine istinaf başvurusunda bulunmuştur. Daire 15/12/2017 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğundan istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararda üçüncü kişi olan başvurucunun icra takibinin borçlusu olmadığı gibi takibe konu taşınmazın maliki de olmadığından takip işlemlerine karşı şikâyet yoluna başvurma hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (12) numaralı bendi gereğince meskeniyet nedeniyle haczin kaldırılmasının ancak taşınmazın maliki borçlu tarafından istenebileceği, buna göre tapuda lehine aile konutu şerhi verilen kişinin haczin kaldırılmasını istemesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/6/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 22/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28943", "Başvuru Konusu":"Başvuru, eşlerden birinin borcundan dolayı aile konutunun haczedilemeyeceğine ilişkin olarak diğer eş tarafından yapılan itirazın aktif dava ehliyeti olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 11/10/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 21/12/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tutuklu bulunduğu Keskin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkemeye gönderdiği 4/12/2017 tarihli dilekçeyle doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri gereğince savunmasını daha sağlıklı yapabilmek adına duruşmada bizzat hazır edilmesinin sağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu müdafii de ilk celseden önce Mahkemeye ilettiği 13/12/2017 tarihli dilekçe ile başvurucunun duruşmada hazır edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, yargılamanın 21/12/2017 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun ve müdafiinin duruşmada hazır bulunma talepleri hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamış, başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı da yer almamıştır. Başvurucunun savunma yaptığı bu duruşmada başvurucu hakkındaki suçlamaya konu deliller okunmuş ve tanık dinlenilmiştir. Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada hazır edilmesi için Kuruma müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 14/2/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderdiği 7/2/2018 tarihli dilekçesinde, 14/2/2018 tarihinde yapılacak duruşmaya bizzat katılmak istediğini belirtmiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 14/2/2018 tarihli ikinci celseye ilişkin Duruşma Tutanağı'nda da başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Bu celsede Başsavcılık makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuş ve hüküm açıklanmıştır. Mahkemece başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu, gerekçeli istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini celse arasında Mahkemeye ilettiği hâlde talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6573", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 4/5/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1968 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş; binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK), söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde \"Legal Görünümlü İllegal Yapılar\" başlığı altında \"Paralel Devlet Yapılanması\" adıyla yer almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 28, 33). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğunu kabul etmişlerdir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. § 31; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10). Yargı organlarının kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğu ortaya konulmuştur. FETÖ/PDY'nin şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içinde, bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlendiği tespitlerine yer verilmiştir (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı).B. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üçer aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 47-66) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Ayrıca OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş ve bu konuda kanun hükmünde kararnameler ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de tesis edilmiştir. Örneğin 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinde yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlardan; maddesinde ise bunlar dışındaki tüm kamu personelinden (işçiler dâhil)MGK'ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ve terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Anılan maddelerde; görevine son verilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceği de hüküm altına alınmıştır (kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Yine 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK'nın maddesinde; 667 sayılı KHK'nın ve maddeleri kapsamında kamu görevinden çıkarılanların, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50). Başvurucunun Kamu Görevinden İhracına İlişkin Süreç Başvurucu 1990 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur. Başvurucu 25/7/1991 tarihinde adli yargı hâkim adayı olarak memuriyete atanmış, 6/10/1993 tarihinde de Cumhuriyet savcısı olarak göreve başlamıştır. Başvurucu son olarak Çanakkale Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun24/8/2016 tarihli kararıyla FETÖ/PDY ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 667 sayılı KHK'nın maddesine dayanılarak meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucunun meslekten ihraç kararına karşı yaptığı yeniden inceleme talebi de HSYK'nın 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle 23/5/2017 tarihinde Ankara Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi Baro Yönetim Kurulunun 16/8/2017 tarihli kararıyla kabul edilerek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, HSYK'nın meslekten çıkarma kararının disiplin cezası mahiyetinde olmadığı, idari bir işlem (tedbir) olduğu vurgulanmış ve başvurucunun baro levhasına kaydedilebilmek için aranan kanuni şartları taşıdığı açıklanmıştır. Baro kararı, kanun gereği Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) incelemesine sunulmuştur. TBB Yönetim Kurulu 6/9/2017 tarihinde Baronun kararının uygun olduğuna karar vermiştir. Söz konusu karar, Bakanlık tarafından uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde;i. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un , ve maddelerinin de bu kapsamda hükümler içerdiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde de avukatların yargı görevi yapan kişilerden sayıldığı vurgulanmıştır. ii. Kamu hizmetinin idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce yapılmasının zorunlu olmadığı, kamu hizmetinin bir kısmının kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce de yerine getirildiği ifade edilmiştir. iii. Avukatların verdikleri hizmetlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanlarından olduğu belirtilmiştir. 667 sayılı KHK ile başvurucu hakkında alınan tedbirin, avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususlarının gözardı edilmemesi ve idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Böyle dar bir yorumun KHK'nın amacıyla bağdaşmadığı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı ileri sürülmüş ve söz konusu tedbirin ilgilinin bir daha kamu hizmetinde çalışamamasını da içerdiği ifade edilmiştir.iv. Ayrıca KHK ile alınan tedbirin yalnızca idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması açısından yaşamsal bir öneme sahip olan ve yargının kurucu unsurunu teşkil eden avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği belirtilmiştir.v. 1136 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca adayın maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde sayılan suçlardan biri olan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan soruşturma ve kovuşturma altında bulunması hâlinde avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu soruşturma ve kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebileceğine işaret edilmiş, KHK ile kamu hizmetinden çıkarılanların bir kamu hizmeti olan avukatlığı da yapamayacakları gözetildiğinde başvurucunun talebinin soruşturma ve kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesi gerektiği açıklanmıştır. TBB Yönetim Kurulu 3/11/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde, başvurucu ile ilgili olarak FETÖ/PDY üyeliği suçlamasıyla yürütülen soruşturmanın henüz tamamlanmadığı ifade edilmiş ve bu nedenle 1136 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin uygulanmayacağı vurgulanmıştır. Bu karardan sonra başvurucunun baro levhasına kaydı gerçekleştirilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yeniden yazılmasına ilişkin TBB kararının kesinleşmesi üzerine 15/11/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren dava dilekçesinde;i. 1136 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine belirtilen cezalara mahkûm olmanın avukatlığa engel hâllerden sayıldığı, üçüncü fıkrasında ise bu cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunulması hâlinde, avukatlığa alınma isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebileceği belirtilmiştir. Avukatlık mesleğinin niteliği de dikkate alındığında FETÖ/PDY kapsamında ihraç edilenler hakkındaki soruşturma ve kovuşturma sonuçlanana kadar bu kişilerin baro levhasına kaydedilmemesi gerektiği savunulmuştur. ii. Terör eylemlerinin türüne ve niteliklerine ilişkin olarak 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında açıklamalarda bulunularak MGK tarafından 26/2/2014 ile 26/5/2016 tarihleri arasında gerçekleştirilen toplantılarda; FETÖ/PDY'nin millî güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, yasa dışı ekonomik boyutu bulunan ve diğer terör örgütleri ile iş birliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapıldığına ve bu terör örgütü ile tüm kurum ve birimlerin birlikte etkin bir şekilde mücadele edilmesine dair kararların alındığı hatırlatılmıştır. iii. Devlet organlarına sızan FETÖ/PDY bağlantılı kişilerin sadece demokratik hukuk düzenine tehdit oluşturmakla kalmadıkları, 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunmak suretiyle de millî güvenliğe karşı fiilen büyük bir tehdit oluşturdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle darbe teşebbüsünün akabinde devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya bu örgüte mensubiyeti olduğu değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla KHK'ların çıkarıldığı belirtilmiştir.iv. Bu kapsamda yürürlüğe giren 667 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bu KHK uyarınca meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma tedbirinin, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütlerinin ve millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir.v. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin hukuki sorunların ve anlaşmazlıkların adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak uygulanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından yaşamsal bir öneme ve değere sahip olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı organlarına, yetkili kurul ve kurumlara yardımda bulunmanın bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatlığın amaçlarından biri olduğu ileri sürülmüştür.vi. 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemenin avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde olması esasına dayandığı belirtilerek aynı Kanun'un ve maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun bir göstergesi olduğu, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir.vii. Kamu hizmetinin bir kısmının idare tarafından idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce gerçekleştirildiği, diğer bir kısmının ise idare hukuku anlamında kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği ifade edilmiştir. Avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. viii. Anayasa Mahkemesinin 23/6/1989 tarihli bir kararına yer verilerek avukatlık mesleğinin kamu hizmeti ve serbest meslek olarak iki yönlü olduğunun kabul edildiği; adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanı olduğu belirtilmiştir. 667 sayılı KHK kapsamında meslekten veya kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin olarak alınan tedbirin avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği, avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususları gözardı edilerek yorumlanmaması gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmasının KHK'nın amacıyla bağdaşmayacağı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı iddia edilmiştir.ix. Ayrıca söz konusu tedbirin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı, hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından hayati önemi bulunan ve yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği vurgulanmıştır. Bu nedenlerle 667 sayılı KHK hükümleri çerçevesinde kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun avukat olarak baro levhasına yazılmasının yerinde olmadığı ve TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Mahkeme 6/12/2017 tarihli kararıyla Bakanlığın yürütmenin durdurulması isteminin davalı TBB'nin savunmasının alınmasından sonra incelenmesine karar vermiştir. Davalı TBB tarafından sunulan savunma dilekçesinde, başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu, davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca dilekçede, yürütmenin durdurulması için gerekli olan koşulların bulunmadığı ve bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur. Dilekçede özetle; i. 24/3/2017 tarihli ısrar kararında belirtilen hususlara yer verilerek başvurucunun 1136 sayılı Kanun'da sayılan avukatlığa engel hâlleri taşımadığı belirtilmiştir. 1136 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca baro levhasına kaydın ertelenebilmesi için birinci fıkranın (a) bendinde belirtilen cezaları gerektiren suçlardan soruşturma altında değil kovuşturma altında olunmasının gerektiği, başvurucu hakkında bir kovuşturmanın bulunduğuna ilişkin olarak dosyada bilgi ve belgenin mevcut olmadığı vurgulanmıştır. ii. Baro levhasına yazılmanın istihdam olarak nitelendirilemeyeceğine, bu nedenle 667 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve kamudan ihraç edilenlerin kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğini ifade eden hükmün avukatlık mesleğini kapsamadığına dikkat çekilmiştir. Ayrıca Sağlık Bakanlığı tarafından28/9/2016 tarihinde il sağlık müdürlüklerine gönderilen yazıda, KHK kapsamında kamu görevinden çıkarılan tabip, diş tabibi ve diğer sağlık meslek mensuplarının özel sağlık kuruluşlarında istihdam edilmelerine engel bir hâlin bulunmadığının bildirildiği belirtilmiştir.iii. Kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunan veya işlem yapanlarla bu işlemlerin yapılmasına kamu hukuku usulü çerçevesinde katkı sunan, bu kişilere faaliyetlerinde yardımda bulunanların kamu görevini ifa ettikleri, kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunmayan veya işlem yapmayan ve bu faaliyetlere kamu hukuku usulü çerçevesinde yardımda bulunmayanların ise kamu hizmeti gördükleri belirtilmiştir.iv. Kamu görevi kavramı; yasama ve yargı faaliyetlerinin yanı sıra devletin olmazsa olmaz birincil amaçlarının gerçekleşmesi için devlete özgü, devletçe yapılması zorunlu, egemen gücün, yetkinin ve kamu hukuku kurallarına göre oluşturulan idarenin kullanılmasını ve örgütlenmesini yansıtan etkinlikler bütünlüğü olarak tanımlanmıştır. Kamu hizmeti kavramı ise devletin ikincil amaçlarını gerçekleştirmek için başkalarına da bırakabileceği etkinlikler şeklinde açıklanmıştır.v. Kamu görevlilerinin mutlaka kamu kesimindeki bir örgüte (kamu kurum ya da kuruluşlarına) bağlı olarak çalıştıkları vurgulanmıştır. Anayasa'ya göre kamu görevlilerinin ayırt edici özelliğinin bu kişilerin genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yerine getirmelerinden kaynaklandığı ve Anayasa'nın maddesinde memurlar kavramının yanında yer verilen diğer kamu görevlileri deyiminin ise kamu kuruluşlarında kamu hukuku kurallarına tabi olarak çalışanları ifade ettiği belirtilmiştir. Mahkeme 6/12/2017 tarihli ara kararıyla davanın başvurucuya ihbar edilmesine karar vermiştir. Başvurucu 10/1/2018 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuştur. Mahkeme 15/3/2018 tarihinde başvurucunun TBB yanında müdahale talebini kabul etmiştir. Aynıtarihli (15/3/2018) kararıyla -koşullarının oluştuğu gerekçesiyle- TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 26/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme 6/6/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. 1136 sayılı Kanun'un ve maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün ağır bastığı ifade edilmiştir. Yine 1136 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde anayasal düzene karşı işlenen suçlardan mahkûmiyetin avukatlık mesleğine engel hâller arasında yer aldığı vurgulanmıştır.ii. 667 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasında, aynı KHK'nın maddesi uyarınca kamu görevinden çıkarılan yargı mensupları ile bu meslekten sayılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri, bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları yönündeki düzenleme hatırlatılmıştır. iii. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında; devletin egemenlik kudretinin kullanıldığı alanlarla ilgili görevlerde bulunanlara görevleriyle ilgili olarak uygulanan idari işlemlerin kamu hukukuna ilişkin olduğu, medeni hak kapsamında görülemeyeceği vurgulanmıştır. Devletin kamu gücünün kullanılmasına katılan kişilerden özel bir güven ve sadakat talep etmesinde meşru bir menfaati bulunduğuna işaret edilmiştir.iv. Kamu hizmetinin bir kurumun ya kendisi tarafından ya da yakın gözetimi altında, özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmetler olarak tanımlandığına dikkat çekilmiştir. Avukatlığın bir serbest meslek olduğu hâlde sunulan hizmet açısındanbir kamu hizmeti mahiyetinde bulunduğu belirtilmiştir. Yargılamanın yürütülmesinin ve adaletin gerçekleştirilmesinin bir kamu hizmeti olduğu, bu amacın gerçekleştirilmesinde görev alan avukatların da kamu hizmeti icra ettiği ifade edilmiştir. Avukatlık mesleğini icra edenlerin toplumun güveni ve saygısına sahip olmaları gerektiği açıklanmış, ayrıca devletin de bunlardan özel bir sadakat talep etmesinde meşru bir menfaatinin bulunduğuna vurgu yapılmıştır. v. HSYK'nın olağanüstü tedbir niteliğindeki kararıyla meslekten çıkarılan başvurucunun baro levhasına kaydedilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu karara karşı TBB ve başvurucu tarafından istinaf başvurusu yapılmıştır. TBB ilk derece safhasında ileri sürdüğü iddiaları tekrar etmiştir. Başvurucu ise baro levhasına kaydedilmesine engel bir hâlin kendisinde bulunmadığını, hakkında bir mahkûmiyet kararı veya açılmış bir kovuşturmanın da olmadığını belirtmiştir. Meslekten çıkarılmasının bir disiplin cezasına değil idari tedbir kararına dayandığına işaret eden başvurucu, durumunun 1136 sayılı Kanun'un maddesinin kapsamında değerlendirilmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu 667 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasında geçen istihdam edilmek ibaresinin aleyhine yorumlandığını, söz konusu kuralın kamuda çalışmayı yasakladığını, kamu hizmeti ifa etmeyi men etmediğini savunmuş ve kamu hizmetinden çıkarıldıktan sonra milletvekili seçilen bir kişinin durumunu emsal göstermiştir. Başvurucu son olarak Mahkemenin AİHM kararlarını hatalı yorumladığını, devletin güvenine mazhar olmadığına dair yorumun keyfî ve siyasi olduğunu ileri sürmüştür. İstinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesinin 9/10/2018 tarihli kararıyla kesin olarak oyçokluğuyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemece verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Muhalefet görüşünde; avukatlığın serbest bir meslek olduğu ve avukatların da kamu hizmetinde istihdam edilmedikleri, kesinleşmiş disiplin cezasıyla kamudan ihraç edilme, baro levhasına kaydedilmeye hukuken engel teşkil etse de başvurucunun disiplin cezasıyla değil idari tedbir ile ihraç edildiği, bu nedenle baro levhasına kaydedilmesine hukuki bir mani bulunmadığı ifade edilmiştir. Muhalefet gerekçesinde, avukatlık yapmaya engel oluşturan suçlardan dolayı kovuşturma altında olunması hâlinde ilgili kişinin baro levhasına kaydının ertelenmesine karar verilmesi mümkün ise de başvurucuyla ilgili soruşturmanın henüz kovuşturmaya dönüşmediği vurgulanmıştır. Nihai karar 30/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.E. Başvurucu Hakkındaki Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu bu kapsamda 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış, 20/7/2016 tarihinde ise Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmıştır. Başvurucu ile ilgili soruşturma dosyası daha sonra yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde ise serbest bırakılmıştır. Başsavcılık 19/2/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun terör örgütü üyeliği suçunu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı vurgulanmış; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu yönünden ise başvurucunun darbe girişimine iştirak etmediği tespiti yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 1136 sayılı Kanun'un \"Avukatlığın mahiyeti\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.\" 1136 sayılı Kanun'un \"Avukatlığın amacı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.\" 1136 sayılı Kanun'un \"Avukatlığa kabul şartları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için:a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,b) Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olmak veya yabancı memleket hukukfakültesinden mezun olup da Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalanderslerden başarılı sınav vermiş bulunmak,c) Avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunmak,d) [mülga] e) Levhasına yazılmak istenen baro bölgesinde ikametgahı bulunmak,f) Bu Kanuna göre avukatlığa engel bir hali olmamak gerekir.\" 1136 sayılı Kanun'un \"Avukatlığa kabulde engeller\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabulistemi reddolunur : a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak, ...Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir....\" 1136 sayılı Kanun'un \"Redde veya kovuşturma sonuna kadar beklenmesine dair karara itiraz\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"...Baro yönetim kurullarının adayın levhaya yazılması hakkındaki kararları, karar tarihinden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Barolar Birliğine gönderilir. Türkiye Barolar Birliği kararın kendisine ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde uygun bulma ... kararını ... onaylamak üzere karar tarihinden itibaren bir ay içinde Adalet Bakanlığına gönderir ... Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı kararları bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu kararlar, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir....... Adalet Bakanlığının uygun bulmayıp bir daha görüşülmek üzere geri göndermesi üzerine Türkiye Barolar Birliğince verilen kararlara karşı ... Adalet Bakanlığı ... idari yargı merciine başvurabilir....\" 1136 sayılı Kanun'un \"Avukata karşı işlenen suçlar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Görev Sırasında veya yaptığı görevden dolayı avukata karşı işlenen suçlar hakkında, bu suçların hakimlere karşı işlenmesine ilişkin hükümler uygulanır.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Tanımlar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;... c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,d) Yargı görevi yapan deyiminden; yüksek mahkemeler, adlî ve idarî mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar, ... anlaşılır.\" 667 sayılı KHK'nın \"Amaç ve kapsam\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin amacı, 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemektir.\" 667 sayılı KHK'nın \"Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ... hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ... meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve hususi damgalı pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir.\" 667 sayılı KHK'nın \"Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;a) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa tabi personel, ilgili Kuvvet Komutanının teklifi, Genelkurmay Başkanının inhası, Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır,b) 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununa tabi personel Jandarma Genel Komutanının teklifi, İçişleri Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır,c) 9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununa tabi personel Sahil Güvenlik Komutanının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır,ç) Milli Savunma Bakanına bağlı personel Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır,d) 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa tabi personel, Yükseköğretim Kurulu Başkanının teklifi üzerine Yükseköğretim Kurulunun kararıyla kamu görevinden çıkarılır,e) Mahalli idareler personeli, valinin başkanlığında toplanan ve vali tarafından belirlenen kurulun teklifi üzerine İçişleri Bakanının onayıyla kamu görevinden çıkarılır,f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır.Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır.\" 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ... hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ... meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler uyarınca itiraz edilmesi veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. ...(3) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler hakkında da 4 üncü maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.\" 6749 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:\"Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır.\" İlgili Yargı Kararlarıa. İdari Yargı Mahkemelerince Verilen Kararlar Danıştay Sekizinci Dairesinin 12/11/2014 tarihli ve E.2012/5257, K.2014/8567 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\".... madde ile avukatlık mesleğinin kamu hizmetinin yanında bir serbest meslek olduğu hususu değerlendirilmeksizin sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olduğundan bahisle kamu görevlilerinin uymakla yükümlü olduğu yürürlükteki mevzuat hükümleriyle getirilen kurallara benzer nitelikte bir uygulama yapılarak bu kurallar serbest meslek icra eden avukatlar açısından da geçerli hale getirilmiştir.Yukarıda yer verilen kurallarda da belirlendiği şekli ile avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan avukatlık mesleği Anayasada yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir. Aksine bir yaklaşımla sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi kılınması mesleğin niteliği ve gerekleri ile örtüşmeyecektir....\" Bölge İdare Mahkemesinin 10/3/2020 tarihli ve E.2020/112, K.2020/516 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Dosyanın incelenmesinden, hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyelik suçundan dolayı Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının ... sayılı dosyasında yürütülen ceza soruşturması bulunan [S.K.nın] Bursa Barosu levhasına avukat olarak yazılmasına ilişkin talebinin kabulüne dair Bursa Baro Yönetim Kurulu kararının Türkiye Barolar Birliği tarafından uygun bulunduğu, davacı Bakanlık tarafından kararın bir daha görüşülmek üzere geri gönderilmesine ilişkin Onayına uyulmayarak Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunun ... sayılı kararı ile ilk kararda ısrar edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.İdare Mahkemesince, Bursa Barosu levhasına yazılmak için başvuran [S.K.] hakkında, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olmak suçundan Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının ... sayılı dosya ile ceza soruşturmasıyürütüldüğü görülmekte olup; hakkında Avukatlık Kanunu'nun 5/1-a. maddesi kapsamında 'Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar' kapsamında değerlendirilebilecek bu soruşturma konusu suçun niteliği ve ağırlığı itibariyle, Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunan kişilerin kamu görevinden uzaklaştırıldığı, avukatlık mesleğininin kamu görevi niteliği ve mesleki özelliği göz önüne alındığında, ilgilinin avukatlık mesleğine alınıp alınmayacağı hususundaki kararın kovuşturma sonuna kadar bekletilmesi yönünde kanuni bir zorunluluk bulunmayıp baro yönetim kuruluna takdir yetkisi tanınmış ise de, idare hukukunun genel prensipleri uyarınca davalının takdir yetkisini kamu yararı ve avukatlık hizmetinin gereklerine uygun olarak kullanmak zorunda olması karşısında, isnat edilen suçun niteliği ve ağırlığı itibariyle ceza soruşturması ve/veya kovuşturması sonucunun beklenmesi kamu yararı ve hizmet gereklerine daha uygun olacağı halde, bu husus gözardı edilerek, bu aşamada baro levhasına yazılmasına karar verilmesi kararının onaylanması yönünde tesis edilen dava konusu ısrar kararında hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.Bu durumda, müdahil [S.K.] hakkında Fetö terör örgütü üyeliği nedeniyle ceza soruşturması bulunduğu gerekçesiyle baro levhasına yazılmasının soruşturma sonucuna kadar bekletilmesi gerektiği gerekçesiyle dava açılmış ve İdare Mahkemesince dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ise de, dosyaya ibraz edilen [S.K.] hakkındaki Fetö terör örgütü üyeliği suçlaması ile ilgili kovuşturmaya yer olmadığına dair ... sayılı Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı kararı karşısında adı geçen hakkında ceza soruşturmasının ortadan kalktığı,kovuşturma bulunmadığı, kamu görevinden veya meslekten çıkarılması yönünde bir işlem olmadığı, baro levhasına yazılmasına engel halin ortadan kalktığı sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık, adı geçenin hak yoksunluğuna sebebiyet vereceği açık olanmahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin istinaf isteminin kabulü ile Ankara İdare Mahkemesinin ... sayılı kararının kaldırılmasına, 2577 sayılı Yasanın değişik maddesinin fıkrası uyarınca esastan incelenen davanın reddine ... kesin olarak ... oybirliğiyle karar verildi.b. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 28/12/1968 tarihli ve E.1968/10, K.1968/66 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Anayasa'nın maddesi herkesin kanun önünde eşit olduğundan ve hiç kimseye, hiçbir aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağından bahseder. Bu madde de hükme bağlanan, hukukî eşitliktir. Avukatlık Kanunu, avukatlığı kamu hizmeti saymıştır. Fakat serbest avukat, işi seçmek, dilediğini kabul etmek, dilediğini reddetmek hakkına sahiptir. Vekâlet verenle, alan arasındaki ilişkileri özel hukuk kuralları düzenler; buna karşılık Hazine avukatları Maliye Bakanlığı kadrolarına atama tasarrufu ile alınmış memurlardır. Hazine avukatının işveren daire île olan ilişkisi, kamu hukuku ilişkileri içindedir. Bunların sorumları serbest avukatlara oranla daha ağır esaslara bağlanmış, ayrıca özlük işleri Devlet memurları gibi düzenlenmiştir. Bu koşullar çerçevesinde, memur avukatla serbest avukatın başka başka hükümlere bağlanmasında eşitliğe aykırı bir nitelik yoktur. ...\" Anayasa Mahkemesinin 1/3/1985 tarihli ve E.1984/12, K.1985/6 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Avukatlık mesleği ile ilgili bir düzenleme yapılırken bu mesleğin herşeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Avukatlık bir kamu hizmeti addedilmiş olsa dahi, kamusal yönü çok yoğun olan Devlet memuriyeti görev ve hizmetleriyle ayni nitelikte görülüp aynı ölçütlere tabi kılınamaz. ...\" Anayasa Mahkemesinin 4/6/2003 tarihli ve E.2002/132, K.2003/48 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Anayasa'nın maddesinde, 'Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.' denilmektedir.Bu madde ile güvence altına alınan kamu hizmetine girme hakkı idare hukuku esaslarına göre devlet memuriyetine girme hakkını ifade etmektedir. Serbest meslek olan avukatlık bu anlamda bir kamu hizmeti değildir. Her ne kadar Avukatlık Yasası'nın maddesi, avukatlığın kamu hizmeti olduğuna işaret ediyor ise de, yasakoyucunun herhangi bir serbest meslek faaliyetini kamu hizmeti olarak tanımlaması onun Anayasa'nın maddesi anlamında bir kamu hizmeti olduğunu göstermez. ...\"B. Uluslararası Hukuk Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir...\" AİHM, adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik, Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM, iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu vurgulamaktadır. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da hakkın tesliminden kaçınacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğini ifade etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24). AİHM, objektif bir temelde bireyleri koruyan bir insan hakları antlaşması olarak Sözleşme’nin amacının ve hedeflerinin Sözleşme hükümlerinin onu işlevsel ve etkili kılacak şekilde yorumlanmasını ve uygulanmasını gerektirdiğini vurgulamaktadır. AİHM’e göre taraf devletler, Sözleşme’ye uyumun en azından Avrupa kamu düzeninin temelini koruyacak düzeyde denetlenmesini sağlama yükümlülüğündedir. Avrupa kamu düzeninin temel unsurlarından biri hukukun üstünlüğü ilkesidir ve keyfîlik ise bu ilkeyi izale eder. AİHM, iç hukukun yorumlanması ve uygulanması gibi ulusal otoritelerin geniş takdir yetkisini haiz olduğu alanlarda bile keyfîlik yasağı yönünden denetim yaptığını ifade etmektedir (El-Dulimi ve Montana Management İnc./İsviçre, B. No: 5809/08, 21/6/2016, § 145). AİHM, H./Belçika (B. No: 8950/80, 30/11/1987) kararında disiplin cezasıyla baro levhasındaki kaydı sürekli olarak silinen avukatın baro levhasına yeniden kaydolma isteminin reddine ilişkin işleme karşı yapılan başvuruda medeni hak kavramını tartışmıştır. Başvuruya konu olayda Antwerp Barosunun levhasına kayıtlı olan avukat H. aleyhine disiplin soruşturması açılmış, soruşturma sonucunda 1963 yılında H.nin baro kaydının silinmesine karar verilmiştir. Başvurucu 1963 ile 1980 yılları arasında vergi konularında hukuki danışmanlık işiyle uğraşmıştır. Başvurucunun Baroya yeniden kaydolmak amacıyla 1979 ve 1981 yıllarında iki kere Baroya yaptığı başvuru reddedilmiştir (H./Belçika, §§ 10-22). AİHM başvuruyu madde kapsamında incelemiştir. AİHM özetle şu değerlendirmeleri yapmıştır:i. Öncelikle bir uyuşmazlığın bulunup bulunmadığı hususu tartışılmalıdır. Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası sadece ulusal hukukta en azından savunulabilir bir temeli bulunan medeni haklarla ilgili uyuşmazlıkları kapsamakta ancak taraf devletlerin maddi hukuklarında belli bir içerikteki medeni hak ve yükümlülüğe yer vermelerini garanti altına almamaktadır. Başvurucunun iddia ettiği hakkın var olup olmadığını tespit edebilmek için avukatlıktan yasaklılık kararının mahiyetine ve yeniden kaydı haklılaştıran gerekçelere bakılmalıdır (H./Belçika, § 40). ii. Baro levhasından silinme kararı mesleki bir kabahate dayalı olarak uygulanan bir disiplin cezasıdır. Hükûmet bunun sürekli bir yaptırım olduğunu ve Baronun başvurucuyu yeniden kabul yükümlülüğünün bulunmadığını ileri sürse de AİHM \"Yargılama Kanunu\"nun maddesinin baro kaydı silinen avukatın \"baro levhasından silinme kararının kesinleşmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra ve istisnai koşulların haklı kılması şartıyla\" izin verdiğini tespit etmektedir (H./Belçika, § 41). Kanuni bir tanımının olmaması sebebiyle \"istisnai koşullar\" şartı çok farklı şekillerde yorumlanabilecek bir kavramdır. Baronun önceki kararları da kavramı açıklığa kavuşturmaktan uzaktır. Bu kararlar hem sayı itibarıyla azdır hem de gerek kamuya gerekse yeniden kayıt talebinde bulunan avukatlara açık değildir. AİHM'in görebildiği kadarıyla bu kararlardaki gerekçeler herhangi bir bilgi içermemektedir (H./Belçika, § 42). madde gözetildiğinde, başvurunun söz konusu maddedeki şartları sağladığı için avukatlık mesleğini yeniden icra etme hakkına sahip olduğu iddiasının temelinin Belçika hukukunda bulunduğunu ileri sürebileceği sonucuna ulaşılmaktadır (H./Belçika, § 43). iii. Hükûmet avukatlık mesleğinin diğer mesleklerden -örneğin tabiplik gibi- farklılık taşıması sebebiyle somut olaydaki uyuşmazlığın medeni karakterli olmadığını savunmuştur. AİHM medeni hak ve yükümlülükler kavramını tanımlamayacağını, bunun yerine Belçika'da avukatlık mesleğinin özel karakterini analiz edeceğini belirtmiştir (H./Belçika, § 45). iv. Belçika devleti baroların nasıl teşkilatlanacağı ve avukatların mesleki faaliyetlerinin koşullarını -avukata erişim, avukatın hakları ve görevleri gibi- düzenlemiştir. Ancak devletin kanun ve diğer düzenleyici işlemlerle müdahalesinin AİHM'in hakkın medeni karakterli olduğuna hükmetmesine engel teşkil etmediği vurgulanmalıdır. Avukatların adalet yönetimine katkıları onları kamu hizmetinin sunumuna dâhil etmektedir. Belçika'da baroların yargı sistemi içindeki fonksiyonlarının açıklığa kavuşturulması amacıyla barolar, ilgili kanunda \"yargısal kurum\" olarak tanımlanmıştır. Ancak kanundaki bu tanımlama belirleyici değildir. Bu niteleme, avukatlık mesleğinin icrasının medeni karakterli olmasına engel teşkil etmez. Dahası buna eşlik edecek şekilde ülkenin mahkemelerine kolektif ya da bireysel bağlılık bulunmamaktadır. Aksine barolar geleneksel bağımsızlıklarına binaen hem kendi rollerinin icrasında hem de disiplin işlerinde tam sorumluluğa sahiptir. Bu konularda baroların tam bir bağımsızlık içinde olduğu görülmektedir (H./Belçika, § 46). v. Avukatlık mesleğinin kanunla düzenlenmiş olması ve yargısal sistemin bir parçası olması maddenin uygulanmayacağı sonucuna ulaşılabilmesi için yeterli olmadığı gibi aksi neticeye varmayı güçlendiren başka argümanlar da bulunmaktadır. Birincisi, Belçika'da avukatlık mesleği geleneksel olarak bağımsız bir meslek biçiminde muamele görmüştür. Kanunda avukatların mesleki faaliyetlerini doğruluk ve adaletin menfaatleri üzerine serbestçe icra edecekleri hükme bağlanmıştır. Avukat, baro levhasına kaydolduktan sonra faaliyette bulunup bulunmamakta serbesttir. Bir avukat, bir davada mahkeme tarafından resen görevlendirilmedikçe müvekkillerini -kamu otoritelerinin müdahalesinden ari olarak- doğrudan ve rızasıyla kendisi seçer; vicdanına aykırı bulması hâlinde veya başka bir sebeple vekâlet almayı reddedebilir. Onu müvekkiline bağlayan talimatlar her bir tarafın rızasına bağlı olarak geri alınabilir ve özel hukuk ilişkisi kapsamındadır. Avukatlık ücretini de avukatın kendisi takdir eder. Aşırı yüksek olması hariç baro buna müdahale edemez (H./Belçika, § 47).vi. İkinci olarak avukatın bürosu ve müşteri çevresi mülk teşkil etmekte ve bu yönüyle mülkiyet hakkının kapsamına girmektedir. Üçüncü olarak avukatlar mahkemelerde hukuki yardımda bulunma tekelini haiz olsa da danışmanlık, uzlaştırmacılık ve hakemlik gibi başka önemli faaliyetlerde de bulunmaktadır. Bazen çok fazla zaman alan bu faaliyetler avukatlık mesleğinin geleneksel ve normal özellikleridir. Ayrıca bu görevlerin yargılama süreçleriyle bağlantısı bulunmamaktadır. Bu yüzden baro mensuplarının yalnızca ülkenin mahkemelerinin işleyişlerine katkı sağlamakla sınırlı görev icra ettikleri söylenemez (H./Belçika, § 47). vii. AİHM Belçika'daki avukatlık mesleğinin bu yönleri gözetildiğinde baro levhasına kaydolma hakkının medeni karakterli olduğu ve olaydaki uyuşmazlığın maddenin kapsamında bulunduğu sonucuna ulaşmıştır (H./Belçika, § 48). AİHM'in De Moor/Belçika (B. No: 16997/90, 23/6/1994) kararına konu olayda ise ordudan emekli olan başvurucu, hukuk fakültesini bitirerek stajyer avukatlık listesine kaydolmak için Hasselt Barosuna başvurmuştur. Ancak başvurucunun başka bir mesleği icra ettiği gerekçesiyle talebi reddedilmiştir (De Moor/Belçika, §§ 8-14). Başvurucu iç hukuk yollarını tükettikten sonra AİHM'e başvurmuştur. AİHM başvuruyu adil yargılanma hakkı kapsamında incelemiştir. AİHM, başvurucunun stajyer avukatlar listesine kayıt talebinin reddedilmesinin kanunda gösterilen koşullardan birine dayanmadığını vurgulamıştır. AİHM yargılama sırasında ulusal otoritelere sunulan bir rapora atıfla, başvurucunun başka bir mesleği icra etmesinin avukatlık mesleğiyle bağdaşmayan bir durum olarak kanunlarda düzenlenmediğine, Baronun gösterdiği gerekçenin kanuni bir temelinin bulunmadığına dikkat çekmiştir. AİHM'e göre yargılamayı yapan Baro Konseyi, başvurucunun stajyer avukatlık listesine kayıt talebinin reddine ilişkin olarak kanunen geçerli sebebe dayanmadığı için adil bir yargılama yapmamıştır (De Moor/Belçika, § 55). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37392", "Başvuru Konusu":"Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; aile bütünlüğünün bozulacak olması nedeniyle de özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/12/2016 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 2/3/2017 tarihinde başvurudan feragat edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1983 doğumlu olup Cezayir vatandaşıdır. Başvurucu 24/12/2015 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanmış; hakkında kamu davası açılmış ve yapılan yargılama neticesinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Ankara Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 11/5/2016 tarihlikararıyla başvurucunun kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, İdare Mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açtığı davanın kararın uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 24/11/2016 tarihindebireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 2/3/2017 tarihli (el yazısıyla kaleme aldığı) dilekçesiyle beş çocuğuyla birlikte ülkesine dönmek istediğini ve bu nedenle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. Göç İdaresi tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 22/3/2017 tarihli yazıda sınır dışı işlemlerinin başvurucunun talebi doğrultusunda gerçekleştirileceği bildirilmiştir ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/27304", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; aile bütünlüğünün bozulacak olması nedeniyle de özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26916", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, hakaret suçunu işlediğinden bahisle hakkında açılan kamu davası neticesinde adli para cezasına hükmedilmesi sebebiyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ilgili hükmün Anayasaya aykırılığının tespit edilmesini talep etmiştir. Başvuru, 30/6/2014 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kendisi de avukat olan başvurucu hakkında, diğer bir avukata telefonda hakaret ettiği iddiasıyla Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı genel usullere göre soruşturmayı yapmış ve 6/11/2013 tarih ve E.2013/42931 sayılı iddianamesi ile kamu davası açmıştır. Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi yargılama esnasında, müştekiyi, bir tanığı ve başvurucuyu dinlemiştir. Tanık hakaret içeren sözleri duyduğu yönünde beyanda bulunmuştur. Mahkeme tutanaklarına göre başvurucu, suçlamayı kabul etmemiş ve 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin beşinci fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmasını istemediğini belirtmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi 30/5/2014 tarih ve E.2013/1324, K.2014/693 sayılı kararıyla, dosya kapsamı itibarıyla başvurucunun diğer avukata hakaret ettiği sonucuna varmış ve başvurucu hakkında 500 TL adli para cezasına hükmetmiştir. Temyiz sınırının altında kaldığından, mahkûmiyet kararı kesindir. Başvurucu, 30/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 19/03/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet savcısı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. ...” 1136 sayılı Kanun’un “Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı ve duruşmanın yapılacağı mahkeme” kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.Cumhuriyet Savcısı beş gün içinde, iddianamesini düzenliyerek dosyayı son soruşturmanın açılmasına veya açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.…Haklarında son soruşturmanın açılmasına karar verilen avukatların duruşmaları, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesinde yapılır. (Ek cümle: 02/05/2001 - 4667/ md.) Durum avukatın kayıtlı olduğu baroya bildirilir.” 26/09/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un Geçici maddesi şöyledir:“(Ek madde: 31/03/2011-6217 S.K 26 mad.)(1) Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11014", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, hakaret suçunu işlediğinden bahisle hakkında açılan kamu davası neticesinde adli para cezasına hükmedilmesi sebebiyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ilgili hükmün Anayasaya aykırılığının tespit edilmesini talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; mali haklara ilişkin olarak açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi, kararlarda yeterli gerekçe bulunmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu emniyet müdürü olarak görev yapmakta iken emekliye ayrılmış ve üyesi olduğu Polis Bakım ve Yardım Sandığı (Sandık) ile başvurucunun ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, Sandık tarafından yapılan ödemenin yeterli olmadığı iddiasıyla 000 TL tutarında ikramiyenin faiziyle birlikte tarafına ödenmesi için dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 19/10/2004 tarihli kararıyla davayı görev yönünden reddetmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 26/6/2006 tarihli kararıyla görev ret kararını, faiz istemi yönünden onamış, ikramiyeye ilişkin istem yönünden bozmuştur. Mahkeme 24/7/2008 tarihli kararı ile bozma kararına uymuştur. Bozulan kısım yönünden dosyayı inceleyen Mahkeme, başvurucunun Polis Bakım ve Yardım Sandığı Ortaklık Sosyal Yardımlar ve Borç Verme Yönetmeliği (Yönetmelik) kapsamında yer almayan talebinin yerine getirilmemesi üzerine açılan davanın yasal dayanağı olmadığı gerekçesiyle ret kararı vermiştir. Söz konusu karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 28/9/2011 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/475", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mali haklara ilişkin olarak açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi, kararlarda yeterli gerekçe bulunmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, derdest olduğu gerekçesiyle davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Sermaye Piyasası Kurulunda (İdare) çalışan başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (672 sayılı KHK) ekli listesi ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Yapılan başvuru üzerine 28/8/2019 tarihinde Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (Komisyon) tarafından başvurucunun göreve iade talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, İdare tarafından 17/9/2019 tarihinde ayniyat saymanı unvanıyla yenidenatanmıştır. Başvurucu, görevine iade edilmesi üzerine görevde olmadığı döneme ilişkin mali haklarının yasal faizinin tarafına ödenmesi istemiyle 7/10/2019 tarihinde İdareye başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca 8/10/2019 tarihinde İdareye ikinci bir başvuru daha yapmıştır. Bu başvurusunda da görevinden çıkarılmasından dolayı konutunu ve aracını çok düşük bedelle satmak zorunda kaldığını belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucunun her iki başvuru dilekçesinde yer alan talepleri İdarenin 9/10/2019 tarihli ve E.1349 sayılı işlemi ile reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu söz konusu işlemin 7/10/2019 tarihli taleplerin reddine ilişkin kısmı yönünden ayrı, 8/10/2019 tarihli taleplerinin reddine ilişkin kısmı yönünden ayrı olmak üzere iki dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçelerinden ilkinde, görevine iade edilmesi üzerine görevde olmadığı döneme ilişkin mali haklarının yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesini, diğer dava dilekçesinde ise görevinden çıkarılmasından dolayı konutunu ve aracını çok düşük bedelle satmak zorunda kaldığı içintarafına tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvurucunun, mali haklarının yasal faizinin tarafına ödenmesi talebine ilişkin 7/10/2019 tarihli talebinin reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açtığı davada Ankara İdare Mahkemesi E.2019/1999, K.2020/448 sayılı ve 28/2/2020 tarihli kararla işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, uyuşmazlığın konusunun faiz alacağı olduğu, başvurucunun kamu görevinden çıkarıldığı tarih ile kamu görevine iade edildiği tarih arasında geçen süreçte, paranın değerinde meydana gelen azalma nedeniyle maddi kayba uğradığı ve gelirinden yararlanma imkânından da mahrum kaldığı belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca faiz alacağının asıl alacağa bağlı ferî bir alacak olması ve başvurucunun mahrum kaldığı mali haklarının kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle geç ödendiği belirtilerek ödenmesi gereken tarihlerden itibaren yasal faizinin ödenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu karara karşı yapılan istinaf talebi de Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 15/10/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucunun görevinden çıkarılmasından dolayı konutunu ve aracını çok düşük bedelle satmak zorunda kaldığından maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin 8/10/2019 tarihli talebinin reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açtığı davada Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 19/12/2019 tarihli kararla derdest olduğu gerekçesiyle davayı incelemeksizin ret kararı vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucunun aynı işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinin E.2019/1999 sayılı dava dosyasında da dava açtığını ve anılan dava ile bakılan davanın taraflarının, konusunun ve sebebinin aynı olduğunu vurgulayarak konusu ve sebepleri aynı olan davanın derdest olması nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuş; Bölge İdare Mahkemesi (İstinaf) 10/6/2020 tarihli kararı ile başvurunun kesinlik sınırının altında olduğu gerekçesi ile istinaf başvurusunun incelenmeksizin reddine kesin olarak karar vermiştir. İstinaf kararı başvurucuya 25/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18132", "Başvuru Konusu":"Başvuru, derdest olduğu gerekçesiyle davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, astsubay okulunda 18 yaşın üzerinde geçen sürenin fiilî hizmet süresinden sayılması ve 3600 ek göstergeden yararlanılması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 5/8/1960 doğum tarihli olan başvurucu 3/9/1979 tarihinde astsubay sınıf okulunda bir yıl süre ile eğitim ve öğrenim gördükten sonra 30/8/1980 tarihinde astsubay nasp edilmiş ve kanuni hizmet süresini de tamamladıktan sonra 19/2/2001 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucu 24/4/2017 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) müracaat ederek emekli maaşının derecenin kademesinden ve 3600 ek göstergeden yapılması için başvuru yapmıştır. Başvurucu, dilekçesinde 18 yaş üzerinde başarılı olarak okuduğu ve fiilî hizmetten sayılan astsubay okulundaki bir yıllık sürenin derece ve kademe ilerlemesinde dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür. SGK, bu başvuruyu 10/7/2017 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 24/7/2017 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 21/11/2017 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:''...[B]una göre, astsubay sınıf okulu öğrencileri adına emekli keseneği yatırılmasını zorunlu kılan Yasa hükmü de değerlendirildiğinde, astsubay sınıf okulunu bitirerek doğrudan astsubaylığa nasbedilenlerin bu okulda geçen sürelerinin fiili hizmet süresinden sayılması için 18 yaşını bitirmiş olmaları şartının aranmaması gerekmektedir.Bu durumda; astsubay sınıf okulunu bitirdikten sonra astsubaylığa nasbedilen davacının, 18 yaşından önce astsubay sınıf okulunda geçen sürelerinin de fiili hizmet süresinden sayılması gerekirken, aksi yönde tesis olunan dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir. ... Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline...'' Başvurucu, davanın sonucunu kabul etmekle birlikte, astsubay okulunda okurken 18 yaş üzerinde, 19 yaşı içerisinde bulunduğundan kararın ve gerekçesinin kendilerinin talepleri ile alakası olmadığını, davanın yanlış nitelendirildiğini, ilgili mevzuatın yanlış değerlendirildiğini hem kendisinin dava dilekçesinde hem de davalı idarenin istinaf dilekçesine verdiği cevap dilekçesinde dile getirmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Dava Dairesi), 22/4/2019 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun reddine, davalı idarenin istinaf başvurusunun kabulüne, söz konusu iptal kararının kaldırılmasına ve davanın esastan reddedilmesine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: ''...Dava; davacı tarafından, astsubay sınıf okulunda geçen öğrenim süresinin intibakında değerlendirilerek emekli aylığının derecenin kademesi ve 3600 ek gösterge üzerinden ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır....astsubayların yetiştirilmeleri, sınıflandırılmaları, terfi ve taltifleri, gösterge tabloları, aylığa/hizmete başlangıç dereceleri ile her türlü özlük hakları bakımından 926 sayılı Kanuna tabi oldukları ve bu Kanunda düzenlenmiş olan söz konusu hususların, 5434 sayılı Kanunun 41 ve Ek maddesi hükmü uyarınca emeklilikleri bakımından da geçerli olduğu anlaşılmakta olup, bu düzenlemelerde; astsubayların, astsubay sınıf okullarında geçen öğrenim sürelerinin, derece ve kademe intibaklarında değerlendirileceği konusunda herhangi bir kurala yer verilmemiştir. Diğer taraftan, astsubayların, astsubay sınıf okullarında 18 yaşın üzerinde (iştirakçi olarak) geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılması, bu öğrenim süresinin aynı zamanda aylığa/hizmete başlangıç derecelerinin tespitinde değerlendirilmesi sonucunu doğurmaz. Söz konusu öğrenim sürelerinin, aylığa başlangıç derecelerinin tespitinde, diğer bir ifadeyle derece ve kademe intibaklarında dikkate alınabilmesi için yasal bir düzenleme bulunmalıdır.Bu itibarla, davacının astsubay sınıf okulunda geçen öğrenim süresinin, derece ve kademesinin tespitinde değerlendirilerek, derecenin kademesine intibakının yapılarak 3600 ek göstergeden yararlandırılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından, aksi yöndeki Mahkeme kararında isabet görülmemiştir.\" Anılan karar başvurucu vekiline 6/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29203", "Başvuru Konusu":"Başvuru, astsubay okulunda 18 yaşın üzerinde geçen sürenin fiilî hizmet süresinden sayılması ve 3600 ek göstergeden yararlanılması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, 1993 yılında kamu görevlileri tarafından atılan el bombası sebebiyle meydana gelen yaralanma olayı hakkında etkin soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun bir soruşturma kapsamında verdiği 18/5/2009 tarihli ifadesine göre 1993 yılında köylerine bir grup asker ile korucu gelmiş, kendisinin de aralarında bulunduğu bazı köylüler köydeki okulun önünde toplanmış, bazıları ise kaçmıştır. Başvurucu; köye gelen askerler tarafından kapalı bir odada başka şahıslarla birlikte iki gece gözleri bağlı olarak tutulduklarını, ardından bu askerlerin kendisini yer göstermek üzere götürdüklerini, yerini net olarak hatırlamadığı bir mevkide üzerlerine ateş açıldığını ve el bombası atıldığını, sol el bileği ile sağ kolundan yaralandığını, silah seslerinin kesilmesi üzerine yaralı bir şekilde köye doğru yürümeye başladığını, ilk müdahalesinin köyde yapılmasının ardından önce Cizre, ardından Diyarbakır'da hastanede tedavi altına alındığını, olay anında yanında bulunan B., A. ve S. isimli kişilerin öldüğünü fakat nasıl öldüklerini tam olarak görmediğini, bu kişilerin Yoğuzma köyüne otopsi yapılmaksızın gömüldüklerini, mezar yerlerini net olarak hatırlayamadığını beyan etmiştir. Başvurucu bu olay nedeniyle herhangi bir yere müracaat etmediğini, hastanede bir polis tarafından sadece ne olduğunun kendisine sorulduğunu fakat resmî olarak ifadesine başvurulmadığını açıklamıştır. Başvurucunun eklediği belgelerden, olayla ilgili olarak 5/7/1993 tarihinde Diyarbakır Devlet Hastanesi tarafından geçici adli rapor düzenlendiği anlaşılmaktadır. Raporda dört gün önce mayın patladığı, başvurucunun genel durumunun iyi olduğu, yüzünde ve belinde püskürük tarzında yara bulunduğu belirtilmektedir. Anılan raporun Eruh Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmesi üzerine Başsavcılık 1993/113 sayılı hazırlık dosyası ile olayı soruşturmaya başlamıştır. Başsavcılık 21/7/1993 tarihli yazı ile Güçlükonak İlçe Jandarma Komutanlığından olayın oluş biçiminin açıklığa kavuşturulmasını, delillerin toplanmasını ve şüphelilerin yakalanmasını istemiştir. Bu tarihten sonra başvurucunun ifadesi ile kesin adli rapor aldırılması için çeşitli tarihlerde yazılan yazılara İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 7/12/1993 tarihinde bir tutanak tutulmuştur. Tutanakta ''kuvvetin yetersizliği ve yolların emniyetsizliği'' nedenleriyle olay yerine gidilemediği belirtilmiştir. Başsavcılık 30/12/1993 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Başsavcılığı)göndermiştir. DGM Başsavcılığı 24/1/1994 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Bu tarihten başlamak üzere 25/9/2013 tarihine kadar olayın faillerinin yakalanamadığına dair kolluk tarafından düzenli olarak tutulan tutanaklar ilgili Başsavcılığa gönderilmiştir. Soruşturmanın devam ettiği süre içinde özel yetkili mahkemelerin 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan değişiklikle kaldırılması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yetkisizlik kararı verilerek dosya Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu, olayın faillerinin araştırıldığı daimî arama sürecinde 26/3/2009 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe ve ifade vermiştir. Başvurucunun ifadesine göre olay, askerler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığının tüm kayıtlarında olayı gerçekleştiren kişilerin tespit edilememesi nedeniyle olayın \"fail-i meçhul\"; suçun da ''devletin güvenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak'' şeklinde nitelendirildiği anlaşılmaktadır. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2014 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Başsavcılık suçun işlendiği tarih itibarıyla faillerin lehine olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle 11/6/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Anılan karara yapılan itiraz Cizre Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu kararın başvurucular vekiline 3/8/2015 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 1/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/ ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15640", "Başvuru Konusu":"Başvuru, 1993 yılında kamu görevlileri tarafından atılan el bombası sebebiyle meydana gelen yaralanma olayı hakkında etkin soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başvuruya konu yargılama dosyasına ilişkin tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığında daire başkan yardımcısı olarak görev yapmakta iken 13/2/2014 tarihli işlem ile Elmadağ Polis Meslek Yüksekokuluna öğretim görevlisi olarak atanmıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile açtığı davada Ankara İdare Mahkemesinin 6/5/2014 tarihli ve E.2014/410 sayılı kararıylabaşvurucunun atanmasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğacağı gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. İdarenin karara karşı yapmış olduğu itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 18/6/2014 tarihli ve Y. İtiraz 2014/4173 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan yürütmenin durdurulması kararı üzerine idare, 11/6/2014 tarihli işlem ile 6/3/2014 tarihli ve 28933 Mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 2577 sayılı Kanun’un maddesi gereği boş kadro olmadığı gerekçesiyle başvurucuyu tekrar Elmadağ Polis Meslek Yüksekokuluna öğretim görevlisi olarak atamıştır. Başvurucu 21/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra Ankara İdare Mahkemesi 24/11/2014 tarihli kararla davayı reddetmiş ve karar Danıştay Onaltıncı Dairesinin 2/9/2015 tarihli ve E.2015/17590, K.2015/4570 sayılı kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme yoluna başvurulmamış ve başvurucunun Elmadağ Polis Meslek Yüksekokuluna öğretim görevlisi olarak atanmasına ilişkin açılan davanın reddine dair karar kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bakınız Bülent Türk [GK], B. No: 2014/7002, 1/12/2016, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11656", "Başvuru Konusu":"Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; idarenin kusuru neticesinde tutuklulukta intihar olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi F.K., kasten öldürmek suçundan 12/5/2008 tarihinde tutuklanmış ve bu karar nedeniyle Sakarya L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutulmaya başlanmıştır. F.K., Sakarya Yenikent Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde 22/5/2008 tarihinde muayene edilmiş; psikotik özellikli duygudurum bozukluğu tanısıyla kendisine bazı ilaçlar reçete edilmiştir. 6/6/2008 tarihinde F.K., Devlet Hastanesince, madde kullanımına bağlı psikotik bozukluk tanısıyla Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) sevk edilmiştir. Akıl hastası olup olmadığının tespiti için Sakarya Sulh Ceza Mahkemesinin 12/5/2008 tarihli kararıyla F.K.nın üç hafta gözlem altına alınmasına karar verilmesi ve söz konusu sürenin Sakarya Sulh Ceza Mahkemesinin 30/7/2008 tarihli kararıyla üç hafta uzatılması nedenleriyle -daha önceki sevklere de uygun olarak- F.K. 27/6/2008 ile 13/8/2008 tarihleri arasında Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde kalmıştır.  Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi tarafından düzenlenen 13/8/2008 tarihli raporda; F.K.nın psikiyatrik değerlendirmede sorulara cevap vermediği, iletişime geçmediği, kendisinde madde yoksunluğu bulgusunun olmadığı, antipsikotik tedavi sonucu düzelme olmadığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca F.K.nın ilk kez 6/8/2008 tarihinde iletişime geçtiği ve \"suçu işlemediğini ancak cezadan kurtulmak amacıyla istemli olarak gözlem boyunca konuşmadığını\" beyan ettiği hususlarına yer verilmiştir. Raporda, F.K.nın yedi sekiz yıldır uyuşturucu ve uyarıcı haplar kullandığı, üç dört yıldır sokaklarda yaşadığı, kendi kendine konuşmak ve içine ilaç katıldığını söyleyerek yemek yememek gibi davranışlarının bulunduğu, bir süre Balıklı Rum Hastanesinde ve NP İstanbul Hastanesinde madde bağımlılığı ve psikotik bozukluk tanısıyla yatarak tedavi gördüğü ifade edilmiş; ceza sorumluluğunu etkileyecek nitelikte herhangi bir akıl hastalığı veya zayıflığının bulunmadığı belirtilmiştir. 12/9/2008 tarihinde Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edilen F.K.ya antisosyal kişilik bozukluğu ve bipolar bozukluk tanısı konmuş ve bazı ilaçlar reçete edilmiştir. Reçetenin tanıyla ilgili kısmında karışık maddekullanımından söz edilmiştir. F.K. 15/12/2008 tarihinde saat 30 sıralarında her iki bileğini kesmiş, Ceza İnfaz Kurumu revirinde yapılan ilk müdahale sonrasında Sakarya Toyotasa Acil Yardım Hastanesine sevk edilmiştir. Bu Hastane tarafından düzenlenen 15/12/2008 tarihli adli raporda; sağ ve sol el bileklerde 2-3 cm cilt ve cilt altı doku kesilerinin mevcut olduğu, sağ el radial arter kesisi şüphesinin bulunduğu ve hayati tehlikesinin mevcut olmadığı belirtilmiştir. F.K. ile aynı koğuşta kalan A.G., N.Y.H. ve S.E. Ceza İnfaz Kurumuna yazdıkları 15/12/2008 tarihli dilekçeler ile kendilerini tedirgin ettiği gerekçesiyle F.K.nın koğuşlarından alınmasını talep etmişlerdir. Ceza İnfaz Kurumu hekimince Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen F.K., 15/12/2008 tarihinde bileklerini keserek intihara teşebbüs ettiği gerekçesiyle 16/12/2008 tarihinde Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yeniden sevk edilmiştir. F.K. 16/12/2008 tarihinde F Blok 6 üst koğuşunda tek kişilik 8 numaralı odaya konmuştur. Üzerinde ismi ve imzası bulunan 16/12/2008 tarihli ihtiyaç istem fişine göre F.K. on paket sigara, bir adet çakmak, çamaşır ipi, beş adet tıraş bıçağı, bir adet sabun ile beş litre su talep etmiş; aynı tarihli kasa fişine göre talep edilen malzemeler F.K.ya temin edilmiştir. Üzerinde ismi ve imzası bulunan 17/12/2008 tarihli ihtiyaç istem fişine göre F.K.; çöp poşeti, çay, şeker, bulaşık deterjanı, bulaşık süngeri, bir kaşık, bir çatal ile iki tabak talep etmiştir. 17/12/2008 tarihinde saat 00 sıralarında F-6 koğuşunun acil butonuna basılması üzerine ilgili koğuşa giden infaz koruma memurları; koğuşta bulunanlardan F.K.nın kaldığı 8 numaralı odadan yüksek sesli müzik geldiğini, odanın kapısının kapalı olduğunu ve odadaki dolabın açık olan kapısının oda kapısını kapatması nedeniyle oda içinin dışarıdan görülemediğini fark etmişlerdir. 8 numaralı odaya yönelen infaz koruma memurları, F.K.yı her iki kolundan ve ayaklarından, ağzı çarşaf veya mendil parçasıyla enseye doğru bağlanmış bir hâldeyken kendisini çamaşır ipiyle pencere demirine asılı vaziyette görmüşlerdir. Yapılan kontrolde F.K.nın teninin soğuk olduğu ve kalbinin atmadığı tespit edilmiştir. 17/12/2008 tarihinde saat 00 sıralarında Ferizli Cumhuriyet savcısı Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince aranmış ve ölüm olayından haberdar edilmiştir. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca olayla ilgili derhâl soruşturma başlatılmış, Cumhuriyet savcısınca olay yeri hemen incelenmiş ve akabinde ölü muayene işlemi yapılmıştır.Olay yeri inceleme ve ölü muayene işlemlerine ilişkin tutulan ölü muayene tutanağında olay yeri şu şekilde tarif edilmiştir:\"Görevli memurlar eşliğinde ölenin bulunduğu F blok 6-üst koğuşuna gelindi. Ölenin 8 nolu odada olduğunun bildirilmesi üzerine odaya girildi. Oda L biçiminde girişi 1x3 ebadında giriş kısmı, 3x3 ebadında odada olup girişin sol tarafında tuvalet giriş kapısı bulunmakta, yine girişte sağ tarafta üç adet mavi naylon poşet içerisinde ölene ait olduğu değerlendirilen özel eşyaları mevcut, keza girişte demirden tek kapılı yaklaşık 2 metre boyunda dolap mevcut, ölenin girişin tam karşısında bulunan pencere demir parmaklığına asılı vaziyette olduğu görüldü. Asının yarım ası olduğu, ölenin ayaklarının yere basar vaziyette bulunduğu, ölenin ağzına çorap sokulmuş ve bandajla kafa arkasından bağlanmışvaziyette olduğu görüldü. Pencere camının açık olduğu pencerenin hemen altında hulunan kalorifer peteğine yaslanmış vaziyette ölenin bulunduğu, ölenin kendisini çamaşır ipiyle ayaklarından birbirine bağladığı ve daha sonra da bu ipi petek girişine bağladığı, keza ellerini de aynı çamaşır ipinin parçasıyla birbirine bağladığı, ipin bir kısmını pantolonun düğme giriş deliğinden geçirerek ellerini buraya sabitlediği görüldü. Şahsın boynundan kırmızı çamaşır ipiyle kendisini pencere demir parmaklıklarına astığı tespit edildi. Şahsın giyinir vaziyette olduğu, üzerinde kazak bulunduğu, kazak kollarının hafifçe kaldırılması sonucu şahsın her iki el bileğinde sargı bezinin bulunduğu, sargı bezlerinde kanlarınbulunduğu tespit edildi. Oda içerisinde yapılan gözlemde yatağın üzerinde marka sigara paketi, dolu çay bardağı, ihtiyaç istem fişiadlı kağıt parçası olduğu görüldü. Girişte yerde bulunan mavi torbalar içerisine bakıldığında zati eşyalarınınayakkabı ve giysilerin olduğu, çeşitli belgelerle birlikte mektupların bulunduğu anlaşıldı. Delil olabileceği düşünülerek refakate alındı. Keza odaya ait tuvalet ve banyo bölümünde yerde şahsın kendisini asmış oduğu çamaşır ipinin 15-20 cm.lik bir parçasına rastlandı. Odada radyonun çalmakta olduğu anlaşıldı. Yatağın baş ucunda yere dayanmış vaziyette floresan lambanın bulunduğu, bunun iç taraftaki bölmenin tavanından sökülmüş olabileceği tespit edildi. Bunun haricinde odada olaya ilişkin başka bir bulguya rastlanmadı. Söz konusu F blok 6-üst koğuşta 5 tane odanın ve bu odaların kullanımında olan bir koridorun olduğu görüldü. Kamera kayıtlarının ortak kullanım olan bu bölümü kayda aldığı, odaları ayrıca kayda almadığı tespit edildi. Sakarya İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme ekiplerinin olay yerine gelmesini müteakip gerekli araştırma inceleme ve kayıt işlemleri için talimat verildi.\" Ölü muayene işleminde hazır bulunan Doktor O.E., hyoid kemiği üzerinde muhtemel çökme ve kırıktan, ipin temas ettiği bölgelerdeki çökmeden, telem izinin varlığından, sağ ve sol kol bilek bölgelerinin iç kısmındaki 5 cm uzunluğundaki kesiler ile bu kesiler üzerindeki dört adet cilt sütüründen (dikişler) söz etmiş; ölümün 2 ila 4 saat önce meydana geldiğini ifade etmiş ve kesin ölüm sebebinin tespiti için otopsi işlemi yapılması gerektiğini beyan etmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet savcısı, F.K.nın cesedinin otopsi işlemi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar vermiştir. Ölü muayene tutanağına göre ölü muayene işlemi 45'te sona ermiştir. Nöbetçi Ferizli Cumhuriyet savcısının talebi ile Olay Yeri İnceleme Biriminde çalışan kolluk görevlilerince tanzim edilen 18/12/2008 tarihli raporda olay yeri ayrıntılı olarak tarif edilmiştir. Ayrıca F.K.nın pencerenin demir parmaklıklara elleri ve kolları bağlı hâlde asılı vaziyette bulunduğu, elleri ve ayaklarının birbirine çamaşır ipiyle bağlı olduğu, ellerindeki ipin pantolon düğmesine, ayaklarındaki ipin kalorifer peteğine bağlı olduğu, aynı çamaşır ipinin boyuna geçirilip pencerenin demir parmaklığına bağlandığı, F.K.nın ağzının bir çift krem renkli birbirine geçirilmiş çorap ile kapatıldığı ve çorabın kafadan sarılan bandaj ile tutturulduğu, F.K.nın her iki ayağının da yere temas ettiği, her iki elin vücudun ön tarafında, avuç içleri içeri doğru bakacak surette yumruk vaziyetinde olduğu belirtilmiştir. Raporda; taban ile asıda kullanılan ipin demire bağlandığı yerin mesafesinin 1 metre 95 santimetre, taban ile F.K.nın kafası arasındaki mesafenin ise 1 metre 45 santimetre olduğu da ifade edilmiştir. Olay Yeri İnceleme Birimi ek olarak olay yerinin krokisini çizmiş ve olay yerinin fotoğraflarını çekmiştir. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı 18/12/2008 tarihinde İnfaz Koruma Memuru H.Ş., T.Ö. ve G.nin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır.[H.Ş.]: \"...Olay günü esas olarak F blok nöbetçisiydim, ancak C blokta arkadaş olmadığı için oraya bakıyordum. Nöbetler gece 00'den ertesi gün 00'a kadar devam eder. Saat gece bir gibi butona basıldı, biz de elektronik numaratöre baktığımızda uyarının F 6 üst koğusundan geldiğini gördük. Oranın görevlisi olan memur [R.T.] uyarı gelen koğusa gitti, Ben de kamera monitörüne giderek olayı anlamaya çalıştım. Ve monitörden onun hızla koşarak geriye geldiğini gördüm. Ben de monitörden dışarı çıktım. Arkadaşım bana bağırarak adam kendini asmış diye bağırdı. Bunun üzerine başmemura ulaşmaya çalıştım, merkezdeki arkadasa bildirdik. Diğer arkadaşlarda gelmeye başlayınca olay yerine gittik. Olay yerine ben, [R.T.], [T.Ö.] ve [G.] vardık. Koğusta görevli memur arkadaş [R.T.] oda kapısını açtı ve birlikte içeri girdik. Koridor dar olduğu için ben arkadan girdim ve şahsın karşı pencere canuna kendini asmış olduğunu gördüm, belki yaşıyordur diye ben nabzını yokladım, yasamadığını anladım ve durumunu bozmadan ilgili yerlere haber verdik. Biz saat 00 gibi butona basılma anına kadar herhangi bir olayla karşılaşmadık. Gürültü, ses veya sorun duymadık. Bu şahıs benim nöbetim anında da bileklerini keserek intihar girişiminde bulunmuştu, cezaevi tabibi olaya müdahale edip hastaneye gönderdiğinde kendisine ben nezaret etmiştim. Orada ameliyata alındı, 1,5 saat gibi ameliyatı sürdü. Ben nöbetim bitene kadar yanında kaldım. Saat akşam sekiz olunca nöbetim bitince de hastaneden ayrılmıştım. Daha sonra taburcu olduğunda önceki kaldığı E 5 koğusuna değil, benim görevli olduğum F 6 üst koğusuna verilmişti. O günde girişi yapılmış. Biz den önce girişi yapılmış. Olay günü de hasta kurum psikoloğuyla görüstüğünü ben haricen biliyorum...\" [T.Ö.]: \"...[A]ynı zamanda vardiya sorumlusuyum, olay günü de nöbetçiydim, aksam saat 00 de nöbete girdim, sayımları aldık. Ben nöbeti aldıktan sonra F 6-üst koğusunda butona basılmasma kadar herhangi bir ters durum yasanmamıştı, bize hiçbir şey intikal etmedi, ta ki ben saat 40 civannda bayanlar koğuşundaki bir sorunla ilgilenirken oradan görevli arkadaşlar F 6 üst koğuşundan butona basıldığını orada bir sorun olduğunu bana söylediler. Ben de olay yerine gittim. Olay yerinde bulunan diğer görevli arkadaşlarım [G.], [H.Ş.], [R.T.] ile birlikte odanın kapısını açtık, odada bulunan dolap kapısı açılmıştı, karşı tarafı görmeyi engelliyordu, oda karanlıktı, odanın içerisinde yüksek sesle radyo çalıyordu, biz dolap kapısını kapattığımızda tam giriş kapısının karşısında şahsın kendisini pencere demirlerine asarak intihar ettiğini gördük. Durumu yetkili birimlere haber verdik. Ve bize göstermiş olduğunuz tutanağı hep birlikte tanzim ettik. Ben bildiğim kadarıyla bu şahıs birkaç gün önce de bileklerini keserek intihar girişiminde bulunmuş; hastaneye sevki yapılmıştı. Psikolojik sonınları olduğunu da duymuştuk...\" [G.]: \"...Olay günü E blok nöbetçisiydim. Görevli arkadaş [H.] bey butona basıldığını söyledi, bizde sorduğumuzda F 6 üst bloğundan basıldığını söyledi, orada görevli arkadaş [R.T.] gitti, bize orada bir durum olduğunu bağırarak söyledi. Biz de yanına gittik, olayın olduğu yere geldik. Toplam dört kişi ben, [T.Ö.], [R.T.] ve [H.Ş.] olmak üzere oradaydık, [R.] Bey oda kapısını açtı, hep birlikte odadan içeri girdik, dolap kapısı karşı tarafın görünmesini engeller biçimdeydi, odada müzik çalıyordu ve odanın iç tarafı karanlık ve loştu, dolap kapısını kapattığımızda şahsın karşı pencerede kendini demirlere asılı olduğunu gördük. Nabzına [H.] bey yanlış bilmiyorsam baktı, ölü olduğunu gördük, durumu ilgili yerlere bildirdik ve tutanağımızı tuttuk. Olaydan önce bize yansıyan herhangi bir sorun, dövüş, gürültü yansımadı. Olsaydı zaten haberimiz olurdu. Ben bu şahsın olaydan biri iki gün önce bileklerini keserek intihara tesebbüste bulunduğunu biliyordum. Doktora gönderildiğini de biliyordum...\" 19/12/2008 tarihinde, F.K. ile aynı koğuşta kalan A.İ.nin kolluk görevlilerince bilgi sahibi sıfatıyla ifadesi alınmıştır. A.İ.nin verdiği ifade şöyledir:\"Olay günü akşamı yani 2008 tarihinde benim bulunmuş olduğum F-6 koğuşuna ismini sonradan öğrendiğim [F.K.] isimli şahıs getirilmişti. Bu şahıs benim kalmış olduğum koğuşa geldiğinde F-6 üst koğuşta boş olan bir odaya yerleştirilmişti. [F.K.] koğuşa geldiğinde bilekleri sarılı vaziyetteydi. Öğrendiğim kadarıyla bizim koğuşa gelmeden önceki kaldığı koğuşta bileklerini kestiğini öğrendim. Ben [F.K.] isimli şahsi yemek geldiği esnada bizimle birlikte yemek yesin diye hep beraber çağırdık. Ancak [F.K.] ben yemek yemicem dedi. Daha önce kantin müracaatında bulunduğu için koğuş kapısını tekmeledi. Biz de zile koğuşta bulunan [T.K.] isimli arkadaşımla zile bastık. Gardiyan geldi ve [F.K.nın] kantin dilekçisi vermiş olduğunu belirttik ve gardiyan giderek kantin malzemelerini getirdi. Bu arada bende üzerimde fazla sigara olduğu için 1 paket sigara verdim. Kantin malzemelerinin içinde ip, sigara, su ve permatik bulunmaktaydı. [F.K.] su hariç diğer malzemelerini kalmış olduğu odaya götürdü. Bende dışarıda bırakmış olduğu su bidonunu koğuşuna götürdüm ve bıraktım. Odaya gittiğimde yatağına uzanmış sigara içiyordu. Saatimiz olmadığı için saat kaçtı hatırlamıyorum akşam yemeği geldi ve [F.K.] yine yemek yemicem diye odasından bize seslendi. Daha sonra kendi aramızda ortak alan olarak kullandığımız yerde çay içtik. [F.K.] da yanımızdaydı. Ben [F.K.ya] sen ellerini suya değdirme ellerin sargılı senin bulaşıklarını ben yıkarım dedim. çayı içtiğimiz esnada [F.K.] sık sık sigara içmekteydi. [F.K.] odasına çekildi. 2008 günü mahkemesi olan [E.Ç.] mahkemeden döndükten sonra oda yemeğini odasında yedi. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra tekrar bir çay demledik. Ortak kullanım alanında içtik ancak [F.K.] odasına çekilmişti. Ben de kendisine bir bardak çay götürdüm. Gittiğimde yine yatağına uzannıştı. Yerde kantinden gelen kırmızı renkli ip yerde açık vaziyette kalorifer peteğinin önünde bulunmaktaydı. Ben de çayı bıraktım ve çıktım. Koğuşumuzun kantin günü olduğu için ortak alanda hep beraber kantin yazarken [F.K.] de ihtiyaçlarını yazmak istedi ve kantin fişi ona da verdik. Kantin yazdıktan sonra [F.K.] odasına bep mektup yazacağım diyerek bir tabure alıp gitmiş. Biz biraz daha oturduktan sonra herkes odasına çekildi. 2008 günü saat 00:00-01:00 arası yüksek sesli müzik sesi geliyordu. Biz de alt üst koğuş olarak birbirimize saygı çerçevesi içinde müzik sesini açmıyorduk. Ben de bu yükselsi müzik sesini duyunca odamdan çıktım. Önce [E.Ç.nin] odasından geliyor mu diye ses dinledim ses alt koğuştan da gelmiyordu. Ben de koğuştan sorumlu [T.K.nın] yanına gittim. [F.K.nın] odasından müzik sesi geliyor dedim. [T.K.] bana butona bas dedi ve ben de odama geçerek butona bastım. Ben bu arada kapının altından eğilip [F.K.ya] baktım ancak kapının altında naylon poşet takılı olduğu için içeriyi göremedim. [T.K.] ile [E.Ç.] isimli koğuş arkadaşlarımız kapının ufak camından baktıklarında dolap kapağı açık olduğu için kimse bir şey göremedi. Gardiyan kapıya geldi ve [F.K.nın] odasından yüksek sesli müzik geldiğini söyledik. Gardiyan bir bakın odasına diye seslendi. [T.K.] ile [E.Ç.] birlikte [F.K.nın] odasına giderek kapıyı açtılar ve kapı aralığından baktıklarında [T.K.] gardiyanlara doğru asmış kendini diye bağırdı. Gardiyan panik içerisinde diğer arkadaşlarını çağırdı ve koğuşa gardiyanları cezaevi müdürleri, doktorlar ve savcı bey olay yerine geldiler. Bizi koğuş dışına alarak ifademizi aldılar ve tahkikatı yaptılar oradan ayrıldılar. [F.K.] isimli şahıs olay günü akşamı çok sigara içmekteydi ve üzgün duruyordu. Bu durum koğuşa geldiğinden beri böyle idi.\" Ferizli Cumhuriyet savcısı 19/12/2008 tarihinde olay anına ilişkin kamera görüntülerini izlemiş ve buna ilişkin tutanak tutmuştur. Bahse konu tutanağa göre birinci kaset 37-10 saatleri arasına ilişkindir ve ikinci kaset 14'ten sonrasını kaydetmiştir. Yine tutanağa göre F.K. 46'da bulunduğu odanın kapısını içeriden kapatmış; tutuklu/hükümlü A.İ., T.K., K.K. ve E.Ç. 23'e kadar muhtelif zamanlarda F.K.nın kaldığı odanın penceresinden, T.K. ise 56'da F.K.nın odasının penceresinden içeriye bakmış; 00'de E.Ç. F.K.nın odasının kapısını açmış, 02'de İnfaz Koruma Memuru R.T. ve G., F.K.nın odasına girmiştir. Başvurucu 22/12/2008 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığında tanık sıfatıyla ifade vermiş ve olayın intihar olmadığını, intihar olsa bile olayın meydana gelmesinde Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin büyük ihmalinin bulunduğunu beyan etmiştir. 22/12/2008 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca Ceza İnfaz Kurumu hekimi olarak görev yapan nintanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. İfade şöyledir:\"Ben Sakarya L Tipi Kapalı Cezaevinde doktorolarak 2007 yılı başından itibaren görev yapmaktayım. Ben [F.K.yı] madde bağımlılığından dolayı üç yada dört defa görmüştüm. Yani revire çıkarak bana gelmişti. Bunun sonucunda yaptığım muayene sonucunda hastayı psikiyatri polikliniğine sevk ettim. Psikiyatri servisinin yazdığı ilaçlar oldu bunları kullandı. Şikayetlerinde beklediğimizin altında bir gerileme olunca psikiyatri servisine tekrar sevk ettik, onlar da Bakırköy Eğitim Araştırma hastanesi psikiyatri servisine sevkini uygun gördüler. Bakırköyde iki ay kadar yattıktan sonra tekrar cezaevimize ilaç tedavisi düzenlenmiş bir şekilde geri döndü. Bakırköy'ün belirtmiş olduğu ilaçlar kendisine günlük olarak gereken dozlarda verildi. İntihar teşebbüsüne kadar bu böyle devam etti. Bileklerini keserek intihara teşebbüs ettiği gün saat 3,5-4 gibi cezaevi revirine getirildi. Yapılan ilk muayanede kesilerin derin olduğu saptandı, beyanlarına göre traş bıçağınınjiletiyle yaptığını söyledi. Arter kesisinden şiıphelenilen hasta 112 acil servis çağrıldı. 112 gelene kadar hastaya damar yolu açılarak hızlı sıvı tedavisine hemen başlandı ve hasta 112 ye teslim edildi. Hasta ertesi sabah saat 9-10 aralığında cezaevine geri döndü, kalp damar cerrahının yazdığı raporu inceledim, raporda kesilerin kapatıldığı ve muhtemel bir arter kesisinin de onarımının gerçekteştirildiği belirtiliyordu. Yaralarına ait gerekli ilaç tedavisi hastane tarafından yazılmış ve benim tarafıından da reçete edilmişti. İlk intihar teşebbüsünde niçin yaptığını sorduğumda bana bilincim gayet yerinde tamamen merak ettiğim için nasıl bir his olduğunu anlamak için yaptığını söylemişti. Ben 2008 günü hastayı bilek kesmesinden dolayı hastaneye sevk eder etmez eldivenlerimi bile çıkarmadan kurum psikoloğuyla durumu görüşmeye gittim, görüşme sonucunda daha uzman bir desteğe ihtiyaç olduğu kanaatine vardık. Ertesi gün cezaevine geldiğinde de psikiyatri bölümüne sevkini yaptık. Şahsı fiili olarak göndermeden kendi görevlimiz vasıtasıyla Sakarya'daki psikatrik polikliniğine sevk yaptık. Ve oradan da Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevki düzenlendi. Sevk yazısı bize geldi. Sevk yazısı da askere ulaştırıldı ve askerin ertesi gün için hastayı alacağı bize bildirildi. Bunun için araç düzelemesinin yapıldığı bildirildi. 2008 günü hasta [E.] hanımın odasına girerken gördüm. Bunun haricinde kendisiyle görüşmem olmadı. Herhangi bir muayene talebinde de bulunmadı. Muayene etmedim. Sadece hastaneden gelen ilaçları reçete ettim. Bundan dolayı o anki psikojik durumunu bilmiyorum.[Bu tür hastalar için intihar girişiminden sonra cezaevinde herhangi bir ayrı bölme veya oda bulunup bulunmadığı ve bu bölme veya odaya yerleştirmenin usulü olup olmadığı sorusu üzerine] Cezaevinde bildiğim kadarıyla bu nitelikte bir tane oda var. Ancak ben daha önce bir hastayı buraya koymayı uygun görmüştüm, cezaevi yönetimine bildirdğimde bana odanın hijyen açısından çok sakıncalı olduğu uygun olmadığı mühendislik hatasının bulunduğu oda içerisindeki halıların rutubetten nemden kabardığı kullanılamaz vaziyette olduğu hastayı buraya almanın kendi sağlığı açısından uygun olmayacağı bildirilerek kabul edilmemişti. Oradan bildiğim kadarıyla şu anda böyle bir imkan mevcut değildir.\" Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı 22/12/2008 tarihinde, olay tarihinde F Blok üst koğuşunda kalmakta olan T.K., K.K. veE.Ç.nin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. T.K., K.K. ve E.Ç., A.İ. ile benzer şekilde beyanda bulunmuştur. 22/12/2008 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca Ceza İnfaz Kurumunda psikolog olarak görev yapan E.K.nın tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. E.K.nın ifadesi şöyledir:\"...Hükümlüler ilk olarak cezaevine geldiklerinde tanıma takip formu düzenlenir. Bunların içerisinde demografik bilgilerin yanı sıra konulmuş herhangi bir psikolojik rahatsızlık tanısı da olabilir, fizyolojik tanılar da yer alır, ayrıca alkol ve uyuşturucu bağımlılığına ilişkin hususlar belirtilir, keza intihara teşebbüs edip etmediği gibi bilgiler de yer alır, ancak bunlar karşı tarafın beyanına göre tanzim edilir. [F.K.ya] ait bende böyle bir dosya mevcuttur. Ben şahısla yaklaşık 6 aydır rutin olarak görüşüyorum. Yaklaşık 7 mülakat yapmışımdır. Biz görüşmeleri periyodik olarak da yapabiliriz, cezaevi idaresi uygun görürse de yaparız, keza kişi dilekçe ile de müracaat ederse yine görüsmeleri yaparız. [F.K.] dilekçeyle hiç müracaat etmemiştir, biz resen mülakatlarımızı yaptık. [F.K.] yaklaşık iki ay kadar Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde yatmıştır. Yapmış olduğumuz bütün görüşmeler dosyasında mevcuttur. bildiğim kadarıyla on beş yaşından bugüne kadar çeşitli uyuşturucular kullanmış, bağımlılığı olmuş, alkol de kullanmış. Ailesiyle irtibatı zayıf ve iletişimi kopuktu, kendisi otogarlarda yatıp kalkıyormuş, cezaevine de uyum sorunu yaşadı. Mülakatlarda intihara yönelik veyahut da kendisine zarar vermeye yönelik bir bulguya rastlamadım. Kendisinde madde bağımlılığının getirdiği husursuzluklar ve yoksunluk krizleri vardı. Kendisiyle intihar ettiği gün yani 2008 günü bir görüşmemolmuştu. Saat öğleden önce on bir gibiydi. Bundan bir önceki görüşmemiz de yaklaşık bir hafta on gün kadar olmuştu, orada da koğusunu değiştirme talebi vardı, kendisinde anti sosyal kişilik bozukluğu teşhis edilmişti, koğuştaki arkadaşlarıyla iletişim bozukluğunun olduğu, kalabalık bir ortamda kalamayacağını beyan etmişti. Ben de bu durumu başmemurluğa ve cezaevi idaresine bildirmiştim. Buna müteakiben koğusu da değiştirildi. O mülakatta ben kendisinden herhangi bir intihar eylemi ya da kendisine zarar verebileceği izlenimini almadım, ancak kendisi dediğim gibi iletişime kapalı biriydi, sorulara on onbeş saniye sonra durarak cevap veriyordu. yani genel olarak ruh hali içine kapalıydı. 2008 günü yaptığımız görüşmede de, intihar girişiminden sonra tıbbi müdahale yapılmış, cezaevine yeni gelmişti, kurum doktorumuz kontrol etti. Sonra ben mülakat yaptım. mülakatta kendisine neden intihar ettiğini sorduğumda uyuşturucu bağımlılığıyla ilgili sorunların olduğunu asıl sebebin rahatlayamadığını devamlı huzursuz olduğunu uyku sorunları yaşadığmı söylemişti, Ben kendisine olayın nasıl geliştiğini sorduğumda herhangi bir önceden plan yapmadığını sorununu da baskasıyla paylaşmadığını, not bırakmadığını ve bunu ölmek için yapmadığını bir rahatlama aracı olarak bunu denediğini bana söylemişti, benim kişisel kanıma göre de bu bır intihar girişimi değildi, kendine zarar verme olayı idi. Kendisine bir zarar verince, rahatlama amacıyla gerçeklestirilmiş bir olay alarak ben gördüm. Ben de defterime daha profesyonel daha uzman bir hizmet verilmesi için psikiyatrik tedavinin yapılması notunu almıştım. Harici olarak da şahsın bir önceki gün intihar girişiminden sonra götürüldüğü tedavisinin yapıldığı sağlık kurumunca da bu yönde bir rapor verildiğini biliyorum. Bakırköy'e götürülmesi için bir rapor verilmiş, bunun girişimleri bildiğim kadarıyla başlatılmıştı. Ben o gün yapmış olduğum mülakatta kendisinden bir daha intihar girişiminde bulunabileceği yönünde herhangi bir izlenim edinmedim. Aksine o günkü görüşmemizde iletişime çok daha açık ve çok daha net cevaplar vermişti. Ancak bu da kuşku verici bir durumdur, eğer kişi birden bire böyle değişim yaşarsa bu da bir problem habercisi olabilir. Bu yönüyle de daha uzman birinin bakması sağlıklı olabilirdi. Biz kendisiyle suçunu hiç konuşmamıştık, detaylarını hiç anlatmamıştı, bu konuda kendisine soru sormuş olsam da konuşmak istemediğini beyan etti kendisinde herhangi bir suçluluk psikolojisi görmedim. Birilerinin kendisine zarar verebileceği psikolojisi yoktu. Keza böyle bir şeyi de bana hiç söylememişti...\" Başvurucu, müşteki İ.K. ile birlikte 22/12/2008 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vermiştir. Söz konusu dilekçede; F.K.nın bulunma şekli dikkate alındığında öldürülmüş olabileceği, intihar olsa bile F.K.nın intihara teşebbüs etmesine rağmen gözetim altında bulundurulmadığı ve kendisine zarar verebilecek eşyalardan arındırılmış bir odaya yerleştirilmediği, yattığı hastaneden de Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkinin mümkün olduğu hususları belirtilmiştir. Başvurucu 8/1/2009 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vermiş ve soruşturma kapsamında bazı hususların açıklığa kavuşturulmasını talep etmiştir. Söz konusu hususlar; olay günü 37'den öncesine ait kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığı, kaset değişiminin neden 3,5 dakika kadar uzun sürdüğü, on iki saatte bir kaset değişimi yapılırken 37'den yalnızca 3,5 saat sonra neden kaset değişimi yapıldığı, F.K.nın odasının değiştirilme sebebi, son bir aylık telefon görüşmelerinin ne olduğu, odasındaki eşyalardan parmak izi alınıp alınmadığı, ihtiyaç istem fişinde yer almamasına rağmen neden kasa fişinde çamaşır ipinin yer aldığı ve F.K.nın odasında bulunan radyonun kime ait olduğudur. 9/2/2009 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca tanık sıfatıyla dinlenen İ.B.; olay günü merkez monitörde kendisinin görevli olduğunu, her blokta monitör görevlisi bulunduğunu, olayın meydana geldiği koğuştaki monitör görevlisinin R.T. olduğunu, kasetlerin yaklaşık on iki saatlik olduğunu, blok monitör görevlilerince kasetlerin saat 00 ve 00'te değiştirildiğini, beş on dakikalık geç veya erken değişimin olabildiğini beyan etmiştir. 9/2/2009 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca tanık sıfatıyla dinlenen R.T., olay günü F-6 üst koğuşunun monitöründe kendisinin görevli olduğunu, aynı zamanda nöbetçi olduğunu, zamanı gelince kaseti kendisinin değiştirdiğini, eski kasetin çıkarılması ile yeni kasetin takılması arasında üç dört dakikalık bir sürenin olabileceğini, kasetlerin on iki saat arayla 00 ve 00'te değiştirildiğini ifade etmiştir. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince düzenlenen 17/2/2009 tarihli otopsi raporunda kanda alkol bulunmadığı, kanda ve idrarda uyutucu ve uyuşturucu madde olmadığı, anal sürüntü örneğinin meni içermediği, inceleme konusu ipin mukavemeti bakımından ası olayında kullanılmasının mümkün olduğu, ölümün ası sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. 25/2/2009 tarihinde Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca tanık sıfatıyla dinlenen K.; olay günü ana monitörde İ.B.nin görevli olduğunu, kaset değişiminin on iki saatte bir F Blok lokal kontrol odasında yapıldığını, ana monitörde kaset değişimi yapılmadığını beyan etmiştir. Kurum görevlilerince F-6 Blok üst koğuşunun görüntülerini içerir F Blok lokal kontrol odasına ait 16/12/2008 00-00 saatleri arasını kaydeden VCR 2 No.lu kaset ile 17/12/2008 00-00 saatleri arasını kaydeden VCR 2 No.lu kaset 3/3/2009 tarihinde çalışır vaziyette Ferizli Cumhuriyet savcısına teslim edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığının 26/3/2009 tarihli bilgi istemi yazısına verilen 9/4/2009 tarihli cevap yazısının içeriği şöyledir:\"Kurumumuzda iki adet halıfileks kaplı oda bulunmaktadır, ancak bu odalara akıl hastalığı bulunan yada sürekli sorun çıkaran, kendisini sağa, sola ve duvarlara vurmak suretiyle vücuduna zarar verebilecek durumda bulunan, krize giren hükümlü ve tutukluların sakinleşene kadar veya bir sağlık kuruluşuna sevk edilinceye kadar tutulabilen ranzanın dahi bulunmadığı geçici odalar olduğu, Ancak [F.K.da] ise böyle bir durum gözlenmediği için bu odaya konulmamıştır. Ayrıca psikolojik bozukluğu bulunan, odalara uyum sağlayamayan hükümlü ve tutukluların verileceği odalar Kurumumuzun \"Tekli oda\" olarak tabir edilen yan yana üç yada beş odanın bulunduğu aynı ortak koridora ve aynı havalandınnaya çıktıklan odalar mevcuttur. Hükümlü ve tutuklular bu bölümlere tedbir amacıyla o an kurum en üst amirinin talimatıyla konulabilir ayrıca İdare ve Gözlem Kurul Karan ile oda değişiklikleri ya da bu odalara yerleştirme yapılabilir. Tutuklu [F.K.] 2008 günü saat 30 sularında her iki bileğini kesmek suretiyle kendisine zarar vermiş, Kurum Revirinde ilk müdahalesi yapılarak Toyota Acil Yardım Hastanesine sevk edilmiştir, 2008 tarihinde Toyota Devlet Hastanesinden gelen [F.K.] Kurum psikoloğu ile yaptığı görüşmede; Gerçekleştirdiği kesi ile intihar girişiminin planlı olmadığını, ölmek istemediğini beyan etmiştir, [F.K.] Ceza infaz Kurumu İdarenin de girişimleri ile Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevki yapılmıştır, buradan da anlaşılacağı üzere [F.K.] iki gün önceki yaptığı eyleminin kendisini öldürmeye yönelik yapmadığı, ölmek istemediği yönünde beyanı bulunmaktadır, daha öncede birkaç kez ihtiyaçlarını karşılatmak amacıyla kendisine jilet atmak suretiyle zarar vermiştir.Hükümlüler Ceza İnfaz Kurumunda Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmeliğin Maddesine göre koğuş, oda veya eklentilerinde kantinden temin edilmek koşulu ile kişisel ve çevresel temizliklerini temin için idarece uygun görülen çamaşır ipini bulundurabilirler, tutuklu [F.K.] 2008 tarihinde tedavisi tamamlanarak Kurumumuza gelmiştir, bileklerini keserek çıktığı E/5 nolu odadaki bulunan bazı hükümlü ve tutuklular korktukları için [F.K.nın] kendi koğuşlarına bir daha verilmemesini talep etmişlerdir. ...Tutuklu [F.K.nın] tutukluluk süresince her hangi bir intihar girişimi olmadığı son olayında da intihar girişiminde bulunmadığını, ölmek istemediğini belirttiğinden normal kantin ihtiyaç listesine istinaden mevzuata uygun kantin satışı yapılmıştır. \" Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı istinabe suretiyle soruşturma dosyası içeriğine göre; meydana gelen ölüm olayında kusurun bulunup bulunmadığı, kusur bulunmakta ise bu kusurun kime ait olduğu ve kusurun derecesi hususlarında bilirkişi raporu almıştır. İdare ve ceza hukukçularından oluşan iki kişilik Bilirkişi Heyetince hazırlanan 28/1/2010 tarihli raporda, eldeki imkânlar dâhilinde gerek sevk ve tedavi işlemlerinin gerekse intihar girişimi sonrasında yeniden tedavi için sevk işlemlerinin yerine getirildiği ancak meselenin psikoloji veya psikiyatri uzmanlarınca da değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 29/3/2010 tarihli dilekçe ile Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş, F.K.nın bulunma şekline göre intiharın mümkün olamayacağını belirterek otopsi raporu ile bilirkişi raporlarına itiraz etmiştir. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı 15/7/2010 tarihinde, olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunun müdürü olarak görev yapan A.nın şüpheli sıfatıyla ifadesini istinabe suretiyle almıştır. A. ifadesinde; F.K.nın daha önce de ihtiyaçlarını karşılatmak amacıyla kendisine zarar verdiğini, oda değişikliğinin koğuşta kalanların F.K. ile kalmak istemediklerine dair dilekçeler vermesi üzerine yapıldığını, F.K.nın daha önce de oda değiştirdiğini ve tek kişilik odada da kaldığını ileri sürmüştür. A. ayrıca gerekli gözetim ve denetimin yapıldığını, F.K.nın psikolog ile görüşmesinde ölmek istemediğini beyan ettiğini, intihar riski görülmemesi nedeniyle mevzuat uyarınca kantinden temin edilebilecek çamaşır ipinin F.K.ya verildiğini savunmuştur. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı 12/8/2010 tarihinde, olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunun müdürü olarak görev yapan Ö.nün şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. Ö. ifadesinde; Ceza İnfaz Kurumuna yeni geldiğini, olay kendisine bildirilince durumu müdüre bildirdiğini, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirdiğini ileri sürmüştür. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ankara Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce hazırlanan 14/12/2011 tarihli raporda; incelenen iki VHS kasetinde incelemeyi etkileyecek herhangi bir deformasyon veya hasarın bulunmadığı, kasetlerden birisinde 2 saat 33 dakika 55 saniyelik, diğerinde ise 2 saat 23 dakika 47 saniyelik görüntü kaydının olduğu, görüntü kayıtlarının çoklayıcı yapıda bir güvenlik sistemine ait olduğu, bu nedenle görüntülerin videokasetlere gerçek zamanlı kaydedilmediği görüntüler üzerinde, kaydın gerçekleştirildiği tarih ve saati gösterir herhangi bir zaman sayacının bulunmadığı, görüntü çözünürlülüğünün iyi olmadığı, videokasetlere ait formatın laboratuvar görüntü ayrıştırma sistemlerince okunamaması nedeniyle görüntülerin ayrıştırılamadığı, görüntülerde zaman sayacının bulunmaması nedeniyle görüntüler arasında ne kadarlık zaman farkının bulunduğunun ve silinme olup olmadığının tespitinin mümkün olamadığı belirtilmiştir. Başvurucu 19/4/2012 tarihli dilekçeyle Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek videokasetlerde silinme olup olmadığı konusunda TÜBİTAK'tan (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) rapor aldırılmasını talep etmiştir. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığının videokasetlerde silinme olup olmadığı konusundaki iki talebi TÜBİTAK tarafından iş yoğunluğu gerekçesiyle yerine getirilmemiştir. Videokasetlerde silinme olup olmadığı konusundaki rapor talepleri videokaseti oynatan cihazların mevcut olmaması ve temin edilememesi nedeniyle Özel Ulusal Kriminal Büro, İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı ve Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü Foto Film Büro Amirliğince de yerine getirilememiştir. Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı 18/9/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar, şu gerekçelere dayanmıştır:i. Ölüm ası sonucu meydana gelmiştir.ii. Ası olayı dışında vücutta darp ve cebir izi bulunmamaktadır.iii. Kamera görüntülerine göre F.K.nın odasına giren kimse yoktur.iv. Videokasetlerdeki 3,5 dakikalık zaman aralığı, kaset değişiminden kaynaklanmaktadır.v. Bu kadar kısa süre içinde F.K.nın odasına girilerek ölüm olayının meydana geldiği şekliyle eylemde bulunmak mümkün değildir. vi. Çamaşır ipi satılması mevzuata uygundur.vii. Koğuş arkadaşlarının kendi koğuşlarında istememeleri nedeniyle F.K. tek kişilik odaya alınmıştır.viii. F.K.nın başkaları tarafından öldürüldüğüne dair delil ve emare bulunmamaktadır. ix. Ölüm olayının meydana gelmesinde Ceza İnfaz Kurumunun ve müdürlerinin kusur ve ihmalleri bulunmamaktadır. Başvurucu; F.K.nın intihara teşebbüs ederken her iki bileğini kesmesi nedeniyle ölü muayene ve otopsi tutanağında belirtildiği şekliyle intihar etmesinin şüphe uyandırdığı, F.K.nın yüklenen suçu da işlemediği, bu nedenle ölüm nedeninin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespit edilmesi gerektiği gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Ayrıca başvurucu itirazda; videokasetlerde silme veya oynama olup olmadığının incelenmesi gerektiği, psikolojik rahatsızlığı olduğu belli olan ve bileklerini kesen F.K.nın halıfleks ile kaplı odaya konulmamasının ve ayrıca kendisine çamaşır ipi satılmasının kabul edilebilir olmadığını, ölüm nedeni intihar olsa bile olayda ihmal bulunduğunu ileri sürmüştür. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda yazılı gerekçeye atfen başvurucunun itirazı Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 7/1/2014 tarihli kararıylareddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu tarafından 12/3/2014 tarihinde öğrenilmiş olup başvuru 10/4/2014 tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk Konuyla ilgili ulusal hukuk, Anayasa Mahkemesinin Nejla Özer ve Müslim Özer (B. No: 2013/3782, 21/4/2016) ve Hilmi Moray (B. No: 2013/3053, 21/4/2016) başvuruları hakkında verdiği kararlarda yer almaktadır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Yaşam hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasışöyledir: \"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5042", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idarenin kusuru neticesinde tutuklulukta intihar olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, iptal davasında tanık dinlenilmeden ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan davanın reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hazine Müsteşarlığında memur olarak çalışmakta iken aynı kurumun bir diğer birimi olan Merkezi Finans ve İhale Birimi tarafından açılan destek personeli sınavında başarı göstererek burada çalışmaya hak kazandığını, işe başladığı süreçte iş sözleşmesi imzalanırken sınavı kazanan tüm personelden tarihsiz istifa dilekçesi istenildiğini ve kendisinin de bu dilekçeyi verdiğini, çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra kendisine \"İstifanız kabul edilmiştir.\" yazısının tebliğ edilmesi üzerine eski birimine geri dönmek zorunda kaldığını belirtmiştir. Başvurucu, görevine son verilmesi işlemine karşı itirazda bulunmuş ancak idarece süresinde cevap verilmeyen bu itiraz zımnen reddedilmiştir. Anılan ret işleminin iptali istemiyle açılan dava, Ankara İdare Mahkemesinin 19/6/2009 tarihli ilamıyla kabul edilerek işlem iptal edilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Olayda, her ne kadar davacının 2008 tarihinde kayda alınan ve sağlık nedenlerinden dolayı istifa ettiğine ilişkin dilekçesi nedeniyle görevine son verildiği davalı idarece belirtilmiş ise de, davacı tarafından verildiği belirtilen istifa dilekçesi tarihsiz olduğu gibi, 2008 tarihinde işe başlayan ve hizmet sözleşmesi 2008 tarihinde sona erecek olan davacının göreve başlamasından çok kısa bir süre sonra sağlık nedenleri ile istifa ettiği dikkate alındığında, istifa dilekçesinin sonradan işleme konulmak üzere davacının özgür iradesi dışında alındığı sonucuna varılmıştır.\" İdarece temyiz edilen karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 19/9/2012 tarihli ve E.2009/7030, K.2012/5317 sayılı kararıyla bozulmuş; karar düzeltme talebi ise yine aynı Dairenin 24/5/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bozma kararının gerekçesi şöyledir:\"... İnsan Kaynakları Bölümü Destek Personeli Seçme Sınavını kazanarak 2008-2008 tarihleri arasında geçerli olacak hizmet sözleşmesi kapsamında çalışmaya başlayan davacının, Merkezi Finans ve İhale Birimine hitaben yazdığı ve davalı idare kayıtlarına 2008 tarihinde giren tarihsiz istifa dilekçesi ile 'Sağlık sorunları nedeniyle kendi isteği ile birimden istifa etmek istediğini' belirtmesi üzerine dava konusu işlemin kurulduğu, görevden ayrılma isteğine ilişkin dilekçenin davacı tarafından yazıldığı ve imzalandığı hususunun taraflar arasında çekişmesiz olduğu anlaşılmıştır.Bu durumda, davacı tarafından imzalanan ve davacının kendi iradesi dışında düzenlendiği yolunda bir kanıt bulunmayan istifa dilekçesine dayanılarak, başka bir anlatımla davacının anılan dilekçesiyle ortaya koyduğu iradesinin hukuki sonucu olarak kurulan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından, dava konusu işlemin iptali yolundaki Mahkeme kararında hukuksal isabet görülmemiştir.\" Ankara İdare Mahkemesi 25/10/2013 tarihli ve E.2013/1646, K.2013/1463 sayılı kararıyla bozmaya uyarak davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 7/3/2014 tarihli ve E.2014/571, K.2014/1771 sayılı kararıyla onanmış ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 5/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/5/2007 tarihli ve 5671 sayılı Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanunu’nun maddesinin beşinci fıkrası hükmüne dayanılarak hazırlanan ve 20/10/2007 tarihli ve 26676 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Merkezi Finans ve İhale Birimi Personel Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ (1) Birim Başkan ve personelinin, ölüm, çekilme veya emeklilik hallerinde görevi kendiliğinden sona erer ve/veya sözleşmesi feshedilir. (2) Uzman personel ve destek personelinin aşağıda sayılan hallerde, Birim Başkanının teklifi ve Ulusal Yetkilendirme Görevlisinin onayı ile görevine son verilir ve/veya sözleşmesi feshedilir: a) Sözleşmenin feshini gerektirecek şekilde disiplin hükümlerine aykırı davranışta bulunulması.b) İmzalanan ön hizmet sözleşmesi sonunda yapılan değerlendirmenin olumsuz olması....” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10785", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iptal davasında tanık dinlenilmeden ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan davanın reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yakalamada kötü muameleye maruz kalındığına ilişkin şikâyet hakkında işleme konulmama kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/7/2017 tarihinde saat 05 sıralarında Şanlıurfa İl Göç İdaresi Müdürlüğü (Göç İdaresi) önünde meydana gelen olayda kasten yaralama, görevi yaptırmamak için direnme ve mala zarar verme suçunu işlediği iddiasıyla yakalanmıştır. Başvurucu 25/7/2017 tarihinde saat 11'de Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesine yatırılmış ve akabinde ameliyat edilmiştir. Düzenlenen ameliyat raporunda ameliyatın saat 00'de başladığı, ulna insizyon yapıldığı, parçalı kırık 2 adet basssis kanullu vida konulduğu, plaklı osteosentez yapıldığı ve ameliyatın saat 30'da bittiği belirtilmiştir. Şanlıurfa Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen raporda; mevcut yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı, tespit edilen kırığın hayat fonksiyonlarını orta (2) derecede etkileyecek nitelikte olduğu bildirilmiştir. Başvurucunun hastaneden taburcu edildiği 27/7/2017 tarihinde kollukta şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu; ifadesinde olay saatinde Göç İdaresinin 50 metre ilerisindeki işyerinde olduğunu, kalabalığın orada toplandığını görünce işyerindekilerle başka vatandaşların orada sürekli kavga ettiğini bildiği ve olay günü de kavga olduğunu düşündüğü için oraya gittiğini belirtmiştir. Göç İdaresi önünde arbede olduğunu, kimin kime vurduğunun belli olmadığını, kendisinin kavgayı ayırmaya çalıştığını, sonrasında sivil kıyafetli kişilerin A.yi Göç İdaresinin içine götürdüğünü ve başka bir sivil kıyafetli kişinin de kendisini içeri çağırması üzerine direnmeden birlikte içeri girdiklerini beyan etmiştir. Başvurucu; kendisinin ve A.nin bodrum kata indirildiğini, burada yaklaşık yarım saat darbedildiklerini, bir süre sonra görevlilere kolunun kırıldığını söylediğini ancak görevlilerin vurmaya devam ettiğini, Yunus Polisi olarak bildiği polislerin geldiğini gördüğünü, polisin başını kaldırmasını söylemesi üzerine kolunun kırık olduğunu ve acıdan kaldıramayacağını söylediğini ifade etmiştir. Başvurucu, polisin \"Hangi kol?\" diye sorduğunu, kolunu göstererek omzunu ve bileğini tutup büktüğünü, devamında polis merkezine götürüldüğünü ancak araçtan indirilmeden iki saat bekletildikten sonra tedavi için hastaneye götürüldüğünü, hiçbir kamu görevlisine direnmediğini, saldırmadığını, hiçbirini yaralamadığını ve kuruma zarar vermediğini belirtmiştir. Başvurucuya kendisiyle birlikte hareket ettiği değerlendirilen bir kişinin yere tabanca düşürdüğü ve başvurucunun da tabancayı alıp olay yerinden uzaklaştığının görüldüğünün sorulması üzerine başvurucu; tabancayı düşürenin kardeşi olduğunu, tabancanın arbede esnasında kaybolmaması için alıp beline koyduğunu, olay yerinden uzaklaştıktan sonra başkasına teslim ettiğini açıklamıştır. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 27/7/2017 tarihinde başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme suçundan tutuklanmasını talep etmiştir. Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün talebin reddine ve başvurucunun tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına karar vermiştir. Soruşturma sonucunda bazı suçlar yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Diğer suçlar yönünden ise yargılama yapılmış ve başvurucunun yaralama suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise beraatine karar verilmiştir. Başsavcılık, başvurucu aleyhine başlattığı soruşturmada başvurucunun olay tarihinde ve olay yerinde kolunun kırılmasından sonra faili meçhul polis memurunun kolunu büktüğü iddiasında bulunduğu ve iş bölümü gereği söz konusu suçtan soruşturmayı Memur Suçları Soruşturma Bürosunun yapması gerektiği gerekçesiyle 9/2/2018 tarihinde tefrik kararı vermiştir. Görevi kötüye kullanma suçu yönünden soruşturma 2018/5414 numarasına kaydedilmiştir. Başsavcılık 19/2/2018 tarihinde 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin son fıkrası uyarınca şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"Şikayetçi bir suç nedeniyle kendisini yakalayan kolluk personelinin gereksiz yere kolunu büktüğünü belirterek şikayetçi olmuşsa da Dosyaya yansıyan belgelere göre olayın kolluğun yasal anlamda zorunlu yakalama görevini icra sırasında ve bu amaçla yapıldığı anlaşıldığından kolluğun yasal zorunlu kamu görevini yerine getirdiği bir suç işlemediği anlaşıldığından 4483 Sayılı Kanunun 4/Son maddesi uyarınca işleme konulmamasına,Durumun müştekiye bildirilmesine,...\" Başvurucu; atıf yapılan hükmün şartlarının oluşmadığını, dosyadaki belgelerden şikâyetçinin belli olduğunu, şikâyet konusu eylemin somut olduğunu, kişi ve olay belirttiğini, iddialarını ciddi bulgu ve belgelere dayandırdığının hastane kayıtları ve kamera görüntüleriyle sabit olduğunu ancak Başsavcılığın olay gününde ve saatinde olaya müdahale eden kolluk güçlerinin isimlerini emniyet müdürlüğünden sormadığını, olay sonrası gözaltına alındığı anı gösteren kamera kayıtlarının istenerek kendisini gözaltına alan kolluk kuvvetlerinin isimlerinin tespit edilmediğini, itiraz merciinin ve itiraz süresinin belirtilmediğini ileri sürerek karara itiraz etmiştir. Başvurucu; Başsavcılık kararının ortadan kaldırılmasını, soruşturmaya devam edilmesini, olay sonrasında aktif ve pasif direnmesi olmadığı hâlde orantısız güç kullanarak kolunu kıran polislerin kasten yaralama suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. İtirazı inceleyen Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 19/3/2018 tarihinde soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"...Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının ... kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı dosya kapsamı ve itiraz dilekçesi doğrultusunda incelendiğinde; soruşturmaya konu olay ile ilgili olarak olay yerinde gerekli yazışma ve incelemenin yapılmadığı, KVYO dair kararda somut gerekçelerin belirtilmediği anlaşılmakla, bu haliyle takipsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan, 5271 Sayılı CMK' nın 173/3 maddesi gereğince Hakimliğimizce soruşturmanın genişletilmesine...\" Karar üzerine Başsavcılık, ilk hazırlanan fezlekedeki eksikliklerin tamamlanması yönünde 7/5/2018 tarihinde Sarayönü Polis Merkezi Amirliğine hitaben bir müzekkere düzenlemiştir. Başvurucu 27/7/2018 tarihinde Başsavcılığa sunduğu dilekçede gözaltına alındığı ve bodrum kata indirildiği anlara ilişkin kamera görüntülerinin istenmesini, kendisini gözaltına alan ve kolunu kıran polislerin kimlik tespiti ve teşhisi işlemlerinin ivedi olarak yapılmasını talep etmiştir. Başsavcılık, Sarayönü Polis Merkezi Amirliğine hitaben aynı gün hazırladığı müzekkereyle başvurucunun dilekçesinde belirttiği hususların araştırılmasını, ilgili kamera görüntülerinin ve tahkikat evrakının Başsavcılığa sunulmasını istemiştir. Emniyet 8/8/2018 tarihinde Göç İdaresine ait kamera kayıtlarını içeren bir DVD göndermiştir. Başvurucu 26/9/2018 tarihinde Başsavcılığa başvurarak gönderilen DVD'nin bir örneğinin kendisine verilmesini, bir örneğinin de çözümü ve CD İzleme Tutanağı oluşturulması için bilirkişiye gönderilmesini, olaya müdahale eden ekipte yer alanların belirlenmesini ve teşhis yaptırılmasını, Göç İdaresi Müdürü ve Göç İdaresinde görevli personelin ifadelerinin alınmasını ve kolluk görevlileri aleyhine soruşturma yapılmasını talep etmiştir. Başsavcılığın başvuru üzerine aynı gün Şanlıurfa Asayiş Şube Müdürlüğüne gönderdiği yazıda 25/7/2017 tarihinde meydana gelen olayla ilgili olarak şu talepler yer almıştır: olaylara müdahale eden görevli polis memurlarının açık kimlik ve adres bilgilerinin tespit edilmesi, müşteki vekilinin işkence ve kasten yaralama iddialarına ilişkin olarak Göç İdaresi Müdürü H.E. nin ve idaresinde görevli personelin tanık sıfatıyla beyanlarının alınması, Göç İdaresinin bodrum katına inişi ve bodrum katını gösteren 25/7/2017 tarihli kamera kayıtlarının temin edilmesi, bu olaylara ve iddialara ilişkin idari tahkikat yapılıp yapılmadığının araştırılması, yapılmışsa ilgili evrakın bir suretinin Başsavcılığa gönderilmesi. İlgili emniyet biriminden 15/10/2018 tarihinde gönderilen cevap yazısında; olaya müdahale eden polis memurlarının açık kimlik ve adres bilgilerinin yer aldığı tutanağın sunulduğu, olaylara ve iddialara ilişkin olarak idari tahkikat yapılmadığının tespit edildiği, Göç İdaresi Müdürü ve Göç İdaresinde görevli personelin işkence ve kasten yaralama iddialarına ilişkin olarak tanık sıfatıyla 4/10/2018 tarihinde ifadelerinin alındığı ve Göç İdaresinin bodrum katına inişi ve bodrum katı gösteren kameraların kayıtlarının bulunmadığı bildirilmiştir. Başsavcılık 13/9/2019 tarihinde eksik soruşturma işlemlerinin tamamlandığını belirterek soruşturma dosyasının itiraz hakkında karar verilmek üzere Hâkimliğe göndermiştir. Hâkimlik 17/9/2019 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"...Şanlıurfa Başsavcılığının yukarıda değinilen [19/2/2018 tarihli] kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı, itiraz dilekçesi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde Şanlıurfa Başsavcılığınca ulaşılan sonuç dosya ve deliller kapsamı ile uyumlu olduğu bu itibar ile usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı...\" Başsavcılık 26/9/2019 tarihinde \"dosyaya yansıyan belgelere göre olayın kolluğun yasal anlamda zorunlu yakalama görevini icra sırasında ve bu amaçla yapıldığı anlaşıldığından kolluğun yasal zorunlu kamu görevini yerine getirdiği bir suç işlemediği anlaşıldığından, 4483 sayılı Kanun'un 4/Son maddesi uyarınca işleme konulmamasına, Hakimliğin 17/9/2019 tarihli kesin karar ile itirazının reddine karar verildiğinden kararın tebliğine yer olmadığına\" karar vermiştir. Nihai kararı 1/10/2019 tarihinde öğrenen başvurucu 17/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal hukuk için bkz. Mehmet Ali Oğuz, B. No: 2017/36977, 8/6/2021, § 25; Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, §§ 52, 53; Serhat Ölğen, B. No: 2016/3389, 20/11/2019, § İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ahmet Aşık, B. No: 2017/27330, 26/5/2021, §§ 38- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34998", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalamada kötü muameleye maruz kalındığına ilişkin şikâyet hakkında işleme konulmama kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetle sonuçlanan ceza davası nedeniyle adil yargılanma hakkı başta olmak üzere bir kısım hakkın ihlal edildiği iddiasına dair bireysel başvurunun nihai kararın öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmadığı gerekçesiyle idari yönden reddi kararına itiraza ilişkindir. Başvurucu hakkında yürütülen soruşturma ve icra edilen kovuşturma neticesinde Sinop Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2020 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu ise Yargıtay Ceza Dairesinin 3/11/2020 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar bu suretle kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesinin akabinde Çorum Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 24/2/2021 tarihli müddetnamenin bir sureti başvurucuya, bulunduğu infaz kurumunda imza karşılığı teslim edilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla 31/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, başvuruya konu nihai kararın başvurucu tarafından müddetnamenin tebliği suretiyle 24/2/2021 tarihinde öğrenildiği, bu tarihten itibaren en geç otuz gün içinde yapılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 31/3/2021 tarihinde yapıldığı gerekçesiyle Komisyonlar Başraportörü'nün 3/2/2022 tarihli kararı ile -kararının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz yolu açık olmak üzere- idari yönden reddedilmiştir. Süre yönünden idari ret kararı başvurucu vekiline elektronik olarak tebliğ edilmiş ve tebligat 14/2/2022 tarihinde açılmıştır. Başvurucu vekili 22/2/2022 tarihinde idari ret kararına itiraz etmiştir. Komisyonda itiraz ve kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığı için dosya Bölüme gönderilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/13590", "Başvuru Konusu":"Başvuru, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetle sonuçlanan ceza davası nedeniyle adil yargılanma hakkı başta olmak üzere bir kısım hakkın ihlal edildiği iddiasına dair bireysel başvurunun nihai kararın öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmadığı gerekçesiyle idari yönden reddi kararına itiraza ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, çevresel etki değerlendirmesinin olumlu olduğuna ilişkin kararın iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Artvin'in Cerattepe mevkiinde 1986 yılında başlayan maden arama faaliyetleri 2008 yılına kadar birçok aşamadan geçmiştir. Süreç içinde ilk olarak uluslararası bir şirket olan Madencilik ruhsat sahibi olarak faaliyete başlamıştır. Anılan faaliyetle ilgili olarak Artvin Valiliği Mahalli Çevre Kurulunca alınan 10/11/1995 tarihli ve 1995/4 sayılı karar 13/2/1996 tarihli ve 22553 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Bahse konu kararın ilgili kısmı şöyledir:\"D) [] Madencilik A.Ş.nin İlimizde yapmayı plânladığı madencilik faaliyetlerinin oluşturabileceği çevresel etkiler: [ ] Madencilik A.Ş. ... belirtilen 250 Hektarlık sahada maden çıkartma ve işletmeyi Atilla (Hatila) Millî Parkı bitişiğindeki Gavur Deresi üzerinde ise atık barajı yapımını plânladıklarını belirtmişlerdir.Söz konusu plânlanan madencilik faaliyetlerinin ele alındığı paneller öncesinde bölgede panele katılan Bilim adamlarınca bölgede incelemeler yapılmış ve panellerde ağırlıklı olarak bölgenin konumu, yapısı v.b. özellikleri nedeni ile madencilik faaliyetlerinin sürdürülmesi ile bölgenin çevresel değerlerinin olumsuz etkileneceği şeklinde görüş bildirmişlerdir.Kurulumuzun bu konudaki görüşleri özet olarak aşağıda sıralanmıştır.1 — Erozyon etkisi:Bölgenin yüzey şekilleri bakımından kırık bir yapıya sahip olması, arazinin yüksek eğimi, bölgenin meteorolojik durumu v.b. özellikleri sebebi ile söz konusu bölgede açık işletme madenciliği veya herhangi bir sebeple bölgedeki bitki ve orman varlığının yokedilmesi durumunda heyelan, sel v.b. istenmeyen olaylar meydana gelebilecek ve başta il merkezi olmak üzere bölge olumsuz etkilenecektir.2 — Bölgenin tabii yapısına etkileri:Sözkonusu madencilik faaliyetlerinin planlandığı bölgenin bir yandan İlimize hakim yükseklikte yoğun bitki ve orman varlığına sahip olması diğer yandan Kafkasör Turizm Merkezi ile iç içe olması sebebi ile bölgede yürütülen turizm faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyecektir.3 — Sulara etkileri:Bölgede yürütülecek madencilik faaliyetleri sonucunda bölgedeki mevcut kaynak suları ve yüzeysel sular kirlenecektir.4 — Barajın oluşturacağı olumsuz etkiler:Atık barajının yapımının planlandığı bölge Atilla (Hatila) Millî Parkı ile sınır olup İl Merkezine kuş bakışı yaklaşık 10 Km.dir. Bu bölgede inşa edilecek atık barajında siyanür ve diğer tehlikeli atıkların depolanması bölge üzerinde yüksek risk oluşturacaktır.... işbu Kararın Kamu Kurum ve Kuruluşları ile Kamuoyuna Basın ve Yayın yolu ile duyurulmasına oybirliği ile karar verildi.Tebliğ olunur.\" Devam eden süreçte Madencilik, haklarını İ. Mining isimli şirkete devretmiştir. Bu şirkete ait ruhsat ve işletme haklarının idari yargı yerince iptaline karar verilmesi üzerine İ. Mining projeyi terk etme kararı almıştır. İ. Mining şirketinin 2008 yılındaki terk kararından sonra bölgede 2012 yılına kadar madencilik faaliyetine ilişkin herhangi bir iş veya işlem yapılmamıştır. 2012 yılında söz konusu alan için yeniden yapılan ihale sonucunda bahse konu alanın ihalesi Ö. İnşaat Tic. San. A.Ş. üzerinde bırakılmıştır. Artvin, Merkez Cerattepe mevkiinde Ö. İnşaat Tic. San. A.Ş. tarafından yapılması planlanan Cerattepe Bakır Madeni Projesi ile ilgili olarak 18/7/2013 tarihinde çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı verilmiştir. Bu kararın iptali talebiyle açılan davada Rize İdare Mahkemesi (Mahkeme) keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. Bu kapsamda bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 8/9/2014 tarihli teknik bilirkişi raporunun ilgili kısımlarında şu tespitler yer almaktadır:i. Projede su kirliliği, orman tahribatı, ekosistem bütünlüğü açısından deprem, taşkın, sızdırmazlık, patlatmalar gibi durumlar için alternatif tedbirler belirtilmemiştir. ii. ÇED raporunda büyük bir heyelanın meydana gelmemesi için alınacak önlemleri, hafriyat ve atıklar için depolama alanları tespit edilmemiştir.iii. Proje kapsamında maden faaliyetinin çıkarılması ve atık malzeme yığılması orman içindeki kaynak suları ve yer altı sularının kirlenmesine sebep olabilir. Faaliyet süreci ormanların devamlılığı, flora ve faunanın korunması yönünden telafisi mümkün olmayan sakıncalar içermektedir.iv. Faaliyet nedeniyle ortaya çıkacak gazlar sülfürik-nitrik aside dönüşerek su ve toprak kaynaklarına, bitki örtüsüne ve sucul canlılara zarar verebilir, proje alanının şehir merkezine çok yakın olması nedeniyle insanlar üzerinde ciddi sağlık sorunları meydana gelebilir. v. Çıkarılacak cevherin işleme tesisine taşınması için oluşturulacak yollar heyelanlara sebep olabilir, taşıma esnasında kamyonlardan dökülebilecek, %9-10 oranında bakır içeren malzeme çevre ve canlı sağlığı açısından tehlike oluşturabilir. Mahkeme 24/12/2014 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde, yargılama safahatında düzenlenen bilirkişi raporuna da değinilerek anılan proje için hazırlanan ÇED raporunda eksiklik, yetersizlik ve belirsizliklerin bulunduğu, gerçekleştirilmesi planlanan maden faaliyetinin bölgedeki içme ve kullanma amaçlı yer üstü ve yer altı su kaynaklarını kullanılamaz hâle getireceği, sucul yaşamın devamını büyük ölçüde tehlikeye atacağı, bölgedeki orman varlığının yok edilmesine neden olabileceği ve bölgeyi heyelanlara açık hâle getireceği belirtilmiştir. Bununla birlikte söz konusu maden faaliyetinin hayata geçirilmesi hâlinde yöre sakinleri açısından Artvin'in bu bölgenin yaşam alanı olmaktan çıkacağı vurgulanmıştır. Mahkemenin anılan kararı (kapatılan) Danıştay Ondördüncü Dairesi tarafından 26/4/2016 tarihli kararla onanmıştır. Onama kararında bilirkişilerin alınması gereken önlemler konusundaki görüşleri doğrultusunda yeniden ÇED raporu hazırlanarak buna göre yeni bir ÇED kararı alınmasının gerektiği ve işlemin iptali yolunda verilen temyize konu kararın iptale ilişkin kısmında sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik bulunmadığı vurgulanmıştır. Mahkemenin 24/12/2014 tarihli iptal kararıyla ilgili temyiz incelemesi sonuçlanmadan, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yayımlanan ÇED Yönetmeliği Uygulamaları konulu 2009/7 sayılı mülga Genelge uyarınca bahse konu proje ile ilgili yeni bir ÇED süreci başlatılmıştır. Söz konusu Genelge'de idari yargı mercileri tarafından iptal edilen ÇED olumlu kararlarından sonra ilgili kararın yeniden ele alınıp değerlendirilmesinin gerekmediği durumlarda ÇED raporu hazırlık sürecinin baştan tekrar edilmesinin zaruri olmadığı, sadece eksik ve yetersiz görülen kısımların yeniden düzenlenmesinin yeterli olduğu belirtilmiştir. Öte yandan 2009/7 sayılı Genelge'nin iptali talebiyle açılan dava, (kapatılan) Danıştay Ondördüncü Dairesinin 10/1/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 27/5/2015 tarihli kararıyla, karar düzeltme başvurusu ise anılan Kurulun 27/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. Somut Olay Bilgisi 2009/7 sayılı Genelge kapsamında yürütülen ÇED sürecinin sonucunda Ö. İnşaat Tic. San. A.Ş. tarafından yapılması planlanan Cerattepe Bakır Madeni, Kırma-Eleme Tesisi ve Teleferik Hattı Projesi'ne yönelik 2/6/2015 tarihli ÇED olumlu kararı verilmiştir. Bu kararın iptali talebiyle dava açılmıştır. Dava dilekçesinde, Mahkemenin 24/12/2014 tarihli kararında söz konusu alanda madencilik faaliyeti yürütmenin hukuka aykırı olduğu ve projenin hayata geçmesi hâlinde Artvin'in yaşam alanı olmaktan çıkacağı hususunun ortaya konulduğu, 2009/7 sayılı Genelge uyarınca yürütülen ÇED süreci sonucunda yeniden verilen ÇED olumlu kararıyla mahkeme kararının etkisiz hâle getirildiği belirtilmiştir. Mahkeme, uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Bu kapsamda bilirkişi heyeti tarafından 1/6/2016 tarihli teknik bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Mahkeme tarafından yöneltilen sorular bağlamında raporun ilgili kısmı genel olarak şöyledir: i. Faaliyet sırasında proje alanında heyelan veya benzeri faaliyet olup olmayacağı, oluşabilecek heyelana karşı alınabilecek önlemler yönünden ÇED raporunun heyelan açısından tüm riskleri içerdiği ve bu risklere karşı alınacak önlemlerin ve tedbirlerin ÇED raporunda yer aldığı belirtilmiştir. ii. Projenin orman ekosistemi ve tarım arazileri üzerindeki etkileri yönünden proje kapsamında inşa edilecek teleferik hattı ve madende kapalı ocak işletme yöntemi kullanılacak olması nedeniyle projenin orman ekosistemi ve tarım arazileri üzerinde ciddi derecede olumsuz etkisi olmayacağı ifade edilmiştir. iii. Proje kapsamındaki atık suların nasıl bertaraf edileceği, oluşabilecek metal zehirliliğinin yer altı ve yüzey sularına etkileri yönünden ÇED raporundaki atık su bertaraf yöntemi, çökeltim sistemi ve arıtma usulü ile ocak içinde kurulması planlanan drenaj sisteminin uygulanması durumunda faaliyet esnasında açığa çıkacak atık suların ekosisteme herhangi bir olumsuz etkisinin olmayacağı sonucuna varılmıştır. iv. Faaliyet sırasında oluşabilecek hava kirliliğinin çevreye etkileri yönünden ise projede yer alan teleferik hattına değinilmiştir. Bu kapsamda önerilen yıllık 500 bin ton cevher üretiminin 292 bin ton taşıma kapasitesi olan teleferik hattı ile çıkarılmasının mümkün olmadığı, bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucular anılan bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Mahkeme; bilirkişi raporundaki ayrıntılı tespitler, gözlemler, bilimsel ve teknik açıklamalar karşısında başvurucuların bilirkişi raporuna yönelik itirazlarının bilirkişi raporuna itibar edilmemesini gerektirir nitelikte olmadığı sonucuna vararak 20/9/2016 tarihinde bazı davacılar açısından davanın ehliyet yönünden reddine, diğer davacılar açısından ise davanın reddine karar vermiştir. Kararın davanın reddine yönelik kısmının gerekçesinde, bilirkişi raporuna atıfta bulunmuş; rapordaki tespitlerden hareketle projeye ilişkin ÇED raporunun madencilik faaliyetleri açısından ilgili mevzuata ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeyde olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte 24/12/2014 tarihli iptal kararıyla ÇED raporundaki belli eksikliklerin ortaya konulduğunu ve bu minvalde 2009/7 sayılı Genelge'nin uygulanabileceğini, bu kapsamda yeniden düzenlenen ÇED raporunda daha önceki ÇED raporundaki olumsuzlukların ve eksikliklerin giderildiğinin anlaşıldığını belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, bahse konu ÇED olumlu kararında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Ayrıca Mahkeme projede önerilen yıllık 500 bin tonluk cevher üretiminin 292 bin ton taşıma kapasitesine sahip teleferik hattı ile taşınmasının teknik olarak mümkün görülmediğini belirtmiştir. Buna rağmen cevherin nakliyesi sırasında oluşması muhtemel tozların olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla gerekli tedbirlerin alınmasıyla bu hususun bertaraf edilebileceğini, teleferik hattının cevherin nakliyesinde yetersiz kalacağına yönelik teknik tespitin ÇED olumlu kararını olumsuz etkilemeyeceğini vurgulamıştır. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusunda karara esas alınan bilirkişi raporunun bilimsellikten uzak ve Mahkemece bilirkişilere sorulan soruların yetersiz olduğu belirtilmiştir. Projeye konu teleferik hattının 500 bin tonluk cevheri taşıyamayacağı kabul edilmesine rağmen bu durumun ÇED olumlu kararını etkilemeyeceğini söylemenin mümkün olmadığı ve Artvin'in bütün su kaynaklarının proje alanında kaldığı, projenin gerçekleşmesi hâlinde hava ve su kaynaklarının kirleneceği ifade edilmiştir. (Kapatılan) Danıştay Ondördüncü Dairesi 3/5/2017 tarihli kararla mahkeme kararının bazı davacılar açısından verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmının bozulmasına, diğer davacılar açısından verilen davanın reddine ilişkin kısmının onanmasına karar vermiştir. Nihai karar 23/8/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Öte yandan UYAP kayıtlarının incelenmesinden ekli (I) sayılı listede yer alan başvurucuların başvuru yaptıktan sonra vefat ettiği, başvurucular vekilinin 14/12/2022 tarihli dilekçeyle bahse konu başvurucular yönünden başvuruya devam edilmeyeceğini bildirdiği görülmüştür. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.\" 2872 sayılı Kanun'un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Bu Kanunda geçen terimlerden;Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,…Sürdürülebilir çevre: Gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fizikî vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesi sürecini,Sürdürülebilir kalkınma: Bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge kurulması esasına dayalı kalkınma ve gelişmeyi,...Çevresel etki değerlendirmesi: Gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları,…ifade eder.” 2872 sayılı Kanun'un “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.” 25/11/2014 tarihli ve 29186 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin (ÇED Yönetmeliği) “Çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası, çevresel etki değerlendirmesi raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlama yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki bir projeyi gerçekleştirmeyi planlayan gerçek veya tüzel kişiler; Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeleri için; ÇED Başvuru Dosyasını, ÇED Raporunu, Seçme Eleme Kriterleri uygulanacak projeler için ise Proje Tanıtım Dosyasını, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara hazırlatmak, ilgili makama sunulmasını sağlamak ve proje kapsamında verdikleri taahhütlere uymakla yükümlüdürler.\" Mülga ÇED Yönetmeliği'nin “Çevresel etki değerlendirmesi olumlu veya çevresel etki değerlendirmesi olumsuz kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Komisyon tarafından incelenerek son şekli verilen ÇED Raporu, halkın görüş ve önerilerini almak üzere, Bakanlık ve/veya Valilik tarafından askıda ilan ve internet aracılığı ile on (10) takvim günü görüşe açılır. Bakanlıkça proje ile ilgili karar alma sürecinde bu görüşler de değerlendirilir. Bakanlık halktan gelen görüşler doğrultusunda, rapor içeriğinde gerekli eksikliklerin tamamlanmasını, ek çalışmalar yapılmasını ya da Komisyonun yeniden toplanmasını isteyebilir. Nihai ÇED Raporu ve eklerinin proje sahibi taahhüdü altında olduğunu belirten taahhüt yazısı ve noter onaylı imza sirküleri beş (5) iş günü içerisinde Bakanlığa sunulur. Kamu kurum/kuruluşlarından imza sirküleri istenmez. (2) Birinci fıkrada belirtilen belgeler, süresi içerisinde gerekçesi belirtilmeden sunulmaz ise, projenin ÇED süreci sonlandırılır. (3) Bakanlık, Komisyon çalışmalarını ve halkın görüşlerini dikkate alarak proje için \"ÇED Olumlu\" ya da \"ÇED Olumsuz\" kararını on (10) iş günü içinde verir ve bu kararı Komisyon üyelerine bildirir. Proje için verilen \"ÇED Olumlu\" ya da \"ÇED Olumsuz\" kararı Bakanlık ve Valilik tarafından askıda ilan ve internet aracılığı ile halka duyurulur.\" Çevre ve Orman Bakanlığının 13/2/2009 tarihli ve 2009/7 sayılı ÇED Yönetmeliği Uygulamaları konulu mülga Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir:\"...Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararları hakkındaki yürütmenin durdurulması/iptal kararları, hakkında ÇED Olumlu Kararı verilen ÇED Raporunun bir ya da birkaç bölümüne ilişkin ise ve yürütmenin durdurulması/iptal kararı, ÇED Raporunun diğer bölümlerini olumsuz yönde etkilemiyor, yani Kararın tümünün yeniden ele alınıp değerlendirilmesini gerektirmiyorsa, ÇED Raporunun hazırlanmasına ilişkin tüm sürecin en baştan tekrarlanmasına gerek bulunmamaktadır. Böyle bir durumda uygulamanın 'yürütmenin durdurulması/iptal kararının gerekçesi dikkate alınarak, sadece eksik veya yetersiz görülen kısımların yeninden düzenlenerek hazırlandığı ÇED Raporunun Bakanlığa sunulmasını müteakip, Bakanlıkça bir toplantı tarihi belirlenerek, İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tekrar toplanır ve komisyonca değerlendirilir. Yapılan düzenlemelerin yeterli görülmesi halinde ÇED Raporu Komisyonca nihai edilir. Komisyonun değerlendirmeleri, üyeler tarafından imzalanarak tutanak altına alınır. Bakanlık, proje ile ilgili olarak ÇED Olumlu ya da Olumsuz Kararını verir. Bu kararı, proje sahibi ile ilgili kurum ve kuruluşlara yazılı olarak bildirir. Valilik, alınan kararın içeriğini, karara esas gerekçelerini uygun araçlarla halka duyurur.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Cordella ve diğerleri/İtalya (B. No: 54414/13 ve 54264/15, 24/1/2019) kararında bir çelik fabrikasının neden olduğu ve civarda yaşayan nüfusun sağlığını tehlikeye düşüren hava kirliliğine ilişkin olarak yerel makamların kirli bir bölgenin arındırılmasını sağlama çabalarından istenen sonuçların alınamamasının özel hayata saygı hakkının ihlali anlamına geldiği sonucuna varmıştır. AİHM, çevre kirliliğinin başvuranların sağlığını tehlikeye düşürdüğünü kanıtlayan resmî bilimsel çalışmalara rağmen mevcut durumun yıllarca devam ettiğini belirterek ulusal makamların başvuranların özel hayatlarına saygı hakkının etkili bir şekilde korunmasını sağlamak için gerekli önlemleri almadığını vurgulamıştır (Cordella ve diğerleri/İtalya, §§ 167-174). Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Mehmet Kurt [GK], B. No: 2013/2552, 25/2/2016, §§ 19-31; Binali Özkaradeniz ve diğerleri [GK],B. No: 2014/4686, 1/2/2018, § 32,33; Ahmet Bilgin ve diğerleri, B. No: 2015/11709, 12/12/2018, §§ 18- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33865", "Başvuru Konusu":"Başvuru, çevresel etki değerlendirmesinin olumlu olduğuna ilişkin kararın iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, iş sözleşmesi kapsamında çalışan başvurucunun mobbinge (psikolojk taciz) maruz bırakılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1997 yılında imzaladığı iş sözleşmesiyle Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (THY) Ekip Planlama Müdürlüğünde endüstri mühendisi unvanıyla çalışmaya başlamıştır. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 22/5/2007 tarihli sağlık raporunda, başvurucunun özür durumuna göre vücut fonksiyon kaybı oranı yüzde kırkdokuz olarak belirlenmiştir. Başvurucu hakkında farklı tarihlerde düzenlenen sağlık raporlarında -çok yüksek risk kategorisinde- hipertansiyon ve diyabet hastası olduğu saptanmıştır. Ekip Planlama Müdürlüğü tarafından, THY'nin ilgili üst birimine yazılan 21/11/2007 tarihli yazıda, başvurucunun çalışmalarının verimli olmadığı gerekçesiyle başka bir birimde görevlendirilmesinin uygun olacağı belirtilmiştir. Sözlü olarak durumdan haberdar edilen başvurucu, çalışmalarında daha gayretli olacağını bildirmiş; bunun üzerine başka birime atanması işlemi durdurulmuştur. 15/10/2008 tarihinde başvurucu, verimsizliğinin devam ettiği gerekçesiyle THY Operasyon Takip Müdürlüğü bünyesinde uzman kadrosuna atanmıştır. Başvurucu, anılan birimde vardiyalı olarak görevlendirildiğini ancak vardiyalı şekilde çalışmak istemediğini belirtmiştir. Başvurucu, 17/3/2009 tarihinde normal mesai saatlerinde görevlendirilmiştir. Başvurucuya tebliğ edilen 24/3/2009 tarihli yazıyla Operasyon Takip Müdürlüğünde de işine karşı ilgisiz olduğu, verilen görevleri sahiplenmediği ve amirleri ile çalışma arkadaşlarına karşı umursamaz tavırlar takındığı gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesinin planlandığı belirtilmiş ve konu hakkında savunma yapması için süre verilmiştir. Başvurucu, 27/3/2009 tarihinde yazılı olarak sunduğu savunmasında, doğuştan gelen metabolik bozukluklar nedeniyle diyabet, hipertansiyon, boyun fıtığı gibi birtakım hastalıklardan muzdarip olduğunu, fazla çalışma ve gece çalışması yapamayacağı açık olmasına rağmen özverili şekilde görevlerini yerine getirdiğini belirtmiştir. Başvurucu, tüm bunlara rağmen mühendis olan unvanı kaldırılarak uzman kadrosuna geçirildiğini ve hiç bir gerekçe gösterilmeksizin Operasyon Takip Müdürlüğünde vardiyalı olarak görevlendirildiğini dile getirmiştir. Başvurucu, olumsuz kış şartları ve vardiyalı olarak çalışması nedeniyle sağlık sorunlarının arttığını, bu nedenle 2008 yılı Aralık ayı, 2009 yılı Ocak ve Şubat aylarında toplamda otuz günlük sağlık raporu aldığını, birim yöneticileri tarafından kendisine sürekli olarak \"Özür durumun nedeniyle artık emekli olabilirsin, emekli olmazsan sözleşmen feshedilecek\" şeklinde sözlü ihtarda bulunulduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, iş verimliliğinin düşük olduğu yönündeki kendisine yönelik isnadın ön yargılı bir değerlendirmeden ibaret olduğunu, hangi görevi yerine getirmediğine ilişkin açık ve somut bir isnadın bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun iş sözleşmesi, THY İcra Komitesinin 24/4/2009 tarihli kararıyla kıdem ve ihbar tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş ve bu durum 13/5/2009 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, somut bir gerekçe olmaksızın haksız şekilde sözleşmesinin feshedildiğini belirterek Bakırköy İş Mahkemesinde işe iade davası açmıştır. Mahkeme, başvurucu hakkında yapılan değerlendirmelerin subjektif olduğu ve performans değerlendirmesinin yapılmadığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/4/2010 tarihli ilamıyla onanmıştır. İşe iade edilen başvurucu, sağlık sorunlarına rağmen vardiyalı şekilde çalıştırıldığını, haksız şekilde savunmalarının istendiğini, 2002 yılından itibaren iş yaşamının kabusa dönüştürüldüğünü, birim amiri tarafından psikolojik tacize uğradığını ve rencide edildiğini, tüm bu eylemlerin psikolojik taciz oluşturduğunu belirterek 29/3/2010 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Davalı tarafından sunulan cevap dilekçesinde, işverene nakil yetkisi veren iş sözleşmelerinin geçerli olduğu, THY İnsan Kaynakları Yönetmeliği'nde iş gücünde meydana gelen gelişmelerden doğan ihtiyacın karşılanabilmesi için personelin başka bir göreve nakledilebileceğinin düzenlendiği, ayrıca yapılan görev değişikliklerine başvurucu tarafından itiraz edilmediği belirtilmiştir. Davalı, başvurucuya herhangi bir psikolojik baskı yapılmadığını, etik dışı herhangi bir teklifte bulunulmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir. Bakırköy İş Mahkemesi, somut uyuşmazlıkla ilgili olarak tanık ifadelerine başvurmuştur. Başvurucu ile aynı şirkette çalışan ve 4/11/2010 tarihli oturumda ifade veren başvurucunun tanığı Ç.A., başvurucuyu küçük düşürecek ya da aşağılayacak şekilde şirket yöneticilerinin sözlü ve fiili bir davranışına şahit olmadığını, ancak başvurucunun görev yerinin bir kaç kez değiştirildiğini, vardiyalı şekilde çalıştırıldığını, kadrosunun uzman seviyesine düşürüldüğünü, birim amirinin başvurucunun emekli olmasını istediğini belirtmiştir. 2008 yılı Eylül ayına kadar başvurucu ile aynı şirkette çalışan diğer tanık N. ise her zaman olmasa da yapılan işlerin beğenilmediğini, hatalar bulunulduğunu, çalıştığı dönemde birim amirinin başvurucuya yönelik olumsuz bir davranışına şahit olmadığını dile getirmiştir. Davalı şirketin tanığı ve başvurucunun birim amiri olan H. ise 25/2/2011 tarihinde verdiği ifadesinde yapılan görev değişikliklerinin performans değerlendirmesine ilişkin olduğunu, amiri olduğu birimde de vardiyalı şekilde çalışıldığını, başvurucuya karşı hakaret veya küçük düşürücü herhangi bir davranışın sergilenmediğini belirtmiştir. Bakırköy İş Mahkemesi, başvurucunun işten çıkarılması sürecinde muhatap kılındığı eylem ve işlemlerin psikolojik taciz olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunda 25/2/2011 tarihli ara kararıyla bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda psikolog bilirkişi tarafından hazırlanan 23/5/2011 tarihli raporda, sağlık sorunları bulunan başvurucunun görev yerinin ve unvanının değiştirilmesinin ve gerekçeleri yeterince açıklanmadan iş sözleşmesinin feshedilmesinin ileriye yönelik mesleki kariyerini ve itibarını zedeleyebileceği dikkate alındığında başvurucunun psikolojik tacize maruz kaldığı kanaatine ulaşıldığı yönünde görüşe yer verilmiştir. Bakırköy İş Mahkemesi, 1/12/2011 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararda, amirleri tarafından başvurucuya karşı küçük düşürücü, aşağılayıcı ve hakaret içerir hâl ve harekette bulunulmadığı hususunun dinlenen tanıklarca dile getirildiği vurgulanmıştır. Kararda, başvurucunun 2007 yılından itibaren sağlık sorunları yaşadığı, 2007 yılındaki görev değişikliğinin birimler arasında yapılan yazışmalardan sonra iptal edildiği, bu konuda başvurucunun bilgisinin bulunmadığının anlaşıldığı, başvurucunun görev yeri değişikliğinin işverenin işin yürütümünü sağlamaya yönelik yetkisi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun talebi doğrultusunda mesai saatlerinin 17/3/2009 tarihinden itibaren değiştirildiği, başvurucunun savunma verdiği tarih itibarı ile iş yerindeki çalışma düzeniyle ilgili bir şikâyetinin bulunmadığı, görev yerinin değiştirilmesine ilişkin olarak kanuni düzenlemeler gereği görevi kabul etmeme hakkı bulunmasına rağmen başvurucunun bu yönde bir itirazının bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda, başvurucunun iş akdinin feshi üzerine feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle dava açıldığı, Bakırköy İş Mahkemesince feshin geçersizliğinin tespitine karar verildiği ve bu kararın da kesinleştiği belirtilmiştir. Kararda, başvurucu tarafından sağlık sorunlarının kış ayının etkisi ve aşırı stres sebebi ile arttığının ifade edildiği, ancak stresin iş yerindeki olumsuz şartlardan kaynaklandığı yönünde başvurucunun açık bir beyanının bulunmadığı belitilmiştir. Kararda; anlık kızgınlık, kavga, tartışma gibi sebeplerle söylenen söz ve davranışların tamamının psikolojik taciz olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, psikolojik tacizden söz edilebilmesi için işçinin sistematik olarak ve kasten olumsuz tavır ve davranışlara maruz bırakılması gerektiği vurgulanmıştır. Karar gerekçesinde, belirtilen eylemlerin bir kısmının anlık gerçekleşen duygusal tepki niteliğinde olduğu, bir kısmının ise başvurucuda ortaya çıkan sağlık sorunları sebebi ile işin yönetimine ilişkin olarak işverenin yönetim hak ve yetkisi kapsamında gerçekleştirdiği tasarruflar niteliğinde olduğu, dolayısıyla söz konusu eylemlerin psikolojik taciz kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve başvurucunun şahsi haklarına zarar verecek nitelikte manevi tazminata hükmedilmesini gerektiren başka bir eylemin varlığının da kanıtlanamadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 29/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun \"Feshin geçerli sebebe dayandırılması\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, iş yerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.\" 4857 sayılı Kanun'un \"Sözleşmenin feshinde usul\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır. Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.\"B. Uluslararası Hukuk Türkiye açısından 27/9/2006 tarihinde onaylanan ve 9/4/2007 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın “Onurlu çalışma hakkı” başlıklı maddesi şöyledir: \"Akit Taraflar, tüm çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak, Çalışanların iş yerinde ya da işle bağlantılı cinsel taciz konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunun engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı; Çalışanların birey olarak iş yerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanılacak ya da açıkça olumsuz ya da suç oluşturan, yinelenen eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı taahhüt ederler.\" Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\" Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin doğrudan müdahalesinden kaynaklanmayan özel hukuk kişilerinin birbirleri ile olan uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak devletlerin sorumluluğunun devam edebileceğini, kamusal makamlardan gelebilecek keyfî uygulamalardan başka Sözleşme’deki haklara etkili şekilde koruma sağlanabilmesi için özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilerde de makul ve uygun önlemler almak suretiyle devletlerin müdahale etme yükümlülüğü taşıyabileceğini ifade etmektedir (Sorensen ve Rasmussen/Danimarka [BD], B. No: 52562/99, 52620/99, 11/1/2006, § 57; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya [BD], B. No: 28955/06, ..., 12/9/2011, § 59). AİHM, özel hukuk iş ilişkilerinde Sözleşme'nin 8- maddelerinin ihlal edildiği iddiasıyla önüne gelen davalarda, taraf devletlerin anılan maddelerdeki güvencelerden kaynaklanan pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini incelemekte ve işten çıkarılan başvurucuların söz konusu güvencelerinin özel hukuk iş ilişkileri çerçevesinde ulusal mahkemelerce yeterli derecede korunup korunmadığını irdelemektedir (Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, § 61). AİHM’e göre Sözleşme’nin 8- maddelerinde yer alan haklara ilişkin olan özel hukuk uyuşmazlıklarında bireylerin çıkarlarıyla toplumun çatışan çıkarları arasında ulusal mahkemelerce adil bir denge kurulması gerekir (Köpke/Almanya, B. No: 420/07, 5/10/2010; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, § 62; Eweida ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 48420/10, ..., 15/1/2013, § 84). Ayrıca güvence altındaki söz konusu haklara özel hukuk iş ilişkisi kapsamında yapılan müdahalelerin meşru amaçla ölçülü olup olmadığı ile ulusal mahkemelerce verilen kararlarda sunulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı tespit edilmelidir (Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, § 63). Ayrıca AİHM, ulusal mahkemeler tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularken Sözleşme’deki ve özellikle maddedeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu vurgulamakta; yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerinin yorumlanmasına ilişkin takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta; ancak ulusal mahkemeler tarafından ulaşılan sonucun Sözleşme’nin maddesinde öngörülen standartlara uygun bir denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle özel hayata saygı hakkının ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (Petrenco/Moldova, B. No: 20928/05, 30/6/2010, § 54; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya, § 55). ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10590", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iş sözleşmesi kapsamında çalışan başvurucunun mobbinge psikolojk taciz) maruz bırakılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 4/1/2022 tarihinde öğrendikten sonra 23/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3754", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; tapu kütüğünde kayıtlı olmayan taşınmazın olağanüstü kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak başvurucu adına tescil edilmesi talebinin, taşınmazın imar ve ihya edilmediği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya'nın Alanya ilçesi Okurcalar köyünde bulunan sınırlarını belirttiği taşınmazı yirmi yıldan fazla süredir nizasız ve fasılasız şekilde malik sıfatıyla zilyet olarak kullandığını belirterek taşınmazın adına tesciline karar verilmesi istemiyle 16/10/1991 tarihinde Alanya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Hazine aleyhine dava açmıştır. Hazine tarafından karşı dava olarak açılan E.1991/446 sayılı müdahalenin men'i ve kal davası ile E.1996/346 sayılı tescil davası Mahkemece başvurucu tarafından açılan dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya bu şekilde devam edilmiştir. Mahkeme 11/7/1996 tarihinde başvurucunun tescil davasının kısmen kabul kısmen reddine; Hazinenin müdahalenin men'i ve kal karşı davasının kısmen kabul kısmen reddine; Hazinenin tescil isteminin reddine karar vermiştir. Anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire), aynı yere ilişkin kadastro mahkemesinde görülen bir dava olup olmadığının araştırılması, varsa görevsizlik kararı verilmesi gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme, yapılan bilirkişi incelemesi sonucu aynı yere ilişkin kadastro mahkemesinde devam eden başka bir dava olmadığını tespit ederek aynı şekilde hüküm kurmuştur. Daire 14/12/2000 tarihinde, taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında tespit dışı bırakılan yerlerden olduğu fakat taşınmazın niteliğinin belirlenmesi noktasında Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye elverişli olmadığı, yeniden bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına karar vermiştir. Mahkemece bozma kararına uyulmuş yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda bilirkişi raporunda ''A2'' ve ''A3'' harfleriyle belirtilen dava konusu kısımların başvurucu adına tesciline karar verilmiştir. Daire 22/12/2005 tarihinde başvurucu lehine verilen tescil hükmünün bozulmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmaz üzerine ev ve bina yapmanın imar ihya sayılamayacağı, imar ve ihyadan söz edebilmek için taşınmazın para ve emek sarfedilmek suretiyle kültür arazisi hâline getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre üzerinde tarımsal bir faaliyet yapılmadığı bilirkişi raporuyla sabit olan taşınmazın başvurucu adına tescilinin mümkün olmadığı, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 17/6/2008 tarihinde bozma kararında belirtilen gerekçelerle başvurucunun ve Hazinenin karşılıklı tescil davalarının reddine karar vermiştir. Daire 30/4/2009 tarihinde, tescil istemlerinin reddine ilişkin kararın onamasına hükmetmiştir. Fakat davalı-karşı davacı Hazinenin aynı yere ilişkin müdahalenin men'i ve kal talebi yönünden olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmadığı gerekçesiyle hükmün bu yönüyle bozulmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 19/4/2010 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, davalı-karşı davacı Hazinenin aynı yere ilişkin müdahalenin men'i ve kal davasının kabulüne ve başvurucunun bu kısımlara yönelik müdahalesinin men'i ve kal'ine 2/11/2012 tarihinde karar verilmiştir. Daire tarafından 5/5/2014 tarihinde bu karar onanmış, başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 3/9/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 13/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.'' 3402 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.\" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir....Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler.Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir.Özel kanun hükümleri saklıdır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19388", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tapu kütüğünde kayıtlı olmayan taşınmazın olağanüstü kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak başvurucu adına tescil edilmesi talebinin, taşınmazın imar ve ihya edilmediği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; temsil yetkisini kötüye kullanan vekil tarafından gerçekleştirilen taşınmaz satışı işlemine istinaden alıcı adına yapılan tescilin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1968 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir. Başvurucu 25/10/2016 tarihinde ölen A.nin kızıdır. A. olay tarihinde İzmir'in Narlıdere ilçesinde bulunan 7092 ada 1 parsel sayılı ve 7097 ada 1 parsel sayılı taşınmazların malikidir. A., emlak işleriyle uğraşan A.Ş.yi Karşıyaka Noterliğinde düzenlenen 16/10/2006 tarihli vekâletnameyle taşınmazlarının satışı da dâhil olmak üzere birtakım tasarruflarda bulunmak üzere yetkili kılmıştır. A.Ş. söz konusu vekâletnameye istinaden 7092 ada 1 parsel sayılı taşınmazı 18/10/2006 tarihinde tapu kayıtlarına göre 000 TL bedelle Y.ye, 7097 ada 1 parsel sayılı taşınmazı ise 27/8/2008 tarihinde tapu kayıtlarına göre 500 TL bedelle S.K.ya satmıştır. A.Ş., A.yi satış işlemlerinden haberdar etmediği gibi satış bedelini de A.ye ödememiştir. S.K.ya yapılan satış işlemi doğrudan A.Ş. tarafından değil A.Ş.nin tevkil ettiği Ö.K. tarafından gerçekleştirilmiştir. A.nin şikâyetçi olması üzerine Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı, A.Ş. aleyhine güveni kötüye kullanma suçunu işlediğinden bahisle A.Ş. aleyhine kamu davası açmıştır. İddianamede, A.Ş.nin satış bedelini A.ye ödememek suretiyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği mütalaa edilmiştir. Karşıyaka Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 26/12/2011 tarihinde A.Ş.yi güveni kötüye kullanma suçundan mahkûm etmiştir. Kararın gerekçesinde, A.Ş.nin taşınmazların satış bedelini A.ye ödememek suretiyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği kabul edilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesince düzeltilerek onanmıştır. Yargıtay, ilk derece mahkemesinin olayın oluş şekli ile A.Ş.nin fiilinin niteliğine ilişkin kabulünde bir isabetsizliğin bulunmadığını belirtmiştir. A.; İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 16/7/2010 tarihinde S.K. aleyhine, 27/1/2011 tarihinde de Y. aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi her iki davayı birleştirmiştir. Dava dilekçelerinde, vekâletnamenin taşınmazların satışı için değil taşınmazlarda inşaat yapılması için verildiği ileri sürülmüş; satışın geçersiz olduğu iddia edilmiştir. Davalılar ise A.yi tanımadıklarını, taşınmazları iyi niyetli olarak satın aldıklarını ileri sürmüştür. Yargılama devam ederken ölen A.nin yerine başvurucu, davaya taraf olmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/3/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, alıcıların iyi niyetli olduğuna kanaat getirildiği belirtilmiştir. Davanın tarafı hâline gelen başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde, tapu idaresinin dosyada mevcut kayıtlarından A.Ş. ile S.K.nın adreslerinin aynı olduğunun anlaşıldığını, dolayısıyla S.K.nın durumu bildiğini belirtmiştir. Dilekçede ayrıca tevkil edilen Ö.K. ile S.K.nın sonradan evlenmiş olmaları da iş birliği içinde hareket ettiklerini gösterdiğini ifade etmiştir. S.K. ise sunduğu cevap dilekçesinde Ö.K.yı tanıdığını ancak A.Ş.yi tanımadığını belirtmiş, Ö.K.yı tanıyor olmasından hareketle kötü niyetli olduğunun kabul edilemeyeceğini savunmuştur. S.K. ayrıca tapu müdürlüğündeki kaydın basit bir maddi hatadan ibaret olduğunu ifade etmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 3/10/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak davanın yeniden görülmesi için dosyayı ilk derece mahkemesine göndermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin müvekkile karşı en önde gelen ödevi olarak kabul edilmiştir. 6098 sayılı Kanun'un maddesine göre vekil; vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zarara sokan davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Müvekkilin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen madde uyarınca sorumlu olur. ii. Öte yandan vekille sözleşme yapan üçüncü kişinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi anlamında iyi niyetli olması, diğer bir deyişle vekilin vekâlet görevinin kötüye kullandığını bilmemesi durumunda vekille yaptığı sözleşme geçerlidir ve müvekkili bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus, vekil ile müvekkil arasında bir iç sorun olarak kalır; vekil ile sözleşme yapan üçüncü kişinin kazandığı haklara etkili olmaz.iii. Ne var ki üçüncü kişi, vekil ile çıkar ve iş birliği içinde ise üçüncü kişinin kötü niyetli olduğu kabul edilir. Üçüncü kişi, vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa müvekkilin sözleşmeyle bağlı sayılmaması, dürüstlük kuralının doğal bir sonucudur. Bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet koruma dışı bırakılmış, daima mahkûmedilmiştir. iv. Diğer taraftan kişilerin huzur ve güven içinde alışverişte bulunması, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişesini taşımaması gerekir. Bu sebeple alıcının iyi niyetinin de korunması zorunludur. Nitekim 4721 sayılı Kanun'un maddesinde iyi niyetli üçüncü kişinin haklarını koruyucu hükümler getirilmiştir. v. Tapulu taşınmazların intikalinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna önceki malikin hakkı feda edileceği için alıcının iyi niyetli olduğunun tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunulduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise ayni hakkını yitirme tehlikesi karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı açıktır. Kanun koyucunun amacının gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususu daima gözönünde bulundurulmalıdır. vi. Açıklanan nedenlerle davada ve birleşen davada davalıların iyi niyetli olup olmadığı hususunda taraflardan tüm delillerin sorulup toplanması, gerekirse bu hususta resen araştırma yapılması, toplanan deliller incelendikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir. Kaldırma kararı üzerine davayı yeniden ele alan Asliye Hukuk Mahkemesi 14/12/2017 tarihli duruşmada alıcıların kötü niyetli olduklarını gösteren delillerini sunması için başvurucuya bir sonraki duruşma tarihine kadar mühlet vermiştir. Başvurucu vekili 22/1/2018 tarihli duruşmada, başkaca bir delil toplanmasına ihtiyaç olmadığını bildirmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi aynı tarihte davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, alıcıların kötü niyetli olduğunun kanıtlanamadığı kabul edilmiştir. Kararda ayrıca A.Ş.nin satış bedelini A.ye ödememesinden dolayı sorumluluğu bulunsa da mevcut davanın A.Ş.ye karşı açılmış bir tazminat davası olmaması sebebiyle A.Ş.nin sorumluluğuyla ilgili olarak bir hüküm kurulamayacağı belirtilmiştir. Karara karşı istinaf yoluna başvurulmuş ise de Bölge Adliye Mahkemesi 18/10/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 13/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.\" 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz. \" 6098 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar.\" 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36546", "Başvuru Konusu":"Başvuru, temsil yetkisini kötüye kullanan vekil tarafından gerçekleştirilen taşınmaz satışı işlemine istinaden alıcı adına yapılan tescilin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kanun yolu başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kooperatifin 15/5/2016 tarihli Genel Kurulunda alınan kararların bir kısmının iptali için dava açılmış ve öncelikle telafisi imkânsız zararların oluşmaması için 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun maddesi kapsamında Genel Kurul kararının yürütülmesinin geri bırakılması istenmiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) 3/1/2017 tarihli kararla talebin kısmen kabulüne ve iptali talep edilen Genel Kurul kararlarının bir kısmı hakkında yürütülmesinin geri bırakılmasına -iki hafta içinde istinaf yolu açık olmak üzere- karar vermiştir. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 28/3/2017 tarihli kararla istinaf dilekçesinin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; esas dava devam ederken yapılan ihtiyati tedbir başvurusunun ilk derece mahkemesince kabulü hâlinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen itiraz prosedürünün gerçekleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. İtiraz prosedürü işletilmeden yapılan istinaf başvurusunun başvuru şartının yerine getirilmediği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Mahkeme, itiraz incelemesini yapmış ve 24/5/2017 tarihli kararla icranın geri bırakılması kararını değiştirecek delil, belge sunulmadığı gibi şartların da değişmediğini belirterek itirazın reddine -iki haftalık süre içinde istinaf yolu açık olmak üzere- karar vermiştir. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesi 31/1/2018 tarihli kararla istinaf başvurusunu kabul etmiştir. Mahkeme ilk derece mahkemesi kararının gerekçesini düzelterek 3/1/2017 tarihli ihtiyati tedbir kararına itirazın süre aşımı nedeniyle reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:\"Somut olayda, İlk Derece Mahkemesince istinaf kanun yolu açık olarak verilen 2017 tarihli karar üzerine davalı tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuş ise de işbu dilekçenin ihtiyati tedbire itiraz dilekçesi olarak kabul edilip HMK'nin 394/ maddesine uygun şekilde işlem yapılarak bir karar verilmesi gerektiği 2017 tarihli kararımızda belirtilmiştir. Söz konusu karar uyarınca dilekçenin ihtiyati tedbir kararına itiraz dilekçesi olarak nitelendirilmesi gerektiği açıktır. Dolayısıyla bu itirazın da süresinde yapılması gerekmektedir. Mahkemenin 2017 tarihli kararında, teminat yatırıldığında karardan bir örneğin davalı kooperatif, davalı kooperatifin yönetim kurulu üyelerine tebliğine hükmedilmiştir. Teminat 2017 tarihinde yatırılmış, bu tebligatların en sonuncusu da 2017 tarihinde yapılmıştır. İtiraz dilekçesi ise 2017 tarihinde verilmiş olup yasada belirtilen 1 haftalık hak düşürücü süre kaçırılmıştır. (Yargıtay H. 2013/15593 E., 2013/20628 K., 2013 T.) İlk Derece Mahkemesince bu gerekçe ile itirazın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile talebin reddine karar verilmiş olması doğru değil ise de HMK'nin 353/1-b-2 maddesi hükmüne göre, sonucu itibariyle doğru olan kararın gerekçesi değiştirilmek suretiyle düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekmektedir.\" Başvurucuya istinaf kararı 27/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun maddesişöyledir: “Genel kurul kararı aleyhine iptal veya butlan davası açıldığı takdirde mahkeme, yönetim kurulu üyelerinin görüşünü aldıktan sonra, dava konusu kararın yürütülmesinin geri bırakılmasına karar verebilir.'' 6100 sayılı Kanun'un ''İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. (2) Miktar veya değeri binbeşyüz Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. (3) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda binbeşyüz Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. (4) Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü binbeşyüz Türk Lirasını geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz. (5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir....\" 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Hüküm \"Türk Milleti Adına\" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…” 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.'' 6100 sayılı Kanun’un ''İhtiyati tedbir kararına karşı itiraz'' kenar başlıklı maddesinin (2) ve (4)numaralı fıkraları şöyledir: \"...İhtiyati tedbirin uygulanması sırasında karşı taraf hazır bulunuyorsa, tedbirin uygulanmasından itibaren; hazır bulunmuyorsa tedbirin uygulanmasına ilişkin tutanağın tebliğinden itibaren bir hafta içinde, ihtiyati tedbirin şartlarına, mahkemenin yetkisine ve teminata ilişkin olarak, kararı veren mahkemeye itiraz edebilir. (Ek cümle:22/7/2020-7251/42 md.) Esas hakkında dava açıldıktan sonra, itiraz hakkında, bu davaya bakan mahkemece karar verilir....İtiraz dilekçeyle yapılır. İtiraz eden, itiraz sebeplerini açıkça göstermek ve itirazının dayanağı olan tüm delilleri dilekçesine eklemek zorundadır. Mahkeme, ilgilileri dinlemek üzere davet eder; gelmedikleri takdirde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. İtiraz üzerine mahkeme, tedbir kararını değiştirebilir veya kaldırabilir.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda, kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). AİHM; ulusal hukuk kurallarını yorumlama görevinin yerel mahkemelere ait olduğunu, AİHM'in rolünün bu yorumların Sözleşme ile uyumluluğunu denetlemekle sınırlı olduğunu, bu durumun kanun yolu başvurusunda öngörülen süre sınırlamaları ile ilgili yapılan yorumlar açısından da geçerli olduğunu, süreye ilişkin kuralların adaletin ve özellikle de yasal kesinliğin düzgün şekilde uygulanmasını amaçladığını (Pérez De Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, §§ 43, 45), bununla birlikte mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten ve usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8293", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanun yolu başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, velayet altında bulunan başvurucuya çocukluk dönemi aşılarının uygulanması ve topuk kanı alınması ebeveyn tarafından kabul edilmediği hâlde bu hususta mahkemece sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/3/2014 tarihinde Mersin Çocuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/11/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 6/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 17/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 3/3/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. OlaylarBaşvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Yeni doğan başvurucuya sağlık görevlilerince aşı yapılması ve topuk kanı alınması istemlerinin başvurucu temsilcileri tarafından reddedilmesi üzerine durum tutanakla tespit edilmiştir. Mersin Aile Danışma Merkezi Müdürlüğü 22/8/2012 tarihli ve 2012/7577 sayılı dilekçe ile Mahkemeden başvurucu hakkında sağlık tedbiri uygulanması talebinde bulunmuştur. Mersin Çocuk Mahkemesi 31/8/2012 tarihli ve 2012/266 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucu hakkında aşı uygulanması ve topuk kanı alınması bağlamında 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sağlık tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Mersin Aile Danışma Merkezi Müdürlüğü'nün 22/08/2012 tarih ve 2012/7577 sayılı dilekçesi ile yukarıda açık kimliği yazılı küçük Muhammet Ali Bayram hakkında sağlık tedbiri talep edilmiştir.Dosyada mevcut; Mersin Aile Danışma Merkezi Müdürlüğünün 22/08/2012 tarihli dilekçesi, T. Mersin Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğünün 06/08/2012 tarihli yazısı, 02/08/2012 tarihli tutanak, 09/06/2012 tarihli tutanağın bulunduğu, küçük Muhammet Ali Bayram'ın 15 aylık olduğu, küçüğün Mezitli Toplum Sağlığı Merkezi bölgesinde ikamet ettiği, küçüğün ikametine sağlık ekiplerince yapılan ziyarette, ailesine, aile hekimliği ve topuk kanı hakkında bilgi verildiği, buna rağmen bebek Muhammet'in ebeveynlerinin genişletilmiş bağışıklama progrnamında yer alan aşıları yaptırmak ve aile hekimine kayıt ettirmek istemedikleri, tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, aşağıdaki şekilde karar verilmesi gerekmiştir.” Anılan karara başvurucu temsilcileri tarafından yapılan itiraz Mersin Çocuk Mahkemesinin 10/2/2014 tarihli ve 2014/23 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş olup ret gerekçesi şöyledir:“Mersin Aile Danışma Merkezi müdürlüğünün 22/08/2012 tarihli talep yazısı üzerine annesi ve babası tarafından yaşı küçük çocuk Muhammet Bayram'ın aşılarının yaptırılmasına ve topuk kanının alınmasına izin verilmemesi nedeniyle Mersin Çocuk mahkemesince 31/08/2012 tarih ve 2012/266 Değişik iş sayılı kararı ile Yaşı Küçük çocuk Muhammet Bayram hakkında aşılarının yaptırılması ve topuk kanının alınması için sağlık tedbiri kararı verildiği.Yaşı Küçük Çocuk Muhammet Bayram'ın velileri tarafından 05/02/2014 tarihli dilekçe ile Mersin Çocuk Mahkemesinin 2012/266 Değişik iş sayılı sağlık tedbiri kararına itiraz edildiği, dilekçe özetinde aşıların ve topuk kanının alınmasının zorunlu olmadığı, zamanının geçtiğini, her hangi bir salgın hastalığın olmadığı, çocuğun sağlığında da herhangi bir sorun olmadığını bu nedenlerle sağlık tedbirinin yersiz olduğunu beyan etmiştir,Mahkememizce İI Halk Sağlığı müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabında ve eklerinde (Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık hizmetleri genel müdürlüğünün 13/03/2009 tarih ve 2009/18 sayılı genelgesi, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel müdürlüğünün 19/12/2012 tarih ve 2006/130 sayılı genelgesi, sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığının Neonatal Tarama Programı ve HSK 00 sayılı yazısı. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğünün 18/01/2012 tarihli yeni doğan tarama programı sayılı yazısı, yine Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün genişletilmiş bağışıklama kapsamında aşı uygulamalarında yasal zorunluluğa ilişkin genelgesi, yine aynı kuruma ait GBP aşı uygulamalarında yasal zorunluluğa ilişkin genelgesi, Sağlık Bakanlığına ait Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 13/03/2009 tarihli ve 2009/17 sayılı genelgesi) aşıların yapılmasının çocuğa yan etkisinin genellikle çok hafif olabildiği, çok nadiren de yaşamı ciddi etkileyebilecek etkiler olduğu, ancak genel olarak değerlendirildiğinde yaşı küçük çocuğun yüksek menfaatine olduğunu, bulaşıcı hastalıklardan koruyarak hastalanmasını büyük ölçüde engellediği, hatta hastalık nedeniyle oluşabilecek sakatlık ve ölümlerden koruduğu;Topuk kanı alma işleminin ise çocuğun doğumundan hemen sonra ve bir hafta sonra olmak üzere yapıldığı, bir ayı geçmesi halinde koldan kan alınarak tahlil yapıldığı, çocuğun ilerde ortaya çıkabilecek ve erken teşhisle önlenebilen hastalıklardan korumak amacıyla yapıldığı, bu hastalıkların çocukların sakat kalmasına veya ileri derecede zeka geriliğine neden olduğu, erken teşhis halinde bu hastalıkların büyük ölçüde tedavi edilebildiği; yenidoğan çocuklara aşı yapılmasının ve topuk kanı alma işleminin yasal dayanaklarına ilişkin genelgelerin yazı ekinde gönderildiği, idari ve kanuni zorunluluk olduğunun bildirildiği görülmekle;Tüm dosya kapsamının incelenmesinde aşıların yaptırılmasının ve topuk kanı alma işleminin çocuğun yüksek yararına olduğu anlaşılmakla itirazın reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” Başvurucu temsilcileri, kararı 25/2/2014 tarihinde öğrendiklerini bildirmiş ve 24/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Mersin Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 6/5/2016 tarihli yazıda, başvurucu hakkındaki sağlık tedbirlerinin infaz edilmediği belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (Halk Sağlığı Kurumu) tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 7/7/2015 tarihli yazıda -zorunlu aşı uygulamasının ve Sağlık Bakanlığının 25/2/2008 tarihli ve 2008/4 sayılı Genişletilmiş Bağışıklama Programı Konulu Genelge'nin (Genelge) kanuni dayanağı bağlamında- 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun , ve maddeleri çerçevesinde Sağlık Bakanlığına verilen yetkilerden bahsedilmiş; Genelge'nin uygulamaya konulduğu tarihte yürürlükte bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile hâlihazırda yürürlükte bulunan 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerinden söz edilerek halk sağlığının korunması ve geliştirilmesi, hastalık risklerinin azaltılması ve önlenmesi, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele edilmesi, bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan kronik hastalıklar, belirli hastalık ve risk grupları ile ilgili izleme, inceleme, araştırma, bağışıklama ve kontrol çalışmaları yapılması görevinin Halk Sağlığı Kurumuna verildiği belirtilmiştir. Söz konusu yazıda ayrıca 1593 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan “Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum ve aşı tatbiki” ifadesini içeren hükümle zorunlu aşı uygulamasının 1593 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen hastalıklardan birinin zuhuru veya zuhurundan şüphelenilmesi durumunda alınacak tedbirler arasında sayıldığı ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra1593 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca maddede belirtilen hastalıklardan başka bir hastalığın istilai şekil alması veya böyle bir tehlikenin baş göstermesi durumunda da ilgili hastalığa karşı 1593 sayılı Kanun’da yer alan tedbirlerin alınması vazifesinin de Sağlık Bakanlığına verildiği, söz konusu düzenleme karşısında maddede belirtilen hastalıklar haricinde olmakla birlikte diğer bulaşıcı ve salgın hastalıkların da zorunlu aşı uygulaması kapsamında değerlendirilebilmesi imkânı bulunduğu belirtilmiştir. Halk Sağlığı Kurumu tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen topuk kanı uygulaması ile ilgili 13/5/2016 tarihli yazıda ise devam eden çeşitli programlardaki çalışmalar sonucunda yıllar içinde çocuk ölümlerinin azalmakta olduğu, bu hastalıklardan korunabilir olanların yaratacağı olumsuzlukları önlemenin de çocuk sağlığı konusunda öncelikli sağlık hizmetlerinden birisini teşkil ettiği, yeni doğan konjenital hipotiroidi, fenilketonüri, biyotinidaz eksikliği ve kistik fibrozis taramasının da bu kapsamdaki koruyucu sağlık hizmetleri olduğu ifade edilmiştir. Yeni Doğan Tarama Programı’nın hukuki dayanağına ilişkin olarak; 1593 sayılı Kanun’un maddesinde sıhhat ve içtimai muavenet vekâletinin bütçeleriyle muayyen hatlar dâhilinde olarak doğrudan doğruya ifa edeceği hizmetler arasında doğumu (......) teshil ve çocuk ölümünü tenkis edecek tedbirlerin alınması ve çocukluk ve gençlik hıfzıssıhhasına ait işlerle çocuk sıhhat ve bünyesinin muhafaza ve tekamülüne ait tesisatın murakabesine de yer verildiği, maddesinde ise \"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti küçük çocuk hıfzıssıhhası ve bunlarda görülen vefiyatın azaltılması için lazım gelen müesseseler açarak idare eder ve çocuk hıfzıssıhhası faydalarının halk arasında intişar ve tatbikini teshil edecek tedbirleri ittihaz eyler.\" hükmüne yer verildiği, bunun yanı sıra7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun \"Temel Esaslar\" başlıklı maddesinin (l) bendinde engelli çocuk doğumlarının önlenmesi için gebelik öncesi ve gebelik döneminde tıbbi ve eğitsel çalışmaların yapılmasının yeni doğan bebeklerin metabolizma hastalıkları için gerekli olan testlerden geçirilerek risk taşıyanların belirlenmesine ilişkin tedbirler alınmasının sağlık hizmetleri ile ilgili temel esaslar arasında ele alındığı, buna ilaveten 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesinde, herkesin bedenî, zihnî ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hâli içinde hayatını sürdürmesini sağlamak, hastalık risklerinin azaltılması ve önlenmesi, teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele etmek şeklindeki görevlerin Sağlık Bakanlığının görevleri arasında düzenlendiği belirtilmiştir. Yeni Doğan Tarama Programı ile tüm yeni doğanların Konjenital Hipotiroidi, Fenilketonüri, Biyotinidaz Eksikliği ve Kistik Fibrozis yönünden taranması ile oluşacak zekâ geriliği, beyin hasarları ve geri dönüşümsüz zararların engellenerek topluma getirdiği ekonomik yükün önlenmesi, akraba evliliklerinin azaltılması konusunda toplum bilincinin artırılması, tanı konan bebeklerde bu hastalıklar nedeniyle oluşacak rahatsızlıkları önlemek amacıyla uygun tedaviye başlanması ve böylece belli bir zekâ seviyesine ulaşmalarının sağlanmasının amaçlandığı ifade edilmiştir. Yazıda ayrıca bu kapsamda ilk olarak Sağlık Bakanlığının sorumluluğunda ve üniversitelerin desteğiyle 1987 yılında 22 ilde, 1990 yılında 39 ilde, 1993 yılında Türkiye genelinde Fenilketonüri (FKU) Tarama Programı’nın başlatıldığı, 11/2/1993 tarihli yazı ile bu hususun tüm illere iletildiği ve sağlık personelinin hazır bulunduğu her doğumun program kapsamına alındığı, tüm çalışanların bu konudaki görev ve sorumluluklarının açık bir biçimde 25/12/2006 tarihli ve 130 sayılı Genelge ile belirlendiği, 25/12/2006 tarihli ve 130 sayılı Genelge ile FKÜ taramasına hipotiroidi taramasının da eklenerek programın “Yeni Doğan Tarama Programı” adını aldığı, akabinde biyotinidaz eksikliğinin ve 1/1/2015 tarihi itibarıyla da kistik fibrozis taramasının programa eklendiği belirtilmiştir.B. İlgili Hukuk 5395 sayılı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendi şöyledir: “(1) Bu Kanunun uygulanmasında; a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda,   Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu, İfade eder.” 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu ve destekleyici tedbirler” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:“(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan; …d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına, Yönelik tedbirdir.” 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un maddesinin ilk cümlesi şöyledir:“Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar.” 1593 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (1) ve (7) numaralı bentleri şöyledir: “Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan doğruya ifa eder: 1 - Doğumu (......) teshil ve çocuk ölümünü tenkis edecek tedbirler ...7 - Çocukluk ve gençlik hıfzıssıhhasına ait işlerle çocuk sıhhat ve bünyesinin muhafaza ve tekamülüne ait tesisatın murakabesi....” 1593 sayılıKanun’un maddesi şöyledir: “Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.” 1593 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendi şöyledir: “57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: … 2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.” 1593 sayılı Kanun’un 88- maddeleri. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin “İlkeler” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkransının (d) bendi şöyledir: “Sağlık hizmetlerinin sunulmasında aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır: … d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz.” Hasta Hakları Yönetmeliği’nin “Rızası olmaksızın tıbbi ameliyeye tabi tutulmama” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.” Hasta Hakları Yönetmeliği’nin “Hastanın rızası ve izin” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz. Kanuni temsilcinin rızasının yeterli olduğu hallerde dahi, anlatılanları anlayabilecekleri ölçüde, küçük veya kısıtlı olan hastanın dinlenmesi suretiyle mümkün olduğu kadar bilgilendirme sürecinevetedavisi ile ilgili alınacak kararlara katılımı sağlanır.Sağlık kurum ve kuruluşları tarafından engellilerin durumuna uygun bilgilendirme yapılmasına ve rıza alınmasına yönelik gerekli tedbirler alınır. Kanuni temsilci tarafından rıza verilmeyen hallerde, müdahalede bulunmak tıbben gerekli ise, velayet ve vesayet altındaki hastaya tıbbi müdahalede bulunulabilmesi; Türk Medeni Kanununun 346 ncı ve 487 inci maddeleri uyarınca mahkeme kararına bağlıdır. Tıbbi müdahale sırasında isteğini açıklayabilecek durumda bulunmayan bir hastanın, tıbbî müdahale ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu istekleri göz önüne alınır.Yeterliğin zaman zaman kaybedildiği tekrarlayıcı hastalıklarda, hastadan yeterliği olduğu dönemde onu kaybettiği dönemlere ilişkin yapılacak tıbbi müdahale için rıza vermesi istenebilir.Hastanın rızasının alınamadığı hayati tehlikesinin bulunduğu ve bilincinin kapalı olduğu acil durumlar ile hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açacak durumun varlığı halinde, hastaya tıbbi müdahalede bulunmak rızaya bağlı değildir. Bu durumda hastaya gerekli tıbbi müdahale yapılarak durum kayıt altına alınır. Ancak bu durumda, mümkünse hastanın orada bulunan yakını veya kanuni temsilcisi; mümkün olmadığı takdirde de tıbbi müdahale sonrasında hastanın yakını veya kanuni temsilcisi bilgilendirilir. Ancak hastanın bilinci açıldıktan sonraki tıbbi müdahaleler için hastanın yeterliği ve ifade edebilme gücüne bağlı olarak rıza işlemlerine başvurulur.” Hasta Hakları Yönetmeliği’nin “Tedaviyi reddetme ve durdurma” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir. Bu halde, tedavinin uygulanmamasından doğacak sonuçların hastaya veya kanuni temsilcilerine veyahut yakınlarına anlatılması ve bunu gösteren yazılı belge alınması gerekir. Bu hakkın kullanılması, hastanın sağlık kuruluşuna tekrar müracaatında hasta aleyhine kullanılamaz.” 3359 sayılı Kanun'un “Temel esaslar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (l) bendi şöyledir: “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır: … (l) Engelli çocuk doğumlarının önlenmesi için, gebelik öncesi ve gebelik döneminde tıbbi ve eğitsel çalışmalar yapılır. Yeni doğan bebeklerin metabolizma hastalıkları için gerekli olan testlerden geçirilerek risk taşıyanların belirlenmesine ilişkin tedbirler alınır. …” 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentleri şöyledir: “Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır: … (b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini yapmak, (c) Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile planlaması hizmetlerini yapmak, …” 181 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri şöyledir: “Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: (a) Toplum sağlığını ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetinin verilmesini sağlamak, bu hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek, (b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejenatif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve bağışıklık hizmetlerini yürütmek, …” 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir: “(1) Bakanlığın görevi; herkesin bedeni, zihni ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali içinde hayatını sürdürmesini sağlamaktır.  (2) Bu kapsamda Bakanlık; (a) Halk sağlığının korunması ve geliştirilmesi, hastalık risklerinin azaltılması ve önlenmesi, … İle ilgili olarak sağlık sistemini yönetir ve politikaları belirler.” 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının (a) ve (c) bentleri şöyledir: “(1) Bakanlık politika ve hedeflerine uygun olarak, temel sağlık hizmetlerini yürütmekle görevli, Bakanlığa bağlı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu kurulmuştur.  (2) Kurumun görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır; (a) Halk sağlığını korumak ve geliştirmek, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele etmek,  (c) Bulaşıcı, bulaşıcı olmayan, kronik hastalıkla ve kanser ile anne, çocuk, ergen, yaşlı ve engelli gibi risk gruplarıyla ilgili olarak izleme, sürveyans, inceleme, araştırma, bağışıklama ve kontrol çalışmaları yapmak, bununla ilgili verilerin toplanmasını sağlamak, belirlenen hedefler doğrultusunda plan ve programlar hazırlamak, uygulamaya koymak, denetlenmesini sağlamak, değerlendirmek, gerekli önlemleri almak, bu konuda politika ve düzenlemelerin oluşturulması için Bakanlığa teklifte bulunmak, …” 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile uygun bulunarak Onay Kanunu 20/4/2004 tarihinde yürürlüğe giren Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’nin (Biyotıp Sözleşmesi) “Genel kural” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş olarak muvafakat vermesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında önceden uygun bilgiler verilmelidir. İlgili kişi, muvafakatını her zaman, serbestçe geri alabilir.” Biyotıp Sözleşmesi’nin “Muvafakat verme yeteneği olmayan kişilerin korunması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“1) Muvafakat verme yeteneğine sahip olmayan bir kimse üzerinde tıbbî müdahale, aşağıdaki 17 ve 20’nci maddelere uygun olarak, sadece onun doğrudan yararı için yapılabilir.2) Yasal olarak bir müdahaleye muvafakat verme yeteneği bulunmayan bir küçüğe, sadece temsilcisinin veya kanun tarafından belirlenen yetkili makam, kişi veya kurumun izni ile müdahalede bulunulabilir. Küçüğün fikri, yaşı ve olgunluk derecesiyle orantılı bir şekilde artan belirleyici bir etken olarak dikkate alınmalıdır. 3) Bir yetişkin, yasal olarak akıl hastalığı, bir hastalık veya benzer nedenlerden dolayı müdahaleye muvafakat etme yeteneğine sahip değilse, ancak temsilcisinin veya kanun tarafından belirlenen yetkili makam, kişi veya kurumun izni ile müdahalede bulunulabilir. İlgili kişi, mümkün olduğu kadar izin verme sürecine katılmalıdır. 4) Madde 5'de belirtilen bilgiler, benzer koşullarda yukarıda 2’nci ve 3’üncü paragraflarda belirtilen temsilci, yetkili makam, kişi veya kuruma da verilmelidir. 5) Yukarıda 2’nci ve 3’üncü paragraflarda belirtilen izin, ilgili kişinin menfaatine daha uygun olacaksa her zaman geri çekilebilir.”Biyotıp Sözleşmesi’nin “Acil durum” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Acil bir durum nedeniyle uygun muvafakat alınamadığında, ilgili kişinin sağlığı için gerekli olan herhangi bir tıbbî müdahale derhal yapılabilir.” Sağlık Bakanlığının 25/2/2008 tarihli ve 2008/4 sayılı Genişletilmiş Bağışıklama Programı konulu Genelge’si, 25/12/2006 tarihli ve 2006/130 sayılı Neonatal Tarama Programı konulu Genelge’si ve 2014/7 sayılı Yeni doğan Tarama Programı konulu Genelge’si. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4077", "Başvuru Konusu":"Başvuru, velayet altında bulunan başvurucuya çocukluk dönemi aşılarının uygulanması ve topuk kanı alınması ebeveyn tarafından kabul edilmediği hâlde bu hususta mahkemece sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; T. Ziraat Bankası Berlin/Almanya Şubesinde müdür olarak görev yapmakta iken dönem milletvekili seçimlerine katılmak amacıyla istifa ettiğini, milletvekili seçilememesi üzerine görevine iade istemi hakkındaki zımni ret işlemine karşı dava açtığını, anılan davada dava konusu işlemin iptaline ve tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verildiğini, bu karar gereğince Berlin/Almanya Şubesine atanması gerekirken İstanbul Zeytinburnu Şubesi müdürlüğüne atandığını beyan etmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 2/6/2006 tarihinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 13/6/2006 tarihli ve E.2006/1488, K.2006/1286 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline ve davanın kabulüne hükmedilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 9/4/2008 tarihli ve E.2006/5373, K.2008/2219 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün kısmen onanmasına kısmen bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı uyarınca yapılan yeniden incelemede Ankara İdare Mahkemesinin 17/12/2009 tarihli ve E.2009/1853, K.2009/1896 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 27/12/2012 tarihli ve E.2010/5518, K.2012/12335 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 22/10/2013 tarihli ve E.2013/5926, K.2013/7233 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 7/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2473", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. Bursa Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 14/3/2017 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından sınır dışı etme kararının iptali için Bursa İdare Mahkemesinde açılan dava 9/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu tarafından 18/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 18/7/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23404", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Konya Ana Jet Üs Komutanlığı Uçak Sistemler Komutanlığında astsubay olarak görev yapan başvurucu, Konya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Ana Jet Üs Komutanlığı personeli hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan soruşturma kapsamında 20/10/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık başvurucuyu ve bir kısım şüpheliyi terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 26/10/2016 tarihinde Konya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Konya Sulh Ceza Hâkimliği 26/10/2016 tarihinde başvurucu ve bir kısım şüphelinin terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz Konya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 14/11/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu anılan kararı 18/11/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 15/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 8/3/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 3/4/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/230 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 12/6/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun beraatine karar vermiş ve karar istinaf edilmeden 20/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, başvurucunun 6/8/2018 tarihinde Konya Ağır Ceza Mahkemesinde başvuru konusu tutuklama nedeniyle uğradığı zararın tazmini için maddi ve manevi tazminat davası açtığı görülmektedir. Konya Ağır Ceza Mahkemesi 19/2/2019 tarihli kararı ile başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebini ise kısmen kabul ederek başvurucuya 000 TL ödenmesine karar vermiştir. Karara karşı başvurucu ve Maliye Hazinesi istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Konya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 10/5/2019 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını eksik araştırma nedeniyle bozmuştur. Tazminat davası bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/60438", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 10/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 25/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/400", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ve özel hayatının korunması yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 14/5/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 1/10/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı cevap olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Batman ili Kozluk ilçesi Geyikli Köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köyünden göç etmiştir. Başvurucu, 20/4/2005 tarihinde göç etmesi nedeniyle uğramış olduğu zararların karşılanması talebiyle, 17/7/2004 tarih ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında kurulan Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuruda bulunmuştur. Komisyon, 14/4/2009 tarih ve 2009/2-281 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin boşaltılmadığını, köye ilişkin ya da şahsa ilişkin doğrudan bir saldırı olmadığını belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu 25/6/2009 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 25/2/2011 tarih, E.2009/1593 ve K.2011/271 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen boşaltılan yerlerden olmadığı, köydeki seçimlerin düzenli yapıldığı, nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit edildiği ve başvurucunun subjektif güvenlik algısı nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 28/5/2012 tarih, E.2011/14050 ve K.2012/3454 sayılı kararıyla onanmıştır. Onama kararı üzerine karar düzeltme isteminde bulunan başvurucunun bu istemi, Danıştay Dairesinin 11/12/2012 tarih, E.2012/11187 ve K.2012/13757 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu Danıştay Dairesinin karar düzeltme isteminin reddi kararının 29/4/2013 tarihinde kendisine tebliğinden itibaren süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un ”Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” Aynı Kanun’un “Kapsam” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:…d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.” Aynı Kanun’un “Zarar tespit komisyonları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri, sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.” Aynı Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(Değişik: 28/12/2005 - 5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.…” Aynı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarındankaynaklanan maddî zararlar.” Aynı Kanun’un “Zararın Tespiti” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.” Aynı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna 28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.” Aynı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.” 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesi gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. 9/2/2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:“ Danıştay; ondördü dava, biri idari daire olmak üzere onbeş daireden oluşur. Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır, salt çoğunluk ile karar verir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Müzakereler gizli yapılır.” Danıştay Dairesinin 2008 tarih ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.…” Danıştay Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir: “…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir. Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.…” Danıştay Dairesinin 2009 tarih ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği, diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında çekişme bulunmamaktadır. Buna göre, sadece geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemektedir. …” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3309", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ve özel hayatının korunması yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun tutuklamanın hukuki olmadığı ve makul süreyi aştığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, anılan iddialar yönünden ise kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Agos gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan Hrant Dink 19/1/2007 tarihinde İstanbul'da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı olması nedeniyle kapatılan Zaman gazetesinde 1996 yılında muhabirliğe başlayan başvurucu, cinayetin gerçekleştiği 19/1/2007 tarihinde FOX TV (TGRT FOX) muhabiri iken soruşturma işlemlerinin başlatıldığı tarihte FOX TV haber müdürü olarak görev yapmıştır. Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak bir kısım kamu görevlisinin eylemi gerçekleştirecek potansiyel şüphelileri ve sonrasında eylemi gerçekleştirenleri bildikleri hâlde FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda öldürme eylemini engellemedikleri, aksine suça iştirak ettikleri, cinayet sonrasında yine örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda kamuoyu algısı oluşturmak için saldırganın/failin elinde Türk bayrağı varken fotoğraf ve görüntülerini alarak medyadaki işbirlikçileri aracılığıyla yayınladıkları iddiasıyla başvurucu ile birlikte 51 kişi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma kapsamında başvurucu hakkında 2/8/2016 tarihinde gözaltı tedbiri uygulanmış; 23/8/2016 tarihinde başvurucunun müdafi eşliğinde emniyette ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle 1996 yılından 2007 yılına kadar Zaman gazetesinde çalışmakta iken İstanbul Emniyet Müdürlüğünde şube muhabiri olarak görev aldığını, 2007 yılında FOX TV (TGRT FOX) haber editörü olarak göreve başladığını ve gözaltı tarihi itibarıyla haber müdürü olarak meslek hayatına devam ettiğini, şube müdürleri de dâhil birçok emniyet personelini gazeteci olduğu için tanıdığını, benzer şekilde dosyanın diğer şüphelilerinden E. ve B.K. gibi pek çok kişiyi de gazetecilik geçmişi nedeniyle tanıdığını beyan etmiştir. Başvurucu devamla emniyet muhabirliği yaptığı dönemde gazetecilere ayrılan büroda emniyet görevlileri tarafından kendilerine bilgi aktarımında bulunulduğunu, kendilerinin de zaman zaman randevu alıp şube müdürleriyle ve emniyet amirleriyle görüşmeler yaptıklarını belirtmiştir. Cinayetin gerçekleştiği gün bütün ekiple birlikte TGRT FOX TV'nin Yenibosna'daki hizmet binasında olduğunu ifade eden başvurucu; diğer bütün gazeteciler gibi kendisinin de pek çok kişiyle telefon görüşmesi yaptığını, bunların arasında muhtemelen Hürriyet, Sabah, Bugün, Show TV, Zaman, Kanal D vb. kuruluşlarda görev alan onlarca kişinin yer aldığını, görüşmelerin araştırma ve bilgi alma amaçlı yapıldığını, sonrasında canlı yayın ekibi ile birlikte cinayetin gerçekleştiği Şişli ilçesine gittiklerini, bütün yayını cinayete ayırdıklarını ve yayından sonra da ikametgâhına geçtiğini ifade etmiştir. Başvurucu ifadesinde ayrıca 22/1/2007 tarihinde, cinayet zanlısı O.S.nin Samsun Emniyet Müdürlüğünde Türk bayrağı önünde ve yanında emniyet personeli varken çekilen ve Doğan Haber Ajansına (DHA) bağlı gazetede yayımlanan fotoğrafı ile ilgili olarak DHA'nın bu fotoğrafı kimden ne şekilde temin ettiğini bilmediğini, kendisinin bu fotoğrafı ilk defa 23/1/2007 tarihinde Star gazetesinde yayımlandığında gördüğünü, fotoğrafın DHA'dan temin edildiğini ise sonradan öğrendiğini dile getirmiştir. Başvurucu, O.S.nin bayrak önünde çekilen görüntülerine ilişkin olarak söz konusu görüntülerin TGRT FOX TV hizmet binasına kargo aracılığıyla ve kendi adına geldiğini, göndericiye ilişkin hiçbir bilginin olmadığını, bunun aslında normal bir durum olduğunu, nitekim Hürriyet gazetesi yazarı E.Ö.nün de köşesinde bu görüntülerin kendisine geldiğini ifade ettiğini belirtmiştir. Başvurucu; bu tip büyük haberlerde bazı gazetecilerin seçildiğini, mesela E.Ö.nün, S.Ö.nün de bunlar arasında olduğunu, bu kapsamda kendisinin de öncesinde yaptığı haberler ses getirdiği için bu klasmanda bir gazeteci olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, görüntüye ait haber metnini yazarken yanında yayın yönetmeni, editörler ve haber koordinatörünün de bulunduğunu hatta haber metninin bu kişiler tarafından kaleme alındığını, görüntülerin jandarmada değil de emniyette çekildiği bilgisine sahip olmadıklarını, bu nedenle haber metninde görüntülerin jandarmada çekildiği bilgisinin verildiğini ancak bunun bir hatadan kaynaklandığını, kasıtlı olarak yapılmadığını, nitekim sonrasında da haberde bu doğrultuda düzeltme yapıldığını söylemiştir. Başvurucu, DHA'nın basına servis ettiği fotoğraf karesinin, kendisinin ana haber bülteninde yayımladığı video görüntüsünden alıntı olduğunu sonradan öğrendiğini, DHA'nın bu görüntüyü nereden temin ettiğini bilmediğini ifade etmiştir. Söz konusu görüntülerin kendisine gelmesinin akabinde ertesi gün kameraman arkadaşıyla birlikte O.S.nin bahsi geçen fotoğrafı ile alakalı haber yapmak amacıyla Samsun'a gittiklerini de ifade eden başvurucu, Samsun'a gitmek için herhangi bir kişiden talimat almadığını, Samsun'a gittiğinde TGRT FOX TV tarafından daha önceden ayarlanan bir otelde konakladığını, O.S.nin yakalandığı Samsun Otogarı'nda ve Samsun İl Emniyet Müdürlüğünde çekim yapmayı planladıkları için öncesinde kameraman arkadaşıyla birlikte buraları keşfe çıktıklarını belirtmiştir. Başvurucu -Samsun'da bulunduğu esnada Samsun İl Jandarma Komutanlığı ile yaptığı görüşmeye ilişkin olarak sorulan bir soruya cevaben- esasında Samsun İl Emniyet Müdürlüğü ile görüşmek için randevu talep ettiğini ancak talebinin kabul edilmediğini, bu sebeple jandarmadan bu görüntüleri temin ettiği algısı oluşturarak polisin kendisini araştırmasını ve kendisiyle irtibata geçmesini istediği için aramayı gerçekleştirdiğini, göstermelik olarak arama yaptığı, nitekim İstanbul'a döndüğünde de istihbarat şubede o dönem çalışan emniyet amirinin kendisine \"Sen kendini akıllı mı zannediyorsun, niçin jandarmayı aradığını biliyoruz.\" dediğini, kendisinin de cevap olarak \"Gazetecinin faaliyetlerini araştıracağınıza cinayeti çözün.\" dediğini, bu konuşma gerçekleştiğinde yanında gazeteciler T.A. ve E.K.nın da olduğunu söylemiş; bunun dışında jandarmadan herhangi bir bilgi belge, fotoğraf ya da görüntü almadığını, jandarmayı araması konusunda da kimseden talimat almadığını ifade etmiştir. Başvurucu, bahse konu video ve fotoğrafların Samsun İl Emniyet Müdürlüğünde çekildiğini ve bu çekimin hem polis hem de jandarma tarafından yapıldığını sonradan çekim basına yansıyınca öğrendiğini, çekim yapan kolluk görevlilerinin ismini bilmediğini belirtmiştir. Başvurucu son olarak örgüte (FETÖ/PDY) karşı bakış açısının ODA TV soruşturmalarından sonra değişmeye başladığını, kumpas operasyonların yapıldığını ve bu yapının illegal bir nitelik taşıdığını böylece anlamaya başladığını hatta alakasız birçok kişinin ve dâhi gazeteci arkadaşlarının Ergenekon soruşturması adı altında gözaltına alınmak istendiği durumlarda bu operasyonları yapan T.E. ve A.F.Y. gibi şahıslarla tartışmalar yaşadığını, bu yüzden operasyonları yapan bir kısım emniyet personelinin kendisini dışladığını ifade etmiştir. Başvurucu FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının olmadığını, illegal yapılanma içinde bulunmadığını, darbe girişiminde bulunan TSK mensupları ile de hiçbir bağlantısının olmadığını, darbe girişiminde bulunulduğu gece evinde olduğunu, askerî bir hareketlilik olduğunu sosyal medyadan öğrendiğini, istihbarat şefini arayıp muhabirleri hazırlayıp yayın için havalimanı, köprü vb. yerlere gitmelerini söylediğini, haber spikeri G.T.ye özellikle siyah bir elbise giydirdiklerini, sonra da Cumhurbaşkanı'nın ve diğer siyasilerin açıklamalarını yayına verdiklerini, bu arada santralin askerî şahıslar tarafından aranarak korsan bildirinin yayımlanmasının talep edildiğini ancak bu talebi kesinlikle kabul etmediklerini, nitekim o gece de sosyal medya hesabından bu alçaklığı Yunan askerinin bile yapmayacağını belirterek bunu yapanlara hitaben \"Allah belanızı versin\" şeklinde paylaşımlarda bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 24/8/2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, sorgu sırasında müdafii huzurunda yaptığı savunmasında emniyetteki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 25/8/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...şüpheli Ercan GÜN'ün olay tarihinde cinayetin faili olarak yakalanan O.S.nin görüntülerini cinayetle askeri ilişkilendirmeye yönelik algı oluşturulacak şekilde yayınladığı, bu doğrultuda şüpheli O.S.nin bahse konu fotoğrafları verdiği olay mahalline gitmesine rağmen Ergenekon yargılamalarına yönelik algı oluşturmaya matuf olarak maksatlı bir şekilde fotoğrafın çekildiği yerin Jandarma olduğunu belirtmesi, firari olan ve tutuklu bulunan birçok FETÖ-PDY terör örgütü mensuplarıyla irtibatları ve bu irtibatların FETÖ-PDY terör örgütü mensuplarınca oluşturulan 17- 25 Aralık kumpas soruşturmaları, MİT tırlarının durdurulmasıyla Türkiye Cumhuriyetinin ve Hükümetinin uluslararası alanda teröre yardım ettiği algısını oluşturmaya yönelik, sonuçları 15 Temmuz darbe girişiminde de görülen ihanet hareketinden sonra devam ettirmesi, dosya arasında bulunan HTS raporları, baz ve sinyal bilgileri değerlendirme raporları, cinayetin öncesinde ve sonrasındaki hareket tarzları göz önüne alındığında müsnet silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlendiklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı ve şüphelilerin üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçu yönünden CMK.100 ve devamı maddeleri uyarınca AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]\" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/4/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamenin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:\"Terör örgütünün amaçları doğrultusunda;Samsun Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde 20/01/2007 tarihinde göz altına alınan O.S.nın eline, Samsun İl Jandarma Komutanlığı görevlilerince deyim yerindeyse zorla, ısrarla Türk Bayrağı tutuşturularak görüntülerinin kayda alındığı, görüntülerin bir kısmının terör örgütüyle iltisaklı şüpheli Ercan GÜN tarafından terör örgütünün amaçları doğrultusunda yine terör örgütü ile iltisaklı medya kuruluşlarınca servis edildiği anlaşılmıştır. O.S.nın; 'Yapılan plan gereği öldürülen Hrant DİNK'in cesedinin başında Türk Bayrağı açacaktım, çevrenin kalabalık olması ve öldürülmekten korktuğum için üzerimde taşıdığım Türk Bayrağını açamadan kaçmak zorunda kaldım' şeklindeki ifadesi dikkate alındığında, kamuoyu etkisi ve algısı yaratabilmek amacıyla O.S.nın maktulün başında korkusundan açamadığı Türk Bayrağı Samsun TEM Şube Müdürlüğünde eline tutuşturularak zorla açtırılmıştır. Samsun TEM Şube Müdürlüğünde O.S.nın fotoğraf ve video kamera çekimleri Samsun İl Emniyet Müdürlüğü ve Samsun İl Jandarma Komutanlığı görevlilerince yapılmış, görevlilerce tetikçi O.S.ye zorla Türk Bayrağı açtırılmış, ayrıca Atatürk'ün vatan toprağı kutsaldır, kaderine terkedilemez sözünün yer aldığı üzerinde Türk Bayrağı bulunan poster önünde de fotoğrafları çekilmiş, bu fotoğraflar daha sonra FETÖ/PDY Terör örgütünce Hrant DİNK cinayeti ile hedeflenen algının yaratılabilmesi amacıyla medya kuruluşlarına servis edilmiştir. Hedeflenen algının oluşturulmasından sonra FETÖ/PDY Terör örgütünün amacı doğrultusunda asker ve emniyet bürokrasisini hedef alan tasfiyeye dönük soruşturmalara başlanmıştır....1996 yılında FETÖ/PDY Terör örgütü ile iltisaklı olduğu nedeniyle kapatılan Zaman gazetesinde 1996 yılında muhabirliğe başlayan şüpheli Ercan GÜN halen Foks TV Haber müdürü olarak çalışmaktadır.Şüphelinin Hrant DİNK cinayetinin işlendiği 19/01/2007 günü FETÖ/PDY Terör örgütü üyeleri A.Y., F. ve E. ile cinayet sonrası yoğun telefon irtibatları bulunmaktadır. Şüpheli Ercan GÜN, 31/01/2007 tarihinde yukarıda isimleri belirtilen irtibatlı olduğu FETÖ/PDY Terör örgütü mensuplarınca Samsun iline gönderilmiş, Samsun ilinde bulunduğu sırada kullanımındaki cep telefonundan Samsun İl Jandarma Komutanlığı santral numarasını aramış, bir süre görüştükten sonra cep telefonunu kapatarak Jandarma görevlileri ile gizli bir buluşma gerçekleştirdiği algısını yaratmış, daha sonra tekrar İstanbul iline dönmüştür.O.S.nın beyanına göre 'Hrant DİNK'in cesedi başında öldürülmekten korktuğu için açamadığı Türk Bayrağı', Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde Jandarma ve Emniyet görevlilerince zorla eline tutuşturularak açtırılmış görüntüler alınmıştır. Sonradan savcılığa teslim edilen görüntüler 10 dakika 20 saniye olmasına rağmen, Samsun İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünce, Network üzerinden başında A.F.Y.'nin bulunduğu İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğüne gönderilen görüntüler 44 saniyedir. Soruşturmanın tutuklu şüphelisi Ercan GÜN 30/01/2007 tarihinde Zaman Gazetesinde halen yurt dışında kaçak olarak bulunan FETÖ/PDY'nin medya tetikçileri E., A.Y. ve F. ile FETÖ/PDY içinde emniyet mensuplarının örgütsel konumda 'abi'liğini yapan halen yurt dışında kaçak olarak bulunan Av. H.İ.K. ile buluşmuş, kendisine haber olarak yayınlayacağı görüntüler burada verilmesine rağmen, görüntülerin Samsun İl Jandarma Komutanlığında çekildiği algısı yaratılması için 31/01/2007 tarihinde Samsun iline gönderilmiştir. Kendi beyanına göre; Samsun ilinde bulunduğu sırada kullanımındaki cep telefonundan, Samsun İl Jandarma Komutanlığı santral numarasını aramış, bir süre görüştükten sonra cep telefonunu kapatarak Jandarma görevlileri ile gizli bir buluşma yaptığı, görüntüleri jandarma görevlilerinden aldığı algısını oluşturmuş, daha sonra İstanbul'a geri dönmüştür.Tutuklu şüpheli Ercan GÜN'ün yayınlandığı görüntüler Samsun İl Emniyet Müdürlüğünün İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğüne network üzerinden gönderdiği 44 saniyelik görüntülerdir.Samsun İl Jandarma Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığınca Hrant DİNK cinayeti tetikçisi O.S.nın fotoğraf ve görüntüye alma işlemlerinin Samsun İl Jandarma Komutanlığına bağlı birimlerde yapılmadığının 24/01/2007 tarihinde kamu oyuna açıklanmasına rağmen;Bu görüntülerin Samsun İl Jandarma Komutanlığında çekilmiş gibi şüpheli Ercan GÜN tarafından 01/02/2007 tarihinde yayınlanmasıyla, Hrant DİNK cinayetinin arkasında ulusalcılar olduğu algısı yaratılarak Ergenekon operasyonlarının zemini oluşturulmuş, Hrant DİNK cinayetinin medya tetikçiliği oluşturulan kumpasla başarıyla yerine getirilmiştir....Şüpheli Ercan GÜN Başsavcılığımızda alınan ifadesinde;Soruşturmaya konu, 01/02/2007 tarihinde yayınladığı görüntülerin kendisine çalıştığı TGRT-FOX TV hizmet binasına 30/01/2007 tarihinde kargo ile geldiği, 31/01/2007 tarihinde Zaman hizmet binasında E., A.Y., F. ile yaptığı görüşmenin, 07/01/2007 tarihinde Zaman gazetesindeki işinden ayrılması nedeniyle oluşan kıdem tazminatı alacağı ile ilgili olduğu yolunda savunmada bulunmuştur. Kayyuma devredilen Feza Gazetecilik Anonim Şirketinden şüphelinin savunmasına esas Kıdem tazminatı bordrosu, ilişik kesme formu, sigortalı işe giriş ve işten ayrılma bildirgesi soruşturma dosyasına getirilmiştir.12/01/2007 tarihli, şüpheli Ercan GÜN, İnsan Kaynakları direktörü İ.Y. ve Mali İşler Genel Müdür yardımcısı Ş.K.nın imzalarını taşıyan kıdem tazminatı bordrosu içeriğine göre 578,23 TL olarak hesaplanan net kıdem tazminatının 12/01/2007 tarihi itibariyle şüpheli Ercan GÜN'ün nakten aldığı, tazminat miktarına ve alacağının bulunduğuna dair itirazı kayıt şerh düşmediği tespit edilmiştir. Dolayısıyla şüpheli Ercan GÜN'ün, 30/01/2007 tarihinde, Samsun iline gönderilmeden 1 gün önce Zaman gazetesi hizmet binasında E., F., A. Y. ile tazminat alacağına dair görüşme yaptığı yolundaki savunmasının da gerçeği yansıtmadığı tespit edilmiştir.Şüpheli Ercan Gün'ün soruşturmaya konu 44 saniyelik görüntü kargo ile bana gönderildiği, bu konuyu genel yayın toplantısında Ş., K.T., Ö., E.E. ve K.Y. ile görüştük yolundaki savunmasına elde edilen delil durumuna göre gerçeği yansıtmaması nedeniyle itibar edilmemiş, isimleri geçen şahıslar bu aşamada dinlenmemiştir.Suç tarihinde Samsun İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü olan...F.Y., Başsavcılığımızda alınan 10/04/2007 tarihli ifadesinde; 25/01/2017 Star gazetesinde Atatürk'ün 'Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez' sözü önünde O.S.nın çekilmiş tek kare fotoğrafı yayınlandıktan sonra, 27/01/2007 tarihinde aynı zamanda devrem olan İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü A.F.Y. beni telefonla arayarak 'devrem bu yakalamayla ilgili elinizde bilgi, belge, görüntü ne varsa gönderin' dedi. Network üzerinden İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğüne bizim kendi görüntümüzü ve o ana kadar temin ettiğimiz bilgi ve belgeleri üst yazı ile gönderdik.01/02/2007 tarihinde Fox tv de akşam ana haber bülteninde bizim şubemizden İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğüne gönderilen 44 sn'lik görüntünün Ercan Gün tarafından Samsun otogarda Jandarma tarafından çekilen görüntüler anonsuyla yayınlandığını gördük. Fox tv de görüntüler yayınlandıktan bir kaç gün sonra İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü A.F.Y. beni network üzerinden telefonla arayarak bana 'devrem görüntülerde sivil olan kişinin bizden olduğunu neden söylemedin' diyerek sitem etti. Bahsettiği kişi Güvenlik Şube Müdürlüğü vekili Y.K.dı. Ben de kendisine görüntülerde polis var mı yok mu sormadın, ben de böyle bir şey söyleme gereği duymadım dedim' şeklinde beyanda bulunmuştur.\" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/112 sayılı dosyası üzerinde görülmekte olan yargılamanın yine aynı Mahkemedeki E.2016/32 sayılı dosya ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle 2/6/2017 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiş, yargılamanın E.2016/32 sayılı dosya üzerinden devamına hükmedilmiştir. Devam eden kovuşturma sürecinde başvurucu hakkında 3/8/2017 tarihli karar ile tutukluluğun devamına hükmedilmiş, başvurucu tarafından bu karara karşı yapılan itiraz ise İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/8/2017 tarihli kararı ile kesin olmak üzere reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında 2015/48932 sayılı soruşturmanın akıbetine yönelik olarak Mahkeme tarafından araştırma yapılmıştır. Bu araştırmanın neticesinde 7/12/2017 tarihli duruşmaya gelen evraklarda, başvurucunun ByLock programını kullananlar listesinde olduğunun tespit edildiği, ayrıca aleyhine tanık beyanı bulunduğu belirtilmiş ve söz konusu belgeler başvurucuya okunarak başvurucunun savunması alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/3/2019 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık hakkında cezalandırılması talep edilen iddianameye konu sevk maddesi (TCK 220/7 del. 314/2) ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre nazara alınarak, CMK 102/2 fıkrasında belirtilen olağan tutukluluk süresinin tamamlanmış olması, ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/48932 Soruşturma sayılı dosyasından da 'TCK 314/2 - Silahlı Terör Örgütü Üyeliği' suçundan 02/11/2017 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle bu aşamadan sonra dosyamız nezdinde tutukluluk süresinin uzatılmasında zorunlu bir halin bulunmaması gözetilerek, sanığın tutuklu bulunduğu suçtan TAHLİYESİNE... [karar verildi.]\" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tahliye kararına itiraz edilmiş, itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/3/2019 tarihli kararıyla itirazın kabulüne ve başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçu yanında Anayasa'yı ihlal suçundan da tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Ercan GÜN hakkında 309/1-2, 220/7 delaletiyle 314/2 ve TMK 5/1 maddelerinden dava açıldığı, sanık Muharrem DEMİRKALE hakkındaki soruşturma dosyasında 93 ve 94 numaralı klasörde HTS tespit ve değerlendirme tutanağı, diğer sanıklarla telefon irtibatının bulunduğuna ilişkin tespit ve değerlendirme tutanağı ve sanık Ercan GÜN hakkındaki soruşturma dosyasında bulunan 82 numaralı klasörde tespit ve değerlendirme tutanağı, HTS kayıtları, baz istasyonu iletişim ve inceleme tutanakları değerlendirildiğinde, atılı suçların CMK.nın 100 ve devamı maddelerinde belirtilen katalog suçlardan bulunması, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, delilleri karartma tehlikelerinin devam ettiği anlaşılmakla TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]\" 18/3/2019 tarihli tutuklama kararının UYAP'a işlenmediği ve başvurucunun müdafi yokluğunda tutuklanmasına karar verildiği gerekçesiyle 12/4/2019 tarihinde müdafi eşliğinde beyanlarının alındığı ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin tutuklama müzekkerelerinden başvurucunun tahliyesine, sadece silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...itiraz mercii olan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince tahliye öncesindeki tutukluluk durumları adı geçen sanıklar aleyhine genişletilerek, itirazın kapsamı dışına taşar nitelikte bir kabul yapıldığı (daha evvel tutuksuz bulundukları ve itiraza konu edilmeyen suçlarla ilgili de tutuklama kararı verildiği), tutuklama müzekkerelerinin UYAP sistemine işlenmediği ve tutuklama kararının müdafii yokluğunda yapılan sorgu neticesinde verildiği anlaşılmakla... İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2019 tarihli 2019/341 İş sayılı kararı uyarınca tutuklu bulundukları tüm suçlardan TAHLİYELERİNE,...Ercan GÜN hakkındaki soruşturma dosyasında bulunan 82 numaralı klasörde tespit ve değerlendirme tutanağı, HTS kayıtları, baz istasyonu iletişim ve inceleme tutanakları değerlendirildiğinde, atılı suçların CMK.nın 100 ve devamı maddelerinde belirtilen katalog suçlardan bulunması, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, delilleri karartma tehlikelerinin devam ettiğiŞeklinde izah olunan tutuklama gerekçeleri, İstanbul Başsavcılığının Ercan Gün ile ilgili soruşturmasına yansımış ve dosyaya gönderilmiş olan bylock tespit ve değerlendirme tutanağı ile ... kesinleşen itiraz mercii karar içeriğine göre tutuklama tedbirinin atılı suçlara ilişkin bu aşamada zorunluluk teşkil ettiği gözetilerek, ...yalnızca 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma' suçundan (5237 sayılı TCK'nın 314/2) ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]\" Başvurucu hakkında ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2015/48932 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında da işlem başlatılmış ve İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/11/2017 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...7 Şubat MİT Krizi' olarak konuyla ilgili tanık olarak ifadesine başvurulan kumpasın yaşandığı 2012 yılı İstanbul güvenlik şube müdürü olan Y.nin verdiği beyanında; 'Ben 7 Şubat MİT Kumpası olayının yaşandığı dönemde İstanbul il Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü olarak görev yapmaktaydım. 7 Şubat kumpası yaşanıp dönemin MİT Müsteşarı ifadeye çağrıldıktan sonra ben durumdan rahatsız oldum, geçmişten tanıdığım Zaman gazetesi Emniyet Muhabirliği yapan ve daha sonra Fox TV haber muhabiri olan FETÖ üyesi olduğunu bildiğim Ercan GÜN'e bu durumu sordum, kendisi de bana 'MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması olayının Amerika'da FETÖ Lideri Fetullah GÜLEN'in de dahil olduğu 12 kişilik bir istişare heyetinden geçtikten sonra, Fethullah GÜLEN'in talimatı ile bizzat gerçekleştiğini söyledi, yine bu konuşmamızda Ercan GÜN bana söz konusu istişarede 3 kişinin MİT Müsteşarının ifadeye çağrılmaması yönünde oy kullandığını, Fetullah GÜLEN'in de içerisinde yer aldığı 9 kişinin ise MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması yönünde oy kullandığını söyledi, ben bu 12 kişilik heyette kimlerin yer aldığını bilmiyorum. Ercan GÜN ile aramızda geçen bu konuşmadan sonra aklımdaki soru işaretlerini gidermek amacıyla o dönem FETÖ terör örgütünün Marmara Emniyet İmamı olan gerçek ismini bilmediğim ancak görsem teşhis edebileceğim ARİF Kod adlı kişi ile görüştüm ve bu durumu kendisine sordum, o da bana Ercan GÜN'ün söylediklerini doğrulayarak, Fethullah GÜLEN'in önce kararsız kaldığını, daha sonra dosya sağlam mı? diye sorduğunu, sağlam denilmesi üzerine ise kumpas operasyonuna onay verdiğini söyledi. Benim bildiğim kadarıyla Arif Kod adlı şahıs avukattı, ancak gerçekte avukatlık yapıp yapmadığını bilmiyorum, bu şahıs bütün Marmara Bölgesinin Emniyet İmamıydı. Benim Bu konuda talimatın bizzat Fethullah GÜLEN tarafından gönderildiğine ilişkin bilgilerim Ercan GÜN ile ve yine Arif Kod adlı şahıs ile yapmış olduğum görüşmelerde kendilerinin bana söylediklerinden ibarettir, başka herhangi bir yerde bu konu hakkında bana gelen bir bilgi olmadı, benim MİT Kumpasının FETÖ tarafından gerçekleştirildiğini düşünmeme sebep olan şey o dönem FETÖ'nün MİT'e kurumsal olarak soğuk bakmasıyla ilgiliydi. Ben örgütün bu kuruma soğuk baktığını bildiğim için olayı öğrenir öğrenmez bu işi gerçekleştirenlerin FETÖ terör örgütü olduğunu anladım ve bu nedenle Ercan GÜN ile görüştüm' şeklinde beyanlarda bulunduğu, şüphelinin kardeşi G. adına kayıtlı ... numaranın ... 2014/8/11 ilk tespit tarihi ... ALLIANCE YAPIM LTD. ŞTİ. adına kayıtlı ... numaranın ... 2014/12/31 ilk tespit tarihli olarak FETÖ/PDY Silahlı Terör örgütü mensuplarının kullandığı bylock programı kullandığı, bylock hts verilerinde 2521 Adet Bylock sunucuları erişim log kaydının bulunduğu, log kayıtlarının 1213 Tanesinin Baz İstasyonu Bilgisinin şüphelinin eski haber müdürü olarak çalıştığı FOX TV Stüdyoları civarı olduğu, şüphelinin Bank Asya hesabında 15 Temmuz 2014 itibarıyla (266,12 TL) ... artış olduğu, ayrıca eşi adına bulunan hesabında 15 eylül 2014 itibarıyla 40 ila 50 bin TL artış olduğu, kardeşi H.G. adına 28 Şubat 2014 itibarıyla 50 bin TL civarında artış olduğu, şüphelinin kullanımında bulunan ... numaralı hattın HTS incelemesinde; toplamda 71 adet Bylock kaydı bulunan telefon numarası ve (40) adet FETÖ PDY şüphelisi olarak işlem görmüş kişi ile irtibatlı olduğunun tespit edildiği ... şüphelinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün kullandığı 'bylock' isimli programı kullandığı, bu program üzerinden gelen emir ve talimatları uyguladığı, hiyerarşik yapı içerisinde yer aldığı ... Bylock isimli programı aktif ve yoğun bir şekilde kullandığının tespit edildiği, tüm dosya kapsamında anlaşıldığı üzere şüphelinin FETÖ/PDY üyesi olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, FETÖ/PDY örgütünün bilindiği üzere 2016 tarihinde kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu ... buna göre şüphelinin eylemleri ve bağlantıları dikkate alındığında FETÖ/PDY örgütü üyesi olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu, şüpheli hakkında uygulanması talep olunan tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı bir tedbir olduğu, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelinin CMK'nun Ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36164", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru muhtarlık görevine seçilen başvurucunun tutuklu kaldığı süre için muhtarlık maaşının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1964 doğumlu olup Kastamonu'nun İhsangazi ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- İhsangazi ilçesine bağlı Elçelebi Mahallesi'nin muhtarı seçilmiştir.A. Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci Başvurucu haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulan silahlı suç örgütü üyesi olma ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından yürütülen soruşturma çerçevesinde Cide Sulh Ceza Mahkemesince 6/5/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/6/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı suç örgütü üyesi olma ve ruhsatsız tabanca bulundurma suçlarından ayrı ayrı cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan başvurucu 26/8/2008 tarihinde serbest bırakılmıştır. İddianameyi kabul eden özel yetkili Ankara Ağır Ceza Mahkemesi yapılan yargılama sonucunda 19/6/2012 tarihinde, başvurucunun isnat edilen suçlardan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentleri uyarınca ayrı ayrı beraatine karar vermiştir. Beraat kararı temyiz edilmeden 26/6/2012 tarihinde kesinleşmiştir.B. Adli Yargı Yerinde Görülen Dava Süreci Başvurucu 5/12/2012 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, bu sürede çalışamadığı için maddi olarak zarara uğradığı gerekçesiyle 000 TL ve manevi yönden olumsuz etkilendiği için de 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme muhasebe alanında uzman bir bilirkişiden rapor almıştır. Bilirkişinin 28/1/2013 tarihli raporunda, başvurucunun tutuklu kaldığı toplam 478 günlük dönem içerisinde asgari ücretle bir işte çalışması hâlinde yoksun kaldığı net toplam asgari ücret tutarının 411,98 TL olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi zirai gelir miktarı hesaplandığında başvurucunun hissesine düşen tutarın 331,10 TL olduğunu vurgulamıştır. Bilirkişi ayrıca tutuklu kaldığı dönemde başvurucuya ödenmeyen muhtarlık maaşı tutarının ise 619,59 TL olduğunu bildirmiştir. Bilirkişiye göre başvurucuya ödenmesi gereken maddi tazminat, hissesine düşen 331,10 TL tarımsal geliri ve yoksun kaldığı 619,59 TL muhtarlık maaşı toplamı olan 950,69 TL'dir. Mahkeme 30/1/2013 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunda bildirilen zarar tutarına başvurucunun beraat ettiği davada takdir olunan 000 TL vekâlet ücretini de ekleyerek 950,69 TL tutarındaki maddi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 750 TL tutarında takdir olunan manevi tazminatın da başvurucuya ödenmesi yönünde hüküm tesis etmiştir. Davalı Hazinenin temyiz ettiği karar Yargıtay Ceza Dairesince (Daire) 9/6/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, başvurucunun tutuklu kaldığı süreye ilişkin olarak ödenmediği iddia olunan muhtarlık maaşına dayalı gelir kaybı yönünden idareye ve sonrasında idari yargı yerlerine başvurması gerektiği belirtilmiştir. Daireye göre, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan başvurucunun tutukluluğu süresinde tarımsal faaliyette bulunamadığı için gelir elde edemediği iddiası yönünden ise herhangi bir bilgi ve belge sunulmamış olup esas alınan bilirkişi raporunda da varsayımsal değer ve saptamalara yer verilmiştir. Daire bu sebeple başvurucunun vasıfsız işçi gibi değerlendirilerek tutuklu kaldığı dönemde geçerli olan net asgari ücret üzerinden hafta sonu, dinî ve millî bayram tatilleri nedeniyle indirim yapılmadan hesaplanacak miktarın maddi tazminat olarak hüküm altına alınması gerektiğini açıklamıştır. Daire ayrıca, ancak ait olduğu davada hüküm altına alınabilecek vekâlet ücretinin de maddi tazminata ilave edilemeyeceğini vurgulamış ve başvurucu tarafından aynı konuya ilişkin ayrı bir dava açılıp açılmadığının da araştırılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırarak 4/2/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun \"haksız olarak tutuklulukta kaldığı süreler içerisindeki maddi kazanç kaybına karşılık olarak\" toplam 411,98 TL tutarındaki maddi tazminat ile 750 TL tutarındaki manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun fazlaya ilişkin istemini ise reddetmiştir. Davalı Hazine kararı temyiz etmiş, Daire 14/1/2019 tarihinde hükmü düzelterek onamıştır. Daire, başvurucunun tutuklu kaldığı döneme ilişkin net asgari ücret üzerinden hesaplanan 057,59 TL yerine, hatalı bilirkişi raporuna dayanılarak 411,98 TL olarak tayin edilmesi suretiyle başvurucu lehine fazla maddi tazminata hükmedilmesinin hatalı olduğunu açıklamış, buna göre hükmün düzeltilmesine karar vermiştir. İdari Yargı Yerinde Görülen Dava Süreci Başvurucu -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- İhsangazi Kaymakamlığı Mahalli İdareler Bürosuna başvuruda bulunarak tutuklu kaldığı dönemde ödenmeyen muhtarlık maaşlarının kendisine ödenmesini talep etmiştir. Kastamonu İl Özel İdaresi 26/11/2014 tarihli bir yazı ile talebinin reddedildiğini başvurucuya bildirmiştir. Yazıda, ilgili yönetmelik gereği tutuklu bulunan süreler için ödenek verilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 25/12/2014 tarihinde İl Özel İdaresine karşı Kastamonu İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun hukuka aykırı olarak tutuklu kaldığı döneme ait malî hakların ödenmesi gerektiği belirtilerek buna yönelik talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptal edilmesi talep edilmiştir. İdare Mahkemesi 15/10/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 29/8/1977 tarihli ve 2108 sayılı Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Kanunu'nun maddesine göre düzenlenerek 16/12/1987 tarihli ve 19666 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Köy ve Mahalle Muhtarlarının Ödeneklerinin Ödenme Usulü, Köy ve Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri Tarafından Verilecek Resmi Evrak ile Mahalle Muhtarlarının Harç Tahsilatının ve Paylarının Ödenme Biçimi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesindeki düzenlemeye atıfta bulunulmuştur. Karara göre bu düzenleme gereğince muhtarların maaş karşılığı değil görevde bulundukları sürece muhtarlık ödeneğinden yararlanacakları açıktır. İdare Mahkemesi, tutuklanması nedeniyle başkasının vekâlet ettiği muhtarlık görevi nedeniyle başvurucunun muhtarlık ödeneğinden yararlanmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmediği sonucuna varmıştır. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onyedinci Dairesi 25/2/2016 tarihinde kararın itiraz yoluyla Zonguldak Bölge İdare Mahkemesince incelenmesi gerektiğini belirterek istemi görev yönünden reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 29/3/2016 tarihinde başvurucunun itiraz istemini reddederek hükmü onamış, 14/6/2016 tarihinde de karar düzeltme talebini reddetmiştir. Başvurucu 11/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2108 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:  “(Değişik: 5/2/1998 - 4336/1 md.)Köy muhtarları ile şehir ve kasaba mahalle muhtarlarına, 750 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ödenek verilir. (Değişik ikinci cümle: 21/4/2005-5335/9 md.; Mülga ikinci cümle: 29/1/2016-6663/12 md.)Bu ödenek damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.Bu ödeneğin karşılığı her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine konulur ve yılı içinde söz konusu bütçeden il özel idare ile yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları bütçelerine aktarılır.Muhtar ödeneği, her ayın onbeşinci günü il özel idareleri tarafından ilgililere peşin olarak ödenir.” 2108 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Köy ve mahalle muhtarlarına verilecek ödeneğin özel idare bütçelerine aktarılması, köy ve mahalle muhtarlarına ödenmesinin esas ve usulleri; mahalle muhtarlarının harç tahsilatının ve paylarının ödenme biçimi ile köy ve mahalle ve ihtiyar heyetleri tarafından verilecek resmi evraka ait basılı kağıtların tip, örnek ve bedellerine ilişkin hususlar Maliye ve Gümrük Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.” Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Köy ve mahalle muhtarları görevli oldukları sürece ödenek alırlar. Hastalık, izin veya görevden ayrılma hallerinde bu ödenek vekillerine ödenir.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:\"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme beklentisini koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya (B. No: 66590/10, 3773/11, 13/11/2018) kararına konu olayda terör olayları sebebiyle uğranılan zararlar bakımından yapılan değerlendirmede başvurucuların yerleşik idari ve yargısal uygulama çerçevesinde tazminatı elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin olduğu kabul edilmiştir (Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya, § 48). AİHM devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri çerçevesindeki ilkelerin büyük ölçüde benzeştiğini belirterek, başvuruculara somut olayda tazminat ödenmemesinin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde güvence altına alınan mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkından doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği sonucuna varmıştır (Arzhiyeva ve Tsadayev/Rusya, §§ 51-58). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12233", "Başvuru Konusu":"Başvuru muhtarlık görevine seçilen başvurucunun tutuklu kaldığı süre için muhtarlık maaşının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gazetecilik faaliyeti yürüten başvurucunun bir gazetede yayımladığı haber dolayısıyla cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Muhabirlik görevi yürüten başvurucunun Denizli'nin Buldan ilçesinde kaymakam olarak görev yapan A.E. (müşteki) hakkında yaptığı bir haber, ulusal yayın yapan bir gazetenin 19/7/2013 tarihli sayısında ve aynı gazetenin internet haber sitesinde yayımlanmıştır. Başvurucu tarafından söz konusu haberin kaynağı olarak gösterilen A.Y. isimli kişi ile müşteki, Batman'ın Hasankeyf ilçesinde aynı zaman diliminde görev yapmışlardır. Tıp doktoru olarak görev yapan A.Y., kaymakam olarak görev yapan müştekinin kendisini 28 Şubat döneminde başörtüsü takan iki öğretmene sağlık raporu verdiği gerekçesiyle işten atılması talebi ile şikâyet ettiğini ve bu sebeple işten atıldığını ileri sürmüştür. A.Y.nin bu iddiası www.hurseda.net isimli internet adresinde 28/2/2010 tarihinde haberleştirilmiştir. Müşteki; haberleştirilen bu iddianın asılsız olduğu, yapılan asılsız isnatlarla kendisinin şeref ve haysiyetine saldırılarak saygınlığının zedelendiği gerekçesi ile A.Y. aleyhine 8/10/2012 tarihinde Buldan Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Buldan Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli kararı ile davanın kabulüne, davalı A.Y.nin 000 TL manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesine karar verilmiş; karar davalı A.Y. tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde ilk derece mahkemesinin kararı manevi tazminat miktarı fazla bulunarak bozulmuştur. Bozma sonrasında ilk derece mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde davalı A.Y.nin ödeyeceği tazminat tutarının 000 TL'ye düşürülmesi üzerine karar davalı A.Y. tarafından ikinci kez temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesinde Mahkemece hükmedilen 000 TL'lik tazminat miktarı da çok bulunarak kararın bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası derece mahkemesinde yapılan yargılama sonrasında davacı taraf lehine 000 TL tutarında manevi tazminata hükmedilmiş, karar taraflarca istinaf edilmemesi sebebi ile kesinleşmiştir. Başvuruya konu haber A.Y. ile müşteki arasındaki tazminat davasının devam ettiği, A.Y.nin 000 TL manevi tazminat ödemeye mahkûm edildiği 12/7/2013 tarihinden hemen sonra 19/7/2013 tarihinde yapılmıştır. Habere gazetenin birinci ve on ikinci sayfalarında yer verilmiş olup birinci sayfada haberin başlığı ve özeti, on ikinci sayfada ise detayları bulunmaktadır. Haberin yer aldığı her iki sayfada da isimleriyle birlikte müştekinin ve A.Y.nin vesikalık fotoğrafına, Batman Sağlık Müdürlüğüne yazılan 20/2/2001 tarihli ve 1111/57 sayılı yazının ilk ve son sayfalarının bazı satırlarına yer verildiği görülmektedir. Haberde müştekiden 28 Şubat kaymakamı şeklinde bahsedilmektedir. Haber, konu yönünden iki ayrı kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda müştekinin 28 Şubat döneminde Batman'ın Hasankeyf ilçesinde kaymakam olarak görev yaptığı dönemde içlerinde A.Y.nin de bulunduğu dinî hassasiyetleri yüksek bazı kamu görevlilerine karşı baskı ve ayrımcılık yaptığı ileri sürülmekte olup söz konusu iddia bir kısım olay bazlı örneklerle desteklenmeye çalışılmıştır. Haberin ikinci kısmı ise müştekinin Denizli'nin Buldan ilçesinde kaymakamlık yaptığı döneme ilişkindir. Bu kısımda da müştekinin Buldan kaymakamı iken öğrencilere içki servisi yaptırdığı, lojman işleri için kendisine ayrılan ödeneği aşacak şekilde harcamalarda bulunduğu, iptal edilen bir içki ruhsatını verdiği ve Kaymakamlık tarafından sağlanan hayvancılık teşviklerinde sol görüşlü kişileri gözettiği gibi iddialara yer verilmiştir. Haberin ilgili kısmı şöyledir:\"Hem Görevden Uzaklaştırdı... Hem Tazminata Mahkum Ettirdi28 Şubat Kaymakamı'28 Şubat'ın Kahraman Kaymakamı olarak Denizli Buldan'da nam salan Kaymakam [A.E.], iddialara göre geçmişte başörtülülere rapor verdiği ve İslami hassasiyetli olması gerekçesiyle görevden attırma süreci başlattığı doktoru, şimdi de tazminat davasıyla mahkum etme yoluna gitti. Kaymakam [E.], 'Görevden atılmamdan sorumlu bu kaymakamdır.' diyen doktor için tazminat davası açtı. Doktora 20 bin TL para cezası verildi. Kaymakam - Yargı İşbirliği:Sen Misin Konuşan?!Kaymakam [E.], kendisine yönelik yapılan hukuksuzluğu gündeme taşıyan Dr. [A.Y.] e yönelik adeta 'Sen misin konuşan' diyerek tazminat davası açtı. Dava sürecindeki aşamalar ise dikkatlerden kaçmadı. Buldan Mülki Amiri Kaymakam [E.], Dr. [Y.] hakkında soruşturma başlatılmasını istedi. Bunun üzerine Buldan Cumhuriyet Başsavcısı [Ç.] soruşturma başlattı. Savcı [Ç.] nin eşi olan dava hakimesi [] ye cezayı bastı. Bu yaşananlar 'kaymakam, savcı ve hakim işbirliği' yorumlarına sebep oldu. ...Tam 28 Şubat Kaymakamı\"Hem Görevden uzaklaştırdı Hem de tazminata mahkum ettirdiİşte 28 Şubat Kaymakamı!28 Şubat'ın kahraman kaymakamı olarak Denizli/Buldan'da nam salan Kaymakam [A.E.], iddialara göre geçmişte başörtülülere rapor verdiği gerekçesiyle görevden attırdığı doktoru şimdi de tazminat davası ile mağdur etme yoluna gitti. Kaymakam [E.], 'Beni bu kaymakam attırdı' diyen doktor için mülki amiri olduğu ilçe mahkemesi nezdinde tazminat davası açtı. Dava, doktorun 20 bin TL para cezası alması gibi ilginç ve korkunç bir rakamla sonuçlandı. Kaymakamla ilgili iddialar sadece bununla sınırlı değil....Bu Kaymakam Kim?Dr. [A.Y.], 28 Şubat kararlarının en acımasız şekilde uygulandığı 1998 ile 2000 yılları arasında Batman/Hasankeyf'te görev yapan Kaymakam [A.E.] tarafından başörtülü iki öğretmene rapor verdiği gerekçesiyle hedefe konuldu. Daha sonra İslami hassasiyeti gerekçesiyle Dr. [A.Y.] cezaevine atıldı. Gerek başörtülülere verdiği raporlar gerekse de İslami hassasiyeti gerekçesiyle Dr. [A.Y.] hakkında başlatılan mahkeme sürec, iddialara göre Kaymakam [E]nin [A.Y.] yi işten attırma sürecinin ilk adımı oldu. Dr. [A.Y.], Kasım 2001'de bir daha dönmemek üzere görevden atıldı. Bu atılma süreci her ne kadar süreci başlatan Kaymakam [E.] döneminde değil de kendisinden sonraki kaymakam döneminde gerçekleşmiş olsa da süreç Kaymakam [E.] döneminde başlatıldı ve sonraki gelişmelerde onun hazırlattığı dosya üzerine bina edildi. Kendisine yapılan hukuksuzluğu gündeme taşıdı diye [A.Y.] e aynı kaymakam tarafından 2012 Nisan ayında yeniden dava açıldı. Şu an Denizli Buldan'da görev yapan Kaymakam [A.E.] yapılan haberlerden sonra adeta 'Sen misin konuşan' diyerek [A.Y.] hakkında 20 bin TL para cezası ile sonuçlanan tazminat davsını açtı. Kaymakam [E.]nin isteği ile Buldan Asliye Hukuk Ceza Mahkemesi'nde davaya bakan hakim de Savcı [Ç.]nin eşi [D] idi.....28 Şubat Kahramanı (!) Kaymakam Buldan'da28 Şubat döneminde Hasankeyf'te yaptığı keyfi uygulamalarla birçok mağduriyete sebep olan [E.]nin şu anda görev yaptığı Buldan'da da hakkında çok çarpıcı iddialar var. İşte 28 Şubat'ın kahraman(!) kaymakamı olarak nam salan Kaymakam [A.E.]nin 2009 yılında Buldan'a geldiği tarihten bugüne kadar yaşanan bazı olaylar, gelişmeler ve hakkındaki iddialardan bazıları!...İptal Edilen İçki Ruhsatını Kendisi VerdiYenicekent Belediye Başkanı [N.S.] nin iptal ettiği içki ruhsatının kaymakam tarafından verilmesi üzerine çıkan kavgada [N.S.] bıçaklanarak öldürüldü.İddialara göre özellikle dindar ve muhafazakar görüşlü memurlar hakkındaki şikayetler hemen soruşturma konusu yapılarak baskılar yapılmakta....\" Anılan haber üzerine müşteki, başvurucu hakkında iftira ve hakaret suçlaması ile 29/7/2013 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Buldan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonucunda hazırlanan 8/10/2013 tarihli iddianamenin başvuru ile ilgili kısmında özetle; i. Habere konu edilen A.Y. isimli doktorun devlet memurluğundan dinî hassasiyetleri dolayısıyla çıkarılmasına ilişkin bilginin Batman Sağlık Müdürlüğü tarafından düzenlenen 26/2/2001 havale tarihli yazının baştan birkaç satırının ve sondan birkaç satırının aktarılmak sureti ile çarpıtılarak verildiği,ii. Aynı yazının orta kısmında yer alan Dr. A.Y.nin Hizbullah terör örgütüne üye olması ve örgüt adına çalışmalar yürütmesi sebebi ile devlet memurluğundan çıkarılmasına neden gösterilen eylemlere kasti olarak yer verilmediği, iii. Daha önceden Belediye Başkanı N.S. tarafından iptal edilen içki ruhsatının müşteki tarafından verilmesi sebebi ile çıkan kavgada N.S.nin bıçaklanarak öldürüldüğü şeklindeki habere konu bilginin ise yapılan yazışmalar sonucunda gerçeği yansıtmadığının anlaşıldığı ve bir gazeteci olan başvurucu tarafından gerçeğe çok basit bir araştırma ile ulaşılabilmesi mümkün iken söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmediği, müşteki hakkında adli ve idari soruşturma başlatılmasını sağlama kastı ile habercilik yapıldığı iddia edilmiş ve başvurucunun iftira suçundan cezalandırılması talep olunmuştur. Başvurucu savunmasında söz konusu haberi A.Y. isimli kişinin beyanlarına dayalı olarak hazırladığını ifade etmiştir. Haksızlığa uğradığını dile getiren bir kişinin mağduriyetini haberleştirmenin doğrudan gazetecilik faaliyeti olduğunu, haberin yapıldığı tarihte müşteki tarafından A.Y.ye açılan tazminat davasının kesinleşmemesi sebebi ile iddiaların yayım tarihi itibari ile geçerliliğini koruduğunu belirten başvurucu, müştekinin haber içeriğinde işlediği iddia olunan haksız eylemleri ika etmediğini kendisinin bilmediğini ve haberi yaparken kötü niyeti olmadığını belirtmiştir. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 12/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun hakaret suçu yönünden beraatine, iftira suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"İftira suçu yönünden; Bu ilkeler doğrultusunda, iddia konusu yazı içeriği incelendiğinde; katılanın Batman ili Hasankeyf ilçesinde kaymakam olduğu dönemde, dava dışı Dr. [A.Y.] ye 28 Şubat sürecinde islami hassasiyeti olduğu ve baş örtülü öğretmenlere rapor verdiği gerekçesi ile hedefe koyduğu, bu nedenle Dr. [A.Y.] yi işten attırdığı, yine iptal edilen içki ruhsatını katılanın usulsüz olarak verdiğinden bahisle bir takım iddialarda bulunduğu görülmektedir. Buna karşın, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleşen Buldan Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/10/2015 tarih ve 2015/231- 292 E, K sayılı ilamı ile sanığın yazısına konu olan Dr. [A.Y.] ın usulsüz olarak işten attırıldığı yönündeki iddiaları nedeni ile tazminata mahkum edildiği, ayrıca sağlık Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 01/06/2011 tarih, 2001/2-1 sayılı kararından 2000 yılında [A.Y.] ın hizbullah terör örgütüne üye olmak suçundan yargılanması nedeni ile aynı zamanda hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı ve neticesinde bu Yüksek Disiplin kurulunca söz konusu eylemin 657 sayılı Kanunun 125/4 maddesi gereğince devlet memurluğundan çıkarılmasına karar verildiği, dolayısıyla katılanın kaymakam olduğu dönemde Dr. [A.Y.] a yönelik iddialarının gerçeği yansıtmadığı, yine sanığın usulsüz olarak içki ruhsatı verdiği şeklindeki iddialarının da ispatlanamadığı, sanığın savunmasını destekleyecek herhangi bir delil sunmadığı, sanığın bu kapsamda katılanın kaymakamlık yaptığı dönemde iş ve işlemlerini eleştirmekten ziyade katılanın görevini kötüye kullandığını iddia ettiği, ayrıca katılan hakkında Batman ve Denizli valiliklerinin vermiş olduğu yazı cevaplarından da anlaşılacağı üzere, katılan hakkında herhangi bir soruşturma bulunmadığının belirtilmesi karşısında masumiyet karinesi ihlal edilmek sureti ile katılan hakkında suç isnadında bulunulduğu, gazeteci olan sanığın objektif özen yükümlülüğüne uygun olarak iddia ettiği olaylar hakkında idari birimlerden habere konu olayın gerçekliği konusunda herhangi bir araştırma yapmaksızın soyut suçlamalarda bulunduğu, bu nedenlerle sanığın iftira suçu bakımından özel bir hukuka uygunluk nedeni olan basın özgürlüğünden yararlanamayacağı kanaatine varılmış ve sanığın iftira suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir.\" Başvurucunun bu karara itirazı Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince 25/8/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"İftira\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.\" B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-19; Mehmet Doğan Uğurlu ve diğerleri, B. No: 2015/954, 12/9/2018, §§ 21-23; Nihat Durmuş ve Durmuş Ofset Gaz. Bas. Yay. Mat. Kül. ve Spor Etk. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/5761, 10/5/2018, §§ 24- Demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol ile basının görev ve sorumluluklarına ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Çetin Doğan [GK], B.No: 2014/3494, 27/2/2019, §§ 31- ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/29297", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gazetecilik faaliyeti yürüten başvurucunun bir gazetede yayımladığı haber dolayısıyla cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 23/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2014/15617numaralı başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca 2014/15595 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2014/15595 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2014/15617numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/15595 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/15595 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 15/10/2001 tarihli iddianamesiyle resmî belgede sahtecilik suçunu işledikleri iddiasıyla başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 30/12/2003 tarihli kararıyla başvurucuların hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/7/2005 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 9/6/2006 tarihli kararıyla başvurucuların hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/6/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyulmuş, Mahkemece 13/12/2012 tarihinde başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar 23/6/2014 tarihinde onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15595", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güvenlik güçlerince güç kullanımı sonucu ölüm ve olaydan kaynaklanan zararların yetersiz şekilde tazmin edilmesi nedenleriyle yaşam hakkının; tam yargı davası sonucunda aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; tam yargı davasının makul sürede tamamlanmaması, temyiz incelemesinin ise duruşmasız olarak ve etkili yapılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 23307/10, 64591/11, 22/5/2018, §§ 3-39) kararındaki tespitlere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mehmet ve Berin Tursun; 1987 doğumlu, olay tarihinde 20 yaşında olan ve 30/11/2007 tarihinde güvenlik güçlerinin güç kullanımı sonucunda vefat eden B.T.nin babası ve annesidir. Başvurucular Şelale Babur (Tursun) ve Berfin Tursun ise B.T.nin kardeşleridir.Alkollü hâlde araç kullandığı için daha önce sürücü ehliyetine el konulan B.T. olay tarihinde iki arkadaşıyla birlikte yine alkollü hâlde araç kullanmaktayken durumu fark eden polis ekibi tarafından takibe alınmıştır.B.T. kaçmak için hızlanmış ve ek olarak dört ayrı polis devriye ekibi daha B.T.nin aracının takibine katılmıştır. Dosya kapsamındaki belgelere göre aracı durdurmak üzere başka polis araçları daha ileride konuşlanmış, yola dubalar konulmuş fakat araç durmamıştır. Bunun üzerine güvenlik güçleri aracı durdurmak için önce havaya uyarı ateşleri açmış, sonrasında O.E.A. isimli polis memuru araca ateş etmiştir. Bu atış neticesinde B.T. yaralanmış ve aracının hâkimiyetini kaybederek yaklaşık 100 metre uzakta bulunan bir bariyere çarpmıştır. İlk başta trafik kazası olarak görülen olayda, sonrasında hastaneye kaldırılan B.T.nin çekilen kafatası tomografisinde başına bir mermi isabet ettiği anlaşılmıştır. B.T. 30/11/2007 tarihinde hastanede hayatını kaybetmiştir.A. Olaya İlişkin Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olay tarihi olan 25/11/2007 saat 30’da bir kaza meydana geldiği bilgisini alan İzmir Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğüne bağlı bir polis ekibi olay yerine gitmiştir. Görevlilerce olay yeri krokisi çizmiştir. B.T.nin aracı olay yerinde iki polis memuru tarafından incelenmiş ve olay hakkında bir rapor düzenlenmiştir. Söz konusu raporda, olayın bir trafik kazası olduğu belirtilmiştir.Bir başka Olay Yeri İnceleme ekibi de olay yerine giderek kazanın izleriyle ilgili olarak ek bir rapor düzenlemiştir. Öte yandan basit krokiler çizilmiş ve aracın fotoğrafları çekilmiştir. 25/11/2007 tarihinde, iki polis memuru tarafından olay yerinde bulunan polis memurlarının yanı sıra bir de güvenlik görevlisinin tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır.Olaydan haberdar edilen Cumhuriyet savcısı; olayda kullanılan silahlar üzerinde kriminal inceleme yapılması, olaya karışan güvenlik güçlerinin el svaplarının alınması ve araçtaki diğer iki kişinin (A. ve E.O.) ifade vermek üzere Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığında (Cumhuriyet Başsavcılığı) hazır edilmesi talimatını vermiştir. 26/11/2007 tarihli analiz raporuna göre B.T.nin kanındaki alkol miktarı 1,47 gramdır. B.T. hakkında düzenlenen 4/12/2007 tarihli otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:\"…[B.T.nin] ölümü, ateşli silahtan çıkan ve başına isabet eden kurşundan ileri gelmektedir ...atışının, uzak atış mesafesinden yapılmış olduğu tespit edilmiştir...” Olay yerinden elde edilen mermi kovanları, güvenlik güçlerine ait silahlar ve el svapları ile ilgili kriminal inceleme raporları temin edilmiştir. Ayrıca ölüme sebebiyet veren polis memuru tarafından yapılan atışın şekliyle ilgili olarak çok sayıda bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Yine olay anında B.T.nin yanında, aynı araç içinde bulunan A.nin Cumhuriyet Başsavcılığındaki 25/11/2007 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:“...O gün alkol almıştık. Geceyarısına doğru, içtiğimiz yerden ayrıldık. [B.nin] kullandığı ciple, Alsancak’a gittik. Biraz dolaştık …Sonra tepe lambasını yakan ve sirenini çalıştıran bir polis aracını fark ettik. Devriye bizi durdurmak istiyordu. [B.nin] daha öncesinde sarhoş halde araba kullanması nedeniyle yakalandığını biliyordum...[B.]... aracın hızını artırdı. …Birdenbire, duran bir polis arabası fark ettik …Çok sayıda aracın bizi takip ettiğini fark ettik. Önümüzde, bizi yakalamak için durduğunu düşündüğüm bir polis arabası vardı. [B.], bu aracı hızla geçti. Bu aracı geçtikten sonra, silah sesleri duydum. Ben, [E.O.nun] arkasında oturuyordum, [E.O.], [B.den] durmasını istedi. Ama ben, [B.nin] başının, [E.O.nun] omzuna düştüğünü gördüm. Araba biraz daha ilerledi ve önce ağaca, sonra da elektrik direğine çarptı. …Kimin ateş ettiğini bilmiyorum…” Aynı tarihte, B.T.nin yanında, aynı araçta bulunan E.O.nun da Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından beyanı alınmıştır. Şahıs, A. ile benzer beyanlarda bulunmuştur. 25/11/2007 tarihinde, ölüme sebebiyet veren atışı yaptığı iddia edilen Polis Memuru O.E.A.nın da Cumhuriyet savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. O.E.A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Olayın meydana geldiği gün, ...29 no.lu ekipte [A.A.] ve [A.] ile birlikte devriye görevindeydik. Bize, plakası tespit edilmiş olan ve 10-15 dakikadan beri çok sayıda polis ekibi tarafından takip edilen, şüpheli bir aracı durdurma vazifesi verildi. Manav Bulvarı’nın girişinde, yolu kısmen kapatacak şekilde aracımızı park ettik. ...33 numaralı devriye aracı da bizim karşımıza park etti. Bir aracın geçişine imkân verecek genişlikte bir alan bıraktık ve bu alana dubalar yerleştirdik. Bahse konu şüpheli aracı gördük; bu aracı çok sayıda polis aracı takip ediyordu. …Bize yaklaşırken yavaşlamadı. Dubalara çarpacağı sırada, meslektaşım [A.] ve ben, aracı durdurmak maksadıyla birkaç el havaya ateş ettik. Aynı zaman zarfında, aracın şoförü dubaları devirdi ve bize doğru yöneldi. Kendimizi yaya yoluna attığımızda, silahım ateş aldı. Araç daha sonra bir elektrik direğine çarptı ve 150 metre sonra da durdu. Kaza sırasında şoförün yaralandığını düşündük. Bize daha sonra merminin isabet etmesi sonucu yaralandığı bilgisi verildi. Onu yaralama niyetim yoktu. Sanıyorum ki yere düştüğümde, silahım üçüncü kez ateş aldı. O esnada, araca isabet etmiş olması mümkündür. Aracın üzerine kasıtlı olarak ateş açmadım. Aracın şoförünü yaralama gayesiyle hareket etmedim…”Olay anında görevli olan diğer polis memurlarının da Cumhuriyet savcısı tarafından beyanları alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/6/2008 tarihli iddianameyle, yetkililere suçu bildirme yükümlülüğünü yerine getirmeme, suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme nedeniyle on polis memuru hakkında kamu davası açılmıştır. Diğer yandan O.E.A. 25/11/2007 tarihinde Karşıyaka Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Polis Memuru O.E.A. hakkında olası kasıtla öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) nezdinde birleştirilerek yapılan yargılama sırasında -19/2/2008 tarihinde- olay yerinde tekrar olay yeri incelemesi yapılmış, fotoğraflar çekilmiş ve bir rapor düzenlenmiştir. Aynı zamanda O.E.A. ve A.nın silahları ve elde edilen mermi kovanı ile ilgili başka bir balistik rapor da düzenlemiştir. 29/2/2008 tarihinde, olay yerinde keşif gerçekleştirilmiş ve iki polis aracının konumuyla ilgili olarak düzenlenen bilirkişi raporu temin edilmiştir. 13/3/2008 ve 16/5/2008 tarihlerinde, kaza yapan aracın fotoğraflarından hareketle iki bilirkişi raporu daha alınmıştır. Adli Tıp Kurumu tarafından 12/1/2009 tarihinde, B.T.nin başından çıkan mermiyle ilgili olarak bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 20/5/2009 tarihinde suç delillerini yok etme ve yetkililere suçu bildirme yükümlülüğünü yerine getirmeme suçları ile ilgili olarak tüm polis memurları hakkında beraat kararı vermiştir. Aynı kararla Ağır Ceza Mahkemesi, O.E.A.nın taksirle öldürme suçundan neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:\"...Toplanan deliIlere ve tüm dosya kapsamına göre; maktul [B.T.nin] olay öncesi günlerde iki kez alkollü araç kullanması nedeniyle sürücü belgesine 2007 tarihinden geçerli olmak üzere 2 yıl 6 ay süreyle geçici olarak el konulduğu, bu nedenle sürücü belgesi olmadığı halde, olay günü akşam saatlerinde arkadaşları olan tanıklar [E.O.] ve [A.] de olduğu halde babasına ait ... cipe bindikleri, ...alkol aldıktan sonra Bornova ilçesine geçtikleri, daha sonra gece saat 00 sıralarında ... hareket halinde bulundukları sırada, ...maktulün aracı hızlı şekilde kullanarak İzmir Asayiş Ekipler Amirliğine bağlı ...30 kod no'lu resmi polis aracının yanından geçtiği, bu ekipte bulunan polislerin yanlarından geçen aracın hareketlerinden şüphe duyup bu aracı durdurup gerekli kontrolleri yapmak amacı ile peşinden hareket ettiği, polis aracının maktulün aracının arkasından önce farlarını uzun kısa yakarak selektör yaptığı, maktulün bu işareti fark etmesine rağmen durmayıp yoluna devam ettiği, bunun üzerine ...30 kod no'lu ekibin bu kez tepe lambalarını yakıp siren çalarak önündeki aracı uyardığı ve durması yönünde sesli ikaz yaptığı, maktulün kullandığı araç içerisinde bulunan tanıklar [A.] ve [E.nin] beyanlarına göre maktulün ... bu uyarıları fark ettiği, ... bu durumu öğrenen babasının kendisine çok kızacağını söyleyip polis uyarılarına rağmen durmayıp aracının hızını arttırdığı, ...her iki polis otosunun kavşağın maktulün geldiği yol bölümüne araçlarını karşılıklı koyarak aracın gelmesini bekledikleri sanık [O.E.A.] ve sanık [A.nın] ekip arabasından inip yolda beklemeye başladıkları, Smyrna meydanından arkasında beş polis ekibi olduğu halde gelen maktulün kullandığı aracı görünce ellerinde bulunan fenerler ile durması konusunda ikaz işareti verdikleri, maktulün aracının hızını azaltmadığını görmeleri üzerine sanık [A.nın] görev tabancasını çıkartıp havaya üç el, sanık [O.E.A.nın] görev tabancasını çıkartıp havaya iki el ikaz atışı yaptığı, buna rağmen maktulün aracın hızını azaltmadan ateş eden polis memurlarının ve polis ekip otolarının arasından hızla geçerek Sultan Çiftliği kavşağına girdiği, sanık [O.E.A.nın] havaya iki el atışından sonra yanından geçen maktulün kullandığı aracı başka türlü durduramayacaklarını düşünüp aracın arkasından aracı durdurmak amacıyla düz doğrusal bir atışla bir el daha ateş ettiği, sanık [O.E.A.nın] tabancasında çıkan merminin maktulün kullandığı aracın siyah renkli arazi tipi olması nedeniyle 83 cm yüksekliğinde olan aracın arka camını kırıp yerden yaklaşık 68 cm yüksekte bulunan maktul [B.T.nin] başına sağ arka kısımına isabet ettiği, ...polisin kaçan maktulün aracın kontrolünü kayıp ederek kaza yaptığını düşündüğü, telsiz anonsları ile bu yönde bilgiler geçildiği, ... acil servis ekibindeki hekimlerin beyin tomografisi istemesi üzerine maktulün beyin tomografisinin çekildiği ve burada yukarıda tarif edilen mermi çekirdeğinin görülmesi üzerine maktul [B.T.nin] kaza sonucunda değil sanık [O.E.nin] atışından çıkan merminin isabet etmesinden sonra yaralandığının anlaşıldığı, durumun polise bildirildiği ve polisin bu aşamadan itibaren olaya ilişkin soruşturmayı bu yönde yürüttüğü, gerek kaçan araç içerisinde bulunan tanıkların beyanlarından, gerek olayın meydana geldiği yolun büyük ölçüde aydınlatılmış geniş bulvarlar olmasından gerekse de kaçan aracın kovalayan polis araçları ile yolda yaya olarak durup durması konusunda işaret yapan polislerin olayanında resmi polis kıyafetlerinin bulunması nedeniyle maktulün kendisini durdurmak isteyen polisleri gördüğü, bu kişilerin görevli polis olduğunu anladığı, sürücü belgesinin olmaması ve alkollü olması nedeniyle polisten kaçtığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. İddia ve Savunmaların Tartışılması: Müdahiller ve müdahiller vekilleri yargılama sırasındaki beyanlarında; ...sanık [O.E.nin] kasten öldürme suçundan cezalandırılmasını talep etmiş iseler de, aşağıda silah kullanma yetkisi ile hukuka uygunluk nedeninin tartışıldığı bölümde açıklandığı üzere; sanık[O.E.A.nın] maktulü öldürme kastı ile değil, polisten kaçan aracı durdurmak amacıyla iki el havaya bir elde kaçan araca doğru ateş ettiği ve maktulün bu şekilde vurulduğu sonucuna varıldığından müdahillerin kasten öldürmeye ilişkin iddiaları yerinde görülmemiştir. ......hastaneye gidilip tomografi çekilineeye kadar kurşun isabetine dair bir bulgu görülmediği anlaşılmış, olayın başlangıçta kaza olarak değerlendirilmesinin olayın akışına uygun olduğu, durumun ateşli silah yaralanması olduğunun görülmesi üzerine tüm birimlerin gerekli soruşturma işlemlerini yaptığı, olayın Cumhuriyet savcısına vaktinde ve uygun şekilde bildirildiği anlaşılmıştır. Olay Yeri İnceleme ekibinde görevli polis memurlan olayın başlangıcına katılmamış, maktulün vurulduğunun anlaşılması üzerine başlatılan soruşturmada maktulün kullandığı araç üzerinde olay yerinde inceleme yapmış, olaya karışan sivil ve polis kişilerin el svap örneklerini almıştır......Sanık [O.E.A.] ve vekilleri yargılama aşamalanndaki beyanlarında; sanık [O.E.nin] kaçan aracın arkasından yere düştüğü sırada aracın lastiklerine doğru bir el ateş ettiğini, bu atış sonucu çıkan kurşunun asfalta ya da başka bir sert cisme çarparak deforme olup dağıldığını ve bundan sonra maktulün başına isabet ettiğini beyan etmiş iseler de; bu savunmaları yerinde görülmemiştir. Zira; Keşifte elde edilen bulgulara ve yer göstermeye göre sanık [O.E.A.nın] yanlarından hızla geçen aracın arkasından ateş etmeden önce iki el havaya ateş ettiği, daha sonra araç kendisi ile [A.nın] arasından geçtikten sonra, keşifteki kendi beyanına ve diğer tanık ve sanıkların beyanlarına göre kaçmakta olan araç kendisinden yaklaşık 750 cm (5 metre) uzaklaştığı sırada, bu mesafeden atılan atış sonucu çıkan kurşunun maktulün kullandığı aracın arka camını kırıp maktulün başının sağ arka kısmından girip deforme olarak maktulün başının ön kısmında durması için atışın düz doğrusal bir seyir izlemesi gerektiği, buna göre sanık [O.E.nin] ayakta, kolu yere paralel bir şekilde iken kaçmakta olan aracın arkasından aracı durdurmak amacıyla bir el ateş ettiği sonucuna varılmış, kurşunun bir yerden sekmediği, sanığın düşerken ya da yere doğru ateş etmediği, sanığın düştüğü sırada tabancasının istemi dışında ateş almasının söz konusu olmadığı kabul edilmiştir. Bununla birlikte sanık [O.E.A.nın] söz konusu atışı kaçmakta olan aracın artık başka türlü durdurulamayacağı konusundaki öngörüsü nedeniyle ve aracı durdurmak için yaptığı, öldürme kastının olmadığı anlaşılmış savunmasının bu kısmına itibar edilmiştir. Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak Polisin Silah Kullanma Yetkisi: a) Hukuka Uygunluk Kavramı ve Konuya İlişkin Kanun Hükümleri; ...Her iki Kanun hükmü birlikte değerlendirildiğinde; dava konusu olayda sanık [O.E.A.nın], silahla ateş etmesi eyleminin 'kanun hükmünü yerine getirme' niteliğinde olup olmadığının, sanığın eylemi eğer bu nitelikte ise sanığın bu fiili işlerken hukuka uygunluk sınırını aşıp aşmadığının tartışılması gereklidir. Konu öncelikle bu kapsamda ele alınarak tartışılmıştır. ...b) Silah Kullanma Yetkisi Konusunda Yargıtay Kararları...c) Silah Kullanma Yetkisi Konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları...Dava konusu somut olay bu kararlar ışığında değerlendirildiğinde; maktul [B.T.nin] öldürülmesinden sonra gerek soruşturma aşamasında ve gerekse de Mahkememizde sürdürülen kovuşturma aşamasında etkin bir soruşturma yürütülmüş, olaya ilişkin tüm tanıklar Mahkeme huzurunda dinlenmiş, olay yeri iki kez yapılan keşif ile incelenmiş, olayın meydana geliş biçimi tüm ayrıntıları ile keşifte tartışılmış, olay anında polislerin aralarındaki haberleşmelerini gösteren telsiz kayıtları getirilip incelenmiş, maddi deliller toplanmış, olayın meydana geliş biçimi kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya konulduktan sonra hukuki tartışma ve değerlendirme yapılmıştır. d) Dava Konusu Olayda Durdurma ve Silah Kullanma Yetkisinin Doğup Doğmadığına İlişkin Değerlendirme: Dava konusu somut olayda; yukarıda açıklandığı şekilde kabul edilen oluşa göre, maktul [B.T.nin] kullanmakta olduğu aracı ile giderken, aracı kullanış biçiminden, aracın yalpalamasından dolayı olay yerinde bulunan ...30 kod no'lu resmi polis otosunda bulunan polislerin şüphesini çektiği, var olan duruma, olayın meydana geldiği yere, saate ve maktulün aracı kullanış biçimine göre bu şüphe halinin 'makul şüphe' kavramı içerisinde olduğu, buna göre ...30 kod no'lu ekibin maktulün kullandığı aracın durdurmak istemesinin 2559 sayılı PVSK nun 4A. maddesine uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Durdurma yetkisi bu şekilde oluşan ...30 kod no'lu ekipte bulunan polislerin... görev tabancalannı çıkardıkları, [A.nın] havaya doğru üç el, [O.E.A.nın] havaya doğru iki el ateş ettiği, sanıkların bu atış ve uyarılarına rağmen maktulün kullandığı araç ile sanıkların arasından geçtiği, sanık [O.nun] bu sırada geriye dönüp kaçan araca doğru aracın arkasından bir el daha ateş ettiği anlaşılmıştır.Bu duruma göre, sanık [O.E.A.] ve olay yerinde bulunan diğer polisler bakımından 5237 sayılı TCK nun maddesinde hükme bağlanan 'trafik güvenliğini tehlikeye sokma' suçunun işlendiği yolunda suç üstü hali oluştuğu, olay öncesinde meydana gelen terör olayları nedeniyle dikkatli davranan polislerin araç içerisinde polisten bu kadar uzun ve ısrarlı sekilde kaçmayı gerektiren bir durumun, bir suçlunun veya suç konusu malzemenin bulunduğu konusunda haklı şüphe uyandıran aracı durması konusunda sesli, ışıklı ikaz işaretleri ile uyardıkları, ...havaya ikaz atışları yaptıkları... giden aracı başka türlü durduramayacakları konusunda kanaat getirip kaçmakta olan aracın arkasından bir el daha ateş ettiği,sanığın ... silah kullanma yetkisini kullandığı, ancak aşağıda açıklandığı üzere bu yetkisinde sınırı aştığı sonuç ve kanaatine varılmış, sanığın eylemi olası kastla veya doğrudan kastla insan öldürmek olarak nitelendirilmemiştir. Silah Kullanma Yetkisinin Aşılması: 5237 sayılı TCK nun maddesinde hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılmasına iliskin düzenleme yer almıştır...Bu açıklamalar ışığında dava konusu somut olay ele alındığında; yukarıda açıklandığı gibi sanık [O.E.A.nın] 5237 sayılı TCK nın 24/1 maddesi kapsamında 'kanun hükmünü yerine getirdiği', bu nedenle ...durdurmak için aracın arkasından silahla ateş etmesinin hukuka uygun olduğu, ancak sanığın hukuka uygun olarak başlayan eylemi sırasında; kaçan aracın hızını, hareketli oluşunu, olayın gecenin geç bir saatinde meydana gelmiş olmasını dikkate almadan, ayakta eli yere paralel olarak ateş ettiği, kaçan aracı durdurmak için daha dikkatli bir şekilde ateş etmesinin gerektiği, bu sekilde ateş ettiğinde tabancasından çıkan kurşunun kaçan aracın lastiklerine değil, araç içerisindeki kişilere isabet edebileceğini öngörmediği, bu konuda gerekli dikkat ve özeni göstermediği, buna göre hukuka uygunluk nedeninde sınırı kast olmaksızın aştığı, gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle eylemi taksirle işlemiş sayılacağı, sanığın olayın gelişim hızına ve biçimine göre araç içerisinde bulunan kişilere mermi isabet edebileceğini de öngörmediği bu nedenle olayda bilinçli taksir halinin söz konusu olmadığı, sanık [O.E.A.nın] hukuka uygunluk nedeninde sınırı taksirle aştığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Hukuki Nitelendirme ve Yaptırımın Tespiti ...\" Temyiz edilen karar, Yargıtay tarafından 15/3/2011 tarihinde onanmıştır.B. Polis Memuru Hakkındaki Disiplin Soruşturması Süreci Disiplin soruşturması sonucunda Polis Memuru O.E.A.nın polisin görevleri kapsamında hareket ettiği ancak gerekli özeni göstermediği zira merminin sekebileceğini düşünmesi gerektiği sonucuna varılmış ve O.E.A.ya on ay süreli kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesine karar verilmiştir. Olaya İlişkin Olarak Yürütülen Tam Yargı Davası SüreciBaşvurucular olay nedeniyle kendilerine tazminat ödenmesi taleplerinin İçişleri Bakanlığı tarafından reddedilmesi üzerine 20/2/2009 tarihinde, İzmir İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmıştır.Başvurucular dava dilekçesinde; olay nedeniyle başvurucu Mehmet Tursun için 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat; başvurucu Berin Tursun için 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat; başvurucu Şelale Babur (Tursun) için 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat; başvurucu Berfin Tursun için 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmişlerdir. İdare Mahkemesi tarafından 4/4/2012 tarihinde ve maddi tazminatın hesaplanmasında dikkate alınması gereken hususlara dair karşıoy nedeniyle oyçokluğuyla verilen kararla -Ağır Ceza Mahkemesinin tespitleri de gözönünde bulundurularak- tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. İdare Mahkemesi tarafından Mehmet Tursun için 256,82 TL, Berin Tursun için ise 872,52 TL olmak üzere toplam 129,34 TL maddi tazminatın ödenmesine, kalan maddi tazminat talebinin reddine; ayrıca Mehmet Tursun için 000 TL manevi tazminat, Berin Tursun için 000 TL manevi tazminat, Şelale Babur (Tursun) için 000 TL manevi tazminat, Berfin Tursun için 000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 000 TL manevi tazminatın ödenmesine, kalan tazminat taleplerinin reddine hükmedilmiştir.Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:\" ...Mahkememizin 04/11/2010 günlü ara kararı ile davacılara yönelik destekten yoksun kalma tazminatı miktarının hesaplanabilmesi amacıyla dosya üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu Mali Müşavir Hesap Bilirkişisi ... tarafından verilen 07/07/2011 günlü raporda özetle...Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna taraflarca yapılan itirazlar yerinde görülmemiş, söz konusu bilirkişi raporunun destekten yoksun kalma tazminatı bakımından baba Mehmet Tursun ile anne Berin Tursun'a yönelik hesaplamalarının kararımıza esas alınabilecek nitelikte olduğu, bunun dışında bilirkişi raporunun davacıların dava dilekçesinde belirttikleri diğer zarar kısımlarına yönelik tespitlerinin bilirkişi incelemesi dışında kaldığı, bu konulara ilişkin değerlendirmenin Mahkememizce resen yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.Bu kapsamda maddi tazminat taleplerine ilişkin Mahkememizce yapılan değerlendirmede;...Manevi tazminat istemine gelince; ...Mahkememizce davacılara yönelik manevi tazminat değerlendirilmesinde ise; olayın niteliği, davacıların duyduğu elem ve ızdırap, idarenin kusur durumu gibi hususlar dikkate alınmak suretiyle takdiren baba Mehmet Tursun için 000,00 TL, anne Berin Tursun için 000,00 TL, kızkardeşler Şelale ve Berfin Tursun'un her biri için 000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalı idarece ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davacıların maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile davacılardan Mehmet Tursun için 256,82 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve Berrin Tursun için 872,52 TL destekten yoksun kalma tazminatı olmak üzere toplam 136,129,34TL'nin idareye başvuru (20/11/2008) tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, geri kalan maddi tazminat istemlerinin ise reddine, davacıların manevi tazminat istemlerinin de kısmen kabulü ile baba Mehmet Tursun için 000,00 TL, anne Berin Tursun için 000,00 TL, kız kardeş Şelale Tursun için 000,00 TL ve diğer kız kardeş Berfin Tursun için 000,00 TL olmak üzere toplam 000,00 TL'nin dava(20/02/2009) tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, geri kalan manevi tazminat istemlerinin ise reddine, aşağıda dökümü yapılan yargılama giderlerinin davada haklılık oranına göre belirlenen 594,00 TL'sinin ve yürürlükte bulunan AvukatlıkAsgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca hükmedilen maddi tazminat kısmı için 617,76 TL, manevi tazminat kısmı için 650,00 TL olmak üzere toplam 267,76 TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacılara verilmesine, geri kalan yargılama giderlerinin davacılar üzerinde bırakılmasına, duruşmada davalı idarenin Hazine Avukatı tarafından temsil edilmiş olması nedeniyle reddedilen maddi tazminat kısmına ilişkin olarak 204,83 TL, reddedilen manevi tazminat kısmına ilişkin olarak (Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10/ maddesi gereğidavacılar lehine kabul edilen kısma ilişkin vekalet ücretini geçmemek koşuluyla) 650,00 TL olmak üzere toplam 854,83 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye verilmesine,...\"Danıştay Dairesi 17/9/2015 tarihinde söz konusu kararı onamıştır. Onama kararı başvuruculara 11/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular 9/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Önündeki Süreç Başvurucular, AİHM'e ilettikleri 23307/10 ve 64591/11 sayılı başvurularda yakınlarının ölümüne neden olan güç kullanımının mutlak gerekli olmadığını, olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmediğini, olay nedeniyle uğradıkları zararın karşılanmadığını, yakınlarının yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM başvurucuların bahse konu iddialarını değerlendirdiği Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye kararında, olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasını ve tam yargı davasını, olayın faili polis memuru hakkında yürütülen disiplin soruşturmasını bir bütün olarak incelemiştir. AİHM, ağır ceza mahkemesi tarafından güç kullanımı sonucu ölüm olayının failinin güç kullanımındaki yasal sınırı taksirle aşması nedeniyle ceza sorumluluğunun tespit edildiğini, ölüme sebebiyet veren atışı yapan polis memurunun taksirle öldürme suçundan mahkûm edildiğini, aynı zamanda iç hukukta yaşam hakkının esas yönünden ihlal edildiğinin kabul edildiğini, olayla ile ilgili olarak vakıaların tespit edilmesini, güce başvurmanın somut olayın koşullarında haklı olup olmadığının belirlenmesini ve sorumluların tespit edilerek gerekirse cezalandırılmalarını sağlayacak nitelikte, etkin bir soruşturma yürütülmediğinin söylenemeyeceğini, polis memurunun mahkûm edilmesinin başvuruculara önemli bir telafi sağladığını, fiilin ağırlığı ve hükmedilen ceza arasında açık bir orantısızlık olmadığını, ayrıca bahse konu polis memurunun disiplin cezasına çarptırıldığını, öte yandan idare mahkemesinin polis memurunun olayda kusuru bulunduğuna karar vermiş olmasının önemli olduğunu, benzer davalarda ödenmesine bizzat karar verdiği meblağlarla uyumlu olması nedeniyle başvurucular lehine idare mahkemesince hükmedilen tazminatın yetersiz olarak nitelendirilemeyeceğini, sonuç olarak başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesinin ihlal edilmesi nedeniyle mağdur oldukları iddiasında bulunamayacaklarını belirterek başvuruyu kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (aynı kararda bkz. §§ 59-65). 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun \"Yargılama giderlerinin kapsamı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti....” 6100 sayılı Kanun’un \"Yargılama giderlerinden sorumluluk\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır. (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2889", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güvenlik güçlerince güç kullanımı sonucu ölüm ve olaydan kaynaklanan zararların yetersiz şekilde tazmin edilmesi nedenleriyle yaşam hakkının; tam yargı davası sonucunda aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; tam yargı davasının makul sürede tamamlanmaması, temyiz incelemesinin ise duruşmasız olarak ve etkili yapılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular terör nedeniyle hısımlarının veya yerleşim yeri sakinlerinin kaçırılması, yaralanması, ölmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvurucular Kadriye Tiryaki, Hikmet Tiryaki, MuhbetAkdaş, Cuma Tiryaki ve Mehmet Tiryaki'nin adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/4618 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/4618 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular terör nedeniyle hısımlarından veya yerleşim yeri sakinlerinden kaçırılan, yaralanan, öldürülenlerin olduğunu beyan ederek bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucuların yaşadığı Sason ilçesinin ilgili köylerinin boşaltılmadığı, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile başvurucuların yaşadığı yerleşim yerlerinin boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığı; 1987-2000 yılları arasında ilgili yerleşim yerlerinde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, köy korucu aileleri dışında köyde yaşamın devam ettiği, 1990-2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, yerleşim yeri halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradıkları zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvuruculara yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile İdare Mahkemesi tarafından Dereköy ve Dörtbölük köylerine ilişkin nüfus, seçim vb. hususlar dikkate alınarak köylerin tamamen boşaltılmadığı sonucuna varılmış ise de jandarma tutanağında Dereköy ile Dörtbölük köyü ve mezralarında ikamet eden vatandaşların terör olayları nedeniyle 1993-1994 yıllarında köy ve mezraları boşaltarak başka yerleşim yerlerine göç ettiklerinin belirtildiği, ayrıca Batman İl Jandarma Komutanlığının yazısına ekli listede Dereköy köyü Şahinli mezrasının ve Dörtbölük köyünün terör olaylarından tamamen etkilendiğinin belirtildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde İdare Mahkemesince yapılacak araştırma ile söz konusu belgeler arasındaki çelişki giderilerek uyuşmazlık konusu dönemde adı geçen mezra ve Dörtbölük köyünde köy korucuları dışında oturan olup olmadığı hususunun araştırılması ve bu hususun tereddüte yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir. Danıştayın bozma kararları üzerine Batman İdare Mahkemesi ekli tablonun H satırında gösterilen tarihlerde başvurucuların ikamet ettiği Şahinli mezrasının bağlı olduğu Dereköy köyü ile Dörtbölük köyünün yerleşik bir nüfusunun olması, köylerde yerel ve genel seçimlerin yapılması ve başvurucular vekilince sunulan tutanaktan daha sonra İlçe Jandarma Komutanlığınca her bir köy ve mezrada yapılan inceleme, resmî kurumlardan alınan bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildikten sonra hazırlanan çizelgede başvurucuların ikamet ettiği yerleşim yerinin tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması, başvuruculara yönelik herhangi bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun I satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiş ve onama kararları başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4618", "Başvuru Konusu":"Başvurular terör nedeniyle hısımlarının veya yerleşim yeri sakinlerinin kaçırılması, yaralanması, ölmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1971 doğumlu olan başvurucu, 1998 yılından itibaren T. Ziraat Bankası A.Ş. (Kurum) bünyesinde çalışmaya başlamış; en son Ömerli Şubesinde şube yöneticisi pozisyonunda görev yapmakta iken 8/8/2016 tarihli Genel Müdürlük makamının onayı ile başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespit edilmesi ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum aleyhine 6/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usulüne uygun yapılmadığını, feshe dayanak somut bir olay yahut olgudan bahsedilmediğini, savunmasının alınmadığını ileri sürmüştür. Davalı Kurum cevap dilekçesinde darbe teşebbüsü akabinde devletin istihbarat, emniyet ve ilgili kurumlarından personeli hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) kapsamında bir aidiyet, iltisak veya irtibat olup olmadığı hususunda bilgi talebinde bulunulduğunu, devletin ilgili kurumlarınca yapılan çalışmalar sonucunda başvurucunun FETÖ/PDY'ye müzahir şahıslardan olduğu ve örgüt mensuplarının kullandığı şifreli mesajlaşma uygulaması ByLock programını kullandığına dair bilgi verildiğinden iş akdinin feshedildiğini belirtmiştir. Yargılama sürecinde başvurucuya ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması amacıyla Mardin İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT), Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) ve Kuruma müzekkereler yazılmıştır. Emniyet cevabi yazıda başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem başlatılmadığını bildirmiş; MİT ise elde edilen istihbari bilgilerin ilgili makamlarla paylaşıldığını, bu kapsamda icracı makamların görüşlerinin esas alınmasının uygun olacağını belirtmiştir. Mahkeme 8/11/2017 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davacı hakkında verilmiş kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmamakla birlikte, iş veren tarafından üzerine düşen bütün araştırmalar yapılmasına rağmen davacının terör örgütü üyesi olduğu yönündeki şüphenin devam ettiği, işverenin duymuş olduğu bu şüphenin taraflar arasındaki güven ilişkisini tamiri mümkün olmayacak şekilde zedelediği, bu sebeble yukarıdaki içtihat ve kanun hükümleri çerçevesinde yapılan feshin geçerli olduğu anlaşıldığından davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.\" Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; hakkında yürütülen bir soruşturma yahut kovuşturma olmadığını, nitekim Emniyetten gelen müzekkere cevabında da bu hususun belirtildiğini, örgüt ile irtibatlı olduğu tespitinin gerçeği yansıtmadığını belirterek davanın kabulü ile işe iadesini talep etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 6/6/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Fesih dayanağını oluşturan Genel Müdürlük 2016 tarihli ve 1749 sayılı yazısında, ekli listede belirtilen personelin Organizasyonel Yapılanma Yönetmeliğinin ve İnsan Kaynakları Yönetmeliğinin maddeleri gereğince feshin gerçekleştiği belirtilmiştir. Yine dosyada sureti mevcut 30/09/2016 tarihli kurum içi yazışmada, devletin ilgili kurumlarınca yapılan çalışmalar sonucunda davacı hakkında devletin istihbarat kurumlarından, PDY/FETÖ örgütüne müzahir şahıslardan olduğu ve şifreli mesajlaşma uygulaması Bylock programının kullanıldığına dair bilgi verildiğine işaret edilmekle... kararda bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün istinaf itirazlarının reddi ile usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşılan ilk derece mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.\" Nihai karar başvurucu vekiline 17/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır.\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:\"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'Morbeyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması...\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28488", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/39411", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçu kapsamında Eskişehir H tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulan başvurucu tarafından başka bir ceza infaz kurumunda bulunan bir hükümlüye bir mektup yollanmak istenmiştir. Mektubun içeriğine bakıldığında; (46) yaprak hâlinde (92) sayfalık A5 boyutlu kâğıda çekilmiş bilgisayar çıktısı olan, Kürtçe olarak, düzyazı ve şiir biçiminde kaleme alınan bir metnin yer aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca aynı mektubun yanında (1) yaprak hâlinde (2) sayfalık, mektubun muhatabı olan kişinin sağlık durumunun merak edildiği, kendisinin ceza infaz kurumunda nasıl vakit geçirdiğine dair el yazısıyla Türkçe olarak yazılmış bir yazının daha bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda aynı mektupta Kürtçe olarak yazılmış yazıdan da başvurucu tarafından \"kitap\" olarak bahsedildiği görülmüştür. Ceza İnfaz Kurumu 25/4/2018 tarihinde Kürtçe metnin Türkçeye çevrilmesini Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir. 22/5/2018 tarihli bilirkişi raporunda, evrakın anlaşılamadığından tercüme edilemeyeceği belirtilmiştir. Bunun üzerine içeriği anlaşılamayan yazılar nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu, mektubun tamamının alıkonulmasına karar vermiştir. Eskişehir İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği), Ceza İnfaz Kurumu tarafından yeniden inceleme yapılması gerektiğini belirterek 20/6/2018 tarihli kararı ile Ceza İnfaz Kurumu kararının iptaline karar verilmiştir. Bu kapsamda ceza infaz kurumunun güvenlik ve asayişini tehlikeye düşüren hususların belirtilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yeniden inceleme sonucu Ceza İnfaz Kurumu, Kürtçe yazıların tercüme edilememesi nedeniyle içeriğinin şifreli haberleşmeye konu olabileceğini belirtmiştir. Bu kapsamda (1) yaprak halinde (2) sayfalık Türkçe yazı da dahil olmak üzere tüm mektubun kurumda muhafazasına dair 12/7/2018 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucunun şikayeti üzerine yapılan incelemede bu sefer İnfaz Hâkimliği bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Gelen bilirkişi raporunda; başvurucunun akademik anlamda Kürtçe kullandığı, yazılan şiirlerde bulunan kelimelerin teknik terimler olduğu, bu nedenle kişiye göre farklı anlamlar taşıyabileceği ifade edilmiştir. Ayrıca her ne kadar okunan şiir ve düz yazılarda kelimeler anlaşılıyor olsa da cümle içerisinde değerlendirme yapıldığında birçok farklı anlam taşıması nedeniyle mektubun sakıncalı olup olmadığı hususunda değerlendirme yapılamadığı, bu nedenle tercüme işleminin gerçekleşemediği ifade edilmiştir. Bilirkişi raporundaki söz konusu görüş ile Ceza İnfaz Kurumunun gerekçesi dikkate alınarak başvurucunun şikayeti İnfaz Hâkimliği tarafından 10/8/2018 tarihinde reddedilmiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiş ve hüküm 3/9/2018 tarihinde kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28411", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/9549", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, yargılandığı ceza davasında yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını, mahkûmiyet hükmünün soruşturma aşamasında polis tarafından düzenlenen rapora dayandırıldığını, lehine olan delillerin toplanmadığını, üzerine atılı suçları işlemediğini, derece mahkemelerinin kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın , ve maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 26/11/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında terör örgütüne üye olmak, terör örgütü propagandası yapmak ve mala zarar vermek suçlarından gözaltına alınmış ve İskenderun Sulh Ceza Mahkemesinin 16/6/2011 tarih ve 2011/93 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250 İle Görevli) 3/8/2011 tarih ve E.2011/474 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma ve mala zarar verme suçlarından kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 29/3/2012 tarih ve E.2011/187, K.2012/35 sayılı kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, terör örgütü propagandası yapma suçlarından hapis cezalarıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/8/2012 tarihli yazısı ile kanunlarda yapılan değişiklikler nedeniyle sanığın (başvurucunun) hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle dosya Mahkemesine iade edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23/1/2007 tarih ve E.2006/143, K.2007/8 sayılı kararı çerçevesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma etkisi gösteren ve mevcut temyiz sürecini sonlandıran iade işlemi üzerine, yeniden yapılan yargılama sonucunda Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2012 tarih ve E.2012/334, K.2012/223 sayılı kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütü adına suç işleme, mala zarar verme suçlarından mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin devamına, terör örgütü propagandası yapma suçundan ise kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“…Sanık Emin Menteş [Başvurucu] savunmasında atılı suçlamayı reddettiği ayrıca psikolojik sıkıntıları olduğundan dolayı ağır ilaçlar kullandığını, eylem yapacak durumda bulunmadığını, çoğunlukla uyku halinde olduğunu beyan ettiği, savunma tanıkları bu beyanı destekler nitelikte sanığın atılı suçları işlemiş olacağına ihtimal vermediklerine dair görüş beyan ettikleri görülmüş, sanığın savunma içeriği çerçevesinde cezai ehliyete dair rapor aldırılmış, alınan rapor içeriği ile sanık Emin'in cezai ehliyetinin tam olduğu belirlenmiş, yapılan yargılama ve toplanan deliller çerçevesinde PKK üst yönetiminin 2011 günü Hatay kırsalında ölü ele geçirilen 7 terörist için misilleme yapılacağına dair açıklamalarda bulunulması, bu açıklamaların terörist cenazelerine sahip çıkılması yönünde devam etmesi, olay günü katılan ait aracın yakılması, bu araca yakın bölgede bulunan el yazısı notun içerik itibariyle örgüt yönetiminin misilleme çağrıları doğrultusunda olup, aynı zamanda terör örgütünün propagandasını içerir nitelikte bulunduğu, alınan rapor kapsamında sanık Emin Menteş'in el ürünü olduğu yönündeki tespit ve evinde yapılan aramada ele geçen belge, doküman ve kitap ve dergilerin niteliğinin birlikte değerlendirilmesinde sanığın terör örgütünün misilleme çağrıları doğrultusunda araç yakma eylemini gerçekleştirdiği, bu suretle terör örgütü adına suç işlediği anlaşıldığından atılı suçlardan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmiş, suçların işleniş biçimi nazara alınarak alt sınırdan ceza uygulaması yapılmıştır.” Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 30/4/2013 tarih ve E.2013/3660, K.2013/6815 sayılı ilâmıyla sanık hakkındaki silahlı terör örgütü adına suç işleme ve mala zarar verme suçlarına ilişkin mahkumiyet hükümleri onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 22/11/2013 tarihinde haberdar olmuştur. Bireysel başvuru, 26/11/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 151 maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi, maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları, maddesinin (6) numaralı fıkrası, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8593", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, yargılandığı ceza davasında yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını, mahkûmiyet hükmünün soruşturma aşamasında polis tarafından düzenlenen rapora dayandırıldığını, lehine olan delillerin toplanmadığını, üzerine atılı suçları işlemediğini, derece mahkemelerinin kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 13. , 36. ve 40. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, haksız bir şekilde dava açılması ve yargılama sonucunda verilen beraat kararının onanmayarak Yargıtay tarafından bozma-düşme kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 11/7/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Öte yandan başvurucu Mehmet Sefa Sirmen (Sirmen) tarafından 15/5/2013 tarihinde yapılan 2013/3211 numaralı ve başvurucu Mehmet Yavuz Arınsoy (Arınsoy) tarafından 17/6/2013 tarihinde yapılan 2013/4084 numaralı bireysel başvurulara ilişkin olarak da Bakanlığın 7/10/2015 tarihli yazılarıyla görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvurucu Kadri Veziroğlu (Veziroğlu) tarafından 15/5/2013 tarihinde yapılan 2013/3210 numaralı başvuruya ilişkin Bakanlık görüşü 23/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/12/2015 tarihinde Başvurucu Veziroğlu’na tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/12/2015 tarihinde ibraz etmiştir. 16/10/2015 tarihinde 2013/3210, 2013/3211 ve 2013/4084 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/3209 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, belirtilen bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına, incelemenin 2013/3209 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinde Görülen Yargılamalar Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 17/7/2001 tarihli iddianamesi ile başvurucu Veziroğlu ve diğer bazı sanıklar hakkında 1995 yılında İzmit Büyükşehir Belediyesine araç, gereç ve malzeme temin edilmesiyle ilgili olarak hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan kamu davası açılmıştır. Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinin 11/4/2004 tarihli ve E.2001/711, K.2004/540 sayılı kararıyla başvurucunun bazı eylemler yönünden mahkûmiyetine, bazı eylemler yönünden ise emniyeti suistimal suçundan beraatine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 3/10/2006 tarihli ve E.2005/11788, K.2006/7716 sayılı ilamı ile atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi hükmünü bozmuştur. Dava, Mahkemenin E.2006/483 sayısına kaydedilmiştir. Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesi 21/3/2007 tarihli ve E.2006/483, K.2007/82 sayılı kararı ile dosyanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/382 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Meclis Araştırma Komisyonunun 18/7/2003 tarihli raporu üzerine “İzmit Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi” kapsamında yapılan İzmit Yuvacık Barajı Projesi’yle ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu Sirmen, milletvekilliği sıfatının sona ermesinin ardından 3/9/2008 tarihinde Savcılığa ifade vermiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında 9/9/2008 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede başvurucu, 1995 yılında işlendiği belirtilen ihaleye fesat karıştırma suçundan sorumlu tutulmuştur. Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinin 26/9/2009 tarihli ve E.2008/327, K.2009/237 sayılı kararıyla dosyanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/147 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.B. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/451 Sayılı Dosyasındaki Yargılama Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2003 tarihli iddianamesi ile İzmit Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi'yle bağlantılı olarak başvurucu Bahaettin Gülgör (Gülgör) ile başvurucular Veziroğlu ve Arınsoy’un da aralarında bulunduğu toplam on sanık hakkında 1995 yılında işlendiği belirtilen devlet alım satımına fesat karıştırma suçundan dava açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/451 sayılı dosyasına kaydedilen davada 27/1/2005 ile 20/4/2006 tarihleri arasında toplam on duruşma yapılmıştır. Mahkeme 20/4/2006 tarihli ve E.2003/451, K.2006/128 sayılı kararıyla başvurucuların üzerilerine atılı suçlardan cezalandırılmalarına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 9/10/2006 tarihli ve E.2006/7923, K.2006/7697 sayılı ilamı ile Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/711 sayılı dosyasının birleştirilmesi hususunun gözletilmemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği ve bir sanıkla ilgili ek iddianameye ihtiyaç olduğu gerekçeleriyle mahkûmiyet hükmünü bozmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde Devam Eden Yargılama Yargıtay Ceza Dairesinin bozma ilamı sonrasında Mahkemenin E.2006/382 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Yargılama esnasında Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinin E.2006/483 sayılı dosyası bu dosya ile birleştirilmiş ve Mahkeme üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor almıştır. Bilirkişiler; kanuna aykırı ve usulsüz herhangi bir işlemin bulunmadığı, inşaat ve hizmetlerin kabulüne ilişkin işlemlerde usule ve uygulamalara aykırı davranılmadığı yönünde görüş bildirmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 14/6/2007 tarihli ve E.2006/382, K.2007/162 sayılı kararı ile başvurucular Gülgör, Veziroğlu ve Arınsoy’un unsurları oluşmayan ihaleye fesat karıştırma suçundan; hukuki ihtilaf niteliğinde görüldüğünden dolayı da başvurucu Veziroğlu’nun emniyeti suistimal suçundan beraatına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 12/2/2009 tarihli ve E.2008/814, K.2009/1568 sayılı ilamı ile ek iddianame düzenlettirilmeden karar verildiği, raporu hazırlayan kişilerin bilirkişi listesinde yer almamasına rağmen bu kişilerin seçilme gerekçesinin kararda belirtilmediği ve uyuşmazlık konusu hususlara ilişkin yeterli açıklamalara raporda yer verilmediği gerekçeleriyle tekrar bozma kararı vermiştir. Bozma sonrasında E.2009/147 numarasını alan dosyada, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi üç kişilik farklı bir bilirkişi heyetine yeni bir rapor hazırlatmıştır. Mahkeme raporu yeterli görmediğinden aynı heyet tarafından mahallinde de inceleme yapılmak suretiyle tekrar rapor hazırlanmıştır. Bilirkişiler, mevzuata aykırı ya da ilke ve teamüllere uygun düşmeyen bir husus tespit edemediklerini belirtmişlerdir. Mahkeme 19/10/2010 tarihli ve E.2009/147, K.2010/297 sayılı kararı ile atılı suçların sübut bulmaması veya unsurlarının oluşmaması nedeniyle başvurucuların beraatına karar vermiştir. Yargıtay Dairesi 21/1/2013 tarihli ve E.2012/4651, K.2013/487 sayılı ilamı ile başvurucuların eylemlerinin görevi kötüye kullanma ve buna iştirak etme sonucunu oluşturmasına rağmen zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kararın bozularak düşürülmesine karar vermiştir. Başvurucu Veziroğlu’na atılı hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçu için öngörülen zamanaşımı süresinin de dolduğu bildirilmiştir. Nihai karar, başvurucular Gülgör, Veziroğlu ve Sirmen'in vekillerine 17/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu Arınsoy'un vekili ise kararı 21/5/2013 tarihinde elden tebellüğ etmiştir. Dosyada başvurucu Arınsoy’un daha erken bir tarihte karardan haberdar olduğunu gösteren herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. Başvurucular Gülgör, Veziroğlu ve Sirmen 15/5/2013; başvurucu Arınsoy 17/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3209", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız bir şekilde dava açılması ve yargılama sonucunda verilen beraat kararının onanmayarak Yargıtay tarafından bozma-düşme kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Van'da meydana gelen depremde taşınmazının ağır hasara uğraması nedeniyle yıkılmasından bahisle uğradığı zararın tazmini talebiyle 15/2/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 19/12/2019 tarihinde tamamlanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17510", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, dinî inanç gereği başörtüsü kullanılması nedeniyle devlet memurluğundan çıkarılmanın din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1967 doğumlu olan başvurucu, çalışma hayatına 1984 yılında başlamıştır.A. Başvurucuya Yönelik Disiplin Cezaları Başvurucuya Maliye Bakanlığı Ankara Defterdarlığında memur olarak görev yaptığı dönemde, başörtüsü kullandığı gerekçesiyle; i. 26/7/1993 tarihinde uyarma, ii. 8/9/1993 tarihinde kınama,iii. 23/5/1998 tarihinde uyarma, iv. 8/5/2000 tarihinde uyarma, v. 28/8/2000 tarihinde kınama,vi. 4/11/2002 tarihinde uyarma disiplin cezaları ile 1998 ve 2000 yıllarında olumsuz sicil notu verilmiştir. Başvurucunun başörtüsü kullanmaya devam etmesi üzerine Maliye Bakanlığınca (İdare) 21/6/2001 tarihinde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (a) alt bendinde yer alan \"İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükün ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak\" şeklindeki fiili işlediği gerekçesiyle devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu cezaya karşı açılan davada anılan ceza, başvurucunun sözlü savunmasının alınmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. İlk derece mahkemesinin iptal kararına karşı İdarenin yaptığı temyiz başvurusu Danıştay tarafından kabul edilmiş, bozma kararından sonra ilk derece mahkemesi bozmaya uymuş ve davayı reddetmiştir. Başvurucunun davanın reddi kararına yaptığı temyiz ve karar düzeltme başvuruları da reddedilmiştir. İlk derece mahkemesinin bahsi geçen iptal kararından sonra yukarıda belirtilen yargısal süreç devam ederken mahkemenin iptal kararında gösterilen usul eksikliklikleri giderilerek 5/9/2002 tarihinde başvurucuya tekrar devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmiştir. Anılan işlemin gerekçesi şu şekilde belirlenmiştir:\"Vergi Dairesi Müdürlüğü Yoklama Memuru ..’in; Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmeliğin 5/a maddesinde, bu Yönetmelik kapsamında yer alan kurumlarda çalışan bayan memurların '... görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış ...' olacağı hükmüne aykırı davranışlarda bulunması nedeniyle uyarma ve kınama cezası ile cezalandırılmasına rağmen aynı davranışları sürdürdüğü anlaşılmıştır.Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, ...’in; görev mahallinde başını açmamasının mevzuatı bilmemesinden değil benimsememesinden kaynaklandığı, türbanını çıkarmamakta ısrarlı olduğu kanaatine varılmıştır......İlgilinin geçmiş yıllara ait sicillerinin Kurulumuzca incelenmesinden; 1997 ve 1999 yılı sicil notunun orta, 1998 yılı sicil notunun da olumsuz olduğu anlaşılmış olup; 657 sayılı Kanunun 125/ maddesinde yer alan koşulun oluşmaması nedeniyle ilgili lehine değerlendirilememiştir.Bu nedenle; Ankara Defterdarlığı Ulusite Vergi Dairesi Müdürlüğü Yoklama Memuru ...’in işlemiş olduğu fiil nedeniyle, 657 sayılı Kanunun 125/E-a maddesi uyarınca 'devlet memurluğundan çıkarma' cezası ile cezalandırılmasına ... karar verilmiştir.\" Bu cezaya karşı açılan davada Ankara İdare Mahkemesi ceza işlemini aşağıdaki gerekçelerle hukuka uygun bulmuş ve davayı reddetmiştir: “25/10/1982 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 'Kamu Kurum ve kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik'in 'Amaç, Kapsam ve Deyimler' başlıklı maddesinde; 'Bu Yönetmelik, kamu personelinin Atatürk devrim ve ilkelerine uygun, uygar, aşırılığa kaçmayacak şekilde sade bir kılık ve kıyafette olmalarını, kılık ve kıyafette birlik ve bütünlük içinde bulunmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.' denilmektedir. Yönetmeliğin Ana İlkeler başlıklı maddesi ise; 'Kurum ve kuruluşlarda görevli memur, sözleşmeli personel ile hizmetler ve işçilerin giyimlerinde sadelik temizlik ve hizmete uygunluk esastır.' hükmü getirilmiştir. Yine Yönetmeliğin maddesi (a) bendinde; kadın personelin kılık ve kıyafette uyacakları hususlar belirtilmiştir. Buna göre \"'...görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya.... denilmektedir.' maddede ise; 'Bu yönetmeliğe aykırı hareket edenlere 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun disiplin cezalarına ilişkin hükümleri uygulanır.' hükmü getirilmiştir.Dosyanın incelenmesinden; davacının, ... Maliye Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 2002 günlü ... kararıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/E-(a). maddesi uyarınca Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırıldığı ve bu işlemin iptali istemiyle dava açtığı anlaşılmıştır....Bu durumda, dava dosyasına ibraz edilen soruşturma raporu ile tüm bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda, davacının üzerine atılı disiplin suçunu işlediği sonucuna varıldığından ... eylemine uyan 657 sayılı Yasa'nın 125/E-(a). maddesi uyarınca Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemde mevzuata aykınlık bulunmamıştır.Davacının ileri sürdüğü diğer iddialar ise, anılan işlemi kusurlandıracak nitelikte görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle davanın REDDİNE,... karar verildi.\" Temyiz üzerine anılan karar Danıştay Dairesinin 11/4/2006 tarihli veE. 2003/5513, K. 2006/1348 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu, onama kararına karşı karar düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Başvurucunun karar düzeltme başvurusu Danıştay tarafından 28/5/2008 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle reddedilmiştir:\"... 5525 sayılı ... Yasa uyarınca davaya devam edilmesi talebinde bulunulmuş ise de; davacıya isnat olunan eylem niteliği itibariyle 5525 sayılı Yasa kapsamında olmadığından davacının istemi uygun görülmemiş ve anılan Yasa gereği işin esası görüşülmüştür... Düzeltilmesi istenen karar kanun ve usule uygun olup, düzeltmeyi gerektiren bir sebep de bulunmadığından düzeltme isteminin reddine ... karar verildi.\" Başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu inceleme aşamasındayken Danıştayın karar düzeltmeye ilişkin ret kararında atıf yaptığı 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun4/7/2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun'un disiplin affının kapsamını ve disiplin cezalarına karşı açılan davaları düzenleyen ve maddeleri şöyledir:\"Disiplin affının kapsamı MADDE 1 - Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit veya nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar veya istimal ve istihlâk kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçları sebebiyle görevleriyle sürekli olarak ilişik kesilmesi sonucunu doğuran disiplin cezaları ile 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 68 inci maddesinin ikinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerine göre verilmiş yer değiştirme cezaları ve 69 uncu maddesine göre verilmiş meslekten çıkarma cezaları ile emniyet hizmetleri sınıfına dahil personel ile çarşı ve mahalle bekçileri hakkında verilen meslekten çıkarma cezaları hariç olmak üzere; kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında 23/4/1999 tarihinden 14/2/2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile affedilmiştir. 23/4/1999 tarihinden 14/2/2005 tarihine kadar işlenen ve af kapsamına giren disiplin cezalarının verilmesini gerektiren fiillerden dolayı, ilgililer hakkında disiplin soruşturma ve kovuşturması yapılmaz; devam etmekte olan disiplin soruşturma ve kovuşturmaları işlemden kaldırılır; kesinleşmiş olan disiplin cezaları uygulanmaz. Disiplin cezaları affedilenlerin sicil dosyalarındaki bu disiplin cezalarına dair kayıtlar, ilgililerin müracaatı aranmaksızın hükümsüz kalır ve dosyalarından çıkarılır. Disiplin cezalarının affı ilgililere geçmiş süreler için özlük hakları ve parasal yönden herhangi bir talep hakkı vermez. Disiplin cezalarına karşı açılan davalar MADDE 2 - Bu Kanun kapsamına giren ve 23/4/1999 tarihinden 14/2/2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş olan disiplin cezalarına karşı bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce idarî yargı mercilerine başvurmuş olanlardan, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine müracaat etmek suretiyle davaya devam etmek istediklerini bildirmeyenlerin davaları hakkında, görülmekte olan davalarda davayı gören mahkemece, karar temyiz edilmiş ise Danıştayca, karar verilmesine yer olmadığına ve tarafların yaptıkları masrafların üzerlerinde bırakılmasına karar verilir, vekâlet ücretine hükmedilmez. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde davaya devam etmek istediklerini bildirenlerin davalarının görülmesine devam olunur. Ancak, davanın davacının aleyhine sonuçlanması halinde bu Kanunla getirilen af hükümleri uygulanır.\" B. Başvurucunun 5525 sayılı Kanun Hükümlerinden Yararlanma Talebinin Reddi Başvurucu, yukarıdaki davadan ayrı olarak 5525 sayılı Kanun'dan faydalandırılarak görevine tekrar atanma istemiyle 31/7/2006 tarihinde Maliye Bakanlığına başvurmuştur. Başvurucunun görevine yeniden atanması yönündeki talebi Maliye Bakanlığınca \"açıktan personel alımı yapılmadığı\" gerekçesiyle 8/9/2006 tarihinde reddedilmiştir. Anılan ret işlemine ve bu işlemin dayanağı olan 19/7/2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2006/1 sayılı \"Disiplin Cezalarının Affı\" konulu Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı Genelgesi'ne karşı başvurucu tarafından açılan dava Danıştay Dairesinin 21/4/2010 tarihli veE. 2007/5348, K. 2010/2207 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:\"...Davacının iddiaları dava konusu Genelgenin 3/b maddesinin paragrafına ilişkin olduğundan iptali istenilen düzenlemenin sadece bu maddeye ilişkin olduğu kabul edilerek uyuşmazlık bu madde ile sınırlı olarak incelenmiştir....2006/1 sayılı ...Genelgesinin 3/b maddesinin paragrafında; \"657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125 inci maddesinin (E) bendinde sayılan fiil ve hallerden dolayı veya tüzük ve yönetmelikleri gereği görevlerine son verilen personelin işledikleri fiil ve hallerin 5525 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde sayılan suçlardan olmaması durumunda yeniden göreve alınmalarına mani hal ortadan kaldırılmış olmakla birlikte, Devlet memurluğundan ya da meslekten çıkarılanlar ile sözleşmesi feshedilenlerin herhangi bir kuruma müracaatları halinde, yeniden göreve alınmaları; durumlarına uygun boş kadro veya pozisyon olması, hizmetlerine ihtiyaç duyulması ve bu kadro ve pozisyonlara ait nitelikleri taşımaları kaydıyla, İlgili mevzuat ve açıktan atama prosedürü çerçevesinde kamu kurum ve kuruluşlarının takdirinde bulunmaktadır.\" düzenlemesi yer almıştır.5525 sayılı ... Yasa ile; meslekten çıkarılmasına neden olan fiili nedeniyle almış olduğu disiplin cezası, 5525 sayılı Yasa kapsamında bulunan kişilerin memuriyetle doğrudan irtibatlarının kurulduğundan ve idarenin de bu durumdaki kişileri göreve başlatma konusunda mutlak bir zorunluluk içinde bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, davacıyı doğrudan göreve başlatma hususunda bağlı yetki içinde bulunmayan idarenin, davacının göreve iade istemini açıktan atama koşulları içinde değerlendireceği ve personel ihtiyacı, kadro durumu, hizmet gereklerini gözönünde tutarak bir karar vereceği açık olup, bu duruma göre, Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığının Genelgesinin 3/b maddesinin dava konusu paragrafı hükmünde hukuka aykırılık görülmemiştir.Davacının 5525 sayılı Yasadan faydalanarak görevine yeniden atanma talebinin reddine dair, Maliye Bakanlığının ... işlemine gelince;...Yukarıda yer verilen gerekçe ile hukuka uygun bulunan 2006/1 sayılı Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı Genelgesinin 3/b maddesinin dava konusu paragrafı hükmü uyarınca, davacının Devlet memurluğuna geri dönme istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde de hukukî isabetsizlik görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, yasal dayanaktan yoksun davanın reddine ... karar verildi.\" Anılan karara karşı başvurucunun temyiz başvurusu 12/11/2012 tarihinde, karar düzeltme başvurusu ise 24/11/2014 tarihinde yukarıda yer verilen gerekçeler benimsenerek reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusunun reddine dair karar başvurucuya 14/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru yaptıktan sonra verdiği 23/5/2018 tarihli dilekçesinde 5525 sayılı Kanun'dan yararlanarak 1/12/2008 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında göreve başladığını, bu Bakanlıkta çok ciddi gayret sarf ederek hiç alışık olmadığı işleri öğrenmek zorunda kaldığını, burada çalıştığı dönemde Maliye Bakanlığı personeline kıyasla daha düşük bir maaş aldığını ve 16/2/2016 tarihinde emekli olduğunu belirtmiştir. Türkiye'de Devlet Memurlarına Yönelik Başörtüsü Yasağının Tarihsel Süreci Cumhuriyet tarihinde kadın devlet memurlarının başörtüsü kullanımının yasaklanması konusunda hüküm içeren ilk düzenlemenin2/9/1925 tarihli ve 2413 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen Bilumum Devlet Memurlarının Kıyafetleri Hakkında Kararname olduğu görülmektedir. Anılan Kararname'nin ilk hâli şöyledir:\"1- Ordu ve donanma mensuplarıyla ilmiye sınıfına mensup olanlardan ve hükkam gibi kıyafetleri devletçe sureti mahsusade tayin edilmiş bulunanlardan maada bilumum devlet memurlarının kıyafetleri, dünya yüzündeki medeni milletlerin müşterek ve umumi kıyafetlerinin aynıdır. Yani gündüz ve gecenin muhtelif vaziyetlerine ve resmi merasime göre giyilmek üzere muhtelif elbiseler ve şapkalardır.2- Binalar dahilinde başı açık bulunmak kaidedir. Selam teatisi baş işareti ile olur.3- Binalar haricinde selam teatisi şapka ile olur.4- Alelumum halk ordu ve donanma ile ilmiye sınıfına mensup ve hükkam için olduğu gibi kanunu mahsus ile tayin edilmiş elbiseleri giyemezler, fakat devlet memurlarının kıyafetleri bilumum sınıf ve halk tarafından aynen veya hali mesailerine mutabık kabul olunabilir.\"8/10/2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararıylayukarıdaki (2) numaralı bendin \"Binalar dahilinde başı açık bulunmak kaidedir\" şeklindeki birinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. Yukarıdaki düzenlemeye ilave olarak 1981 yılında okullarda görev yapan devlet memurlarının başörtüsü kullanması bakımından özel bir düzenleme yapılmıştır. Bu çerçevede; anılan Kararname'ye, 3/12/1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun'un maddesine ve bu maddeye göre çıkarılan 3/2/1935 tarihli ve 2/1958 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemiyeceğine Dair Kanunun Tatbik Suretini Gösterir Nizamname'ye dayanılarak 7/12/1981 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik çıkarılmıştır. 27/11/2012 tarihinde yürürlükten kaldırılan bu Yönetmelik'in maddesinin ilk hâlindeki düzenlemeye göre okullarda görevli kadın yönetici, öğretmen, eğitime yardımcı görevliler ve memurlarınbaşlarının açık olması ve kurum içinde başlarını örtmemeleri gerekmektedir. Bu Yönetmelik'te 26/11/1982 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla yapılan değişiklikle okullarda görevli kadın yönetici, öğretmen, eğitime yardımcı görevliler ve memurların kılık ve kıyafetlerinde 25/10/1982 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik esaslarına uyacakları belirtilmiştir. Ancak yukarıda yer verilen farklı düzenlemelere karşın 1980'li yıllardan yakın tarihlere kadar devlet memurlarına yönelik başörtüsü yasağında dayanak alınan asli düzenlemelerin;i. 657 sayılı Kanun'a -12/5/1982 tarihli ve 2670 sayılı Kanun'la- eklenen ek madde veii. 25/10/1982 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi olduğu görülmektedir. 657 sayılı Kanun'un ek maddesinegöre devlet memurları; kanun, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak zorundadır. Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre ise Yönetmelik kapsamına giren kadın personelin görev mahallinde başı daima açık olacaktır. Yönetmelik; genel ve katma bütçeli kurumlar, mahallî idareler, döner sermayeli kuruluşlar ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunların iştirakleri ve müesseselerinde çalışan her sınıf ve derecedeki memurlar, sözleşmeli ve geçici görevle çalışan personel ile işçileri kapsama almaktadır. Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde 3/1/2002 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik'le değişiklik yapılmış olmakla birlikte kadın personelin görev mahallinde başının daima açık olacağına ilişkin düzenlemede bir değişiklik yapılmamıştır. Yönetmelik'te yer verilen, kadınların başının görev yerinde daima açık olacağına dair hükme uymamanın yaptırımı 657 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri çerçevesinde -duruma göre değişen- disiplin cezaları olarak belirlenmiştir. Mevzuatta bu şekilde düzenlemelere yer verilmiş olmakla birlikte kamuoyunda \"28 Şubat süreci\" olarak bilinen süreçten önce devlet memurlarına yönelik olarak -istisnai sayılabilecek sınırlı durumlar dışında- başörtüsü yasağının uygulanmadığı görülmektedir. Anılan süreçle birlikte başörtüsü yasağı devlet memurları bakımından uygulanmaya başlanmış ve yasağa uymayan memurlar duruma göre uyarmadan başlayıp -başvuru konusu olayda olduğu gibi- devlet memurluğundan çıkarmaya kadar varan disiplin cezalarına muhatap olmuşlardır. Başörtüsü yasağı zaman içinde genişletilmiş, bazı devlet memurlarının çalışma saatleri ve yerleri dışında da başlarının açık olması istenmiştir. Nitekim öğretmenlerle ilgili bir davayı değerlendiren Danıştay, öğretmenlerin okula geliş ve gidişleri sırasında da olsa ilgili yasal düzenlemelerde belirtilen kılık kıyafet hükümlerine uymak zorunda olduğuna karar vermiştir (Danıştay İkinci Dairesinin 26/10/2005 tarihli ve E.2004/4051, K.2005/3366 sayılı kararı). 8/10/2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik'le, Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin birinci paragrafında yer alan “Kadınlar;” ibaresinden sonra gelen \"Elbise, pantolon, etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur.\" şeklindeki birinci cümle yürürlükten kaldırılmıştır. Hâlihazırda kadın devlet memurları için başörtüsü kullanmak serbesttir. A. Ulusal Hukuk Kanun 657 sayılı Kanun'un \"Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları -olay tarihinde yürürlükte olduğu şekliyle- şöyledir:\"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:A-Uyarma : Memura, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...g) Belirlenen kılık ve kıyafet hükümlerine aykırı davranmak,...B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir....E - Devlet memurluğundan çıkarma : Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır.Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a) İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükün ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak...Disiplin cezası verilmesine sebep olmuş bir fiil veya halin cezaların sicilden silinmesine ilişkin süre içinde tekerrüründe bir derece ağır ceza uygulanır...\" 657 sayılı Kanun'un \"Kıyafet mecburiyeti\" kenar başlıklı ek maddesi için bkz. § 5525 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri için bkz. § Yönetmelik Yönetmelik'in ve maddelerinin ilgili kısımları için bkz. § B. Uluslararası Hukuk Din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için bkz. Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, §§ 51- ", "Haklar":"Din ve vicdan özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8491", "Başvuru Konusu":"Başvuru, dinî inanç gereği başörtüsü kullanılması nedeniyle devlet memurluğundan çıkarılmanın din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında bir gazeteci hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan on iki şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 4/8/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun Hâkimlikteki ifadesi şöyledir:\"... Atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Ben 2003 yılında gazetede çalışmaya başladım. 1997- I999 yılları arasında Aksiyon dergisinde çalıştım. 2003-2016 yılları arasında Zaman gazetesinde görsel yönetmen olarak çalışmaktaydım. Mahkeme kararı ile kayyum atanmasından kısa bir süre önce gazete yönetimi tarafından işime son verildi ve tazminatım ödenmiş tazminatımın ödendiği ve işten çıkanldığımdan sonradan haberim oldu. Kayyum atanmadan 1 gün önce beni tekrar işe almışlardır. Zaman gazetesi ve Aksiyon dergisinin sahipleri künyede yazılı kişilerdir. Ben en son Ali Akbulut'un gazetenin sahibi olduğunu biliyorum. Derginin sahibini bilmiyorum. Fethullah Gülen'i tanıyorum. Gazete ve dergi üzerinde herhangi bir etkisi olduğuna şahit olmadım. Gazete ve derginin yayın politikasını yayın toplantılarında ilgili kişiler olan yayın yönetmeni ve yardımcıları kararlaştırmaktadır. Fethullah Gülen hakkında aleyhe bir yazı yayınlanıp yayınlanmadığını bilmiyorum. Fethullah Gülen'in ne yapmaya çalıştığı konusunda bir fikrim yoktur. Ben sadece gazetenin dizayn işi ile uğraşmaktayım. Bu konuda ekibi eğitip yönetimini yapıyordum. Orada bulunduğum süre içerisinde gazetecilik faaliyeti dışında herhangi bir işte bulunmadım. Eğer bir terör faaliyeti görseydim o kurumda asla bulunmazdım. Gazetenin yayın politikası genellikle Türkiye'de olumlu yapılan işlerin desteklenmesi yönündeydi. 2013 yılında yolsuzluk soruşturması yapıldıktan sonra yayın politikası buna göre şekillendi. Çalıştığım gazete gerçeklerin ortaya çıkması konusunda bir yayın politikası gütmüştür. Dindar bir kişi olduğum için bir kere sohbetine gitmiştim. 3 yıl süre ile Amerika'da kaldığım dönemde Fethullah Gülen'in sohbetine katılmıştım. Darbe girişiminin Fethullah Gülen tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği konusunda kesin bir kanaatim yoktur. Eğer onun talimatı ile gerçekleştirilmiş ise kendimi aldatılmış hissederim. Darbe girişimi Fethullah Gülen tarafından gerçekleştirilmiş ise onu da lanetliyorum. Suçsuz olduğum için diğer gazete çalışanları gibi herhangi bir yere kaçmadım...\" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 4/8/2016 tarihinde, başvurucununsilahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili bölümü şöyledir: \"Şüphelinin ... FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın ayağı olarak adlandınlan yapılanması içerisinde yer alan anılan gazete, dergi ve ajanslarda görev yaparak ve sözkonusu yayınların dağıtımını sağlayarak örgüte bağlılık ve sadakat ilkesi çerçevesinde görevlerini ifa ettikleri ve kamuoyunda 17/25 Aralık soruşturma dosyaları olarak bilinen silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme suçuna iştirak eden emniyet görevlilerini, yargı mensuplarını haberleştirerek örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyetleri yürüttükleri, bir kısım şüphelilerin örgüte ait şirketlere el konulmasını önlemek amacıyla devir işlemleri yaptığı ve mal kaçırma girişiminde bulundukları, ... terör örgütünün yayın organı olan veya yayın organı haline dönüşen bilahere 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan gazete, dergi ve ajans çalışanı olan şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyeleri oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu; suçun kanunda öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'kanun gereğince' var sayılan (suçlardan olduğu), soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak ... tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Başvurucu 12/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 2/9/2016 tarihinde \"soruşturma aşamasında ele geçirilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; mevcut olan bu delillerin şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, suçun 5271 Sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüpheli hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin ... kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu\" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 22/9/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında on altı şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin yapısına, kamuoyunca bilinen isimleriyle 17-25 Aralık, MİT Tırları, Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu, Tahşiye, Kozmik Oda ve Balyoz gibi soruşturmalarda veya bu soruşturmalar sonucunda açılan davalarda, anılan örgütün yargı ve emniyet içindeki unsurlarını kendi amaçları doğrultusunda nasıl kullandığına ve Hükûmeti devirmeye yönelik eylemlerine değinilmiştir. Devamında ise FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu ve darbe girişimine iştirak ettikleri değerlendirilen Zaman, Today's Zaman, Taraf, Samanyolu TV, Can Ezincan TV gibi örgütün medya yapılanmasına dâhil olduğu belirtilen unsurlara yer verilmiştir. Başvurucuyla ilgili suçlamalara esas alınan iddianamedeki olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY terör örgütünün 15/7/2016 tarihli darbe girişimi sürecine kadar basın-medya yapılanmasındaki eylemlerinin tespitine yönelik yürütülen soruşturma kapsamında bu örgüte ait Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde faaliyet yürüten Zaman gazetesi, Cihan Haber Ajansı ve Reklamcılık A.Ş., Cihan Medya Dağıtım A.Ş., Dünya Dağıtım A.Ş., Irmak Radyo ve Televizyon Hizmetleri A.Ş. ve Fia Prodüksiyon Radyo TV Reklam Organizasyon İletişim San. Tic. Ltd. Şti.ne 4/3/2016 tarihinde Sulh Ceza Hâkimliğince kayyum atandığı, kayyum atanan bu şirketlerin terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in talimatları doğrultusunda yayın yapan kuruluşlar olduğunun açığa çıktığı, başvurucunun da bu örgütün mensubu olarak terör örgütünün yayın ve propaganda faaliyetlerine iştirak eden ve örgütsel amaç birlikteliği doğrultusunda hareket edenlerden birisi olduğu ileri sürülmüştür.ii. Başvurucunun Feza Gazetecilik Anonim Şirketine ait ticari sicil bilgilerine ve 8/9/2015 tarihli Zaman gazetesi künyesine göre adı geçen gazetenin görsel yönetmen-grafik tasarım sorumlusu olarak görev yaptığı tespit edilmiştir.iii. Başvurucunun FETÖ/PDY terör örgütünün iş kanadının sendikası olduğu bilinen ve bu kapsamda 23/7/2016 tarihli 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Pak Medya İş Sendikasına üye olduğu ileri sürülmüştür.iv. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin finans kuruluşu olduğu belirtilen Bank Asyada hesap harkeketlerinin örgüte destek mahiyetinde olduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda;- FETÖ/PDY'nin amacını gerçekleştirmek amacıyla mali kaynağa ihtiyaç duyduğu, bunun himmet, bağış vb. adlarla halktan veya örgüt mensuplarından toplanan paralarla temin edildiği, bununla birlikte örgütün suçtan elde ettiği gelirleri aklama yöntemiyle Banka Asyanın araç olarak kullanıldığı, bankanın örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından yönetildiği husususun Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) raporları ile tespit edildiği, elindeki mali gücünü ve kendisini bu güce ulaştıran kaynakları kaybetmek istemeyen örgütün anılan Bankanın desteklenmesi yolunda çağrılar yaptığı, bu amaçla Fetullah Gülen'in internet ortamında yayımlanan bir konuşmasında Bankanın likitide durumunun artırılması için örgüt üyelerinin ve bu kişilerin çevresindeki şahısların Bankaya yönlendirilmesi konusunda açık bir talimat verdiği, bu talimata istinaden örgütün yayın organları vasıtasıyla şahısların Bankaya yönlendirilmesi konusunda açıkça propagandaların yapıldığı, özellikle 2013 yılı Aralık ayından itibaren 2014 yılı da dâhil olmak üzere Banka üzerinden olağan bankacılık faaliyetleri ile bağdaşmayacak nitelikte para yatırma, hesap açtırma, bireysel emeklilik başvurusu, katılım hesabı açma, kredi kartı kullanımı gibi bankacılık işlemlerinde artışların meydana geldiği, bu durumun örgüt liderinin çağrısına istinaden örgüt üyeleri tarafından mali destek sağlamak amacıyla yapıldığı ve bu şekilde örgüte fon sağlandığı belirtilmiştir.- Başvurucunun Bank Asyada hesabının olduğu, bu hesabında 31/12/2013 ila 24/12/2014 tarihleri arasında 363,97 TL'lik artış olduğu, eşi F.Y.nin de bu tarihler arasında hesabında 478,84 TL'lik artış olduğu belirtilmiştir.- Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 3/2/2015 tarihinde FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen Bank Asyanın yönetimine el koymuş, BDDK ise anılan Bankayı 29/5/2015 tarihinde TMSF'ye devretmiştir. Yine FETÖ/PDY ile bağlantıları olduğu belirtilen çok sayıda ticari kuruluşa da kayyum atanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35). İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü şöyledir:\"Örgütsel amaçlar doğrultusunda öncesinden bildikleri darbe girişimine, maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eyleminegirişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan 'cebir' teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak, medya etki gücünü kullanarak toplumun darbe girişimine karşı koymamasını telkin etmek veya hücre tipi örgütlenme modeline göre teşkilatlanan Silahlı Kuvvetler içerisindeki hücrelerin bir kısmının katıldığı darbe girişimine ilişkin talimat iletmek suretiyle iştirak ettikleri, asli fail oldukları ... darbe girişimi tarihinden önce haklarında 'silahlı terör örgütü yöneticisi olma' suçundan açılan iddianame ve iddianamelerdeki eylem tarihlerinden sonra faaliyetlerine devam ettikleri, ayrıca ... her birinin kendi bölümünde anlatılan başka soruturmalara konu eylemlerinin çeşitliliği ve yoğunluğu nazara alınıp iş bu iddianamemize konu eylemleriyle birlikte değerlendirildiğinde eylemlerin kalkışma suçlarıyla amaçlanan zarar tehlikesini yaratmaya elverişli olduğu, tüm şüphelilerin eylemlerinin ise terör örgütünün faaliyeti kapsamında aynı amaca yönelik olduğu için deliller ile eylemlerinin hukuki vasıflandırılmasının birlikte değerlendirilebilmesini teminen aynı iddianameye konu edildiği anlaşılmakla;...... Üzerlerine atılı kalkışma suçları niteliğindeki Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütünün üyesi olmaları nedeniyle silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediklerinin kabulüyle ... cezalandırılmalarına ...\" Cumhuriyet savcısı 11/12/2017 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık mütalaasında, iddianamede olduğu üzere (bkz. § 18) FETÖ/PDY hakkında genel bazı açıklamalara yer verilmiş; başvurucunun da aralarında bulunduğu her bir sanık hakkında ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır. Başvurucuyla ilgili değerlendirmeler genel olarak iddianamede belirtilen olgularla aynı mahiyette olup bunlara ek olarak Zaman TV isimli Youtube kanalında Zaman Gazetesi reklam filmi- Sükutun Çığlığı-Ekim 2015 ismiyle 5/10/2015 tarihinde bir dakika süreli olarak yayımlanan kayda değinilmiştir. Mütalaada;Zaman gazetesinin 2015 yılı güz dönemine ait kısa reklam filminin açıklama kısmında \"Zaman Gazetesi'nin güz dönemi yeni abone kampanyası başladı. Ulusal kanalların yanı sıra internet sitelerinde bu andan itibaren yayınlanmaya başlayan yeni reklam filminde tek bir kelime bile kullanılmıyor.\" açıklamasının yazılı olduğu, yirmi saniye süreli reklam filmde olağanüstü durumlarda ve tehdit durumlarında uyarı amaçlı çalınan siren sesleri eşliğinde boş görünümlü binaların, insansız sokakların olduğu, terk edilmiş izlenimi veren bir yerleşim yerinin havadan çekilmiş görüntüleriyle reklam filminin başladığı, ardından gülen, yeni doğmuş bir bebeğin ekrana geldiği, akabinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) kullandığı zırhlı araçlara ait top sesi eşliğinde Zaman gazetesinin logosunun göründüğü, bu kısa reklam filminin sonunda duyulan top sesinin başlangıçta gösterilen yerleşim yerinin bombalandığı algısını oluşturduğu ifade edilmiştir. Mütalaaya göre \"... 'film' bütünsel olarak terör örgütünün ve medya yapılanmasının önemli aktörlerinden olan Zaman Gazetesi'nin anlatılan yapısı ve örgütsel işlevi, örgüt lideri Gülen'in ... haberleşme ve talimat iletim yöntemlerinden 'şifreli ve bilinçaltı mesaj verme' yöntemi olgusu, reklam senaryosunu hazırlayan ve yayına sunanların örgütsel bağlılık ve konumları, filmde herhangi bir sebep sonuç bağlantısı bulunmadığını, birbirinden bağımsız figürler olup ulusal ölçekte yayın yapan bir gazete için herhangi bir anlam ifade etmediği gerçeği, adının terör örgütü lideri Gülen bağlamında ifade ettiği anlam ve darbe girişimi öncesinde toplumsal algı zemini yaratmaya yönelik ... diğer örgütsel faaliyetlerle birlikte bir arada değerlendirildiğinde;15/07/2016 tarihli terör örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi ile gülen bir bebeğe ait görüntünün bulunduğu reklam filminin yayınlandığı 05/10/2015 tarihi arasındaki sürenin bebeğin doğum tarihi olan 9 ay 10 gün olması, darbe girişiminin başarılı olması halinde sözde sıkıyönetim ilanıyla sokağa çıkma yasağının getirilmesi sonucu ülke genelinde oluşacak görüntünün reklam filminde kullanılan insansız sokakların olduğu, terk edilmiş yerleşim görüntüleri ile benzerlik göstermesi, darbe girişimi olayında TBMM başta olmak üzere bir kısım yerleşim yerlerinin ve kamu kurumlarının bombalanmasıyla reklam filminde kullanılan savaş ve tehdit durumunda uyarı amaçlı çalınan siren seslerinin kullanılması, ayrıca gazetenin logosu ekrana gelirken duyulan top sesinin filmde gösterilen yerleşim yerini bombaladığı algısını vermesi nazara alındığında darbe girişimi olayı ile reklam filminin benzerlik göstermesinin tesadüf olamayacağı ... diğer faaliyetler gibi darbe sonrası dönem ve darbe girişimin hedef aldığı siyasal iktidara karşı kamuoyu ve toplumsal algı zemini oluşturma amacı taşıdığı, darbe girişimiyle ilgili olarak terör örgütünün yayın organı olup sonradan faaliyetlerine son verilen Zaman Gazetesi'nin, eski gazete çalışanları olan tanıkların beyan ve değerlendirmesine göre de 9 ay 10 gün sonra darbe olacağı mesajını içerir reklam filminin 05/10/2015 tarihinde yayımlandığı, reklamın yayınlanmasından sonra belirtilen süre sonunda 15/07/2016 tarihinde örgüte mensup bir kısım asker şahıslarca darbe girişiminde bulunulduğu, reklam senaryosunu hazırlayan kişiler arasında bulunup hakkında yakalama emri düzelenen firari sanık E.nin reklamın yayınlandığı tarihte darbe iması ve terör örgütüyle ilgili soruşturmalar yürüten savcılar ve davalarına bakan hakimler başta olmak üzere kamu görevlileri ile mevcut hükümeti tehdit eden nitelikteki köşe yazısını kaleme aldığı, somut olayda şifreli mesaj gönderme yönteminin Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine sızmış terör örgütü mensuplarına mesaj gönderme amacı taşıdığının, darbe girişimi sonucuyla birlikte ele alındığında bariz olduğu, darbe mesajı verilen söz konusu reklam filminin darbeci askeri kanat ile fikir ve eylem birliği içerisinde, önceye dayalı planın bir parçası olarak hazırlandığı ...[açıktır.]\" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İddianamede ve mütalaadabelirtilen delillere atıfla verilen kararın ilgi kısmı şöyledir:\"... terör örgütüyle organik bağları açıklanan medya unsurları sanıkların ... söz konusu reklam filminin hazırlanıp yayınlanması eylemine ve anlatılan şekilde darbe girişimini önceden bilerek, maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine girişime sözde neden teşkil eden siyasal ve toplumsal kaos ortamının bulunduğuna ve bu ortamın yaratılmasına yönelik örgütsel amaçla gerçekleştirilen kalkışma suçlarının hareket unsurunun alt unsuru olan 'cebir' teriminin öncülü ve ayrı düşünülemeyecek bir parçası olan söylem ve propagandalarda bulunmak, hücre tipi örgütlenme modeline göre teşkilatlanan Silahlı Kuvvetler içerisindeki FETÖ hücrelerinin bir kısmının katıldığı darbe girişimine ilişkin talimat iletmek suretiyle iştirak ettikleri ve bu nedenlerle üzerine atılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun asli faili olduğu ... somut olayda sanığın eyleminin bir bütün olarak TCK'nın 309/ maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı anlaşılmakla .... cezalandırılmasına ... karar verilmiştir.\" Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir vebaşvurucunun hükmen tutukluluk durumu devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.\" 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun \"Cezaların artırılması\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: \"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/59786", "Başvuru Konusu":"Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında bir gazeteci hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/12/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 17/10/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42412", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8811", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, 18/12/2002 tarihinde Kırıkkale Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir. Başvuru, 6/8/2013 tarihinde Kırıkkale Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 15/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ve diğer dört davalı aleyhine 18/12/2002 tarihinde Kırıkkale Asliye Hukuk Mahkemesinde trafik kazasına dayalı maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Kırıkkale Asliye Hukuk Mahkemesi, 27/7/2010 tarihli ve E.2002/758, K.2010/163 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 9/10/2012 tarihli ve E.2012/6127, K.2012/15543 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını onamış, karar düzeltme istemini de 31/5/2013 tarihli ve E.2013/2964, K.2013/11320 sayılı ilamı ile reddetmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvuruculara 17/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6150", "Başvuru Konusu":"Başvuru, 18/12/2002 tarihinde Kırıkkale Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, sendikal gerekçelerle iş sözleşmeleri feshedildiği hâlde sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle başvurucuların sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kısa adı Öz İplik-İş olan Tüm Dokuma, İplik, Trikotaj, Hazır Giyim, Konfeksiyon ve Deri İşçileri Sendikası (Sendika) 1978 yılında kurulmuş, hâlen Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu bağlı olarak tekstil alanında faaliyet göstermek üzere örgütlenen bir işçi sendikasıdır. Davalı işyeri ise 1984 yılından beri yurt içinde kumaş, oto koltuk kılıf imalat tesisleri ve yurt dışında da benzer yatırımları olan bir kuruluştur. Başvuruculardan Emine Yaşar Kaya 2011, Melike Gök ise 2013 yılından beri davalı işyerinde çalışmıştır. Başvurucu Emine Yaşar Kaya 19/4/2018 tarihinde Öz İplik-İş üyesi olmuş, iş sözleşmesi aynı gün \"iş görme performansının önemli oranda düşmesi, işe bağlılığının giderek azalması, performansını yeterli düzeye çıkarmak için gerekli gayret ve özeni göstermeyerek ortalama olarak benzer iş görenlerden daha az verimli çalışması, göstermiş olduğu niteliklerden daha düşük performansa sahip olması\" gerekçesiyle 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında işçilik alacakları ödenerek feshedilmiştir. Diğer başvurucu 24/4/2018 tarihinde Öz İplik-İş Sendikasına üye olmuş ve iş sözleşmesi yine Sendikaya üye olduğu gün Emine Yaşar Kaya ile aynı gerekçelerle ve aynı kanun maddesine dayanılarak feshedilmiştir. Başvurucular iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiği iddiasıyla işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Davacılar iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiğini ispat edebilmek için tanık deliline başvurmuştur. İlk derece mahkemelerinde dinlenen davacı tanıklarının beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: \"Tanık U.M: 'Ben davalı iş yerinde 2011 yılından 2018 yılına kadar... çalıştım tarafları bu nedenle tanırım... Davacıların işine sendikal nedenlerle son verildi. Davacıların sendikaya ne zaman üye olduğunu bilmiyorum ancak, davacılar işe giriş ve çıkışlarda, molalarda sendikal faaliyette bulunup diğer işçilerle sendikaya üye toplamaya çalışırdı. O dönem çalışanların birleşme süreci idi. Yine aynı dönemde sendikaya üye olan çalışan sayısı artmıştı... Davacıların işine son verildiği dönemde ben ve sendikal faaliyette bulunan birçok çalışanın işine topluca son verilmiştir. Davacıların çıktığı dönemde, yani ikinci ay ile onuncu ay arasında son 5-6 ay içinde çıkarılan kişilerin %99 sendikalı idi. Sendikalı olup çalışmaya halen devam eden kişiler olup olmadığını bilmiyorum. Bu dönemde sendika üyeliğini iptal eden çalışan olup olmadığını da bilmiyorum. İş yerinde sendikalı olanlara baskılar yapılırdı. Bu kapsamda iş yeri yanlısı olan kişiler sendikal konuşmaları dinler ve bu gibi konuşma yapanları işverene bildirirdi. Bunun karşılığında işveren de bu kişileri çağırırdı bende bu şekilde çağırıldım. Bana neden sosyal medyadaki sendikal paylaşımları beğenmemem gerektiğini, sendikadan uzak durmam gerektiğini, üyeliğim varsa iptal etmem gerektiğini söylüyor aksi halde işten çıkarılacağımı belirtiyorlardı. Ben sendikanın iftar yemeği paylaşımını beğenmiştim, beni çağırıp neden beğendiğimi sordular. Makineciler de sendikalı olanlara görev değişikliği yaparlardı. Görev değişikliği sonrası kişi bilmediği işe verilince çıkarması gereken parça sayısı düşüyordu...Bizlerin sendikalı olduğunu işverene tüm formenler iletirlerdi. Yine çalışanların facebook sayfalarına girip sendika ile ilgili paylaşım yapıp yapmadıklarını formenler takip ederdi. Davacılar sendika ile ilgili faaliyetleri ilk başlatan grup içerisindedir...'Tanık E.M: '... Davacılar sendikal nedenlerle işten ayrıldı. Davacıların sendikaya ne zaman üye olduğunu bilmiyorum. Sendikal faaliyet kapsamında çay molalarında ve giriş çıkışlarda diğer çalışanlarla sendika konusunda konuşmalar yapar broşür dağıtırlardı. Bu işleri yaptıktan ne kadar sonra işten çıkarıldılar hatırlamıyorum. Davacılar gibi 120-150 kişi arasında kişinin işine son vermişlerdir... İş yerinde kimlerin sendikalı olduğunu işverene bir başka çalışan söylemiştir bu kişinin adı idi... İş yerinde sendikalı olanların ilk önce bandını değiştirirlerdi, sonrasında operasyonunu değiştirdikleri de olmuştur. Bu kişiler bilmedikleri işlere veriliyordu. Vardiyasını değiştirenler de olmuştur. İş yerinde tüm işçilerin dolapları aranırdı, kilitli olanların kiliti kırılırdı. Broşür arıyorlardı. İş veren tarafından sendika ile ilgili... abim çağırıldı. Abime sendikanın kendisini koruyamıyacağını kendilerinin haklarını koruyacağını söyleyip sendikadan ayrılmasını istemişler, görüşmeye girişlerde sendikalı olan işçilerin kayıt yapmaması için telefonları alınırdı. Davacılar, benimle aynı bantta bulunan ben ve iki arkadaşımı sendika iftar yemeğine davet etmişti katılan üçümüzde ertesi gün işten çıkarıldık. Davacılar sendikal faaliyette öncü çalışanlardandı...' \" Davaların görüldüğü Bursa İş Mahkemesinin dosyalarında yer alan bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:\"... 2018 Nisan ayında davalı iş yerinde sendika üyesi 43 işçi bulunduğu, davacılar da dahil 21 üye işçinin iş akdinin sona erdirildiği, 10 üyenin sendikadan istifa etmek zorunda kaldığı,2017 Ekim- 2018 Ekim arasında 98 işçinin sendika üyesi olduğu, bunlardan 33'ünün Öz İplik- İş65'inin diğer sendikalara üye olduğu, 2017 Ekim-2018 Ekim arasında 81 işçinin sendika üyeliğinin sona erdiği, bunlardan 2 işçinin Öz İplik-İş Sendikası üyesi olduğu,79 işçinin diğer sendikaların üyesi olduğu, üyeliği sona eren 76 işçinin üyelikten istifa ettiği, üyelikten istifa edenlerin çoğunluğunun iş akitlerinin devam ettiği görülmüştür .\" İlk derece mahkemesi, davaları kabul etmiş ve iş sözleşmelerinin feshinin sendikal sebeplere dayanması nedeniyle 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara bir yıllık brüt ücretleri tutarında sendikal tazminat ödenmesine hükmetmiştir. İlk derece mahkemesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... Somut olayda dinlenen tanık beyanlarından da anlaşıldığı üzere .. fesih yazısında iddia edilen şekilde davacıların performans düşüklüğü iddiasının kanıtlanamadığı (davacılardan bu yönde savunma istenmediği, davacıların iş yerinde başka bir görevde değerlendirilmediği, davacının performansı düşük dahi olsa performansı artırıcı bir eğitim verildiği takdirde sonuç alınıp alınmayacağının değerlendirilmeye alınmadığı, işçiye bu durumu düzeltmesi için olanak verilmediği); işverence, iş akdi sonlandırılacak çalışanlar/işsiz kalabilecekler yönünden bir eylem planı hazırlanmadığı, davacının işten çıkarılmasında hangi kriterlerin gözönünde bulundurulduğunun açıklanamaması; davalı işverenin, ölçülü/tutarlı davranmadığı ve feshin kaçınılmaz/son çare olması kuralına aykırı davrandığı (davacı işçiye başka görev, esnek çalışma vs önermemiştir) anlaşılmıştır.Mahkememiz dosyası ile benzer/aynı mahiyette olan ve diğer Bursa İş Mahkemelerince verilen kararlarda Öz İplik Sendikası yapılan yazışmalarda;2018 yılı Nisan ayından itibaren davalı iş yerinde çalışan işçilerden davacılar da dahil 43 işçinin sendikaya üye olduğu, örgütlenmeden haberdar olunması akabinde 21 üyenin iş sözleşmesinin sona erdirildiği, üyelerin iş sözleşmesinin sona erdirilmesinden sonra 10 üyenin de sendikadan istifa ettiğinin bildirdiği anlaşılmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile yapılan yazışmalarda; 2017 yılı Ekim ayı ile 2018 yılı Ekim ayı arasıda 98 işçinin sendika üyesi olduğu, bunlardan 33 işçinin Öz İplik sendikasına, 65 işçinin de diğer sendikalara üye olduğu, 2010 yılı Ekim ile 2018 yılı Ekim tarihleri arasında 81 işçinin sendika üyeliğinin sona erdiği, bunlardan 2 işçinin Öz İplik İş sendikası, 79 işçinin de diğer sendikaların üyesi olduğu, üyeliği sona eren işçilerden 76 işçinin üyelikten istifa ettiği, üyelikten istifa edenlerin bir kısmının iş akitlerinin sona erdiği, çoğunluğunun ise iş akitlerinin devam ettiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.Bu tespitlerden hareketle; temel hukuk normlarının korumaya çalıştığı sendikal düzen ve örgütlenme hakkının ihlal edildiği ve bu kapsamda sendikalı olmaları nedeniyle davacıların iş akdinin sonlandırıldığı kanaatine varılmıştır. Her ne kadar sendikalı olup çalışmaya devam eden işçiler bulunsa da; sayı itibariyle sembolik olduğu, yetki alma sayısına ulaşma ihtimalinin bulunmadığı, buna yönelik faaliyetlerin engellendiği kanaati oluşmuştur...\" İlk derece mahkemesinin kararları istinaf yargı yoluna götürülmüş; Bursa Bölge Adliye Mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararlarının ortadan kaldırılmasına, davaların kabulü ile fesihlerin geçersizliğine ancak sendikal tazminat taleplerinin reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:\"...Sendikal tazminat davalarında ispat yükünün işçide olduğu hallerde, işyerinde çalışan ve sendikaya üye olan işçilerin sayısı, hangi tarihlerde üye oldukları, üyelikten çekilen işçilerin olup olmadığı, işyerinde çalışmakta olan işçilerin bulunup bulunmadığı, aynı dönemde yetki prosedürünün işletilip işletilmediği, işyerinde önceki dönemlerde toplu iş sözleşmelerinin bağıtlanıp bağıtlanmadığı, yeni işçi alınıp alınmadığı ve alınmışsa yeni işçilerin sendikalı olup olmadığı gibi hususlarla, işverence ekonomik veya teknolojik nedenlere dayalı bir fesih yoluna gidilmesi durumunda teknik yönden bu durumun araştırılması gereklidir. Somut olayda; davacıların iş akitlerinin feshedildiği tarihlerde Öz İplik-İş sendikasına üye oldukları, davalı iş yerinde 2011 ve 2013 yıllarında çalışmaya başladıkları, 26/04/2018 tarihinde işyerinde 2552işçi çalıştığı bunlardan 2 işçinin Öz İplik-İş,43işçinin T. Sendikasına, 18 işçinin T. Sendikasına 15 işçinin B. Sendikasına üye oldukları ve sendikaların çoğunluğu sağlayamadıkları için yetki başvurusunda bulunmadıkları anlaşılmıştır. Davacılar iş akdinin sendikal nedenle feshedildiğini iddia etmişse de, bu iddiayı destekler mahiyette işveren tarafından özellikle sendika üyesi işçilerin işten çıkartıldığına ilişkin bir uygulamanın bulunduğuna ilişkin somut veriler elde edilememesi, sendikalı olup halen çalışan işçilerin bulunması, iş yerindeki çalışan sayısına oranla yoğun sendika üyelik hareketlerinin bulunmaması (üye olma, istifa, iş akti feshi gibi) ayrıca davacıların iş akitlerinin feshedildiği tarihte sendikaya üye olmaları, yargılama sırasında dinlenilen davacı tanıklarının beyanlarının soyut kalması nazara alındığında davacıların iş akdinin sendikal nedenle sona erdirildiğinin ispat edilmediği...\" Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı İş Kanunu'nun \"Feshin geçerli sebebe dayandırılması\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \" Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak.b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak....\" 6356 sayılı Kanun’un \"Sendika özgürlüğünün güvencesi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. (2) İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır. (3) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz. (4) İşverenin (…) yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir.  (5) Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun (…), 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez. (6) İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür. (7) Fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü olur....” 6356 sayılı Kanun’un maddesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: \"...Sendikal neden, işçilerin, sendikaya üye olmaları Sendikal neden, işçilerin, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin rızası ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmalarından dolayı işten çıkarılması veya farklı bir işleme tâbi tutulması olarak tanımlanmıştır.\" Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sendikal fesih iddiasının değerlendirilmesi bakımından ortaya koyduğu kriterlerle ilgili 7/10/2009 tarihli ve E.2009/9-372, K.2009/416 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... fesih tarihine yakın tarihlerde işyerinde çalışan işçi sayısı, işyerinde çalışan sendikaya üye olan ve olmayan işçilerin sayısı, hangi tarihlerde üye oldukları, üyelikten çekilen, çekilme sonrası çalışmaya devam eden işçilerin olup olmadığı, çıkarılan işçilerin kaçının sendikalı olduğu, yeni işçi alınıp alınmadığı ve alınmışsa yeni işçilerin sendikalı olup olmadığı, toplu iş sözleşmesi prosedürü uygulanmasının söz konusu olup olmadığı, işverence ekonomik veya teknolojik nedenlere dayalı bir fesih yoluna gidilmesi halinde teknik yönden bu hususların araştırılması, feshin son çare olarak kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesi gereklidir\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye (B. No: 35009/05, 4/4/2017) kararında, işverenin sendika üyeliğinden ayrılma tehdidine boyun eğmeyerek sendika üyeliğini sürdüren kırk işçinin iş sözleşmesinin ekonomik nedenler ve mesleki yetersizlikler gerekçe gösterilerek feshedilmiş olmasını sendika özgürlüğü yönünden incelemiştir.i. Anılan karara konu olayda mahkemeler 2004 yılı Temmuz ile Aralık ayları arasında verdikleri kararlarda işçilerin sendika üyeliği sebebiyle işten çıkarıldığı sonucuna ulaşmış ve işçilerin işe iadelerine ya da bir yıllık brüt aylıklarına denk tazminatın işveren tarafından işçilere ödenmesine hükmetmiştir. İşveren, tazminat ödeme seçeneğini tercih ederek işçileri işe başlatmamış ve netice olarak davalı işverene ait işyerinde başvurucu sendika üyesi hiçbir işçi kalmamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, §§ 17-22). ii. AİHM; işçilerin ödenen tazminatın yeterliliğini, sendika hakkının kullanımına yönelik işveren tarafından yapılacak müdahalelerde caydırıcılık özelliğine sahip olup olmadığı bakımından incelemiştir. Söz konusu başvuruda başvuran sendika, tazminatın caydırıcı bir nitelik taşımaması nedeniyle işverenin işe iade yerine tazminat ödeme seçeneğini tercih ettiğinden ve bunun sonucunda toplu görüşme ve toplu sözleşme yapma yetkisini elde edemediğinden şikâyet etmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 48). iii. Mahkeme, işverenin tazminat ödeme seçeneğini tercih etmesi nedeniyle sendikasızlaşma sürecinin yaşandığını ve sonuç olarak sendikanın o işyerinde üyesinin kalmadığını vurgulamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 54). iv. AİHM'e göre bu kayıp sendika yönünden sendikal faaliyetlerinin özünü zedeleyen bir sınırlama mahiyetindedir ve ulusal mahkemelerin müdahalenin ölçülülüğüyle ilgili daha detaylı gerekçeler sunmaları gerekir. AİHM, somut olayda derece mahkemesinin haksız işten çıkarma için kanun tarafından müsaade edilen asgari tutarda tazminata hükmederken-örneğin işten çıkarılan işçinin aldığı ücretin düşüklüğünü ve işveren şirketin ekonomik gücünün büyüklüğünü dikkate almak suretiyle- tutarın önleyici etkisi üzerinde titiz bir inceleme yaptığına dair hiçbir işaretin bulunmadığını belirtmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 55). v. AİHM, işverenin işten çıkarılan işçilerin işe iadelerini reddetmesinin ve işverenin çalışanları haksız yere işten çıkarmasının önlenmesi bakımından yetersiz miktarda tazminata hükmetmesinin derece mahkemelerince yorumlandığı biçimiyle kanuna aykırı olmadığını not etmiştir. AİHM ilgili kanunun -derece mahkemesince uygulandığı şekliyle- başvurucu sendikanın çalışanları üyeliğe ikna etme hakkını toplu işten çıkarma yoluyla bertaraf eden işveren için caydırıcı etki doğuracak yeterlilikte bir ceza dayatmadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre sonuç olarak somut olayda ne yasama ne de mahkeme, başvuran sendikanın çalışanları sendikaya üye olmaya ikna etme ve bu suretle toplu görüşme imkânı elde etme hakkının kullanımının güvenceye bağlanması pozitif yükümlülüğünü ifa etmiştir. Bu nedenle başvurucu sendika ile işverenin yarışan menfaatleri arasında makul denge kurulamamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 56). ", "Haklar":"Sendika hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32802", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sendikal gerekçelerle iş sözleşmeleri feshedildiği hâlde sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle başvurucuların sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamudaki görevinden çıkarılan hukukçunun baro levhasına yazılması yönünde verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hukuk fakültesi mezunu olan başvurucu, 2000 yılında Ankara Barosu (Baro) levhasına yazılmış; talebi üzerine aynı yıl içinde baro levhasından kaydı silinmiştir. Başvurucu, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesinde doçent olarak görev yaptığı sırada baro levhasına avukat olarak yeniden yazılma talebiyle 1/6/2016 tarihinde Baroya başvurmuştur. Başvurucunun talebi Baro Yönetim Kurulunun 13/7/2016 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Kabul kararı Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunca 27/7/2016 tarihinde uygun bulunmuştur. TBB tarafından verilen karar, başvurucu hakkında ceza soruşturması yapılıp yapılmadığının ve 667 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamında görevine son verilip verilmediğinin tespit edilmesi, sonucuna göre yeniden karar verilmesi gerektiğinden bahisle bir daha görüşülmek üzere 11/8/2016 tarihinde Bakanlık tarafından TBB'ye geri gönderilmiştir. Başvurucu; 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerine ilişkin açıklanan listede ismine yer verilmek suretiyle 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır. Gazi Üniversitesi Personel Daire Başkanlığı 10/10/2016 tarihli yazısıyla, başvurucunun 672 sayılı KHK uyarınca kamu görevinden çıkarıldığını Baroya bildirmiştir. TBB Yönetim Kurulu, 2/12/2016 tarihli kararıyla önceki kararında ısrar etmiştir. Israr kararının gerekçesinde, avukatlığın kamu görevi olmadığı ve baro levhasına yazılmanın istihdam olarak nitelenemeyeceği ifade edilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına dair TBB Yönetim Kurulu kararına karşı 24/1/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren ve Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) tarafından kayda alınan dava dilekçesinde, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün akabinde Devlet kurumlarının Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile iltisakı, irtibatı veya mensubiyeti değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla çıkarılan KHK'lar ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı belirtilmiştir. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin önem ve değerine vurgu yapılarak 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, kamu hizmetinin bir kısmının işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği, avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu nedenle 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılan başvurucunun avukatlık mesleğini icra etmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla levhaya yazılma talebinin de reddi gerektiğinden TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Başvurucu, İdare Mahkemesine sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuştur. İdare Mahkemesi, 12/5/2017 tarihli kararıyla başvurucunun müdahale isteminin kabulüne ve koşulları oluştuğu gerekçesiyle TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde; avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğinde olduğu ve avukatların işlevsel anlamda kamu görevi ifa ettiği, KHK kapsamında kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceği, bu suretle hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğabileceği belirtilmiştir. Karara yapılan itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 5/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İdare Mahkemesi 22/1/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, yürütmenin durdurulması kararında yer alan gerekçeler tekrar edilmiştir. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 13/6/2018 tarihli kararıyla başvurunun kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun olduğu ve kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 23/7/2018 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu, 20/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24609", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamudaki görevinden çıkarılan hukukçunun baro levhasına yazılması yönünde verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, orman sınırlarının dışına çıkarılan ve Maliye Hazinesi (Hazine) adına tescilli bulunan taşınmazların önceki maliklerinin iade talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.A. 2018/7363 Sayılı Bireysel Başvuru Dosyasına İlişkin Süreç Nazmi Ömer Pakel ve Melike Coşkunoğlu (B. No: 2018/7363, 15/12/2020) başvurusuna konu olayda, bireysel başvuruya konu edilen taşınmazlardan biri olan İstanbul'un Beykoz ilçesi Gümüşsuyu mahallesi 318 ada 1 parselde kayıtlı bostan vasıflı 004 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, 1954 yılında yapılan tapulamada kök tapu kayıtları uygulanarak İ., F.B. ve müşterekleri adlarına paylı mülkiyet esasına göre tescil edilmiştir. Sonrasında söz konusu taşınmazın 11/16 payı başvurucuların murisi N.O.ya geçmiştir. Orman Yönetimi 22/5/1962 tarihinde başvurucuların murisi N.O. ile birlikte diğer paydaşlara karşı tapu iptali davası açmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın kesinleşen orman tahdidine göre orman sınırı içinde kaldığı ve revizyon gören tapu kayıtlarının yanlış uygulanması sonucu kişiler adına tapu kaydının oluştuğu gerekçesiyle tapu kaydının iptali ile el atmanın önlenmesi talep edilmiştir. Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk Mahkemesi) 13/3/1978 tarihinde davayı kabul etmiş ve taşınmazın 704 m² yüz ölçümlü kısmının kesinleşen orman tahdit sınırı içinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve tapu maliklerinin el atmalarının önlenmesine karar vermiştir. Karar 1983 yılında kesinleşmiş ve söz konusu kısım 26/8/1983 tarihinde tapu kaydından terkin edilmiştir. Tapuda terkin edilen kısım 1988 yılında yapılıp kesinleşen 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun maddesi uygulamasıyla (2/B uygulaması) Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılmıştır. Söz konusu kısım 2010 yılında yapılan kullanım kadastrosu sırasında 1872, 1873, 1874, 1908, 1888, 1889 ve 1891 adalarda çeşitli parsellere ayrılarak Hazine adına tespit edilmiştir. Dava konusu olmayan ve orman sınırı dışında kalan 300 m²lik kısım ise 10/4/1971 tarihinde yapılan satışa istinaden gerçek kişiler adına tapuda kayıtlıdır. Başvurucular 2/8/2010 tarihinde Orman İdaresi ve Hazine aleyhine iki ayrı dava açmıştır. İlk davada kadastro tespitine itiraz ile yanlışlığın düzeltilmesini, diğer davada ise tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat talebinde bulunmuşlardır. Bu davalar yanında 2/B uygulaması ve şahsi hak talebinde bulunanlar tarafından da ayrı davalar açılmıştır. Davalar Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde ( Asliye Hukuk Mahkemesi) birleştirilmiştir. 15/12/2014 tarihinde başvurucuların açmış olduğu kadastro tespitine itiraza ilişkin asıl ve birleşen davalar reddedilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi tapu iptali ve tescil talebinin reddi gerekçesinde Asliye Hukuk Mahkemesince 1978 yılında 318 ada 1 parsel sayılı taşınmazın kesinleşmiş orman tahdit sahası içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edildiğini, orman sayılan yerin 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un maddesine tabi taşınmazlardan olmadığını ifade etmiştir. Tazminat talebinin ret gerekçesinde ise Asliye Hukuk Mahkemesinin hüküm tarihinin kesinleşmesinden itibaren on yılın geçmiş olması nedeniyle zamanaşımı süresinin dolduğu belirtilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 8/11/2016 tarihinde hükmün, tapu iptali ve tescil ile tazminat talebinin reddine ilişkin kısmının onanmasına, kadastro tespitine itiraz kapsamında beyanlar hanesindeki şerhlere yönelik taleplere ilişkin kısmının ise bozulmasına karar vermiştir. Daire onama gerekçesinde, tapu iptali ve tescil talebi yönünden Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen kararın kesin hüküm teşkil ettiğini, hükmen orman yapılan yerin 2/B uygulaması ile Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılmasından sonra önceki tapu kaydı gerekçe gösterilerek kişiler adına tescil istenemeyeceğini ve taşınmazın 2/B uygulaması ile orman sınırı dışına çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemeyeceğini ifade etmiştir. Tazminat istemi yönünden ise Daire, tapu kaydının iptaline ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının 1983 yılında kesinleştiğini, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine dayanılarak açılan tazminat davaları için ayrı bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden, 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini ve iptal kararının kesinleştiği 1983 yılından dava tarihi olan 2010 yılına kadar zamanaşımı süresinin geçtiğini belirtmiştir. Daire başvurucuların karar düzeltme isteğini 21/12/2017 tarihinde reddetmiştir. Başvurucular, Nazmi Ömer Pakel ve Melike Coşkunoğlu (B. No: 2018/7363, 15/12/2020) başvurusunda bu yargılama sürecine ilişkin şikâyetler yönünden Anayasa Mahkemesine başvurmuşlar ve haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların 4721 sayılı Kanun'un maddesine dayalı tazminat davasının zamanaşımından reddi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ve ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.B. Bireysel Başvuru Dosyasına İlişkin Süreç Başvurucular, İstanbul'un Beykoz ilçesi Gümüşsuyu mahallesi sınırları içerisinde bulunan 318 ada 1 parsel -2018/7363 sayılı bireysel başvuruya konu edilen- ve 320 ada 21 parsel ile İncirköy mahallesi sınırlarında bulunan 258 ada 2 parsel ve 260 ada 2 parsel sayılı taşınmazların maliki oldukları ve 6292 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca taşınmazların bedelsiz olarak iadesi gerektiği gerekçeleriyle İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığına (İdare) başvuru yapmıştır. İdare başvuruyu 15/8/2014 tarihinde reddetmiştir. Başvurucular, işlemin iptali talebiyle İdare aleyhinde 10/10/2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 22/12/2017 tarihli kararı ile İncirköy Mahallesi, 260 ada 2 parsele ilişkin kısım yönünden İdare işleminin iptaline, diğer taşınmazlar yönünden davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesinin karar gerekçesinde özetle:i. 260 ada 2 parsel sayılı taşınmazın tapusu mevcut iken anılan taşınmazın Hazinece orman alanı kapsamından çıkarıldığı ve taşınmazın mülkiyetinin, öncesinde orman vasfında olması nedeniyle Hazineye devredildiği, dolayısıyla başvurucuların 6292 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında bedelsiz iade yönünden hak sahibi oldukları ifade edilmiştir.ii. 318 ada 1 parsel sayılı 004 m² yüzölçümlü ve bostan niteliğindeki taşınmazın 3/7/1947 tarihinde kadastrosunun kesinleştiği ve 11/16 hissesinin başvurucuların murisi N.O. adına tapuya tescil edildiği ancak devlet ormanına tecavüzlü olduğu gerekçesiyle açılan davada Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/3/1978 tarihli kararı ile 704 m²'sinin kadastro tespitinin itirazen iptaline ve tashihine karar verildiği ve daha sonra sözkonusu ormana terkin edilen alanın orman sınırları dışına çıkarılarak Hazine adına tescil edildiği belirtilmiştir. Bu durumda orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle tescil dışı bırakılan taşınmaz ile ilgili olarak başvurucuların murisi adına tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre oluşturulmuş ve kesinleşmiş tapu kaydının varlığından bahsetmeye olanak bulunmadığına işaret edilmiştir.iii. 258 ada 2 parsel ile 320 ada 21 parsel parsel sayılı taşınmazların başvurucuların murisinin mülkiyetinde olduğu, taşınmazlarla ilgili olarak 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi gereğince Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığına ilişkin konulan belirtmenin terkin edildiği -258 ada 2 parsele ilişkin belirtme 31/7/2012 tarihinde kaldırılmıştır-, dolayısıyla anılan taşınmazlar yönünden 6292 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında başvuru koşullarının mevcut olmadığı ifade edilmiştir. Tarafların temyiz istemini inceleyen Danıştay Dairesi (Danıştay Dairesi) İdare Mahkemesinin temyize konu kararının 318 ada 1 parsel ve 258 ada 2 parsel sayılı taşınmazlar yönünden onanmasına, 260 ada 2 parsel ve 320 ada 21 parsel sayılı taşınmazlar yönünden bozulmasına, bozulan kısım hakkında dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Danıştay Dairesinin karar gerekçesinde özetle:i. 318 ada 1 parsel ve 258 ada 2 sayılı parseller yönünden, İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçenin usul ve kanuna uygun olduğu ifade edilmiştir.ii. 260 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 6/1/1955 tarihinde kadastro suretiyle dava dışı şahıslar adına tapuya tescil edildiği, daha sonra taşınmazın 13/37 hissesinin iştira yoluyla başvurucuların murisi N.O. tarafından edinildiği ifade edilmiştir. Taşınmazın 7/9/1940 tarihinde kesinleşen orman tahdidi içinde olduğu gerekçesiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada 18/3/1981 tarihli karar ile taşınmazın tümünün tahdidi kesinleşmiş Devlet Ormanı içinde olduğu belirtilerek başvurucular murisi adına olan tapu kaydının iptaline karar verildiği ve taşınmazın 1985 yılında Hazine adına tescil edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla taşınmazın tapu kaydının, Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle Hazine tarafından açılan davalar sonucunda iptal edilerek, taşınmazın 2/A veya 2/B niteliğinde Hazine adına tescil edilmediği, aksine orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edildiği, bu nedenle taşınmazın (daha sonradan Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış olsa dahi) 6292 sayılı Kanun'un maddesinde iade edilecek taşınmazlar arasında sayılmadığı ifade edilmiştir.iii. Başvurucular, 320 ada 21 parsel sayılı taşınmaz hakkında murisleri adına oluşturulan tapu kaydının iptali istemiyle Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü ve Hazine tarafından açılan davada, Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 29/12/2016 tarihli kararın temyiz edilmesi nedeniyle kesinleşmediğini ileri sürdüğünden anılan dosyanın neticesinin beklenmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Taraflarca yapılan karar düzeltme istemi Danıştay Dairesi tarafından 7/7/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükmü 22/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 22/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50799", "Başvuru Konusu":"Başvuru, orman sınırlarının dışına çıkarılan ve Maliye Hazinesi (Hazine) adına tescilli bulunan taşınmazların önceki maliklerinin iade talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 13/1/2020 tarihli kararıyla, ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1998 doğumlu ve Suriye vatandaşı olan başvurucu, ülkesindeki savaş ortamından kaçarak 2015 yılında Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu hakkında yalan beyanda bulunduğu isnadıyla İstanbul Valiliğinin (Valilik) 23/11/2018 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni veya kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, sınır dışı işlemine karşı 25/12/2019 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açtığını belirterek 10/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra, başvurucu tarafından açılan iptal davasının İdare Mahkemesinin 7/2/2020 tarihli kararıyla incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:\" Suriye vatandaşı olan davacının sınır dışı edilmesine ilişkin 2018 tarih ... sayılı İstanbul Valiliği (İl Göç İdaresi Müdürlüğü) işleminin iptali istemiyle aynı davacı tarafından açılan davada yapılan yargılama neticesinde, Mahkememizin 2019 tarih, E:2019/331, K:2019/1649 sayılı kararıyla kesin olarak davanın reddine karar verildiği; aynı davacı tarafından açılan işbu davanın da aynı işlemin iptali istemiyle açıldığı, her iki davanın konusu ve taraflarının aynı olduğu, davacı hakkında tesis edilmiş bir başka sınırdışı işlemi bulunmadığı da anlaşıldığından mükerrer açılan bu davanın kesin hüküm nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı\" Başvurucunun aynı sınır dışı işlemi ile ilgili ihlal iddialarını 2019/28463 numaralı bireysel başvuruya konu yaptığı, anılan başvurunun 2016/24613 numaralı başvuruyla birleştirilerek Anayasa Mahkemesince 2/6/2020 tarihinde sınır dışı işlemi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verildiği anlaşılmıştır (başvurunun ayrıntıları için bkz. ve diğerleri, B. No: 2016/24613, 2/6/2020). Anayasa Mahkemesinin ihlal kararından sonra yeniden ele alınan davanın 28/9/2020 tarihinde kabulü ile Valiliğin 28/11/2018 tarihli sınır dışı işleminin iptaline karar verilmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1032", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, emekliye sevk edilmek suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesi işleminin iptali istemiyle açtığı dava reddedildikten sonra hakkında devam eden ceza davalarında beraat kararı verildiğinden bahisle yaptığı “yargılamanın yenilenmesi” talebinin reddine ilişkin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinin kararı ile Anayasa’nın maddesinde tanımlanan hak arama hürriyetinin ve maddesinin dördüncü fırkasında tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, 5/11/2009 tarihinde Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığınca “nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle zincirleme cinsel saldırı”, “nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle cinsel saldırı” ve “resmi belgede sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Anılan ceza davası devam ederken disiplinsizlik nedeniyle 25/2/2010 tarih ve 2009/115 sayılı üçlü kararname ile resen Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırılması onaylanmış, 12/3/2010 tarihinde de ilişiği kesilmiştir. Başvurucunun anılan işlemin iptali için 19/3/2010 tarihinde açtığı dava, AYİM Birinci Dairesince 28/12/2010 tarihinde reddedilmiştir. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesince 17/6/2010 tarihinde, başvurucuya isnat edilen suçların askeri suçlardan olmadığı, askeri bir suçla bağlantısının da bulunmadığı, askeri mahkemelerde yargılanmasını gerektiren ilginin kesildiği ve yargılama görevinin adli yargı yoluna ait olduğu gerekçeleri ile görevsizlik kararı verilmiş ve yargılama dosyası Ümraniye (İstanbul) Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Yargılama dosyasının görevsizlik kararı ile gönderildiği Ümraniye Asliye Ceza Mahkemesince, 8/9/2011 tarihinde başvurucu hakkında nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle cinsel saldırı suçlarından beraat kararı verilmiş ve bu karar 21/10/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin yargılama hakkında ise ayırma kararı verilerek, sözü edilen suça ilişkin yargılama görevinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş ve sözü edilen yargılama dosyası Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesince, anılan suça ilişkin yargılama görevinin askeri ceza yargısına ait olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiş ve ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının karara bağlanması için dosya Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi, görevli yargı yolunun adli yargı olduğu gerekçesi ile Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı anılan mahkemeye göndermiştir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesince, isnat edilen resmi belgede sahtecilik suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesi ile 25/9/2012 tarihinde başvurucunun beraatına karar verilmiş ve bu karar 3/10/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, 10/10/2012 tarihinde yukarıda belirtilen (§ 6) 28/12/2010 tarihli ret kararına esas teşkil eden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep AYİM Birinci Dairesinin 16/1/2013 tarih ve E.2013/32, K.2013/48 sayılı kararıyla reddedilmiş ve buna ilişkin karar başvurucuya 4/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Yargılamanın iadesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyle yargılamanın iadesi istenebilir.a) Zorlayıcı sebepler dolayısiyle veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması;b) Karara esas olarak alınan belgenin sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu, mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da yargılamanın iadesini isteyen kimsenin, karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması;c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması;d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyan ve ihbarda bulunduğunun, hükümle tahakkuk etmesi;e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması;f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler huzuru ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması;g) Çekilmeye mecbur olan Başkan veya üyenin katılması ile karar verilmiş olması;h) Tarafları ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir karar verilmesine sebep olabilecek bir madde yokken, aynı Daire veya diğer Daireler yahut Daireler Kurulu tarafından evvelki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması.” 31/1/2013 tarih ve 6413 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılmış olan 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun maddesinin (c) bendi şöyledir:“c) Disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma:Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.(Değişik: 29/7/1983 - 2870/4 md.) Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1375", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, emekliye sevk edilmek suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesi işleminin iptali istemiyle açtığı dava reddedildikten sonra hakkında devam eden ceza davalarında beraat kararı verildiğinden bahisle yaptığı “yargılamanın yenilenmesi” talebinin reddine ilişkin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinin kararı ile Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hak arama hürriyetinin ve 38. maddesinin dördüncü fırkasında tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Samsun Valiliğinin 19/3/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında sınır dışı etme kararı tesis edilmiştir. Başvurucu 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, anılan sınır dışı işleminin iptali istemiyle Samsun İdare Mahkemesinde iptal davası açmış; Mahkemenin 29/11/2019 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karar 29/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 3/12/2020 tarihli ve 2016/43088 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucu hakkında kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ve kamu makamları tarafından yeniden bir değerlendirme yapılıncaya kadar başvurucunun sınır dışı edilmemesine karar vermiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5482", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesiz olması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemeleri öncesinde sunulan savcılık talebinin ve tutukluluk incelemesi sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, mesleği nedeniyle hakkında öngörülen özel soruşturma usulünün uygulanmaması, tahliye ve tutukluluğun devamı kararlarına itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi, tutukluluk incelemeleri ile itiraz sonucu verilen kararların tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamayı yürüten ağır ceza mahkemesinin doğal hâkim ilkesine aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). İstanbul Anadolu Adliyesinde hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, HSYK Genel Kurulu ise 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 18/7/2016 tarihinde, tutuklanması istemiyle İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından ayrı ayrı tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği 3/8/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini belirterek 19/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 12/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/4/2017 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 27/4/2017 tarihli talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş vetutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara 8/5/2017 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 18/5/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 30/5/2017 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 29/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 25/9/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 25/9/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin yanı sıra aynı gün başvurucunun anılan suçtan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre resen tahliyesine de karar verilmiştir. Mahkeme 4/10/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/53 sayılı dosyası üzerinden sürdürülmüştür. Mahkemece 13/11/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 8/1/2020 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Anılan karara karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası ilk derece mahkemesindedir. Başvurucu; hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesiz olması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması,tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemeleri öncesinde sunulan Savcılık talebinin ve tutukluluk incelemesi sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, mesleği nedeniyle hakkında öngörülen özel soruşturma usulünün uygulanmaması, tahliye ve tutukluluğun devamı kararlarına itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa Mahkemesine muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda (B. No: 2016/69931, 2017/23784, 2017/32952, 2017/35542, 2017/37749, 2018/6698, 2018/10178) bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, yukarıda sayı numaraları belirtilen bireysel başvuru dosyalarının aralarında kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle birleştirilmesine ve incelemenin 2016/69931 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına 8/6/2018 tarihindekarar vermiştir. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonca 27/7/2018 tarihinde yapılan inceleme sonucunda tutuklamanın hukuki olmadığına, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapıldığına, sulh ceza hâkimliklerinin yapısına ve mesleği nedeniyle özel soruşturma usulü uygulanmamasına ilişkin iddialar yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, tutukluluk incelemeleri öncesinde sunulan Savcılık talebinin ve tutukluluk incelemesi sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmediğine ilişkin iddia yönünden anayasal ve kişisel önemden yoksun olması, tahliye ve tutukluluğun devamı kararlarına itiraz taleplerinin değerlendirilmediği iddiası yönünden ise başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (B. No: 2016/69931). İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusu hakkında verilen karar. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29200", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesiz olması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemeleri öncesinde sunulan savcılık talebinin ve tutukluluk incelemesi sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, mesleği nedeniyle hakkında öngörülen özel soruşturma usulünün uygulanmaması, tahliye ve tutukluluğun devamı kararlarına itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi, tutukluluk incelemeleri ile itiraz sonucu verilen kararların tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamayı yürüten ağır ceza mahkemesinin doğal hâkim ilkesine aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, okul idaresi ve öğretmenler tarafından aşağılayıcı muameleye maruz kalınmasına karşın buna ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; 2001 yılı doğumlu, olay tarihinde 15 yaşında olan N.T.nin baba ve annesi olup ailece Osmaniye'nin bir ilçesinde yaşamaktadır. Başvurucu Eyüp Toy işçi olarak çalıştığını, başvurucu Saadet Toy ise çalışmadığını beyan etmektedir. Başvurucuların anlatımına göre 28/12/2016 tarihinde başvurucu babanın il dışında olması, başvurucu annenin ise epilepsi (sara) rahatsızlığı bulunan bir başka çocuğunu hastaneye götürmesinden dolayı kendilerine ulaşabilmesi amacıyla kızı N.T.ye cep telefonu vermişlerdir. N.T. öğrenim gördüğü (...) lisesinde olay günü telefon araması yapılacağı haberini alması üzerine telefonunu bir başka sınıftaki arkadaşı G.K.ya vermiş, sonra geri almak istediği sırada ders öğretmeni H.K.nın durumu fark etmesi üzerine derse girmiş, H.K. da diğer sınıfa giderek telefonu G.K.dan almıştır. H.K.ya göre telefonu aldığında telefon açık olduğundan sadece ismiyle kayıtlı bir kişiden mesajlar geldiğini fark etmiş ancak mesajları okumamış, daha sonra bu kişinin yine aynı okul öğrencilerinden olduğunu öğrenmesi üzerine telefonu Müdür Yardımcısı N.S.ye teslim etmiş, okulda telefon kullanması nedeniyle N.T.ye disiplin cezası verilmesi hususunu da okul idaresiyle görüşmüştür. Başvurucular bu aşamada öğretmen H.K.nın mesajları okuduğunu iddia etmişlerdir. G.K. ile aynı sınıfta bulunan öğrenciler A.Ç., A.H., N.K. benzer ifadelerinde öğretmen H.K.nın sınıfa gelerek telefonu aldığını, telefona birkaç dakikayı geçmeyecek bir süre baktıktan sonra sınıfta bulunan diğer öğretmen K.ya telefonu gösterdiğini, öğlen saatlerinde telefonla birinin arandığını söylediğini, ardından telefonu alıp sınıftan çıktığını belirtmiştir. G.K.dan telefonun alındığı sırada dersin öğretmeni olan K. da olaya tanıklık etmiştir. K.ya göre ders işledikleri esnada bulundukları sınıfa gelen öğretmen H.K., öğrencisi G.K.dan telefonu almış; telefonun mesaj kısmını kendisine göstererek hâlen açık olduğunu söylemiş, buna karşın mesajları kendisi veya yanında bulunan H.K. okumamıştır. Telefonun kendisine teslim edildiği Müdür Yardımcısı N.S., başvurucuların kızı N.T.yi okul idaresine çağırmıştır. N.T. burada isimli öğrenci ile aralarında duygusal bir ilişki olduğunu, bu nedenle telefon bulundurduğunu beyan etmesi üzerine okul idarecileri N.S. ile S.G. olaya karışan öğrencilerin velilerini telefonla arayarak durumdan haberdar etmiştir. İddiaya göre idarecilerden S.G., nin babası A. ile konuşurken nin kız arkadaşı olduğunu belirterek odada bulunan N.T. ve nin duyacağı şekilde ''Evlilik işi var, düğün, düğün.'' şeklinde beyanda bulunmuştur. S.G. daha sonra soruşturma makamına verdiği savunmasında telefonda \"Düğün, düğün\" dediğini kabul etmiş, tanık olarak dinlenen A. de bahse konu konuşmayı doğrulamıştır. Başvurucu anne ile telefonda görüşen Müdür Yardımcısı N.S., başvurucuya kızının okulda telefon kullandığını ve bu nedenle okula gelmesi gerektiğini iletmiştir. Başvurucunun hastanede olduğunu beyan etmesi üzerine başvurucu annenin erkek kardeşi (N.T.nin dayısı) görüşmek üzere okula çağrılmıştır. Öğrencilerin velileri ile irtibat kurulduktan sonra öğrenciler sınıflarına gönderilmiştir. Derslerin sona ermesini müteakip N.T.nin arkadaşı G. ile birlikte saat 24'te okuldan ayrıldığı, arkadaşının olmadığı sırada -saat 00 civarında- bir inşaattan atlayarak intihar ettiği anlaşılmıştır. N.T.yi en son gören G.ye göre okul idaresinde bulunduğu sırada ailesinin aranmaması hususunda N.T. çok ısrarcı olmuş hatta yalvarmış, sınıfa gönderildikten sonra N.T. kısık sesle bir erkek arkadaşı olduğunu annesi öğrenirse kendisini binadan atacağını beyan etmiş, okul çıkışında da bu söylemini üç dört defa tekrar etmiştir. Kendisinin asla böyle bir şey yapmaması hususunda N.T.ye telkinlerde bulunduğunu ifade eden G., N.T.nin erkek arkadaşı nin yanlarına geldiğini, kendisinin onlardan ayrılarak eve gittiğini, daha sonra ise N.T.nin intihar ettiğini öğrendiğini beyan etmiştir. Olayla ilgili olarak Düziçi Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) derhâl soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın talimatı ile olay yeri, uzman görevlilerce incelenmiş; fotoğraf ve video kaydı yapılmış, krokiler çizilmiş, Olay Yeri Tespit Tutanakları tutulmuş ve deliller muhafaza altına alınmıştır. Olayın meydana geldiği yolun görüntülerini içeren kamera kaydı incelenmiş ve inceleme sonucu, tutanak altına alınmıştır. Ölünün adli muayenesi işlemi Başsavcılık tarafından yapıldıktan sonra Adana Başsavcılığınca da otopsi işlemi icra edilmiştir. Otopsi raporuna göre N.T.nin ölümü, genel beden travmasına bağlı kot ve ekstremite kırıklarıyla birlikte iç organ yaralanmasıyla gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiştir. Başvurucular; avukatları aracılığıyla 3/1/2017 tarihinde, intihara yönlendirme, hakaret, duygusal şiddet, koruma gözetim ve yardım yükümlülüğünün ihlali, özel hayatın gizliliğinin ihlali, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi, güveni kötüye kullanma, genel güvenliğin tehlikeye sokulması suçlarının işlendiği isnadıyla okul idaresi, H.K., , S.G. ve intiharın gerçekleştiği inşaatın yetkilileri ile resen tespit edilecek kişiler hakkında Başsavcılığa şikâyette bulunmuştur. 3/1/2017 tarihli şikâyet dilekçelerinde başvurucular, ders öğretmeni H.K.nın kızları N.T.ye ait telefonu alarak sınıfın huzurunda telefondaki mesajları okuduğunu, telefonu okul idaresine götürdüğünde mesajları okul müdür yardımcılarından S.G. ile birlikte okuyarak \"Bunların evlenmesi gerek, düğün ne zaman?\" diyerek kızlarıyla alay ettiklerini ve N.T.ye duygusal şiddet uyguladıklarını, başvurucu anneyi arayarak okula gelmezse telefonu N.T.ye vermeyeceklerini söyleyerek N.T.yi korkuttuklarını iddia etmiş; bu doğrultuda kızlarının duygusal şiddete maruz bırakılması, küçük düşürülmesi, özel hayatının gizliliğinin ifşa edilmesi ve kişisel verilerinin hukuka aykırı kullanılması neticesinde intihar etmesinde kusuru bulunan kişilerin cezalandırılmasını talep etmişlerdir. Başsavcılık tarafından H.K., N.S. ve S.G. hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal etme ile başkasını intihara yönlendirme ve/veya yardım etme suçları kapsamında soruşturma yürütülmüştür. Savcılık, İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği yazıyla olaya karıştığı iddia edilen kişilerin özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarından şüpheli sıfatı ile ifadelerinin alınmasını istemiştir. Şüpheliler suçlamaları reddetmiştir. Savcılık, bu kişilerin beyanlarını daha sonra tanık sıfatıyla almıştır. H.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:''Olay günü ben son derse 5 dakika geç kalmıştım. [N.T.] koridorda sınıfa değilde başka bir yöne doğru gittiğini gördüm... [N.T.] okulda arama olacak nedeniyle [G.K.ya] verdiğini içinde erkek arkadaşıyla yazışmaların olduğunu.... söyledi. Ben 'sen sınıfa geç ben telefonu alırım' dedim. [G.K.dan] telefonu istedik.[G.] bize telefonu verdi. Telefonu kaydırdığımızda tuş kilidi olmadığını gördük. Telefon açıktı. [] Hocaya 'bakın hocam telefonda açıkmış ne yapacağım ben bunu' dedim. Telefonu müdür yardımcısı [N.S.ye] götürdüm. [Messenger] girmeden telefonun ekran görüntüsünde bildirim olarak mesajlar duruyordu. Onları [N.] Hanıma gösterip 'mesajlar gelmiş' dedim. [N.] Hanıma [N.T.yi] çağıralım dedi. [N.T.] geldiğinde 'ona telefonu niye okula getiriyorsun yanında bulunması mı gerekiyor' diye sorduk. Kendisi 'yok' dedi. Niye bu kadar paniklediğini başkasına verdiğini sorunca kendisi 'erkek arkadaşım var o nedenle korktum' dedi. 'Erkek arkadaşım [] dedi. [S.G.] [yi] çağırdı. [ye] [N.T.] 'kız arkadaşın mı' diye sorduk o da 'hayır' dedi. [N.T] de 'hocam telefona bakalım erkek arkadaşım o benim, mesajlara bakabilirsiniz' dedi ama biz okumadık. [nin] geldiğini gördük. [nin] 'o benim sevgilim değil' demesine [N.T.] çok bozuldu yüzü kızardı. .....Ben öğrencilere hitaben 'arkadaşlar sizin sevgiliniz olup olmaması beni ilgilendirmiyor sadece benim dersime telefon getirip beni zor durumda bırakmayın, Siz de yalan söylemek zorunda kalmayın' dedim. . Sonrasında zil çaldı. 'Benim misafirlerim var zaten ben çıkıyorum' dedim ve odadan çıktım. Olayı evde otururken arkadaşımdan haber aldım. Benim bilgim ve görgüm bundan ibarettir.'' S.G.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Olay günü saat için odama geldiğimde müdür yardımcımız [N.] hanım ingilizce öğretmeni [H.] hanım ve 3 kız 1 erkek içerdeydik. [N.] hanım bana erkek öğrencinin babasını arayıp kız arkadaşı ile ilgili okula gelmesini istedik. Ben [A.yi] aradım. Okula gelmesini oğlunun kız arkadaşının olmasında ve kız meselesinde okula gelmesini istedik. Kendisi gürültü olduğundan beni duymuyordu. 2 defa sordu okuldan mı kaçtı devamsızlık mı yaptı kavgamı etti dedi bende önemli bir şey değil dememe rağmen beni duymuyordu. Bende yukarıda söylediklerimi söyledim. Beni anlaması için Diğer çocuklarda odada iken [N.T.de] odadaydı. Onların duymaması için [A.ye] 'düğün düğün' dedim Telefonu kapattım. Rehber öğretmeni [Z.K.yı] çağırdım. Kendisi odaya girdi ben odadan çıktım. Bu olay ile ilgili ondan sonra herhangi bir bilgim olmadı bir daha odaya girmedim. En son emniyet beni aradı durumu bildirdi. Öğrenci hakkında bilgi almak istedi ve olayla ile böyle bilgim oldu.\" N.S.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Olay günü [H.] hanım elinde telefon ile geldi. Bana [N.nin] telefonundaki mesajları göstererek bak erkek arkadaşıyla mesajlamışlar derste dedi. [H.] hanım aileleri arayalım dedi. [N.nin] annesini aradım kızınız okula telefon getirmiş sevgilisi ile mesajlaşmaları varmış yarın okula gelin görüşelim dedim. Ben [N.ye] telefon ile kimle görüştün diye sordum o da bana mesenjer de erkek arkadaşıyla görüştüğünü söyledi. Diğer iki kızın telefonlarına bakmadım. Onlarında ailesini aradım.. Ben [N.nin] annesi konuşurken annesine yukarı bahsettiklerimi derken [N.de] odadaydı beni duyuyordu. Sonrasında öğrencileri sınıflarına gönderdik. Sonrasında sınıf rehber öğretmeni [Z.K.] odaya geldi. [S.G.nin] odada olup olmadığını hatırlamıyorum. [Z.K.], [N.nin] yanına gelip erkek arkadaşıyla mezarlıkta buluştuğunu abisinin arkadaşlarının gördüğünü [Z.K.ya] ağlayarak anlatmış ve bir daha yapmayacağından bahsetmiş. Olay günü [Z.K.] da bu bilgisini benimle paylaştı. Okul 15:20 de bitince hocalar evlerine gitti ben ve [S.] bey odadaydık saat 16:00 civarında [S.] beye bir telefon geldi. Bir kız öğrencinin kendini inşaatttan attığını [...] lisesi öğrencisi olabileceği bilgisi [S.] beye verildi. Sonrasında[S.] bey [N.nin] ın TC sini almak için yanıma geldi. Öğrencinin bilgilerini çıkardım. Olay gününün olduğu gece bizim kız yatılı bölümünün nöbetçisi [Ç.U.du] Daha önceden de [N.] kendini aşağıya atacağından bahsettiğini öğrencilerden [Ç.] hoca duymuş. [Ç.] hoca 12 sınıfta okuyan [Z.] isimli bir öğrenciden duyduğunu söyleyince bugün yanıma çağırdım. [Z.] adlı öğrenci bana [E.T.nin] bunu söylediğini bahsetti. Onun bilgisi olduğunu söyledi. Bu olay ile görgüm ve bilgim bundan ibarettir.\" Olayla ilgili olarak nin İlçe Emniyet Müdürlüğünde ve Başsavcılıkta ifadesi alınmıştır. nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: ''[N. T.] kız arkadaşım olur. Olay olmadan önce 16 gün olmuştu ilişkimiz başlayalı...Ben son saat derste iken nöbetçi öğrenci gelip beni idareden çağırdıklarını söyledi. Ben de müdür yardımcısı odasına gittim. O an oda da [S.], [N.], [H.] Hoca, [G.] ve başka iki kız öğrenci daha vardı.. Ben odaya girince [H.] Hoca '[N.T.]yi tanıyor musun diye sordu. Ben tanıyorum dedim, sevgilin diye sorunca 'hayır' dedim. 'Hayır' dediğimde [N.T.] oda da yoktu diye hatırlıyorum., 1-2 dakika sonra odaya girdiğini hatırlıyorum. [N.T.] odaya gelince [H.][N.T.ye] beni göstererek 'bu mu senin sevgilin' dedi o da 'evet' dedi. [N.T.] 'evet' deyince ben de 'evet benim sevgilim' dedim. ..sonradan [S.] Hoca ailelerine haber verelim gelsinler dedi. Bunu sevgili olduğumuzu da bilakis söyledi. [H.] Hoca uzun süre telefonu inceledi. Mesajlara bakıyordu. Hatta [N.ye] telefonun giriş şifresini gir de okulun wifisine girip mesajlara bakalım dedi. [N.T.] 'tamam hocam girelim' dedi. O an [S.] Hoca benim ailemi aradığından dolayı ben dikkatimi [S.] Hocaya verdim. Şifreyi girip girmediğini hatırlamıyorum. [S.] Hoca babama okula gelmelisiniz dedi. Babam ona ne cevap verdiğini bilmiyorum. [S.] Hoca sonrasında 'evlilik işi var evlilik işi var' diyerek gülerek konuştu. ..Sonrasında [S.] Hoca 'sen sınıfına gidebilirsin' dedi. Bende odadan çıktım. Ben odadan çıkarken [N.] gördüğümde ağlıyordu. Ben sınıfıma gittim 5 dakika sonra son zil çaldı. Okuldan çıktım halk eğitim orada [N.T.] ve arkadaşı [G.yi] gördüm. Onları durdurdum [N.T.ye] 'canını sıkma bir yolunu buluruz' dedim. [N.] 'bana seni çok seviyorum' dedi ve yolun karşısına [G.] ile birlikte geçtiler ben peşlerinden gittim. [G.] 'ben gidiyorum o zaman' deyince [N.T.yi] 'ben bırakırım' dedim. [N.] ile bir süre yürüdükten sonra farklı yöne doğru gittiğini görünce ben 'nereye gidiyorsun halangilin evi şuradaki binadaydı' dedim o da 'bana diğer halamgile gidiyorum' dedi. O anda gözleri dolu doluydu. Yüz rengi soluktu. Bana 'sen git' dedi 'ben buradan' gideceğim dedi. O gitmeye başlayınca yolda ağladığını gördüm dayanamadım durdurdum 'kendini üzme çözülür' dedim. [N.] 'bana bir kere bu olay yüzünden uyardı zaten, duyarlarsa beni döverler' dedi. Ben de 'elbet bir yolu bulunur' dedim. O da bana 'seni çok seviyorum' dedi ve bana sarıldı. Bana 'zaten halamgile yaklaştık seni görmesinler sen git' dedi, ben tamam dedim, evime geldim. Sonradan [Ş] isimli arkadaşım bizim eve gelerek [N.] kendini inşaattan atmış dedi. Bizim ev inşattan uzak olmasına rağmen yola çıkınca inşaatın orası gözükmektedir. İnşaatın önünün kalabalık olduğunu görünce korkarak eve girdim ve olayı anneme anlattım.'' Aynı şekilde N.T.nin sınıf arkadaşları K.K., B.S., F.nin intihar olayıyla ilgili olarak ifadeleri alınmıştır. Sınıf arkadaşları, N.T.nin okul idaresinden döndüğünde ağladığına tanıklık ettiklerini beyan etmişlerdir. N.T.nin intihar ettiği inşaatta bulunan kişiler ile olayı gören şahısların da bilgilerine başvurulmuştur. Başsavcılık; özel hayatın gizliliğini ihlal etme, başkasını intihara yönlendirme ve yardım etme suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: \"...[N.T.nin] ....isimli apartman inşaatından atlamak suretiyle intihar ettiği [...] tüm soruşturma evrakı incelendiğinde özel hayatın gizliliğini ihlal suçu bakımından şüphelilerin ölene ait olan telefonu açarak mesaj ve arama kayıtlarını incelediklerine dair kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı, intihara yönlendirme suçu bakımından da şüphelilerin çocuk psikolojisi bakımından yeterli eğitimlerinin bulunmadığı, öğrencilere karşı tutumlarının somut olaya uygun olmadığı anlaşılsa da yapmış oldukları eylemleri ile ölen [N.T.nin] intihar etmesi arasında illiyet bağı kurulmadığından....şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verilmiştir.]\"' Başvurucuların Başsavcılık kararına yaptığı itirazı Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliği 7/8/2017 tarihinde reddetmiştir. Ret kararı başvuruculara 16/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 15/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince yapılan araştırmada olayla ilgili olarak Müdür Yardımcısı N.S. hakkında başlatılan disiplin soruşturması sonucunda N.S.ye kınama cezası verilmiş, daha sonra Diyarbakır İdare Mahkemesi tarafından söz konusu ceza şeklî sebepler dolayısıyla iptal edilmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34841", "Başvuru Konusu":"Başvuru, okul idaresi ve öğretmenler tarafından aşağılayıcı muameleye maruz kalınmasına karşın buna ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular bulunmadan konumu itibariyle işlemesi mümkün olmayan bir suçtan dolayı müdafiinin hazır olmadığı celsede tutuklanmasına karar verilmesi ve tutukluluğa itirazlarının gerekçesiz olarak matbu ifadelerle reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 2/5/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 14/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu görüş yazısı 21/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle Bakanlık görüş yazısı ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2004-2008 yılları arasında Malatya İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü emrinde jandarma uzman çavuş olarak görev yapmıştır. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının -4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı mülga Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile görevli- 2010/857 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen ve kamuoyunda Ergenekon soruşturması olarak bilinen soruşturma kapsamında, 17/3/2011 tarihinde Siirt’te gözaltına alınmış, 20/3/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucu ile birlikte diğer 23 şüpheli hakkındaki soruşturmaya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/7/2011 tarihinde, bu soruşturma ile Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde -5271 sayılı mülga Kanun’un maddesi ile görevli- yargılaması devam eden ve kamuoyunda “Zirve Yayınevi cinayeti” olarak bilinen olay arasında irtibat bulunduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilerek soruşturma evrakı Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 8/6/2012 tarihli ve E.2012/114 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle Malatya Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış, iddianame ile başvurucunun tutuklanması talep edilmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi, tensip incelemesi sonucunda verdiği 6/7/2012 tarihli ve E.2012/157, K.2012/146 sayılı kararı ile dosyanın aynı Mahkemenin E.2007/125 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, başvurucunun tutuklanması talebinin savunması alındıktan sonra değerlendirilmek üzere bu aşamada reddine karar vermiştir. Mahkemenin E.2007/125 sayılı dosyası üzerinden devam eden yargılamada, başvurucunun kimlik tespiti 3/9/2012 tarihli ve 40 numaralı celsede yapılmış, sorgu ve savunması ise 7/9/2012 tarihli ve 44 numaralı celsede alınmıştır. Başvurucu müdafiinin mazeretli olarak katılmadığı 18/1/2013 tarihli ve 56 numaralı celsede Cumhuriyet Savcısı başvurucu hakkında tutuklama kararı verilmesini talep etmiş, Mahkemece tutuklama talebi hususunda beyanı alınmaksızın başvurucunun isnat edilen silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:  “Sanıklar E.G. ve Adem Gedik'in [başvurucu] 5237 sayılı TCK'nun 314/2 maddesi gereğince üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, sanıkların aşama beyanları, tanık A.'nın beyanları, sanık İ.Ç.'nin (tanık U.'nun) beyanları ve aşama savunması, mahkememizce daha önce dinlenen tanıkların beyanları, fotoğraflar, video görüntüleri, ses kayıtları, bilirkişi raporu, not kağıtları, ihbar mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar; aramalarda ele geçirilen bilgi, belge ve dijital veriler, Ergenekon Terör Örgütü soruşturmaları kapsamında ele geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital veriler, İl Emniyet Komisyonu Toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve tespit rapor ve tutanakları, mağdur ve diğer tanık ifade tutanakları, HTS telefon irtibat tutanakları, iletişim tespit tutanakları, Malatya Jandarma İstihbarat Şubesi tarafından alınan dinleme kararları, ekspertiz ve bilirkişi raporları, emanet makbuzları, mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve sanıkların kaçma şüphesinin bulunması, dinlenecek tanıkların bulunması, henüz huzurda dinlenmemiş olmaları ve delilleri değiştirme ihtimal ve kuşkusu ile tanıklar üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma kuşkusu, Malatya Başsavcılığı'nın (TMK madde ile görevli birim) 2012/378 sor ve 2012/428 sor sayılı dosyalar kapsamında elde edildiği belirtilen ve mahkememize 2013 tarihli delil klasörleri, tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile karşılanamayacak olması ve tüm dosya kapsamı nazara alınarak ... ” Yargılamanın devamında Mahkeme, 8/3/2013 tarihli ve 61 numaralı celsede başvurucunun -ve diğer 16 sanığın- tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, sanıkların aşama beyanları, tanık A.'nın aşama beyanları, sanık ve aynı zamanda gizli tanık İ.Ç.'nin (U.'nun) aşama beyanları ve aşama savunmaları, mahkememizce daha önce dinlenen tanıkların beyanları (G.T., Ö.T., Ş., E.Ö., O.Ç., E., , R.P., A.K., U., Y.Ö., E.Ö., O., G., Z., H.Ö., S., E.Y., B.P., B., O.K., E.G., Y.A...), olay fotoğrafları, dosyadaki mevcut diğer fotoğraflar, video görüntüleri, bir kısım sanıkların kendileri tarafından oluşturulan ses kayıtları, bilirkişi raporu, not kağıtları, ihbar mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar, aramalarda ele geçirilen bilgi, belge ve dijital veriler, Ergenekon Terör Örgütü soruşturmaları kapsamında ele geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital veriler, İl Emniyet Komisyonu Toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve tespit rapor ve tutanakları, mağdur ve diğer tanık ifade tutanakları, HTS kayıtları, telefon irtibat tutanakları, HTS kayıtları üzerinde yapılan çalışma, iletişim tespit tutanakları, Malatya Jandarma Komutanlığı ve İstihbarat Şubesi tarafından yapılan talep yazıları ile bu taleplere istinaden alınan dinleme kararları, ekspertiz ve bilirkişi raporları, emanet makbuzları, otopsi tutanakları, dosya kapsamına celp edilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dosyasındaki iddianameler, mevcut delil durumuna göre sanıklar hakkında isnat edilen suçlar bakımından kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve sanıkların üzerine atılı suçların yasadaki cezalarının alt ve üst sınırları, sanıkların üzerine atılı suçların CMK.maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, henüz dinlenmeyen müşteki veya tanıkların bulunması, buna göre delilleri değiştirme ihtimal ve kuşkusu, mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunulmasının kuvvetle muhtemel olması, sanıkların kaçma şüphesinin bulunması, 15/05/2012 tarihinde Kırşehir Emniyet Müdürlüğü'ne H.K. isimli şahıs tarafından teslim edilen Toshiba marka 500 GB lık harddisk, sanık H.Y.'nin kayınbiraderi H.K. tarafından teslim edilen söz konusu harddiskin içerisindeki görüntülü, sesli ve yazılı belgelerin ve bilgilerin dökümü, bunlar üzerinde yapılan teknik çalışmalar, buna ilişkin delil dosya ve klasörleri, Malatya Başsavcılığı (TMK.Madde İle Görevli Birim) 2012/378 sor ve 2012/428 sor sayılı dosyalar kapsamında elde edildiği belirtilen ve bu kapsamda en son celsede gönderilen delil klasörleri, yine Malatya Başsavcılığı'nın (TMK.Madde İle Görevli Birim) 04/03/2013 havale tarihi ile mahkememiz dosyasına gönderilen ek 2 klasör delil, rapor ve içerikleri, MİT Müsteşarlığı tarafından TBMM'ye gönderilen ve TBMM Genel Sekreterliği tarafından mahkememize gönderilen kayıt ve belgeler, dosyadaki mevcut deliller bakımından sanıkların yargılandığı suçların nitelikleri göz önüne alındığında bir sanık bakımından var olan delilin diğer sanıkları da etkileme durumu, sanıkların henüz toplanmamış deliller bakımından ve dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından delillere etki etme ve tanık ve müştekileri yönlendirme kuşkusu, buna göre ve ayrıca üzerlerine atılı suçlar bakımından yasadaki cezalarının alt ve üst sınırları nazara alınarak tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile karşılanamayacak olması ve tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında ... ” Başvurucu, 11/3/2013 tarihinde tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiş ancak itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 29/3/2013 tarihli ve 2013/79 Değişik İş sayılı kararı ile kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu ret kararını 2/4/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 24/2/2014 tarihli ve 92 numaralı celsede “üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdi(ği) süre(yi) nazara alarak” başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 5271 sayılı mülga Kanun’un maddesi ile görevli olan ağır ceza mahkemeleri kaldırıldığından, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 18/3/2014 tarihli ve E.2007/125, K.2014/107 sayılı kararı ile başvurucunun yargılanmakta olduğu dava, Malatya Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/173 sayılı dosya numarası ile devredilmiş olup dava inceleme tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Cezaların artırılması” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir... ” 5271 sayılı Kanun'un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),... ” 5271 sayılı Kanun'un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.” 5271 sayılı Kanun'un “Tazminat istemi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2950", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular bulunmadan konumu itibariyle işlemesi mümkün olmayan bir suçtan dolayı müdafiinin hazır olmadığı celsede tutuklanmasına karar verilmesi ve tutukluluğa itirazlarının gerekçesiz olarak matbu ifadelerle reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Elmalı Cumhuriyet Başsavcılığının 26/5/2008 tarihli iddianamesi ile çocuğun cinsel istismarı ve çocuğu müstehcen yayınları okumaya ve seyretmeye teşvik suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Elmalı Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 7/5/2013 tarihli kararıyla başvurucunun iki ayrı mağdura karşı eylemleri nedeniyle çocuğun cinsel istismarı suçundan iki kez 8 yıl 4 ay hapis, çocuğa müstehcen görüntü içeren ürünlerin içeriğini gösterme/dinletme suçundan iki kez 8 ay 10 gün hapis cezası ile 660 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, müstehcen görüntü ürünü üretme işinde çocuk olan küçük mağdurları kullanma suçu yönünden ise beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay, başvurucu yönünden 11/1/2016 tarihinde bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama sonucu Mahkemenin 11/10/2016 tarihli kararıyla başvurucunun iki ayrı mağdura karşı eylemleri nedeniyle çocuğun basit cinsel istismarı suçundan iki kez 5 yıl 6 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, çocuğu müstehcen yayınları okumaya ve seyretmeye teşvik suçu yönünden ise suçu işlediği sabit olmadığından beraatine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki hüküm onanmıştır. Yargıtay ilamına ilişkin Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarında yapılan incelemede başvurucunun ilgili Yargıtay kararını 2/8/2018 günü saat 26’da açarak okuduğu tespit edilmiştir. Dosyadaki belgelerden 1/7/2018 tarihinde başvurucunun doğum yaptığı, sonrasında eşinin 7/8/2018 tarihinde Elmalı Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe ile başvurarak başvurucu hakkında cezanın infazının ertelenmesini talep ettiği anlaşılmıştır. Bahse konu talep üzerine Elmalı Cumhuriyet Başsavcılığı doğum nedeniyle infazın ertelenmesine 7/8/2018 tarihinde karar vermiştir. Başvurucunun UYAP'ta kayıtlı 25/12/2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) başvurusunda kullandığı \"...temmuzda doğum yaptım, Elmalı ağır ceza savcısı bana altı ay süt izni verdi, beni 28/12/2018 cuma günü tutuklayacaklar...\" ifadesinden infazın ertelenmesiyle ilgili olarak eşinin yaptığı başvurudan ve hakkında verilen infazın ertelenmesi kararından haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, nihai kararı 10/9/2018 tarihinde tebellüğ ettiğini beyan etmiştir. Başvurucu 10/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27866", "Başvuru Konusu":"Başvuru, usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, polis memuru olarak görev yapmaktayken 1/9/2016 tarihli ve 29818 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yargılandığı ceza davasından beraat etmiş ve beraat kararı 7/10/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, yurt dışı çıkışını engelleyen tahditlerin kaldırılması ve yurt dışına çıkmak üzere tarafına pasaport verilmesi talebiyle 6/3/2018 tarihli dilekçesi ile valiliğe başvurmuştur. Valilik, KHK ile kamu görevinden çıkarıldığından başvurucunun pasaportlarının tekrar geçerli hâle getirilmesinin veya yeni bir pasaport tanzim edilmesinin mümkün olmadığını belirterek pasaport talebini reddetmiştir. Başvurucu, ret kararına karşı işsiz olduğu ve iş bulmak için yurt dışına gitmesi gerektiğini belirterek dava açmıştır. İdare mahkemesi 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca idareye kamu görevinden çıkarılanların pasaportlarının iptal edilebileceğine ilişkin takdir yetkisi tanındığı ve dava tarihi itibarıyla OHAL devam ettiğinden dava konusu işlemin idarenin takdir yetkisi kapsamında kaldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bölge idare mahkemesi ise usule ve hukuka uygun olan idare mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39726", "Başvuru Konusu":"Başvuru, pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka bir davada verilen kararın aksi yönünde bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Açtığı Dava Başvurucu A. Orman İşletme Müdürlüğü (Kurum) bünyesinde 2008 yılından itibaren belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile sendikalı ve toplu iş sözleşmesine (TİS) tabi olarak mevsimlik işçi statüsünde çalışmıştır. Kurum bünyesinde çalışan işçilerin çalışma şekli Kurum tarafından aylık nöbet listeleri ile belirlenmiş, başvurucunun iddiasına göre işe başladığı tarihten itibaren fazla mesai ücret alacağı kendisine ödenmemiştir. Başvurucu ile birlikte aynı işyerinde çalışan dört işçi fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek Sakarya İş Mahkemesinde (Mahkeme) ayrı ayrı alacak davası açmışlardır. Mahkeme 17/11/2016 tarihli kararında, başvurucunun talebini kısmen kabul ederek 500 TL'nin dava tarihinden, bakiye 236 TL'nin ıslah tarihi olan 21/6/2016 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde, başvurucunun Yargıtay içtihatlarında 24 saat nöbet tutularak çalışılan işyerleri ile ilgili olarak uyku vb. ihtiyaçlar için geçen zaman çıkarıldıktan sonra bu tür çalışmaların günde 14 saat olabileceğinin kabul edildiği belirtilmiştir. Devamında başvurucunun fazla mesai çalışmasının nöbet tuttuğu günlerde 6,5 saat olabileceği ve saat ücretinin ise %75 zamlı ödenmesi gerektiği, 3 saat fazla çalışmaya ilişkin ücretin TİS'e göre ödendiği, kalan kısma ilişkin ücretin ödenmesi gerektiğini belirterek bu miktar üzerinden hesaplanan ilave tutarlara ilişkin talebin ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Davalı Kurumun istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstinaf Dairesi) 1/6/2017 tarihli kararında ilk derece mahkemesi kararını kaldırmış ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. İstinaf Dairesi özetle uyuşmazlık konusu döneme ait puantajlarda yer alan çalışma ve bordrolardaki ödeme kayıtları dikkate alınarak fark alacağının bulunup bulunmadığının tespit edileceğini, fazla çalışmaya ilişkin tanık beyanlarına itibar edilemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca TİS'e göre 8 saatlik mesainin üstüne 3 saatlik fazla çalışma öngörüldüğü ve bu hükmün taraflar için bağlayıcı olduğu, dolayısıyla 3 saatin dışında fazla çalışmadan ve buna ilişkin alacaktan bahsedilemeyeceği gerekçesine yer vermiştir. Nihai karar 20/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Konusu Dava ile Benzer Diğer Davaların Süreci Başvurucu ile aynı durumda olan S.Ş., A., A.B. ve E.nin davası yönünden Mahkeme 17/11/2016 tarihli kararlarında başvuru konusu davada verilen karar gerekçesini tekrarlayarak hüküm kurmuştur. Davalı Kurumun istinaf talepleri, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi ve Hukuk Dairelerinin 22/2/2017, 29/3/2017 ve 23/2/2017 tarihli kararları ile esastan kesin olarak reddedilmiştir. Esastan ret kararı veren İstinaf Dairelerinin gerekçelerinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararına atıf yapılmıştır. Davalı işverenlerin işçileri çalıştırma şekli dikkate alındığında uyku ve zorunlu yemek ile diğer ihtiyaçları için geçen zaman çıkarıldıktan sonra çalışanların günde en fazla 14 saat çalışabilecekleri belirtilerek davalı işveren tarafından TİS hükümlerine bağlı olarak %75 zamlı ödeneceğine ve günlük 3 saat üzerinden yapılmış olan fazla mesai ödemelerinin ücret bordrolarında tek tek belirlenerek hesaplama yapılmak suretiyle tenzil yoluna gidildiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla ilk derece mahkemesini değerlendirmesinin yerinde olduğu ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''Fazla çalışma ücreti'' kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.'' 4857 sayılı Kanun'un \"Çalışma süresi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır......'' Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2020 tarihli ve E.2020/5880, K.2020/11091 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda ise işçinin ihtirazi kayıt ileri sürmesi beklenemeyeceğinden, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının her türlü delil ile ispatı mümkündür.Dairemizin görüşüne göre; orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilerin görevleri itibariyle yangın döneminde bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Nitekim, orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilere toplu iş sözleşmesi gereği fazla çalışma yapılsın veya yapılmasın günde üç saatlik fazla çalışma ücreti ödenmektedir. İşçinin günde üç saatten daha fazla çalıştığının yazılı delille (görev emirleri, çizelgeler, puantaj kaydı vs) ispatı halinde fazlasının ödenmesi gerekir. Aksi halde salt tanık beyanlarına göre fazla çalışma yapıldığının ispatı kabul edilemez. ...Her ne kadar; 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasında, 'Çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi ispatlanıncaya kadar geçerlidir.' hükmüne yer verilmiş olup Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın sözü edilen kesinleşmiş raporları bu sebeple bağlayıcı ise de; davacının 2013 tarihinde emekli olduğu, bilirkişi raporunda belirtilenin aksine davacının teftiş tarihinden önce emekli olması sebebiyle isminin dosya içerisinde bulunan teftiş raporu ve eklerinde yer almadığı bu sebeple teftiş sırasında davacının çalışma şekline yönelik bir tespitte bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Şu halde, davacıya çalışma şekline göre Toplu İş Sözleşmelerinde belirlenen fazla çalışma ödemesinin yapıldığı, davacının ödemesi yapılan süreden daha fazla çalıştığını yazılı bir delil ile ispatlayamadığı, daha fazla çalışmanın salt tanık beyanlarına göre ispatının mümkün olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir....\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/2/2016 tarihli ve E.2016/5218, K.2016/3969 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. Somut olayda, davalı tarafından dosyaya puantaj kayıtları sunulmuştur. Kayıtların incelenmesinde, yangınla mücadele için görevlendirme olduğu zamanların ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir. Bu durumda kamu kurumu tarafından sunulan puantaj kayıtlarına itibar edilerek, davacının 'MY' kodu ile yangınla mücadelede görevlendirildiği günlerin puantajlardan tespiti ile bu günler yönünden her gün 3 saat üzerinden fazla mesai alacağının hesaplanması ve ödenen rakamların mahsubu ile alacağın belirlenmesi gerekirken tüm sezon yönünden hesaplanması hatalı olup karar bozulmalıdır.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/3144, K.2018/6210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla mesai yapıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. İmzalı ücret bordrolarında bu çalışmaların karşılığı olan ücretlerin ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığı ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma ve genel tatil alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazı kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazı kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. ...Davacının görevi itibariyle yangın döneminde de bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Çalışmanın şekli dikkate alındığında aile hayatı ile çalışma hayatı iç içe geçmiştir. Bu nedenle, davacı yangın nöbeti tuttuğu tüm süre için ancak toplu iş sözleşmesinde belirlenen şekilde günlük 3 saat fazla çalışma (%75 saat ücreti fazla) alacağına hak kazanacaktır. Tüm bu belirlemelere rağmen, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının 01 Haziran -31 Ekim arası yangın sezonunda haftada 5 gün 24 saat, 1 gün de 5 saat çalıştırıldığı, yasal günlük çalışma süresi 7,5 saat olarak kabul edilmiş ise de, haftada 5,5 gün çalışan davacının son gündeki çalışması 5 saat olduğundan diğer günlerdeki çalışmasının 8 saat olarak kabul edilmesi gerektiği, 24 saat çalışmalarda Yargıtayın artık yerleşik içtihatlarına göre bu sürenin 14 saat kabul edildiği, 14 saat çalışan işçinin 8 saati aşan çalışmasının 6 saat olduğu ve günlük 3 saatin karşılığının zamlı olarak ödendiğinin kabulü durumunda karşılığı ödenmeyen günlük 3 saatlik fazla çalışma alacağının bulunduğu kabul edilmiştir. Mahkemece varılan sonuç açıklanan nedenler ile hatalı olduğundan doğru sonuca varılması için; davacının yangın sezonu olan 01 Haziran-31 Ekim tarihleri arasında izinli olduğu ve hafta tatili izni kullandığı günler gibi fiilen çalışmadığı günler puantaj kayıtları esas alınarak belirlenmeli, buna göre bu günler dışında davacının fiilen çalışmış olduğu günlük 14 saat çalışma nedeniyle 11 saati aşan 3 saat fazla çalışmaya hak kazandığı, toplu iş sözleşmesi hükümleri uyarınca davacıya yangın sezonunda beklediği her gün için 3 saat fazla mesai ödemesi yapılıp yapılmadığı tespit edilmeli ödenmiş ise dava reddedilmeli, ödenmemiş ise ödenmeyen kısım davalı yararına oluşan usuli kazanılmış haklar da gözetilerek yapılacak hesaplama sonucuna göre hüküm altına alınmalıdır. Belirtilen hususlar gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir....\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/4/2006 tarihli ve E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...1475 sayılı Yasanın yürürlükte olduğu dönemde; Yargıtay'ın istikrar kazanan uygulamasına göre haftalık 45 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü gerekir. Davacının günde 14 saat çalıştığı kabul edildiğinde, haftada 3 gün çalıştığında, haftalık çalışma süresi 42 saat olacaktır. Bu haftalarda fazla mesai yapıldığı kabul edilemez. Dört gün çalışılan haftalarda ise, haftalık çalışma 56 saat olup, davacının bu haftalarda, haftada 11 saat fazla mesai yaptığının kabulü gerekir. Mahkemenin hükmüne esas alınan bilirkişi raporunda 1475 sayılı yasa döneminde günlük 7,5 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü hatalıdır.4857 sayılı Yasa döneminde ise; Günlük 11 saati aşan çalışmaları ile haftalık 45 saatten fazla çalışmalar fazla çalışma olarak kabul edildiğinden, haftada 3 gün çalışılan haftalarda 11 saati aşan günlük 3 saat, haftalık 9 saat çalışmanın; haftada 4 gün çalışıldığında günlük 3, haftalık 12 saat çalışmanın fazla çalışma saati olarak kabulü gerekir.Bu durumda fazla mesai sayılan çalışmalar dışındaki çalışma süresi; haftada 3 gün çalışıldığında günlük 11 saatten haftada 33 saati bulacağı; haftada 4 gün çalışıldığında ise günlük 11 saatten haftalık 44 saate ulaşacağından ve haftalık 45 saati aşmadığından denkleştirmeden söz edilemez.Bu çalışma şekline göre; davacının fazla mesai çalışma alacağının saptanması için bilirkişiden Yargıtay denetimine elverişli ek rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde fazla çalışma alacak isteği ile ilgili hüküm kurulması hatalı olup kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.2- Davacının, Kapsam Dışı Personel Yönetmeliğinin maddesinde belirtilen vardiyalı çalışmalara ilişkin koşullara uygun bir çalışması bulunmadığından vardiya primi isteğinin kabulü de doğru görülmemiştir....\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.v/Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85). Yargılama sırasında sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29156", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka bir davada verilen kararın aksi yönünde bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari para cezası verilmesine ilişkin işlem tesis edilirken savunma alınmaması ve işlemin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) satışı yapmaktadır. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından başvurucu Şirkete lisanssız oto gaz bayiliği faaliyeti yürüttüğünden bahisle 25/4/2008 tarihli işlem uyarınca 600 TL tutarında idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle Danıştay Onüçüncü Dairesi (Mahkeme) nezdinde lisans almak için başvurduğunu ve lisans alınmadan önceki dönem için gerekli izin belgelerine sahip olduğunu ileri sürerek iptal davası açmıştır. Mahkeme 9/9/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 2/3/2005 tarihli ve 5307 sayılı Kanun uyarınca LPG satışı yapan kişilerin EPDK tarafından verilen lisansa sahip olarak faaliyette bulunmaları gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu Şirketin 15/6/2006 tarihinde lisans aldığı ancak lisans almadan önce LPG satışı yaptığının idarece tespit edildiği vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucu Şirketin 5307 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmeden önceki geçici maddesi kapsamında gerekli ruhsat ve belgelere sahip olarak faaliyette bulunulduğu yönünde bir belge de sunulmadığının altı çizilmiştir. Sonuç olarak idarenin yaptığı tespit uyarınca mevzuata uygun olarak işlem tesis ettiği belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret hükmü Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 6/12/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Kurulun 7/10/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/1/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 20/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5307 sayılı Kanun'un maddesinin ilk fıkrası şöyledir: \"LPG’nin dağıtımı, taşınması ve otogaz bayilik faaliyetlerinin yapılması (tüplü LPG bayiliği hariç), depolanması, LPG tüpünün imalâtı, dolumu, muayenesi, tamiri ve bakımı ile bu amaçla tesis kurulması ve işletilmesi için lisans alınması zorunludur. \" 5307 sayılı Kanun'un idari para cezasını gerektiren hâlleri düzenleyen maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendi ile (b) bendinin (2) numaralı alt bendi şöyledir:  \" Lisans almaksızın lisansa tâbi faaliyetlerin yapılması.  .....  Lisans almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak işlemlerin yapılması\" 5307 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilk fıkrasının üçüncü cümlesi şöyledir: \"Ancak bu Kanun yürürlüğe girmeden önce kurulduğu dönemdeki mevzuata göre gayri sıhhî müessese veya iş yeri açma ve çalışma ruhsatlı olarak bu Kanun gereği güvenlik ve lisans gereklerini yerine getirerek faaliyetlerini sürdüren otogaz istasyonları, lisans almak şartıyla faaliyetlerine devam ederler. \" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2303", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari para cezası verilmesine ilişkin işlem tesis edilirken savunma alınmaması ve işlemin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine Başkale Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Mahkemenin 9/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve dava tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16240", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tıbbi ihmal ve sağlık hizmeti sunumunda aksaklılar bulunması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan İsmail Bakır ile Gülizar Bakır 6/8/2006 tarihinde yaşamını yitiren 1989 doğumlu İ.B.nin babası ve annesi, diğer başvurucular ise kardeşleridir.A. İ.B.nin Ölümü Başvurucuların beyanına göre İ.B. 6/8/2006 tarihinde saat 00 civarında Şanlıurfa-Diyarbakır kara yolu üzerinde, kullanmakta olduğu mobiletin hâkimiyetini kaybederek kaza yapmıştır. İ.B. acil olarak Şanlıurfa Devlet Hastanesine götürülmüştür. Başvurucuların iddiasına göre Acil Serviste göğüs cerrahisi uzmanının izinli olması nedeniyle İ.B.; genel cerrahi konsültasyonu yapılmaksızın, aynı ilde bulunan Balıklıgöl Devlet Hastanesi ile iletişim kurulmadan bu Hastaneye sevk edilmiş ancak burada da göğüs cerrahisi uzmanının bulunmaması nedeniyle Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine sevk edilmiştir. Bu Hastanede 37'de ameliyata alınan İ.B. saat 45 civarında vefat etmiştir. B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir soruşturma başlatılıp başlatılmadığı hususunda doğrudan bir açıklamada bulunmaksızın sadece ''otopsi zabtı ve ölü muayene raporlarında karaciğer yaralanmasına bağlı gelişen aşırı kan kaybı nedeniyle'' ölümün meydana geldiği şeklide açıklama yaparak Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 2007 yılında tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular dava dilekçelerinde; İ.B.nin geçirdiği trafik kazası sonucu kaldırıldığı Şanlıurfa Devlet Hastanesinde yaklaşık üç saat müdahale edilmeksizin bekletildiğini, ayrıca Balıklıgöl Devlet Hastanesine sevkinin usulsüz bir şekilde yapıldığını ve tüm bu süreç sonunda yeterli tıbbi müdahalenin zamanında yapılmadığını, adı geçen hastanelerde olay tarihinde görevli göğüs cerrahının bulunmaması nedeniyle sevk edildiği Harran Üniversitesi Hastanesinde genel cerrah tarafından acilen ameliyata alındığını, ilk olarak başvurduğu Şanlıurfa Devlet Hastanesinde göğüs cerrahı tarafından ameliyata alınmamasının hizmet kusuru olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mahkeme, ara kararıyla başvurucuların iddiaları içinde yer alan hususlara ilişkin olarak Balıklıgöl Devlet Hastanesinden kayıtları talep etmiştir. Bu Hastane, İ.B. isimli şahsın olay tarihinde kendi hastanelerine getirildiğine dair bir kayda rastlanmadığını bildirmiştir. Bununla birlikte başvurucuların uygun prosedür takip edilmeksizin İ.B.nin Balıklıgöl Hastanesine sevk edildiğine ilişkin iddiaları hususunda Hastane, kayıtlarında herhangi bir bilgi bulunmadığını belirtmişse de Danıştay kararında muhalefet şerhleri olan iki üyenin karşıoy yazısından olayla ilgili olarak idari soruşturma başlatıldığı ve Acil Servis hekimi S.T.nin savunmasının alındığı, 11/5/2000 tarihli ve 24046 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği'nin maddesinde öngörülen usule (uygun görülen hastane ile koordinasyonun sağlanıp verilen tıbbi bakımın tamamının sorumlu kişi tarafından belgelendirilerek bu belgenin sevk yapılacak kuruma hasta ile birlikte iletilmesi) rağmen S.T.nin Balıklıgöl Hastanesi ile irtibata geçmediği ve sorumlu hekimi bilgilendirmediği anlaşılmıştır. Dosya içinde doğrudan temin edilemeyen ve fakat mahkeme kararına göre Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan idari soruşturmada Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince hazırlanan üç farklı raporun bulunduğu ve raporlarda İ.B.ye yapılan uygulamalarda eksik, kusurlu, hatalı veya geç kalınmış herhangi bir uygulamadan bahsedilemeyeceği kanaatine yer verildiği tespit edilmiştir. Bu belgelere ulaşılamamakla birlikte mahkeme kararından söz konusu sürecin tam yargı davasından önce tamamlandığı değerlendirilmiştir. Bununla beraber bu idari soruşturmanın sonuçlarına dair başvurucular tarafından herhangi bir belge ibraz edilmemiştir. Şanlıurfa İl Müdürlüğü tarafından, Hastane arşivinin araştırıldığı fakat söz konusu belgelere rastlanılmadığı hususu 27/2/2020 tarihli yazı ile Anayasa Mahkemesine bildirilmiştir. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan (ATK) 2008, 2010 ve 2011 yıllarında bilirkişi raporu almıştır. ATK verdiği ilk raporunda İ.B.nin ölüm nedenine dair açıklamada bulunmuş fakat olayda sorumluluğu doğuran eylem veya ihmalin olup olmadığına ve sorumluluğun kimlerde olduğuna dair bir değerlendirmede bulunmamıştır. Mahkeme bunun üzerine 2009 yılında yazdığı yazı ile İ.B.nin tedavisinde aktif ya da pasif rol oynayan doktorun ihmalinin olup olmadığı, hastaya zamanında müdahale edilip edilmediği, ihmal ve/veya kusur varsa bunların oranı hakkında tafsilatlı bilirkişi raporu düzenlenmesini talep etmiştir. ATK 2010 yılında verdiği raporda özetle İ.B.nin kaldırıldığı ve saat 27'de giriş yaptığı Şanlıurfa Devlet Hastanesinde tedavisini yapan doktorun ilk müdahaleyi ve gerekli tetkikleri yaptığı, göğüs cerrahisi konsültasyonu için hastayı sevk ettiği, hastanın Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine 37'de sevkle geldiği ve acilen ameliyata alındığı, bir saat içinde tetkikleri yapılıp sevkli gönderilerek hastanın ameliyata alındığı cihetle uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunu belirtmiştir. ATK raporunda ayrıca Şanlıurfa Devlet Hastanesinin poliklinik defterinde ''Genel adli muayene raporunda; raporun tanzim tarih ve saati kısmımda 09:50 yazılı olduğu, muayene kısmında; genel durum kötü, şuur açık, koopere, göğüste multitravmaya bağlı yüzeyel cilt sıyrıkları ve ekimotik alanlar olduğu, grafı çekildiği, sağda kosta kırığı tespit edildiği, beyin cerrahi konsültasyonu yapıldığı, göğüs cerrahi yönünden değerlendirilmesi için Balıklıgöl Devlet Hastanesi'ne sevk edildiği, şu anda hayati tehlikesi olduğu'' şeklinde kayıt bulunduğu görülmektedir. ATK aynı şekilde ameliyatın yapıldığı Harran Üniversitesi Hastanesinin kayıtlarını da incelemiştir. Hastanenin yazısında '' başvuru saati 10:37 olarak görüldüğü, motosiklet kazası olduğu söylenerek şuur kapalı, kardiak ve solunum arrestinde acil servise getirildiği, sabah 8 sıralarında olduğu söylenen kaza sonrası Şanlıurfa Devlet Hastanesi ve Balıklıgöl Devlet Hastanesi tarafından görülerek gönderildiği'' şeklinde bilgiler bulunmaktadır. Başvurucular anılan rapora itiraz etmiş, özetle şu hususları ileri sürmüşlerdir:i. Çözüme kavuşturulması gereken asıl sorunun ilk müdahalenin tıp kurallarına uygun yapılıp yapılmadığından değil söz konusu hizmetin sunulmasında idarenin kusurunun bulunup bulunmadığının tespit edilmediğinden kaynaklandığını belirtmişlerdir.ii. Başvurucuları, İ.B.nin Balıklıgöl Hastanesine sevk işlemi yapılırken Hastaneyle irtibata geçilip geçilmediği ve bu durumun tıp kurallarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekirken bunun yapılmadığı ayrıca Şanlıurfa Devlet Hastanesinde bulunan iki göğüs cerrahından birinin askerde diğerinin ise izinli olduğunun tespit edilmesi karşısında bu durumun tıp kurallarına ve hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.iii. Ayrıca olay gününde İ.B.ye yapılan ameliyatın konunun uzmanı olan göğüs cerrahisi uzmanları tarafından yapıldığını belirterek bu durumda aslında ilk müracaatın yapıldığı Şanlıurfa Devlet Hastanesinde bulunan genel cerrahlar tarafından müdahalede bulunulabilecekken Harran Araştırma Hastanesine sevk yapıldığını belirtmişlerdir. Başvuruculara göre tüm bu hususlar devletin sağlık alanında organizasyon kuramadığını ve işletemediğini göstermektedir. Yapılan itiraz üzerine Mahkeme ATK'dan, Şanlıurfa Devlet Hastanesine getirildiğinde İ.B.nin genel cerrahi uzmanları tarafından ameliyata alınmasının gerekli ve mümkün olup olmadığı, anılan Hastanede genel cerrahi uzmanları tarafından ameliyata alınsaydı hayatının kurtarılabilmesinin mümkün olup olmadığı hususları hakkında tafsilatlı bilirkişi raporu düzenlenmesinin istenilmesine karar vermiştir. ATK 2011 yılında yeni bir rapor sunmuştur. ATK, raporunda ''İ.B.nin kaza sonrası götürüldüğü Şanlıurfa Devlet Hastanesi'nde multipl travmatik bir kişiye uygulanması gereken konsültasyonlar açısından genel cerrahi konsültasyonu yapılmamasının eksiklik olduğu, genel cerrahi konsültasyonu yapılarak ölüme neden olan patoloji zamanında tespit edilmiş olsa dahi kişide saptanan patolojinin ağırlığı da gözönüne alındığında kurtulmasının kesin olmadığı'' kanaatine varıldığını bildirmiştir. Mahkeme ATK'nın son raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesi, ilgili kısımları şöyledir: ''[O]layda, yukarıda içeriği özetlenen bilirkişi raporlarında da belirtildiği gibi davacıların murisi olan [İ.B.ye], geçirdiği trafik kazası akabinde kaldırıldığı Şanlıurfa Devlet Hastanesi'nde yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu, multipl travmatik bir kişiye uygulanması gereken konsültasyonlar açısından genel cerrahi konsültasyonu yapılmamasının bir eksiklik olduğu fakat genel cerrahi konsültasyonu yapılarak ölüme neden olan patoloji zamanında tespit edilmiş olsa dahi kişide saptanan patolojinin ağırlığı da gözönüne alındığında kurtulmasının kesin olmadığı, belirtilen eksikliğin ise içerisinde risk unsuru taşıyan sağlık hizmetlerinde idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için gerçekleşmesi gerektiği kabul edilen ağır hizmet kusuru olarak kabul edilebilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı kanaatiyle davacıların maddi zarara ilişkin tazminat istemlerinin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.Davanın manevi tazminat istemine ilişkin kısmına gelince; Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetin rencide edilmiş olması gerekir.Yukarıda açıklandığı üzere idarelerin hukuka aykırı eylem veya işlemlerinden dolayı manevi tazminata hükmedilebilmesi için ağır bir hizmet kusurunun varlığı ile bunun sonucunda kişilerin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi gerekmekte olup, dava konusu olayda her iki unsurun da gerçekleştiğini kabule hukuken olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılarak davacıların manevi tazminat istemlerinin de reddine karar vermek gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, [karar verilmiştir.]'' Başvurucular anılan karar aleyhine yapmış oldukları temyiz başvurusunda yukarıda özetlenen (bkz. §§ 12-21) benzer hususları ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmişlerdir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 5/5/2016 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına iki üyenin muhalefeti ile karar vermiştir. Muhalefet gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: ''...[U]yuşmazlık konusu olayda Mahkeme tarafından alınanek bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, davacıların yakını olan şahıstaki travmalarda düşünülmesi gereken konsültasyonlardan birinin de genel cerrahi konsültasyonu olduğu açıktır. Şanlıurfa Devlet Hastanesi' nde acilen genel cerrahi konsültasyonu yapılıp ameliyata alınması gerekirken bunun hekimlerce düşünülmediği ve göğüs cerrahisi konsültasyonu için sevkine karar verildiği, sevke karar verilirken sevk prosedürüne de uyulmadığı sabittir. Acil servis hekimi [S.T.] dosyadaki savunmasında Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği [m]addesinde ilk tıbbi müdahale yapıldıktan sonra ileri tetkik ve tedavi için sevk öngörülürse uygun görülen hastahane ile koordinasyon sağlanıp, verilen tıbbi bakımın tamamı sorumlu kişi tarafından yazılı olarak belgelendirilerek bu belge sevk yapılacak kuruma hasta ile birlikte iletileceği yönündeki düzenlemeden haberdar olmadığı için Balıklıgöl Devlet Hastanesi ile irtibata geçmediği, sorumlu hekimi bilgilendirmediğini belirtmektedir. Dolayısıyla Balıklıgöl Devlet Hastanesiyle sevkten önce irtibata geçilmediği için bu hastanede de göğüs cerrahı bulunmadığının bilinemediği, bilinseydi hasta doğrudan Harran Üniversitesine sevk edilerek böyle ağır bir travmada zaman kaybedilmeyeceği, bu durumun hizmetin işleyişinde bir eksiklik olduğu, acilde görevli hekiminde sevk prosedürüne uymamasının özen eksikliği olduğu sonucuna varılmıştır.Somut olayda sağlık hizmetinin sunumundaki eksiklik ve hekimin özen eksikliğinin davacılardaki acı ve ızdırabı artıracağından, Mahkeme kararının manevi tazminat talebinin reddi yönündeki kararının bozulması gerektiği [anlaşılmıştır.]'' Karar düzeltme başvuruları da Danıştay Onbeşinci Dairesince 4/7/2017 tarihinde reddedilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan iki üyenin muhalefet şerhlerinin ilgili kısımları şöyledir: ''... [U]yuşmazlık konusu olayda Mahkeme tarafından alınan ek bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, davacıların yakını olan şahıstaki travmalarda düşünülmesi gereken konsültasyonlardan birinin de genel cerrahi konsültasyonu olduğu açıktır.Acil hekimi tarafından talep edilen Genel Cerrahi konsültasyon talebi davalı idare tarafından uzman doktorların bir tanesinin yıllık izinde diğerinin ise askerlik görevini ifa etmekte olduğu için yerine getirilememiştir. Bu durumda sağlık hizmetinin sunumunda davalı idarece organizasyon eksikliğinin olduğu açıktır.'' Karar düzeltme isteminin reddi üzerine kararın kendilerine tebliğ edildiği 11/10/2017 tarihinden sonra başvurucular 9/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Aydın Gür, B. No: 2015/3640,30/10/2018, §§ 50-56; Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, §§ 44-50). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37294", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal ve sağlık hizmeti sunumunda aksaklılar bulunması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/27407", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesiz olması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararlarındoğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluk incelemeleri öncesinde sunulan Savcılık talebinin ve tutukluluk incelemesi sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Aralarında konu ve kişi yönünden irtibat bulunması nedeniyle 2018/11159 numaralı başvuru dosyasının 2017/13568 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde Mersin Cumhuriyet Başsavcılığında müdafii huzurunda ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur.Başvurucu ifadesinde özetle; Konya Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduğunu, 2002 yılında Kaş Adliyesinde hâkim olarak göreve başladığını, yabancı dil puanının yüksek olması sebebiyle 2008 yılında Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi olarak görevlendirildiğini, 2009 yılında Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tetkik hâkimi iken kendi isteği olmaksızın Bakanlık kanalı ile Amerika Birleşik Devletleri'ne yabancı dil eğitimi için gönderildiğini, bu eğitimin sona ermesinden sonra Jean Monnet Burs Programı'nı kazanarak 2011 yılında Belçika'da yüksek lisans eğitimi aldığını, bu eğitimi tamamlamasından sonra da 2012 ve 2014 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde çalıştığını, 2014 yılı yaz kararnamesi ile de Mersin hâkimliğine atandığını, isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu -başka şüphelilerle birlikte- Mersin Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinde 20-21/7/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış, Mersin Barosunca görevlendirilen başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle silahlı terör örgütüne üyelik suçlamasını kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... üzerine atılı ... suçlarının vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve tutuklama nedenlerinin bulunması, aleyhlerine mevcut adli bulgular, delillerin tamamen toplanmamış olması, suçun kanundaki ceza miktarı,suçun CMK maddesinde sayılan katolog suçlardan olduğu, tutuklamanın bir tedbirden ibaret olması, işin önemi, verilmesibeklenen ceza ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması ve adli kontrolün yetersiz kalacağının anlaşılması nedenleri ile şüphelilerin atılı suçdan CMK 100 vd. maddeleri uyarınca ayrı ayrıtutuklanmasına ... [karar verildi.] \" Başvurucu 22/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Mersin Sulh Ceza Hâkimliğince 26/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu hakkında Ankara Sulh Ceza Hâkimliklerince müteaddit defa tutukluluk hâlinin uzatılmasına karar verilmiş olup başvurucunun müdafii başvuru formunda müvekkili hakkında verilen en son tutukluluğun devamı kararına itiraz ettiğini, kendisine bir tebligat yapılmadığını, itirazının 7/12/2016 tarihli karar ile kesin olarak reddedildiğinin13/12/2016 tarihinde soruşturma kalemi personelince sözlü olarak tarafına bildirildiğini ancak soruşturma dosyasındaki gizlilik kararından dolayı anılan kararın tebliğinin yapılmadığını, sadece itirazın reddedildiği tarihin söylendiğini belirtmiştir. Başvurucu 6/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 12/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Soruşturmayı yürüten Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkındaki 22/9/2017 tarihli yetkisizlik kararıyla -başvurucunun son görev yerinin Mersin olması ve Mersin'in bağlı olduğu Adana Bölge Adliye Mahkemesinin faaliyete geçmiş olması nedeniyle- dosyayı Adana Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 10/1/2018 tarihinde başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermesinin yanı sıra aynı tarihli iddianamesi ile de başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 24/8/2016 tarihli ve 426 sayılı kararı ile başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verildiği, bu kararın 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasında iletişim amaçlı kullandığı ByLock isimli şifreli haberleşme programını 399024 İD numarası ile kullandığı ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonu üzerinde yapılan HTS analizi sonucu düzenlenen rapor içeriğine göre haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon irtibatının bulunduğu iddia edilmiştir.iv. FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya örgütle irtibatı olduğu gerekçesiyle 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK ile kapatılan Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) isimli (ayrıntılı bilgi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22) derneğe başvurucunun 6/11/2008 tarihinde üye olduğunun belirlendiği belirtilmiştir.v. Başvurucunun örgüt üyesi olduğuna yönelik tanık beyanlarının bulunduğu ileri sürülmüştür. İddianamede ayrıca başvurucu hakkında beyanda bulunan bazı kişilerin anlatımlarına yer verilmiştir. Bu beyanların ilgili kısımları şöyledir: - Y. alınan ifadesinde, \"... Mersinde görevde olan Mersin Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri Dr. [A.E.S.] ile ..., Asliye Ceza hakimi ...'nın da paralel yapı olarak adlandırılan yapının içinde oldukları yönünde adliyede söylentiler vardı. Ancak bu hususta görgüye dayalı bilgim yoktur.\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- O. ifadesinde \"A. isimli şahısla, yakın arkadaşı olan bir dönem doktora öğrencisi FETÖ'cü (açığa alınmıştır) hakim [A.E.S.] yüzünden tartıştığım günden beri hiçbir diyaloğum yoktur. ...,[A.E.S.] isimli şahıslar Adalet Bakanlığında bürokrat hakim statüsündeyken kendilerine hızlı ve kıyak doktoralar yaptırılmıştır ve darbe girişiminin akabinde üç isimde açığa alınmıştır.\" şeklinde anlatımda bulunmuştur.- Y. alınan ifadesinde, \"...Mersinde görevde olan Mersin Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ..., Mersin Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri Dr. [A.E.S.] ile ..., Asliye Ceza hakimi ...'nın da paralel yapı olarak adlandırılan yapının içinde oldukları yönünde adliyede söylentiler vardı. Ancak bu hususta görgüye dayalı bilgim yoktur.\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- Ö. ifadesinde \"Benim dönemimde yani 2000-2004 yılları arasında birden fazla hukuk fakültesi mezunları evi vardı. Bu evler Konya Meramda idi. Bu evlerde ..., [A.E.S.],, ....... ile birlikte ders çalıştık, daha sonra bunlarda benimle birlikte sınavı kazandılar. ...İstanbul Anadolu hakimi ...'ın cemaatçi olduğunu ortak arkadaşımız olan [A.E.S.] ile Ankara'da örgüt/cemaatin stajyer evinde kalmasından biliyorum. ..., Mersin hakimi [A.E.S.] ve ...'in cemaatçi olduklarını fakülte arkadaşlarım olmaları nedeni ile biliyorum\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:\"...örgütün gizli ve şifreli haberleşme aracı olan bylock'u kullanmasının yanısıra üniversiteden mezun olduktan sonra örgütün Konya'da bulunan çalışma evlerinde kaldığının, yine hakim-savcı adaylığı döneminde örgütün Ankara'da bulunan evlerinde kaldığının, hakim olarak görev yaptığı dönemde FETÖ/PDY terör örgütü üyeleri ile iletişim halinde kalarak irtibat kurduğunun,... FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olması nedeniyle KHK ile kapatılan YARSAV derneğine 2008 tarihinde üye olduğunun ve söz konusu dernek kapatılana kadar üyeliğini devam ettirdiğinin, yine hakim olarak görev yaptığı dönem içerisinde örgüt üyeleri tarafından kendi aralarında haberleşmek için kullanılan örgütün gizli ve şifreli haberleşme aracı olan bylock programını kullanmak suretiyle hem örgüt üyeleri ile hemde örgütle olan iletişimini ve bağını koparmamaya çalışıp örgüt üyeleriyle iletişim halinde kalarak örgüt ile arasında olan bağını dahada sağlamlaştırdığının ve örgüt yapılanması içerisinde gönüllü olarak kalmaya devam ettiğinin, bu şekilde örgütle organik bağ kurup, örgütün kuruluş amaçlarını faaliyet ve eylemlerini benimseyerek, gönüllü olarak bilerek ve isteyerek örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayı tercih ettiğinin ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğunu gösteren eylem çeşitliliği, sürekliliği ve yoğunluğu olduğunun anlaşıldığı, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün organik ve hiyerarşik yapısı içerisine dahil ve üyesi olduğuna ilişkin hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca kamu davası açılmasına yetecek kuvvetli suç şüphesinin ve somut delillerin bulunduğu tüm dosya kapsamından anlaşılmakla...\" Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 22/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/20 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 12/3/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 7/11/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusuna ilişkin karar. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/13568", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesiz olması, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluk incelemeleri öncesinde sunulan Savcılık talebinin ve tutukluluk incelemesi sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, üniversite hastanesinde görev yapan doktor tarafından darp edilme iddiasıyla yapılan şikâyet hakkında men-i muhakeme kararı verilmiş olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 8/6/2016 tarihinde eşi ve iki kız çocuğuyla birlikte muayene olmak üzere Gazi Üniversitesine (Üniversite) bağlı Gazi Hastanesi Göz Polikliniğine gitmiştir. Muayene sonrası doktor K.B. ile başvurucu arasında tartışma çıkmıştır. Olay sonrası aynı gün alınan adli muayene raporuna göre başvurucunun boynunda kızarıklık mevcuttur. Başvurucu, eşi S.E.B. ve doktor K.B. aynı gün karşılıklı olarak birbirlerinden şikâyetçi olmuş ve ifade vermişlerdir. Başvurucunun 8/6/2016 tarihinde kollukta vermiş olduğu ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...08/06/2016 günü saat:13:30 sıralarında Gazi Tıp Eğitim Fakültesi Göz polikliniğini polikliniğe 2 çocuğumuzu muayene ettirmek için eşim [S.] ile birlikte gittik, saat:14:40 sıralarında ilk muayenemiz oldu. Bu sırada orada doktor olan ve ismini [K.B.] olarak söylenen doktor bize muayene esnasında sert bir şekilde bana kabaca ve sert bir pislik gibi hissettirerek 'diğer çocuğu da al çık dışarıya' dedi. Ben dışarıya çıktım. Yaklaşık 30 dakika sonra çocukları tekrar muayeneye soktuk, ben muayenenin bitiminde eşim doktora kibar şekilde 'size birşey söylemek istiyorum, doktor olmanız size hastalarınıza bu şekilde davranmanızı gerektirmez, lütfen bu şekilde davranmayın, üstelik sendromlu çocuğumla zor şartlarda sizi bir saate yakın beklemişken bu muameleyi hak etmedik' dedi. Doktor da ' sen benim ne yaşadığımı biliyormusun' dedi. Eşim de 'sen o yaşadığın şeyleri benden kaynaklı yaşamadın, sorununu onunla çöz' dedi. Sonra doktor ayağa kalkarak eşimin üstüne yürüyerek 'terbiyesiz kadın, çık dışarıya' dedi. Bende doktora 'eşimle nasıl konuşuyorsun, bir kadınla nasıl böyle konuşuyorsun' deyince doktor tekme savurarak benim boğazıma sarıldı ve sıktı boğazım çizildi. Çocuklar ağlamaya başladı. Bu esnada doktor bana '[O...] çocuğu, ana avrat küfür etti.' Daha sonra bizde odadan çıkarak doktor raporu aldım. Bu olaylarla ilgili olarak bahse konu doktordan davacı ve şikayetçiyim....\" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) Üniversite Hastanesinde görev yapmasından dolayı doktor hakkındaki soruşturma dosyasını ayırmış ve 22/11/2016 tarihinde görevsizlik kararı vererek evrakı soruşturma yapmak üzere Gazi Üniversitesi Rektörlüğüne göndermiştir. Üniversite Rektörlüğü tarafından 2/12/2016 tarihinde K.B. hakkında ceza ve disiplin soruşturması açılmasına karar verilmiş ve Prof. Dr. İ.K. soruşturmacı olarak görevlendirilmiştir. Soruşturma kapsamında şüpheli K.B.nin yazılı savunması alınmış ve özel güvenlik görevlileri Y.S., H.E., sağlık teknisyeni Z. ve doktor A.B.T.nin tanık olarak ifadelerine başvurulmuştur. Tanık Y.S.nin ifadelerinin içeriğine göre başvurucu, doktor K.B.ye hakaret etmiş ve kendisinin müdür olduğunu söyleyerek onu tehdit etmiştir. Tanık Z. ifadelerinde başvurucunun doktor K.B.ye hakaret ve tehditler savurduğunu beyan etmiştir. Tanık H.E.; başvurucu Adem Başar'ın eşiyle konuştuktan sonra \"Ben ona haddini bildiririm.\" diyerek muayene odasına girdiğini, içeride doktorun üzerine yürüyerek doktoru itekleyip yakasından tutmaya çalıştığını ve ikisinin birbirlerinin yakasına yapışarak dışarı çıktığını ifade etmiştir. Tanık bu andan sonra olaya müdahale ederek tarafları ayırdıklarını belirtmiştir. Tanık A.B.T ise başvurucunun doktor K.B.nin üzerine yürüyerek fiziksel müdahalede bulunmaya çalıştığını, başvurucunun doktorun boğazına ve yakasına sarıldığına şahit olduğunu beyan etmiş ve olay yerindeki güvenlik görevlisinin tarafları ayırdığını belirtmiştir. Tanığa göre başvurucu, doktora hakaret etmiş ve doktoru mahvetmekle tehdit etmiştir. Soruşturma kapsamında doktor K.B. 30/12/2016 tarihinde savunma yapmıştır. Söz konusu savunmanın ilgili kısmı şöyledir:\"...08/06/2016 günü Kat Göz Hastalıkları yataklı servis bölümünde bana danışılan bir hastanın muayenesinin uzaması üzerine 45 de 15 dakikalık gecikme ile poliklinikte hasta bakmaya başladım. Saat 00 de randevu saatinde polikliniken içeri aldığım ismini olay nedeniyle öğrendiğim Adem Başar, [S.E.B] ve iki çocuğu poliklinikten içeri gergin ve sert bir şekilde girdiler. Poliklinik odasının küçük olması ve küçük çocukların muayene esnasında birbirlerinden etkilenmesi nedeniyle muayenenin daha verimli olması için Adem Başar ile bir çocuğun dışarda beklemesini rica ettim. Adem Başar isimli şahıs kapıyı sert bir şekilde kapatarak dışarı çıktı. İlk çocuğun detaylı muayenesini tamamladıktan sonra Adem Başar'ı ve diğer çocuğu da içeri alarak onun da detaylı muayenesini gerçekleştirdim. Her iki çocuğun ileri tetkik ve tedavisi için Pediatrik Oftalmolaji birimimize yönlendirmek üzere dosyalarını oluşturmaya başladım. Bu esnada [S.E.B], ne olduğunu anlamadığım bir şekilde bana bağırarak 'Bize köpek gibi baktın, hastaya nasıl bakılacağını öğren, sen ne biçim doktorsun' şeklinde hakaretler etmeye başladı. Ben de kendisine terbiyeli olması için ikazda bulundum. Ancak bağırmaya devam edip elini hararetli bir şekilde kaldırarak 'Zaten 1 saat geç geldin, bizi beklemeye hakkın yok' dedi. Kendilerini tam randevu saatinde içeri alıp kendileri ile ilgili herhangi bir gecikme yaşanmamasına rağmen, 15 dakikalık polikliniğe geç başlamamın nedenini izah etmeye çalışırken sözümü keserek 'Neden geç kaldığın beni ilgilendirmez, eşek gibi zamanında burada olacaksın' diyerek hakaret etti. Kendisinin benimle bu şekilde konuşamayacağını ifade ettim. Bu esnada Adem Başar yanıma yaklaşarak 'Şşşş noluyo lan, kendine gel, sen benim kim olduğumu biliyor musun' dedi, ben de kendisine kim olduğunun beni ilgilendirmediğini, görevini yapmaya çalışan bir doktora bu şekilde davranamayacaklarını söyledim. Bunun üzerine eşine döndü ve 'Sen dışarı çık ben bu şerefsize haddini bildireceğim' diyerek eliyle boğazımdan tutarak sıkmaya çalıştı. Bende şahsı iterek kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Bu esnada oradan geçmekte olan güvenlik görevlisi [H.E.] olayı görerek, müdahale etti ve şahsı ayırarak uzaklaştırdı. Daha sonra şahıs hakaretlerine devam ederek 'Şerefsiz, sen bittin, sana kim olduğumu göstereceğim, seni mahvedeceğim, seni burada barındırmayacağım' şeklinde tehditlerde bulundu. Doktor [A.B.T.], ölçüm odası teknisyenimiz [Z.] ve güvenlik görevlisi [Y.S. de] bu olaya şahitlik etmişlerdir. Bu olay sonrasında şahıslarla ilgili olarak başhekimlik ile birlikte, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığımız şikayet üzerine şahıslarla ilgili kamu davası açılmıştır....\" Soruşturmacı olarak görev yapan İ.K. soruşturma sonucunda düzenlediği raporla Üniversitenin oluşturduğu Ceza Soruşturma Kuruluna (Kurul) doktor K.B. hakkında men-i muhakeme teklifinde bulunmuştur. Kurul 1/2/2017 tarihli kararıyla doktor K.B. hakkında men-i muhakeme kararı vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"... Yazılı ifadeler tekrar gözden geçirilmiş ve değerlendirilmiştir. Konuyla ilgili bilgi sahibi olan [A.B.T.] ve [H.E.nin] yazılı ifadelerinden olaya büyük ölçüde şahit oldukları anlaşılmıştır. Soruşturma dosyasından, görüşmelerden ve yazılı ifadelerden, olayın hasta yakınlarının sözlü ve fiili saldırısı ile göz polikliniğinde görevli Dr. [K.B.nin] kendi şahsı ve mevkiini savunmak zorunda bırakılması sonucu geliştiği kanaatine varılmıştır. Sonuç olarak Dr. [K.B.] hakkında ceza soruşturması açısından ceza tesisine yer olmadığına ilişkin kanaati bildirilmiştir. ...\" Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Danıştay Birinci Dairesi tarafından 29/3/2017 tarihinde reddedilerek karar onanmıştır. Başvurucu 31/5/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 22/6/2017 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında açılan kamu davası sonucunda Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 9/11/2017 tarihli kararıyla hakaret suçu yönünden ceza verilmesine yer olmadığına, tehdit suçu yönünden ise başvurucunun beraatine karar verilmiştir. İstinaf kanun yolu denetiminden geçen bu karar kesinleşmiştir. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun \"Genel esaslar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\".. c. (Değişik: 14/4/1982 - 2653/3 md.) Ceza soruşturması usulü: Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır:...(2) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına;...c) Üniversite, fakülte, enstitü ve yüksekokul yönetim kurulu üyeleri, fakülte dekanları ve dekan yardımcıları, enstitü ve yüksekokul müdürleri ve yardımcıları ile üniversite genel sekreterleri hakkında, rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurul,d) Öğretim elemanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri hakkında üniversite yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul,e) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlar hakkında, mahal itibariyle yetkili il idare kurulu,Karar verir.... (3) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına karar verecek kurullar üye tamsayısı ile toplanır. Kurullara ilk soruşturmayı yapmış olan üyeler ile haklarında karar verilecek üyeler katılamazlar. ...(4) Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesinde verilen lüzum-u muhakeme kararına itiraz ile men-i muhakeme kararlarının kendiliğinden incelenmesi Danıştayın İdari İşler Kuruluna aittir. Diğer kurullarca verilen lüzum-u muhakeme kararına ilgililerce yapılacak itiraz ile men-i muhakeme kararları kendiliğinden Danıştay 2 nci Dairesince incelenerek karara bağlanır. Lüzum-u muhakemesi kesinleşen Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyelerinin yargılanması Yargıtay ilgili ceza dairesine, temyiz incelemesi Ceza Genel Kuruluna, diğer görevlilerin yargılanmaları suçun işlendiği yer adliye mahkemelerine aittir...\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27681", "Başvuru Konusu":"Başvuru, üniversite hastanesinde görev yapan doktor tarafından darp edilme iddiasıyla yapılan şikâyet hakkında men-i muhakeme kararı verilmiş olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, mal varlığına ilişkin olarak işlenen bir suçun etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek olmadığını belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Sanayici olan başvurucu 1951 yılında doğmuş olup İzmir'de ikâmet etmektedir. Başvurucu 22/8/2008 tarihinde devlet organları tarafından -kendisine bildirilip- bloke edilen ve Bank'a yatırılan 40 milyon Amerikan doları değerindeki hisse senetlerinin büyü ve tehdit ile yok edildiğini, adam öldürmeye ve çocuk kaçırmaya teşebbüs suçlarının işlendiğini iddia ederek Y.Ö.A., K.F.A. ile Bank ve Yatırım yetkilileri hakkında şikâyetçi olmuştur. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 5/11/2008 tarihinde başvurucunun şikâyetleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun bahsettiği miktarda hesabı olmadığı ve az miktarda yapılan hisse senedi alım satımına dair şikâyetinin de bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun karara karşı itirazı Nazilli Ağır Ceza Mahkemesince 25/3/2009 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu soruşturmaya ilişkin yeni evrak sunacağını belirterek yeniden dosyanın işleme konulmasını istemiştir. Başvurucunun talebi Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edilerek 2009/16004 soruşturma sayılı dosya üzerinden soruşturma yeniden açılmıştır. Başvurucu 5/1/2010 tarihinde aynı soruşturma konusu olaylar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 17/5/2010 tarihinde teslim edilen dilekçe ekindeki bir klasör soruşturma evrakının incelenmesi neticesinde görev alanlarına giren konularla ilgili herhangi bir delil ve tespit bulunmadığını, olayın Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı görev alanına dâhil olduğunu belirterek 2010/699 soruşturma muhabere numarası ile evrakı Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına yollamıştır. 2010/699 soruşturma muhabere numarası ile Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen evraklar Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/5/2010 tarihinde 2010/11784 sayılı soruşturma dosyasına kaydedilmiştir. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 25/5/2010 tarihinde aynı konuda yürütüldüğü anlaşılan 2010/11784 ve 2009/16004 sayılı soruşturma dosyalarının birleştirilmesine, soruşturmaya 2009/16004 soruşturma sayılı dosya üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı 20/6/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde söz konusu suçların işlendiğine ilişkin başvurucunun soyut iddiaları dışında delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 24/11/2011 tarihli dilekçesi ile benzer şikâyetlerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden iletmiştir. Soruşturma 2012/1204 sayılı dosya üzerinden yürütülmüş ve 21/2/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde söz konusu suçların işlendiğine dair başvurucunun soyut iddiaları dışında delil bulunmadığı üzerinde durulmuştur. Başvurucunun bu karara karşı itirazı ise Bursa Ağır Ceza Mahkemesince 16/4/2013 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 7/6/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/1204 sayılı dosyada etkili soruşturma yapılmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Anayasa Mahkemesince başvuru 2013/3802 sayılı dosya üzerinden incelenmiş ve 30/9/2013 tarihinde üçüncü kişilerin cezalandırılması istemine yönelik başvuru hakkında konu bakımından yetkisizlik kararı verilmiştir. Başvurucu 26/2/2015 tarihinde önceki şikâyetlerine konu soruşturma evraklarının İstanbul Emniyet Müdürlüğü arşivlerinde yok edildiğini belirterek yeniden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi sunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2015/29849 sayılı soruşturma dosyası ile yapılan inceleme sonucunda 3/8/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde söz konusu suçlamalarla ilgili İzmir ve Denizli Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından soruşturma yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, konunun İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü (Emniyet Müdürlüğü) tarafından incelendiği ve düzenlenen raporda başvurucunun dilekçelerinde belirttiği hususlarda delil ve tespit yapılamadığının belirlendiği ve bu suçların işlendiğine dair başvurucunun soyut iddiaları dışında delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun karara karşı itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 5/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 27/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3569", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mal varlığına ilişkin olarak işlenen bir suçun etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/3/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun ilki 15/3/2016 tarihli, sonuncusu 11/2/2018 tarihli sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (E.2020/189) 26/1/2021 tarihinde başvurucunun zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle cezasının takdiren 1/4 oranında artırılarak 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bu karar 19/2/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Bu yargılama kapsamında başvurucu hakkında herhangi bir koruma tedbiri uygulanmamıştır. Wargeha Hünere (Sanat Galerisi) isimli bir Youtube kanalı tarafından \"Reber Apo - Eş Yaşam, Sanat ve Aydınlık - 2\" başlığı ile paylaşılan 24/4/2020 yüklenme tarihli videoya \"Biz kadının yeniden varoluşunun temelini kurduk: her biji kürt halk önderi\" şeklinde yorum yapıldığının tespit edilmesi üzerine terör örgütü propagandası yapma suçundan yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu hesabın kullanıcısının tespitine yönelik çalışma sonucu başvurucunun bilgilerine ulaşılmıştır. Başvurucunun ikamet adresinin İstanbul'da olduğunun anlaşılması üzerine yetkisizlik kararı verilerek dosya, 21/1/2021 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu 8/2/2021 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede söz konusu videonun altında yer alan bahse konu yorumu kendisinin yapmadığını, hesabından bu paylaşımın nasıl yapıldığını bilmediğini belirtmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talebi üzerine başvurucu, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince 8/2/2021 tarihinde terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun tutuklama kararlarına 9/2/2021 ve 12/2/2021 tarihli itirazları Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklama kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 12/2/2021 ve 15/2/2021 tarihlerinde reddedilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 3/3/2021 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu 12/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/5/2021 tarihinde düzenlediği iddianamesiyle başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 4/6/2021 tarihinde iddianameyi kabulüyle başvurucu hakkındaki yargılama Mahkemenin E.2021/239 sayılı dosyasında başlamıştır. Mahkeme 4/6/2021 tarihli tensip zaptıyla başvurucunun tutuklulukta geçirdiği süreyi gözönünde tutarak tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 11/11/2021 tarihinde mükerrer dava açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucunun eylem tarihinin 24/4/2020 olduğunu, daha önce yargılandığı mahkeme dosyasındaki iddianamenin ise 12/8/2020 tarihinde tanzim edildiğini, dolayısıyla iddianame tanzim tarihinden daha önceki tarihe denk gelen eyleminin bulunduğunu, aynı fiil nedeniyle daha önceden yargılama yapılıp karar verildiğini (yukarıda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2020/189 sayılı dosyası) ve bu kararın kesinleştiğini belirtmiştir. Bu karar istinaf edilmeden 17/11/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 19/12/2021 tarihinde hukuka aykırı tutuklama nedeniyle tazminat davası açmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi koşulları oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteyemeyecek kişiler\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:a) (Mülga: 11/4/2013-6459/18 md.)b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler.c) Genel veya özel af, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler.d) Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler.e) Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/10545", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 19/10/2005 tarihinde vergi suçu raporu düzenlenmiş, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/12/2005 tarihli iddianamesi ile 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçunu işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2009 tarihli kararı ile sahte fatura kullanmak suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, defter ve belgeleri ibraz etmemek suçundan ise başvurucunun atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 13/6/2012 tarihli ilamı ile sahte fatura kullanmak suçundan kurulan hüküm onanmış, defter ve belgeleri ibraz etmemek suçu yönünden ise eksik soruşturma sonucu hüküm verildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılama sonucunda İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 24/1/2013 tarihli kararıyla defter ve belgeleri ibraz eyleminin sabit olmadığı gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 1/10/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19602", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, oğlunun yaşamını yitirmesiyle ilgili ceza davasının olayın meydana geldiği yerden başka bir yere nakli ile ilgili hukuki düzenlemelerin ve bu kapsamdaki yargısal sürecin adil yargılama ve etkili başvuru haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/12/2013 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 16/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 26/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 7/7/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 16/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.   A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği sınıf öğrencisi olup, 2/6/2013 tarihinde Eskişehir’de kamuoyunda “Gezi Parkı eylemleri” olarak bilinen eylemlere katılmıştır. Ali İsmail Korkmaz anılan tarihte aralarında kolluk görevlilerinin de olduğu iddia edilen bir grup tarafından darp edildikten 37 gün sonra 10/7/2013 tarihinde bulunduğu hastanenin yoğun bakım ünitesinde yaşamını yitirmiştir. Bu olayla ilgili Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda 9/9/2013 tarihli iddianameyle dördü polis memuru olmak üzere sekiz sanık hakkında kamu davası açılmıştır. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/340 Esas sayılı dosyasında yürütülen davada Mahkeme 29/9/2013 tarihinde “Kamu oyunda \"Gezi Parkı Olayları\" olarak bilinen olaylar süresince ilimizde yoğun olayların meydana gelmesi, dava konusu olayın bu eylemler sırasında olmuş olması, davanın soruşturma aşamasında geçen süreçte eylemlerin adliye çevresinde ve Eskişehir ilinde de devam etmiş ve devam ediyor olması nazara alındığında, yargılama ve duruşmalar sürecinde olayların yaşanma ihtimali, bu olaylar sırasında kamu güvenliğinin sağlanmasında zorluklar yaşanabileceği dikkate alınarak, a) Eskişehir Valiliği'ne müzekkere yazılarak davanın yargılama sırasında kamu güvenliğinin sağlanmasında sıkıntı yaşanıp yaşanmayacağı hususunda görüş sorulmasına, b) Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına da aynı mahiyette müzekkere yazılarak kamu güvenliğinin sağlanmasında sıkıntı yaşanıp yaşanmayacağı ve davanın başka yere naklinin gerekip gerekmediği konusunda görüşlerinin sorulmasına” tensiben karar vermiştir. Kamu davasının nakline karar verilmesi amacıyla dosya Adalet Bakanlığına gönderilmiş ve Adalet Bakanlığı davanın nakline karar verilmesini Yargıtay’dan talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 7/11/2013 tarih ve E.2013/15890, K.2013/10549 sayılı kararıyla, davanın başka bir yere naklinin uygun olacağı yönündeki görüş ve Adalet Bakanlığının bu husustaki istemini dikkate alarak kamu güvenliği gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası gereğince Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/340 Esasında kayıtlı kamu davasının Kayseri Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Bu karar üzerine Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi 13/11/2013 tarih ve E.2013/340, K.2013/393 sayılı kararıyla dosyayı Kayseri Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Başvurucunun, davanın nakli kararına yönelik itirazlarının karara bağlanması için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi amacıyla yaptığı başvuru, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/11/2013 tarihli kararıyla kamu davasının nakli kararına itirazın mümkün olmadığı belirtilerek incelenmeksizin reddedilmiştir. Kamu davası Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/212 Esas sayılı dosyasında derdesttir. Başvurucu 12/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.  B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister.” ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8975", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, oğlunun yaşamını yitirmesiyle ilgili ceza davasının olayın meydana geldiği yerden başka bir yere nakli ile ilgili hukuki düzenlemelerin ve bu kapsamdaki yargısal sürecin adil yargılama ve etkili başvuru haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; içindeki eşyaları ile birlikte evlerinin 1994 yılında yakılması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yaptıkları talebin, birinci başvurucunun adına kayıtlı gayrimenkul kaydının bulunmadığı, ikinci başvurucunun terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm olduğu gerekçesiyle reddedilmesi, bu işleme karşı açılmış olan davaya ilişkin yargılamada ve Zarar Tespit Komisyonu incelemesi aşamasında tanık deliline başvurulmaması, yeterli inceleme ve araştırma yapılmaması nedenleriyle mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca 25/5/2015 ve 29/5/2015 tarihlerinde başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 01/07/2015 tarihinde konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/15869 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2014/15852 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/15869 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2014/15852 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Eş olan başvurucular Diyarbakır ili Silvan ilçesi Heybelikonak köyünde bulunan evlerinin, içindeki eşyalarla birlikte güvenlik güçleri tarafından 1994 yılında yakıldığını iddia etmişlerdir. Diyarbakır 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 17/12/1996 tarihli ve E.1994/524, K.1996/483 sayılı kararı ile başvurucu Hasan Hüsunet, PKK terör örgütünün hâl ve sıfatını bilerek örgüte yardım ve yataklık yapması nedeniyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereğince 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucular 26/7/2005 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Başvuru kapsamında 6/3/2006 tarihinde gerçekleştirilen keşif işleminde başvurucuların 443 TL bina zararının bulunduğu tespit edilmiş, başvurucu Hasan Hüsunet'in terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan almış olduğu cezanın infaz edildiği ancak şahsın sabıka kaydında ya da jandarmanın göndermiş olduğu belgeler arasında bu hususa dair bilginin yer almadığı tutanağa bağlanmıştır. Komisyon 7/9/2007 tarihli ve 2007/3-3991 sayılı kararında, başvurucu Hasan Hüsunet'in terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm edildiğinin tespit edilmesi nedeniyle başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğinden bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucular tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine açılan iptal davasında Diyarbakır İdare Mahkemesinin 25/12/2008 tarihli ve E.2008/1286, K.2008/2369 sayılı kararında dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir: \"...5233 sayılı Kanun uyarınca yapılan başvurunun davacılar Hasan Hüsunet ve Netice Hüsunet (karı-koca) adına yapıldığı, ancak yapılan keşifte karı adına herhangi bir tespit ve araştırma yapılmadığı, sadece koca yönünden araştırma ve tespit yapılıp kocanın terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçundan mahkûmiyeti nedeniyle başvurunun tamamen reddedildiği görülmüştür.Öte yandan, davacılara ait evin güvenlik güçleri tarafından yakıldığı iddiasıyla ilgili köylülerden alınacak ifadeler ve olay tutanağı gibi belgelerle somut olarak evin kim tarafından ve nasıl yakıldığını ortaya koyacak araştırma yapılması da gerekmektedir...\" İlk Derece Mahkemesinin iptal kararı akabinde Komisyon tarafından yapılan yeniden inceleme üzerine 10/9/2009 tarihli ve 2009/3-8122 sayılı Komisyon kararında, Silvan Kaymakamlığı Tapu Sicil Müdürlüğünün 2/9/2009 tarihli yazıları ile başvurucu Netice Hüsunet adına tapulu gayrimenkul kaydına rastlanmadığı tespit edildiğinden talebin reddine karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/3/2012 tarihli ve E.2011/6309, K.2012/1036 sayılı ilamı ile Komisyonca 6/3/2006 tarihinde mahallînde yapılan keşifte başvuruda belirtilen mal varlığının Heybelikonak köyü Kuruçayır mezrasında olduğunun ve Hasan Hüsunet'e ait olarak tespit edildiği, Kuruçayır mezrası terör nedeniyle tamamen boşaltılan yerlerden olmakla birlikte başvurucu Hasan Hüsunet'in terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçundan mahkûmiyetinin olması nedeniyle 5233 sayılı Kanun'dan yararlanma imkânının bulunmadığı, eşi Netice Hüsunet'e ait ayrı bir mal varlığının ise tespit edilemediği gerekçesiyle İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 5/3/2013 tarihli ve E.2012/9539, K.2013/1753 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Danıştay bozma kararı doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyasının yeniden incelenmesi suretiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinin 13/9/2013 tarihli ve E.2013/2576, K.2013/976 sayılı kararı ile dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: \"...davacıların 5233 sayılı Kanun kapsamında Heybelikonak Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamalarından kaynaklanan zararlarının tazmini amacıyla başvuruda bulundukları, bunun üzerine, Zarar Tespit Komisyonunca 2006 tarihinde mahallinde yapılan keşifte, başvuruda belirtilen malvarlığının Heybelikonak Köyü, Kuruçayır Mezrası'nda olduğu ve Hasan Hüsunet'e ait olduğunun tespit edildiği, Kuruçayır Mezrası terör nedeniyle tamamen boşaltılan yerleşim yerlerinden olmakla birlikte Hasan Hüsunet'in terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçundan mahkûmiyetinin olması nedeniyle 5233 sayılı Kanundan faydalanma imkanının olmadığı, Netice Hüsunet'e ait ayrı bir malvarlığının ise tespit edilmediği gerekçesiyle talebin 2007 tarih ve 2007/3-3991 sayılı kararla reddedildiği ve bu kararın iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda davalı idarece de tespit altına alındığı üzere davacılardan Hasan Hüsunet'in terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçundan mahkûmiyetinin olması nedeniyle 5233 sayılı Kanundan faydalanma imkanının olmadığı, diğer davacı Netice Hüsunet yönünden ise ayrı bir malvarlığının tespit edilemediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, davacıların uğradıklarını ileri sürdükleri zararların tazmininin mümkün olmaması nedeniyle dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...\" Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 24/6/2014 tarihli ve E.2014/892, K.2014/5673 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 2/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , ve geçici maddeleri. 5233 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  \"Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar. Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır: ... f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar...\" 5233 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar. ...” 5233 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15852", "Başvuru Konusu":"Başvuru, içindeki eşyaları ile birlikte evlerinin 1994 yılında yakılması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yaptıkları talebin, birinci başvurucunun adına kayıtlı gayrimenkul kaydının bulunmadığı, ikinci başvurucunun terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm olduğu gerekçesiyle reddedilmesi, bu işleme karşı açılmış olan davaya ilişkin yargılamada ve Zarar Tespit Komisyonu incelemesi aşamasında tanık deliline başvurulmaması, yeterli inceleme ve araştırma yapılmaması nedenleriyle mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kolluk görevlileri tarafından ayrımcı davranışlara maruz kalınmasına rağmen bu olaya yönelik yapılan soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği başkanı olan başvurucu, 1985 doğumlu olup Ankara'da yaşamaktadır. 5/6/2015 tarihinde başvurucu; yalnız yaşadığı evine davet ettiği birkaç şahsın cinsel saldırısına uğradığını, telefonunun çalındığını ve para vermesi hâlinde telefonunu geri vereceklerini söyleyip yağmaya teşebbüs ettiklerini iddia ederek evinin yakınlarında bu şahıslarla birlikte para çekebileceği ATM ararken karşılaştığı kolluk görevlilerine bu kişileri şikâyet etmiştir. Başvurucu anlatımına göre olaydan sorumlu olan kişilerle birlikte aynı araca bindirilerek karakola götürülmüş, şikâyeti alınmak üzere sabaha kadar şüphelilerle birlikte aynı yerde (odada) bekletilmiş, şikâyetinden vazgeçmesi için polis memurlarının bulunduğu ortamda defalarca şikâyetçi olduğu kişilerin hakaretine ve tehdidine maruz kalmıştır. Bir polis memuru, başvurucuya hitaben \"Şu Lut kavmi de bir türlü bitmedi.\" diyerek başvurucunun kimliği üzerinden başvurucuyu ötekileştirmiş, ayrıca karakolda olduğu süre boyunca cinsiyeti -trans birey olması- nedeniyle kolluk görevlileri genel olarak kendisine \"düşmanca\" bir tavır göstermiş, şikâyetinden vazgeçmesi için telkinlerde bulunmuş, şüphelilerden yana tavır sergileyerek ayrımcılık yapmışlardır. Avukatıyla karakol dışında bankta oturduğu sırada yanlarına gelen bir polis memuru ise \"Sen tecavüze uğramadın ki.\" diyerek başvurucunun şikâyet ettiği olayı önemsizleştirmeye çalışmıştır. Başvurucu, şikâyeti sırasında kolluk görevlilerinin kendisine psikolojik şiddet uyguladığını iddia ederek görevlilerden şikâyetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından yürütülen soruşturma kapsamında şüphelilerin kimlikleri tespit edilerek savunmaları alınmıştır. Şüpheli polisler, genel olarak üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmemiş; başvurucunun cinsel saldırı ve yağma şikâyeti ile ilgili yasal işlemlerin yapıldığını, karakolda oldukları süre boyunca şüphelilerle başvurucunun görüştürülmediğini, tehdit ve hakaret eylemlerinin meydana gelmediğini savunmuşlardır. Savcılık ayrıca başvurucunun avukatının tanık olarak ifadesine başvurmuştur. Savcılık, yapılan soruşturma sonunda 29/2/2016 tarihinde \"şüpheli polis memurlarının üzerlerine atılı görevi kötüye kullanma suçunu işlediklerine dair müştekinin soyut iddiasından başka yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği, şüphelilerin müşteki iddiası doğrultusunda gerekli soruşturmayı yaparak evrak düzenledikleri ve bu soruşturmayla ilgili kamu davası açıldığı, ..., yapılan soruşturma neticesinde müştekiye karşı karakol içerisinde kötü muamele teşkil edecek herhangi bir eyleme de rastlanmadığı\" gerekçesiyle polis memurları hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Savcılık kararına karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş; anılan karar başvurucuya 18/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, avukatı vasıtasıyla 31/1/2020 tarihinde sunduğu dilekçesinde bireysel başvurusundan feragat ettiğini dile getirerek başvurusunun düşürülmesi talebinde bulunmuştur. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11513", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kolluk görevlileri tarafından ayrımcı davranışlara maruz kalınmasına rağmen bu olaya yönelik yapılan soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 5/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 29/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/3/2020 tarihinde salgın nedeniyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi için süreler 15/6/2020 tarihine kadar durdurulduğundan başvuru süresindedir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14016", "Başvuru Konusu":"Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruya ilişkin yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Peyrüze Akalan'ın 3/5/2016 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. Mirasçılarına, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edip etmeyecekleri sorulmuş; devam edecek olmaları hâlinde buna ilişkin belgelerin Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğüne gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir. Peyrüze Akalan'ın mirasçılarından Caziye İnal, vekili Av. Cüneyt Alkandemir aracılığıyla gönderdiği 2/2/2017 tarihli dilekçele ile murisi Peyrüze Akalan tarafından yapılan bireysel başvuruya devam edeceğini belirtmiş; diğer mirasçılar başvuruya devam etmek istediklerine dair herhangi bir belge sunmamışlardır. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlığın 29/12/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi Peyrüze Akalan oğlunun terör nedeniyle öldüğünü iddia ederek terörden kaynaklı zararların giderilmesi için 5233 sayılı Kanun kapsamında 27/1/2005 tarihinde Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvuru yapmış, başvurusu 17/3/2006 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun murisi tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Mardin İdare Mahkemesinde açılan dava oğlunun terör örgütü üyesi olduğu, bu nedenle olayın Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle 19/2/2008 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun murisi belirtilen karara ilişkin temyiz talebinde bulunmuştur. Danıştay tarafından uzun süredir karar verilmediği belirtilerek 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Danıştay Onbeşinci Dairesi 8/10/2015 tarihinde temyiz talebini, 24/3/2016 tarihinde de karar düzeltme talebini reddetmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9888", "Başvuru Konusu":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruya ilişkin yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; Türk kamu düzenine aykırı olan yabancı mahkeme kararının tanıma ve tenfizine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket İzmir'in Bergama ilçesinde 1991 yılında iki ortaklı olarak kurulmuş mermer, granit üretimi ve ticareti ile uğraşan bir şirkettir. Şirketin hâkim ortağı olan yabancı uyruklu H.W. hisselerini 29/3/2000 tarihinde yine yabancı uyruklu W.F. ve isimli şahıslara satmış, bu satış bedelinden kaynaklanan haklarını ise eşi U.W.ye devretmiştir. H.W.nin eşi U.W., Taşimpeks Granit ve Mermer Sanayi Limited Şirketi (Şirket) ile aralarında ödünç sözleşmesi akdettiklerini iddia ederek Şirket aleyhine İsviçre Kreuzlingen Bölge Mahkemesine alacak davası açmıştır. Kreuzlingen Bölge Mahkemesi 7-8/2/2011 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir. Başvurucu Şirketin temyizi üzerine Kanton Thurgau Yüksek Mahkemesi 1/12/2011 tarihli kararıyla başvurucunun temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucu bu kararı da temyiz etmiş, İsviçre Federal Mahkemesinin 28/6/2012 tarihli kararıyla talep reddedilmiştir. U.W., Kreuzlingen Bölge Mahkemesinin 6/7/2012 tarihinde kesinleşen kararının tanıma ve tenfizine karar verilmesi istemiyle Dikili Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 1/11/2013 tarihli kararında; İsviçre Kanton Thurgau Yüksek Mahkemesi kararının 6/7/2012 tarihinde kesinleştiğini, kararın yetkili merci tarafından alınan apostille tasdikinin aslı ile Almanca çevirinin aslına uygunluğuna dair onaylı çevirisinin dosyaya ibraz edildiğini, anılan ilamın 27/11/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un ve maddelerine aykırı olmadığını, kararı veren ülke ile fiilî karşılılık bulunduğunu, yargılama giderlerine ilişkin yabancı mahkeme kararının esasının incelenemeyeceğini, adil yargılama ilkelerinin ihlal edilmesi, savunma imkânının verilmemesinin, bizatihi Türk kamu düzenine aykırılık teşkil edecek bir durumun bulunmadığını, yabancı devlet usul ve ispat kuralları ile Türk Hukuk usul ve ispat kurallarının birebir aynı veya benzer olmamasının kamu düzenine aykırılık teşkil ettiği anlamına gelmeyeceğini belirterek İsviçre Kanton Thurgau Yüksek Mahkemesinin 1/12/2011 tarihli ZBR 32 sayılı ve 6/7/2012 kesinleşme tarihli kararının 5718 sayılı Kanun'un ve maddeleri uyarınca tanınmasına ve tenfizine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/2/2015 tarihli kararı onamıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 3/3/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 4/4/2016 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiş 4/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Kanun Hükümleri 5718 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye'de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır....\" 5718 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması.b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması.c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması.ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.''B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/3/2015 tarihli ve E.2013/18-1628, K.2015/894 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:''...5718 sayılı Kanun (MÖHUK) nun 54/c maddesinde, hükmün kamu düzenine açıkça aykırı olmaması hali, tenfiz şartları içinde sayılmıştır. Buna göre, yabancı mahkeme kararının verilmesinde uygulanan hukuk ve bunun hangi ölçütlere göre uygulandığı değil, yabancı mahkeme kararının Türkiye’de icra edilmesi halinde meydana gelecek sonuçların Türk Kamu düzenini ihlal edip etmeyeceğinin araştırılması gerekir.2012 tarih ve 2010/1 Esas 2012/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, esasa uygulanan hukukun Türk Hukukundan farklı olması ya da Türk Hukukunun emredici kurallarına aykırı olması gibi nedenlerle yabancı mahkeme kararının tenfizi reddedilemez....\" Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 10/2/2012 tarihli ve E.2010/1, K.2012/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...Kısaca, ilke olarak her mahkeme kendi milli usul hükümlerini uygular, bu sebeple yabancı mahkemenin tatbik ettiği usulün Türk hukukundan farklı olması kamu düzeninin müdahalesi için gerekçe değildir. Aynı ilke yabancı mahkeme kararında uygulanan ispat hukukuna ait kurallar bakımından da geçerlidir. Münhasıran hukuki dinlenilme hakkı verilmeden oluşturulan ve kesinleşen gerekçesiz bir yabancı mahkeme kararının sırf bu sebeple Türk kamu düzenine aykırı bulunduğunu belirtmek suretiyle tenfiz talebinin reddi lex fori prensibine de aykırı düşecektir. ...'' ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9000", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Türk kamu düzenine aykırı olan yabancı mahkeme kararının tanıma ve tenfizine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, iş bırakma eylemine katılma gerekçesiyle işten çıkarılmaya karşı açılan davanın benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesi ve eksik inceleme ile karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/4/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 16/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 12/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığında uçuş kabin personeli olarak çalışmakta iken 1/6/2012 tarihinde iş akdi feshedilerek işten çıkarılmıştır. Başvurucu, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle Bakırköy İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 27/2/2013 tarihli ve E.2012/281, K.2013/138 sayılı kararı ile davanın kabulüne, işverence yapılan feshin geçerli nedene dayanmadığının tespitine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Davalı işverenin kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/5/2013 tarihli ve E.2013/5984, K.2013/11244 sayılı ilamı ile feshin geçerli sebebe dayandığı gerekçesiyle kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan Yargıtay ilamından başvurucunun hangi tarihte bilgi sahibi olduğu konusundaki bilgiye dosya kapsamında ulaşılamamamıştır. Başvurucu 29/8/2013 havale tarihli dilekçesiyle Yargıtay kararının maddi hataya dayandığını ileri sürerek düzeltilmesini talep etmiş, başvurucunun bu talebi aynı Dairenin 28/1/2014 tarihli ve E.2014/151, K.2014/1007 sayılı ilamı ile “temyiz incelemesi sonucunda verilen kararda maddi hata saptanamadığı, ayrıca İş Mahkemelerinin kararları ile ilgili Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği” gerekçesiyle reddedilmiştir. Yargıtay ilamı şöyledir:“Davacı Setenay Çereren adına Avukat ... ile davalı Türk Hava Yolları A.O. adına Avukat ... aralarındaki dava hakkında Bakırköy İş Mahkemesinden verilen 2013 tarihli ve 2012/281 esas, 2013/138 sayılı kararı Dairenin 2013 tarihli ve 2013/5984 esas, 2013/11244 karar sayılı ilamıyla BOZULMASINA karar verilmiştir. Davacı avukatınca kararın maddi hataya dayandığı gerekçesiyle ortadan kaldırılması istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:Dosya içeriğine göre, Dairemizce temyiz incelemesi sonucunda verilen kararda maddi hata saptanamadığı gibi, maddi hataya dayandığı ileri sürülen hususun hukuki takdire ilişkin olduğu ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesi gereğince İş Mahkemelerinin kararları ile ilgili Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği de dikkate alınarak davacı vekilinin dilekçesinin REDDİNE, 2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.” Söz konusu Yargıtay ilamı, başvurucuya 17/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır...” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.(İptal dördüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 19/10/2005 tarihli ve E.2003/66, K.:2005/72 sayılı Kararı ile.)” 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’na 2/3/2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun ile eklenen geçici madde şöyledir:“Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.” 5521 sayılı Kanun’un 5308 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir: “İş Mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.İş Mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır. Yargıtay’ın bu kararlarına karşı karar tashihi istenemez.” 18/6/1927 tarihli 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İki tarafın isim ve sıfat ve neticei iddialarına mütaallik hatalar ve esas hükümdeki hesap hataları kendilerinin istimaından sonra mahkeme tarafından tashih olunur. Tashih olunan cihet hüküm zirine yazılır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2/7/2003 tarihli ve E.2003/21-425, K.2003/441 sayılı ilamı şöyledir:“...Şu duruma göre; sorunun çözümü yönünden öncelikle iş davalarına ilişkin, Yargıtay’ca verilen kararların maddi yanılgıya dayalı düzeltilmelerinin mümkün bulunup bulunmadığı ve maddi yanılgı kavramının öncelikle ortaya konması gerekir.İş Mahkemeleri Kanununun maddesi hükmüne göre Yargıtay’ın verdiği kararlara karşı karar düzeltme yolu bulunmamaktadır. Ne var ki, Yargıtay’ın bugüne kadar ki uygulamasında kabul edildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır. Gerçekten; maddi yanılgı kavramından amaç; [h]ukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa, inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin Kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılanma sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar edilmesi ve maddi gerçeğin gözardı yapılması, yargıya duyulan güven ve saygınlığı sarsacağı gibi, Adalete olan inancı ortadan kaldırır ve yok eder. Bu nedenledir ki; Yargıtay; bugüne değin maddi yanılgının belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltmesini kabul etmiştir. Bu yönde sayısız daire kararları olduğu gibi çok kısa bir süre önce Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2002 günlü Esas:2002/10-895, Karar:2002/838 sayılı kararında gösterildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı Onama ve Bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuçdoğurmayacağı, iş mahkemelerince verilen kararlara karşı karar düzeltme yolunun kapalı oluşunun maddi yanılgıya dayalı yargı kararlarının düzeltilmesine engel olamayacağı, hatalı biçimde hak sahibi olmanın evrensel hukukun temel ilkelerine ters düşeceği, maddi gerçeğin her zaman için adli gerçekten önce geleceği kabul edilmiştir. Kaldı ki; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasası günün ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Yarım asır önce yapılmış, üstelik önemli maddelerinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği bir Yasal düzenlemenin bütünlüğünün bozulduğu ve bu yönde yeni düzenleme yapılmasının gerçeği de ortadadır. Bu arada ilave edilmelidir ki, iş davalarının nitelik ve nicelik itibariyle alanlarının genişlediği ve yeni boyutlar kazandığı bilinen bir gerçektir. Sonuç olarak; kimi açık maddi yanılgıya dayalı ve yanlışlığı son derece belirgin haksız ve adaletsiz sonuçların giderilmesi kamu düzeni açısından zorunludur.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5669", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iş bırakma eylemine katılma gerekçesiyle işten çıkarılmaya karşı açılan davanın benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesi ve eksik inceleme ile karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 16/9/2010 tarihinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde açılan emeklilik hakkının tespiti ve emekli aylıklarının tahsili davasında 14/3/2013 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/11/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19870", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, konutun belediye görevlilerince çöp ev olduğu iddiası ile boşaltılması nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, \"Demetevler Cadde No:.. Yenimahalle/Ankara\" adresinde bulunan ve zaman zaman ikamet ettiğini belirttiği evinde kendisinin bulunmadığı sırada evine ve eşyalarına zarar verildiği iddiasıyla 29/1/2010 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuş ve şüpheli olarak apartman yönetimini (sakinler ve malikler) göstermiştir. Şikâyet dilekçesinde şöyle demiştir:\"...Kilitli muhafazalı iki adet demir ve iki adet ağaç kapı ile kapalı evimizin açılıp mevcut kapıların da (içli dışlı) yok edilip sökülmesi sonucu içeri girilip talan edilmiştir. İçerisi tamamen boşaltılmıştır. Meskenimizin her tarafı açık olarak bırakılmıştır. Bu olayın geçtiği olay yerinin bir an önce araştırılıp soruşturulması herhangi bir elektrik kaçağı ve yangın sabotajı ihtimali açısından ivedi olarak soruşturulması ve tespitinin yapılmasını, suçluların cezalandırılmasının arz ve talep ederim.  Alacak çeklerimiz, senetlerimiz, sözleşme niteliği taşıyan açık senetler, çeşitli kıymetli belgeler ve evraklar, müşteri alacak senetleri, antika değeri taşıyan eşyalar, mağaza ve restoran malzemeleri, çeşitli mahkeme kararları, tapu belgeleri, çeşitli noter vekaletleri, altın, gümüş, pırlanta taşlı takı ve ziynet eşyalarımız v.b. evimizden yok edilmiştir. Alenen bir soygun gerçekleştirilmiştir. Zararımız madden ve manen çok büyüktür. Ailecek travma geçiriyoruz adli tıbba sevkimizi talep ediyoruz.... \" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 15/12/2010 tarihli ve Sor. No. 2010/13584, K.2010/69824 sayılı kararıyla \"... Soruşturma evrakı kapsamından evin çöp dolu olduğu ve belediye zabıtası yetkilileri tarafından boşatıldığı, müştekilerin iddialarını doğrulayan herhangi bir delil bulunmadığı...\" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, bu kararı 23/3/2012 tarihinde savcılık kaleminde elden tebliğ ederek karara itiraz etmiştir. Sincan Ağır Ceza Mahkemesi 9/8/2012 tarihli ve Değişik İş No. 2012/1963 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu; evin çöp ev olmadığını, evde kıymetli evrak, ev eşyası, hatıra ve ziynet eşyası ile daha önce işlettiği lokanta ve tuhafiyeye ait eşyanın bulunduğunu, kendilerine hiçbir bildirim yapılmadan evde olmadıkları bir sırada evin boşaltıldığını, eşyanın yok edildiğini ileri sürerek uğradığı zararın tazmini istemiyle 4/12/2012 tarihinde Yenimahalle Belediyesi (Belediye) aleyhine doğrudan tam yargı davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 13/12/2012 tarihli kararıyla davanın davalı idareye başvurulmadan açıldığı gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-e maddesi uyarınca dava dilekçesinin davalı Belediyeye tevdiine karar vermiştir. Belediyece 8/2/2013 ve 14/3/2013 tarihli işlemlerle başvurucunun tazminat istemi reddedilmiştir. Belediyece verilen 14/3/2013 tarihli cevap şöyledir:\"... Apartmanı'nın Yöneticisi S., bina sakinlerinden A. ve diğerleri tarafından verilen ve idaremiz kayıtlarına 2009 tarih, 16676 sayı ile giren dilekçede; söz konusu apartmanın bahçe katında bulunan 1 nolu dairenin: yıllardır boş, bakımsız, virane olup, cam ve çerçevesi olmayan korunaksız, fare ve haşerelerin görüldüğü, içerisinden kokular gelmekte olan dairenin sağlıklarını tehdit ettiğinden bahisle, eşyaların tahliye edilerek ilaçlama yapılmasını talep etmeleri üzerine: Atıl durumdaki konutun sahibi olduğu öğrenilen A.B.'le yapılan telefon görüşmesinde ilgili şahsın konuya duyarsız kalması üzerine dilekçede yer alan durumun sabit olmasına ve konunun aciliyetine binaen gerekli güvenlik tedbirleri alınmak suretiyle, Belediyemiz görevlilerince; İdaremiz Zabıta Müdürlüğü ve Temizlik İşleri Müdürlüğü Yetkili Amirleri ile, Mahalle Muhtarı G. Ö., Polis Memuru E. Ç., Polis Memuru O. B. ve Bina Yöneticisi İ. S. gözetiminde 2009 tarihinde saat 30 sularında çöp ev temizlenmiş ve bu durum olay mahallinde düzenlenen tutanak ve memur raporu ile imza altına alınmıştır. Söz konusu şikayet dilekçesi, tutanak ve memur raporundan birer ilgi b yazımız ekinde sunulmuştur.  ... yaptırılan temizlik sonrasında çöp evden çıkan mal ve malzemeler, çöp aracına yüklenerek döküm alanı olan Mamak Çöplüğü'ne sevk edilmiş olup, emanete alınan ve depolarımızda muhafaza edilen herhangi bir malzeme bulunmamaktadır.  Sonuç olarak; aynı eylem sebebiyle Ankara İdare Mahkemesi nezdinde tazminat talepli olarak açmış olduğunuz dava bulunduğundan, ilgi a dilekçenizle [1/3/2013 tarihli dilekçe] eşyaların iadesi yönünde yapmış olduğunu başvurunun mükerrerliğe sebebiyet verebilecek bir başvuru olması ve zaten halihazırda emanete alınmış ve depolarımızda muhafaza edilmekte olan mal ve malzeme bulunmaması sebepleriyle iade talebinizin yerine getirilmesi hukuken ve fiilen mümkün değildir. \" Başvurucu bunun üzerine 27/3/2013 tarihinde yeniden dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 3/4/2013 tarihli ve E.2013/442, K.2013/446 sayılı kararıyla; eve 28/5/2009 tarihinde girildiği ve anılan eylemlerin gerçekleştirildiği, başvurucunun söz konusu eylemi en geç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyet tarihinde (29/1/2010) öğrendiğinin kabulü gerektiği, bu açıdan 2577 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne göre eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvuruda bulunulması gerekmekte iken bu süre geçtikten sonra 4/12/2012 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açıldığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Başvurucu; eylemin Belediye görevlilerince yapıldığını savcılığa başvurduğu sırada bilmediğini, savcılığın takipsizlik kararını tebliğ aldığı 23/3/2012 tarihinde eylemin Belediye görevlilerince yapıldığını öğrendiğini ve buna göre bir yıllık süre dolmadan dava açtığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesi 11/9/2013 tarihli ve E.2013/7244, K.2013/6111 sayılı kararıyla, İdare Mahkemesi kararının ve dayandığı gerekçenin usul ve yasaya uygun olup bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle temyiz istemini reddetmiş ve kararı onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 9/5/2014 tarihli ve E.2014/762, K.2014/3834 sayılı ilamıyla, karar düzeltme nedenlerinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 16/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Anayasa ve Kanun Maddeleri Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” Danıştay İçtihadı Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2013/11650, K.2014/1022 sayılı kararı şöyledir: “… … davacının, 2004 yılının ağustos ayında bisikletten düşerek yaralanması üzerine kaldırıldığı Konya Numune Hastanesi'nde yapılan tedavi ve ameliyatından sonra iyileşememesi sonucunda başvurduğu Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunu öğrendiği, davacının ameliyatı gerçekleştiren doktor S. S. aleyhine tazminat istemiyle 08/02/2011 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/75 sayılı esasına kayıtlı olarak açtığı davanın 14/06/2012 tarih ve E:2011/75, K:2012/585 sayılı kararla anılan davanın idareye karşı açılması gerektiğinden husumet nedeniyle reddedildiği ve bahsi geçen kararın Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 09/11/2012 tarih ve E:2012/15934, K:2012/16599 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmesi üzerine davalı idare aleyhine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.  Buna göre, davacının Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunu öğrendiği, bunun üzerine 08/02/2011 tarihinde ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine tazminat istemiyle Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilerek buna ilişkin kararın 09/11/2012 tarihinde kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 09/11/2012 tarihinden itibaren 1 yıl içinde, 08/05/2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir: “… Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir. Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.  Dosyanın incelenmesinden, davacının eşinin yaralanması üzerine kaldırıldığı Salihli Devlet Hastanesinde 2004 tarihinde ölümünün gerçekleştiği, acil servis personelinden doktor S.T. hakkında taksirle bir kişiyi öldürme suçunu işlediğinden bahisle 2006 günlü iddianame ile açılan ceza davasının sürdüğü, davacının ise iddianamenin 2006 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 2007 gününde maddi ve manevi tazminat talebiyle davalı idareye yaptığı başvurunun 2007 tarihinde tebliğ edilen 2007 günlü işlemle reddi sonrasında 2008 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, eylemin idariliğinin S.T. hakkında açılan ceza davasında verilecek kararın kesinleştiği tarihte ortaya çıkabileceği dikkate alındığında, iddianamenin tebliği üzerine yapılan başvurunun reddi sonrasında açılan davada süre aşımı, davanın süre aşımı bakımından reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuksal isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57). Bir tazminat davasının kusur veya ihmale dayandırıldığı hâllerde başvurucu söz konusu kusur veya ihmali oluşturan olaydan haberi olduğu ya da haberi olması gerektiği tarihten itibaren dava açma hakkına sahip olmaktadır (Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya, No. 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98, 41400/98, 41446/98, 41484/98, 41487/98 ve 41509/98, § 37, AİHM 2000-I ve Canete de Goni/İspanya, No. 55782/00, § 40, AİHM 2002-VIII). Bu kapsamda tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda, başvurucunun yalnızca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§ 39). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15241", "Başvuru Konusu":"Başvuru, konutun belediye görevlilerince çöp ev olduğu iddiası ile boşaltılması nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında tanık dinletme taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi ve hukuka aykırı delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 10/7/2014 ve 11/7/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2014/11987 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle2014/11821 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 26/2/2013 tarihli ve E.2009/186, K.2013/29 sayılı kararıyla suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından başvurucular hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Başvurucuların anılan kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 12/6/2014 tarihli ve E.2014/3459, K.2014/4613 sayılı kararıyla anılan hükümonanmıştır. Aynı dosyada yargılanan bir kısım sanık yönünden ise bozma kararı verilmiştir. Yargıtayın kısmi bozmaya ilişkin kararının ardından dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/2 sayısına kaydedilmiştir. Başvurucular nihai karardan 12/6/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Bireysel başvurular 10/7/2014 ve 11/7/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Bireysel başvurular sonrasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 16/2/2016 tarihli ve E.2009/2, K.2013/8 sayılı ek kararı ile başvurucular hakkında infazın durdurulmasına ve yukarıda belirtilen davada yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. Ek kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"İstanbul (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesince 2009/186 Esas - 2013/29 sayılı kararıylasanıklardan A. liderliğinde örgüt kapsamında sanıklar ... Haydar, Serdar ... yönündenTCK 188/3-4-5, 220/1-2 maddeleri gereğince sanıkların cezalandırılması yoluna gidilmiş, yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yargılamanın iadesi yönünde talepte bulunan sanıklar Haydar Demirhan ve Serdar Demirhan yönünden beraat mütalaasında bulunmuş Yargıtay Ceza Dairesi 2014/359 Esas - 2014/4613 Karar sayılı ilamıyla oy çokluğuyla (3/2 Başkan ile bir üyenin muhalefeti ile)sanıklar Haydar Demirhan ve Serdar Demirhan yönünden yerel mahkeme kararının onanmasına, [karar verilmiştir]. Sanıkların Anayasa Mahkemesi ve CMK 'daki tutukluluk süreleri gözönüne alınarak 5 yılı dolmuş olduğundan bu sanıklar yönünden tahliye yoluna gidilmiştir. Sanıklar Haydar Demirhan ve Serdar Demirhan vasilerinin talebiyle hükme esas alınan ve evde yapılan arama tutanağının sahte olduğunu belirtmiş ev arama tutanağında ismi geçen S. T.nin imzasının sahteve bu hususta Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuş Cumhuriyet Savcılığı ilgili ev arama tutanağı bilirkiyiye tevdii edilmiş 31/12/2012 tarihinde Adli Tıp Uzmanı (Grafolog) A. imzası ile alınan bilirkişi raporunda ev arama tutanağındaki S.T.ye atfen atılan imzanın S. T.nin eli ürünü olmadığının rapor edildiği görülmüştür. ...Sanıkların cezalandırılmasına gidilen CMK 311/1-amaddesine göre duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa yargılamanın iade nedeni sayıldığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun emsal kararlarında da koşullarına uymayan bir arama kararına istinaden yapılan aramanın hukuka aykırı olacağını böyle bir arama ile elde edilen deliller yargılama neticesine hükme esas alınamayacağı durumu karşısında CMK [m]addesi gereğince yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değerolduğuna karar verilmesi gerektiğinden CMK maddesi gereğince sanıklar HAYDAR DEMİRHAN VE SERDAR DEMİRHAN'ınileride mağduriyetine yol açmama adına yapılan inceleme sonucunda yenileme isteminin CMK 321/ MADDESİNE GÖRE KABULÜNE veyeniden duruşma açılmasına, ... İNFAZIN DURDURULMASINA, infaz evrakının geri alınmasına ve bu husustaİstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Masasına müzekkere yazılmasına [karar verildi.]\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11821", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında tanık dinletme taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi ve hukuka aykırı delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39235", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyetleri ve sosyal medya paylaşımları kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiaları bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuyla birlikte çok sayıda şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. 29/7/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilen başvurucunun Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınmıştır. Başvurucu, ifadesinde \"Fetullah Gülen cemaati ile herhangi bir yasal veya özel bağım yoktur. Çalışmış olduğum gazete ve derginin bu cemaate ait olup olmadığını bilmiyorum. Dosya içerisinde bulunan ve bana gösterip okumuş olduğunuz söz konusu yazılar ve sosyal medya paylaşımları tarafıma aittir. Bu paylaşımların yapıldığı twitter adresi benim kişisel hesabımdır. Bu paylaşımları ve yazıları yazarken suç kastıyla veya herhangi bir cemaat kurum veya kuruluş lehine veya aleyhine yazmadım. Tamamen gazetecilik saikiyle ve ifade özgürlüğü kapsamında yazılmış ve paylaşılmış yazılardır. FETÖ/PDY terör örgütü ile benim bir bağım yoktur. Bunların gerçekleştirdiği eylemlerde herhangi bir rolüm olmamıştır. Ben bir gazeteciyim bunun dışında illegal herhangi bir faaliyette bulunmadım. Darbenin olduğu tarihte annem'in rahatsızlığı nedeniyle Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastahanesine gitmiştim. Gecede evimize döndük. Köprülerin kapatıldığını duyunca ben bombalı bir terör saldırısını önlemek amacıyla olduğunu düşünmüştüm. Sonra ki süreçte Başbakanın açıklaması sonucu kalkışma olduğunu öğrendim. Bunu twitterda paylaştım. Ayrıca evimde arama yapıldığı tarihte İstanbul dışındaydım bu durumu öğrenince Savcılığa gelerek müracaatta bulundum. Kaçma niyetim olsaydı böyle bir davranış içerisine girmezdim. Yaptığım paylaşımlar, yazılar incelendiğinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün medya yapılanması dahilinde olmadığı net olarak anlaşılmaktadır. Benim bu terörist yapıyla uzaktan yakından bağım ve ilgim yoktur. Yukarıda açıkladığım üzere ben sadece gazeteciyim, bu görevimi de kanunlar ve anayasa çerçevesinde icra ettim. Gazetecilik faaliyeti dışında herhangi bir eylemde bulunmadım. Suçlamaları kabul etmiyorum.\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunduğu sorgu esnasındaki savunmasında özetle suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Şüpheliler ... Cemal Azmi Kalyoncu'nun üzerlerine atılı, Silahlı Terör Örgütüne üye olma suçundan; mevcut delil durumu, Ayrıca 15/07/2016 günü FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün, silahlı kuvvetler içerisindeki unsurlarının askeri darbe girişimi sonucunda Fetullah Gülen Paralel Devlet Yapılanmasının silahlı bir terör örgütü olduğu anlaşılmakla; nitekim daha önceki mahkeme kararlarında da Fetullah Gülen yapılanmasının bir terör örgütü olduğuna da karar verilmiştir.FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün faaliyetlerini yürütürken kendisinin sahip olduğu Zaman Gazetesi, Özgür Düşünce, Özgür Bugün, Bugün Gazetesi, Millet Gazetesi, Aksiyon Dergisi, Yeni Hayat Gazetesi, Yarına Bakış Gazetesi, Samanyolu TV, Kanaltürk, Cihan Haber Ajansı, Bugün TV'de anılan terör örgütünün yayınları yapılmış, bu husus kamuoyunca da bilinmektedir.Zaman Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni E. hakkında silahlı terör örgütü suçundan soruşturma yürütüldüğü, ilgili hakimlik tarafından hakkında yurt dışına çıkmasının yasaklanması, adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakılmış ve akabinde de şüpheli hakkında gözaltı ve yakalama kararı çıkartılmasına rağmen yakalanamadığı, firar durumunda olduğu anlaşılmaktadır.Şüpheliler savunmalarında yukarıda belirtilen basın yayın organlarında habercilik yaptıklarını, terör örgütü ile bağlarının olmadığını beyan etmişlerdir.Şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün basın ayağı olarak yer aldıkları gazete, dergi ve televizyonlarda örgüte sadakatle bağlı oldukları, görevlerini bu şekilde ifa ettikleri, bu itibarla silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmayı veya görevini yapmaya engellemesi suçuna iştirak eden emniyet görevlerini, yargı mensuplarını haberleştirerek, örgütün amaçları doğrultusunda propaganda yaptıkları, nitekim şüphelilerin sosyal paylaşım sitelerinden de bu yönde paylaşımda bulundukları görülmüş, ayrıca Fetullahçı Terör Örgütünün devlet içerisindeki mensuplarının görevine son verildiğinde de, bu terör örgütü mensuplarını sahiplendikleri, lehlerine kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları anlaşılmıştır.Bu itibarla 668 sayılı KHK ile kapatılan gazete, dergi ve televizyonların çalışanlarından olan şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün üyeleri oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesi oluşmuştur, atılı suçun niteliği, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların varlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, soruşturmanın henüz tamamlanmaması, şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğin, ölçülülük ilkesi uyarınca adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK' nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına, ... [karar verildi.]\" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2016 tarihinde \"... yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti ile sorgu tarafından belirtilen gerekçeler de dikkate alınarak\" şeklindeki gerekçeyle itirazın reddine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 16/1/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucunun gazeteciliğe 1993 yılında Zaman gazetesinde başladığı, bir yıl sonra kurucuları arasında yer aldığı Aksiyon dergisinin ekonomi editörlüğünü üstlendiği ve \"Zinde Söyleşiler\", \" yıl Zaman'ı\", \"Paranın Efendileri\", \"Nurlu Hayatlar\", \"Saklı Hayatlar 1 ve 2\", \"Derin Gazeteciler\" isimli kitaplar yazdığı belirtilmiştir. İddianamede, FETÖ/PDY mensuplarının yurt içinde ve yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine kamuoyu oluşturmak için www.twitter.com isimli web sitesinde troll olarak tabir edilen sahte kullanıcı adları ile hesap oluşturup örgüt amacı doğrultusunda paylaşımda bulundukları, bahse konu paylaşımların örgütün diğer üyeleri tarafından retweet (tekrar paylaşım) edilerek Türkiye'de ve dünyada gündem oluşturdukları, paylaşımları yapan troll hesapların takip edilerek ve retweet edilerek fenomen hesap hâline getirildiği, bu şekilde de sosyal paylaşım sitelerinde kamuoyu algısının yönlendirildiği, \"sosyalpencere\", \"sonvesayet\" ve \"yagizefe\" kullanıcı adlı hesapların da FETÖ/PDY amacı doğrultusunda paylaşım yapan troll hesaplardan olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucunun da kendisine ait \"cemalkalyoncu\" hesabından, yukarıda bahsedilen hesaplardan yapılmış paylaşımların bazılarını retweet ettiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun sosyal medya paylaşımlarına ve yazılarına yer verilmiştir. Bu paylaşımlar ve yazılar iddianamede alıntılanan kısmıyla şöyledir:- Başvurucunun \"cemalkalyoncu\" hesabında, \"sosyalpencere\" hesabından yapılan \"Oslo'da PKK ile masaya oturanlar, Askere polise operasyon izni vermeyenler, Dolmabahçe'de mutabakat yapanlar BAKIN ZAMAN'A ELKOYMAK İÇİN HANGİ YALANA SARILMIŞLAR\" şeklindeki paylaşımı retweet ettiği belirtilerek söz konusu paylaşımlarla örgüte karşı verilen mücadelenin kumpas olduğu yönünde manipülasyon yapılmaya çalışıldığı ileri sürülmüştür.- Başvurucunun yazarı olduğu \"Nurlu Hayatlar\" isimli kitabında genellikle örgüt liderini övücü bölümler bulunduğu, bu bağlamda söz konusu kitabın sonunda da \"Bir yanda yazdığı Risale-i Nurlar bugün dünyada milyonlarca insan tarafından okunan Said Nursi .... Diğer yanda, aydınlık bir Türkiye'nin habercisi olacak milyonlarca gencin yetişmesine öncülük eden Fethullah Gülen Hocaefendi. Her ikisinin de etraflarında, onlara sevgi duyan gönül bağı ile bağlanmış meçhul kahramanlar her zaman vardı ve hep var oldu.... \" şeklinde örgüt liderinin övüldüğü belirtilmiştir.- 27/6/2016 tarihinde Erkan AKKUŞ @erkan_akkus adresinden atılan \"Hesabım çalınmadı sosyolojik bir deneme yapıyorum :)\" şeklindeki tweeti retweet ettiği ve \"Analizleri merakla bekliyoruz\" şeklinde tweet attığı belirtilerek tweet sahibi E.A.nın Bugün TV ve sonrasında da Can Erzincan TV'de örgütün yoğun propagandasını yaptığı iddia edilmiştir. - 27/6/2016 tarihinde cemal a. Kalyoncu@cemalkalyoncu adresinden \"Tebrikler hayırlı olsun@muratTokay ...yarına bakış\" adresine yönlendirilen bir tweet attığı ve bu adreste örgütün yayın organı olduğu belirtilen yarına bakış com'da gazeteci-yazar E.T. ile yine örgütün yayın organında çalıştığı belirtilen T.nin röportaj yaptığı bölümün yer aldığı belirtilmiştir. \"Gülen cemaatine karşı girişilen operasyonları takip edebiliyor musunuz? Evet, yakından takip ediyorum. Cemaat’e politik olarak saldırıldı ama cemaat kendini politik olarak korumadı. Kendini 'politik bir topluluğuz biz' diye savunması gerekiyordu. Çünkü Cemaat’e buradan saldırıldı. Yalnız şu var: Filler tepişirken masum insanların kurban gittiğini görüyoruz. Ülkede herkes için çember giderek daralıyor. Çemberin daraldığını anlamak için çemberin seni dışarıda bırakmasını beklememek gerekiyor. Siyasal iktidarın ‘biz’ dediği şey sonunda bir kişiye inecek. Ama bunu bekleyip görmek istiyorlarsa buyursunlar görsünler. 'Cemaat hak etti' deyip susan hatta sevinç duyan gazeteci-yazarlar var… Ben bunu söylemem. Tamam arada senin düşmanın mahvoluyor ama olup biten şeyin esası hukuk duygusunun ortadan kalkması. Bu sadece Türkiye’deki hukuk sistemini sarsmaz, aynı zamanda kişisel ilişkilerimizdeki hak hukuk duygusunu da yok eder. Hukuk duygusunun sarsılması taa Ergenekon soruşturmaları sırasında başladı. Dün de bugün de ben hukuku savunuyorum. Çünkü zayıf olanı devletten ve güçlü olandan hukuk korur...\" şeklindeki ifadelerin yer aldığı röportaj ile örgütle yapılan mücadelenin topluma cemaate saldırı gibi lanse edildiği ileri sürülmüştür.- 2/7/2016 tarihinde cemal a. Kalyoncu@cemalkalyoncu adresinden \"Daha neler!! Elif Çakır'dan Erdoğan'a: Acı acı gülüyorum on7yirmicom/gundem/elif-cakır@onyediyirmibes aracılığıyla\" şeklinde tweet attığı ve örgütün 17-25 Aralık sürecinde bu siteleri yoğun şekilde kara propaganda aracı olarak kullandığı ileri sürülmüştür.- 8/7/2016 tarihinde TARIK TOROS @Tarik Toros adresinden atılan \"Merak edip arayıp soran dostlara, kısa bir açıklama\" şeklindeki tweeti reetwet ettiği, bu tweet ile örgüt üyeliği kapsamında hakkında bulunan soruşturmalar nedeni ile yurt dışında olduğu ve örgütün yayın organı olduğu belirtilen Bugün TV'de, sonrasında da Can Erzincan TV'de örgüt adına algı faaliyetlerinde bulunan T.T. isimli kişinin yazdıklarına yönlendirme yapıldığı iddia edilmiştir.- 17/7/2016 tarihinde Yener Güneş@yenergunes adresinden paylaşılan \"Medyascope, Gazeteport, Rotahaber, ABC Gazetesi ve Karşı Gazete'nin internet sitelerine erişim engellendi\" şeklindeki tweeti retweet ettiği ve bu sitelerin örgüt amacı doğrultusunda algı oluşturmak için kullanıldığı ileri sürülmüştür.- 17/7/2016 tarihinde Ufuk ŞANLI@sanliufuk adresinden atılan \"Haber portalları @Rotahaber @karsigazete @Medyascopetv ve @CanErzincan_TV internet sitelerine açıktan erişim TİB tarafından engellendi\" şeklindeki tweeti reetweet ettiği, bu sitelerin örgüt tarafından algı operasyonlarında kullanıldığı ve ayrıca tweet sahibi U.Ş.nin örgütün kriptolu haberleşme programı Bylock'un kullanıcısı olduğu ileri sürülmüştür.- 17/7/2016tarihindeT24 @t24com.tr adresinden atılan \"Gülen: Uluslararası bir komisyon darbeyi araştırsın, sonucunu şimdiden kabul ediyoruz\" şeklindeki tweeti reetwet ettiği ve yanında örgüt liderinin resmini de kullandığı belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:\"Yukarıdaki örnek yazı ve paylaşımlar ile dosya arasındaki diğer tespitler dikkate alındığında, şüphelinin örgütün algı faaliyetlerinde kullandığı Aksiyon dergisinin kurucuları arasında yer aldığı, örgütün temel basın organı Zaman gazetesinde uzun yıllar çalıştığı, örgüt adına kara propaganda yapan sosyal medya hesaplarından paylaşılmış olan tweetleri topluma duyurduğu, örgütle mücadele kapsamındaki soruşturmaları 'yalana sarılmak' olarak nitelendirip itibarsızlaştırdığı, örgüt liderini topluma 'meçhul kahramanların lideri' olarak tanıttığı ve bu şekilde örgüt adına algı faaliyetlerinde bulunduğu anlaşılmakla şüphelinin örgüt üyesi olduğu kanaatine varılmıştır\" İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1/2/2017 tarihinde kabul edilmiş ve dava Mahkemenin E.2017/67 sayılı dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın ilk duruşması 27/3/2017 tarihinde başlamış, 31/3/2017 tarihine kadar devam etmiştir. 31/3/2017 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu dâhil yirmi bir sanığın tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sanıklar ... Cemal Azmi Kalyoncu ... üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç vasfının ileride sanıklar lehine değişme ihtimali, sabit ikametgah sahibi olmaları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanıklar ve müdafilerinin tahliye taleplerinin kabulü ile başka suçtan tutuklu ve hükümlü değiller ise bu suçtan bihakkın tahliyelerine, bu hususun temin için Cezaevi Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, tahliyelerine karar verilen sanıklar hakkında CMK.nun 109-3-a maddesi kapsamında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına... [karar verildi.]\" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2017 tarihinde tahliye kararına itiraz etmiştir. İtirazda; başvurucu ve tahliyesine karar verilen diğer sanıkların 17-25 Aralık sürecinde örgüt lehine algı operasyonu amacıyla yayınlar yaptıkları, yine aynı amaçla sosyal medyada çokça paylaşımda bulundukları, örgütün sosyal medya algı operasyonunun önemli ayağını oluşturan ''fuatavni'' isimli Twitter hesabı ile ilgili sıklıkla paylaşımlarda bulunarak algı operasyonları yaptıkları, sanıklardan bazılarının özellikle 15 Temmuz darbe girişimi öncesi darbenin gerçekleşeceği anlamına gelen paylaşımlar yaptıkları, darbe girişimi sonrası örgüt lehine ve darbe girişiminin örgüt ile ilgisinin olmadığı şeklinde kamuoyu algısı oluşturmak amacıyla yine sosyal medyada paylaşımlarda bulundukları belirtilmiştir. Başsavcılık, bu bağlamda sanıklar bakımından örgüt üyeliğini gösteren devamlılık, suç kastı ve eylem yoğunluğunun bulunduğu dosyada mevcut olan açık kaynak araştırmalarının, tanık beyanlarının ve elde edilen diğer delillerin bu hususu gösterdiğini, sanıklar hakkındaki delillerin henüz tam olarak toplanmadığını belirterek tahliye kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 31/3/2017 tarihinde Başsavcılığın itirazını kabul ederek başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Sanıklar ... Cemal Azmi Kalyoncu ... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyetleri, atılı suçların işlendiğini gösterir kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcut olması, sanıkların atılı suçu gerçekleştirme şekilleri ve kasıtlarının yoğunluğu, yasada söz konusu suçlara ilişkin düzenlenen cezaların alt ve üst sınırları itibari ile ve sanıkların kaçma şüphelerinin bulunması hususları bütün olarak değerlendirildiğinde tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu anlaşılmakla, Cumhuriyet savcısının itirazın kabulüne, Sanıklar ... Cemal Azmi Kalyoncu ... haklarında CMK ve devamı maddeleri gereğince yakalama emri düzenlenmesine ve haklarında yeteri kadar yakalama emri çıkartılmasına ... [karar verildi.]\" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi yakalama kararına istinaden hazır edilen başvurucunun 1/4/2017 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sanıklar ... Cemal Azmi Kalyoncu ... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyetleri, atılı suçların işlendiğini gösterir kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcut olması, sanıkların atılı suçu gerçekleştirme şekilleri ve kasıtlarının yoğunluğu, yasada söz konusu suçlara ilişkin düzenlenen cezaların alt ve üst sınırları itibari ile ve sanıkların kaçma şüphelerinin bulunması hususları bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların CMK 100 madde gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]\" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/12/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince20/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, anılan kararın 6/2/2018 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 15/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmen tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Sanık, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kurumu olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın üyesidir.Sanığın iddianamede belirtilen ve kendisine aidiyeti sanık tarafından inkar edilmeyen çok sayıda yazıları ve twit şeklindeki paylaşımlarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü ve sözde liderini övücü, hükümeti ve Cumhurbaşkanını çok sert bir dille eleştirir içerikler bulunduğu, sanığın anılan örgütün fikir ve ideolojisine paralel olarak örgüte destek verdiği, özellikle;Nurlu hayatlar isimli kitabının içeriğinde ... örgüt liderini övücü bölümlerin bulunduğu,...[Bu kısımda başvurucunun iddianamedeki yazı ve paylaşımlarına yer verilmiştir.]...Sanık Cemal Azmi KALYONCU’nun 1993 yılından 2016 yılına kadar Feza Gazetecilik Anonim Şirketinin Zaman Gazetesi ve Aksiyon Dergisi bünyesinde çalışmış olup, tüm çalışma hayatı örgüte aidiyeti tespit edilen ve KHK ile kapatılan basın kurumlarında geçmiştir. Her iki basın organı da FETÖ/PDY terör örgütünün sürekli olarak propagandasının yapıldığı, hükümet ve Cumhurbaşkanı aleyhine sürekli yayınların yapıldığı terör örgütüne ait yayın organlarıdır. Gizliliği, tedbirli hareketi temel davranış biçimi kabul eden, kuruluşundan itibaren örgütlenme ve varlığını sürdürmede temel hareket tarzı olarak gizliliği, sızmayı esas alan örgütün, medya organlarının ana gövdesini oluşturan kadrosunun bütünüyle örgüt doktrinini ve stratejisini benimseyen, ideolojik motivasyonu üst seviyede olan ve lideri tarafından gösterilen nihai hedefe odaklanmış örgüt üyelerinden oluştuğu, kamu kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere, kısacası tüm toplumsal alanlara farklı görünümler altında, hukuk dışı yöntemleri de kullanarak fetih mantığıyla hareket edip üyelerini sızdıran, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk Halkı’nın bütününe ait kurumları ele geçirmeyi temel hareket tarzı olarak kabul eden örgütün bizatihi kendisine ait kurumlara ve yapılara daimi çalışan ve yönetici olarak örgüt dışından birilerinin girmesine izin vermesinin beklenemeyeceği, bu anlamda zaafiyet içerisinde olmasının örgütün ilk günlerinden bu güne kadar geçen sürede izlediği yol ve yöntemlere, tüm toplumun gözü önünde gerçekleşen olgulara ve hayatın doğal akışına aykırı olduğu, bunun yanısıra örgütün temel amaç ve fikirleri doğrultusunda hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı halk nezdinde küçük düşürmeyi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini teröre destek verir gibi göstererek Uluslararası platformda zor duruma düşürmeyi , örgütü ve örgüt liderini sempatik göstermeyi amaçlayan örgüte ait basın organlarında uzun süre çalıştığı, yazdığı yazılar ve attığı twitlerle de örgütün amacı doğrultusunda açık paylaşımlar ve propaganda yaparak kastını ve örgüt hiyerarşisi içinde bulunduğunu ortaya koyduğu, aynı zamanda FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kurumu olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın üyesi olduğu görülmüş, çalıştığı dergi ve gazetenin bu cemaate ait olup olmadığını bilmediği yönündeki savunması inandırıcı bulunmamış ve itibar edilmemiştir.Yukarıda açıklanan deliller ışığında sanık Cemal Azmi KALYONCU’nun örgüt üyeliği açısından eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk unsurlarının gerçekleştiği, sanığın FETÖ/PDY’nin fikir ve ideolojisini benimseyerek bu doğrultuda faaliyetler içerisinde olduğu, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY’nin etkin bir üyesi olduğunun kabulü gerektiği kanaatiyle sanığın TCK’nun 314/2maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.\" İlk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/10/2018 tarihli ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. İstinaf mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurulmuştur. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 16/3/2020 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...A) Sanıklar ... Cemal Azmi Kalyoncu ... hakkında kurulan hükümler yönünden;Yapılan bu açıklamalara göre; dosya kapsamına ve kabule göre sanıkların eylemlerinin, örgüt hiyerarşisine dahil olduğunu gösterir şekilde örgütsel faaliyetlerde çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluk içermemesi nedeniyle;1-FETÖ/PDY yapılanmasının suç tarihinden sonra gerçekleştirdiği eylemler ve ülkemizde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında yapılan adli soruşturmalarda örgüt ve mensupları ile ilgili çok sayıda delil elde edilmiş olması, By-Lock gibi özel haberleşme ağının kullanıldığının ortaya çıkması, bazı sanıklar hakkında itirafçı sanık beyanları ile tanık ifadelerinin bulunması ve bu delillere ilişkin UYAP örgütlü suçlar soruşturma bilgi bankası oluşturulmuş olması karşısında; ilgili yerlerden araştırma yapılarak, temin edilecek delillerin duruşmada tartışılması suretiyle, tüm dosya kapsamının bir bütün halinde değerlendirilerek, sanıkların eylemlerinin örgüt üyeliği suçunu oluşturmaması halinde, örgüte yardım vasfında olup olmadığı tartışılarak, hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırmayla,2-Sanıklardan Cemal Azmi Kalyoncu’nun FETÖ/PDY ile iltisaklı olan vakıfla olan ilişkisinin ve söz konusu vakıftaki görevinin ne olduğu belirlenmeksizin, yetersiz gerekçe ve eksik araştırma ile gerekçe ve deliller arasındaki ilişki ortaya konulmaksızın, yazılı şekilde kararlar verilmesi,...\" Yargıtay bozma kararı sonrasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2020/117 sayılı dosyası üzerinden 15/6/2020 tarihli tensip incelemesiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sanıklar ... Cemal Azmi Kalyoncu ... tutuklulukta geçirdikleri süre, Yargıtay bozma ilamı içeriği, bu içerikte yer alan delil araştırmasının alabileceği muhtemel zaman aralığı, atılı suça ilişkin yasada ön görülen infaz süreleri ile bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yeterli olacağı kanaatiyle sanıkların başka suçtan tutuklu veya hükümlü olmamaları halinde CMK'nın 109/3-a maddesi gereğince yurt dışı çıkışlarının yasaklanmasına ve aynı maddenin b bendi gereğince her ayın ilk Pazartesi günü 00 - 00 saatleri arasında ikametlerine en yakın kolluk birimine giderek imza atma şeklinde adli kontrol altına alınmak suretiyle tahliyelerine,\" Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Hanım Büşra Erdal, B. No: 2017/35344, 9/6/2020, §§ 37- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5316", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyetleri ve sosyal medya paylaşımları kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucunun göndermek istediği mektuba idarece sakıncalı bulunarak el konulmasının haberleşme hürriyetini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan tutuklu olarak Karabük T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, farklı bir ceza infaz kurumunda kalan arkadaşına gönderilmek üzere bir mektup yazmıştır. Farklı kişilere hitaben yazılan toplam dokuz sayfadan oluşan mektupta genel olarak güncel konulardan bahsedildiği, farklı ceza infaz kurumunda kalan kişilerin durumlarına ilişkin bilgi paylaşıldığı, bazı bölümlerinde ise savaş ve direniş olarak nitelendirilen örgüt eylem ve politikalarına ilişkin görüş beyan edildiği görülmüştür. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Kurul) 22/3/2018 tarihinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği mektubun sakıncalı görülen kısımlarının çizilerek gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine Karabük İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 11/4/2018 tarihli kararıyla Kurulun kararını kaldırmıştır. Kararın gerekçesinde; mektubun tamamının sakıncalı olduğu, bu nedenle gönderilmemesine karar verilmesi gerektiği vurgulanarak mektubun yeniden incelenerek değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Karabük Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 5/6/2018 tarihinde süre yönünden reddedilmiştir. Anılan karar üzerine Kurul 26/4/2018 tarihinde, mektubun tamamının sakıncalı olması nedeniyle 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği gönderilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı İnfaz Hâkimliği tarafından, anılan Kanun'a atıfla Kurul kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı ise Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5/6/2018 tarihinde anılan Kanun maddesinde kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgiler ile tehdit ve hakaret içeren mektupların gönderilemeyeceği hususunun düzenlendiği vurgulanarak reddedilmiştir. Nihai karar 22/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun'un \"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez...\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21543", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucunun göndermek istediği mektuba idarece sakıncalı bulunarak el konulmasının haberleşme hürriyetini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gelen mektubun sakıncalı olduğu gerekçesiyle muhafaza altına alınması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuru tarihinde Ödemiş T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 16/4/2019 tarihli kararı ile başvurucuya bir siyasi partinin Kadıköy İlçe Başkanlığınca gönderilen mektubun kurumda muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (3) numaralı bendinde belirtilen kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren mektubun hükümlüye verilmeyeceğine ilişkin düzenlemeye işaret edilerek İnfaz Kurumunda hâlihazırda devam eden bir açlık grevi olduğu, hükümlüye gönderilmek istenen mektubun grevi övücü ve teşvik edici unsurlar içermesi nedeniyle sakıncalı bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun 16/4/2019 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararına karşı 18/4/2019 tarihli dilekçesi ile Ödemiş İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde; kendisinin de zaten açlık grevinde olduğu, mektubunun açlık grevini övücü unsurlar içermesi gerekçesiyle muhafaza altına alınmasının haberleşme hürriyetini ihlal ettiği ileri sürülmüştür. İnfaz Hâkimliği 22/5/2019 tarihli kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, mektubun gönderildiği tarihte İnfaz Kurumunda devam eden bir açlık grevinin olduğu, bu nedenle mektubun gönderildiği tarih itibarıyla asayiş ve güvenlik açısından olumsuz bir duruma yol açmasının mümkün olduğu hususuna Tüzük'ün maddesinin (3) numaralı bendi kapsamında işaret edilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 29/5/2019 tarihinde Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 12/6/2019 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai hükmü 10/7/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 11/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24833", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gelen mektubun sakıncalı olduğu gerekçesiyle muhafaza altına alınması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kanunda kabahat olarak sayılmayan bir fiilden dolayı idari para cezası uygulanması nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/5/2020 günü saat 45 sıralarında kullanmakta olduğu araç ile seyir hâlinde iken İstanbul'un Çamlıca Gişeler mevkiinde kolluk görevlileri tarafından durdurulmuştur. Başvurucuya sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği gerekçesi ile Ataşehir Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğünün 10/5/2020 tarihli ve 434 numaralı İdari Yaptırım Karar Tutanağı ile 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun maddesi uyarınca 180 TL idari para cezası uygulanmıştır. İdari para cezasına dair tutanağın \"Kabahat Filli\" başlıklı kısmında \"1593 SAYILI UMUMİ HIFZISSIHHA KANUNU ( MADDE) Ayrıca Covid-19 salgını tedbirleri kapsamında yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genelgeleri sokağa çıkma yasağı ihlali\" şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Başvurucu, idari para cezası yaptırımına karşı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurmuştur. Başvurucu 14/5/2020 tarihli dilekçesinde özetle;i. Sokağa çıkma yasağı tedbirine dayanak olarak gösterilen 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) bendi ile 1593 sayılı Kanun'un ve maddelerinde açık bir düzenleme bulunmadığını, ii. İçişleri Bakanlığı genelgesi ile bu yasağın uygulanmasının mümkün olmadığını, çalıştığı özel şirketin iş ve işlemlerini gerçekleştirmek için dışarıda bulunduğunu, bu suretle sokağa çıkma yasağından muaf olduğunu ileri sürmüştür. Anılan dilekçede başvurucu, yürüttüğü faaliyetin ne olduğuna ve hangi istisna kapsamında bulunduğuna ilişkin bir açıklamaya yer vermemiştir. Ataşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü -Hâkimliğin talebi üzerine- İdari Yaptırım Karar Tutanağı'nı, başvurucunun kimlik kartını, Emniyet Müdürlüğü tarafından Vergi Dairesine yazılan karar tebliği konulu müzekkere suretlerini 27/8/2020 tarihli üst yazısı ekinde Hâkimliğe göndermiştir. Hâkimlik idari yaptırım kararına yapılan başvuruyu 7/10/2020 tarihli kararı ile reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:\"İdari yaptırım kararı ile ilgili düzenlenen tahkikat evrakı ve idari yaptırım kararı onaylı suretleri Hakimliğimizce celp edilmiş, evrak üzerinde yapılan incelemede; idarece düzenlenen tutanak ile eylemin sabit olduğu, 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanununa Muhalefet 282 maddesinin ihlali, sabit bulunan eylemin oluşturduğu kabahat nedeni ile hakkında idari yaptırım kararı düzenlenen idari yaptırımın yasa ve usule uygun olduğu anlaşılmakla itirazın reddine karar verilerek [...] hüküm kurulmuştur.\" Karar, başvurucu vekiline 19/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 19/10/2020 tarihli itiraz dilekçesi ile idari para cezası yaptırımına karşı başvuru dilekçesinde ileri sürdüğü gerekçeleri tekrar ederek müvekkiline uygulanan idari yaptırım kararının suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğunu beyan etmiş ve itirazın kabulü ile idari para cezasının iptalini talep etmiştir. Söz konusu itiraz, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin (itiraz mercii) 26/10/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Her ne kadar itiraz eden vekili İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliği'nin 07/10/2020 tarih ve 2020/3181 d.iş sayılı kararına itiraz etmiş ise de; verilen kararda usule ve yasaya aykırılık bulunmadığı, verilen kararda değiştirilecek bir husus bulunmadığı anlaşılmakla itirazın reddine karar vermek gerekmiş...[tir.]” Başvurucu, idari para cezasını 10/12/2020 tarihinde ödediğine ilişkin belgeyi bireysel başvuru dosyasına sunmuştur. A. Ulusal Hukuk 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun \"Kanunîlik ilkesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir. (2) Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir. ” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Her vilayet merkezinde bir umumi hıfzıssıhha meclisi toplanır. Bu meclis mahalli sıhhat ve içtimai muavenet müdürü, nafıa mühendisi, maarif, baytar müdürü, mevcutsa sahil sıhhiye merkezi tabibi, bir hükümet ve belediye tabibi ve hastane baştabibi ile garnizon ve kıt'a bulunan yerlerde en büyük askeri tabip ve serbest sanat icra eden bir tabip ve bir eczacıdan ve belediye reisinden mürekkeptir. Meclis valinin veya valiye bilvekale sıhhiye müdürünün riyaseti altında içtima eder. Valinin tensip edeceği bir zat kitabet vazifesini ifa ve zabıtları tanzim eder.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Umumi hıfzıssıhha meclisleri alelade ayda bir kere içtima ederler. Ahvali fevkalâdede veya bir sari ve salgın hastalık zuhurunda valinin daveti veya Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin talebi üzerine daha sık toplanırlar. ” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Umumi hıfzıssıhha meclislerinin mukarreratından mahalli vazifeler ve salahiyetler arasında bulunan işler vali veya kaymakam tarafından icra olunur ve istizana muhtaç olanlar kaymakamlıkça vilayetten ve vilayetçe Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinden sorulur.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:1 - Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz'ı.2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.3 - Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.4 - Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.5 - Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.6 - Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men'i.7 - Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi. ” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, ikiyüzelli Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.” 1593 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:  “Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları mahallî mülkî amir tarafından verilir.\" 3/11/2022 tarihli ve 7420 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:\"24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla 11/3/2020 tarihinden itibaren bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar verilen ve bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla ilgilisine tebliğ edilmemiş olan idari para cezaları tebliğ edilmez, tebliğ edilmiş olanların tahsilinden vazgeçilir. Bu maddenin yürürlük tarihinden önce işlenen söz konusu kabahatler için idari para cezası verilmez, tahsil edilmiş olan idari para cezaları iade edilmez.\" 22/4/2020 tarihli ve 31107 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in maddesi şöyledir: \"30/5/2007 tarihli ve 26537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliğinin “Bildirime Esas Bulaşıcı Hastalıklar Listesi” başlıklı EK-1’ine aşağıdaki madde eklenmiştir. “ Covid-19 (yeni coronavirüs hastalığı)”\" Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliği'nin \"Cezai Hükümler\" başlıklı 30/A maddesi şöyledir:\"Bu Yönetmelik hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 282 nci maddesi ile 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun Ek 11 inci maddesine göre işlem yapılır.\" Yargıtay Ceza Dairesinin 31/3/2022 tarihli ve E.2021/25303, K.2022/7013 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından, Covid 19 salgınının tüm dünyada yaygın bir şekilde insan sağlığını tehdit eder boyutlarda görülmesi üzerine pandemi ilan edildiği, Mart 2020 tarihinden itibaren de hemen hemen tüm Türkiye'de salgın hastalık olarak kabul ve ilan edildiği, hastalığın insanlar arasında solunum yoluyla ve kısa süreli temaslarda dahi bulaşımının hızlı olması nedeniyle, ülkemizde insanların bir arada bulunduğu kapalı veya açık ortamlarda, hastalığın azaltılması veya ortadan kaldırılması amacıyla pek çok değişik önlem ve tedbirlerin alındığı, söz konusu önlem ve tedbirlerin alınması, uygulanması, ihlal edilmesi gibi hususlarda uygulamada bir takım farklılıkların söz konusu olduğu, ortaya çıkan bu farklılıkların giderilmesi amacıyla bir kısım dosyalar yönünden kanun yararına bozma yoluna başvurulduğu, konuya ilişkin Yargıtay ilgili Ceza Dairesi tarafından verilen bir karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itiraz üzerine, Yargıtay ilgili Ceza Dairesince verilmiş olan itirazın kabulü yönünde bir kararın bulunduğu gözetildiğinde, ülke sathında uygulama birliğine ulaşmak, hâkim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıklar ile uygulamadaki esaslı yanlışlar ve esasa etkili usul yanılgılarının, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesinin sağlanması amacıyla konunun bir bütün olarak tüm yönleriyle değerlendirilmesi gerektiği düşünülerek yapılan incelemede;1-Covid 19 salgını nedeniyle önlem ve tedbirlerin alınması yönünden yapılan değerlendirme,1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun; ... Şeklinde yer alan düzenlemeler nazara alındığında, 1593 sayılı Kanunu'nun maddesi kapsamında, Valinin başkanlığında toplanan ve yasal bir heyet olan il umumi hıfzıssıhha meclislerinin, il genelinde genel sağlığı tehdit eden sakıncaların giderilmesi amacıyla gerek gerçek kişilerin gerekse de tüzel kişilerin salgınla mücadelede uyması gereken tedbirleri (maske takma zorunluluğu, sokağa çıkma yasağı, işletmelerin çalışma esasları .. vb.)almaya yetkili oldukları, 2-Covid 19 salgını nedeniyle alınan önlem ve tedbirlere aykırı davranılması halinde uygulanacak mevzuat hükmü yönünden yapılan değerlendirme,...1593 sayılı Kanunu'nun; \"Ceza hükümleri\" başlıklı maddesinde, \"(Değişik: 23/1/2008-5728/48 md.) Bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, ikiyüzelli Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.\",Şeklinde yasal düzenlemenin bulunduğu, 5326 sayılı Kanun'un; “Kanunilik ilkesi” başlıklı maddesinde, \"(1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir. (2) Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.\" şeklinde yer alan düzenleme uyarınca, hangi fiillerin kabahat oluşturacağının kanunla belirlenebileceği gibi, kanunun belirlediği genel çerçeve içerisinde idarenin düzenleyici işlemleri ile de belirlenebileceği,...1593 sayılı Yasanın, salgın hastalıklarla mücadele ve genel sağlığın korunması amacıyla çıkarılması nedeniyle, Covid 19 pandemisi kapsamında alınan tedbirlerde öncelikle uygulanması gereken özel norm niteliğinde olduğu, dolayısıyla salgını önlemeye yönelik olarak Umumi Hıfzıssıhha Meclisi tarafından anılan Yasanın maddesi uyarınca alınan geçici olarak sokağa çıkma kısıtlaması tedbirinin 1593 sayılı Yasanın maddesinin ikinci kısmında yer alan “zorunluluk” kavramı içerisinde değerlendirilmesi ve bu kararlara aykırı hareket edenlerin de zorunluklara uymadıkları gerekçesiyle bu madde kapsamında yaptırımlara tabi tutulmaları gerektiği sabit ise de, muteriz hakkında, anılan tedbire uymadığı gerekçesi ile somut olay bakımından uygulanma imkanı bulunmayan 5326 sayılı Yasanın maddesi uyarınca idari yaptırım kararı verildiği anlaşılmakla; ... Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yerinde görülmeyen kanun yararına bozma isteminin REDDİNE, 2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.\" (Benzer yöndeki Yargıtay kararları için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin 29/12/2021 tarihli ve E.2021/20700, K.2021/18944; 31/3/2022 tarihli ve 2021/25306, K.2022/7015 sayılı kararları.)B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinde yer alan suç oluşturmayan eylem ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini, Sözleşme'nin maddesinde yer alan suç ile itham edilme kavramına ilişkin ortaya koyduğu üç kıstas ile açıklamaktadır (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, §§ 82, 83). AİHM, Engel ve diğerleri/Hollanda kararında belirtilen ve bir suçun madde kapsamında cezai suç olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate alınacak üç kriterin -yakın tarihli Jussila/Finlandiya ([BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006, § 30) kararında da yeniden teyit edildiği üzere- madde yönünden de uygulanması gerektiğini söylemiştir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer bulan suç isnadı kavramının taraf devletlerin iç hukuklarındaki karşılıklarından bağımsız, otonom bir yapısı olduğunu vurgulamaktadır (Adolf/Avusturya, B. No: 8269/78, 26/3/1982, § 30). Yine AİHM'e göre tek başına itham kavramı da Sözleşme'nin anlamı dâhilinde anlaşılmalıdır. Bu kapsamda itham kavramı yetkili makamlarca bir kişiye suç işlediği iddiasının resmî olarak bildirilmesi şeklinde açıklanabilir. Böyle bir tanım aynı zamanda şüpheli kişilerin sonuçlarından büyük ölçüde etkilendikleri durumları da içerir (Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, §§ 42-46; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, § 73). AİHM, maddenin cezai boyutunu Engel kriterleri olan üç kritere dayandırmaktadır. İlk kriter suçun ulusal hukuktaki nitelendirilmesi, ikinci kriter suçun niteliği ve üçüncü kriter ise ilgili kişiye verilebilecek cezanın ağırlığıdır (Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz [BD], B. No: 55391/13, 6/11/2018, § 122). AİHM ayrıca cezanın niteliğini de değerlendirmiştir (Öztürk/Almanya [GK], B. No: 8544/79, 21/2/1984, § 50). AİHM'e göre birinci kriterin diğer kriterlere göre göreceli olarak ağırlığı olsa da değerlendirme için birinci kriter ancak bir başlangıç noktası oluşturur. Şöyle ki eğer taraf devletin iç hukuku bir eylemi suç olarak nitelendirmiş ise bu, maddenin kapsamının uygulanması bakımından belirleyicidir. Ancak eğer ulusal hukukta böyle bir nitelendirme yok ise AİHM yine de başvuru konusu edilen cezai sürecin ulusal sınıflandırmasının ötesine bakacak ve maddi gerçeği inceleyecektir (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin savaş durumunda ve olağanüstü hâllerde dahi askıya alınmadığını, bu ilkenin hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarından biri olduğunu ve Sözleşme koruma sisteminde önemli bir yer tuttuğunu belirtmiştir. Sözleşme'nin anılan maddesi, hedef ve maksadından anlaşılacağı üzere keyfî kovuşturma, mahkûmiyet ve cezaya karşı etkili önlemler sağlayacak şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır (Del Río Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 77). AİHM, Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye ([BD], B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999, § 36) kararında Sözleşme'de düzenlenen maddenin bir suçun ancak kanun tarafından tanımlanıp cezanın öngörülebileceği ilkesini ve ceza kanununun bir analoji ile kapsamlı şekilde sanığın aleyhine yorumlanmaması ilkesini içerdiğini hatırlatmaktadır. AİHM, bu ilkelerden suç ve ilgili yaptırımın kanunlarda açık şekilde tanımlanması gerektiği sonucuna varmaktadır. AİHM'e göre bireyin ilgili hükmün metninin kendisinin suçtan sorumlu olmasına neden olabilecek hareket ve ihmallerinin bilinir hâle getirilmesi ile bu şart karşılanmaktadır. AİHM ayrıca kıyas yaparak genişletici bir yorum yapmak suretiyle cezalandırma yoluna gitmenin suçta ve cezada kanunilik ilkesi ile bağdaşmayacağını vurgulamıştır. Zira AİHM, somut olayda yayın sahibine verilen cezanın sorumlu müdür için öngörülen cezanın kıyas yoluyla yorumlanmasına dayanması sebebiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, §§ 42, 43). AİHM, bir kişinin hakkında dava açılmasına ve hüküm giymesine neden olan fiilin gerçekleştirildiği zamanda \"bu fiilin suç olduğunu gösteren bir kanuni hükmün olduğunu ve uygulanan cezanın bu hükümle belirlenen sınırları aşmadığının doğrulanması gerektiğini\" vurgulamıştır (Coeme ve diğerleri/Belçika, B. No: 32492/96, 32547/96, 32548/96, 33209/96, 33210/96, 22/6/2000, §§ 146, 149-151). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin işlevi konusunda ceza hukukunun davalının aleyhine olacak biçimde geriye dönük olarak uygulanmasını önlemekle kalmayıp aynı zamanda daha genel olarak bir suçun sadece kanunla tanımlanıp cezasının belirlenebileceği prensibini de benimsediğini belirtmektedir. AİHM'e göre anılan maddenin koruması, ceza hukukunun -örneğin kıyas gibi yollarla- suçlanan tarafın aleyhine yorumlanmamasını da kapsar. AİHM, bir suçun kanunda açık bir biçimde tanımlanması şartının kişinin ilgili hükmün ifadesinden ve/veya gerekiyorsa mahkemelerin bu hükmü yorumlamaktaki içtihatları yardımıyla hangi eylem ve kusurların kendisine atfedilebileceğini, suçlu duruma düşebileceğini bilebilmesi sayesinde yerine getirileceğini belirtmektedir. Dolayısıyla AİHM, Sözleşme'nin maddesinde geçen kanun teriminin yazılı olan ve yazılı olmayan kurallar ile erişilebilirlik ve öngörülebilirlik de dâhil olmak üzere niteliksel şartları zımnen ifade ettiğini vurgulamaktadır (Tolstoy Miloslavsky/Birleşik Krallık, B. No: 18139/91, 19/7/1995, Seri A No: 316-B, § 37; Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya, B. No: 26261/05, 26377/06, 14/3/2013, § 77). Avrupa Birliği Ülkelerinde COVID-19 Salgını ile Mücadelenin Hukuki Çerçevesi Venedik Komisyonunun 8/10/2020 tarihli ve 995/2020 sayılı Avrupa Birliği üyesi devletlerde COVID-19 krizinin sonucu olarak alınan tedbirler ve demokrasi, hukuk devleti ile temel haklara etkileri hakkında ara raporunda üye devletlerin COVID-19 ile mücadele kapsamında uyguladıkları tedbirlerin hukuki çerçevelerine ilişkin açıklamalar yer almaktadır. Buna göre Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Estonya, Macaristan, Lüksemburg, Portekiz, Romanya ve İspanya'nın da aralarında olduğu dokuz ülke anayasalarının ilgili hükümlerine istinaden olağanüstü hâl ilan etmiştir. Bu gruptaki ülkelerden farklı olarak beş ülke (Fransa, Almanya, İtalya, Letonya ve Slovakya) ise dayanağını anayasa yerine kanunlardan alan olağanüstü hâl ilan etmiştir. Bu kategorideki ülkelerin bazıları (Fransa, Almanya ve Slovakya) anayasalarında olağanüstü hâle ilişkin düzenlemeler mevcut olmasına rağmen olağanüstü hâli, kanunlardaki düzenlemelere istinaden uygulamayı tercih etmiştir. Bu ülkelerden Fransa'da, kamu otoritelerinin yetki ve salahiyetlerini düzenleyen ve belli konularda yönetmelik düzenleme yetkisi vererek yürütmeyi güçlendiren bir kanun ile sağlık olağanüstü hâli (l’état d’urgence sanitaire) uygulamaya konulmuştur. Fransa dışındaki ülkeler ise COVID-19 ile mücadelede olağan yasama faaliyetleri veya anayasal hükümler çerçevesinde getirilen tedbirleri uygulayarak melez bir çözüm tercih etmiştir. Raporda Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Güney Kıbrıs, Danimarka, Yunanistan, İrlanda, Litvanya, Malta, Hollanda, Polonya, Slovenya, İsveç ve Birleşik Krallık şeklinde sıralanan 14 ülkenin COVID-19 salgını sırasında hukuki olarak olağanüstü hâl ilan etmediği ifade edilmiştir. Bu kategorideki birçok ülke salgın ile mücadelede olağan mevzuatlarına (çoğunlukla kamu sağlığı kanunlarına) başvurmuştur. Tüm bu ülkeler ayrıca salgın ile başa çıkabilmek için anayasal çerçeveleri ülkeden ülkeye farklılık gösteren özel tedbirler de almıştır. Raporda Güney Kıbrıs, Yunanistan, İrlanda, Litvanya, Hollanda ve Polonya gibi bazı ülkelerin anayasalarında olağanüstü hâl hükümleri bulunmasına rağmen bu ülkelerin hiçbirinin bu hükümlere başvurmadığı belirtilmiştir. Rapora göre Avusturya ve Malta gibi bazı ülkeler salgınla mücadele etmek veya acil tedbirlere hukuki dayanak sağlamak amacıyla mevcut mevzuatlarını tadil eden yeni kanunlar kabul etmiştir. Ayrıca salgın ile mücadelede kanunlardan ziyade tavsiyeleri dayanak alan tek ülke olan İsveç'in süreç içinde bazı mevcut kanunlarını COVID-19 salgınına uygulanabilecek şekilde değiştirme yoluna gittiği ifade edilmiştir. Avrupa Parlamentosunun 13/11/2020 tarihli ve 2020/2790 (RSP) sayılı ilke kararında COVID-19 salgınının demokrasiler, hukuk devleti ve temel haklara ilişkin ulusal güvencelerin dayanıklılığı açısından bir stres testi mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir. İlke kararında; demokrasinin mihenk taşlarından olan seyahat, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin üye devletlerin çoğunda gerekli sosyal mesafe kuralları ve kamu sağlığı önlemleri kapsamında kısıtlandığı belirtilmiştir. Avrupa Parlamentosu; üye devletlere demokratik kurumlar, hukuk devleti ve temel hakların işleyişi ve kullanımını kısıtlayan tedbirlerin alınması, değerlendirilmesi ve denetlenmesinde Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Venedik Komisyonu gibi uluslararası organların tavsiyelerine uyma çağrısında bulunmuştur. Bu kapsamda ilke kararı ile üye ülkelere -diğerlerinin yanı sıra- COVID-19 ile mücadele tedbirlerini şeffaf bir biçimde almayı ve kamu sağlığına ilişkin olarak vatandaşlarına kapsamlı, güncel, açık ve tarafsız bilgi aktarımı sağlamayı tavsiye etmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34781", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanunda kabahat olarak sayılmayan bir fiilden dolayı idari para cezası uygulanması nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1305", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın uzun süre kamulaştırma amacına uygun kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul'un Tuzla ilçesine bağlı Orhanlı beldesi Değirmentepe mevkiinde bulunan 500 m² yüz ölçümlü 2 ada 871 No.lu parselin 717 m²lik kısmı başvuruculardan Hatice Korkmaz adına, 754 m²lik kısmı ise diğer başvurucuların murisi Münir Korkmaz adlarına kayıtlıdır. 754 m²lik son kısım, murisin ölümüyle başvuruculara intikal etmiştir. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), Hatice Konmaz ve başvurucuların murisi Münir Korkmaz'ın da aralarında bulunduğu pek çok malik aleyhine ilgili parsel için 5/7/2005 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 5/7/2006 tarihli kararıyla taşınmazın kamulaştırma bedelinin 405,10 TL olduğunun tespitine ve taşınmazın davacı TOKİ adına tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 8/6/2010 tarihinde taşınmazın arazi değil arsa olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak 25/5/2011 tarihli kararla taşınmaz arsa olarak değerlendirilmiş ve usulüne uygun olarak seçilen bilirkişiler marifetiyle yeniden yapılan keşifle davalıların hisselerinin bedeli yeniden belirlenerek 475 TL'lik fark bedellerinin davalılara ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar, Dairece 16/4/2012 tarihinde yeniden bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmaza bozma sonrası biçilen değerin gerekçeli kararın hüküm fıkrasında belirtilmediği, bazı davalılar adına hüküm kurulmadığı ve Mahkemece verilen ilk kararı temyiz etmeyen bazı davalılar için bozma öncesi hükmedilen düşük değerli raporun idare lehine kazanılmış hak oluşturup bu raporla tespit edilen bedelden fazlasına hükmedilemeyeceği gözetilmeden söz konusu davalılar yönünden de fark kamulaştırma bedeline hükmedildiği ifade edilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak 11/7/2017 tarihli kararıyla usulüne uygun olarak seçilen bilirkişi marifetiyle yeniden yapılan hesapla davaya konu parselin tespit edilen toplam kamulaştırma bedelinin 790 TL olarak tespitine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca davacı idare tarafından bloke edilen toplam kamulaştırma bedelinin 070 TL olarak tespitine, bankaya fazla bloke edilen 280 TL bedelin davacı idareye iadesine karar vermiştir. Mahkeme diğer yandan ilk kararda belirlenen tüm bedellere dava tarihi dikkate alınarak 23/1/2006 tarihinde, ilk karar tarihi olan 5/7/2006 tarihine kadar işleyecek yasal faizin davacıdan alınarak bu davalılara verilmesine, 25/5/2011 tarihli kararda belirtilen tüm fark bedellere davanın açılış tarihi dikkate alınarak 23/1/2006 tarihinde bu karar tarihi olan 25/5/2011 tarihine kadar işleyecek yasal faizin davacıdan alınarak bu davalılara verilmesine, 30/4/2013 tarihli kararda belirtilen tüm fark bedellere de davanın açılış tarihi dikkate alınarak 23/1/2006 tarihinde bu karar tarihi olan 30/4/2013 tarihine kadar işleyecek yasal faizin davacıdan alınarak bu davalılara verilmesine hükmetmiştir. Temyiz edilen karar, Dairece 25/2/2019 tarihinde bozma gereklerinin tam olarak yerine getirilmediği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazın yüz ölçümü üzerinden ilk kararı temyiz eden ve etmeyen davalıların payları, kazanılmış haklar da gözetilerek belirlendikten sonra tespit edilen kamulaştırma bedelinin hüküm fıkrasına açıkça yazılması ve bu bedelin davalılara payları oranında ödenmesine karar verilmesi gerektiğinin düşünülmediği belirtilmiştir. Karar gerekçesinde ayrıca davacı idare tarafından kamulaştırma bedeli olarak bloke edilen bedel toplamı tespit edilip bozma öncesi ve sonrası davalılara ödenmesi gereken toplam bedel dışında fazla bloke varsa bu bedelin davacı idareye iadesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmediği hususuna dikkat çekilmiştir. Karar gerekçesinde son olarak kamulaştırma bedeline ilk kararla ödenen bedele dava tarihinden 4 ay sonrası için kazanılmış haklar da nazara alınarak ilk karar tarihine kadar, bozmadan sonra artan bedel için ise son karar tarihine geçen süreler için yasal faiz yürütülmesi gerektiği hususu hatırlatılmıştır. Başvurucular aleyhine açılan dava Mahkeme önünde derdest olup yargılama süreci tamamlanmamıştır. Başvurucular 25/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12963", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın uzun süre kamulaştırma amacına uygun kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 25/4/2008 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkilerinden kaynaklanan tazminat davasında İlk Derece Mahkemesinin 6/7/2010 tarihli hükmü ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/2/2013 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma sonrası yeniden yapılan değerlendirme neticesinde 21/10/2014 tarihli karar ile dava kısmen kabul edilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/2/2015 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18403", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 19/2/2016 tarihli ve 2015/11311 Soruşturma sayılı yazısının incelenmesi neticesinde 13/8/2015 tarihinde Savcılığa yapılan ihbar sonrasında ismi belirtilmeyen şüphelilerin ikametinde arama yapıldığı, arama neticesinde çok sayıda senet, belge, doküman ve dijital materyallerin ele geçirildiği anlaşılmıştır. Ayrıca ele geçirilen 241 senedin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) birçok yurdunda barınmış öğrencilere ait olduğunun anlaşılması üzerine öğrencilerin ifadesi alınmıştır. Anılan FETÖ/PDY soruşturması kapsamında başvurucu şirketin de aralarında olduğu bazı şirketlerin yönetici ve ortaklarının FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettikleri gerekçesiyle bu şirketlerin kişilere devredilmesi ve satılmasının önlenmesi amacıyla şirketlerin mal varlığına 19/2/2016 tarihinde Savcılıkça el konulmuştur. Kararın gerekçesinde 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gecikmesinde sakınca bulunduğu belirtilerek şirketin kayıtlarına şerh düşülmesi ve menkul gayrimenkul malvarlıklarına el konulmasına karar verildiği açıklanmıştır. 19/2/2016 tarihinde Erzurum Sulh Ceza Hakimliğinden (Hâkimlik) Savcılığın elkoyma kararının onaylanması talep edilmiştir. Hâkimlikçe aynı gün elkoymanın onaylanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 5549 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak, şirketlerin FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun 29/2/2016 tarihinde elkoyma kararına yaptığı itiraz Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/3/2016 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinde usul ve yasaya aykırı bir durum görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Anılan soruşturma kapsamında Savcılıkça 11/5/2016 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucu Şirkete kayyum atanması talebinde bulunulmuştur. Hâkimlikçe 16/5/2016 tarihinde FETÖ/PDY kapsamındaki faaliyetleri nedeniyle başvurucu Şirkete yönetim organının tüm yetkilerini kullanmak üzere kayyum atanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"...1-Ufuk Nil Özel Eğ.Ve Yurt İşletmeciliği İnşaat Taah. Gıda Tur. Paz.Tic.San. A.Ş.2-Aziziye İnş. Taah.Özel Eğ. Tr. Tek.Gd. Bas.Yay. Dağ.Paz. Tic. ve Sanayi A.Ş.3-Halib Özel Eğitim Yurt İşletmeciliği Ticaret Pazarlama Sanayi A.Ş.4-Akif Eğitim Yayın Ve Ticaret Ltd. Şti yöneticisi ve ortaklarının örgüt mensupları arasında olduğu ve bu örgüt amaları doğrultusunda faaliyette bulundukları değerlendirilmiş, şirketlerin bir kısım tanık beyanları, belgelere göre birbirleri ile irtibatlı olduğu, KUDAKA ve SODES üzerinden hileli yollarla veya şartları oluşmadığı halde devlet hibesi aldıkları, bu şekilde kamunun zarara uğratıldığı, özellikle SODES projesinde maddi yoksulluk, okul eksik, eğitim kalitesizliği veya bilinçsizlik sebebiyle okula gönderilmek yerine erken yaşta evlendirilmeye çalışılan bireylere yönelik oluşturulan 'kızlarımıza yarınlar verelim' projesinde ücretsiz hizmet alması gereken öğrencilerin bu imkandan yararlandırılmadığı, aksine halen üniversitede okuyan öğrencilerden yine yurt ücreti bedeli karşılığı senetler alındığı, yurtta barındırıldığı, hem devletten teşvik alınıp hem de öğrencilerden barınma ücreti alındığı, bir kısım pansiyon ve yurtların Milli Eğitim Müdürlüğü ve Belediyelerden gelen müzekkere cevaplarına göre kayıtlarının bulunmadığı, şirket yetkili veya yurt kurucularının öğrenciler tarafından abi - abla olarak bilindikleri ve hitap edildiği, yurt hiyerarşik düzeni içerisinde kat, oda ve yurt abi-ablası şeklinde yapılanma olduğu, FETÖ/PDY örgüt faaliyetleri kapsamında yurt yönetiminde bu hiyerarşi içerisinde faaliyette bulunulup özellikle barınan bir kısım tanık olarak ifadesi alınan öğrencilerin beyanlarına göre örgüt lideri Fetulah Gülen'e ait kitapların okutulup CD'lerin izlettirildiği, bu amaçla yurtlarda sık sık toplantılar yapıldığı, bu faaliyetlerin amacının örgüte eleman temin edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Yurtta ücret mukabili kalan bir kısım öğrenci ve veli beyanlarına göre örgüte finans sağlamaya yönelik düzenlenen senetlerin tahsilinde taviz verilmediği, yurtlara verilen yardımların öğrencilere de ulaşıldırılmadığı, yine örgüt amacı doğrultusunda yayın yapan Zaman Gazetesi ve Sızıntı Dergisine aboneliklerin ikna süreciyle yönlendirme ve zorlamalarda bulunulduğu, öğrenciler tarafından kurban derisi toplanmasına yönelik yönlendirme ve zorlamaların yapıldığı, örgütün finans kaynaklarından olan esnaf toplantılarının yurtlarda düzenlendiği, yurt faaliyetlerinin örgüt liderinin yönlendirmesi ile gerçekleştirildiği, bahsi geçen şirketlerin yetkili ve ortağı oldukları, yurt yönetiminde bulunanlarında FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduklarından bahisle başlatılan soruşturmada CMK'nın 133/4-a8 maddesinde yer alan suçun bu şirket faaliyetleri çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını gösteren ele geçen senetler, tanık beyanları, belgelerin var olduğu maddi gerçeğin ortaya çıkartılabilmesi için gerekli görülmekle hakimliğimizce söz konusu şirketlere kayyım atanması yönünde kanaat oluşmuştur. Kayyım görevi yönünden dosya kapsamına göre yapılan değerlendirmede FETÖ/PDY terör örgütü faaliyetlerine katılan anılan şirketlere yönetim yetkilerinin tümünün delillerin toplanması ve maddi gerçeğin ortaya çıkartılması yönünde zaruri olduğu, bu nedenle hakimliğimizce anılan şirketlere yönetim organının yetkilerinin tümüyle kayyım tayini zorunlu görülmüştür...\" Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Müteaddit defalar uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ekinde yer alan listelerdeki özel sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıf ve dernekler ile bunların iktisadi işletmeleri, vakıf yükseköğretim kurumları, sendika, federasyon ve konfederasyonlar kapatılmıştır. Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin olarak 667 sayılı KHK ekinde yer alan ve başvurucu Şirketin sahibi olduğu özel okulların kapatıldığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda 12/11/2016 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi'nde 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince başvurucu Şirketin 17/8/2016 tarihinde resen terkin edildiği görülmüştür. 670 sayılı KHK'nın \"Devir işlemlerine ilişkin tedbirler\" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:\"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.\" Bireysel başvuru anında tüzel kişiliği haiz olan ancak bireysel başvurunun incelenmesi aşamasında tüzel kişiliğini yitiren ticaret şirketler hakkında yapılan değerlendirmelerde kullanılan ulusal hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 12/6/2018, §§ 8- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6772", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamu görevlisinin Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi üzerinden çalışma arkadaşları hakkında şikâyet başvurularında bulunması nedeniyle görev yerinin değiştirilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Özer İdris Kum13/1/2024 tarihinde vefat ettiğinden başvurucunun mirasçıları, avukatları aracılığıyla 21/3/2024 tarihinde verdikleri dilekçeyle başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmişlerdir. Bu nedenlebaşvurucu sıfatı, Özer İdris Kum'un ölümünden sonra başvuruyu devam ettiren kişilere aittir ancak karar yazımına ilişkin kolaylık adına işbu kararda geçen başvurucu ifadesi yalnızca Özer İdris Kum için kullanılacaktır. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Bolu'nun Göynük ilçesinde bir lisede müdür olarak görev yapmaktadır. Somut olayda başvurucu, müdürlük yaptığı okulda yaşanan olaylar hakkında Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) üzerinden muhtelif tarihlerde dört ayrı başvuru yapmıştır. Başvurucu, söz konusu başvurularda özetle;- 23/11/2018 tarihli başvuruda Edebiyat Öğretmeni H.B.Ö.nün okulda hiç kimse ile iletişim kuramadığı hâlde okul müdürü olarak kendisini müdür yardımcıları ve çevre ile iletişim kuramamakla suçlayarak ceza almasına neden olduğunu,- 14/12/2018 tarihli başvuruda H.B.Ö.nün pansiyon nöbetlerini düzenli tutmadığını, açmış olduğu, kursu kafasına göre kapattığını, Öğretmen A.H.Ö.nün pansiyon öğrencilerini ev sohbetlerine götürdüğünü,- 25/11/2018 tarihli başvuruda Öğretmenler E.Y., H.K., ve H.B.Ö.nün planlışekilde iftira atmalarından ve suçlamalarından dolayı müdürlük görevinden alındığını,- 24/1/2019 tarihli başvuruda bir grup insanın kendisini sürekli şikâyet ve tehdit ettiğini, görev yapmasını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptığını, çirkin iftiralar atmaya devam ettiğini belirtmiştir. İdare 10/1/2019 tarihli yazısında başvurucunun 14/12/2018 tarihli CİMER başvurusunda dile getirdiği iddialar hakkında disiplin amiri olarak işlem yapma yetkisi olduğunu, anılan yetkiye rağmen başvurucunun neden bu konuda CİMER'e başvuru yaptığının anlaşılamadığını ifade etmiş; bunun yanında başvurucunun iddialarını somut delillere dayandırmasının zaman ve emek israfını önleyeceğini vurgulamıştır. Son olarak başvurucunun şikâyetlerine dair iş ve işlemlerle ilgili bilgi ve belgeyi ivedilikle İl Millî Eğitim Müdürlüğüne ulaştırmasını istemiştir. Başvurucu, anılan yazı kapsamında İl Millî Eğitim Müdürlüğüne herhangi bir evrak sunmamıştır. Bunun yanında muhtelif tarihlerde CİMER'e üç yeni başvuru daha yapmıştır. Başvurucu 13/3/2019 tarihli başvurusunda, Öğretmen H.B.Ö.nün \"453 Fidan Dikim Projesi\" ve \"kariyer günleri\" hakkında olumsuz söylemlerde bulunarak çalışma barışını bozduğundan, Müdür Yardımcısı A.S.nin gıyabında \"Çakal.\" dediğinden ve öğrencilere kaynak kitap aldırdığından yakınmıştır. Öte yandan başvurucu, konuya taraf olmasının soruşturma yapmasına engel olduğunu, bir daha mağdur olmak istemediğini, 19/3/2019 tarihli başvurularında ise birkaç öğretmen ile bir memurun soyut nitelikteki olumsuz ifadelerine dayanan bir soruşturma geçirmesi nedeniyle Gerede'ye sürüldüğünü, süreçte Şube Müdürü Ş.nin tehditlerine maruz kaldığını, naklen atama hakkında aldığı yürütmenin durdurulması kararının idarece geç uygulandığını, sorumlulardan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Son olarak kullandığı \"Çakal.\" ifadesiyle ilgili olarak Öğretmen Ş.A.dan şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Nihayetinde idare bahse konu iddiaları gözeterek disiplin soruşturması başlatmıştır. Başvurucu; konuya ilişkin ifadesinde geçmişte geçirdiği soruşturma üzerine görev yerinin değiştirilmesini ve disiplin cezası ile cezalandırılmasını merkeze alarak hakkında olumsuz ifade veren öğretmenlerden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, H.B.Ö. hakkındaki iddialarını İlçe Müdürü B.Y.ye bildirdiğini ancak sonuç alamadığından konuyu CİMER'e yazdığını belirtmiştir. İdarenin 10/1/2019 tarihli yazısında belirttiği hususlarla ilgili olarak ise konuya taraf olduğundan ve etik bulmadığından işlem yapmadığını, takip eden CİMER başvurularında zaten konuya ilişkin açıklamalar yaptığını, bu başvurularda İl Millî Eğitim Müdürlüğünün verdiği cevap ve yazılara inanmadığını ve bunları kabul etmeyeceğini belirttiğini ifade etmiştir. Başvurucu geçmişte A.K. tarafından basında hedef gösterildiğini ancak bu konuda idari soruşturma açılmadığını belirterek buna dahîl olan kişilerden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Bunun yanında ilçe belediye başkanı ve parti il başkanının da olduğu çok sayıda kişinin ismini vererek bu kişilerin kendisine baskı yaptığını ve hedef gösterdiklerini ileri sürmüştür. Başvurucu ifadesinin kalan kısımlarında ise daha önce CİMER başvurularında dile getirdiği iddialarını yinelemiştir. Somut olay kapsamında ifadelerine başvurulan diğer kişiler ise olaylar nedeniyle okulda huzurlu bir çalışma ortamı olmadığını, başvurucu ile yönetici kadrolarında görev yapan diğer kişiler arasında birtakım problemler ve iletişim eksikliği olduğunu ifade etmiştir. Bunun yanında tanıkların büyük bir kısmının başvurucunun iddialarına ilk elden vakıf olmadığı, başvurucu tarafından haberdar edildiği anlaşılmaktadır. Soruşturma neticesinde başvurucunun üst kurum tarafından verilen görevi yerine getirmediği, CİMER ve Savcılık başvurularıyla öğretmen, yöneticiler ve vatandaşlar nezdinde huzursuzluk yarattığı değerlendirilmiştir. İdare, bu çerçevede başvurucunun okulun yönetiminde ve temsilinde lider olamayacağı, yetkilerini iş birliği içinde, güven ve saygıya dayanarak kullanamayacağı gerekçeleriyle okulda çalışma huzuru ve iç barışın bozulmasına sebebiyet veren başvurucuyu müdürlük görevinden alarak 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (C) bendi uyarınca ilçe millî eğitim müdürlüğü emrinde görevlendirmiştir. Öte yandan başvurucunun şikâyetçi olduğu Müdür Yardımcısı A.S. ve Öğretmen H.B.Ö.nün de bu çerçevede görev yerleri değiştirilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen işlemin iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi, başvurucunun daha önce hakkında yürütülen disiplin soruşturmasının etkisinden kurtulamadığını, okul müdür yardımcısı ve bazı öğretmenlerle sorunlar yaşadığını, bu sorunlar nedeniyle okulun çalışma barışının bozulmasına neden olduğu gibi görev yaptığı okulun yönetimi ve temsilinden sorumlu olması nedeniyle yapması gereken iş ve işlemleri yapmayarak sanki okul idaresi dışındaki bir üçüncü kişi gibi hareket ettiğini (CİMER yoluyla şikâyet gibi) belirterek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuyla davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 18/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2166", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu görevlisinin Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi üzerinden çalışma arkadaşları hakkında şikâyet başvurularında bulunması nedeniyle görev yerinin değiştirilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 20/6/2007 tarihinde açtığı işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davada Mahkemece, gecikme tazminatı üzerinden keyfi olarak çok yüksek oranda indirime gidildiğini ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 21/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, istihbarat şefi olarak çalıştığı Star Medya Yayıncılık A.Ş. tarafından iş akdinin feshedilmesi üzerine, 20/6/2007 tarihinde işveren aleyhine işçi alacaklarının tahsili istemiyle açtığı davada, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 000,00 TL fazla çalışma alacağı, 000,00 TL hafta tatili alacağı, 500,00 TL ücret alacağı olmak üzere toplam 500,00 TL alacağın, 13/6/1952 tarih ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun'un maddesi gereği, günlük % 5 fazlasıyla birlikte hesaplanarak davalıdan tahsilini talep etmiştir. Adana İş Mahkemesi, 28/9/2009 tarih ve E.2007/1140, K.2009/601 sayılı kararıyla; toplanan deliller, dinlenilen tanık beyanları ve 30/3/2009 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda, davacının ıslah dilekçesini de dikkate alarak, davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunda belirlenen ücret alacakları üzerinden % 30 hakkaniyet indirimi, gecikme tazminatı üzerinden ise davanın, iş akdinin feshinden hemen sonra açıldığı hususu ve yerleşik Yargıtay içtihatlarını dikkate alarak %96 takdiri indirim uygulamıştır. Tarafların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 31/5/2012 tarih ve E.2012/15955, K.2012/19154 sayılı ilâmıyla, fazla çalışma sürelerinin yanlış hesaplandığı ve ıslah tarihinden geriye doğru 5 yıllık dönem dışında kalan %5 fazlalıktan doğan alacakların zamanaşımına uğradığı gözetilmeden hüküm kurulduğu gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak, 3/4/2013 tarih ve E.2012/426, K.2013/160 sayılı kararıyla, bozma ilamında gösterilen hususlar doğrultusunda alınan 19/3/2013 tarihli ek bilirkişi raporunu dikkate alarak davanın kısmen kabulüne, hesaplanan 993,23 TL fazla mesai ve genel tatil ücreti alacağından %30 hakkaniyet indirimi yaparak 195,26 TL’nin, 159,34 TL hafta tatili ücreti alacağından %30 hakkaniyet indirimi yaparak 411,54 TL’nin, 505,32 TL gecikme tazminatından %96 takdiri indirim yaparak 460,21 TL’nin davalıdan alınıp davacıya verilmesine hükmetmiştir. Tarafların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 17/9/2013 tarih ve E.2013/18889, K.2013/14858 sayılı ilâmıyla, onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu onama kararından, 13/11/2013 tarihli kesinleşme şerhi ile birlikte haberdar olduğunu bildirmiştir. Başvurucu, 21/11/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). 5953 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Gazetecilere ücretlerini vaktinde ödemeyen işverenler, bu ücretleri, geçecek her gün için yüzde beş fazlasiyle ödemeye mecburdurlar.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Mutazarrır olan taraf zarara razı olduğu yahut kendisinin fiili zararın ihdasına veya zararın tezayüdüne yardım ettiği ve zararı yapan şahsın hal ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakim, zarar ve ziyan miktarını tenkis yahut zarar ve ziyan hükmünden sarfınazar edebilir.Eğer zarar kasden veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8469", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 20/6/2007 tarihinde açtığı işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davada Mahkemece, gecikme tazminatı üzerinden keyfi olarak çok yüksek oranda indirime gidildiğini ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işçilik alacaklarının tahsil edilmesi talebiyle açılan davada delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, (Antalya) Elmalı Belediye Başkanlığı bünyesinde 23/3/1988 ile 14/11/2008 tarihleri arasında işçi olarak çalışmıştır. Başvurucu bazı işçilik alacaklarının tahsil edilmesi talebiyle adı geçen Belediye aleyhine 28/1/2009 tarihinde alacak davası açmıştır. Elmalı Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) 13/10/2017 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vererek 000 TL tutarında yıllık izin ücreti alacağının başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 25/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 7/9/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29270", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işçilik alacaklarının tahsil edilmesi talebiyle açılan davada delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Manisa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 12/10/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 9/11/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 9/11/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan (İnfaz Kurumu) SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme istinabe yoluyla beyanları alınması için müzekkere yazılan tanıkların beyanlarının alınmasının beklenilmesine ve bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 20/12/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkeme gönderdiği 4/12/2018 tarihli dilekçe ile tanıklara Mahkeme huzurunda soru sorarak onlarla yüzleşmek istediğini beyan etmiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 20/12/2018 tarihli ikinci celsede Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun 4/12/2018 tarihli dilekçesindeki talebi hakkında bir karar verilmemiş, tanıkların istinabe yoluyla alınan ifadelerine dair duruşma tutanakları okunduktan sonra başvurucu bu beyanlara karşı savunma yapmıştır. Bu celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Celse sonunda başvurucuya savunmasını hazırlamak için süre verilmesine, başvurucunun bir sonraki celsede SEGBİS ile hazır edilmesine ve duruşmanın 28/12/2018 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Hükmün açıklandığı ve müdafiinin de hazır bulunduğu yargılamanın 28/12/2018 tarihli son celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu, bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunmaksızın esas hakkında mütalaaya karşı savunmasını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda Mahkemenin gerekçeli kararında herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Başvurucu, istinaf dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- karar celsesine bizzat katılamamış olması nedeniyle etkili savunma yapamadığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 22/3/2019 tarihinde, başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmasının hukuka uygun olduğunu değerlendirmiş ve istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Her ne kadar CMK.nın 196/ maddesi gereğince zorunluluk sebebinin ne olduğu belirtilmeksizin suç tarihinde Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan sanığın yargılamanın yapıldığı Manisa Ağır Ceza Mahkemesi huzuruna bizzat getirilmeksizin, sesli ve görüntülü iletişim sistemi (SEGBİS) vasıtası ile bulunduğu kurumdan mahkeme ile bağlantı sağlanmak sureti ile sanığın savunmasının alındığıve son sözlerinin alındığı celselere katılımın sağlanarak yargılamanın bitirildiği görülmüş ise de, sanığın mensubu olduğu gerekçesi ile yargılandığı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrasında, çok sayıda örgüt mensubunun tutuklanarak, yargılaması tutuklu olarak sürdürülen örgüt mensubu sayısının son derece fazla olması, bu suç kapsamında tutukluların kurum kapasitesi ve kurum güvenliği gibi zorunlu sebeplerle ülkenin farklı yerlerdeki Ceza İnfaz Kurumlarına dağıtılmış olması, aynı suç kapsamında ülke genelinde yargılandıkları mahkemelerin bulunduğu ilin mülki sınırları dışındaki Ceza İnfaz Kurumlarında bulunan tutuklu sayısının son derece fazla olması nedeni ile, gerek sayıları binlerle ifade edilen bu tutukluların aynı anda farklı illerdeki mahkemelerin huzuruna götürülmesindeki fiili zorluk, gerekse bu durumun ortaya çıkaracağı güvenlik zafiyetidikkate alındığında, yargılamanın yapıldığı mahkemeden farklı il sınırlarındaki Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan sanıkların duruşmalarda SEGBİS sistemi ile hazır edilmesinde yasanın belirttiği şekilde zorunluluk şartları bulunduğu değerlendirilmekle, bu hususta mahkemenin uygulamasında yasa ihlali görülmemiştir.\" Başvurucu -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda bizzat hazır bulundurulmaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek Daire kararını temyiz etmiştir. Yargıtay, 11/2/2020 tarihinde Daire kararını onamıştır. Başvurucu, 11/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19153", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, davanın çözümünde etkili olacak tanıkların mahkemece dinlenmemesi ve suçun nitelendirilmesinde hataya düşülmesi nedeniyle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/1/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/5/2011 tarihinde Almanya'dan Türkiye'ye hava yoluyla gelmiştir. Havaalanında unuttuğu çantada telsiz ve dürbünlere rastlanması üzerine başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucunun yanında getirdiği diğer bavullarda yapılan aramada da Y. marka el ve masa telsizleri, dürbünler, güneş enerji panelleri, gece görüş kamerası, gece görüş dürbünü, silahlara takılan pointer cihazı, bunlara ait parçalar ile bu malzemeleri getirmesi karşılığında aldığı paranın bir kısmı ele geçirilmiştir. Başvurucu 20/5/2011 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde PKK silahlı terör örgütü üyesi iken çatışmada öldürülen kardeşinin cenazesini bulmak için Türkiye'ye gelmeye karar verdiğini, tanımadığı iki kişinin kendisiyle temasa geçtiğini ve çarşıda görüştüklerini, ekonomik sorunları olduğundan 000 avro karşılığında bu malzemeleri Türkiye'ye getirmeyi kabul ettiğini ve 000 avroyu peşin aldığını, bu kişilerinmalzemeleri ne amaçla gönderdiklerini söylemediklerini, çantaları teslim alacak kişinin havaalanına gelmediğini, PKK terör örgütüyle bir bağlantısı olmadığını, ele geçen eşyaların gümrüğe tabi olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 20/5/2011 tarihinde, PKK terör örgütüne yardım ve örgüt faaliyeti çerçevesinde kaçakçılık suçlarından başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Cep telefonu kayıtlarının incelenmesi sonucunda A. adına kayıtlı 537 ... numaralı telefondan başvurucunun arandığı tespit edilmiştir. 4/7/2011 tarihinde ifadesi alınan A. beş yıl önce aldığı 537 ... numaralı hattı diğerleriyle birlikte kaybettiğini, başvurucuyu tanımadığını ve PKK'yla bağlantısının olmadığını söylemiştir. Başvurucunun getirdiği Y. marka telsizlere ilişkin Malatya Emniyet Müdürlüğünün hazırladığı rapora göre cihazlar çalışabilir durumdadır ve Emniyet Genel Müdürlüğüne tahsisli kanallar ile FM bandından yayını olan diğer kurumları dinlemeye elverişlidir. Ayrıca telsizlerin tadilatı yapılmak suretiyle el yapımı bombalarda anahtar sistem olarak işlev görebileceği ve terör örgütünce de bu şekilde kullanıldığı bildirilmiştir. Başvurucunun yakalandığı gün, başvurucunun ağabeyinin PKK'ya yakın olduğuna ve 530 ... numaralı hattı kullanan Ö.F.E.nin PKK terör örgütüne araç gereç götüreceğine yönelik Malatya Emniyet Müdürlüğüne ihbardabulunulmuştur. Bingöl Emniyet Müdürlüğüne yapılan 10/6/2011 tarihli ihbarda ise Ö.F.E.nin yanında diğer bir kişi ile birlikte PKK terör örgütü mensuplarına malzeme götüreceği bildirilmiştir. Bu kişilerin kullandıkları araçla kaçmaya çalışırken yakalandıkları ve araçlarında yapılan aramada Y. marka telsiz kullanım kılavuzunun da ele geçirildiği anlaşılmaktadır. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada Ö.F.E.nin kullandığı 530 ... numaralı telefon ile başvurucuyu arayan 537 ...numaralı telefonun irtibatlı olduğu tespit edilmiştir. Ö.F.E. ifadesinde 537 ... numaralı telefonu eşi Z.Ö.nün kullandığını ileri sürmüştür. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı 8/7/2011 tarihinde PKK terör örgütüne yardım ve terör örgütü faaliyeti çerçevesinde kaçakçılık suçlarından başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir. İddianamede, başvurucudan ele geçenlerle aynı türdeki telsizlerin daha önceki tarihli olaylara konu patlayıcı düzeneklerde kullanıldığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava (kapatılan) Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2011/93 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme Ö.F.E.nin ifadesinin alınması için Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına yazı göndermiştir. Ö.F.E. talimatla alınan ifadesinde Emniyette verdiği beyanlarını tekrar ettiğini, başvurucuyu ve ağabeyini tanımadığını, bavullarla ilgili bilgisinin bulunmadığını söylemiştir. Diğer bir kovuşturmanın sanığı Ö.F.E. hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava dosyasının ilgili kısımları ve bu kişinin savunmasını içeren duruşma tutanakları 15/12/2011 tarihli duruşmada okunmuştur. Başvurucu müdafii, diğer hususların yanı sıra Ö.F.E.nin 537 ... numaralı hattı eşinin kullandığını söylediğini belirterek bu hususta anılan kişinin tanık olarak dinlenmesini talep etmiştir. Mahkeme, mevcut delil durumu itibarıyla dosyaya yenilik getirmeyeceği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu müdafii tanık dinletme talebini 29/3/2012 tarihli karar duruşmasında da tekrar etmiştir. Mahkeme daha önce değerlendirme yapıldığını ve dosyaya katkı sunmayacağını belirterek tanığın dinlenmesine gerek görmemiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 29/3/2012 tarihli ve E.2011/93, K.2012/76 sayılı kararıyla başvurucunun terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme ve kaçakçılık suçlarından mahkûmiyetine hükmetmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 3/12/2012 tarihli ve E.2012/9130, K.2012/14019 sayılı ilamı ile Gümrük idaresinin davaya katılımının sağlanmaması ve kaçakçılık suçunun nitelendirilmesinde hataya düşülmesi nedenleriyle kararı bozmuştur. (Kapatılan) Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) bozma sonrasında 25/4/2013 tarihli ve E.2013/9, K.2013/37 sayılı kararıyla başvurucunun üye olmamakla birlikte silahlı örgüt adına suç işleme ve terör örgütü faaliyeti çerçevesinde kaçakçılık suçlarından toplamda 21 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:\"......Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada ele geçirilen malzemeler arasında, sanık Orhan Çelik’te ele geçirilen telsizlerle aynı marka olan Y. marka telsizin kullanma kılavuzunun bulunduğu, Ö... F... E...ün Silahlı Terör Örgütü Kurmak Yönetmek Suçundan tutuklandığı, Bingöl M Tipi Cezaevine konulan şahsın cezaevine teslimi sırasında bilgi formuna 0 530 ... nolutelefon hattı numarasını bildirdiği, aracı kullanan ... kişinin daha sonra teslim olduğu, araçtaki kişinin ...isimli şahıs olduğu ve yakalanarak PKK Terör Örgütü Üyesi olmak suçundan tutuklandığı, kişinin de T... (K) ... isimli Pkk/Kongra-Gel terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır. Malatya Emniyet Müdürlüğüne yapılan ihbara tekrar bakıldığında, Bingöl ilinde polisten kaçarken yapılan operasyonda yakalanan ve tutuklanan Ö... F... E...ün kullandığı ve ... adına kayıtlı 0 530 ... numaralı telefon hattı ile sanık Orhan Çelik ile suç tarihi olan 2011 tarihinde irtibat kuran A... ..ş isimli kişi adına kayıtlı 0 537 ... telefonun HTS dökümleri de dikkate alındığında irtibatlı olduğu, Ö... F... E...ün bahse konu hattı eşi Z...in kullandığını belirtmesine rağmen, ... polisten kaçarken yakalanması, araçta ele geçen malzemeler, araçta bulunan şahısların örgütle bağlantıları ve kimlikleri, yapılan ihbarın doğruluğu birlikte değerlendirildiğinde, eşi tarafından kullandığını belirttiği telefon hattı ile dolaylı yollardan sanık Orhan Çelik ile irtibat sağladığı, yurtdışından getirilen cihazlar ve elektronik eşyaları Pkk/Kongra-Gel terör örgütüne götüreceği, bu amaçla olay günü temasa geçtiği sonucuna varılmıştır. ...Tüm bu açıklamalar ışığında sanık Orhan Çelik'in eylemlerine gelince;Sanık Orhan Çelik'in gümrük işlemlerine tabi tutmaksızın örgütün kırsalında kullanmak amacıyla suça konu eşyaları Türkiye'ye getirdiği, silahlı örgüte yardım bakımından yardımın konusunun suç teşkil etmesi nedeniyle eyleminin 5237 Sayılı TCK'nun 220/ maddesi kapsamında düzenlenen örgüt adına suç işleme suçu kapsamında kaldığı, sanığın da atılı bu suçu işlediği, suça konu malzemelerin gümrük rejimine tabi olduğu, sanığın ithalat için gerekli işlemleri yaptırmaksızın PKK/KCK terör örgütüne gidecek malzemeleriyurtdışından yurdumuza kaçak olarak soktuğu, bu hususun sanığın kaçamaklı beyanı, sanık ile temasa geçen şahıslarla ilgili yapılan soruşturma, terör örgütü mensuplarının beyanları, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK Maddesi ile Görevli) 2011/86 Esas sayılı dosyası, Olay Yeri İnceleme Raporları, diğer raporlar, Uzman Raporları, tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu, bu nedenle de sanığın üzerine atılı Pkk/Kongra-Gel Silahlı Terör Örgütü adına suç işlemek ve bu kapsamda kaçakçılık suçlarını işlediği sonucuna varılmıştır.Sanık müdafiinin ihbarları gönderenlerin ve içeriklerinin araştırılması, Ö... F... .E...nin eşinin ve ... .. P...nin dinlenmesi yönündeki taleplerinin dosyaya etkisinin olmadığı, Ö... F... .E...nin Bingöl’de aralarında kaçan ve yakalanamayan, ancak diğer örgüt mensupları tarafından teşhis edilen terör örgütü mensubunun da içinde olduğu araçta polisle girdiği silahlı çatışma sonucu yakalandığı, yapılan ihbarın bu anlamda amacına ulaştığı, ihbarı gönderenin ya da içeriğininaraştırılmasının dosyaya yenilik katmayacağı, Ö... F... .E...nin eşine ait telefonu kullandığı, HTS raporlarına göre bu telefon ile olay günü sanık Orhan Çelik ile temasa geçildiği, Ö... F... .E...nin teknik takipten kurtulmak için bu yönde hareket ettiği kanaatinin hasıl olması nedeniyle eşinin dinlenilmesine gerek duyulmadığı, ... .. P...nin de yer göstermesi sonucu sanıkta ele geçen telsizler ile benzer olan telsiz ve malzemelerin ele geçtiği, yeniden dinlenmesinin dosyaya katkısının olamayacağı, dosyanın uzamasına sebebiyet vereceğinden reddedilerek hüküm kurulması yoluna gidilmiştir.  Sanık müdafii tarafından suça konu eşyalar üzerinde lisansa tabi olup olmadığı hususunda .... Sanığın gümrük memurlarınca yapılan kontrolde çantalarda ne olduğunu beyan etmemiştir. Çantalardan birini hava alanında unutması üzerine olay ortaya çıkmıştır.Sanığın suça konu eşyaları yurda getirmek için herhangi bir resmi kuruma müracaatı dahi olmamıştır. Yargıtay CGK'nun 2006 tarihli ve 2006/7-118 Esas 2006/143 Karar sayılı kararı da benzer mahiyettedir. Bu nedenle eşyaların niteliği, ele geçiriliş şekli nazara alınarak üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasının dosyaya yarar sağlamayacağından talebin reddedilmesi ile hüküm kurulması yoluna gidilmiştir.\" Başvurucu, duruşma dışındaki beyanları cezalandırılmasına dayanak yapılan Ö.F.E.nin ve 537 ... numaralı hat adına kayıtlı olan A.nin duruşmada dinlenmediği ve örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekten cezalandırıldığından kaçakçılık suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği gerekçesiyle cezasında artırım yapılmasının hatalı olduğu nedenleriyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 11/11/2013 tarihli ve E.2013/10170, K.2013/13390 sayılı ilamıyla söz konusu kararı onamıştır. Başvurucu, bu karardan 30/12/2013 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun nihai kararı daha erken bir tarihte öğrenmiş olduğunu gösteren herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Başvurucu 3/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Başvurucunun üye olmamakla birlikte silahlı örgüt suçundan cezalandırılmasına dayanak kanun maddeleri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (6) numaralı fıkrası, maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesidir. Başvurucu 21/3/2003 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun ve maddesinin (1) numaralı fıkraları ile 3713 sayılı Kanun'un maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca örgüt faaliyeti çerçevesinde kaçakçılık suçundan da mahkûm edilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/119", "Başvuru Konusu":"Başvuru, davanın çözümünde etkili olacak tanıkların mahkemece dinlenmemesi ve suçun nitelendirilmesinde hataya düşülmesi nedeniyle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2020/10235 ve 2020/10241 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/10232 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/10232 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Ceylan Özcan'ın şüpheli sıfatıyla 22/7/2013 tarihinde ifadesinin alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Yargıtay aşamasında derdest olarak devam etmektedir. Başvurucu Yılmaz Aslan'ın ikametinde 24/9/2007 tarihinde arama yapılmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Yargıtay bozma kararı neticesi derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir. Başvurucu Mevlüt Erdem Tülek'in şüpheli sıfatıyla 29/3/2012 tarihinde ifadesinin alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Yargıtay aşamasında derdest olarak devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10232", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, koşullu salıvermenin geri alınması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, (kapatılan) Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/1998 tarihli kararı ile 9 yıl 2 ay ağır hapis, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 26/4/2000 tarihli kararı ile 9 yıl 2 ay ağır hapis cezasına mahkûm edilmiştir. (Kapatılan) Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2000 tarihli ve Müt.2000/720 sayılı kararı ile cezalar 18 yıl 4 ay ağır hapis olarak birleştirilmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin ardından yapılan uyarlama yargılamaları sonucunda verilen ek kararlarla(kapatılan) Eyüp Ağır Ceza Mahkemesince verilen ceza 8 yıl 4 ay hapis, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince verilen ceza 8 yıl 4 ay hapis cezası olarak belirlenmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 13/1/2014 tarihli kararı ile anılan ilamlarda belirlenen cezalar 16 yıl 8 ay hapis cezası olarak birleştirilmiştir. Akşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 17/5/2001 tarihli kararı ile başvurucunun 29/5/2001 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere koşullu salıverilmesine karar verilmiş, hak ederek tahliye tarihi 22/11/2013 olarak belirlenmiştir. (Kapatılan) Eyüp Asliye Ceza Mahkemesinin 30/6/2009 tarihli ve E.2006/239, K.2009/1389 sayılı kararı ile başvurucu, denetim süresi içinde 9/12/2005 tarihinde işlediği ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçundan dolayı 10 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan kararın kesinleşmesi üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 22/1/2014 tarihli kararıyla koşullu salıverilmenin geri alınmasına, sonraki suç tarihi olan 9/12/2005 ile hak ederek tahliye tarihi olunan 22/11/2013 tarihleri arasındaki 2905 günün aynen infazına karar verilmiştir. Bu karara yapılan itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 17/9/2014 tarihli ve 2014/874 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Hükümlü Erdoğan İBA'nın, şartla tahliyenin geri alınmasına dair karara itirazını, 4616 sayılı Yasaya göre, şartla tahliye sürecinde işlenen suçun aynı neviden veya daha ağır cezayı gerektiren bir suç işlenmesi gerektiğini belirterek gerekçelendirdiği anlaşılmıştır.Yargıtay Ceza Dairesinin istikrar kazanmış 13/02/2013 tarih ve 2012/6226 E - 2013/952 K sayılı ilamında;'...hükümlünün belirtildiği gibi deneme süresi içerisinde bihakkın tahliye tarihi dolmadan kasti bir cürümden hükümlendirildiği, koşullu salıverilmesinin geri alınması hususunda 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesiyle 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunu'nun 107/12 madde hükümlerinin irdelenmesi gerekmektedir. Her iki eski ve yeni Türk Ceza Kanunu hükümlerinin içerikleri birbirine uygun hükümler içermektedirler. İkinci kasti suçun işlendiği21/06/2002 tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK.nun maddesinde; şartla salıverilmiş olan hükümlü, geri kalan süre içerisinde işlediği kasıtlı bir cürümden dolayı şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olur.... ise şartla salıverilme kararı geri alınır. Bu takdirde suçun işlendiği tarihten sonraki kısım hükümlünün ceza süresine mahsup edilmeyerek aynen çektirilir ve şartla salıverilmeye esas teşkil eden hükmün infazıyla ilgili olarak bir daha şartla salıverilmeden yararlanamaz\" hükmünü içermektedir. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu'nun 107/12, maddesindeki düzenlemeye göre \"koşullu salıverilen hükümlünün denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi... halinde koşullu salıverilme kararı geri alınır. Koşullu salıverilme kararının geri alınması halinde hükümlünün, sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasını aynen bihakkın tahliye salıverilme tarihi arasındaki süreyi geçmemek koşulu ile takdir edecek bir sürenin çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazıyla ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez.\" biçimindeki düzenlemeyi içermektedir.Gerek eski Türk Ceza Kanunu hükümleri, gerekse yeni Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri koşullu salıverilme kararının geri alınması yönünde paralel hükümler içermektedir. Koşullu salıverilme kararının geri alınması için hükümlünün özgürlüğü bağlayıcı cezayı içeren kasti bir cürümden dolayı bir cezaya mahkum olması gerekmektedir. Deneme süresi içeresinde kesinleşmiş özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum edilen hükümlünün iyi halliliğini yitirdiğini gösteren somut göstergesidir. 08/06/1970 gün ve 9-4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı üzere \"şartla salıverilen hükümlülerin meşruten tahliye tarihi ile bihakkın tahliye edilmeleri icap eden şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı müstelzim kasıtlı bir cürüm işlemesi halinde TCK'nun maddesi gereğince meşruten tahliye kararının geri alınması gerektiği, cürmün cürmün ceza müddeti dolmadan işlenmiş olması yeterli olup, cezanın verilip kesinleşmesinin bu süre içerisinde gerçekleşmiş olmasının şart bulunmadığı, açıklamak suretiyle suçun deneme süresi içerisinde işlenmesinin yeterli olduğu vurgulanmıştır.' ifadelerinin açıklandığı;Hükümlü Erdoğan İBA'nın da, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesindeki mahkumiyetine konu suçun yağma, şartla tahliyenin geri alınmasına ilişkin mahkumiyete konu suçun ise ruhsatsız tabanca bulundurup taşımak suçu olmasını, şartla tahliyenin geri alınması bakımından bir önem arz etmediği; kasıtlı bir suçtan hapis cezası almış olmasının, aynı nev'iden veya daha ağır oluşuna bakılmaksızın, salt şartla tahliyenin geri alınması koşulunu oluşturacağı anlaşıldığından, hükümlünün itirazının reddine dair aşağıdaki şekilde karar verme gereği hasıl olmuştur...\" Başvurucu 13/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kanun Metinleri 21/12/2010 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\"23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle;... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler.... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, her bir suçun dava zamanaşımı süresinin sonuna kadar muhafaza edilir.Erteleme konusu suçun dava zamanaşımı süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Bu süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz; açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.... Ancak;a) Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 157, 161, 162, 168, 171, 172, 188, 191, 192, 202, 205, 208, 209, 211 ilâ 214, 216 ilâ 219, 240, 243, 264, 298, 301 ilâ 303, 305 inci maddelerinde, 312 nci maddenin ikinci fıkrasında, 313 üncü maddesinde, 314 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 339 ilâ 349, 366, 367, 383, 394, 403 ilâ 408, 414 ilâ 418 ve 503 ilâ 506 ncı maddelerinde,...yer alan suçları işleyenler hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz.\" 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un \"Koşullu salıverilme\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.(2) ... diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler....(11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir.Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.(12) Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi hâlinde koşullu salıverilme kararı geri alınır.(13) Koşullu salıverilme kararının geri alınması hâlinde hükümlünün;a) Sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen,...Ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez.(14) Denetim süresi yükümlülüklere uygun ve iyi hâlli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır.(15) Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına;a) Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından,...Dosya üzerinden karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz yolu açıktır....\" 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Şartla salıverilmiş olan hükümlü, geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir cürümden dolayı şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olur veya mecbur olduğu şartları yerine getirmez ise, şartla salıverilme kararı geri alınır. Bu takdirde suçun işlendiği tarihten sonraki kısım hükümlünün ceza süresine mahsup edilmeyerek aynen çektirilir ve şartla salıverilmeye esas teşkil eden hükmün infazı ile ilgili olarak bir daha şartla salıverilmeden yararlanamaz.\" Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 16/3/2010 tarihli ve E.2010/212, K.2010/1559 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:\"...Sinop Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2001 tarihli ... kararıyla 4616 sayılı ... Kanun'un 1/2- maddesi gereğince 2001 tarihinden geçerli olmak üzere şartla tahliyesine karar verilen hükümlünün, bihakkın tahliye tarihi olan 07/04/2022 tarihinden önce 2003 tarihinde kasıtlı bir suç işlediğinden, hükümlünün koşullu salıverilme kararının geri alınmasına ve 22/06/2003 tarihi ile 07/04/2022 tarihi arasındaki sürenin aynen çektirilmesine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde verilen karara karşı itirazın kübulü yerine reddine dair Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 28/08/2009 tarihli ... kararı yasaya aykırı[dır.]\" Aynı Dairenin 16/6/2010 tarihli ve E.2010/3288, K.2010/4502 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:\"...4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasayla değişik maddesinin bendi uyarınca, tabi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanların, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın, toplam cezaları (içtimalı) on yıldan çok olanlar kalan cezalarını çektikten sonra koşullu salıverilirler hükmüne yer vermiştir.Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05/02/2002 tarihli ve 2002/6-42-156 sayılı kararında da açıklandığı gibi, koşullu salıverilmeye esas alınan ilk suçun ve gerekse koşullu salıverilmenin geri alınmasına neden olan ikinci suçun, süre ve diğer koşulları yönünden 4616 sayılı Yasanın kapsamında bulunması halinde:a)Koşullu salıverilme kararının geri alınması ile aynen infazına karar verilen ilk suçun cezasının tümüyle;b)Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına neden olan ikinci suç için 647 sayılı Yasanın 19 ve ek maddeleri uygulanarak belirlenecek infazı gereken sürenin;Toplamı üzerinden 4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasa ile değişik hükümleri uyarınca yapılan on yıllık sürenin indirilmesinden sonra kalan sürenin çektirilmesi gerekmektedir.Bu açıklamanın ışığında dosya kapsamına göre; hükümlünün durumu değerlendirildiğinden;... hükümlünün koşullu salıverilmesinin 5275 sayılı ...Kanun’un maddesi uyarınca koşullu salıverilmesinin geri alınmasına neden olan; ikinci suçun 19/11/2009 tarihinde işlenmiş olduğundan ve suç tarihi itibariyle 4616 sayılı Yasa kapsamı dışında kaldığından, anılan hükümlünün cezasından toplam 10 yıllık indirim yapılmasına da imkan bulunmamaktadır. ...\" Aynı Dairenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/6224, K.2013/1575 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:\"...4616 sayılı Yasanın maddesinin fıkrasının bendinin 2 nolu  parağrafının infaz aşamasında verilen koşullu salıverilme kararının geri alınması ile ilgili olarak uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Bu hüküm devam eden davalarda verilen 'davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi' kararının kaldırılmasına ilişkindir. İnfaz aşamasında koşullu salıverilmeden sonra koşullu salıverilmenin geri alınma şartlarını gösteren bir hüküm 4616 sayılı Yasada yer almamaktadır.Somut durumda koşullu salıverilmenin geri alınmasının şartlarını gösteren hükümler 765 sayılı TCK.nun 17 ve 5275 sayılı CGTİHK.nun maddeleridir. Her iki maddede de koşullu salıverilen hükümlünün denetim süresi içerisinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi durumunda koşullu salıverilme kararının geri alınacağı ve ikinci suçu işlediği tarih ile ilk suç açısından bihakkın tahliye tarihi arasındaki sürenin aynen infaz edileceği belirtilmektedir. Bu durum karşısında denetim süresi içerisinde işlenen suçun koşullu salıverilme kararı verilen suç ile aynı cins olması gerekmemektedir. Denetim süresi içerisinde işlenen ikinci suçun kasıtlı bir suç olması, bu suçun hapis cezasını gerektiren bir suç olması ve bu suç nedeniyle hapis cezası verilmiş olması yeterlidir....\" Aynı Dairenin 30/9/2013 tarihli ve E.2013/3295, K.2013/5297 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:\"...Gerek 22/12/2000 günlü resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4616 sayılı ... Kanun ile gerekse bu yasanın bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali üzerine aynı tarihte yeniden düzenlenerek 28 Mayıs 2002 günlü resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve daha lehe olan 4758 sayılı ... Kanun'a göre;...... düzenlemedeki –aynı cins suç- kavramını 765 sayılı TCK. nun da yer alan kabahat ve cürüm şeklindeki suç ayrımına göre anlamak gerekir. 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun da kabahat ve cürüm ayırımı kaldırılmış, ağır hapis, hapis ve hafif hapis şeklindeki düzenlemeye son verilerek, süresi ne olursa olsun tüm hürriyeti bağlayıcı cezalar- hapis- olarak nitelendirilmiştir.Nitekim Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107/ maddesinde 'koşulu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi…' şeklindeki düzenlemede konu açıklığa kavuşturulmuştur.Sonuçta, bihakkın tahliye süresi içinde işlenen ikinci suçun para cezası gerektiren suç dışında hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç olması, birinci suçtan dolayı verilen koşulu salıverilme kararının geri alınmasını gerektirecektir....\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16162", "Başvuru Konusu":"Başvuru, koşullu salıvermenin geri alınması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, askerliğe elverişli olmadığı hâlde idare tarafından yeterli muayene yapılmayarak kendisine askerlik yaptırılması nedeniyle uğradığını öne sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet ve maddesinde düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 7/4/2014 tarihinde Vezirköprü Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiş; Bakanlık, yazılı görüşünü 14/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 28/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı cevaplarını içeren dilekçesini 2/2/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu olan yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 21/2/2012 tarihinde askerlik görevini yapmak üzere askere sevk edilmiş, İstanbul Boğaz Komutanlığı Güvenlik Tabur Komutanlığında görevliyken GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesince düzenlenen 30/1/2013 tarihli raporla askerliğe elverişli olmadığına karar verilip aynı tarihte terhis edilmiştir. Söz konusu rapor 6/3/2013 tarihinde onaylanarak kesinleşmiş, başvurucu bu raporun 30/4/2013 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, 25/4/2013 tarihinde Vezirköprü PTT Şubesinde kayda giren tazminat talepli dilekçesiyle idareye başvurmuş; başvurunun zımnen reddi üzerine 9/9/2013 tarihinde açtığı dava ile 000 TL maddi, 500 TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. AYİM İkinci Dairesi, 25/9/2013 tarihli ve E.2013/1261, K.2013/1111 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar oyçokluğu ile alınmış olup kararın ilgili kısmı şöyledir:“… davacının durumu değerlendirildiğinde; 2012 tarihinde askere sevk edilen davacının İstanbul Boğaz K.lığı Güvenlik Tabur Komutanlığında görevli iken sevk edildiği GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesince düzenlenen 2013 tarih ve 1317 sayılı raporu ile “hidronefroz, ürteropelvik bileşke obstürksiyonu ile birlikte (sağ hidronefroz)” tanısıyla askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği, bu rapora binaen aynı tarihte (2013) terhis edildiği, söz konusu raporun 2013 tarihinde onaylanarak kesinleştiği, Mahkememizin yerleşik içtihatlarında da benimsendiği üzere davacının lehine yorum yapılarak zarardan raporun onay tarihi itibariyle (2013) haberdar olduğunun kabulü gerektiği, zararın rapor onay tarihinde kesin bir biçimde öğrenilmiş olması sebebi ile sonradan bu kesinliği teyid eder mahiyetteki yeni bir takım işlemlerin yapılmış ve/veya muhatabına bildirilmiş olmasının başvuru süresini ve dolayısıyla da dava açma süresini etkilemeyeceği, bu nedenle fiili terhis tarihinden itibaren veya lehe kabulle raporun onay tarihinden itibaren 60 günlük yasal dava açma süresi içinde doğrudan dava açılması veya ihtiyari müracaatta bulunulması üzerine ihtiyari müracaat tarihine kadar geçen dava süresi de dikkate alınarak dava açma süresi içerisinde iş bu davanın açılması gerekirken, davacı vekilinin 2013 tarihinde Vezirköprü PTT Şubesinde kayda giren tazminat talepli dilekçesi ile davalı idareye müracaat bulunulduğu, davalı idarece bu müracaata herhangi bir cevap verilmemesi üzerine 60 günlük idari dava açma süresi geçtikten sonra 2013 tarihinde dava açtığı, böylelikle işbu davanın 1602 sayılı AYİM Kanununun 42 ve Maddelerinde öngörülen 60 günlük dava açma süresi içinde yapılmadığı anlaşılmış ve süreaşımı yönünden reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.” Karşıoy gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu değerlendirme kapsamında işlemden doğan tam yargı davasına konu olan olayda, davacının askerliğe elverişli olmadığına ilişkin kesinleşen sağlık kurulu raporunun davacıya tebliğinden önce 2013 tarihli dilekçeyle ihtiyari idari müracaatta bulunduğundan zararı bu tarihte öğrendiği kabul edilerek 60 günlük dava açma süresinin başlatılması gerektiği, davacının müracaatına cevap verilmediğinden 60 günlük cevap verme süresinin (müracaatın idareye ulaştığı 2013 veya 2013 tarihinden başlatılması durumunda) 2013 veya 2013 tarihinde zımni olarak reddedildiğinin kabul edilmesi gerektiği, anılan tarihlerden itibaren 60 günlük dava açma süresinin çalışmaya ara verme süresi (2013-2013) içinde sona erdiği, 1602 sayılı Yasanın 86'ncı maddesine göre de; ara vermenin sona erdiği 06 Eylülden itibaren yedi gün sürenin uzatılmış sayıldığı ve sürenin son günü tatil gününe rastlarsa sürenin tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzayacağı, bu durumda 06 Eylül 2013 tarihinden itibaren sürenin 7 gün uzamış olduğu, davanın da bu süre içerisinde 2013 tarihinde (pazartesi) açılmış olması sebebiyle davada süre aşımı bulunmadığı ve bu nedenle davanın esastan görülmesi düşüncesinde olduğumdan, davanın süre aşımı yönünden reddine karar veren sayın çoğunluk görüşüne katılamadım.” Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/2/2014 tarihli ve E.2014/343, K.2014/257 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar başvurucuya 21/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı maddesinin (a) bendi şöyledir: “Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” 1602 sayılı Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” 1602 sayılı Kanun’un “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı maddesi şöyledir: “İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5020", "Başvuru Konusu":"Başvuru, askerliğe elverişli olmadığı hâlde idare tarafından yeterli muayene yapılmayarak kendisine askerlik yaptırılması nedeniyle uğradığını öne sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet ve 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 7/9/2020 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 4/11/2015 doğumlu olan başvurucu, sinir hücrelerinde görülen bir kanser türü olan adrenal bez medüllası malign neoplazmı, nöroblastom hastasıdır. Ankara Şehir Hastanesi çocuk onkolojisi uzman hekimi tarafından düzenlenen 18/9/2019 tarihli raporda başvurucunun tedavisi için Dinutuximab adlı ilacın kullanılmasının uygun olduğu belirtilmiştir. Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk onkolojisi uzman hekimleri tarafından düzenlenen 12/8/2020 tarihli sağlık kurulu raporunda ise başvurucunun tedavisinde dinutuximab beta adlı ilacın kullanılmasının hayati önem taşıdığı, bu ilacın kullanılmaması hâlinde başvurucunun sağlığında geri dönüşü olmayan bozulmalar yaşanabileceği belirtilmiştir. Düzenlenen reçeteye göre ilaç 28 günde bir, üç kutu olarak kullanılmalıdır. Başvurucunun tedavisini üstlenen hekimin başvurusu üzerine Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (İlaç Kurumu) 6/8/2020 tarihinde başvurucunun hastalığının tedavisinde dinutuximab beta adlı ilacın kullanımının ve bu ilacın Türk Eczacılar Birliği (TEB) aracılığıyla yurt dışından ithalinin uygun görüldüğünü bildirmiştir. Başvuru dosyasında bulunan belgelere göre bu ilacın bir aylık kür için maliyeti yaklaşık 000 TL'dir. İlacın belirtilen maliyetini karşılama gücü bulunmayan başvurucu, ilacın ithalini sağlamak üzere ilaç bedelinin TEB'e ödenmesi için İbni Sina Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezine (SSGM) başvurmuştur. SSGM başvuruyu reddetmiştir. Başvurucu ret kararının iptali ve ilaç bedelinin ödenmesi yönünde yürütmenin durdurulması kararı verilmesi talebiyle SGK'ya karşı Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 19/8/2020 tarihinde \"...ilacın temin edilememesi halinin uygulanması halinde telafisi güç zarar doğurabilecek nitelikte bulunması nedeniyle, davalı idarenin savunması alınıncaya ya da savunma süresi geçtikten sonra yeniden bir karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına...\" karar vermiştir. Başvurucu bu karar üzerine bir kez daha SSGM'ye başvurması sonrasında SSGM 25/8/2020 tarihinde \"...temin edilen ilaca ait fatura aslı beraberinde, Sağlık Bakanlığı onay belgesi, reçete aslı, ilaç kullanım raporunun aslı gibidir onaylı örneği ve kullanılan ilaca ait boş ilaç kutularının ibraz edilmesi halinde söz konusu Mahkeme kararı gereği yerine getirilerek ilaç bedeli Kurumumuzca karşılanacaktır.\" ifadeleriyle bu talebi reddetmiştir. Başvurucu 27/8/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 7/9/2020 tarihinde verdiği ara kararla talebi kabul ederek \"... ilaç bedelinin tedavi süresi boyunca başvurucuya ödenmesinin sağlanmasına, bu ödemenin başvurucunun tedavisine derhal başlanmasını engelleyecek herhangi bir şarta bağlı olmaksızın doğrudan ilacı ithale yetkili kuruluşa yapılmasına...\" karar vermiştir. Tedbir talebinin kabulüne dair karar, gereğinin yerine getirilmesi için ilgili kuruluşlara tebliğ edilmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede İdare Mahkemesinin 30/10/2020 tarihinde ilaç bedelinin ödenmesi talepli başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline karar verdiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24478", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılama sırasında sunulan deliller değerlendirilmeksizin karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket bünyesinde hizmetli personel olan H.T., yüklenici şirket işçisi olarak bir bankaya ait işyerlerinde 1/3/2007-21/2/2016 tarihleri arasında çalışmıştır. H.T. tarafından iş akdini feshetmek zorunda kaldığı belirtilerek kıdem tazminatı, yıllık izin, fazla mesai ve hafta tatili alacaklarının faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle başvurucu ve banka aleyhine Konya İş Mahkemesinde (Mahkeme) işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davası açılmıştır. Mahkemece dosya üzerinden yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 27/1/2017 tarihli bilirkişi raporunda (rapor); H.T.nin brüt olarak 971,41 TL kıdem tazminatı, 137 TL yıllık ücretli izin ücreti, 140,18 TL fazla çalışma ücreti ve 60,50 TL hafta tatili çalışma ücreti alacağı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca yıllık izin ücreti alacağı talebine yönelik olarak işçinin yıllık izinlerinin kullandırıldığının ispatının işverene ait olduğu, bunun yazılı belge ile yapılması gerektiği ve bu hususa ilişkin herhangi bir belgenin ise dosya kapsamında sunulmadığı değerlendirmesine yer verilerek 70 gün (5 yıl*14 gün) + 60 gün (3 yıl*20 gün) olmak üzere toplam 130 gün yıllık izin süresinin kullandırılmadığı hesaplanmış ve en son maaşa göre yapılan hesap uyarınca davacının 137 TL (130*54,90) brüt yıllık izin ücreti alacağı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, H.T.nin 2013, 2014, 2015 ve 2016 yıllarında kullandığı yıllık izinlere yönelik H.T.nin imzasının ve ilgili banka yetkilisinin uygun görüşünün bulunduğu belgeleri eklemek suretiyle 17/2/2017 tarihli dilekçe ile rapora itiraz etmesi üzerine ek bilirkişi raporu alınmıştır. 28/2/2017 tarihli ek raporda H.T.nin gerek başvurucu Şirket gerekse diğer alt yükleniciler bünyesinde çalıştığı dönemde yıllık izinlerini kullandığını ispatlar mahiyette yazılı bir belgenin dosyaya sunulmadığı, bu sebeple ilk rapordaki hesaplamayı değiştirecek bir hususun bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 10/4/2017 tarihli kararı ile raporda belirlenen alacaklar yönünden davanın kabulüne, fazlaya yönelik istemlerin ise reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca, tüm yıllık izinlerinin kullandırıldığının ya da karşılığının ödendiğinin başvurucu tarafından kanıtlanamadığı da belirtilmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (İstinaf Mahkemesi/Daire) 16/1/2018 tarihli hükmüyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. İstinaf mercii kararının gerekçesinde; başvurucu tarafından istinaf dilekçesine ekli olarak davacı tarafından verildiği ileri sürülen bir kısım yıllık izne ayrılma talebi içeren dilekçelerin ibraz edildiği ve bu belgelerin yargılama aşamasında da sunulduğunun ileri sürüldüğü, buna karşın dosya kapsamındaki belgelerden ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ortamında kayıtlı belgelerin incelenmesinden belgelerin ilk defa istinaf aşamasında ibraz edildiğinin anlaşıldığı ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca yargılama aşamasında sunulmayan söz konusu dilekçelerin istinaf aşamasında dikkate alınmadığı hususu da belirtilmiştir. Nihai karar 12/2/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6100 sayılı Kanun'un \"Yapılamayacak işlemler\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinde karşı dava açılamaz, davaya müdahale talebinde bulunulamaz, davanın ıslahı ve 166 ncı maddenin birinci fıkrası hükmü saklı kalmak üzere davaların birleştirilmesi istenemez, bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.... (3) İlk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan deliller bölge adliye mahkemesince incelenebilir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7875", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılama sırasında sunulan deliller değerlendirilmeksizin karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, engelli aylığı almakta olan başvurucunun kazanılmış haklara saygı ilkesine aykırı olarak aylığının kesilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun'un maddesinin (a) bendinin sağladığı imkân mucibince 1/9/1994 tarihinden itibaren engelli aylığı almıştır. Sağlık Bakanlığı Çekirge Devlet Hastanesince düzenlenen 19/4/2012 tarihli Özürlü Sağlık Kurulu raporunda başvurucu hakkında spastik tetrapleji teşhisi konulmuş ve başvurucunun vücut fonksiyon kaybı oranının %98 olduğu belirtilmiştir. Engelli aylığı alınmasına imkân veren Kanun maddesinde hak kazanma koşullarına ilişkin olarak 12/7/2013 tarihinde değişiklik yapılmıştır. Buna göre değişiklikle engelli aylığının bağlanmasında \"hane içinde kişi başına düşen ortalama aylık gelir tutarının, 16 yaşından büyükler için belirlenmiş olan asgari ücretin aylık net tutarının 1/3'ünden fazla olması\" şeklinde bir koşul getirilmiştir. Bu koşul uyarınca eğer erişkin bir engelliye hane içinde kişi başına düşen ortalama aylık gelir 303,48 TL'nin üzerinde ise engelli aylığı bağlanmamakta, bağlanan aylıklar ise kesilmektedir. Bu yasal değişiklik üzerine Bursa'nın Osmangazi ilçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (Vakıf) Mütevelli Heyeti, engelli aylığı alan başvurucunun mali ve sosyal durumunu incelemiş, 23/7/2015 tarihli kararı ile engelli aylığının kesilmesine karar vermiştir. Vakfın tespitine göre başvurucu ile aynı hanede ikamet eden diğer aile bireylerinin gelirleri, mevcut bulunan mal varlıkları ve araç kayıtları değerlendirildiğinde hane içinde kişi başına düşen gelir miktarı 303,48 TL'nin (2012 yılının ikinci yarısı için yasa ile belirlenmiş sınır değer) üzerindedir ve bu nedenle alınmakta olan yardımın iptali gerekmektedir. Başvurucu, engelli aylığının 7/9/2015 tarihinden itibaren kesilmesine ilişkin idari işlem ile bu işlemin dayanağını teşkil eden Vakfın 23/7/2015 tarihli kararının iptali ve yoksun kalınan engelli aylıklarının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle Bursa İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; Vakfın aylık bağlama ya da iptal etme gibi bir yetkisinin bulunmadığını, kişiye bağlanacak aylığın sosyal yardımın tespitinde hane içi gelirin esas alınmasının mümkün olmadığını, kesinti uygulaması ile kazanılmış haklarının ve Anayasa'nın pek çok maddesinin ihlal edildiğini belirtmiştir. Vakfın davaya cevap dilekçesinde ise başvurucu ile ilgili yapılan inceleme neticesinde başvurucunun birlikte yaşadığı annesinin emekli, babasının memur, kardeşinin Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olarak çalıştığı, başvurucu üzerinde ise araç ve gayrimenkul kayıtlarının bulunduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 24/11/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda, Vakıfça başvurucunun birlikte yaşadığı hanenin ekonomik ve sosyal durumunun incelenmesi neticesinde düzenlenen gelir hesaplama formuna atıf yapılmıştır. Anılan formda ise aylık net maaş, nafaka gibi haneye giren toplam gelirin 420 TL olduğu, kişi başına düşen gelir miktarının ise 104,96 TL olduğu, bu tutarın ise mevzuat gereği 16 yaşından büyükler için belirlenmiş olan asgari ücretin aylık net tutarının 1/3’ünden fazla olduğu tespitine yer verilmiştir. Mahkemeye göre bu durumda dava konusu işlem ve dayanak kararda hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusuna konu kararın hukuka uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı tespitiyle 4/10/2017 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Karar başvurucu vekiline 2/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun 2022 sayılı Kanun'un değişiklikten önceki maddesi şöyledir:\"65 yaşını doldurmuş, kendisine kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan, iş görme ve çalışma gücünden mahrum olduğunu tam teşekküllü hastanelerin Sağlık Kurulu raporu ile belgeleyen ve muhtaçlığını il veya ilçe idare heyetlerinden alacakları belgelerle kanıtlayan, Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının herhangi birisinden her ne nam altında olursa olsun, bir gelir veya aylık hakkından yararlanmayan nafaka bağlanmamış veya bağlanması mümkün olmayan mahkeme kararıyla veya doğrudan doğruya kanunla bağlanmış herhangi devamlı bir gelire sahip olmayan Türk vatandaşlarına hayatta bulundukları sürece 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu esaslarına göre 60 gösterge rakamının her yıl Bütçe Kanunu ile tespit edilecek kat sayı ile çarpımından bulunacak miktarda aylık bağlanır.Bunlardan evli olup, eşleri yukarıdaki şartlara haiz olanların aile reislerine ise bu aylık % 50 arttırılarak bağlanır. Herhangi bir şekilde bu maddede yazılı miktardan fazla, devamlı gelir sağlayan veya sağlaması mümkün olan kimselerin geçim kaynağı var sayılır ve kendilerine aylık bağlanmaz.65 yaşını doldurmadığı halde başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde malûl olduklarını tam teşekküllü hastanelerden alacakları sağlık kurulu raporu ile kanıtlayanlarla durumlarına uygun bir işe yerleştirilemeyen sakatlardan, yukarıdaki şartları taşıyan Türk vatandaşlarına da bu kanun hükümlerine göre aynı ölçüde aylık bağlanır.65 yaşın bitiminin tespitinde, ilgililerin, bu kanun yayımlandığı tarihte, nüfus kütük kayıtlarındakî doğum tarihleri esas alınır. Doğum tarihlerinde yapılacak düzeltmeler ile bu kanunun yayımlandığı tarihten geriye doğru bir yıl içinde yapılmış düzeltmeler nazara alınmaz.\" 2022 sayılı Kanun'un değişiklikten önceki maddesi şöyledir:\"Bu aylıklar ve kanunda yasalı diğer ödemeler için her yıl Devlet bütçesine gerekli ve yeterli ödenek konur ve aylıklar hak sahiplerine Emekli Sandığı aracılığı ile bağlanır ve ödenir.\" 2022 sayılı Kanun'un değişiklikten sonraki maddesi şöyledir:\"(Değişik: 14/4/2016-6704/1 md.) Sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birisinden her ne nam altında olursa olsun bir gelir veya aylık hakkından yararlananlar ile uzun vadeli sigorta kolları açısından zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte çalışanlar, nafaka bağlanmış veya nafaka bağlanması mümkün olanlar veya 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu hükümlerine göre harçlık ödenenler hariç olmak kaydıyla, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından muhtaç olduğuna karar verilen 65 yaşını doldurmuş Türk vatandaşlarına, muhtaçlık hâli devam ettiği müddetçe (387) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımından bulunacak tutarda aylık bağlanır.Birinci fıkra kapsamına girenlerden, her ne nam altında olursa olsun kendisine ve eşine ait her türlü gelirler toplamı esas alınmak suretiyle, kişi başına düşen ortalama aylık gelir tutarı asgari ücretin aylık net tutarının 1/3’ünden fazla olanlar ile aynı tutardan fazla gelir sağlaması mümkün olan kimseler muhtaç kabul edilemez ve kendilerine aylık bağlanamaz.65 yaşın tespitinde, doğum tarihlerinde yapılmış düzeltmeler nazara alınmaz. \" 2022 sayılı Kanun'un değişiklikten sonraki maddesi şöyledir:\"(Değişik: 12/7/2013-6495/73 md.) 65 yaşını doldurmamış olmasının yanı sıra;a) Başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde engelli olduklarını ilgili mevzuatı çerçevesinde alınacak sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan, 18 yaşını dolduran Türk vatandaşı engellilerden; sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birisinden her ne nam altında olursa olsun bir gelir veya aylık hakkından yararlananlar ile uzun vadeli sigorta kolları açısından zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte çalışanlar veya nafaka bağlanmış ya da nafaka bağlanması mümkün olanlar hariç olmak üzere, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından muhtaç olduğuna karar verilenlere muhtaçlık hâli devam ettiği müddetçe (860) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımından bulunacak tutarda,b) İlgili mevzuatı çerçevesinde alınacak sağlık kurulu raporu ile engelli olduklarını kanıtlayan, 18 yaşını dolduran ve talebine rağmen Türkiye İş Kurumu tarafından işe yerleştirilememiş olan Türk vatandaşlarından; sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birinden her ne nam altında olursa olsun bir gelir veya aylık hakkından yararlananlar ile uzun vadeli sigorta kolları açısından zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte çalışanlar veya nafaka bağlanmış ya da nafaka bağlanması mümkün olanlar hariç olmak üzere, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından muhtaç olduğuna karar verilenlere muhtaçlık hâli devam ettiği müddetçe (240) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımından bulunacak tutarda,aylık bağlanır.Nafaka bağlanan veya nafaka bağlanması mümkün olanlar ile sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birinden her ne nam altında olursa olsun gelir veya aylık hakkından yararlanan durumunda ya da uzun vadeli sigorta kolları açısından zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte çalışan durumunda kendisine bakmakla yükümlü bir yakını bulunan engelli çocuklar hariç olmak kaydıyla; Türk vatandaşı olan, 18 yaşını tamamlamamış ve ilgili mevzuatı çerçevesinde alınacak sağlık kurulu raporu ile engelli oldukları kanıtlanmış durumundaki engelli yakınlarının bakımını üstlenen Türk vatandaşlarından, her ne nam altında olursa olsun her türlü gelirler toplamı esas alınmak suretiyle hane içinde kişi başına düşen ortalama aylık gelir tutarı 16 yaşından büyükler için belirlenmiş olan asgari ücretin aylık net tutarının 1/3’ünden daha az olan ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından muhtaç olduğuna karar verilenlere muhtaçlık hâli devam ettiği müddetçe ve bakım ilişkisini fiilen gerçekleştirmeleri kaydıyla, (240) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımından bulunacak tutarda aylık bağlanır.Birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamına giren engellilerden veya ikinci fıkra gereğince aylık bağlanacak engelli yakınlarından, her ne nam altında olursa olsun her türlü gelirler toplamı esas alınmak suretiyle, hane içinde kişi başına düşen ortalama aylık gelir tutarı, 16 yaşından büyükler için belirlenmiş olan asgari ücretin aylık net tutarının 1/3’ünden fazla olanlar ile aynı tutardan fazla gelir sağlaması mümkün olan kimseler muhtaç kabul edilemez ve kendilerine aylık bağlanamaz. (Ek cümle: 20/2/2014-6525/12 md.) Ayrıca, 2828 sayılı Kanun hükümlerine göre harçlık ödenenler de muhtaç olarak kabul edilemez ve kendilerine bu Kanun hükümlerine göre aylık bağlanamaz.65 yaşın doldurulmasından önce bu madde hükümlerine göre bağlanmış olan aylıkların aynı şekilde ödenmesine devam olunur. (Değişik ikinci cümle: 14/4/2016-6704/2 md.) Bu Kanunun 1 inci maddesine göre aylık bağlananlara; başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek kadar engelli olduklarını ilgili mevzuatına göre alınacak sağlık kurulu raporu ile kanıtlamaları ve birinci fıkranın (a) bendi ile üçüncü fıkradaki koşulları taşımaları hâlinde, birinci fıkranın (a) bendine göre aylık bağlanır. Aylık bağlanmasına esas teşkil eden engellilik oranı değişen kişilerin aylıkları durumlarına göre yeniden tespit olunur.Engellilik oranı, bu Kanuna göre aylık bağlanması gereken oranın altına düşen kişiler ile üçüncü fıkrada belirtilen aylık ortalama gelir tutarından fazla gelir elde etmeye başlayan kişilerin aylıkları kesilir.İkinci fıkra kapsamına giren 18 yaşından küçük engelliler, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (3) numaralı alt bendi kapsamına girenlere ilişkin hükümler çerçevesinde genel sağlık sigortasından yararlandırılır. Bu engellilerin bakımı amacıyla ikinci fıkraya göre aylık bağlanacak kişilerden genel sağlık sigortalısı veya bakmakla yükümlü olunan kişi durumunda olmayanlar 5510 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendi kapsamında kabul edilir.Birinci fıkra hükümlerine göre aylık almaya hak kazanacak şekilde engelli olduğunu belgeleyen ve herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yetim olarak aylık veya gelir almakta olan çocuklardan bu kurumlardan aldıkları aylık veya gelir toplamı tutarları, bu madde gereğince durumlarına göre ödenebilecek tutardan daha az olanlara; aradaki fark ilgili sosyal güvenlik kurumu tarafından (birden fazla sosyal güvenlik kurumundan aylık veya gelir alanlar için yalnızca tercih edecekleri bir sosyal güvenlik kurumu tarafından) ödenir ve bu şekilde ödenen tutarlar Hazineden tahsil edilir.\" 2022 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Bu aylıkların başlangıç tarihi, ilgililerin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına yapacakları yazılı müracaatlarını takip eden aybaşıdır. Bu aylıklar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenecek ödeme gün ve dönemlerinde peşin olarak ödenir. Aylığa hak kazanma başlangıç tarihi ile ilk aylık ödemesinin yapıldığı ödeme döneminin ilişkin olduğu aya kadar olan haklar için ise defaten ödeme yapılır. Peşin verilen gelir ve aylıklar durum değişikliği veya ölüm halinde geri alınmaz. Ancak, aylık bağlama ile ilgili geçim şartının kalkması halinde, aylıklar bu şartın kalktığı tarihi takibeden dönem başından itibaren kesilir.\" Yönetmelik 25/1/2013 tarihli ve 28539 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşları İle Özürlü ve Muhtaç Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bu Yönetmelik;a) Sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birisinden her ne nam altında olursa olsun bir gelir veya aylık hakkından yararlananlar ile uzun vadeli sigorta kolları açısından zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte çalışanlar, nafaka bağlanmış veya nafaka bağlanması mümkün olanlar veya 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu hükümlerine göre harçlık ödenenler hariç olmak kaydıyla, her ne nam altında olursa olsun kendisine ve eşine ait her türlü gelirler toplamı esas alınmak suretiyle, kişi başına düşen ortalama aylık gelir tutarı asgari ücretin aylık net tutarının 1/3’ünden az olanlar ile aynı tutardan fazla gelir sağlaması mümkün olmayanlardan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından muhtaç olduğuna karar verilen 65 yaşını doldurmuş Türk vatandaşlarını,...kapsar\" Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... (2) Yaşlı aylığı ve engelli aylıkları, aşağıda belirtilen hallerde kesilir....ğ) 7 nci maddenin ikinci fıkrasının (a), (e), (f) ve (g) bentlerinde belirtilen sebeplerle veya nafaka almakta olması ya da kişi başına düşen gelirin muhtaçlık sınırına eşit veya üzerinde olması sebebiyle aylık bağlanması koşullarının kaybedilmesi.h) Nafaka alabilecek olması ya da muhtaçlık sınırına eşit veya üzerinde kişi başına düşen gelir elde edebilecek olması ya da başka sebeplerle muhtaçlık halinin ortadan kalktığının tespit edilmesi....\" Yönetmelik'in maddesi şöyledir:\"(1) 2022 sayılı Kanun Kapsamında Aylık Alan Özürlülere Sağlık Kurulu Raporu Vermeye Yetkili Hastanelerin Belirlenmesi ile Sağlık Raporlarının Alınmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre belirlenir. (2) 2022 sayılı Kanunun uygulanmasında;a) Engel durumuna göre toplam engel oranı % 40 ile % 69 arasında olanlar “engelli”,b) Engel durumuna göre toplam Engel oranı % 70 ve üzeri oranda olanlar ise “başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek derecede engelli”olarak kabul edilir.\" B. Uluslararası Hukuk Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme 3/12/2008 tarihli ve 5825 sayılı Kanun'la onaylanması uygun bulunan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'nin \"Tanımlar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"İşbu Sözleşme'nin amaçları açısından;...“Makul düzenleme”, engellilerin insan haklarını ve temel özgürlüklerini tam ve diğer bireylerle eşit şekilde kullanmasını veya bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere belirli bir durumda ihtiyaç duyulan, ölçüsüz veya aşırı bir yük getirmeyen, gerekli ve uygun değişiklik ve düzenlemeleri ifade eder.\" Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'nin \"Yeterli yaşam standardı ve sosyal koruma\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\" Taraf Devletler, engelli kişilerin kendileri ve aileleri için yeterli gıda, giyecek ve konut dahil olmak üzere yeterli bir yaşam standardına sahip olma ve yaşam koşullarının sürekli olarak iyileştirilmesi hakkına sahip olduklarını kabul etmektedirler ve engellilik nedeniyle herhangi bir ayrımcılık uygulanmadan bu hakkın gerçekleştirilmesini teşvik etmek ve korumak için gerekli adımları atacaklardır. Taraf Devletler, engelli kişilerin sosyal koruma ve bu haktan engellilik nedeniyle herhangi bir ayrımcılık uygulanmadan yararlanma hakkına sahip olduklarını kabul etmektedirler ve aşağıdaki amaçlara yönelik önlemler dahil olmak üzere bu hakkın gerçekleştirilmesinin teşvik edilmesi ve korunması için gerekli adımları atacaklardır: (a) Engelli kişilerin temiz su hizmetlerinden eşit şekilde yararlanmalarının sağlanması ve engelli olma ile ilgili gereksinimler konusunda gerekli ve uygun maliyetli hizmetler, cihazlar ve başka yardımlardan yararlanmalarının sağlanması; (b) Engelli kişilerin, özellikle de engelli kadın ve kızların ve engelli yaşlıların sosyal koruma programları ve yoksulluğun azaltılması programlarından yararlanmalarının sağlanması; (c) Yoksulluk içinde yaşayan engelli kişilerin ve ailelerinin, yeterli eğitim, danışmanlık, mali yardım ve geçici bakım yardımı dahil olmak üzere engelli olma ile ilgili giderler konusunda Devletin sağladığı yardımlardan yararlanmalarının sağlanması; (d) Engelli kişilerin sosyal konut programlarından yararlanmalarının sağlanması; (e) Engelli kişilerin emeklilik imkanları ve programlarından eşit olarak yararlanmalarının sağlanması.\" Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yerleşik içtihatlarına göre ayrımcılık, objektif ve mantıklı bir haklılık olmadan aynı durumdaki şahıslara farklı muamelede bulunmaktan ibarettir. Ancak Sözleşme'nin maddesi devletlere var olan eşitsizlikleri gidermek için gruplara farklı davranmayı yasaklamamaktadır, bu nedenle bazı şartlarda eşitsizliği gidermek için farklı muamelenin yapılmaması -makul gereklilikler olmadığı hâlde- söz konusu hükmün ihlaline neden olabilmektedir (Thlimmenos/Yunanistan [BD], B. No 34369/97, § 44; Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No 65731/01, § 51; H. ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti [BD], B. No:57325/00, 13/11/2007, § 175 ). AİHM, Sözleşme’nin maddesinin engellilerin tüm insan haklarını ve temel özgürlüklerini diğerleriyle eşit şekilde kullanmasını veya bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere engelli olan kişilerin beklemekte haklı oldukları -belirli bir durumda ihtiyaç duyulan, ölçüsüz veya aşırı bir yük yüklemeyen, gerekli ve uygun değişiklik ve düzenlemeler olarak ifade edilen- makul düzenlemeler bakımından Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'deki metinlerde yer alan gereklilikler ışığında incelenmesi gerektiği kanısına varmaktadır. AİHM'e göre bu türden makul düzenlemeler haklı gösterilemeyecek ve ayrımcılık teşkil eden olgusal eşitsizlikleri düzeltmeye imkân vermektedir (Çam/Türkiye, B. No: 51500/08, 23/2/2016, § 65). Sözleşme'ye taraf devletler, pozitif yükümlülükler alanında da takdir marjına sahiptir ve bu takdir marjı, taraf devletlerin sınırlı kaynaklarının dağılımında önceliklerin belirlenmesi söz konusu olduğunda özellikle geniştir (Sentges/Hollanda, B. No: 10522/83-11011/84-11070/84, 19/12/1989, §§ 40, 47; Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık, 9214/80-9473/81-9474/81, 18/5/1985, § 43). Nitekim AİHM, çocukların koruma altına alınması kararları bağlamında taraf devletlerin takdir marjının geniş olduğu belirtilmiştir (Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 27/6/1996, § 64). AİHM, Francine von Volsem/Belçika (B. No: 14641/89, 9/5/1990) başvurusunda çocuklarıyla yalnız yaşayan ve psikolojik sorunlarından ötürü düzenli bir işte çalışamayan kadın başvurucunun evinin ısınmasını sağlayan elektriğin borcundan dolayı kesilmesini Sözleşme'nin maddesi çerçevesinde insanlık dışı muamele kapsamında değerlendirmiştir. Ancak AİHM somut olayda maddenin aradığı asgari şiddet eşiğinin aşılmadığı gerekçesiyle maddenin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır. AİHM anılan kararıyla somut olaydaki ekonomik yetersizliklerden kaynaklı kötü yaşam koşullarını Sözleşme'nin maddesi altında değerlendirmiştir. Sosyal güvenlik hakkına ilişkin hususlar belli koşullar altında Sözleşme'nin maddesi kapsamında incelenebilir. Andersson/İsveç ((k.k.), B. No: 11776/85, 4/3/1986) başvurusunda başvurucu, herhangi bir işte çalışmayan ve evde kalıp çocuğuna bakmak isteyen bir annedir. Başvurucu bu tercihinin gerçekleşmesini teminen devlet nezdinde yapmış olduğu ailesine mali yardımda bulunulması talebinin reddedilmesinin Sözleşme'nin maddesindeki özel hayata saygı hakkına aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür. AİHM, Sözleşme'nin bireye mali yardım sağlanması şeklindeki bir hakkı güvence altına almadığını belirterek Sözleşme'nin maddesinin ihlal edilmediğini belirtmiştir. AİHM'in konuya ilişkin bir diğer örnek karara konu Vaughan/Birleşik Krallık (B. No: 12639/87, 12/12/1987) başvurusunda başvurucu; iki çocuğu olan, boşanmış bir erkektir. İşsiz olduğu için devletten işsizlik aylığı almaktadır. Başvurucu, velayeti annelerinde olan çocukları ile görüşmek için çok fazla yol parası ödemek zorunda kaldığını belirterek devletten bu masrafların da işsizlik aylığına dâhil edilmesi talebinde bulunmuş fakat başvurucunun söz konusu talebi reddedilmiştir. Başvurucu özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek müdahalenin Sözleşme'nin maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. AİHM, Sözleşme'nin maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkının bireylerin aile yaşamını tam olarak gerçekleştirmeleri için devletin mali yardım sağlaması yükümlülüğünü getirmediğini belirtmiştir. Sözleşme'nin maddesinin sosyal güvenlik hakkı bağlamında madde ile de bağlantılı olarak ileri sürüldüğü bir diğer başvuru olan Petrovic/Avusturya (B. No: 20458/92, 27/3/1998) başvurusunda başvurucu, devlet memuru olan karısının çalışması bebeğine bakmak için yarı zamanlı işinden izne ayrılmıştır. Başvurucu, çalışmayıp evde bebeğine baktığı için kendisine ödenek sağlanması talebinde bulunmuş fakat söz konusu ödenek ulusal hukuk uyarınca sadece yeni doğum yapanlara tanındığı gerekçesiyle reddedilmiştir (Petrovic/Avusturya, §§ 7-9, 20). AİHM öncelikle, Sözleşme'nin maddesinin çocuk bakım ödeneği şeklinde bir mali yardım sağlanması yönünde bir pozitif yükümlülük getirmediğini belirtmiştir. Dolayısıyla da bu yönde bir yardımın sağlanmamış olması, aile yaşamına saygı hakkı bakımından bir sorun doğurmayacaktır (Petrovic/Avusturya, § 26). Buna mukabil AİHM, çocuk bakım ödeneğinin ulusal hukuk çerçevesinde aile yaşamını geliştirmek için ödendiğini ve devletin bu yolla aile yaşamına saygısını gösterdiğini belirtmiştir. AİHM, sonuç olarak müdahale nedeniyle herhangi bir hakkın ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM, devletin ihtiyaç sahibi olduğunu iddia eden kişilere yönelik nakdi ödemelere ilişkin pozitif yükümlülüğü ile ilgili yukarıdaki kararlarının aksine negatif yükümlülüğün ihlali kapsamında kesinti suretiyle yapılan müdahalelere ilişkin kararlarında ise farklı bir yaklaşımı benimsemekte ve ihlal kararı vermektedir. AİHM'in konuya ilişkin örnek kararında (Béláné Nagy/Macaristan [BD], 53080/13, 10/2/2015) başvuru konusu olayda 2001 yılında, başvurucuya maluliyet maaşı bağlanmış, ancak başvurucunun engellilik derecesinin, faklı bir yöntem kullanılarak daha az seviyede olduğuna ilişkin yeniden değerlendirme yapılarak maluliyet maaşı iptal edilmiştir. Başvurucu, sonraki yıllarda tekrar muayene olmuş ve en sonunda gerekli engellilik düzeyinde olduğu değerlendirilmiştir. Buna mukabil, 2012 yılında yürürlüğe giren yeni mevzuatla sosyal güvenlik güvencesinin süresiyle ilgili ek uygunluk kriterleri getirilmiştir. Başvurucu bu kriterleri karşılamamıştır. Sonuç olarak, maluliyet derecesi, yeni sistem kapsamında başvurana maluliyet ödeneği hakkı sağlasa da başvuruları reddedilmiştir. Béláné Nagy/Macaristan [BD] kararında AİHM'e göre, her ne kadar Devletler engellilik bakımına erişimi düzenleme konusunda belirli bir takdir payına sahip olsa da bu türden bir bakım bir kez verildikten sonra Devletler bu hakkı özünden yoksun bırakacak kadar ileri gidemez. Bu bağlamda AİHM, başvurucunun makul ve orantılı bir kesintiye tabi tutulmak yerine engellilik bakımından tamamen mahrum bırakıldığını kaydetmiştir. Olayların bu gidişatı başvuranın maluliyet yardımlarına erişim koşulları üzerinde esaslı ve öngörülemez bir değişiklik anlamına gelmiştir. Dolayısıyla başvurucu bu koşullar altında aşırı ve orantısız bir yük altına sokulmuştur. AİHM özellikle, başvurucunun maluliyet yardımına erişim koşullarındaki köklü ve öngörülemez değişiklik nedeniyle, maluliyet bakımından tamamen yoksun bırakıldığını kaydetmiştir. AİHM’in, ödenmekte olan mevcut bir sosyal güvenlik aylığı veya yardımının, ilgili ödeme koşulları değiştirilmek suretiyle tamamen kesilmesine yönelik benzeri müdahalelerin ölçüsüz olduğuna dair Béláné Nagy/Macaristan kararıyla aynı doğrultuda verilmiş yakın tarihli başka ihlal kararları da bulunmaktadır (Kranjc/Slovenya, B. No: 38775/14, 31/10/2017; Fedulov/Rusya, B. No: 53068/08, 8/10/2019). ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40383", "Başvuru Konusu":"Başvuru, engelli aylığı almakta olan başvurucunun kazanılmış haklara saygı ilkesine aykırı olarak aylığının kesilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, özel bir güvenlik şirketinde çalışan başvurucunun sosyal medyada beğendiği paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1976 doğumlu olup iş akdinin feshedildiği 27/7/2016 tarihine kadar özel bir güvenlik şirketine bağlı güvenlik görevlisi olarak Anadolu Üniversitesinde belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu 15/7/2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden bir gün sonra Facebook isimli sosyal medya hesabı üzerinden başka hesaplar tarafından yapılan iki ayrı paylaşımı \"Beğen\" butonuna basarak beğenmiştir. Güvenlik şirketi, başvurucunun bahse konu paylaşımları beğenmiş olmasının suçu ve suçluyu övdüğü anlamına geldiğini değerlendirerek iş akdini 27/7/2016 tarihinde \"haklı nedenle\" feshetmiştir. Başvurucu; fesih işleminin haksız olduğunu iddia ederek işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Eskişehir İş Mahkemesi (Mahkeme) 20/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme; ülkenin içerisinde bulunduğu olağanüstü dönem içerisinde işverenlerden şüphelendikleri kişilerle çalışmalarının beklenemeyeceği, haklılık derecesi tam anlamıyla oluşmadığı düşünülse bile şüpheli bir durumun varlığı nedeniyle işverenin şüphe feshinin geçerli olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/4/2017 tarihinde Mahkemenin kararını kaldırmıştır. Gerekçeli kararında Bölge Adliye Mahkemesi; Mahkemenin hangi paylaşımı esas alarak karar verdiğinin anlaşılamadığını, davacının beğeni yapıp yapmadığı, yaptı ise hangi paylaşımları beğendiği konusunda uzman teknik bilirkişiden rapor alınarak feshin geçerli veya haklı nedene dayanıp dayanmadığının tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Anılan karar üzerine Mahkeme, dosyayı bilirkişiye tevdi etmiştir. Bilirkişi başvurucunun sosyal medya hesabına girememesi üzerine başvurucunun rızası ile şifresini alarak başvurucunun hesap geçmişini incelemiştir. Bilirkişi raporunda başvurucunun iki ayrı paylaşımı beğendiğini tespit etmiştir. Paylaşımlardan ilki A.G. isimli bir şahıs tarafından yapılan 16/7/2016 tarihli \"camide okunan sela camiye gelin diye okunur, sokağa çıkın diye değil\" şeklindeki bir paylaşımdır. Diğeri ise yine aynı tarihte özel harekat isimli bir hesap tarafından yapılan şöyle bir paylaşımdır:\"Bir tane er düşünün,Ankara gibi bir yerde askerlik yapıyor.Etrafında oksijenden çok rütbeli asker mevcut.Yat diyorlar yatıyor, kalk diyorlar kalkıyor.Gece 2'de kalkıp 4'e kadar nöbet tutuyor.Nöbet çıkışı geri uyuyup 6'da uyanıyor.Soğuk su ile traşını oluyor.Kibrit kutusu gibi 3 tane kahvaltılık ile karnını doyuruyor.Aklında annesi, babası belki de 300 gündür yüzünü görmediği sevdikleri.Tanka bin diyorlar biniyor,Sür diyorlar sürüyor,Dur diyorlar duruyor.Karşısında, sözde elinde şerefini koruduğu millete mensup bir kitle.Su şişesi atıyor, taş atıp sopa sallıyor. araçtan indirilip linç edilmeye çalışılıyorElinde askerliği boyunca en fazla 20 kez mermi attığı silahı var, yine onu kullanmıyor.Korkulu ve şaşkın gözlerle etrafa bakıyor.Gözü dönmüş, sözde milletin iradesi de kafire saldırır gibi salyalarını en fazla 20 yaşında Olan er'in üzerine akıtıyor.Görüntüler, videolar ortada.biri bile silahını kullanmıyor!Şimdi bunları geçelim, o er'i televizyonda izleyen annesine gelelim, 20 yaşına kadar gözünden sakındığı, vatana kurban olsun diye eline kına yakıp yolladığı oğlunu bu şekilde görüyor. Bütün dinler toplansa, dünyadaki tüm inançlar birleşse, bu ananın hakkını verin dese, bütün insanlar toplansa yine ödeyemez. Benim gözümde, ailem dahil bilerek veya bilmeyerek kim bu meydanlara inmişse, kim bu oyuna ortak olmuşsa, o insanda şeref namına bir zerre bile yoktur.\" Mahkeme 6/9/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme; önceki gerekçesini yineleyerek olayda şüpheli bir durum olduğu ve işverenin şüphe feshinin geçerli olduğu kanaatine varmıştır. İstinaf edilmesi üzerine kararı inceleyen Bölge Adliye Mahkemesi, iş ilişkisinin devamı için gerekli güven ilişkisinin sarsıldığı değerlendirmesinde bulunarak 13/7/2018 tarihinde istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 18/10/2018 tarihinde herhangi bir gerekçe belirtmeden kararın onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 4/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 31/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/558", "Başvuru Konusu":"Başvuru, özel bir güvenlik şirketinde çalışan başvurucunun sosyal medyada beğendiği paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mahkûmiyet kararının onanmasına ilişkin görüş içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin tebliğ edilmemesi ve haksız olarak mahkûmiyete karar verilmiş olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Van Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen S.2010/1243 sayılı soruşturma neticesinde KCK-TM Van yapılanmasında il sorumlusu olduğu iddiasıyla ve örgüt üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle 18/7/2010 tarihinde başvurucu hakkında dava açılmıştır. Van Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun müsnet suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan onama istemli tebliğnamenin başvurucuya veya müdafiine tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi veya kayda rastlanmamıştır. Tebliğnamede, mahkûmiyet kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanması talep edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2013 tarihli ve E.2013/4819, K.2013/15435 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 29/1/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 25/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası karar tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle şöyledir: “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsi davacı veya vekillerine dairesince tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak cevap verebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 1/6/2010 tarihinden geçerli olmak üzere Protokol'le değişik maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Aşağıdaki hallerde Mahkeme, madde uyarınca sunulan bireysel başvuruları kabul edilemez bulur: a) Başvurunun konu bakımından Sözleşme veya Protokollerinin hükümleriyle bağdaşmaması, açıkça dayanaktan yoksun veya bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olması veya; b) Başvurucunun önemli bir zarar görmemiş olması; meğer ki Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesi başvurunun esastan incelenmesini gerektirsin. Ancak ulusal bir mahkeme tarafından gereği gibi incelenmemiş hiçbir dava bu gerekçe ile reddedilemez.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesine Protokol'le eklenerek 1/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren önemsiz zarar kriterine ilişkin içtihadında bu yeni kriterin, Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan hakların Avrupa düzeyinde hukuksal açıdan korunmasını sağlama yönündeki temel görevine yoğunlaşması için önemsiz başvuruları ivedilikle inceleme olanağı vermesi amacıyla oluşturulduğunu belirtmektedir (Stefanescu/Romanya (k.k.), B. No: 11774/04, 12/4/2011, § 35). Deminimis non curat praetor prensibine göre yeni kabul edilebilirlik şartının -bir hak ihlali ne denli gerçek olursa olsun- uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiği görüşüne dayanır (Korolev/Rusya (k.k.), B. No: 25551/05, 1/7/2010). Bu kriterin incelenmesinde ihlal edildiği iddia edilen hakkın mahiyetini, ihlal iddiasının ciddiyeti ve/veya ihlalin başvuranın kişisel durumu üzerinde oluşturacağı olası sonuçları da gözönünde bulundurmak gerekir (Giusti/İtalya, B. No: 13175/03, 18/10/2011, § 34). AİHM, söz konusu kriteri uygularken Sözleşme ve protokollerinin güvence altına aldığı insan haklarına saygının başvurunun esastan incelenmesini gerektirip gerektirmediği hususunu da incelemektedir. Bu kapsamda AİHM, önem kriteri getirilmeden önce deönüne gelmiş olan Sözleşme ile ilgili hususta açık ve çokça uygulanmış olan bir içtihadın bulunması durumunda bu incelemenin yapılmasının gerekli olmadığına hükmettiğini (Van Houten/Hollanda (kayıttan düşürme), B. No: 25149/03, 29/9/2005, §§ 33-38; Kavak/Türkiye (k.k.), B. No: 34719/04 ve 37472/05, 19/5/2009) hatırlatarak mahkeme içtihatlarını genişletebilecek veya bunlara katkı sağlayabilecek nitelikteolmayan başvuruları incelememektedir (Tayfun Görgün/Türkiye (k.k.), B. No: 42978/06, 16/9/2014). AİHM, Danıştay savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin şikâyeti incelemiş; Danıştay savcısının görüşünde başvurucunun yorum yapmasını gerektirecek yeni herhangi bir argümanın ileri sürülmediği, Danıştayın başvurucunun temyiz başvurusunu reddetmek için söz konusu görüşe dayanmadığı ve ilgililerin söz konusu görüşe cevap olarak davanın incelenmesi için yeni ve uygun belgeler ileri sürdüklerini kanıtlayamadıkları saptamasında bulunarak yukarıda belirtilen kriter kapsamında kabul edilemezlik kararı vermiştir (Aysel Kılıç ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 33162/10). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2517", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mahkûmiyet kararının onanmasına ilişkin görüş içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin tebliğ edilmemesi ve haksız olarak mahkûmiyete karar verilmiş olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından sakıncalı bulunan mektubun alıcısına gönderilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme suçlarından Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu 24/10/2016 tarihinde bir gazeteciye gönderilmek üzere mektup yazmıştır. Başvurucu; mektubunda mektubun muhatabı olan gazetecinin zindanda kalan kendisi gibi tutsakların sorunlarını işlediğinden, Ceza İnfaz Kurumunda darbe girişimi öncesi çok kısıtlı olan haklarının tamamen elinden alındığından, sosyal ve sportif faaliyetlere katılmasına izin verilmediğinden, revir ve hastane sevklerine acil olma şartının getirildiğinden, kitaplarına sınırlama getirildiğinden, mektuplarının gönderilmediği gibi gelen mektupların da kendisine verilmediğinden, suç duyurusu dilekçelerinin ilgili yerlere ulaştırılmadığından, bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna sürgün olarak gönderildiğinden, üç kişilik odalarda altı kişi kaldıklarından bahsetmiştir. Mektupta son olarak kamuoyu oluşması için Ceza İnfaz Kurumunda yaşanan sorunlara gazetede yer verilmesi isteğini dile getirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 31/10/2016 tarihli kararıyla, anılan mektupla birlikte farklı kişilere ait olan toplam yirmi dokuz mektubun kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış ifadeler içerdiğinden bahisle sakıncalı olduğu değerlendirilen bu mektuplara el konulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 5/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini Disiplin Kurulu kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2017 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 13/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un \"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.\" 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) \"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.  (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır.\" Tüzük'ün \"Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların verilmesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine 'görüldü' kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir. (2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır. (3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” Tüzük'ün \"Sakıncalı görülen mektuplar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır. (2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir. (3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No:15672/08, 11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73 ..., 25/3/1983, § 98). AİHM, her somut olayda kamu makamlarının bu değerlendirmeyi yaparken mektup gönderme ve almanın bazı durumlarda ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ve tutukluların dış dünya ile tek bağlantısı olduğu gerçeğini gözönünde bulundurması gerektiğini belirtmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, B. No:13590/88, 25/3/1992, § 45). AİHM kararlarına göre haberleşme hürriyetine müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, § 34). AİHM'in Gülmez/Türkiye (B. No:16330/02, 20/5/2008) kararında 5275 sayılı Kanun'un ceza infaz kurumlarında mektupların denetlenmesine yönelik hükümlerinin herhangi bir haksız müdahaleye karşı yerinde koruma sağlayabilecek derecede açık ve ayrıntılı olduğu tespiti yapılmış, 5275 sayılı Kanun'un Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaları Önleme Komitesi tarafından incelendiği, herhangi bir eleştiriye maruz kalmadığı belirtilmiştir (Gülmez/Türkiye, § 51). AİHM içtihatlarında ifade edilen demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 97). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklu olanlar, Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). Bunun yanı sıra yapılacak değerlendirmede hükümlüler hakkında uygulanan infaz rejiminin ve mahkûmiyet sebeplerinin de dikkate alınması gerekmektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 98, 102; Atilla ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 18139/07, 11/5/2010). AİHM “yetkililerin hor görmesine dikkat çekmek”, “ceza infaz kurumu yönetimi yetkililerine hakaret içeren sözler sarf etmek”, “ceza infa kurumu personeli hakkındaki iddialar” gibi unsurları içeren şahsi mektupların engellenmesinin demokratik bir toplum için gereklilik oluşturmadığını belirtmiştir (Fazıl Ahmet Tamer/Türkiye, B. No: 6289/02, 5/12/2006, § 53). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısımları şöyledir:\"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ...\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20669", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından sakıncalı bulunan mektubun alıcısına gönderilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 22/12/2006 tarihli iddianamesiyle 4/8/2006 tarihinde kasten yaralama suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin 1/7/2008 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/3/2012 tarihli kararıyla bozulmuş; bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 9/10/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20383", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurudaki diğer şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna; bu kararda incelenen şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvurunun niteliği ve başvuruda varılan sonuç dikkate alınarak Bakanlık görüşünün beklenmesine gerek görülmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Eruh Cumhuriyet savcısı olarak görev yaparken 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra hakkında -kamu makamlarınca ve yargı organlarınca darbe teşebbüsünü gerçekleştiren örgüt olduğu belirtilen- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Siirt Sulh Ceza Hâkimliği 14/8/2016 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/11/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği de başvurucunun anılan karara yaptığı itirazı 6/12/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu 5/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kanun değişikliği nedeniyle yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 20/6/2017 tarihinde delil durumunu dikkate alarak başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 1/12/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/530 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 13/4/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun beraatine karar vermiştir. Anılan karar istinaf kanun yoluna başvurulmadan 24/4/2018 tarihinde kesinleşmiştir. UYAP'ta yapılan incelemeden başvurucunun 18/7/2018 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde başvuru konusu tutuklama nedeniyle uğradığı zararın tazmini için maddi ve manevi tazminat davası açtığı anlaşılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 19/9/2019 tarihli kararıyla başvurucunun maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile 113,12 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir. ...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/7439", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu olarak bulunan başvurucu; çocuklarının eğitim durumu nedeniyle hafta içi belirlenen ziyaret gününün hafta sonuna alınması için Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (Kurul) müracaat etmiştir. Başvurucunun talebi reddedilmiştir. Ret kararının gerekçesinde; ceza infaz kurumunda kapasitenin üzerinde mahpus barındırılması, personel yetersizliği ile kurum asayiş ve güvenliği gözönüne alındığında ziyaret gününün belirlenenden başka bir güne alınmasının güvenlik sorunlarına neden olacağı vurgulanmıştır. Başvurucunun bu karara karşı Osmaniye İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet, Kurul kararındaki gerekçelere istinaden reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 27/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8674", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mahkemece yapılan yargılama sonucunda kurulan hükmün gerekçesinde çelişkili ifadelere yer verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, konut dokunulmazlığını ihlal etme ve kişisel verilerin kaydedilmesi suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık; başvurucunun kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, konut dokunulmazlığını ihlal etme ve kişisel verilerin kaydedilmesi suçlarından cezalandırılması talebiyle 17/5/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlamıştır. Mahkeme, yetkisizlik kararı vererek dosyanın nöbetçi yetkili Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine yargılamaya Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) devam etmiştir. Mahkeme 24/4/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, konut dokunulmazlığını ihlal ve kişisel verilerin kaydedilmesi suçlarını işlediği gerekçesiyle çeşitli hapis cezalarına hükmetmiş; verilen hapis cezalarını ertelemiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...[s]anığın kişilik özellikleri, duruşmadaki tutum ve davranışları gözönüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılamaması sebebi ile hakkında CMK’nın maddesi uygulanma[masına], sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmaması, bir daha suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde olumlu kanaat gelmiş olması dikkate alınarak hakkında verilen ceza[ların] TCK nun maddesi gereğince ertelenmesine karar verilmiş...[tir.]\" Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) tarafından esastan reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 31/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 26/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak gerekçeli karar hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36445", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mahkemece yapılan yargılama sonucunda kurulan hükmün gerekçesinde çelişkili ifadelere yer verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/17518 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/17518 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17518", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yasa önünde eşitlik, masumiyet karinesi, suç ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın , , , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 29/11/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1958 doğumlu olup Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/7/2010 tarih ve 2010/185 soruşturma, 2010/564 esas sayılı iddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek başvurucu hakkında 19/7/2010 tarihinde kamu davası açılmıştır. Başvurucunun, “dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu, sanığın konumu itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK. maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı …” gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararıyla tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müteaddit defalar tutukluluk haline son verilmesini yetkili mahkemelerden talep etmiş ancak bu talepleri ile ilgili bir sonuç elde edememiştir. Başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283 sayılı kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçundan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri uyarınca 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “tutuklu sanıklara verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı, tutuklu kaldıkları süre, verilen ceza miktarına göre kaçma şüphesi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 6/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk Başvurucu hakkında isnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Kanun yollarına başvurma hakkıMadde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1005", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yasa önünde eşitlik, masumiyet karinesi, suç ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 2. , 6. , 9. , 1 , 19. , 36. , 37. , 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede bitirilmemesi ve soruşturma aşamasında verilen kısıtlama kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İnegöl Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 13/1/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. İnegöl Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 16/1/2009 tarihinde yapılan sorgunun ardından başvurucu suç işlemek için silahlı örgüt kurma, kurulan örgüt kapsamında kasten öldürme, kasten yaralama, nitelikli yağmaya teşebbüs ve tehdit etme ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından dolayı tutuklanmıştır.İnegöl Cumhuriyet Başsavcılığının 25/3/2010 tarihli ve 2010/23 sayılı fezlekesi ile soruşturma dosyası (CMK mülga maddesi ile görevli) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 4/5/2010 tarihli ve E.2010/413 sayılı iddianamesi ile 21 kişi ile birlikte başvurucu hakkında silahlı suç örgütünün yöneticisi olma, kasten öldürmeye teşebbüs, kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, nitelikli yağmaya teşebbüs, nitelikli tehdit, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, E.2010/188 sayılı dosya kapsamında ilk duruşmasını 11/10/2010 tarihinde yaparak başvurucunun savunmasını almış ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 12/11/2013 tarihinde yapılan celsede esas hakkında savunmalarını hazırlamayan sanık müdafilerine son kez süre verilerek, tutukluluk hâlinin devamına ve duruşmanın 6/2/2014 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir.6/2/2014 tarihinde yapılan celsede sanıkların tutuklu kaldığı süre ve Anayasa Mahkemesinin emsal kararları dikkate alınarak adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.Başvurucu hakkındaki dava,İnegöl Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. İnegöl Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/53 sayılı dosyasında yargılama devam etmektedir.Başvurucu, 4/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3484", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede bitirilmemesi ve soruşturma aşamasında verilen kısıtlama kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, farklı kurumlar tarafından gerçekleştirilen ihalelerle ilgili olarak Kamu İhale Kurumuna (KİK veya Kurum) yapılan itirazen şikâyet başvurularında alınan başvuru bedellerinin, lehe karar verilmesine rağmen şikâyet edene iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvurular, 16/5/2013 ve 5/6/2013 tarihlerinde Diyarbakır ve Asliye Hukuk Mahkemeleri vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurularda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvuruların karara bağlanabilmesi için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden 17/2/2014 tarihinde İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca birinci başvuru, 20/2/2014 tarihinde İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca ikinci başvuru dosyalarının Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/9/2014 tarihinde, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/3833 numaralı bireysel başvuru dosyasının, 2013/3389 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/3389 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgesi ve eklerinin bir örneği 16/10/2014 tarihinde görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 23/12/2014 tarihinde başvurucuya bildirilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: 2013/3389 Numaralı Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu şirket, Hakkari Kamu Hastaneleri Birliği tarafından yapılan “2013 Yılı Malzemeli Mutfak Hizmetleri İhalesi”ne katılmış ancak ihaleyi başka bir şirket kazanmıştır. Başvurucu, ihalenin aşırı düşük fiyat sorgulaması yapılmaksızın adı geçen şirket üzerinde bırakılmasının kamu ihale mevzuatına uygun olmadığını belirterek 25/2/2013 tarihinde ihaleyi yapan kamu idaresine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İdare, 27/2/2013 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiş; başvurucu, 6/3/2013 tarihinde KİK’e itirazen şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun maddesinin (j) bendinin (2) numaralı alt bendi uyarınca, itirazen şikâyet başvuru bedeli olarak 013,00 TL yatırmıştır. KİK’in karar organı olan Kamu İhale Kurulu, 8/4/2013 tarihli ve 1715 sayılı kararı ile mevzuata aykırı ihale işlemlerinin düzeltici işlemle giderilebilecek nitelikte işlemler olduğunu tespit ederek ihaleye katılan bir kısım firmaların, teklifte önemli olduğu tespit edilen bileşenler ile bir haftalık örnek yemek listesi bildirilmeleri suretiyle aşırı teklif sorgulaması yapılmasına ve bu aşamadan sonraki ihale işlemlerinin mevzuata uygun olarak yeniden gerçekleştirilmesine karar vermiştir. Kamu İhale Kurulunun anılan kararı, 18/4/2013 tarihinde başvurucu şirkete tebliğ edilmiştir. 2013/3833 numaralı Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu şirket, aynı yıl içerisinde Beyşehir (Konya) Belediye Başkanlığı tarafından yapılan “Fen İşleri Müdürlüğüne Destek İhalesi”ne katılmış ancak ihaleyi başka bir şirket kazanmıştır. Başvurucu, ihalenin kamu ihale mevzuatına uygun olmadığını belirterek 21/2/2013 tarihinde ihaleyi yapan kamu idaresine şikâyette bulunmuştur. İdare, 25/2/2013 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiş; başvurucu, 6/3/2013 tarihinde KİK’e itirazen şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu, Kurum hesabına itirazen şikâyet başvuru bedeli olarak 013,00 TL yatırmıştır. Kamu İhale Kurulu, 24/4/2013 tarihli ve 1889 sayılı kararı ile ihale işlemlerinin mevzuata aykırı olarak yapıldığını ve bu işlemlerin düzeltici işlemle giderilmeyecek nitelikte olduğunu belirterek ihaleyi iptal etmiştir. Karar 7/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:“İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır... …” 4734 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendi şöyledir: “ İhalenin başlangıcından sözleşmenin imzalanmasına kadar olan süre içerisinde idarece yapılan işlemlerde bu Kanun ve ilgili mevzuat hükümlerine uygun olmadığına ilişkin şikâyetleri inceleyerek sonuçlandırmak” 4734 sayılı Kanun'un maddesinin (j) bendinin (2) numaralı alt bendi şöyledir: “Kurumun gelirleri aşağıda belirtilmiştir: …Yaklaşık maliyeti beş yüz bin Türk Lirasına (Beşyüzotuzbirbinsekizyüz Türk Lirasına) kadar olan ihalelerde üç bin Türk Lirası (Üçbin yüzdoksan Türk Lirası), beş yüz bin Türk Lirasından (Beşyüzotuzbirbin sekizyüz Türk Lirasından) iki milyon Türk Lirasına (İkimilyon yüzyirmiyedibinikiyüz Türk Lirasına) kadar olanlarda altı bin Türk Lirası (Altıbinüçyüzseksenbir Türk Lirası), iki milyon Türk Lirasından (İkimilyonyüzyirmiyedibin ikiyüz Türk Lirasından) on beş milyon Türk Lirasına (Onbeşmilyon dokuzyüzellidörtbin Türk Lirasına), kadar olanlarda dokuz bin Türk Lirası (Dokuzbin beşyüzyetmişiki Türk Lirası), on beş milyon Türk Lirası (Onbeşmilyondokuzyüzellidörtbin Türk Lirası) ve üzerinde olanlarda on iki bin Türk Lirası (Onikibin yediyüzaltmışüç Türk Lirası) tutarındaki itirazen şikâyet başvuru bedeli.” 4734 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Şikâyetler ile ilgili Kurum tarafından verilen nihai kararlar Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde dava konusu edilebilir ve bu davalar öncelikle görülür.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) maddesi aşağıdaki gibidir:“ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3389", "Başvuru Konusu":"Başvuru, farklı kurumlar tarafından gerçekleştirilen ihalelerle ilgili olarak Kamu İhale Kurumuna (KİK veya Kurum) yapılan itirazen şikâyet başvurularında alınan başvuru bedellerinin, lehe karar verilmesine rağmen şikâyet edene iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ithalat ve ihracat yapan bir anonim şirkettir. Başvurucu Şirket 28/10/1999 tarihli \"Dahilde İşleme İzin Belgesi\" kapsamında deri ithal etmiştir. İthal edilen deri, ihraç taahhüdü kapsamında işlenmesi için verildiği firmanın fabrikasında çıkan yangında tümüyle telef olmuştur. Bu nedenle başvurucu Şirket, ihracatın fiilen gerçekleştirilmesi koşulu aranmaksızın taahhüdün kapatılmasını istemiştir. Başvurucu Şirket, isteminin davalı idare tarafından reddedilmesi üzerine idari yargı yoluna gitmiştir. Yangının mücbir sebep olarak kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, anılan karar kesinleşmiştir. Başvuru Şirkete teminat bedelinin 18/6/2009 tarihinde ödendiği ancak yargı kararı uyarınca ödenen teminat bedeline aradan uzun bir süre geçmesine karşın faiz tahakkuk ettirilmediği anlaşılmaktadır. Başvurucu Şirket 28/10/1999 tarihli \"Dahilde İşleme izin Belgesi\" uyarınca davalı idare tarafından alınan teminatın süresinde geri ödenmemesi nedeniyle 000,00 TL maddi zararın ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesince (Mahkeme) 7/7/2010 tarihli karar ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, geçici teminatın 18/6/2009 tarihinde başvurucu Şirkete faizsiz olarak ödenmesi üzerine faiz ya da yoksun kalınan kârın ödenmesi istemiyle ya altmış gün içinde doğrudan dava açılması ya da davalı idareye başvuruda bulunulduktan sonra başvuruya kadar geçen süre de hesaba katılarak altmış gün içinde dava açılması gerektiği ifade edilmiş; 18/6/2009 tarihinde ödeme yapılması üzerine altmış günlük dava açma süresinin son gününün adli tatile rastlaması nedeniyle en geç 11/9/2009 tarihine kadar doğrudan dava açma yolunu seçen başvurucu Şirket tarafından davanın açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 14/9/2009 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu Şirket bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucu Şirket temyiz dilekçesinde; uygulamanın adli yılın 6 Eylül'de başlaması şeklinde olduğunu, Danıştayın adli tatil nedeniyle uzayan dava açma süresinin son gününün 12 Eylül olduğu yönünde çok sayıda kararının bulunduğunu, bu sebeple yerleşik uygulamaya güvendiğini ifade etmiştir. Dava açma süresinin son gününün adli tatile rastlaması ve 12 Eylül'ün Cumartesi günü olması nedeniyle 14/9/2009 tarihinde kayda giren dilekçeyle süresinde dava açtıklarını ileri sürmüştür. Temyiz istemini inceleyen Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) tarafından ilk derece mahkemesi kararı 27/10/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 13/6/2016 tarihli kararla reddedilmiştir. Nihai karar 29/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun \"Sürelerle ilgili genel esaslar\" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:\"Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.\" 2577 sayılı Kanun'un \"Çalışmaya ara verme\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin bireysel başvuruya dayanak davaların açıldığı tarihte yürürlükte olan şekli şöyledir:\"(Değişik birinci cümle: 14/7/2004-5219/11 md.) Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar çalışmaya ara verirler.\" Söz konusu cümlenin 2577 sayılı Kanun'un yürürlüğe ilk girdiği 20/1/1982 tarihindeki şekli şöyledir:\"Bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri her yıl Temmuz ayının yirmisinden Eylül ayının altısına kadar çalışmaya ara verirler.\" Belirtilen cümlenin yürürlükte olan şekli şöyledir:\"(Yeniden düzenlenen birinci cümle: 27/6/2013-6494/18 md.) Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.\" Danıştay İçtihadı Danıştay Dördüncü Dairesinin 15/10/2008 tarihli ve E.2008/1080, K.2008/3641 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"[2577 sayılı Kanun'un] maddesinde de; bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinin her yıl Ağustos'un birinden Eylül'ün beşine kadar çalışmaya ara verecekleri belirtilmiştir.Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler uyarınca idari yargı yerleri her yıl Ağustos ayının birinci gününden Eylül ayının beşinci günü mesai saati bitimine kadar çalışmaya ara vermektedirler. Bu nedenle sürenin son gününün anılan tarihler arasına rastlaması hâlinde 12 Eylül günü mesai bitimine kadar sürenin uzadığı kabul edilmektedir.Dosyanın incelenmesinden, dava konusu işlemin davacıya 2007 tarihinde tebliği üzerine davanın 2007 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, sürenin son gününün çalışmaya ara verme zamanına rastlaması nedeniyle, 2007 tarihi mesai bitimine kadar dava açılması mümkün olup dava bu tarihte açıldığından [davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair] vergi mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.\" Danıştay Dördüncü Dairesinin 22/6/2010 tarihli ve E.2009/8980, K.2010/3763 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"[2577 sayılı Kanun'un maddesinde] ara vermenin son günü Eylül'ün dördü olarak belirlenmiştir.Dava dosyasındaki tebliğ alındısının ve tebliğ tarihlerine ilişkin kayıtların incelenmesinden, Dairemiz kararının davacı vekilinin bizzat kendisine, 2009 tarihinde tebliğ edildiği, 15 günlük karar düzeltme süresinin bitiminin çalışmaya ara verme süresi içinde kaldığı Eylül ayının 4 ünü izleyen tarihten itibaren ve karar düzeltme süresinin 2009 gününe kadar uzamasına rağmen davacının bu süreyi geçirdikten sonra 2009 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, tebliğ tarihini izleyen onbeş günlük yasal süre geçirildiğinden süre aşımı nedeniyle karar düzeltme isteminin incelenmesi mümkün değildir.\" Danıştay Altıncı Dairesinin 3/3/2009 tarihli ve E.2007/3391, K.2009/2028 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"Yukarıda anılan Yasa maddesinin değerlendirilmesinden 'Eylül'ün beşine kadar' ibaresinden, Eylül'ün beşinin de ara verme zamanına dâhil olarak, dolayısıyla dava açma süresinin son gününün Eylül'ün beşine rastlaması hâlinde, dava açma süresinin altı Eylül'den itibaren yedi gün uzamış sayılacağının kabulü gerekmektedir.Bu durumda, 1/1000 ölçekli imar planının 2005-2005 tarihleri arasında askıya çıkarıldığı, davacının askı süresi içinde 2005 tarihinde yaptığı itirazın askı tarihinin son gününden itibaren 60 gün içinde cevaplandırılmayarak istemin zımnen reddi üzerine 60 günlük dava açma süresinin son günü çalışmaya ara verme zamanına (beş Eylül) rastlaması nedeniyle dava açma süresi 2005 tarihine kadar uzayacağından 2005 tarihinde açılan davada süreaşımı bulunmadığı açıktır.Bu itibarla uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekeceğinden, davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin mahkeme kararında isabet görülmemiştir.\" Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 14/6/2012 tarihli ve E.2010/2825, K.2012/4080 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"...çalışmaya ara vermenin '...Eylül'ün beşine kadar...' süreceği ifade edilerek, Eylül'ün beşi çalışmaya ara vermenin sona erdiği gün olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla Danıştay dairelerinin Eylül'ün altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama bulunmamaktadır. Nitekim sözü edilen düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda olduğu bilinen gerçektir.Diğer taraftan, Türk yargı sisteminin bir kolu olan idari yargı kanadında çalışmaya ara vermenin Eylül ayının günü,diğer kanadı olan adli yargı yerlerinde ise yıllardır uygulanan ve tartışmasız olan Eylül'ün günü biteceği şeklindeki bir yorum, yargılama usulünde bir karmaşaya da yol açacaktır.Bu durumda 12 Eylül tarihinde açılan dava süresinde olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süre aşımı yönünden reddinde isabet görülmemiştir.\" İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 22/11/2016 tarihli ve E.2014/111, K.2016/304 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"... davacı tarafından başvurunun reddine ilişkin işlemin öğrenildiği ve itiraz edildiği 01/4/2011 tarihinden itibaren 60 gün içinde (en son 31/5/2011 tarihine kadar) cevap verilmemesi nedeniyle itiraz reddedilmiş sayılacağından ve bu tarihten itibaren 60 gün içinde (30/07/2011 tarihinin hafta sonuna rastlaması nedeniyle 01/8/2011 tarihine kadar, bu tarihin de adli tatile rastlaması nedeniyle) en son 11/9/2011 tarihine kadar dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 12/9/2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle 'davanın süre aşımı yönünden reddine' karar verilmiştir.Davacı, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir....Dosyanın incelenmesinden; davacının, 01/4/2011 tarihinde, davalı idareye yaptığı başvurunun reddedildiğini öğrendiği ve aynı tarihte davalı idareye itiraz ettiği;31/5/2011 tarihine kadar davalı idarenin cevap vermemesi nedeniyle davacının itirazının zımnen reddedildiğinin kabul edilmesi gerektiği ve davacının, bu tarihten itibaren 60 gün içinde (30/7/2011 tarihinin hafta sonuna rastlaması nedeniyle 01/8/2011 tarihine kadar, bu tarihin de adli tatile rastlaması nedeniyle) en son 11/9/2011 tarihine kadar dava açması gerektiği, fakat bu tarihin de tatil gününe yani pazar gününe rastladığı;bu nedenle dava açma süresinin 12/9/2011 tarihine uzadığı anlaşıldığından bu haliyle dava süresinde olduğu sonucuna varıldığından temyize konu kararda, usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.\" Vergi Dava Daireleri Kurulunun (VDDK) 5/3/2014 tarihli ve E.2013/111, K.2014/147 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"... Davayı inceleyen Antalya Vergi Mahkemesi, 2009 günlü ... kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 ve 8'inci maddeleri ile 14'üncü maddesinin fıkrasının (e) bendi, 15'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendi ve 61'inci maddesine değinerek; dava konusu encümen kararının 2009 tarihinde tebliği üzerine 2009 tarihinde dava açıldığı, 2577 sayılı Kanunun sözü edilen hükümleri uyarınca, davanın, otuz günlük dava açma süresinin bitiminin çalışmaya ara verme zamanına rastlaması nedeniyle ara vermenin sona erdiği günü, yani Eylül ayının dördünü izleyen tarihten itibaren yedi gün içinde olmak üzere, en son 2009 (Cuma günü) tarihine kadar açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra 2009 tarihinde açılan davanın süreaşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davayı süreaşımı nedeniyle reddetmiştir.Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi 2012 günlü ... kararıyla; ... her sene Ağustos ayının birinden Eylül'ün beşine kadar çalışmaya ara vermelerinin öngörüldüğü, bu kuralda çalışmaya ara verme süresinin, bu sürenin başladığı ve sona erdiği gün açıkça gösterilerek belirlendiği,... çalışmaya ara vermenin '...Eylül'ün beşine kadar...' süreceği ifade edilerek, Eylül'ün beşi çalışmaya ara vermenin sona erdiği gün olarak gösterildiği, dolayısıyla Danıştay dairelerinin Eylül'ün altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama bulunmadığı, sözü edilen düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda olduğu, öte yandan, Türk yargı sisteminin bir kolu olan idari yargı kanadında çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5'inci günü, diğer kanadı olan adli yargı yerlerinde ise yıllardır uygulanan ve tartışmasız olan Eylül ayının 6'ncı günü biteceği şeklindeki bir yorumun, yargılama usulünde bir karmaşaya da yol açacağı, bu durumda 12 Eylül günü dava açma süresinin son günü olup bu tarihin Cumartesi gününe rastlaması nedeniyle 14 Eylül tarihinde açılan dava süresinde olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süreaşımı yönünden reddinde isabet görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.Bozma kararına uymayan Antalya Vergi Mahkemesi ... ilk kararında ısrar etmiştir....Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan Antalya Vergi Mahkemesinin... ısrar kararı, aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.\" Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/1/2009 tarihli ve E.2008/14-831, K.2009/3 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi 'Her sene bilumum mahkemeler Ağustos'un birinden Eylül'ün beşine kadar tatil olunur.' hükmünü taşımakta; maddede ise 'Bu kanunun tayin ettiği mühletlerin bitmesi tatil zamanına tesadüf ederse bu müddetler ayrıca bir karar vermeğe lüzum olmaksızın tatilin bittiği günden itibaren yedi gün evvel uzatılmış addolunur.' hükmü bulunmaktadır. (...)Yukarıda belirtildiği üzere, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi uyarınca adli tatil, her yılın Eylül ayının beşinci günü sona erer. Dolayısıyla, yeni adli yıl, o yılın altı Eylül günü başlar (...)\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir...\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. E-Ba İnşaat Taahhüt Ticaret Ltd. Şti. (B. No: 2015/13921, 27/6/2018, §§ 33-37) başvurusuna ilişkin karar. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15208", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2008 yılında Jandarma Genel Komutanlığında astsubay olarak göreve başlamıştır. Evli değildir. 16/5/2013 tarihinde bir İnternet sitesinde başvurucu ile bir sivil memur arasında geçtiği iddia edilen konuşma kayıtları yayımlanmış, bunun üzerine başvurucu ve sivil memur hakkında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından idari tahkikat başlatılmıştır. Tahkikat kapsamında başvurucunun ve sivil memurun konuyla ilgili ifadeleri alınmıştır. Ayrıca Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığından ses kaydı üzerinde kurgu ve manipülasyon -ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme- incelemesi raporu alınmıştır. Başvurucu ifadesinde isnatları kabul etmediğini, kayıttaki sesin kendisine ait olmakla beraber bu şekilde konuşma yapmadığını, sivil memur ile mesai arkadaşlığı dışında gayri ahlaki bir ilişkisinin olmadığını beyan etmiştir. Sivil memur da isnatları reddetmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı raporunda kayıt içerisindeki konuşmalar üzerinde anlam bütünlüğünü bozmak amacıyla konuşulan kelimelerin yerlerini değiştirerek farklı anlamlar üretmek, farklı sesler eklemek veya çıkarmak gibi herhangi bir işlemin yapılmadığı kanaati bildirilmiştir. Bu rapordan sonra başvurucunun ve sivil memurun ek beyanları alınmıştır. Başvurucu ek beyanında sivil memur ile gayri ahlaki bir ilişkisinin bulunmadığını, şakalaşma mahiyetinde konuşmaları olduğunu söylemiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda başvurucunun ahlaki zayıflık fiilini işlediği kanaati belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca 28/10/2013 tarihinde TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde isnatların doğru olmadığını, İnternet'ten alınan ve hukuka aykırı şekilde elde edilen ses kaydının delil olarak kullanılamayacağını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. AYİM davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun ve sivil memurun önce ses kayıtlarını kabul etmedikleri, ek ifadelerinde ise ses kayıtlarını doğruladıkları, olay sonrası sivil memurun subay olan eşinden boşandığı, bu itibarla başvurucunun TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı şeklinde değerlendirmeler yer almıştır. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 27/1/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 23/2/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması\" kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:  “Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır....Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dörtbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun'un \"Özel hayatın gizliliğini ihlal\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerinkayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3236", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile İstanbul Anadolu Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucunun görevinden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihli kararı ile de meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Anılan karar başvurucunun yeniden inceleme talebinin reddedilmesiyle birlikte 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. HSYK'nın suç duyurusu üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 21/7/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığında alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle orta öğrenimini devlet okullarında tamamladığını, üniversiteye hazırlık kursunu İzmir'de FETÖ/PDY ile bağlantısı olmayan bir dershanede aldığını, meslek sınavına hazırlanırken herhangi bir kursa gitmediğini ve staj döneminde örgüt evlerinde kalmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 2003 yılında FETÖ/PDY ile bağlantısı olmayan bir Bakanlık bürokratının teklifi ile Bakanlık tetkik hâkimi olarak görevlendirildiğini, sonrasında İşyurtları Daire Başkanlığı, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü (vekâleten) görevlerinde bulunduğunu, daha sonra Yargıtay Cumhuriyet savcısı olarak atandığını, en son atandığı İstanbul Anadolu Cumhuriyet savcılığı görevini yaparken 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşandığını, darbeye teşebbüsün yaşandığı gece yıllık iznini geçirmek üzere İzmir'de bulunduğunu, darbeyle ilgili olarak kendisine herhangi bir şekilde bilgi gelmediğini ve hayatının hiçbir döneminde FETÖ/PDY ile bağlantısının olmadığını beyan ederek suçlamayı kabul etmemiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 21/7/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucu sorgudaki ifadesinde de Savcılıktaki savunmasına benzer şekilde beyanda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Şüpheliler hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs suçlarından dolayı yürütülen soruşturmada HSYK'nın şüpheliler aleyhinde vermiş olduğu 16/7/2016 tarihli açığa alma kararı ve bu karar neticesinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yazılan aynı tarihli müzekkere dikkate alındığında şüpheliler aleyhinde kuvvetli suç şüphesi olarak kabul edilebilecek somut deliller bulunduğu, 2802 sayılı yasanın 5/ maddesine göre HSYK'nın Hakim ve Savcılar üzerinde gözetim ve denetim hakkının bulunduğu bu kapsamda Hakim ve Savcılar ile ilgili tüm bilgi ve belgelerin HSYK'da toplandığı HSYK'nın uzun süredir Fetullahçı Terör Örgütü olarak bilinen Paralel Devlet Yapılanmasının Yargı Teşkilatını oluşturduğu iddia olunan Hakim ve Savcılarla ilgili olarak esaslı bir çalışma yaptığının malum olduğu, 15/7/2016 günü paralel devlet yapılanmasının askeri gücü tarafından gerçekleştirildiği iddia olunan suç konusu eylem nedeniyle HSYK'nın bu yapılanmasını yargı organını oluşturan Hakim Savcılarla ilgili açığa alma kararı verdiği, söz konusu karar, bu aşamada kesin ve bağlayıcı olmasa da soruşturma aşamasında şüpheye dayalı olarak tedbir niteliğinde karar verici makam olarak Hakimliğimizce kuvvetli suç şüphesi olarak kabul edilebilecek somut bir delil olduğu ... tüm kurumlara yerleşmiş olan üyeler tarafından 15 Temmuz 2016 tarihinde hareket edildiğine ilişkin verilerin bulunması, HTS raporları, imajlar, aramalar neticesinde elde edilen deliller üzerinde yapılan incelemelerin tamamlanmamış oluşu, aynı şekilde önceki HSYK seçimlerinden önce seçim çalışması için rapor alıp almadıklarının henüz tespit edilmemiş oluşu, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen Silahlı Darbe eyleminin 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince ağır cezalık suç ve darbeye teşebbüs niteliğindeki suçüstü hali olabileceği, HSYK Dairesi'nin 16/7/2016 tarihli 40 gündem numaralı, 36 tutanak ve sayfa 1/109 nolu 2016/4 Tedbir esas nolu kararının gerekçesinde 'Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başmüfettişliği'nin 16 Temmuz 2016 tarihli ve 37007-282-07/16-1 sayılı HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 16/7/2016 tarihli bildiriminin gerekçesinin henüz dosyaya girmemiş oluşu, 2745 kişinin FETÖ/PDY yapılanmasına ilişkin somut bilgilerin bu aşamada dosya içinde bulunmadığı, idarenin iş ve işlemlerinin usul ve yasaya uygun olduğuna güven duyulması gerektiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletinin açık bir saldırıyla karşı karşıya olması nedeniyle de bu şüphelilerin bu aşamada tedbir mahiyetinde tutuklanmalarında hukuki yarar olduğu, bu itibarla, yaşanılan olayın vehametide dikkate alındığında hakimliğimizde oluşan şüphenin haklı ve makul olduğu, şüphelilere yüklenen suçun kapsamı ve içeriği ile verilmesi muhtemel ceza miktarının yüksekliğine binaen, şüphelilerin, kaçma ve delilleri karartma şüphesi altında oldukları, daha önceki birçok Cumhuriyet Savcılıklarınca yapılan soruşturmalarda sivil ya da kamu görevlisi birçok şahsın yurtdışına kaçtığı, 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Maddesi aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinde belirlenen özgürlüğün kısıtlanmasını gerektirir kriterlerin bu aşamada mevcut olduğu CMK'nın 100/3-a. maddesine istinaden somut olarak varsayıldığı kanaatine varılmakla şüpheliler ... Mustafa Onuk'un üzerlerine atılı suçlardan... tutuklanmalarına ... karar verildi.\" Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 4/8/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 8/8/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 5/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma dosyası yetkisizlik kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 3/8/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle üzerine atılı suçları işlediğini iddia etmiştir. İddianamede, suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. HSYK'nın başvurucuyu meslekten çıkardığı ve söz konusu kararın kesinleştiği belirtilmiştir. Bu bağlamda Küçükçekmece Cumhuriyet savcısı olan G.nin 26/7/2016 tarihli ifadesinde başvurucunun örgüt bağlantısına dair beyanlarının bulunduğu ve başvurucunun eşinin ByLock kullanıcısı olduğu bilgilerine yer verilmiştir.ii. Başvurucuya yöneltilen suçlamaya dayanak olarak gösterilen FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan haklarında soruşturma yürütülen bir kısım şüphelinin ifadesine ve tanık ifadelerine yer verilmiştir. Bu bağlamda;- K.Ö.nün 28/10/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, 1997 yılında Çemişgezek ilçesine atandığında tanıştığı Cumhuriyet savcısı olan İ.H.Ş.nin kendisini cemaat sohbetlerine götürdüğünü, Sivrice Cumhuriyet savcısı olan başvurucunun da sohbetlere katıldığını ve birlikte Fetullah Gülen kasetlerini izlediklerini, yine Adalet Bakanlığında görev yaptığı dönemlerde başvurucunun da sohbetlere katıldığını ve sohbet grubu abiliği yaptığını beyan ettiği belirtilmiştir.- G.nin 26/7/2016 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığında alındığı belirtilen ifadesinde, Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Merkezinde eğitim gördüğü dönemde başvurucunun FETÖ/PDY'ye yakın kişilerden olduğunu beyan ettiği belirtilmiştir.- Ş.Ş.nin 25/8/2016 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, 1996 yılı Ocak ayında Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Merkezinde staj yaptığı sırada başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğunu beyan ettiği belirtilmiştir.- K.nın 16/11/2016 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, Diyarbakır Başsavcılığından İzmir Başsavcılığına atandıktan sonra tanıştığı ve örgüt yapılanmasının içinde olduğunu bildiği kişiler arasında o tarihte Ceza Tevkifevleri genel müdür vekili olan başvurucunun da bulunduğunu beyan ettiği belirtilmiştir.- İ.O.nun 26/12/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, başvurucuyu Adalet Bakanlığında tetkik hâkimi olarak görevlendirildiğinden beri tanıdığını, İşyurtları Daire Başkanlığına atanmasında FETÖ/PDY'nin etkin olduğunu düşündüğünü beyan ettiği belirtilmiştir.-Tanık A.Ş.nin 10/1/2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, başvurucunun örgüt mensubu olduğunu beyan ettiği belirtilmiştir. - Tanık B.E.nin 2/12/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, 2012 yılına kadar yaptığı gözlemlere dayanarak örgüt içinde önde gelen ve aktif olduğunu düşündüğü isimler arasında başvurucunun da bulunduğunu beyan ettiği belirtilmiştir.- Gizli tanık Şahin'in 17/8/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, hukuk fakültesinde eğitim gördüğü sırada örgüte ait evlerde kaldığını, o tarihlerde tanıştığı başvurucunun kendisini \"Muzaffer\" ismiyle tanıttığını ve \"bölge abisi\" olduğunu beyan ettiği belirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 16/8/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/128 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 7/12/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Mahkeme; duruşma sonunda başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden tahliyesine, terör örgütüne üye olma suçundan tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 20/2/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Mahkeme yargılama aşamasında bir kısım tanığın ifadesinin alınması için talimat yazmıştır. Bu bağlamda tanıklar B.E. ve K.Ö.nün Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde 3/11/2017 tarihinde ifadeleri alınmıştır.- Tanık B.E.nin ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Ben 1996-2010 yılları arasında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde Tetkik hakimliğinden başlayarak Personel Genel Müdürlüğüne kadar bütün görevlerde çalıştım, 2010 yılında HSYK üyesi oldum, 2011 yılı Ekim ayında Müsteşar olarak tekrar Bakanlığına döndüm, bendeki Bakanlık kayıtlara göre Mustafa Onuk 2013 yılında Bakanlığa gelmiş, kendisi Bakanlığa geldikten sonra uzun süre ceza ve tevkif evleri genel müdürlüğünde çalıştı diye hatırlıyorum, ben müsteşar olarak Bakanlığa döndüğümde kendisi sanıyorum İşyurtları kurumunda çalışıyordu. Önce işyurtları kurumu başkanı oldu. Daha sonra da o dönem müsteşar yardımcısı olan S.nin önerisiyle CTE genel müdürlüğü yürütmek üzere vekaleten görevlendirildi. Ayrıca Mustafa Onuk ile Yaşamkentte bulunan Sedef Evler sitesinde aynı lojmanda ve aynı blokta oturuyorduk. Kendisiyle ailecek bir görüşmemiz olmamakla birlikte sanığın alt katlarda bir dairede oturduğunu biliyorum. Müsteşar olduktan sonra da kendisi İşyurtları kurumunu temsilen toplantılara katıldığından kendisini yakınen tanıma imkanım oldu. Benim gözlem ve tespitlerime göre Mustafa Onuk o zamanki adıyla cemaat diye bilinen daha sonra paralel yapı vs. diye isimlendirilen yapıya mensup olduğunu düşündüğüm bir kişidir. Bakanlıktaki birlikte olduğu, birlikte hareket ettiği kişiler hep bu yapıya mensup olduğu kişilerdir. Uzun süre çalışmış olduğu İşyurtları kurumunda ve CTE genel müdürlüğünde tercih ettiği ve önerdiği Hakim ve Savcıların da genelde bu yapıya mensup olduğu anlaşılmıştır. Özellikle CTE genel müdürü olarak çalıştığı dönemde o sırada kamu oyunda Ergenekon ve Balyoz davalarının sanıkları olarak bilinen tutuklu asker şahıslarla ilgili sıkıntılar yaşandı. Ergenekon ve Balyoz davalarının bazı sanıklarının çok ağır hastalıklarının olmasına rağmen ve özellikle Orgeneral E.S.un hastaneye sevk işlemleri sürekli sıkıntı çıkarırdı. Bu konuda Bakan beyin ve benim yakın takiplerimize rağmen kamu oyununa yansıyan şikayetlerin giderilmesi konusunda fazla bir mesafe alamadık, bunun üzerine Mustafa Onuk'un CTE genel müdürlüğü görevi üzerinden alınarak Eğitim Dairesi Başkanlığında görevlendirildi. Biz o zaman bu konuda bir çözüm bulunamamasını bu yapı mensuplarının bu davalara ve sanıklarına yönelik ön yargılı ve taraflı tutumlarından kaynaklandığını düşünmüştük. 2014 HSYK seçimlerinin yaklaşması nedeniyle 2013 yılının Mart-Nisan aylarından itibaren Bakanlıkta bir çalışma başlatmıştık, yargıda birlik grubu adı altında bir araya gelmek suretiyle bu yapı mensuplarına karşı bir çalışma yürüttük, 2013 yılının Ağustos ayından itibaren de bakanlıktan personel, ceza işleri, hukuk işlerinden 5-6 arkadaş Ankara Adliyesinden HSYK'dan 3-4 arkadaş olmak üzere 10-12 kişiyle her ay düzenli toplantılar yaptık, bu toplantılardan aldığımız ilk kararlardan biriside bu seçimlerde başarılı olmak istiyorsak, bu yapı mensuplarını tanımaz gerektiği hususuydu, bu nedenle hem Bakanlıkta hem de taşra teşkilatında bu yapı mensuplarını tespit etmeye yönelik bir faaliyet başlattık, ben görevden ayrılmadan önce bu çalışmanın Bakanlık ayağıyla idari yargı bölümü ve Yargıtay ile Danıştay üyelerine ilişkin kısmı tamamlanmış ve bana teslim edilmişti. Esasen Yargıtay ve Danıştay üyelerine ilişkin kısmı bizzat kendim yürüttüm, bu çalışma sırasında sanık Mustafa Onuk bu yapıya mensup kişiler arasında gösterilmiştir. Ben bu listeyi de Ankara Başsavcılığına daha önce vermiştim, ayrıca o çalışmalar sırasında bana şifaen söylenen bilgiler ve gözlemlere göre Bakanlıkta bu yapıyı koordine eden isimlerden biriside Mustafa Onuk'tu. Bu kişiye gelen giden kişilerden ve bu kişinin bu kişiye karşı gösterilen tavırlardan birimdeki Hakim ve Savcıları seçerken özellikle bu yapıya mensup olanları tercih etmesinden bu çalışmayı yürüten arkadaşlar ve şahsım böyle bir sonuç çıkarmıştık, ama tam olarak bu yapı içindeki konumunu ve görevini bilemiyoruz, ancak bu yapı içinde aktif ve önemli şahıslardan biri olduğunu gözlemlemiştik, sanıyorum, irtibatları ve görüşmeleri tarandığında bu hususu teyit eden hususlara rastlanacaktır.\"- Tanık K.Ö.nün ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık Mustafa Onuk'u tanırım, kendisi ben Çemişgezek'e 1997 yılında hakim olarak atandığımda, kendisi de 1998 yılında oraya atandı. Yine İ.H.Ş.te orada Cumhuriyet savcısı olarak çalışıyordu. Fettullah Gülen cemaati sohbet toplantılarına ben ve sanık Mustafa Onuk'da katılırdı. Fettullah Gülenin konuşmalarını içeren kasetlerini ara ara izlerdik, ben Adalet Bakanlığında göreve başladığımda Mustafa Onuk'da sanırım İşyurtları Daire Başkanlığında çalışıyordu. Sohbet abiliğini bize yapardı. Yaptığımız iş gereği sürekli toplanma durumumuzda olmadı, herkes yoğun bir şekilde çalışıyordu. Ben Mustafa Onuk'u tanıdığım süre içerisinde vatanına, milletine hizmet etmeye çalışan vatansever biri olarak bilirim. Bu sohbet toplantılarını da Allah rızası için yaptığını düşünüyorum.\" Mahkeme 21/11/2019 tarihli duruşmada gizli tanık Şahini dinlemiştir. Gizli tanık Şahinin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir. \"Okumuş olduğunuz ifadeler bana ait değildir, tekrar söylemem gerekirse Mustafa Onuk isimli şahsı tanımıyorum, ben 1989-1993 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudum, belirttiğiniz dönemde İstanbul ilinde bulunmadım, ben halen Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktayım, geçmişte meslekten istifa gibi bir durum söz konusu olmadı, daha önce sağlık memurluğu da yapmadım, [R.G.] isminde bir şahsı da tanımam, ben 1998 yılı Ocak ayında kura sonucu mesleğe başladım, hakimlik savcılık sınavına 1995 yılında girmiştim.\" Mahkeme Şahin isminde başka bir gizli tanık bulunup bulunmadığının araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/21484", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kayıp vakasına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların 1962 doğumlu olan babası B. son olarak 24/1/2020 tarihinde İstanbul'daki Eminönü İskelesi'nden vapura binerken tespit edilmiş ancak bu andan sonra kendisinden haber alınamamıştır. Başvurucu Kayhan Bal 26/1/2020 tarihinde Bağcılar Polis Merkezine başvurarak babasından haber alamadığını, babasının bulunmasını istediğini beyan etmiştir. Başvurucu; ifadesinde, babasının Batman'da ikamet ettiğini ve üç gün önce kendisini ziyaret için İstanbul'a geldiğini, önce işlerini bitirip daha sonra yanına geleceğini söyleyen babasına ulaşamadığını, ilk iki gün telefonunun şarjının bittiğini düşündüğünü, sonra endişelenmeye başladığını, ardından çevresine haber verdiğini, babasının 24/1/2020 Cuma günü Bağcılar'da akrabaları olan H.B. ile görüştüğünü öğrendiğini, babasının husumetli olduğu birinin ya da borcunun olmadığını, gereken araştırmanın yapılmasını istediğini beyan etmiştir. Başvurucu, 27/1/2020 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) sunduğu dilekçe ile de talebini ve şikâyetini yinelemiştir. Ek olarak babasının H.B. ile görüştükten sonra Gebze'de ikamet eden A.E. ile telefonla görüştüğünü ve Kadıköy'e gideceğini söylediği bilgisini edindiğini belirtmiştir. Başsavcılık, dilekçenin sunulduğu gün Kayıp Şahıslar Büro Amirliğine gönderdiği yazı ile şikâyetçinin ayrıntılı beyanının alınmasını, kayıp şahsın sisteme kaydının yapılarak gidebileceği muhtemel yerlerin araştırılmasını, ilgili ekiplerin bilgilendirilmesini, bilgi sahibi olabilecek kişiler ve yakın çevresi ile görüşülmesini, ilgili kurum ve kuruluşlardan bilgi toplanmasını, sosyal medya hesapları, telefon görüşme kayıtları ile HTS raporlarının incelenmesini talep etmiştir. Başsavcılık, başvurucuların şikâyetçi sıfatıyla ifadelerini almıştır. Başvurucu Kayhan Bal 27/1/2020 tarihli ifadesinde daha önceki dilekçelerinden farklı olarak babasının sosyal medya uygulaması üzerinden bir kadınla tanıştığını ve kandırılmış olabileceğini düşündüğünü belirtmiştir. Diğer başvurucu Nihat Bal ise 6/2/2020 tarihli ifadesinde, babasının ceza infaz kurumunda bulunan kardeşi B.yi ziyaret etmek için Batman'dan İstanbul'a geldiğini, babasının Batman'da parke ustası olarak çalıştığını, herhangi bir düşmanı olmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık, nöbetçi Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinden 30/1/2020 tarihinde iletişim tespiti talebinde bulunarak B.ye ait telefon numarasını belirtmek suretiyle HTS raporunun çıkarılmasını istemiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği 3/2/2020 tarihinde, B.nin telefonunun 15/1/2020 ile 3/2/2020 tarihleri arasındaki baz istasyon verilerinin (SMS, arama dâhil) alınmasına, telefon numarasının kullanıldığı cihazların IMEI numaralarının tespitine, bu cihazlara takılan diğer kartların numaralarının belirlenmesine , bu numaralar ile görüşme yapanların kimliklerinin tespitine, adres bilgilerinin alınmasına, HTS raporları için Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumundan (BTK) talepte bulunulmasına ilişkin işlemler için Başsavcılığa izin vermiştir. Başsavcılık 4/2/2020 tarihinde söz konusu işlemlerin yapılabilmesi adına BTK Başkanlığına müzekkere yazmıştır. Talep edilen veriler Kurum Başkanlığı tarafından CD içinde emniyet birimlerine teslim edilmiştir. İnsan Hakları Derneği 5/2/2020 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvurarak B.nin geçtiği güzergâhlarda bulunan kameraların kayıtlarının incelenmesini, telefonunun sinyal kayıtlarının takibinin yapılmasını talep etmiştir. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla 17/2/2020 tarihinde Başsavcılığa sundukları dilekçe ile babalarıyla görüştüğünü iddia eden R.Y.nin ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Başsavcılık söz konusu talebin yerine getirilmesi için ilgili emniyet birimine aynı tarihte müzekkere yazmıştır. Başsavcılık, B.nin görüşme yaptığı tespit edilen H.B., A.E., S.B., A.B.nin beyanına başvurmuş; anılan şahıslar B. ile sadece telefonla görüştüklerini, yüz yüze görüşmediklerini, B.nin kaybolduğunu ailelerinden öğrendiklerini ifade etmiştir. Başsavcılık ayrıca başvurucuların bildirdiği R.Y.nin beyanını almış, anılan şahıs B. ile telefonda görüşmediğini ancak sosyal medya uygulaması üzerinden yazıştığını beyan etmiştir. Başsavcılığın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile yaptığı yazışmalardan B.nin 24/1/2020 tarihinde 40 sıralarında Eminönü İskelesi'nden vapura binmek üzere turnikelerden giriş yapmak istediği, güvenlik görevlisinden yardım istediği ve kartsız geçiş yapılan kısımdan geçerek vapura bindiği ancak Kadıköy İskelesi'ne saat 15'te ulaşan vapurun tahliyesi esnasında B.nin eşkâlinin tespit edilemediği anlaşılmıştır. Başsavcılık 28/2/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; gerekçede olaya ilişkin süreç, elde edilen delilleri aktarmış ve kayıp şahıs B.nin kaçırıldığına, zorla alıkonulduğuna ya da öldürülmüş olabileceğine dair delil ya da emareye rastlanmadığını, kayıp şahıs ile ilgili Genel Bilgi Toplama Büro Amirliğine gereken bildirimin yapıldığını, bu doğrultuda arama ve araştırma işlemlerinin devam ettiğini, kayıp şahsın reşit ve mümeyyiz olduğunu, şahısla ilgili olarak herhangi suç veya suçlu bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucuların takipsizlik kararına itirazı Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 16/6/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular nihai kararı 26/6/2020 tarihinde öğrenmelerinin ardından 23/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25080", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kayıp vakasına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 20/10/2004 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Şebinkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığının 1/11/2004 tarihli iddianamesiyle başvurucular hakkında nitelikli yağma suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Şebinkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinin 22/2/2006 tarihli kararıyla başvurucuların hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/11/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 25/4/2012 tarihli kararıyla başvurucuların hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/7/2013 tarihli kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararı kısmen bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 11/10/2013 tarihli kararıyla başvurucuların hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/12/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20205", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, 1994 yılında meydana gelen ölüm olayı hakkında etkin soruşturma yürütülmediği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Remziye Cingöz ve Behcet Cingöz 1994 yılında öldürülen F.nin annesi ve babası, diğer başvurucu Hanife Tanriverdi ise aynı olayda öldürülen E.T.nin annesidir. Başvurucuların beyan ve iddialarına göre 21/3/1994 yılında Diyarbakır'ın Lice ilçesi Zengi köyüne gelen çok sayıda asker tarafından başvurucuların oğulları gözaltına alınmıştır. Askerler tarafından gözaltına alınan kişilerin cesetleri Yolçatı köyüne bağlı Hanyat mezrasında köylüler tarafından bulunmuştur. Ölenler, kolluk birimlerine bildirilmeksizin köylüler tarafından aynı tarihte defnedilmiştir. Bu olayla ilgili başvuruculardan Behcet Cingöz 4/9/2001 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığı ile Lice Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık)şikâyette bulunmuştur. Başvurucu aynı zamanda 30/11/2001 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde; olay tarihinde operasyon yürüten askerlerle geçici köy korucularının köylerine geldiğini, oğluna geçici köy korucularından R.B.nin tokat attığını, ardından olay tarihinde 17-18 yaşlarında olan oğlunun rütbeli askerlerin beyanına göre serbest bırakılmak üzere götürüldüğünü, daha sonra oğlunu aramaya çıktığını fakat bulamadığını, iki gün sonra oğlunun diğer köylüler tarafından ölü olarak bulunduğunu, cesette üç kurşun izi olduğunu, öleni köye defnettiklerini, korkularından dolayı hiçbir yere şikâyette bulunamadıklarını beyan etmiştir. Başvurucu Hanife Tanriverdi verdiği ifadesinde köylerine gelen askerlerin evlerine baskın yaptığını, evlerinde yaptıkları aramanın ardından askerden yeni dönen oğlu F.T. ile köy sakinlerinden 5-6 kişiyi götürdüklerini, diğerlerinin serbest bırakılmasına rağmen oğlunun serbest bırakılmadığını, birkaç gün sonra oğlunun cesedinin diğer başvurucuların oğlu ile birlikte başka bir mezrada bulunduğunu, otopsi yapılmaksızın cenazeleri defnettiklerini, olayla ilgili olarak herhangi bir yere müracaat etmediklerini ifade etmiştir. Başsavcılık yapılan müracaat üzerine 28/5/2002 tarihinde, ölen F.nin mezarında fethikabir (mezar açma) işlemi gerçekleştirerek bulunan kemik parçalarını Adli Tıp Kurumu Başkanlığına göndermiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu Başkanlığının raporuna göre F.nin ölümünün '' .. boyun omurunda orpus sağ alt kısmında defekt olduğu, processus spinosusun kırılarak ikiye yarılmış olduğu, sağ arkus vertebraliste kırık olduğu, boyun omuruna ait kırık 3 adet parça bulunduğu, korpus sağ kısmında defekt olduğu, sırt omurunun sağ preocessus spinosunda ve sağ arkus vertabliste kırık olduğu, ...kişinin [bu bulgular karşısında] ölümünün mandibula kırığı ve servikal 6- (boyun omurları) ve torakal bir (göğüs omuru) vertabra kırıklarına neden olan ateşli silah yaralanması sonucu meydana geldiği'' anlaşılmıştır. Başsavcılık olayla ilgili olarak başta başvurucunun ifadesinde geçen ve oğluna tokat attığı iddia edilen R.B. olmak üzere çok sayıda kişinin tanık sıfatıyla ifadesine başvurmuştur. Genel olarak bu kişiler, başvurucuların yakınlarının askerler tarafından götürüldüğü yolunda beyanlarda bulunmuşlardır. Başsavcılık 5/1/2004 tarihinde olayın faillerinin asker olması nedeniyle görevsizlik kararı vererek dosyayı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir. Görevsizlik kararında suç, adam öldürmek olarak nitelendirilmiştir. Askerî Savcılık dosyasına fiziksel olarak ulaşılamamakla birlikte Başsavcılık dosyasının içindeki belgelerden Askerî Savcılığın Jandarma Bölge Komutanlığı ile çok sayıda yazışmanın yaptığı anlaşılmıştır. Bu belgelere göre ''güvenlik kuvvetlerince Lice ilçesinde 1993 yılı Haziran ayında Güldiken Köyünde, 31 Mayıs 1993 tarihinde Çeper köyünde, 1993 yılı Mart ayında ve sonbahar aylarında Dolunay, Yalaza, Kabakaya ve Yolaçtı köylerinde operasyon icra edilip edilmediği, operasyonicra edilmişse tarihler ile katılan birliklerin belirtilmesi, F. isimli şahsın gözaltına alınıp alınmadığı'' sorulmuştur. Komutanlık tarafından düzenlenen 29/4/2004 tarihli yazıdan anılan tarihlerde planlı bir faaliyetin olmadığı, F. isimli şahsın gözaltına alınmadığı, F.Ö.nün ölümü ile ilgili olarak herhangi bir belgenin olmadığı, 1993 yılında terör faaliyetlerinin yoğun olması nedeniyle Lice ilçesi haricinde bulunan birliklerden de görevlendirme yapıldığı ancak hangi birliklerin söz konusu köylere gittiğinin resmî olarak tespit edilemeyeceği anlaşılmıştır. Askerî Savcılık ayrıca çok sayıda kişinin ifadesine başvurulmak üzere ilgili Cumhuriyet savcılıkları ve askerî savcılıklarla yazışmalar yapmıştır. Bu kapsamda olay tarihinde muhtarlık görevini ifa eden İ.Ç. 27/7/2004 tarihinde, aynı köyde bulunan Ş.P. 9/2/2005, korucu olarak görev yapan A.B. 8/3/2005 tarihinde ifade vermiştir. Askerî Savcılık 1993 yılında görev yapan tüm personel ile ilgili birlik ve komutanlıkların yetkililerinin tespit edilmesini de istemiştir. Askerî Savcılığın 1993 yılında görev yapan bazı askerî personelin ifadesine başvurduğu ve bu kapsamda 4/7/2005 ila 12/11/2008 tarihlerinde bu kişilerin ifadelerini aldığı anlaşılmıştır. İfadelerinde bu kişiler, olaya ilişkin bilgilerinin olmadığını ve ölenleri tanımadıklarını söylemişlerdir. Askerî Savcılık 30/30/2009 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:''...[Ş]ikayetçinin 1998 yılında Nüfus Müdürlüğüne başvurarak oğlunun 21/3/1994 tarihinde öldüğüne dair tescil yaptırdığı anlaşılmıştır. Yasanın amir hükmü gereğince fail lehine olan dava zamanaşımı süresi gözönünde bulundurulmalı ve olay(suç) tarihinden itibaren dava zamanaşımının kesintiye uğramasını veya durmasını gerektiren herhangi bir işlem yapılmadığı takdirde bu sürenin bitiminde soruşturmaya son verilmelidir. Bu itibarla her ne kadar olayın 1993 yılında gerçekleştiğine dair anlatımlar mevcut ise de resmi belge niteliğindeki ''nüfus kaydı'' esas alınıp, olayın (suçun) 21/3/1994 günü gerçekleştiğinin kabulüyle hesap yapılaral onbeş yıllık dava zamanaşımı süresinin kesintiye uğramasını veya durmasını gerektiren herhangi bir işlem icra edilmediği dikkate alınıp 21/3/2009 tarihinde dava zamanaşımı süresinin dolduğu kanısına varılmıştır. '' Askerî Savcılığın son kararı ile dosya içinde yer alan belgelerde soruşturmanın sadece F. isimli kişinin ölümüne hasredildiği görülmüş, diğer başvurucunun oğlu olan E.T.nin ölümüne ilişkin olarak herhangi bir araştırma yürütüldüğüne dair bir belgeye rastlanmamıştır. Askerî Savcılığın anılan kararına yapılan itiraz 2'nci Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, vekilleri aracılığı ile 20/6/2013 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) (özel yetkili Başsavcılık) şikâyet dilekçesi vermişlerdir. Başvurucular verdikleri dilekçelerinde F.Ö. ve E.T.nin 1994 yılında askerler tarafından yakalandıktan iki gün sonra ölü olarak bulunduğunu, ayrıca olay tarihinde er olarak görev yapan bir tanıklarının da bulunduğunu ifade etmişlerdir. Özel yetkili Başsavcılık başvuruculardan Hanife Tanriverdi'nin ifadesine başvurmuştur. Başvurucu ifadesinde köylerine gelen askerlerin evlerinin yakınlarında yangın çıkardığını, evlerinde arama yaptıklarını, oğlu ile birlikte 5-6 köylünün askerler tarafından tutulduğunu, altı kişinin bırakılmasına rağmen iki yıllık evli ve 6 aylık kızı olan oğlunun serbest bırakılmadığını, askerler gittikten sonra oğlunu aramaya başladıklarını, iki gencin öldürüldüğü bilgisi kendilerine ulaştıktan sonra Henyat köyü yakınlarında önce F.nin, ardından oğlunun cenazelerine ulaştıklarını, her ikisinin de otopsileri yapılmaksızın köy mezarlıklarına defnedildiğini beyan etmiştir. Gizli tanık, özel yetkili Başsavcılıkta 11/3/2013 günü ifade vermiştir. Gizli tanık ifadelerinde özetle Hazro ilçesinde bulundukları sırada Lice ilçesine sık sık gittiklerini, olay tarihinde operasyon için gittikleri köyden iki gencin önce dövüldüğünü, ardından köyden bu gençleri alarak ayrıldıklarını, Tabur Komutanı İ.E. ile Binbaşı A.nın telsizle görüştüğünü, Binbaşı'nın Tabur Komutanı'na ''Bu çocukları ne yapacağız?'' diye sorduğunu, Tabur Komutanı İ.E.nin ise ''Gereğini yapın.'' dediğini, akşama yakın bir saatte Binbaşı A.nın gençlerden birinin başına silah doğrultarak ona arkadaşlarının nerede olduğunu sorduğunu, gencin cevap vermemesi üzerine çocuğu başından vurarak öldürdüğünü, silah sesleri üzerine Üsteğmen E.nin koşarak geldiğini, Binbaşı ile tartışmaya başladığını hatta Üsteğmen E.nin askerlere ''Çocuklar beni koruyun.'' diye çağrıda bulunduğunu, Binbaşı'nın Tabur Komutanı ile askerlerin isyan ettiğine dair bir konuşma yaptığını, ardından Binbaşı A.nın diğer genci de ölen gencin yanına yolladığını, PKK'lı arkadaşlarının nerede olduğu sorusu üzerine bilmediğini beyan eden ve gözleri kapatılan gencin de göğüs bölgesinden Binbaşı A. tarafından vurulduğunu, Tim Komutanı Teğmen T.nin de \"Çorbada bizim de bulunsun.\" diyerek kafasına ateş ettiğini, bu olaylar nedeniyle bazı tutanakların düzenlenmesinde de sorunlar çıktığını, Üsteğmen'in imza atmadığını öğrendiğini beyan etmiştir. Ayrıca bir gazetede çıkan haberde yer alan fotoğrafların kendisine gösterilmesi üzerine gizli tanık, başvuruculardan Hanife Tanriverdi'nin oğlu olan E.T.nin öldürülen ilk kişi olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu Hanife Tanriverdi'nin ifadesi üzerine gizli tanığın ifadesine yeniden başvurulmuştur. Bu ifadesinde gizli tanık, başvurucunun ifadesinde geçen ve çelişkili gibi görünen bazı hususlara dair beyanlarda bulunmuştur. Gizli tanık, başvurucunun torunlarının asker ve polis olduğu, bu kişilerin zarar görmemesi için doğruyu söylemediğini iddia etmiştir. Gizli tanığın ifadesi sırasında olay tarihinde kendisi gibi asker olan iki kişiyi aradığı ve bu kişilerin de hoparlör vasıtası ile telefonda benzer şekilde beyanlarda bulunduğu ifade tutanağına yansıtılmıştır. Gizli tanık ayrıca kendisine gösterilen bazı fotoğraflardan Binbaşı ile bazı kişileri teşhis ederek ad ve soyadlarını da vermiştir. Özel yetkili Başsavcılık, ifadelerde isimleri geçen kişilerden İ.E., Teğmen T. ve Binbaşı A.nın açık kimlikleri ile hizmet bilgilerinin tespiti için 15/7/2013 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına (Komutanlık) yazı yazmış; Komutanlık 6/8/2013 tarihinde İ.E.nin 30/8/2008 tarihinde tuğgeneral olarak emekli olduğunu, Teğmen T.nin T.G. olabileceğini ve hâlen görev yaptığını, Binbaşı A. hakkında ise bir bilgi ve belge bulunmadığını bildirmiştir. Özel yetkili Başsavcılık ayrıca 16/9/2013 tarihli yazısı ile Komutanlığa 1994 yılında İstanbul Zırhlı Tugay Komutanlığında görev yapan ve aynı yıl mart ayında geçici görevle Diyarbakır'ın ilçelerine gönderilen yüzbaşı ve üzeri rütbeye sahip personelin kimlik bilgilerini sormuştur. Başsavcılık bunun yanında 1994 yılı Şubat-Mart aylarında geçici görevle Diyarbakır'ın ilçelerine gönderilen er ve erbaşların açık kimlik bilgilerinin gönderilmesini de 21/1/2014 tarihinde talep etmiştir. Komutanlık son yazıya 12/2/2014 tarihinde, herhangi bir bilgiye veya belgenin bulunmadığı şeklinde cevap vermiştir. Özel yetkili Başsavcılık, başvuruculardan Behçet Cingöz'ün dilekçesi üzerine 2001 yılında Başsavcılık tarafından başlatılan fakat görevsizlik kararı ile Askerî Savcılığa gönderilen dosyayı incelemek için Başsavcılıktan 15/7/2013 ve 16/9/2013 tarihinde olmak üzere iki kez talep etmiştir. Bunun yanında Başsavcılık 17/9/2013 tarihinde başvuruculardan Hanife Tanriverdi'nin oğlunun ölümü ile ilgili soruşturma bulunup bulunmadığını sormuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ortamında yapılan incelemelerden ve Başsavcılık tarafından gönderilen dosyadan özel yetkili Başsavcılık tarafından en son 21/1/2014 tarihinde er ve erbaşların kimliklerinin tespit edilmesine yönelik yazılar yazıldığı anlaşılmıştır. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'la özel yetkili mahkemeler ile başsavcılıkların kaldırılması üzerine özel yetkili Başsavcılık dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Terör Suçları Soruşturma Bürosu) 20/3/2014 tarihli görevsizlik kararı ile göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 11/4/2014 tarihinde Askerî Savcılıktan dosyayı talep etmiştir. Bu tarihten sonra olayla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı, sadece iç yazışmaların yapıldığı anlaşılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 9/3/2015 tarihli yetkisizlik kararı ile suçun işlendiği yerin Lice ilçesi sınırlarında olduğu gerekçesiyle dosyayı Lice Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Lice Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2015 tarihinde zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu kararının ilgili bölümünde, T.G. ve İ.E. isimli kişilerin yanında rütbesinin binbaşı olduğu belirtilen A.nın ismi de şüpheli olarak yer almıştır. Bu karara yapılan itiraz Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/5/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 30/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucular 28/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu (B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32-69) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15096", "Başvuru Konusu":"Başvuru, 1994 yılında meydana gelen ölüm olayı hakkında etkin soruşturma yürütülmediği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/8/2005 tarihinde tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/9/2005 tarihli iddianame ile terör örgütüne üye olmak ve ruhsatsız silah bulundurmak suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 7/12/2007 tarihli kararıyla örgüt üyeliği ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi 27/10/2008 tarihli ilamıyla kısmen bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 23/10/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 13/12/2013 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2375", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, ilk derece mahkemesi kararının Yargıtay tarafından gerekçesiz bir şekilde onanması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, davanın haksız bir şekilde reddedilerek verilmesi gereken tazminata hak kazanamaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, zorunlu göç nedeniyle Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmiş ve Ankara'ya yerleştirilmiştir. Zorunlu göçe tabi olan soydaşların iskân edilmelerine destek olmak amacıyla Yüksek Planlama Kurulunun 27/11/1990 tarihli kararı ile 000 konut yapımı kararlaştırılmıştır. Başvurucu, konut sahibi olmak amacıyla başvuruda bulunmuş; 1991 yılında 5 TL (000 eski TL) peşinat ve avans ödemesi yapmıştır. Başvurucu daha sonra 15/2/2011 tarihinde alacak davası açmıştır. Dilekçesinde kendisinden tahsil edilen avans ve peşinat ödemesinin konut maliyetinden mahsup edilmediğini belirtmiştir. Yatırılan peşinat ve avans miktarı olan 5 TL'nin günün ekonomik koşullarına güncellenerek şimdilik 000 TL'nin davanın açıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Ankara Tüketici Mahkemesi (Mahkeme) 21/1/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda dosyanın bilirkişiye tevdi edildiği ve bilirkişi tarafından başvurucunun (davacının) sözleşme öncesi 000 TL ödediği, satın alınan dairenin kesin maliyet bedelinin 000 TL olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi yine başvurucunun bu daire için toplam 230 TL borçlandığı, sözleşme öncesi ödediği 000 TL'nin 770 TL'sinin maliyet bedelinden düşüldüğü, bakiye 230 TL'nin mahsubuna ilişkin dosyada bilgi ve belge bulunmadığı yönünde görüş bildirmiştir. Kararda Emlak Bankası Genel Müdürlüğünün Devlet Bakanlığına hitaben yazılan yazıda \"...556 kişi konut sahibi olmuş, konut sahibi olan 556 kişiden 629 kişinin peşinatı borçlarından kesin borçlandırma işlemleri aşamasında mahsup edilecek olup, bu kişilerin haricindekilerin yatırdıkları peşinatlar borçlarından mahsup edilmiştir...\" ibaresinin bulunduğu ifade edilmiştir. Yine Devlet Bakanlığının T. Ziraat Bankası A.Ş.ye hitaben yazılan 29/5/2002 tarihli yazıda \"...Konut sahibi olmak üzere işin başında yatırılan 000-TL bedel maliyet hesabından tenzil edilmiştir...\" yazışmalarının bulunduğu söylenmiştir. Söz konusu hususlardan hareketle de başvurucunun yatırmış olduğu peşinatın kesin maliyet bedelinden mahsup edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu, Mahkeme kararını 4/11/2016 tarihinde temyiz etmiştir. Dilekçesinde Yargıtay içtihatları ve benzer konuda verilen mahkeme kararları uyarınca mahsup işlemi somut bir şekilde ispatlanmadığından bu işlemin bozulması gerektiğini belirtmiştir. Buna yönelik olarak yeniden bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğini de ifade etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 26/6/2018 tarihinde mahkeme kararını düzelterek onamıştır. Kararda; başvurucunun dava dışı bankadan kredi kullanıp borçlandırma sözleşmesi ile 435 TL, borçlandırma senedi ile 795 TL olmak üzere toplam 230 TL (eski TL) kredi kullanıp ödeme yaptığı ancak maliyet hesabı çıkarıldığında arada oluşacak farkı da aynı koşullarda ödemeyi taahhüt ettiği, borçlanma sözleşmelerinin ileride doğacak ilave maliyeti de kapsayacak şekilde düzenlendiği ifade edilmiştir. Devlet Bakanlığınca konutun kesin maliyet hesabının her bir daire için 000 TL (eski TL) olarak belirlendiği ifade edilmiştir. Kesin maliyet hesabının resmî verilere göre hazırlanması ve o tarihte taraflar arasında herhangi bir husumet bulunmaması nedeniyle bu kesin maliyet hesabına itibar edilmesi gerektiği söylenmiştir. Başvurucunun ödediği bedelin söz konusu maliyet hesabının altında kaldığı ve bu durumda borçlandırma işleminin başlangıcında mahsuplaşmanın yapıldığının kabulü gerektiği dile getirilmiştir. Nihai karar başvurucuya 17/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz, Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak [GK], B. No: 2016/10183, 11/7/2019, §§ 20- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24071", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, ilk derece mahkemesi kararının Yargıtay tarafından gerekçesiz bir şekilde onanması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, davanın haksız bir şekilde reddedilerek verilmesi gereken tazminata hak kazanamaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, hukuka aykırı şekilde, firma ve şahıslardan vekaletname alınarak avukatlık hizmeti kapsamında faaliyetler yürütülmesi nedeniyle açılan ceza davasına katılma isteği bulunan baro başkanlığının istinaf talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'na aykırılık suçundan yürütülen bir ceza davasında, suçtan zarar görme ihtimaline binaen başvurucunun katılma talebinin kabulüne ve yargılama sonunda sanığın beraatine karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Ceza Dairesi) 8/10/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Ceza Dairesinin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Açılan kamu davasının niteliğine göre, suçtan doğrudan zarar görmeyen Hatay Barosu Başkanlığı'nın, davaya katılma ve hükmü istinaf etme yetkisinin bulunmadığı, mahkemece kamu davasına katılan olarak kabulünün şikayetçiye bu niteliği ve dolayısıyla kanun yoluna başvurma hak ve yetkisini vermediği anlaşıldığından, 5271 sayılı CMK'nın 260 ve 279/1-b maddeleri gereğince istinaf başvurusunun reddine...\" Başvurucunun itirazı Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 12/12/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. ", "Haklar":"Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5964", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hukuka aykırı şekilde, firma ve şahıslardan vekaletname alınarak avukatlık hizmeti kapsamında faaliyetler yürütülmesi nedeniyle açılan ceza davasına katılma isteği bulunan baro başkanlığının istinaf talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, hukuk davası kapsamında yapılan keşfin düzenini bozduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında kesin olarak üç gün disiplin hapsi kararı verilmesi nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/10/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun davacısı olduğu ve Pazar (Rize) Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülen tapu iptali ve tescili davasında 3/8/2021 tarihinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Anılan tarihte icra edilen keşfin düzenini bozdukları gerekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi gereğince üç gün disiplin hapsi uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 4/8/2021 tarihinde disiplin hapsinin kaldırılmasını talep etmiştir.Mahkeme, anılan kararın kesin olduğunu ve mevzuatta itiraz usulünün öngörülmediğini belirterek anılan talebi ara kararıyla reddetmiştir. Disiplin hapsi kararı başvurucu yönünden 4/8/2021-6/8/2021 tarihlerinde yerine getirilmiştir. Başvurucu 4/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47455", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hukuk davası kapsamında yapılan keşfin düzenini bozduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında kesin olarak üç gün disiplin hapsi kararı verilmesi nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesine rağmen soruşturma kapsamında el konulan eşyalar üzerinde inceleme yapılmasına devam edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma yürütülmüştür. Anılan soruşturma sonucunda 19/10/2017 tarihinde, kamu davası açılması için yeterli ve kesin delil olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bu karar 16/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve itiraz edilmediği için kesinleşmiştir. Başvurucu 17/11/2017 tarihli dilekçesi ile Başsavcılıktan, takipsizlik kararı verilen soruşturma kapsamında el konulan bilgisayar, telefon ve flash disk üzerinde inceleme devam ediyorsa vazgeçilmesini ve eşyaların iadesini talep etmiştir. Başsavcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne 20/11/2017 tarihinde, anılan eşyaların imajları üzerinde incelemenin devam ettirilmesi ve eşyaların başvurucuya teslimi için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi talimatı vermiştir. Başvurucu, Başsavcılığın el konulan eşyalar üzerindeki incelemenin devam ettirilmesine yönelik kararına karşı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz yoluna gitmiştir. Başvurucu itirazında; hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararın kesinleştiğini, bu karar ile şüpheli vasfının kalktığını, 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gözetildiğinde takipsizlik kararı verilen kişiden elde edilen dijital eşyalara ait imajlar üzerinde incelemeye devam edilmesinin yasal dayanağının mevcut olmadığını vurgulamıştır. Başsavcılık, başvurucunun taleplerine ilişkin mütalaasında; el konulan dijital materyallerin inceleme raporunun beklenildiğini, inceleme sonucunda suç unsuru bulunması hâlinde yeni delile dayanılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılabileceğini, bu nedenle el konulan materyallerin incelenmesi gerektiğini, materyallerin imajlarının alındıktan sonra ilgilisine teslim edileceğini ve bu hususta ilgili kuruma müzekkere yazıldığını belirtilerek talebin reddedilmesini talep etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği anılan mütalaayı tekrarlayarak başvurucunun dilekçesinde belirtmiş olduğu gerekçelerin yerinde olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yapmış olduğu itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 7/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/6/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Ayrıca Ulusal Yargı Ağı Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin kararına karşı 24/1/2018 tarihinde bir kez daha itiraz ettiği, anılan itirazı değerlendiren Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin daha önce Sulh Ceza Hakimliği tarafından söz konusu talep hakkında karar verilmiş olduğunu belirterek 2/3/2018 tarihinde itiraz hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmettiği görülmüştür. Başvurucu vekilinin bu karara karşı 7/5/2018 tarihli itirazı ise Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir. Öte yandan Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/11/2017 tarihli kararının başvurucuya tebliğ edilmediği, başvurucu vekilinin talebi üzerine 7/5/2018 tarihinde anılan kararın tebliğ edildiği tespit edilmiştir. A. İlgili Mevzuat 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:\"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilir...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler... (3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.\"B. İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 3/2/2015 tarihli, E.2014/10649, K.2015/1856 sayılı kararı şöyledir:\"Gerekçe ne olursa olsun, önemli bir kamu hizmeti sayılan adalet hizmetini yürüten yargı görevini yapanların görevlerini yerine getirirken başta Anayasa ve temel hukuk kurallarına göre kişi hak ve özgürlüklerine azami oranda dikkat edecek ölçüde eylem ve işlemlerini yürütmesi gerekmektedir. Davacının olayla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı halde, UYAP ortamında gerçek şüphelinin kimlik bilgileri yerine kendi bilgilerinin kaydedilmesi eylemi nedeniyle yapılan hata sonucu maddi ve manevi zarara uğradığının kabulü gerektiği... Tüm bu açıklamalar ışığında adli işlemin hatalı uygulanması sonucu olarak işlemediği bir suç nedeniyle sisteme kimlik bilgileri şüpheli sıfatıyla kayıt edilen ve hakkında ceza davası açılan davacı için 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 141/ ve devamı maddelerine göre makul ölçüde manevi tazminata, belge ile kanıtlanan maddi tazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi, Kanuna aykırı olup hükmün bozulmasına karar verildi...\" Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2018 tarihli ve E.2017/8495, K.2018/5987 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"09/09/2009 tarihli duruşmada davacı vekili tarafından, dinleme kararı veren hakim hakkında, kurul tarafından soruşturma açıldığının iddia edilmesi karşısında, tazminat istemine dayanak soruşturma dosyasında görev yapan Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkında yürütülen adli ve idari soruşturma olup olmadığı, olması halinde sonucunun, Cumhuriyet savcıları ve hakimlerin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerinin bulunup bulunmadığı, CMK'nın 141/ maddesinde belirtilen halin davacı lehine oluşup oluşmadığının araştırılmaması... Kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19096", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesine rağmen soruşturma kapsamında el konulan eşyalar üzerinde inceleme yapılmasına devam edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, askerî okulda öğrenime devam edilirken okuldan ilişik kesilerek başka okula nakledilme üzerine açılan tazminat davasının incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun 13/6/2014 tarihinde Maltepe Askerî Lisesinden mezun olduğu ve 2014-2015 eğitim öğretim döneminde Kara Harp Okulunda eğitimine başladığı anlaşılmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün ardından çıkarılan 25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (669 sayılı KHK) maddesinde harp akademilerinin, askerî liselerin ve astsubay hazırlama okullarının kapatılmasına ilişkin düzenleme yapılmıştır. Mezkûr KHK'nın maddesi uyarınca askerî okullarda öğrenimine devam eden öğrenciler durumlarına uygun okula nakledilecektir. 669 sayılı KHK'nın yayımlandığı tarihte Kara Harp Okulunda ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçmiş olan başvurucunun bu kapsamda sivil bir üniversiteye nakledildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu; askerî okulların kapatılması işleminin iptali, bu talebinin kabul görmemesi hâlinde maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/10/2017 tarihli kararıyla terditli taleplerde bulunulduğu, talebin net olarak ortaya konulmadığı ve söz konusu iptal işlemi ile tazminat ödenmesi işlemleri arasında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu dava dilekçesini yeniden düzenleyerek iki ayrı dava açmıştır. Bireysel başvuruya konu davada başvurucu; askerî okulların kapatılması nedeniyle maddi ve manevi tazminat talep etmiştir. Mahkeme 8/11/2018 tarihli kararında; 669 sayılı KHK ile tanınan başka okula geçiş hakkından yararlandırılan başvurucunun herhangi bir maddi zararının olmadığı, dava konusu işlem nedeniyle manevi tazminat ödenmesinin koşullarının da mevcut olmadığı belirtilerek maddi ve manevi tazminat istemi reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, istinaf başvurusunun gerekçeli olarak reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucu hakkında tesis edilen işlemin yasama tasarrufu olduğu, bu nedenle idari davaya konu edilebilecek bir işlemin varlığından söz edilemeyeceği, başvurucunun tazminat talebinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu kapsamında bir tazminat talebi olarak nitelendirilemeyeceği, davanın incelenmeksizin reddi yönünde karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai kararı başvurucu 9/8/2019 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 6/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31619", "Başvuru Konusu":"Başvuru, askerî okulda öğrenime devam edilirken okuldan ilişik kesilerek başka okula nakledilme üzerine açılan tazminat davasının incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun radyosuna el konulması ve kurum idaresi aracılığıyla satın aldığı süreli yayınların kendisine verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuru tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda yapılan bir arama sonrasında radyosunun alınması ve Kurum idaresi aracılığıyla satın aldığı süreli yayınların kendisine verilmemesi üzerine söz konusu uygulamalara yönelik şikayetlerini içeren 13/4/2017 tarihli dilekçeyi Kurum aracılığıyla Van İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği/Hâkimlik) iletmek istemiştir. Başvurucunun dilekçesini Kuruma vermesi sonrasında Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) başvurucunun Kurum aracılığıyla aldığı süreli yayınlardan bazılarının 9/6/2017 tarihinde sakıncalı olduğuna karar vermiş ve başvurucunun da aralarında olduğu mahpuslara verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu, başvurucunun satın aldığı Cumhuriyet gazetesinin yayın ilkesinin ve yaptığı haberlerin bir bütün hâlinde incelenmesi sonucunda kurum güvenliğini tehlikeye düşürecek içeriği olduğu ve mahpusların bu içerikten etkilenerek Kurum idaresine karşı mevzuat dışı eylemlerde bulunabileceği gerekçesine dayanarak anılan kararı almıştır. Başvurucu, yazmış olduğu dilekçeye ilişkin Hâkimlikten herhangi bir bilgi ya da karar gelmeyince şikâyetinin akıbetini Kuruma sormuştur. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunun dilekçeyi Hâkimliğe göndermediğini öğrenince 17/7/2017 tarihinde Kuruma hitaben bir dilekçe yazarak şikâyet dilekçesinin neden gönderilmediği konusunda bilgi ile dilekçesinin geciktirilmeksizin Hâkimliğe ulaştırılmasını talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu 20/7/2017 tarihinde başvurucunun şikâyet dilekçesini Hâkimliğe iletmiştir. Hâkimlik başvurucunun her iki uygulamaya yönelik şikâyetini sadece Eğitim Kurulu kararına itiraz olarak değerlendirerek şikâyetin reddine karar vermiştir. Hâkimlik şikâyeti özetlerken Eğitim Kurulu kararının tarihini ve sayısını doğru vermiş fakat başvurucunun kendisine gönderilen kitaplara el konulmasını şikâyet konusu ettiğini belirtmiştir. Öte yandan Hâkimlik, Eğitim Kurulu kararını özetlerken ise anılan birimin bahse konu kitaplarda terör örgütünün propagandasının yapıldığı ve içeriğinde örgütsel yazılar bulunduğu gerekçesine dayanarak kitapları sakıncalı bulduğunu ifade etmiştir. Hâkimlik yaptığı bu tespitler sonrasında ilgili mevzuata atıf yapmış ve Ceza İnfaz Kurumu uygulamasının usul ve yasaya uygun olduğunu kabul etmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Van Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) Hâkimlik kararındaki değerlendirmelere değindikten sonra Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı 9/11/2017 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, karardan 24/11/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 25/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyetinin ve itirazının sonuçlanması sonrasında Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) 6/12/2017 tarihinde, uzun dalgalı yayınların toplatılmasına ilişkin başvurucunun 27/11/2017 tarihli dilekçesi hakkında bir değerlendirme yapmış ve başvurucunun radyosunun emanet eşya deposuna alınmasına karar vermiştir. Başvurucu 6/12/2017 tarihli karara karşı şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği yaptığı değerlendirme sonucunda İdare ve Gözlem Kurulu kararının hukuka uygun olduğuna karar vermiş ve şikâyeti reddetmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Van Ağır Ceza Mahkemesi benzer gerekçelerle itirazı 21/2/2018 tarihinde reddetmiştir. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/487", "Başvuru Konusu":"Başvuru; ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun radyosuna el konulması ve kurum idaresi aracılığıyla satın aldığı süreli yayınların kendisine verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, gece vakti alkollü içecek satışı eyleminden ötürü idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1979 doğumlu olup Balıkesir'in Edremit ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu, Edremit ilçesine bağlı Zeytinli Mahallesi Atatürk Caddesi'nde alkollü içecek satışı da yapan bir büfe işletmektedir. Edremit İlçe Emniyet Müdürlüğü kolluk görevlilerince 16/8/2014 günü saat 40 civarı B.P., E.S. ve E.Ç. adlı kişilerin başvurucunun işlettiği büfeden içinde bira bulunan siyah bir poşetle dışarı çıktıkları tespit edilmiş; bunun üzerine tutanak düzenlenmiştir. Aynı gün saat 00'de düzenlendiği belirtilen söz konusu tutanak polis memurları ve adı geçen üç kişi tarafından imzalanmış ancak anılan büfede işletmeci olarak çalışan E. tarafından imzalanmamıştır. İlçe Emniyet Müdürlüğü bu tutanağı Tütün ve Alkol Piyasasını Düzenleme Kurumuna (TAPDK) göndermiştir. Başvurucunun savunması alındıktan sonra Tütün ve Alkol Piyasasını Düzenleme Kurulu (Kurul) 8/6/2016 tarihinde başvurucunun saat 00'den sonra alkollü içecek satışı yaptığı gerekçesiyle 454 TL tutarında idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu tutar 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamülleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanun’un maddesinin (k) bendi ve 2014 yılı yeniden değerleme oranlarına göre belirlenmiştir. Kararda başvurucunun gelir vergisi beyannamesine göre 2014 yılı dönemine ait kârının 507,38 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu bu idari para cezası kararına karşı 8/8/2016 tarihinde Edremit Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) nezdinde itirazda bulunmuştur. Hâkimlik 24/11/2016 tarihinde itiraz başvurusunun görev yönünden reddine karar vermiş ancak Uyuşmazlık Mahkemesinin 30/11/2015 tarihli uyuşmazlığın çözümünde Sulh Ceza Hâkimliğinin görevli olduğu yönündeki kararı üzerine 12/12/2016 tarihinde görevsizlik kararını kaldırmıştır. Hâkimlik 3/3/2017 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun söz konusu işyerinin sahibi olduğu belirtilmiş ve olay tutanağına göre kolluk görevlilerinin bu işyerinden çıkan kişilerin ellerindeki poşetlerde bira olduğunun görüldüğüne vurgu yapılmıştır. Hâkimlik, her ne kadar kolluk görevlilerince düzenlenen tutanak olay sırasında işyerinde bulunan E. tarafından imzalanmamışsa da bu tutanağın kolluk görevlileri ve işyerinden alkol aldığı belirtilen kişilerce imzalanmış olmasını yeterli görmüştür. Bu tutanak karşısında başvurucunun savunmasına itibar edilmediğini belirten Hâkimliğe göre eylemin işlendiği sabit olup başvurucunun itirazı hukuki dayanaktan yoksundur. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Burhaniye Sulh Ceza Hâkimliğince söz konusu kararda bir isabetsizlik olmadığı gerekçesiyle 19/4/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü cümlesi şöyledir: “Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” 4250 sayılı Kanun’un 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi şöyledir:  “Bu Kanunun 6 ncı maddesinin;...e) Beşinci fıkrasındaki yasaklara aykırı hareket edenlere, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendinde öngörülen, idari para cezası verilir.” 4733 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “...Tütün, tütün mamulleri, etil alkol, metanol ve alkollü içkiler piyasasında Gıda, Tarım veHayvancılık Bakanlığından gerekli izinleri alarak veya almadan mal veya hizmet üreten, işleyen, ihraç veya ithal eden, pazarlayan, alan veya satan gerçek ve tüzel kişilere aşağıda yazılı idarî yaptırımlar uygulanır: ...k) Tütün mamulleri veya alkollü içkilerin tüketicilere satışını; internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları ya da posta ile sipariş yöntemi kullanarak yapmak üzere satış sistemi kuran veya faaliyette bulunanlara yirmibin Yeni Türk Lirasından yüzbin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. (Ek ikinci cümle: 13/2/2011-6111/175 md.) Satışın internet ortamında yapılması halinde, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda öngörülen usullere göre erişimin engellenmesine karar verilir ve bu karar hakkında da anılan Kanun hükümleri uygulanır. \" 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) İdarî para cezası, maktu veya nispi olabilir. (2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur. ... (7) İdarî para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Bu suretle idarî para cezasının hesabında bir Türk Lirasının küsuru dikkate alınmaz. Bu fıkra hükmü, nispi nitelikteki idarî para cezaları açısından uygulanmaz.\" Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 4/12/2015 tarihli ve 29552 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/11/2015 tarihli ve E.2015/50, K.2015/107 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"... Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının (a) bendinde, 4733 sayılı Kanun veya ilgili mevzuat gereğince Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından istenilen ticari faaliyetlerini gösterir satış veya faaliyet raporlarını veya bilgi, belge ve numuneleri yazılı uyarıya rağmen belirlenen süre içinde vermeyenlere, yanlış veya yanıltıcı bilgi veya belge verenlere, gerekli tesis ve yerleri incelemeye açmayanlara ellibin Yeni Türk Lirasından ikiyüzellibin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verileceği hüküm altına alınmış olup '...ellibin Yeni Türk Lirasından ikiyüzellibin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.' ibaresi itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır. Anayasa'nın maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi kabahatler hukuku açısından da Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifletici nedenlerinin, kusurluluğu azaltan ya da ortadan kaldıran sebeplerin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanun metinlerinin, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olması ve buna bağlı olarak, uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı 4733 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının (a) bendinde, hangi eylemlerin idari para cezasını gerektirdiği ve uygulanacak para cezasının alt ve üst sınırı açıkça gösterilmiştir. Anılan kuralda gösterilen kabahatlerin işlenmesi durumunda verilecek para cezasının miktarı öngörülebilir olup kuralda herhangi bir belirsizlik söz konusu değildir. İdarelerin, kanunlarla verilen görevleri yerine getirirken alacağı kararların, her türlü olay ve olgu göz önünde bulundurularak önceden hukuk kurallarıyla belirlenmesi mümkün olmadığı gibi kamu hizmetlerinin ve toplumsal ihtiyaçların değişkenliği dikkate alındığında uygun bir yöntem de değildir. Bu nedenle, idarelerin karşılaştıkları farklı durumlar karşısında en uygun çözümü üretebilmeleri için takdir yetkisiyle donatılmaları zorunludur. Takdir yetkisinin amacı, idareye farklı çözümler arasından uygun ve yerinde olanı seçme serbestîsi tanımaktır. İtiraz konusu kuralda yer alan idari para cezasının verilmesini gerektiren eylemler kabahat niteliğindedir. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinde, kabahat karşılığında idari para cezası uygulanırken hangi ölçütlerin esas alınacağı gösterilmiştir. Söz konusu maddenin (2) numaralı fıkrasına göre, idarî para cezasının, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle belirlendiği durumlarda, idarî para cezasının miktarı tespit edilirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulacaktır. Kabahatler Kanunu'nda öngörülen ölçütler gözetilerek uygulanacak olan itiraz konusu kuralın belirsizliği ve öngörülemezliğinden söz edilemeyeceğinden, kuralda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerine ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesine aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararında vurgulandığı üzere idareye alt ve üst sınırlar arasında para cezasını belirleme konusunda takdir yetkisi tanınması, idarenin 'keyfi' olarak hareket edebileceği anlamına gelmemektedir. İdareye tanınan takdir yetkisinin, somut olayın özellikleri, eylemin ağırlığı, oluşan zararın büyüklüğü gibi durumlar göz önünde bulundurularak kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanılması ve işlenen fiil ile tayin edilecek ceza arasında adil bir dengenin gözetilmesi, idarece cezanın alt sınırının üzerine çıkıldığında bunun nedenlerinin ortaya konulması ve gerekçelerinin açıklanması zorunludur. Belirtilen hususların, söz konusu para cezalarına karşı açılacak davalarda yargı yerlerince gözetileceği de tabiîdir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir....\" Anayasa Mahkemesinin 3/5/2016 tarihli ve 29107 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 7/4/2016 tarihli ve E.2015/109, K.2016/28 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"... Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, bayilerin lisanslarının devamı süresince, bayisi olduğu dağıtıcı haricinde diğer dağıtıcı ve onların bayilerinden akaryakıt ikmali yapmaları yasaklanmış, itiraz konusu kuralla da yasaklanan bu eylemi gerçekleştiren sorumluların sekiz yüz elli bin Türk Lirası idari para cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Anayasa’nın maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Ancak kanun koyucu, kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. Hakkaniyet, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenmiş olup hâkime takdir yetkisi tanınan durumlarda, hâkimin bu takdir yetkisini somut olayın özelliklerine uygun olarak ve adalet ilkelerini gözeterek kullanmasını ifade etmektedir. Hakkaniyet kavramı, hukukun genel bir ilkesi olduğundan, anayasa yargısında da dikkate alınmalıdır. Kanun koyucu da tıpkı mahkemeler gibi takdir yetkisi kullanırken hakkaniyeti gözetmekle yükümlüdür. Kanun koyucu, petrol piyasası faaliyetlerinin sağlıklı ve düzenli şekilde yürütülebilmesi amacıyla bayilere, bayisi olduğu dağıtıcı haricinde diğer dağıtıcı ve onların bayilerinden akaryakıt ikmali yapmamalarına ilişkin getirdiği yükümlülüğün ihlal edilmesi hâlinde itiraz konusu kuralla idari para cezası öngörmüş olup kural, kabahat sayılan eylemin işlenmesini önlemeye yönelik 'caydırıcılık( fonksiyonunu yerine getirmektedir. Petrol piyasasında faaliyette bulunan aktörlerin eylemlerinden dolayı petrol piyasasının bozulmaması ve piyasadaki faaliyetlerin şeffaf, eşitlikçi ve istikrarlı şekilde yürütülebilmesi amacıyla bayilere bu şekilde yükümlülük getirilmesi ve bu yükümlülüğü ihlal eden bayilerin idari para cezasıyla cezalandırılmaları kanun koyucunun takdir hakkı kapsamında kalmaktadır. Bununla birlikte kanun koyucunun, takdir hakkı kapsamında öngördüğü yaptırımın, adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir. Özel bir faaliyet alanında kamu düzenini korumak veya belli bir sektörü düzenlemek amacıyla ilgili kanunlarda özel olarak yetkilendirilmiş idari makamlar tarafından verilen idari cezalar “regülatif cezalar” olarak ifade edilmektedir. Bağımsız idari otoritelerden olan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından özel kolluk veya düzenleme yetkileri kapsamında verilen idari cezalar da bu kategoriye girmektedir. Regülatif idari para cezalarının meblağları yüksek olduğundan muhatapları üzerinde çok ağır sonuçlar doğurabilmekte olup bu idari para cezalarının çoğunlukla nispi veyahut alt ve üst sınır gösterilmek suretiyle düzenlendiği görülmektedir. İtiraz konusu kuralda bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcı haricinde başka dağıtıcılardan veya onların bayilerinden akaryakıt ikmal etmeleri durumunda öngörülen idari para cezası'regülatif idari para cezası' niteliğinde maktu olarak düzenlenmiştir. Bu cezada, işletmelerin ekonomik büyüklüğü ve sınıfına ilişkin herhangi bir kademelendirme yapılmadığı görülmektedir. Buna göre, tek pompa ile faaliyet gösteren ve idari para cezası miktarı kadar yıllık cirosu bulunmayan bir akaryakıt istasyonu ile büyük ölçekteki akaryakıt istasyonunu işletenler açısından yükümlülüğün ihlali halinde verilecek ceza miktarı aynı olmakla birlikte, para cezasının miktarının yüksek olması göz önüne alındığında tek pompa ile faaliyet gösteren ve cirosu yüksek olmayan akaryakıt bayisi için verilen ceza daha ağır sonuçlar doğurabilmektedir. Diğer taraftan, bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcı haricinde başka dağıtıcılardan veya onların bayilerinden akaryakıt ikmal etmeleri durumunda maktu idari para cezası ile cezalandırılmalarının öngörülmesi nedeniyle, idari para cezası uygulanırken fiilin işleniş şekli, diğer bir ifadeyle akaryakıtın ikmalinin ne şekilde yapıldığı, failin kusur durumu başka bir ifadeyle bayinin fiili kasıtla veya taksirle işleyip işlemediği ve ikmal edilen akaryakıtın miktarı gibi hususlarda dikkate alınamamaktadır. Bu itibarla bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcı haricinde başka dağıtıcılardan veya onların bayilerinden akaryakıt ikmal etmeleri hâlinde fiilin haksızlık içeriği, bayilerin kusur durumu dikkate alınmadan, ekonomik büyüklüklerine ve sınıflarına göre adil bir denge gözetilmeden, itiraz konusu kuralla ölçülü ve makul olmayan idari para cezası ile cezalandırılmaları, hukuk devletinin gereği olan 'adalet' ve 'hakkaniyet' ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi yönünden Anayasa’nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir.... Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasının üçüncü cümlesinde bayilere sözleşme yaptığı yeni dağıtıcının ürünlerini pazarladığı anlaşılacak şekilde faaliyetlerine devam etme yükümlülüğü getirilmiş, itiraz konusu kuralla da bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin altı yüz bin Türk Lirası idari para cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Akaryakıt tüketicilerinin istedikleri dağıtıcıya ait akaryakıt ürünlerine kolaylıkla ulaşmalarını sağlamak ve dağıtıcıların kendi müşteri çevrelerine akaryakıt ürünlerini pazarlama noktasında sıkıntı yaşamalarını önlemek amacıyla kanun koyucunun bayilere bu şekilde yükümlülük getirmesi ve bu yükümlülüğü yerine getirmeyen bayileri idari para cezası ile sorumlu tutması takdir hakkı kapsamında kalmaktadır. Bununla birlikte kanun koyucunun, takdir hakkı kapsamında öngördüğü yaptırımın, adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir. İtiraz konusu kuralda, öngörülen idari para cezası belli bir sektörü düzenlemek için öngörülmüş'regülatif idari para cezası' niteliğinde olup maktu olarak düzenlenmiştir. Bu idari para cezası maktu düzenlendiği için uygulanırken işlenen fiilin haksızlık içeriği, bayinin kusur durumu bir başka deyişle fiilin kasten veya taksirle işlenip işlenmediği hususları dikkate alınamadığı gibi bayilerin işletmelerinin ekonomik büyüklüğü, cirosu, kârı gibi kriterler de değerlendirilememektedir. Buna göre, tek pompa ile faaliyet gösteren ve uygulanan idari para cezası miktarı kadar yıllık cirosu bulunmayan bir akaryakıt istasyonu ile büyük ölçekteki akaryakıt istasyonunu işletenler açısından bu yükümlülüklerin ihlali halinde verilecek ceza miktarı aynı olmakla birlikte para cezasının miktarının yüksek olması göz önünde bulundurulduğunda tek pompa ile faaliyet gösteren ve cirosu yüksek olmayan akaryakıt bayisi için verilen ceza daha ağır sonuçlar doğurabilmektedir. Bu itibarla bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcıya ait ürünleri pazarladıklarının anlaşılması için istasyonlarında dağıtıcıya ait marka ve logoları bulundurmamaları hâlinde, işlenen fiilin haksızlık içeriği, bayilerin kusur durumu dikkate alınmadan, ekonomik büyüklüklerine ve sınıflarına göre adil bir denge gözetilmeden, itiraz konusu kuralla ölçülü ve makul olmayan idari para cezası ile cezalandırılmaları, hukuk devletinin gereği olan 'adalet' ve 'hakkaniyet' ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan '… bayi, sözleşme yaptığı yeni dağıtıcının ürünlerini pazarladığı anlaşılacak şekilde faaliyetine devam eder…' ibaresi yönünden Anayasa’nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir....\" Anayasa Mahkemesinin 3/11/2016 tarihli ve 29877 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 12/10/2016 tarihli ve E.2015/73, K.2016/161 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"... Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında LPG taşıma faaliyeti yapmak için lisans alınmasının zorunlu olduğu düzenlenmiş, itiraz konusu kuralla da LPG taşıma faaliyetinin lisans alınmaksızın yapılması halinde sorumlulara beşyüzbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği hüküm altına alınmıştır.  Anayasa’nın maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idarî yaptırımlar açısından da hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Bununla birlikte kanun koyucunun, takdir hakkı kapsamında öngördüğü yaptırımın, adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir. Kanun’un genel ve madde gerekçeleriyle yasama sürecindeki tartışmalardan, kanun koyucunun, sıvılaştırılmış petrol gazının (LPG) güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı içinde kullanıcılara sunulmasını, faaliyetlerin şeffaf, güvenli ve istikrarlı bir şekilde sürdürülmesini ve bu kapsamda etkili bir denetim sisteminin kurulması ile caydırıcı cezalar getirilmesini hedeflediği anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun, kamu can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden LPG’nin teknik gerekliliklere ve mevzuata uygun olarak güvenli bir biçimde taşınmasını sağlamak üzere bu faaliyet için lisans alınmasını zorunlu kıldığı ve bu yükümlülüğün ihlali halinde uygulanacak yaptırımı maktu idarî para cezası olarak belirlediği görülmektedir. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu fiilleri kabahat olarak belirlemesinin ve bunun karşılığında idarî cezalar öngörmesinin, kamu yararını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. Kanun’un maddesinde, idarî para cezasını gerektiren filler ağırlık derecelerine göre gruplandırılarak ihlalin önemine göre farklı idarî para cezaları öngörülmüştür. Kanun koyucunun, LPG piyasasında yürütülecek faaliyetler için lisans alınmasına Kanun’un diğer bazı hükümlerine göre daha çok önem atfettiği ve cezaları, caydırıcılık fonksiyonunu yerine getirebileceğini takdir ettiği maktu cezalar olarak düzenlediği anlaşılmaktadır. Kanunla yapılan düzenlemelerin etkili bir şekilde hayata geçirilebilmesi bakımından, öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak ve yasaklanan fiillerin işlenmesini önlemek için hangi tür ve ölçekte idarî yaptırım uygulanacağı kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Maktu olarak belirlenen idarî para cezaları, cezayı gerektiren fiili işleyenlerin üzerinde, ekonomik durumlarına göre farklı etkiler doğurabilirse de bu durumun adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturduğu söylenemez. Kanun koyucunun, takdir yetkisine kapsamında fiilin meydana getireceği neticeleri de dikkate alarak düzenlediği itiraz konusu kuralda hukuk devleti ilkesi ile çelişen bir yön bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinde yer alan LPG’nin 'taşınması' yönünden Anayasa’nın maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.\"... Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendinde, otogaz bayilerinin, otogaz istasyonlarında LPG tüpü dolumu ve satışı yapmamak, LPG tüpü dolumuna yarayan hiçbir alet, makine ve teçhizatı istasyon dâhilinde bulundurmamak ile yükümlü olduğu düzenlenmiş, itiraz konusu kuralla bu yükümlülüğün ihlali halinde ikiyüzellibin Türk Lirası idarî para cezası verilmesi öngörülmüştür. Kanun koyucunun, LPG otogaz satışı ile LPG tüpü satışı faaliyetlerini iki ayrı piyasa olarak düzenlediği, kamu can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden bu faaliyetlerin her birine özgü teknik düzenlemeler getirdiği, bu kapsamda otogaz bayilerinde LPG tüpü satış ve dolumunu yasakladığı ve bu yasağın ihlali halinde uygulanacak yaptırımı maktu idarî para cezası olarak belirlediği görülmektedir. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu fiilleri kabahat olarak belirlemesinin ve bunun karşılığında idarî cezalar öngörmesinin, kamu yararını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. 5307 sayılı Kanun’un, 5728 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan 'Aşağıdaki hâllerde sorumlulara beşyüzbin Türk Lirası idarî para cezası verilir:' ibaresinin 5307 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan LPG’nin 'taşınması' yönünden incelenmesi bölümünde belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendi yönünden Anayasa’nın maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.... Kanun’un maddesinde, LPG dolum tesislerinde ve otogaz istasyonlarında sorumlu müdür bulundurulmasının zorunlu olduğu, maddesinde ise LPG piyasasında görev yapacak sorumlu müdürler, otogaz LPG dolum personeli ve sayılan diğer personelin TMMOB (Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği)’a bağlı ilgili meslek odası tarafından eğitime tâbi tutulacağı düzenlenmiş, itiraz konusu kuralla da bu hükümlerin ihlali halinde ellibin Türk Lirası idarî para cezası verilmesi öngörülmüştür. Kanun koyucunun, kamu can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden otogaz faaliyetlerinin güvenli bir şekilde yapılması için birtakım teknik düzenlemeler öngördüğü, bu kapsamda LPG otogaz istasyonlarında sorumlu müdür ve yetkili personel çalıştırılmasını zorunlu kıldığı, bu zorunluluğun ihlali halinde uygulanacak müeyyideyi maktu idarî para cezası olarak belirlediği görülmektedir. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu fiilleri kabahat olarak belirlemesinin ve bunun karşılığında idarî cezalar öngörmesinin, kamu yararını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. Kanun’un, 5728 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan 'Aşağıdaki hâllerde sorumlulara beşyüzbin Türk Lirası idarî para cezası verilir:' ibaresinin 5307 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan LPG’nin “taşınması” yönünden incelenmesi bölümünde belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un 14 ve maddeleri yönünden Anayasa’nın maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir....\" Anayasa Mahkemesinin 22/12/2017 tarihli ve 30278 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 1/11/2017 tarihli ve E.2017/132, K.2017/149 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"... Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde, maddede yer alan kısıtlamalara uyulmaması halinde sorumlulara altıyüzbin Türk Lirası idari para cezası verilmesi öngörülmüştür. Kanun’un 'Faaliyetlerin kısıtlanması' başlıklı maddesinin yedinci fıkrasında ise fabrika, şantiye, nakliye filosu işletmeleri ve benzeri kendi ihtiyaçları için depolama imkânı ve kendi araçlarına akaryakıt ikmal kapasitesi olan yerler hariç, araçlara yapılacak akaryakıt ikmalinin bayilik lisansı ve yeterli donanımı olan akaryakıt istasyonları dışında yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin 'Aşağıdaki hallerde, sorumlulara altıyüzbin Türk Lirası idarî para cezası verilir' bölümünün, bendin (3) numaralı alt bendinde yer alan maddenin yedinci fıkrası yönünden incelenmesi itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır.... Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi hangi eylemlerin idari yaptırımlarla cezalandırılmasının öngörüleceği, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Bununla birlikte kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında öngördüğü yaptırımın adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir. Kanun’un maddesinde, bu Kanun’un amacının 'yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan temin olunan petrolün doğrudan veya işlenerek güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı içerisinde kullanıcılara sunumuna ilişkin piyasa faaliyetlerinin şeffaf, eşitlikçi ve istikrarlı biçimde sürdürülmesi için yönlendirme, gözetim ve denetim faaliyetlerinin düzenlenmesini sağlamak' olduğu belirtilmiştir. Kanun koyucunun bu amaca ulaşılması için etkili bir denetim sisteminin kurulmasını ve caydırıcı cezalar getirilmesini hedeflediği anlaşılmaktadır. Kanun koyucu, akaryakıtın güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı içinde kullanıcılara sunulmasının sağlanması için akaryakıt ikmalinin yapılmasını lisansa tabi tutmuştur. Kamu can ve mal güvenliği açısından tehlike arz etmesi nedeniyle de lisansa tabi bu faaliyetin, kendi araçlarına akaryakıt ikmal kapasitesi olan ve fabrika, şantiye nakliye filosu işletmeleri ve benzeri kendi ihtiyaçları için depolama imkânı bulunan yerlerin dışında, mevzuata uygun bir biçimde yeterli teknik donanımın bulunduğu istasyonlarda yapılması zorunlu kılınmıştır. Bu zorunluluğun ihlal edilmesi hâlinde uygulanacak yaptırım ise maktu idari para cezası olarak belirlenmiştir. Kanun koyucunun kanunla yapılan düzenlemelerin etkili bir şekilde hayata geçirilebilmesi bakımından öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak ve yasaklanan fiillerin işlenmesini önlemek için maktu idari para cezası öngörmesinin kamu yararını sağlamaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasında, idari para cezasını gerektiren filler ağırlık derecelerine göre gruplandırılarak ihlalin önemine göre farklı idari para cezaları öngörülmüştür. Anılan maddenin altıncı fıkrasında ise hangi hâllerde ikinci fıkrada verilen cezaların artırılacağı düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin dördüncü fıkrasında bayiler için bir indirim düzenlemesine de yer verilmiştir. Kanun koyucu, petrol piyasasında yürütülen faaliyetlerin kamu hizmeti niteliğini de göz önünde tutarak cezaları, caydırıcılık fonksiyonunu yerine getirebileceğini takdir ettiği maktu cezalar olarak düzenlemiştir. Maktu olarak belirlenen idari para cezaları, cezayı gerektiren fiili işleyenlerin üzerinde ekonomik durumlarına göre farklı etkiler doğurabilirse de bu durumun adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturduğu söylenemez. Kaldı ki itiraz konusu kuralın da yer aldığı maddede farklı fiillere farklı idari yaptırımlar öngörüldüğü gibi idari yaptırımların hangi hâllerde artırılması ve indirilmesi gerektiği de düzenlenmiştir. Dolayısıyla kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında fiilin meydana getireceği neticeleri de dikkate alarak düzenlediği itiraz konusu kuralda hukuk devleti ilkesi ile çelişen bir yön bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın maddesine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir....\" Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 8/1/2018 tarihli ve E.201713858, K.2018/119 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"...Dosya kapsamına göre, kabahatli hakkındaki idari para cezasına dayanak teşkil eden 04/11/2016 tarihli tutanak altında gerek kabahatlinin gerekse olay saatinde işyerinde bulunan ortağı F.A.'nın imzasının bulunmadığı gibi F.A.'nın imzadan imtina ettiğinin de belirtilmediği, tanık olarak ifadesine başvurulan K. Ö.'un aldığı biraları başka bir işletmeden almasını müteakip kabahatlinin işletmesine çerez almak için geldiğini, kabahatlinin işletmesinden içki satın almadığını beyan ettiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 17/ maddesinde yer alan '(2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin susuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur.' şeklindeki hüküm ile 04/11/2016 tarihli tutanak haricinde kabahatlinin perakende alkollü içki satışı yapılamayan zaman diliminde alkollü içki satışında bulunduğuna ilişkin başkaca bir delinin bulunmaması ve kabahatlinin 2015 yılı gelir vergisine tabi kazancının 599,19 Türk lirası olması da dikkate alındığında, işlenildiği iddia olunan kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurularak verilen idari para cezasının hakkaniyete uygun olmadığı gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;4250 sayılı kanunun 6/f fıkrası ve 7/1-e bendine göre kabahatlinin 4733 sayılı Kanunun 8/5-k bendi gereğince idari yaptırım cezası verilmesi gerektiği ancak vergi usul kanunu tebliğine göre misli artırım uygulanmasının olmadığı ve idari para cezasının alt sınırın 000 TL, üst sınırının ise 000 TL olduğu buna göre idari para cezasının takdiri gerekirken yazılı şekilde karar verildiği anlaşılmakla;Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu yönden yerinde görüldüğünden, İzmir Sulh Ceza Hakimliğinin 2017 gün ve 2017/3181 değişik iş sayılı kararının CMK.nun 309/4-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına2018 günü oybirliğiyle karar verildi.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün \"Mülkiyetin korunması\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi KararlarıAvrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ilgili kararları için bkz. Orhan Gürel (B. No: 2015/15358, 24/5/2018, §§ 27-32); Züliye Öztürk (B. No: 2014/1734, 14/9/2017, §§ 33-37) Mohammed Kashet ve diğerleri ([GK], B. No: 2015/17659, 20/6/2019, §§ 31-35) başvuruları hakkında verilen kararlar. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26141", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gece vakti alkollü içecek satışı eyleminden ötürü idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, başvurucuların 24/11/2011 ile 10/12/2012 tarihleri arasında Kumkapı (İstanbul) Geri Gönderme Merkezinde (Kumkapı GGM/Merkez) herhangi bir yargısal karar olmaksızın, yeterli güvenceler sağlanmaksızın kanuna aykırı olarak keyfî bir şekilde ve sağlıksız koşullarda 382 gün boyunca idari gözetim altında tutuldukları, evli olmalarına rağmen birlikte kalmalarına izin verilmediği, bu süre içinde serbest bırakılmalarını sağlayacak etkili bir kanun yolu bulunmadığı, bu nedenlerle Anayasa’nın , , , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/1/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/6/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/10/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/11/2013 tarihinde sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüş yazısında bildirilen hususlar çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Özbek kökenli Kırgızistan Cumhuriyeti vatandaşları olan başvurucular, kendi iddialarına göre ülkelerinde çıkan Özbek-Kırgız çatışması sonucunda süreklilik arz eden çatışma ve gerginlik ortamında can güvenlikleri tehlikeye girdiğinden zorunlu olarak ülkelerini terk etmiş ve iltica talebiyle Türkiye’ye gelmişlerdir. Başvurucuların, uluslararası terörizm faaliyetleri ile bağlantılı oldukları şüphesinin oluşması üzerine 2011 yılında genel güvenlik tahdit koduyla haklarında Türkiye’ye giriş yasağı konulmuştur. Başvurucular, bilinmeyen bir tarihte İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak iltica talebinden bulunmuşlardır. Başvurucular, yine bilinmeyen bir tarihte paralel prosedür çerçevesinde iltica başvurusu için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine müracaat etmişlerdir. Başvurucuların iltica talepleri İçişleri Bakanlığınca kabul edilmemiş ve bu karara itirazları da anılan idarece reddedilmiştir. Başvurucuların, belirtilen olumsuz işlem aleyhine Ankara ve İdare Mahkemesinde açtıkları iptal davaları da reddedilmiştir. Başvurucuların iltica talepleri üzerine, İçişleri Bakanlığının 21/10/2011 tarihli ve 28882-208129 sayılı yazısı gereği, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 21/10/2011 tarihli “tebliğ tebellüğ tutanağı” ile başvurucuların Çankırı iline sevklerine karar verilmiştir. Ancak kendi beyanlarına göre başvurucu Bayan F.A.nın hastalığı ve tedavisinin devam etmesi nedeniyle İçişleri Bakanlığı tarafından uygun görülen süre içerisinde her iki başvurucu da Çankırı iline gidememiştir. Bu nedenle başvurucular firari sayılarak 24/11/2011 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü tarafından tekrar idari gözetim altına alınmış ve Kumkapı GGM’ye yerleştirilmişlerdir. Başvurucular Kumkapı GGM’de tutulmakta iken İçişleri Bakanlığı Yabancılar Hudut ve İltica Daire Başkanlığının 6/12/2011 tarihli yazısıyla sığınma talepleri ile ilgili öne sürdükleri gerekçelerin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 1994 tarihli Yönetmelik (bkz. § 33) çerçevesinde değerlendirildiği ve sığınmacı olabilmek için gerekli kriterleri taşımadıkları kanaatine varıldığı, bu nedenle başvuruculara sığınmacı statüsü verilmesinin uygun görülmediği bildirilmiştir. Başvurucular, İçişleri Bakanlığının söz konusu kararına karşı kendilerine verilen üç günlük süre içerisinde itiraz ederek anılan kararın bir kez daha gözden geçirilmesini talep etmişlerdir. Bu itiraz üzerine yapılan inceleme sonucunda İçişleri Bakanlığının 23/12/2011 tarihli yazısı ile başvurucuların talepleri nihai olarak reddedilmiştir. Ayrıca başvurucuların durumu, 1994 tarihli Yönetmeliğin maddesi gereğince yabancılarla ilgili genel hükümler çerçevesinde değerlendirilmiş ve “ikincil koruma” kapsamına alınmaları da anılan Bakanlığın aynı tarihli yazısıyla uygun görülmemiştir. Başvurucuların avukatı tarafından 5/12/2012 tarihinde İçişleri Bakanlığı Yabancılar Hudut ve İltica Daire Başkanlığına dilekçe ile müracaat edilerek başvurucuların sığınma dosyalarının tekrar açılması, idari gözetimin sonlandırılarak serbest bırakılmaları ve gidebilecekleri üçüncü bir ülke temin edilinceye kadar kendilerine insani mülahazalarla ikamet izni verilmesi talep edilmiştir. Bu talep üzerine İçişleri Bakanlığının 7/12/2012 tarihli ve 37209-222452 sayılı talimat yazısı ile “Sığınma Başvuru Sahibi” statüsündeki dosyaları kapatılan, haklarında 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu’nun mülga maddesine istinaden Türkiye’ye giriş yasağı ve 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’un maddesi çerçevesinde Türkiye’de kalmaları uygun görülmeyerek sınır dışı kararları alınan başvurucuların çıkış yapabilecekleri üçüncü bir ülke bulunana kadar haklarında Türkiye’ye giriş yasağı kararı saklı kalmak kaydıyla 5683 sayılı mülga Kanun’un maddesine istinaden belge tanzim edilerek başvuruculara verilmesi istenmiştir. Bu işlem sonucunda başvurucular, tespit edilen bir adrese yerleştirilmek üzere 10/12/2012 tarihinde serbest bırakılmışlardır. Başvurucular, hâlen İstanbul/Zeytinburnu’nda ikamet etmektedirler. Başvurucular 9/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. Kumkapı GGM’nin Durumu Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesince (CPT) 2009 yılının Haziran ayında aralarında başvurucuların tutuldukları Kumkapı GGM’nin de bulunduğu Türkiye’nin farklı illerindeki altı GGM’ye yönelik bir dizi ziyaret gerçekleştirilmiştir. Anılan ziyaretler sonucunda hazırlanan 16/12/2009 tarihli raporunun (2009 tarihli CPT Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“…2007 yılının Mart ayında açılan İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezi, 560 kişilik (tutulan 360 erkek ve 200 kadın için) resmî kapasiteye sahip olan, Türkiye’de tutulu bulunan göçmenlere yönelik en geniş tutuklu yerleşkesidir. Ziyaret tarihinde merkezde 124 yabancı uyruklu kişi barındırılmaktaydı.... Ziyaret edilen gözaltı merkezlerindeki maddi koşullara ilişkin olarak heyet, önceki iki hafta boyunca ziyaret edilen birkaç gözaltı merkezinde (özellikle İstanbul-Kumkapı ve Edirne-Tunca) tutulan kişi sayısında keskin bir düşüş olduğunu, söz konusu merkezlerde tutulan tüm kişilerin neredeyse %50’sinin serbest bırakıldığının anlaşıldığını belirtmiştir. Bunun ziyaret tarihinde, kuruluşlardaki yaşam koşulları üzerinde faydalı bir etkisi olduğu aşikârdır.... İstanbul-Kumkapı’da, yeni tutuklu yerleşkesindeki maddi koşullar, İstanbul’daki eski tutuklu yerleşkelerindeki koşullara kıyasla genel olarak çok daha iyiydi [dipnot: Ancak bazı iyileştirmeler ziyaretten çok kısa bir süre öncesinde yapılmıştır (örneğin; duvarların boyanması, dışarıdan temizlikçi görevlileriyle sözleşme imzalanması, v.b.)]. Özellikle, tutulma odalarının çoğu geniş, iyi ışıklandırılmış (gün ışığına iyi erişim ile) ve çok temizdi.Bununla birlikte, mevcut yer ve olanaklar göz önünde bulundurulduğunda, merkezin 560 kişilik mevcut resmî kapasitesinin çok yüksek olduğu açıktır. Özellikle, tutulma odalarındaki yaşam alanı yetersizdir (örneğin; 30 yatak için 58 m²) ve ortak kullanılan odalar boyut ve ekipman bakımından noksandır (örneğin; zemin katında 120 yatak bulunurken, ortak kullanılan odalarda sekiz masa ve 23 sandalye bulunmaktadır). CPT İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinin resmî kapasitesinin önemli ölçüde azaltılması ve ilerideki doluluk düzeyinin daima yeni kapasitenin sınırları içerisinde tutulmasını sağlamak üzere tedbirler alınmasını tavsiye etmektedir.... Kırklareli ve çocuklar ile kadınlar açısından İstanbul-Kumkapı istisna olmak üzere [dipnot: Kumkapı’da mevcut avlu öncelikle polis araçları için park alanı olarak kullanılmıştır. Kısıtlı alan bulunmasından dolayı, sadece tutulan kadınlar ve çocuklar günlük açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmekteyken, tutulan erkekler genellikle haftalar hatta aylar boyunca mütemadiyen açık hava egzersizi imkânından yoksun bırakılmışlardır.], ziyaret edilen gözaltı merkezlerinde tutulan yabancı uyruklu kişilere hiçbir açık hava egzersizi imkânı sunulmamıştır.Ziyaret sonu konuşmaları esnasında heyet derhal bir tespitte bulunmuş ve Türk makamlarını Ağrı, Edirne-Tunca, İstanbul-Kumkapı, Konya ve Van’daki gözaltı merkezlerinde tutulan tüm göçmenlerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmelerini sağlamaya yönelik gerekli tedbirleri almaya çağırmıştır.Türk makamları 23 Eylül 2009 tarihli bir yazı ile İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinde tutulan yabancı uyruklu kişilerin ‘günde ortalama bir saat boyunca açık havaya çıkmalarına ve açık hava faaliyetlerinden faydalanmalarına izin verildiği’ hususunda Komiteyi bilgilendirmiştir. ...CPT bu zamana kadar atılan adımları memnuniyetle karşılamakta ve Ağrı ve İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezlerinde tutulan tüm yabancı uyruklu kişilerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalandığına ilişkin teyidin kendisine ulaştırılmasını istemektedir.... Ziyaret edilen birtakım gözaltı merkezlerinde, verilen yemeğin kalitesi ve/veya miktarına ilişkin çok sayıda şikâyet alınmıştır. Söz konusu merkezlerden birinin müdürü, kendi deneyimlerine göre günlük kişi başına tahsis edilen bütçe olan 60 TL’nin açık bir şekilde yetersiz olduğunu heyete beyan etmiştir. CPT, yabancılara yönelik tüm gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlere temin edilen yemek hizmetinin, hem miktar hem de kalite bakımından yeterli olmasını sağlamak üzere tekrar gözden geçirilmesini tavsiye etmektedir.…” Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, 11/5/2012 tarihinde Kumkapı GGM’ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyarete ilişkin olarak anılan Komisyon tarafından 10/10/2012 tarihinde kabul edilen “Edirne, İstanbul ve Kırklareli İllerinde Bulunan Geri Gönderme Merkezleri Hakkında İnceleme Raporu” başlıklı raporun (2012 tarihli TBMM Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“… İNCELEMEDE UYGULANAN YÖNTEM…Alt Komisyon, geri gönderme merkezlerinde yerinde inceleme yapma yöntemini benimsemiştir. Bu amaçla, … 11 Mayıs 2012 tarihinde … İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nde inceleme gerçekleştirmiştir.…İncelemeler sırasında illerin valileri, emniyet müdürleri, diğer idari yetkilileri ve geri gönderme merkezlerinde barınan yasa dışı göçmenlerle görüşmeler gerçekleştirilmiş, barınma mekânları incelenmiş, çeşitli bilgi ve belgeler edinilmiştir. İncelemelerde mülteciler, sığınmacılar ve yasa dışı göçmenlerle ilgili çalışmalarda bulunan sivil toplum örgütlerinden İnsan Hakları Araştırma Derneği, Mülteciler Dayanışma Derneği, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı ve Uluslararası Af Örgütü temsilcileri de incelemelere bilfiil katılarak görüş ve önerileriyle Alt Komisyon çalışmalarına katkı sağlamışlardır.… İNCELEMELER Genel BilgiHududumuzda yakalanan yasadışı göçmenlerin sınırdışı edilene kadar barınma iaşe ve sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı yerlere geri gönderme merkezi denilmektedir. Ülke genelinde geri gönderme merkezlerinin kapasitesi 35 ilde toplam 2945 kişiden oluşmaktadır; ancak faal olarak bu illerden sadece 20’sinde bulunan merkezlerde hizmet verilmektedir. Ülkemizdeki yasa dışı göçmen sayısının ise geri gönderme merkezlerinin kapasitesinin oldukça üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Geri Gönderme Merkezlerinde Yapılan İncelemeler…c) İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezica) Geri Gönderme Merkezi Hakkında BilgilendirmeKomisyonumuz İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezindeki incelemesinden önce İl Emniyet Müdür yardımcısı H… P… ve Komiser E… Y…’dan bilgi almıştır. Edinilen bilgilere göre;- Yabancılar Şube Müdürlüğü bünyesinde; ikamet, vatandaşlık, sığınma, iltica ve sınır dışı işlemleri ile geri gönderme merkezindeki barınma hizmetleri yürütülmektedir.- Geri gönderme merkezinin profiline bakıldığında daha çok yasa dışı göçmenlerden oluştuğu görülmektedir.- Misafirhanenin barındırabileceği kişi sayısı 100’ü kadın, 200’ü erkek olmak üzere toplam 300’dür. Burada ülkemizde bulundukları esnada suça karışan, ülkemize illegal yollardan giriş-çıkış yapan/yapmaya çalışan, vize ve ikamet süresi ihlalinde bulunan, izinsiz çalışan yabancı uyruklu şahıslar sınır dışı işlemleri için bekletilmektedir.- Bina, 2007 yılından itibaren geri gönderme merkezi olarak kullanılmaktadır.- Geri gönderme merkezine yaklaşık 40 farklı ülkeden günlük ortalama 30 ila 40 yabancı teslim edilmekte ve yine günde 30 ila 40 yabancının sınır dışı işlemleri yapılmaktadır.- Yakalanan yasa dışı göçmenlerden üzerlerinde pasaportu olmayanların konsoloslukları ile irtibata geçilerek belge temin etmek suretiyle ülkelerine çıkışları sağlanmaktadır. Kişinin maddi imkânı varsa kendi imkânları ile uçak bileti alınmakta; ancak yoksa uçak biletleri İkmal Şube Müdürlüğü ve Genel Müdürlük ile yapılan yazışmalar neticesinde devletimizce karşılanmaktadır.- Gün içerisinde sabah ve akşam devlet bütçesinden, öğlen ise Zeytinburnu Belediyesi Aşevinden karşılanmak üzere 3 öğün yemek verilmekte olup, haftanın her günü 24 saat sıcak su imkanı sunulmaktadır.- İl sağlık müdürlüğü tarafından Merkeze gönderilen doktor, haftada bir gün gelip sağlık sorunları olanları muayene etmektedir. Doktorun gelmediği günlerde hastalananlar ise Haseki Hastanesine götürülmekte, acil hastalar için ambulans hizmeti sunulmaktadır. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı aracılığıyla haftanın bir günü Merkeze gelen psikolog, sadece kadınlara psikolojik yardımda bulunmaktadır. Merkezde kadınlara yönelik kişisel hijyen malzemeleri ile tüm kalanlara yönelik temizlik malzemeleri ücretsiz verilmektedir. Ayrıca kıyafeti bulunmayanlara kıyafet yardımı yapılmaktadır. Özellikle Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’ten gelenlerin yıpranan giysileri yenileriyle değiştirilmektedir. Merkezde kalan çocuklara oyuncak ve günlük süt verilmektedir.- Merkezin konumunun kaçmaya müsait olması nedeniyle sadece haftada 1 gün (özellikle Pazar günü) havanın müsait olduğu zamanlarda, barınanlar bahçede havalandırmaya çıkarılmaktadır. Çocuklar ise istedikleri zaman havalandırmaya çıkabilmektedir.- Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri ve bir meslek öğrenebilmeleri için bir takım sosyal faaliyetler sunulmaktadır. Bu kapsamda; geri gönderme merkezindeki spor aletleriyle spor yapma imkanının sağlanmasının yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kurslarınca (İSMEK) Merkeze gönderilen hoca tarafından verilen takı kurslarına da katılım sağlanmaktadır. Merkezde ibadethane de bulunmaktadır.…- 2010 yılı içerisinde İçişleri Bakanlığınca yayımlanan Genelgeye paralel olarak, geri gönderme merkezine gelenlere kendisinin anladığı dilde buraya neden alındığı, hangi haklara sahip olduğu, burada neleri yapmasının yasak olduğu gibi konularda bilgilerin yer aldığı bir bilgilendirme formu verilmektedir. Bu bilgilendirme formu yaklaşık 40 ila 50 dilde hazırlanmıştır.- Ayrıca Merkezde herhangi bir suç nedeniyle yakalanıp sınır dışı işlemleri yapılana kadar tutulanlar da yer almaktadır. Ancak bu kişiler suç türüne göre bir ayrım yapılmadan koğuşlarda barındırılmaktadır.- Yakalananların işlemlerinin yapılacağı süreçte Merkezde barındırılmaları için 3’er aylık olurlar alınmakta; ancak ortalama 10 günde işlemlerin gerçekleştirilip kişilerin sınır dışı edilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. …- Merkeze ilk defa gelen 3 Pakistanlının el ve ayak parmaklarının soğuktan kangren olduğunun teşhis edildiği, doktorun kesilmesi gerektiğini söylediği, ancak tedaviyi kabul etmedikleri, bunun sebebi olarak da buraya çalışmak için geldiklerini elleri ve ayaklarının kesilmesi halinde çocuklarına yük olacaklarını söyledikleri, ülkelerine geri gönderilmeyi istemeleri üzerine geri gönderildikleri belirtildi ve Merkezde duygu yüklü olaylarla karşılaşıldığının, yapılan işin bu yönden kolay olmadığının üzerinde duruldu.cb) Geri Gönderme Merkezinde Yapılan Gözlemlerİnceleme sırasında Merkezde 291’i erkek, 97’si kadın, 7’si çocuk olmak üzere toplam 3[9]5 kişinin bulunduğu bilgisi edinildi. Geri gönderme merkezinin inceleme yapılan diğer iki merkezin aksine şehir merkezinde olduğu görüldü.Merkezde erkek ve kadınların koğuşlarının ayrı bloklarda olduğu, koğuşların ayrı ayrı odaları içerdiği ve odalardaki ranza sayılarının değiştiği gözlemlendi. Koğuşlarda bulunan tuvalet ve banyoların hijyen açısından yetersiz durumda olduğu kanaatine varıldı.Merkezde sığınmacıların hemen hemen her istediklerini bulabilecekleri büyük bir kantin olduğu, kantinde masa ve sandalyelerin yer aldığı, ayrıca koğuşların önünde yiyecek ve temel ihtiyaçların satıldığı stantlar olduğu görüldü.Merkezde her zaman bulunan bir sağlık görevlisinin olmadığı, sağlık hizmetlerinin sadece haftada bir kez gelen doktor eliyle yürütüldüğü bilgisi verildi.İhtiyacı olanlara bedava verilecek kıyafetlerin toplandığı bir oda bulunduğu ve bu kıyafetlerin Merkeze yapılan bağışlar sayesinde toplandığı bilgisi edinildi. Yine Merkezde yasa dışı göçmenlerin özel eşyalarını emanete bırakabilecekleri emanet odalarının bulunduğu görüldü.Merkezde barınanların boş zamanlarını geçirebilecekleri faaliyet odasında İSMEK’ten gelen hocalarca haftada 3 gün çeşitli kurslar verildiği belirtildi.Merkezde çocukların günün her anında istedikleri zaman gelip oynayabilecekleri oyun odaları bulunmakta olup odalarda çeşitli oyuncaklar ile aktivite imkânları bulunduğu görüldü. Merkezde hem televizyon odası hem de yemek odası şeklinde kullanılmak üzere ayrılmış odalarda kişilerin sohbet etmekte oldukları ve iyi vakit geçirdikleri görüldü. Burada bulunan televizyonların son teknoloji ve büyük ekranlı oluşu dikkat çekti. Koğuşların birbirinden demir parmaklıklarla ayrıldıkları; ancak demir parmaklıkların kişilerin hareket imkânını engellemediği görüldü. Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin serbestçe Merkez içinde dolaşabildikleri ve koğuşların koridorunda bulunan spor aletlerinde spor yapabildikleri gözlemlendi.Merkezde kalanların dışarı ile bağlantı kurabilecekleri telefonların olduğu ve bunların koğuş koridorlarında konuşlandırıldığına şahit olundu.… ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/655", "Başvuru Konusu":"Başvuru, başvurucuların 24/11/2011 ile 10/12/2012 tarihleri arasında Kumkapı (İstanbul) Geri Gönderme Merkezinde (Kumkapı GGM/Merkez) herhangi bir yargısal karar olmaksızın, yeterli güvenceler sağlanmaksızın kanuna aykırı olarak keyfî bir şekilde ve sağlıksız koşullarda 382 gün boyunca idari gözetim altında tutuldukları, evli olmalarına rağmen birlikte kalmalarına izin verilmediği, bu süre içinde serbest bırakılmalarını sağlayacak etkili bir kanun yolu bulunmadığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. , 19. , 20. , 36. , 40. ve 4 maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; iş kazası nedeniyle açılan tazminat davasında ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve engelli kalması nedeniyle de maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Bursa'da bulunan bir özel şirkette işçi olarak çalışırken 13/9/2006 tarihinde hidrolik boru kesme makinasına sol el işaret parmağını sıkıştırması neticesinde başvurucunun parmağı birinci boğumundan kopmuş ve başvurucu hakkında 21/5/2013 tarihinde %4 oranında sürekli iş göremezlik raporu düzenlemiştir. Başvurucu27/6/2014 tarihinde çalıştığı şirket aleyhine fazlaya dair hakları kalmak kaydı ile 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat davasını Bursa İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde özetle ilgili şirketin kazanın meydana gelmesinde gerekli güvenlik tedbirlerini almadığını, koruyucu aparatları takılı olmayan makinede üretim yaptırıldığını, kendisine şikâyetçi olmaması hususunda yoğun telkinlerde bulunulduğunu, maddi ve manevi zararlarının davalı şirket tarafından karşılanmadığını böylece ilgili şirketin kusurlu olduğunu ileri sürmüştür. Yargılama sürecinde İş Mahkemesi, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan maluliyet oranı hakkında rapor aldırmıştır. Ayrıca, dosya içerisinde bulunan 21/5/2014 tarihli raporda, başvurucunun iş kazası nedeniyle meslekte kazanma gücünden kaybetme/azalma (sürekli iş göremezlik derecesi) oranının %4 olduğu, yardıma muhtaç olmadığı ve kontrol gerekmediği belirtilmiştir. İş Kazası ve Meslek Hastalığı Değerlendirme Komisyonu 4/12/2013 tarihli kararı ile davalı işyerinde 13/9/2006 tarihinde meydana gelen olayın iş kazası niteliğinde olduğunu belirtmiştir. İş Mahkemesi; bu rapordan başka, üç kişilik bilirkişi heyetinden işçi sağlığı ve iş güvenliği hususunda, bir hukukçu bilirkişiden de maddi tazminatın hesaplanması hususunda farklı tarihlerde raporlar aldırmış, belgeleri ve kayıtları incelemiş, keşif yapmıştır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği hususlarında alınan rapora göre davalı işverenin %60, başvurucunun %40 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 14/11/2016 tarihinde dava dilekçesinde talep etmiş olduğu 000 TL maddi tazminat miktarını 000 TL daha artırmak için ıslah dilekçesi sunmuştur. Böylece başvurucu, dava ve ıslah dilekçelerine göre 000 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, davayı kısmen kabul kısmen reddetmiştir. Mahkeme 804,99 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine diğer taleplerin ise reddine istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu; tazminat hesabı yapılırken itirazlarının dikkate alınmadığını, hesaplamaya esas net ücretin belirlenmesinde hata yapıldığını, hükmolunan manevi tazminatın da maluliyete göre düşük oranda takdir edildiğini ileri sürüp davanın kabulüne karar verilmek üzere İş Mahkemesi kararının kaldırılmasını istemiştir. Davalı şirket ise iş kazası tarihine göre davanın ıslah edilen kısmının zamanaşımına uğradığını, ıslah dilekçesine karşı süresinde verdikleri dilekçede zamanaşımı itirazında bulunmalarına rağmen dikkate alınmadığını, kazanın oluşumuna davacının kendi kusurlu eylemlerinin neden olduğunu, müvekkili şirkete kusur izafe eden kusur raporunun olaya uygun düşmediğini ve hatalı değerlendirmeler yapıldığını, başvurucunun kazadan sonra altı yıl daha şirkette çalıştığını, işten ayrılmasından üç yıl sonra bu davayı açtığını, manevi tazminatın da reddedilmesi gerektiğini ileri sürüp davanın reddine karar verilmek üzere İş Mahkemesi kararının kaldırılmasını istemiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucunun istinaf başvurusunun reddine, davalı şirketin ise istinaf başvurusunun kabulüne, İş Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın esastan kısmen kabulüne kısmen reddine temyizi kabil olmak üzere karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucu açısından 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 13/9/2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, fazla istemlerin ise reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: ''...[D]avalı vekilinin zamanaşımı konusundaki istinafına gelince; 2006gerçekleşen iş kazası tarihine göre 27/06/2014 tarihli ilk dava dilekçesinde talep edilen 000,00TLmaddi tazminat açısından zamanaşımı söz konusu değildir. Ancak 14/11/2016 tarih ve harç tarihli maddi tazminatın ıslah edilen kısmı için ıslah dilekçesine karşı davalı vekilinin süresinde verdiği dilekçede zamanaşımı def'inde bulunmuştur....Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere zamanaşımı, failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Davaya konu olayda, davacının iş kazası neticesinde gelişen bir duruma bağlı maluliyet değişiminin ve zararının olmadığı ve kazayla birlikte \"sol el Parmak DIP Ampute\" (kopma ve kesilmesi) söz konusu olup gelişen bir duruma bağlı maluliyet değişiminin ve zararı oluşumu söz konusu değildir. Bu bakımdan somut olayda maddi tazminatın, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep hakları saklı tutularak kısmi dava olarak talep edildiği ortadadır. Bu duruma göre zamanaşımı süresi dava dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat yönünden dava tarihinde kesilecek, bakiye alacak miktarı yönünden işlemeye devam edecektir. Hal böyle olunca, maddi tazminat yönünden aleyhine hüküm kurulan davalı vekilinin, ıslah dilekçesini tebliğ aldıktan sonra zamanaşımı def'ini süresinde ve açıkça ileri sürdüğü değerlendirilerek, maddi tazminat konusunda dava dilekçesindeki taleple sınırlı olarak karar verilmesi gerekirken; ıslah edilen kısmı da kapsayacak şekilde maddi tazminata karar verilmesi doğru olmamıştır...'' Yargıtay Hukuk Dairesi, başvurucu için kabul edilen maddi ve manevi tazminat miktarlarının Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibarıyla temyiz sınırının altında kaldığı ve böylece temyiz kabiliyeti bulunmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine 7/2/2019 tarihinde karar vermiştir. Kesinleşen karar başvurucu vekiline 22/3/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 19/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14146", "Başvuru Konusu":"Başvuru; iş kazası nedeniyle açılan tazminat davasında ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve engelli kalması nedeniyle de maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/13506 ve 2014/20327 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/13506 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi aleyhine 25/12/2009 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Derik Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/608 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13506", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, iş akdinin haksız olarak feshinden kaynaklanan işçilik alacağı davasının taraflar arasındaki iş akdinin belirli süreli olduğunun kabulü için gerekli şartlar bulunmadığından kısmen reddine karar verilmesi ve yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:Başvurucu ile E. Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Dernek) arasındadüzenlenen beş yıl süreli iş sözleşmesine (Sözleşme) göre başvurucu 1/4/2009-28/5/2009 tarihleri arasında anılan Dernekte aile ve eğitim danışmanı, insan kaynakları yöneticisi olarak çalışmıştır. Sözleşme'nin maddesinde; beş yıl içerisinde sözleşmeyi tek taraflı fesheden taraf, diğer tarafa 000 TL tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Başvurucu 9/7/2009 tarihinde Kayseri İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, davalı Dernekte 1/4/2009-28/5/2009 tarihleri arasında, aile ve eğitim danışmanı, insan kaynakları yöneticisi olarak çalıştığını, taraflar arasında düzenlenen Sözleşme'de cezai şartın hükmünün bulunduğunu, davalı tarafından iş akdinin haklı bir gerekçe olmaksızın feshedildiğini belirterek ücret alacağı ile cezai şart tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre başvurucu 25/1/2011 tarihli dilekçesinde dava konusu cezai şart alacak miktarını ıslah yolu ile artırmıştır. Mahkeme 29/3/2011 tarihli kararında; taraflar arasında beş yıl süreliSözleşme yapıldığını, yirmi sekiz gün çalıştıktan sonra Sözleşme'nin haksız olarak feshedilmesi nedeniyle başvurucunun, çalıştığı günlere ilişkin ücret ile Sözleşme'de öngörülen cezai şarttan hakkaniyet gereğince yapılacak indirimden sonra kalan meblağı almaya hak kazandığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 24/9/2013 tarihli kararında, taraflar arasında beş yıl süre ile geçerli olmak üzere Sözleşme düzenlenmiş ve anılan Sözleşme'de cezai şart olarak 000 TL belirlenmişse de işin niteliği ve Sözleşme'de, sözleşmenin belirli süreli sayılması için zorunlu koşullar ve objektif nedenler bulunmadığından cezai şart talebinin reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkemece verilen3/12/2013 tarihli kararda, Yargıtay ilamındaki gerekçeler tekrarlanarak başvurucunun ücret alacağı talebinin kısmen kabulüne, cezai şart alacak talebinin reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/3/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 4/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 25/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla yapılan incelemede, başvurucunun başvuruya konu yargılama süreci ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde yapılan müracaat kapsamında 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca ihdas edilen Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) 10/10/2013 tarihinde başvuruda bulunduğu, Tazminat Komisyonunun 5/2/2014 tarihli kararında, 4 yıl 7 ay süren yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna vararak başvurucu lehine 900 TL manevi tazminata hükmettiği, kararın 5/3/2014 tarihinde kesinleştiği ve tazminatın 1/4/2014 tarihinde başvurucuya ödendiği anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12593", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iş akdinin haksız olarak feshinden kaynaklanan işçilik alacağı davasının taraflar arasındaki iş akdinin belirli süreli olduğunun kabulü için gerekli şartlar bulunmadığından kısmen reddine karar verilmesi ve yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucular, babaları olan İslam Dağcı’nın 7/7/2012 tarihinde aracıyla geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaşamını yitirdiğini, olayla ilgili olarak diğer aracı kullanan şüpheli Y. hakkında Cumhuriyet Savcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verildiğini belirterek Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, 15/5/2013 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formunda ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası olan İslam Dağcı, 7/7/2012 tarihinde sevk ve idaresindeki aracıyla Manavgat istikametinden Akseki istikametine doğru ilerlerken karşı yönden gelmekte olan Y.’nin sürücülüğünü yaptığı araçla çarpışması sonucu yaralanmış ve Akseki Devlet Hastanesinde tedavi görmekte iken hayatını kaybetmiştir. Akseki Cumhuriyet Başsavcılığınca olayla ilgili olarak aynı gün başlatılan soruşturma kapsamında Antalya Adli Tıp Grup Başkanlığında yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda ölümün trafik kazası sonucu genel vücut travmasına bağlı sternum, yaygın kaburga ve etraf kırıkları ile birlikte göğüs içi kalp ve çoklu büyük damar yaralanması, batın içi organ harabiyeti ve iç kanama sonucu meydana geldiği anlaşılmıştır. 7/7/2012 tarihli trafik kazası tespit tutanağında, başvurucuların babası olan İslam Dağcı’nın sevk ve idaresindeki aracın karşı yönden gelen aracın kullandığı yol şeridine girmesi sonucu kazanın meydana geldiği ve ‘şeride tecavüz etme’ kuralını ihlal ettiği belirtilerek ölenin kazada asli kusurlu olduğu saptanmıştır. Y. 7/7/2012 tarihinde alınan ifadesinde, ‘Konya istikametinden Alanya istikametine doğru aracıyla gitmekte iken Akseki yol ayırımını yaklaşık 10 km geçtikten sonra karşı yönden gelmekte olan bir aracın kendi şeridine geçerek üzerine doğru geldiğini ve kafa kafaya çarpıştıklarını, gözünü açtığında hastanede olduğunu’ söylemiştir. Başvurucular Akseki Cumhuriyet Başsavcılığında verdikleri ifadelerinde, kaza tespit tutanağında sadece babalarına kusur verilmesi nedeniyle kusur tespitini kabul etmediklerini, Adli Tıptan rapor alınması gerektiğini beyan etmişlerdir. Olay yerinde yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporunda ve Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesince hazırlanan raporda İslam Dağcı’nın şerit ihlali yaparak karşı yönden gelen aracın şeridinde kazaya neden olması nedeniyle asli kusurlu olduğu, Y.’nin ise meydana gelen olayda kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2012/458 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda verilen 24/9/2012 tarih ve 2012/366 sayılı kararda ‘Kaza tespit tutanağı, mahallinde yapılan keşfe esas bilirkişi raporu, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen rapor ve tüm evrak kapsamı dikkate alındığında şüpheli Y’ye atılı taksirle ölüme neden olma suçu yönünden kusur yokluğu, trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçu yönünden suçun işlendiğine dair delil bulunmadığı, alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç kullanma suçu yönünden ise şüphelinin alkollü olmadığının doktor raporu ile tespit edilmesi ve uyuşturucu madde etkisi altında olduğuna ilişkin delil bulunmaması’ gerekçe gösterilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından bu karara itiraz edilmesi üzerine, Alanya Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2012 tarih ve 2012/947 Değişik İş sayılı kararında ‘Dosyadaki bilgi ve belgelere göre verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda yasa ve yönteme aykırı bir yön görülmediği’ gerekçesine dayanılarak itiraz reddedilmiş ve bu karar başvuruculara 16/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 15/5/2013 tarihli dilekçeleri ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un ‘Trafik güvenliğini tehlikeye sokma’ kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hale getirerek, konuldukları yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine bir şey koyarak ya da teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişiye bir yıldan altı yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3438", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, babaları olan İslam Dağcı’nın 7/7/2012 tarihinde aracıyla geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaşamını yitirdiğini, olayla ilgili olarak diğer aracı kullanan şüpheli M. Y. hakkında Cumhuriyet Savcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, iş mahkemesinde açılan alacak davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, Yargıtay kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, başvuru formunun \"avukatı\" kısmını avukat ismi ve adresi vererek doldurmuş ancak başvuru dosyası kapsamında baro pulu ekli, suret harcı ödenmiş bir vekâletname sunmamış, bu çerçevede Anayasa Mahkemesinin 19/9/2014 tarihli yazısı ile kendisinden vekâletname sunması istenmiş, başvurucu 9/10/2014 tarihli cevap yazısında başvurunun kendisi tarafından yapıldığını, bu nedenle vekâletname sunmayacağını bildirmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 20/4/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 21/8/2007 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında başvurucu, A. Bank T.A.Ş. Nuruosmaniye Şubesinde müdür olarak görev yapmakta iken 10/9/2002 tarihinde iş akdine son verildiğini ancak 16/7/2001 ile 10/9/2002 tarihleri arasında serbest sigorta ve A. hayat istihsal teşvik primlerinden payına isabet eden kısmın tarafına ödenmediğini ileri sürmüş, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla 000 TL tutarında Serbest Sigorta ve A. Hayat istihsal teşvik primi alacağının bu primlerin ödenme dönemi olan 13/9/2002 ve 13/9/2003 tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı A. Bank T.A.Ş.den tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul İş Mahkemesince yapılan değerlendirme kapsamında tarafların beyanları alınmış, bilirkişi raporu hazırlatılmış ve 21/2/2012 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğiyle; her ne kadar davacı tarafından 2002 yılından iş akdinin sona erdiği tarihe kadar prim ödemesi talebinde bulunulmuş ise de 2001 yılındaki prim ödemesinin 2002 yılında davacıya yapıldığı, bu tarihten sonra yapılan prim ödemelerinin ise davacının talep tarihlerinde davalı banka çalışanlarına yapılmadığının bildirildiği, davacı tarafından iddia olunan prim ödemelerine ilişkin herhangi bir delil ibraz edilemediği, alınan cevabi yazılarla prim ödemesi yapıldığına dair herhangi bir belge bulunmadığı ve bir an için prim ödemesinin varlığı düşünülse bile davacının hak kazandığını iddia ettiği prim ödemelerinin hesaplanmasına yarayacak delil bulunmadığı, diğer taraftan şubeden yapılan tüm sigorta poliçelerine ait prim tutarlarının gösterildiği, ancak şubeye sigorta istihsal teşvik primi ödenip ödenmeyeceği ve ödenecekse ne miktarda ödeneceğinin Genel Müdürlüğün takdirinde olduğu anlaşıldığından ispat edilemeyen davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur....\" Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesince 5/6/2014 tarihinde onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucu; onama kararının resmî olarak tebliğ edilmediğini, vekâlet ücretine ilişkin icra emrinin 19/8/2014 tarihinde avukatına tebliğ edilmesi üzerine karardan haberdar olduğunu beyan ederek 5/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15059", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iş mahkemesinde açılan alacak davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, Yargıtay kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; ceza infaz kurumundaki kısıtlayıcı uygulamalarla ilgili infaz hâkimliğine yapılan şikâyetlerin incelenmemesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve başvurucunun iddiaları ile form eklerinde ifade edilen, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleşen silahlı darbe teşebbüsü sırasında hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince 30/3/2017 tarihinde tutuklanarak Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu 29/10/2020 tarihinde Afyonkarahisar 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, 31/10/2020 tarihinde ise Afyonkarahisar 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 7/2/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, hükümözlü olarak hâlen Afyonkarahisar 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır. Başvurucu -iddiasına göre- Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hakimliği) 26/3/2018 tarihinde bir dilekçe sunmuştur. Başvurucu dilekçesinde, tutuklu olarak bulunduğu sürede Ceza İnfaz Kurumu tarafından verilen açık görüş kısıtlaması, sınavlara girişin ve başvuru hakkının yasaklanması, telefonla görüşme hakkının kısıtlanması, ziyaretçi saatinin kısıtlanması, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması, ziyaretçi sayısının kısıtlanması, dışarıdan kitap temininin kısıtlanması, fotoğraf çekimi ve çekilmiş olanların gönderilmesinin kısıtlanması, radyo kullanma hakkının kısıtlanması ve radyolara el konulması, bahçe üzerine fens teli çekilmesi, avukat görüş hakkının kısıtlanması, koğuşlarda kapasitenin üzerinde tutuklu barındırılması, koridor önünde tutukluların traş edilerek berber hizmetinin kısıtlanması, öğrenim gören çocuklara hafta sonu ziyaret yasağı konulması, ders kitabı dışında kitap temin edilmemesi şeklindeki karar ve uygulamaların sadece FETÖ/PDY tutuklularına yönelik uygulandığını, bu nedenle ayrımcılığa uğradığını iddia ederek tüm bu kısıtlama kararlarının kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu anılan dilekçesinin cevapsız bırakıldığını belirterek şikâyetin akıbeti hakkında bilgi verilmesi istemiyle İnfaz Hâkimliğine 24/4/2018 tarihinde başvurmuştur. Başvurucu, ilk şikâyetinin akıbeti hakkında bilgi verilmesi talebinin de cevapsız bırakılması üzerine İnfaz Hâkimliğince talebinin zımni olarak reddedildiğini belirterek 7/6/2018 tarihli dilekçe ile Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) itiraz etmiştir. Başvurucu itirazında, şikâyetlerine ilişkin İnfaz Hâkimliğince herhangi bir inceleme yapılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, Mahkemece itirazı ile ilgili değerlendirme yapılmaması üzerine 6/9/2018 tarihli ve 2018/40741 evrak kayıt numarası ile gönderdiği dilekçede itirazı ile ilgili değerlendirme yapılması talebinde bulunmuştur. 14/6/2021 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu ve İnfaz Hâkimliğine yazılan müzekkerede, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumundaki bazı uygulamalarla ilgili olarak 26/3/2018 tarihli dilekçeyle İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunduğunu, cevap verilmemesi üzerine de Mahkemeye başvurduğunu ileri sürdüğü belirtilmiştir. Başvurucunun 26/3/2018 tarihli Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine hitaplı dilekçesinin ve bu bağlamda İnfaz Hakimliğinden ve Mahkemeden çıkan kararların onaylı suretleri istenilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu 15/6/2021 tarihli cevabında başvurucunun İnfaz Hâkimliğine yazılan 26/3/2018 tarihli dilekçesinin bulunmadığını devam eden günlerde akıbetini sorduğu dilekçesinin 30/4/2018 tarihinde ilgili mahkemeye gönderildiğini ancak geri dönüş evrakının ya da ilgili esas numarasının bulunamadığını ifade etmiştir. İnfaz Hakimliği 15/6/2021 tarihli müzekkere cevabında E.2018/2723, K.2018/3049 sayılı dosyada başvurucunun taraf olarak kayıtlı olmadığını, dosyanın başka hükümlülere ait olduğunu bildirmiştir. A.U.,E.K., Ö.,O.K. ve Y.A. isimli mahpusların birlikte İnfaz Hâkimliğine aynı kararlara (bkz. § 9) karşı şikâyet başvurusunda bulunduğunu belirterek UYAP üzerinde yapılan incelemede İnfaz Hâkimliğinin beş kişinin başvurusunu birleştirdiğinin ve şikâyet konusu kurum kararlarını on üç sayfalık kararında incelediğinin tespit edildiği ifade edilmiştir. Söz konusu kararda başvurucunun adı geçmemektedir. 18/6/2021 tarihinde yeniden yazılan müzekkere ile Ceza İnfaz Kurumunun cevap yazısına göre başvurucunun anılan dilekçesinin UYAP kayıtlarında yer almadığı, başvurucu tarafından bahse konu dilekçenin akıbetinin sorulduğu 2018/21706 evrak numarası ile 24/4/2018 tarihli dilekçenin ise İnfaz Hâkimliğine gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu tarafından 30/4/2018 tarihli yazıyla İnfaz Hâkimliğine gönderilen 24/4/2018 tarihli dilekçesine cevap verilip verilmediği, verilmiş ise anılan cevabın gönderilmesi istenilmiştir. İnfaz Hâkimliğince 12/7/2021 tarihli müzekkere cevabında başvurucunun 24/4/2018 tarihli dilekçesi ile akıbetini sormuş olduğu 26/3/2018 tarihli dilekçesinin Hâkimliğe Ceza İnfaz Kurumu tarafından gönderildiğine dair herhangi bir kayda rastlanılmadığı belirtilmiştir. 15/4/2022 tarihinde Mahkemeye yazılan müzekkere ile başvurucunun Mahkemeye 7/6/2018 tarihli ve 2018/28979 evrak kayıt numarasıyla itiraz ettiğini belirttiği, daha sonra Mahkemece bir cevap verilmemesi üzerine 6/9/2018 tarihli ve 2018/40741 evrak kayıt numarasıyla verilen bir karar olup olmadığının mahkemeden sorulduğu ve tarafına tebliğinin istenildiği ancak Mahkemece hiç bir cevap verilmediğini ileri sürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucunun Mahkemeye 7/6/2018 tarihli ve 2018/28979 evrak kayıt ile 6/9/2018 tarihli ve 2018/40741 evrak kayıt numarasıyla gönderdiği dilekçelerin ve bu bağlamda Mahkemece verilmiş bir karar var ise onaylı suretlerinin gönderilmesi istenmiştir. Mahkeme 18/4/2022 tarihli müzekkere cevabında İnfaz Hâkimliği kararlarına karşı yapılan itirazlara Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin baktığı, ilgi sayılı yazıda belirtilen dilekçeler yönünden herhangi bir kayda rastlanılmaması üzerine İnfaz Hâkimliği ekranlarından kontrolün yapıldığı,7/6/2018 tarihli ve 2018/28979 sayılı dilekçenin Ceza İnfaz Kurumunca doğrudan mahkemeye gönderildiği, dilekçenin İnfaz Hâkimliği kararına itiraz mahiyetinde olması üzerine UYAP üzerinden doğrudan İnfaz Hâkimliğinin iş listesine aktarıldığı, bu dilekçenin İnfaz Hâkimliğince kayda alındığına dair evrakın yazıya eklendiği, 2018/40741 sayılı dilekçe yönünden ise mahkemeye bu mahiyette bir dilekçenin gönderilmediği belirtilmiştir. Başvurucu3/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30774", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumundaki kısıtlayıcı uygulamalarla ilgili infaz hâkimliğine yapılan şikâyetlerin incelenmemesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutukluluk nedeniyle ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 7/11/2017, 2/2/2018, 1/6/2018 ve 7/12/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/4090, 2018/17329 ve 2018/36389 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/37933 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2017/37933 numaralı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, olay tarihinde avukat olarak görev yapmakta olup Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesidir (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 22013/1631, 17/12/2015, § 11). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/105607 soruşturma sayılı dosya ile başvurucular hakkında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı, Özgür Yılmaz, Barkın Timtik ve Ahmet Mandacı bu soruşturma kapsamda 12/9/2017 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmışlardır. Başvurucular 20/9/2017 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiş olup ifade alma işlemi sırasında başvurucuların müdafileri de hazır bulunmuştur. Başvurucular ifadelerinde genel olarak suçlamaları kabul etmemişlerdir. Başvurucular silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmaları istemiyle aynı tarihte İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerine sevk edilmişlerdir. Başvurucular Engin Gökoğlu ve Aycan Çiçek'in sorguları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 20/9/2017 tarihinde yapılmış, başvurucuların müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucular ifadelerinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediklerini belirtmişlerdir. Sorgu sonucunda başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmalarına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"Soruşturma kapsamında ifadeleri alınan tanıkların beyanları, arama ve el koyma tutanakları, şüpheli savunmaları, teşhis tutanakları, internet tespit tutanakları, HTS inceleme ve analiz sonucu, fotoğraflar ve diğer belgeler incelendiğinde; Amacı mevcut anayasal düzeni silahlı halk ayaklanması ile yıkarak, yerine Marksist-Leninist ilkelere dayalı komünist bir düzen kurmak olan DHKP/C terör örgütünün yapılanmalarından birinin Halkın Hukuk Bürosu (HHB) olduğu, terör örgütünün üst yönetimi olan Merkezi Komitenin talimatıyla kurularak faaliyet yürüttüğü, HHB dahilinde faaliyet gösteren avukatların örgüt içerinde SPORCULAR kod ismi ile anıldığı, bu hususun örgütsel bilgi ve dokümanlar, örgüt mensubu gizli tanık ve itirafçı şüpheliler beyanları ile tespit tutanaklarından açıkça anlaşıldığı, terör örgütünün hücre tipi yapılanması ve mensupların mutad iletişim vasıtalarını kullanmaması gibi nedenlerde beyanlarının delil değeri olan, konumlarının gereği şüphelilerin faaliyetleri hususunda bilgi sahibi olabilecek konumdaki, ifadeleri alınan örgüt mensubu gizli tanıklar ile örgütün silahlı kanadı olan Silahlı Propaganda Birlikleri (SPB) mensubu olup 7/7/2017 tarihinde uzun namlulu, vahim nitelikte silahlar ve mühimmatlarla birlikte eylem yapmadan önce yakalanan ve etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanarak örgüt faaliyeti ve mensupları hakkında açıklamalarda bulunan şüpheli B.E.nin ifade teşhislerinden HHB adı altında avukatlık faaliyeti icra eden şüphelilerin kuryelik yaptıkları, örgüt içi iletişimi sağladıkları, örgütün yönetici kadrosundan aldıkları talimatları tutuklu/hükümlü bulunan veya dışarıda faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ilettikleri, avukatlık mesleği ve hukuki yardımla ile ilgisi olmayacak şekilde haklarında adli işlem yapılan münhasıran adı geçen örgüt mensuplarını örgütsel gizliliğin ve faaliyetin deşifre olmaması, devamının sağlanması amacıyla yönlendirdikleri ve talimat verdiklerinin anlaşıldığı, Şüphelilerin Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2015/7527 Esas-2016/534 Karar ve 2/2/2016 tarihli ilamıyla terör örgütünün alt yapılanması kabul edilen 'Halk Cephesi' imzalı bir çok eyleme iştirak ettiklerinin tespit edildiği, soruşturma kapsamında 12/9/2017 günü İstanbul HHB binasında yapılan aramada örgütsel nitelikte ve kurumun örgütle organik bağına dair delillerden biri olarak; örgütün ölen lideri Dursun Karataş ve Halk Cephesi ibareli dokümanlar ile 'Faşizme Karşı Mücadelede Gizli Gruplar' ibaresi bulunan el kitapçığının bulunduğu, kitapçığın incelenmesinde illegal alan içerisinde faaliyet yürüten örgüt mensuplarının nasıl davranmaları gerektiği hakkında bilgilerin olduğu (izlenmemek için nasıl hareket etmeleri, zulalama *not ve doküman saklama, istihbarat *eylem yapılacak yeri araştırma, eyleme giderken araç temini, silahlı eğitim ve hazırlanan molotofların nasıl ve nerede denenebileceği, örgütlenme, ev kiralama, kod isim kullanımı v.b), kitabın sayfası paragrafında 'Sürecimizin insan tipi E., , A., E., Ş. ve B.de somutlanmıştır. Onların pratikleri nasıl bir sürecin içinde olduğumuzu ve sürecin bizden beklediklerini özetliyor.' yazdığı bu şekilde şüphelilerin terör örgütünün yapılanması HHB bünyesinde terör örgütüne organik bağlı olarak, çıkar ve amaçları doğrultusunda süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulunarak üzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenin 'Kanun gereğince' var sayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmaların engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması (şüphelilerden elde edilen dijital verilerin henüz çözülmediği) nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheliler ve şüpheliler müdafilerinin serbest bırakılma istemlerinin REDDİ ile şüpheliler Engin Gökoğlu, N., S.G. ve Aycan Çiçek'in üzerlerine atılı olan silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.] \" Başvurucu Aytaç Ünsal'ın sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 20/9/2017 tarihinde yapılmış, müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"Şüpheliler E.T., Aytaç Ünsal, Z.Ö. ve Y.E.nin üzerine atılı DHKP-C silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yapılan incelemede tanık ifadesi, gizli tanıklar beyanı Halkın Hukuk Bürosu isimli örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda sadece örgüt mensuplarına hizmet ettiğine dair ifadeler ve aynı zamanda usulüne uygun Hakimlik kararı gereğince büroda ve bu büroya müdahil bürolarda ele geçirilen çeşitli çatışmalarda operasyon neticesinde etkisiz hale getirilen örgüt mensuplarının propagandasını içerir dergi, ajanda, resimli takvimler ve örgütün kurucu lideri olan K.nın fotoğraflarını içerir dökümanların ele geçirildiği aynı zamanda S.K. Cumhuriyet savcısının şehit edilmesi olayına karışan DHKP-C örgüt militanı Ş.Y.nin yırtarak imha etmeye çalıştığı Halkın Hukuk Bürosu isimli blok notun birleştirilerek gerekli incelemelerin yapıldığı ve içeriğinde şüpheli E.T. isminin olduğu ve aynı zamanda gizli tanık ifadelerinden anlaşılacağı üzere özellikle E.T.nin HHB'de en etkili avukatlardan birisi olduğu ve HHB içerisinde faaliyet gösteren avukatların SPB içerisinde örgüt mensupları ile irtibatlı olduğu belirtildiği aynı zamanda HHB avukatlarına ilişkin yürüyüş dergisi isimli örgütün propagandasını yoğun bir şekilde işleyen ve bu yapıya ait olduğu anlaşılan dergiler S.K. savcının şehit edilmesinin ardından 16/8/2015 tarihli demokrasi sosyalizm için yürüyüş isimli yazıda S.K.nın örgüt üyeleri tarafından başına silah dayanmış şekilde fotoğraflarının paylaşıldığı ve içeriğinde ey AKP iktidarı ey E. o bakmaya dayanamadığınız fotoğraf iktidarınızın adaletsizliğinizin resmidir, değil 18 gazeteciye memleketin bütün gazetecilerine dava açsanız yine susturamazsınız şeklinde Halkın Hukuk Bürosunun siyasi ve tehdit vari ifade ve söylemlerinin olduğu, örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiği, tanık anlatımları ve gizli tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere HHB avukatlarının örgüt yöneticilerinin talimatları ile özellikle gözaltına alınıp örgüt üyeliği ile işlem yapılan şüphelilerin gözaltı sırasında örgüt üyelerinin deşifre edilmemesi veya bir takım delillerin ortaya çıkmaması ve örgütün genel gözaltı işlemlerindeki hukuksuzluk iddiaları ile ilgili ortak tavır takınmaları isteyip aynı zamanda ceza evinde olan örgüt üyelerine de aynı talimatların iletildiği somut olarak tanık ifadelerinden anlaşılacağı üzere şüpheli Y.E.nin örgüt üyelerine silahın saklanmasıyla ilgili talimatlarının verildiğinin belirtildiği şüpheli Aytaç Ünsal'ın Halkın Hukuk Bürosu isimli örgütün bir yapısı olan yerler etkin konumda olduğu ve Aytaç Ünsal'ın yurt dışı merkez komiteye faaliyetlerle ilgili rapor yazarak örgütün vermiş olduğu talimatlar doğrultusunda kuryelik yaptığı belirtildiği ve aynı zamanda dosyadaki fotoğraf ve tespitlerden anlaşılacağı üzere örgüt kurucu lideri olan K. isimli şahsın devrimi onsuz ama onunla yürüyeceğiz şeklindeki örgütsel toplantıya konuşmacı olarak katıldığı ve Halkın Hukuk Bürosu isimli pankartın arkasında B. için adalet istiyoruz şeklinde ki örgütsel propaganda içeren gösterilere katıldığı belirlendiği, diğer şüphelilerinde tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere HHB bünyesi içerisinde yer aldığı ve örgüt yöneticileri ile irtibatlı olduğu süreklilik ve devamlılık arz eder mahiyette örgüt üyelerine hukuki destek verdikleri ve tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere başka dosyalara girmedikleri aynı zamanda diğer şüphelilerinde örgütsel mahiyette olabilecek gösterilere katıldıkları anlaşılmakla atılı örgütün üyesi olduklarını gösterir aynı zamanda Halk cephesi olduklarını gösterir ve internet üzerinden örgüt militanları ile birlikte silahlı resim ve fotoğrafların paylaşıldığı ve altında gözaltına alınan avukatların yanındayız şeklinde örgüt tarafından şüpheli avukatların korunduğu ve sahiplenildiği, Yargıtay Ceza dairesinin 2/2/2016 tarihli 2016/534 sayılı kararı ile Halk cephesinin DHKP-C'nin alt birimi olduğunun anlaşıldığı ve Halkın sitesi diye belirtilen örgüte ait olduğu anlaşılan internet sitesinde de benzer paylaşımların olduğu ve ikitellideki bir binaya da benzer mahiyette bir pankartın asıldığı aynı zamanda şüphelilerden E.T. ve şüpheli Aytaç Ünsal'ın örgüt adına basın açıklaması yaptıkları hususları ve devam eden fiiller hep beraber değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut olguların mevcut olduğu dosyanın özellikle tanıkların bilgilerini somut olarak teyit edilmesi ve diğer irtibatlarının ortaya çıkartılması yönünden soruşturmanın devam ettiği ve aynı zamanda gizli tanıkların ayrıntılı beyanlarının söz konusu olması nedeniyle tanıklara baskı girişiminde bulunma ihtimalinin söz konusu olduğu aynı zamanda işlem yapılan 2 avukatın halen firar olduğu bu nedenle delillerin karartılma ihtimalinin söz konusu olduğu, söz konusu örgütün hücresel yapılanma içerisinde olup bir takım silahlı eylemlere katıldığı ve atılı suçun ceza miktarı ve yapısı dikkate alınarak tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatiyle ve belirtilen gerekçelerle adli kontrol tedbirlerinin bu aşama yetersiz kalacağından şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.] \" Başvurucular Özgür Yılmaz, Barkın Timtik ve Behiç Aşcı'nın sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 21/9/2017 tarihinde yapılmış, başvurucuların müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucular ifadelerinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediklerini belirtmişlerdir. Sorgu sonucunda başvurucuların silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmalarına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"... şüpheliler hakkında DHKP-C silahlı terör örgütünün yöneticisi ve üyeleri oldukları iddiasıyla soruşturma başlatıldığı, amacı mevcut anayasal düzeni silahlı halk ayaklanması ile yıkarak, yerine Marksist-Leninist ilkelere dayalı komünist bir düzen kurmak olan DHKP/C terör örgütünün yapılanmalarından birinin Halkın Hukuk Bürosu (HHB) olduğu, terör örgütünün üst yönetimi olan Merkezi Komitenin talimatıyla kurularak faaliyet yürüttüğü, HHB dahilinde faaliyet gösteren avukatların örgüt içerinde Sporcular kod ismi ile anıldığı, bu hususun örgütsel bilgi ve dokümanlar, örgüt mensubu gizli tanık ve itirafçı şüpheliler beyanları ile tespit tutanaklarından açıkça anlaşıldığı, ... ifadeleri alınan örgüt mensubu gizli tanıklar ile örgütün silahlı kanadı olan Silahlı Propaganda Birlikleri (SPB) mensubu olup 7/7/2017 tarihinde uzun namlulu, vahim nitelikte silahlar ve mühimmatlarla birlikte eylem yapmadan önce yakalanan ve etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanarak örgüt faaliyeti ve mensupları hakkında açıklamalarda bulunan şüpheli B.E.nin ifade teşhislerinden HHB adı altında avukatlık faaliyeti icra eden şüphelilerin kuryelik yaptıkları, örgüt içi iletişimi sağladıkları, örgütün yönetici kadrosundan aldıkları talimatları tutuklu/hükümlü bulunan veya dışarıda faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ilettikleri, avukatlık mesleği ve hukuki yardımla ile ilgisi olmayacak şekilde haklarında adli işlem yapılan münhasıran adı geçen örgüt mensuplarını örgütsel gizliliğin ve faaliyetin deşifre olmaması, devamının sağlanması amacıyla yönlendirdikleri ve talimat verdiklerinin anlaşıldığı, HHB ile terör örgütü arasındaki organik bağa dair önemli delillerden biri olarak; 31/03/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunda görevli Cumhuriyet Savcısı S.K.nın örgüt mensupları Ş.Y. ve B. tarafından rehin alınarak şehit edilmesi eylemi kapsamında örgüt mensuplarından Ş.Y.nin cesedi üzerinde yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi sırasında ceket cebinde bulunan çıkan, HHB ile örgüt arasındaki organik bağı gizlemek amacıyla yırtılarak (34) parçaya ayrılmış kağıt parçalarının birleştirilerek hazırlanan İstanbul Adli Tıp Kurumu'nun 10/4/2015 tarih ve 2015/30865/3371 sayılı raporuna göre; kağıt parçasının ön yüzünde 'Halkın Hukuk Bürosu', arka yüzünde \"Avukat A.Ç., Avukat E.T., Avukat G., Avukat O.A., Avukat Ş.E.' ve TC. kimlik numaraları yazılı kağıt parçaları olduğunun tespit edildiği, soruşturma kapsamında 12/9/2017 günü İstanbul HHB binasında yapılan aramada örgütsel nitelikte ve kurumun örgütle organik bağına dair delillerden biri olarak; örgütün ölen lideri K. ve Halk Cephesi ibareli dokümanlar ile 'Faşizme Karşı Mücadelede Gizli Gruplar' ibaresi bulunan el kitapçığının bulunduğu, bu kitapçıkta İllegal alan içerisinde faaliyet yürüten örgüt mensuplarının nasıl davranmaları gerektiği hakkında bilgilerin olduğu (İzlenmemek için nasıl hareket etmeleri, zulalama not ve doküman saklama, İstihbarat eylem yapılacak yeri araştırma, eyleme giderken araç temini, Silahlı eğitim ve hazırlanan Molotofların nasıl ve nerede denenebileceği, örgütlenme, ev kiralama, kod isim kullanımı v.b), benzeri konuların anlatıldığı kitapçığın baştan sona örgütsel eğitim amaçlı illegal faaliyetlerden bahsettiğinin tespit edildiği, ayrıca örgütün mensupları olan E., K., E.Ş., E.S.K., Ş.Y. ve B.nin katıldıkları eylemlerin anlatıldığı, ... şüpheliler Behiç Aşçı ve E.Ç.nin terör örgütünün yapılanması HHB bünyesinde terör örgütüne organik bağlı olarak, çıkar ve amaçları doğrultusunda süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulunarak 'üye' konumunda oldukları, idelojik olarak eğitici ve yönlendirici nitelikte faaliyette bulunarak faaliyetlerinin vasfı gereği yönetici konumunda bulunmasalar da sair örgüt mensuplarından farklı olarak 'özel görevi haiz' konumda bulundukları ve üzerilerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işledikleri, şüpheliler Barkın Timtik ve Özgür Yılmaz yönünden; örgüt mensuplarının teşhis ve beyanlarına göre şüpheli Özgür YILMAZ'ın Okmeydanı, Gazi, Nurtepe ve Armutlu mahalli alanlarında Halk Meclisi çalışmalarını bizzat yürüttüğü, örgütün mahalli alanlarında bulunan Halk Meclisleri yapılanmasının genel sorumlusu olduğu, şahsi evrakındaki Halk Meclisi eylemlerine ilişkin tespitlerin aleyhindeki ifade ve teşhislerle uyumlu olduğu, şüpheli Barkın TİMTİK'in ise örgütün özel önem verdiği Armutlu Mahallesinde tek tek evleri gezerek yıkımlara karşı örgüt propagandası yaptığı, DHKP/C terör örgütünün Türkiye Komitesinin altında bulunan Genel Komite içerisinde faaliyet yürüttüğü, bu şekilde terör örgütüne organik şekilde bağlı olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulundukları, ayrıca örgütün amacına uygun biçimde işleyişini sağlayan, örgüt üyelerine görev veren, emir ve idare yetkisine sahip olan konumlarına göre örgüt faaliyetlerini düzenleme ve görevlendirme yetkisini haiz 'yönetici' vasfında oldukları ve üzerilerine atılı 'Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi Olma' suçunu işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu ...Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan şüpheliler Barkın Timtik ve Özgür Yılmaz, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli Behiç Aşcı'nın üzerlerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin varlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, atılı suçun katalog suçlardan olması nazara alınarak bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK' nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.] \" Başvurucular tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 16/10/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar başvuruculara 31/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular Özgür Yılmaz, Barkın Timtik ve Behiç Aşcı'nın müdafilerince 7/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu Ahmet Mandacı'nın sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 21/9/2017 tarihinde yapılmış, müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun tutuklanma talebinin reddine ve hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"... Şüpheli Ahmet Mandacı'nın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talep edilmiş ise de şüphelinin üzerine atılısuç ile ilgilimevcut delil durumu, şüphelinin sabit ikametgah sahibi oluşu dikkate alındığında şüphelinin bu aşamada tutuklanmasının ağır bir tedbir olacağı kanaatine varıldığından İstanbul Başsavcılığı'nın şüpheli Ahmet Mandacı hakkındaki tutuklama talebinin reddine [karar verildi.] \" Başvurucu Ahmet Mandacı'nın tutuklama talebi reddedilerek hakkında adli kontrol hükümleri uygulanmasına ilişkin verilen karara Başsavcılıkça yapılan itiraz üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 22/9/2017 tarihinde başvurucu hakkında yakalama kararı verilmiştir. Anılan karar üzerine 29/9/2017 tarihinde başvurucu Ahmet Mandacı gözaltına alınmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 30/9/2017 tarihinde yapılan sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"Şüpheli Ahmet Mandacı'nın üzerine atılı 5237 sayılı TCK nun 314/2 maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine ilişkindosya içerisinde mevcut beyanı, deliller ve tutanaklar değerlendirildiğinde şüphelinin 19/8/2016 günü İstanbul Adalet Sarayında diğer 4 avukatla birlikte hakkında işlem yapıldığı, ardından serbest bırakıldığı, gene 2013 yılında Halkın Hukuk Bürosunda faaliyet gösteren avukatların göz altına alınması sonucu şüpheli Ahmet Mandacı'nın bu örgüt mensuplarıyla görüşme sağladığı (DHKPC) terör örgütü içerisinde faaliyet gösteren İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/93908 sayılı dosyasında yapılan operasyonda yakalanmak istendiği esnada güvenlik görevlileriyle çıkan çatışmada ölü ele geçirilen G.Ö. cenaze törenine katıldığı, bu şekilde şüphelinin örgüt üyesi olarak ölen ve öldürülen kişilere ait cenaze törenlerinde yer aldığına ilişkin, tanık beyanları, belgeler, dosya içerisinde mevcut diğer tutanaklar, şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üyelik suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesine ilişkin somut delillerin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100-3 maddesinde sayılan katolog suçlardan olması nedeniyle tutuklama sebebinin var sayıldığı, tüm delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle şüphelinin delilleri yok etme, yer değiştirme, tanıklar üzerinde baskı yapma girişiminde bulunma ihtimali ve bu suç için ceza kanununda ön görülen cezanın miktarı dikkate alındığında adli kontrol tedbirleri yeterli görülmeyerek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebinin kabulü ileşüphelinin CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verildi.] \" Başvurucu Selçuk Kozağaçlı aynı soruşturma kapsamında 8/11/2017 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiş; ifade alma işlemleri sırasında başvurucunun müdafileri de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadelerinde genel olarak suçlamaları kabul etmemiş, ÇHD üyesi bir avukat olduğunu belirterek suçlamaların bu faaliyetleri nedeniyle isnat edildiğini savunmuştur. Başvurucu aynı tarihte silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucu Selçuk Kozağaçlı'nın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"Şüphelinin üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne (DHKP/C) Üye Olma suçundan tutuklanması talep edilmekle; şüphelinin terör örgütünün yapılanması HHB bünyesinde terör örgütüne organik bağlı olan çıkar ve amaçları doğrultusunda süreklilik, çeşitlilik ve yoğnluk gösteren faaliyetlerde bulunarak üye konumunda bulunduğuna, ideolojik olarak eğitici ve yönlendirici faaliyette bulunarak, faaliyetlerinin vasfı gereği yönetici konumunda bulunmasada sair örgüt mensuplarına farklı olarak özel göreve haiz konumda olduğu, şüpheli B.E.nin alınan diğer ifadeler ile örtüşecek şekilde şüphelinin terör örgütünün genel komitesi içerisinde görev aldığı, kod isminin Odtülü olduğu, örgüt tarafından kendisine muhabere amacıyla gönderilen SD kart içerisinde şifreli kartlardan HBB dahilinde faaliyet gösteren avukatların her hangi bir sorun veya sıkıntı ile karşılaştıklarında şüpheliye danıştıklarına ve şüphelinin örgütün yurtdışında bulunan merkezi komitesi ile yazışma yapan şahıslar olduğuna dair tespitler, gizli tanık G.nin HHB'nin en önemli ve üst sorumlusu olarak Selçuk Kozağaçlı'nın olduğuna dair beyanı, gizli tanık İ.K.nin Halkın Hukuk Bürosunda faaliyet gösteren avukatlar arasında Selçuk Kozağaçlı'nın da bulunduğuna dair beyanı, şüphelinin gözaltına alınma aşamasından savcılık aşamasında olan sürece ilişkin olarak örgütün el kitabında yazan şekillere riayet ettiğine ilişkin tespitler, dosya kapsamındaki fotoğraflar, şüpheli ile ilgili bilgi notları birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı değerlendirildiğinde, kaçma ve saklanma ihtimalinin yüksek olduğu, bu nedenle bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, bu doğrultuda tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varılarak CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin... [karar verildi.] \" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/11/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu Yaprak Türkmen ise yine aynı soruşturma kapsamda 18/12/2017 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde ifade vermiş; ifadesinde genel olarak suçlamayı kabul etmemiştir. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 20/12/2017 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu aynı tarihte İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılmış, müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle isnat edilen suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Savunmasının ilgili bölümü şöyledir:\"...Halkın Hukuk Bürosu iki katlı büyük bir bürodur, ben alındığım gün orada kalıyordum, daha önce de baskın yapılmıştı, baskının yapıldığı dönemde de bahsettiğiniz şekilde bazı deliller çıkmıştı, bir önceki baskında da yasa dışı olduğu iddia edilen kitaplar bulunmuştu, bu büroda büyük bir kütüphane var, orada da birçok kitap var, yasa dışı olduğu iddia edilen kitaplarda burada bulunmuştur, ben avukatlık faaliyeti yapıyorum, ceza davalarına bakıyorum, çokça hukuk davalarına da bakıyorum, bir önceki aramada da bu tip deliller vardı ancak ben orada olmama rağmen gözaltına alınmadım, o tarihten sonra da normal bir şekilde avukatlığıma devam ettim, bulunan kaşelerden de haberim yoktur, büroda siyasi davaların avukatlığı yapıldığı için söylemiş olduğunuz kitaplar büroda bulunmaktadır, bu tip kitaplar çokça vardır, bunlar sıradan kitaptır, suç unsuru olduğunu düşünmüyorum, benim yaptığım avukatlık faaliyetim yasaldır, gözaltındaki şüphelileri takip ediyorum, onların dosyalarına bakıyorum, herhangi bir talimat taşımıyorum, iletmiyorum, bildiğim kadarıyla benimle ilgili bir gizli tanık ifadesi de yoktur, gizli tanığın hukuk bürosu için beyanları olabilir ancak o büroda çalışıyor diye her çalışan da terör örgütü üyesi olacak değildir, öte yandan öncelikle bu hukuk bürosunun terör örgütü olarak tespit edilmesi gerekmektedir, suçsuzum, serbest bırakılmamı talep ederim\" Sorgu sonucunda başvurucu Yaprak Türkmen'in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"Şüpheli Yaprak Türkmen'in üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan; atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan B.E. ve gizli tanık beyanlarına göre, ayrıca Cumhuriyet Savcımız S.K.nın DHKP-C terör örgütü mensuplarıyla şehit edilmesi olayında ele geçirilen kağıt parçasının ön yüzünde halkın hukuk bürosu, arka yüzünde avukatlar A.Ç., E.T., G., O.A. ve Ş.E. isimli şahısların adlarıyla TC kimlik numaralarının yazılı bulunduğu, 12/9/2017 tarihli halkın hukuk bürosu binasında yapılan aramada ele geçirilen örgütsel dokümanlar, ayrıca hakkında adli işlem yürütülen ve tutuklanan şüpheli beyanında 'halkın hukuk bürosu içerisinde faaliyet gösteren avukatların gözaltındaki ve tutuklu örgüt mensuplarıyla görüşmelerinde dinlendiklerinden şüphelendikleri için örgütsel görüşmelere girmedikleri, dosya hakkında bilgi almaya çalıştıkları, yapılacak operasyonların örgüte zarar vermesini engellemek amacıyla örgüt mensupları tarafından kağıda yazılı olarak kendilerine verilen örgütsel anlam ifade etmeyen sözlü mesajları örgüte yada muhataplarına ilettikleri' şeklinde beyanda bulunduğu, aynı şekilde halkın hukuk bürosunda 18/12/2017 tarihinde şüphelinin fiilen çalıştığı halkın hukuk bürosunda yapılan aramada İstanbul Gençlik Derneği, Adalet Okulu Derneği ve Halk Cephesine ait kaşelerin ele geçirilmiş olması, aynı aramada DHKP-C terör örgütünün kurucusu olan K.ya ait resmin ve kitapların ele geçmiş olması, yine aynı aramada çok sayıda örgütsel dokümanın ele geçmiş olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, atılı suçun katalog suçlardan olması nazara alınarak, şüphelinin atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin oluştuğu, bu aşamada dijital verilerin incelenmesinin devam ettiği, delillerin toplanma aşamasında olduğu, bu haliyle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.] \" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 5/1/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar 15/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve 2/2/2018 tarihinde başvurucu Yaprak Türkmen tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başsavcılık 22/3/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucular Selçuk Kozağaçlı, Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı, Ahmet Mandacı ve Yaprak Türkmen'in silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan; Özgür Yılmaz ve Barkın Timtik'in ise silahlı terör örgütü (DHKP/C) yöneticisi olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. DHKP-C'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak DHKP-C'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve başvurucuların eylemlerine değinilmiştir. İddianamede başvuruculara yöneltilen suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Örgütsel terör arşivi tetkik edildiğinde örgütün faaliyetleri çerçevesinde katıldıkları eylemlere ilişkin kayıtların bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.ii. DHKP-C terör örgütü fikir ve ideolojisi doğrultusunda yayınlar yaptığı belirtilen Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş isimli dergide çeşitli zamanlarda başvurucu Selçuk Kozağaçlı'nın örgüt lehine yaptığı faaliyetlerle ilgili haber ve yazıların yayımlandığı, ayrıca başvurucuyla ilgili olayların haber yapıldığı iddia edilmiştir.iii. Açık kaynak araştırmalarında başvurucu Özgür Yılmaz'la ilgili olarak terör örgütünün alt yapılanmalarından Halk Cephesi ve Halk Meclisi imzalı birçok resmin bulunduğunun, başvurucu Barkın Timtik'le ilgili olarak Fransa'da her yıl Eylül ayında kutlanan ve Fransız Komünist Partisi öncülüğünde düzenlenen Humanite festivalinde 16/9/2015 tarihinde yayımlanan fotoğraf karesinde DHKP/C terör örgütü kurucu lideri K.nın fotoğrafının bulunduğu pankartın önünde konuşmacı görünümünde olduğu ve masanın arka tarafında bulunan afişte \"devrime onsuz ama onunla yürüyoruz\" şeklinde ibarelerin bulunduğunun tespit edildiği bildirilmiştir.iv. Başvurucular hakkında DHKP-C silahlı terör örgütüyle irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde beyanların yer aldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvuruculara yöneltilen eylemlere ilişkin olarak tanık B.E., K., gizli tanıklar G., İ.K., S.G. ve terör örgütünün finans sağlama birimi olan İhtiyaç Komitesinde (İKOM) faaliyet yürütürken yakalanan B. isimli şüphelinin etkin pişmanlık kapsamında verdiği beyanlarında özetle Halkın Hukuk Bürosunun (HHB) DHKP-C terör örgütünün hukuk yapılanması olduğunu, bu kapsamda yakalanan veya tutuklanan kişilerle ilgili hukuki süreçleri takip ettiğini, bu legal görünüm altında aslında örgüt liderlerinin talimatıyla kurulduğunu ve hareket ettiğini, başvurucuların bu kapsamda HHB avukatlarından olduğunu ve bir kısım başvurucunun kod isim kullandığını belirterek başvurucuları teşhis etmişler ve başvurucuların ayrıca ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu veya hükümlülerle örgüt yöneticileri arasında aracılık (kuryelik) yaptığını, örgüt yöneticilerinin talimatlarını örgüt sorumlularına aktardığını ifade etmişlerdir. İddianamede başvuruculara yöneltilen eylemlere ilişkin olarak haklarında yapılan soruşturmalarda alınan tanık beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:- Etkin pişmanlık hükümleri kapsamında ifade veren B. beyanında: \"... Benim ceza evinde kalmış olduğum üç buçuk yıllık süre içerisinde Halkın Hukuk Bürosu Avukatlarından Barkın Timtik, E.T., Ş.E., N., Behiç Aşçı, S.G., E.K. isimli avukatlar ziyaretime geliyordu. Avukatlar örgütle hapishaneler sorumluları arasındaki bağlantıyı sağlar ve örgütün üst düzey yöneticilerine bilgi aktarırlar. Yine örneğin emniyet birimlerinde gözaltına alındığımızda Halkın Hukuk Bürosu avukatları ile yapmış olduğumuz avukat görüşmede gözaltındaki şahıslara örgütün kurallarına uymamız gerektiği şeklinde uyarıda bulunurlar. (Bu uyarılar açlık grevine gitme, imza atmama, direnme, parmak izi vermeme vs.)... Halkın Hukuk Bürosu DHKP/C örgütü adına faaliyetlerde bulunan bir kurumdur. Özellikle gözaltına alınan veya tutuklanan örgüt mensubu şahısların avukatlıklarını üstlenirler. Sadece avukatlıklarını üstlenmekle kalmazlar yine ifademde bahsettiğim üzere örneğin emniyet birimlerinde gözaltına alındığımızda Halkın Hukuk Bürosu Avukatları ile yapmış olduğumuz avukat görüşmede gözaltındaki şahıslara örgütün kurallarına uymamız gerektiği şeklinde uyarıda bulunurlar. (Bu uyarılar açlık grevine gitme, imza olmama, direnme, parmak izi vermeme vs.) yine benim ceza evinde kalmış olduğum üç buçuk yıllık süre içerisinde Halkın Hukuk Bürosu Avukatlarından Barkın Timtik, E.T., Ş.E., N., Behiç Aşçı, S.G., E.K. isimli avukatlar ziyaretime geliyordu. Halkın Hukuk Bürosu avukatları örgütle, merkezi komiteyle, yöneticilerle, cezaevi sorumluları arasındaki bağlantıyı sağlar ve örgütün üst düzey yöneticilerine bilgi aktarırlar. Avukatlar merkez komiteden veya yöneticilerden aldıkları talimatları gözaltında bulunan veya tutuklu bulunan şahıslara iletirler. Bir nevi kuryelik görevi yaparlar, vermiş oldukları talimatlar kesinlikle kendilerine ait değildir örgütün talimatlarıdır. Halkın Hukuk Bürosunun DHKP/C güdümünde faaliyet yürüttüğüne dair; yukarıda belirttiğim ancak burada tekrar söylemek istediğim İKOM bünyesinde para aldığımız eski Dev-Sol üyesi olan Ç.Ö.Ş. isimli kişiden para almak istediğimizde, korktuğu için para vermediğini Merkezi Komiteye ilettiğimde, Merkezi Komitenin bana 'korkuyorsa parayı Halkın Hukuk Bürosu bünyesinde bulunan avukatlara veya büroya bırakabileceğini söylediğini' akabinde de Ç.Ö.Ş. isimli kişinin çalışanı aracılığıyla 000 TL parayı buraya göndermiştir. Benim faaliyet yürüttüğüm dönemde Halkın Hukuk Bürosu içinde faaliyet yürüten ve kuryelik yapan avukatlar şunlardır; O.A., Özgur Yılmaz, Barkın Timtik, E.T., S.G., Ş.E., Behiç Aşçı, N., E.K., G. isimli şahıslar Halkın Hukuk Bürosunda DHKP/C örgütü adın Kurye olarak faaliyetlerde bulunan şahıslardır. ... Ben bu şahsı Behiç Aşçı olarak tanırım. DHKP/C örgütü adına faaliyet yürüten Hallan Hukuk Bürosu avukatlarından biridir. Ceza evinde kaldığım süreçte ziyaretime gelen, benim faaliyet yürüttüğüm dönemde Halkın Hukuk Bürosu içerisinde sorumlu düzeyde faaliyet yürüten ve kuryelik yapan avukatlar arasındadır. ... Kesin olarak teşhis ediyorum\" şeklinde ifadelere yer vermiştir. - Gizli tanık G. beyanında: \"Ben bu şahsı Engin Gökoğlu olarak tanıyorum. Bu şahıs faaliyet yürüttüğüm dönem içerisinde ve halen DHKP/C örgütü mensuplarının avukatlığını yapan şahıstır. Halkın Hukuk Bürosu içerisinde faaliyet yürütür. DHKP/C örgütünün talimatları doğrultusunda örgüt adına kampanyalar düzenleyen basın açıklamalarında bulunan, örgüt mensuplarının avukatlığını yaparak, gözaltında iken nasıl davranmaları ve direnmeleri gerektiğini (parmak izi vermeme, tükürük örneği vermeme, açlık grevi yapma, hiçbir şekilde ifade vermeyerek susma hakkım kullanma, zorluk çıkarma ve slogan atma vb.) şeklinde uyarılarda bulunarak talimatlara uyulması gerektiği şeklinde bizzat benimle görüşmesinde beni bu şekilde uyarmıştır....Ben bu şahsı Avukat Behiç Aşçı olarak tanıyorum. Bu şahıs DHKP/C örgütü mensubu şahısların avukatlığını yapmaktadır. Diğer avukatlardan daha itibatı olduğu için tanıyanlar Behiç Abi diye hitap ederler. Bu şahsın DHKP/C örgütü adına ölüm oruçlarına katıldığını biliyorum. Örgüt adına çekilmiş olan F Tipi isimli filmin oyuncularındandır. Örgütün en güvendiği isimlerden biridir. Bir defasında ben gözaltındayken nasıl direnmem gerektiğini (parmak izi vermeme, tükürük örneği vermeme, açlık grevi yapma, hiçbir şekilde ifade vermeyerek susma hakkım kullanma, zorluk çıkarma ve slogan atma vb.) şeklinde uyanlarda bulunarak bizzat benimle görüşmesinde beni bu şekilde uyarmıştır. Örgüt içerisinde hemen hemen herkes bu şahsı tanır ve saygı gösterir. Bu şahsın örgütün üst düzey yöneticileriyle görüştüğüne eminim. DHKP/C örgütü içerisinde faaliyet yürüten ve Tunceli'de ölen örgüt mensubu A. ile Okmeydanı'nda hatırladığım kadarı ile 2014 ün ayında S.Y Parkında birebir oturduklarını ve aralarında bir şeyler konuştuklarını gördüm...HHB, DHKP/C terör örgütünün hukuki işlemlerini yürüten kurum gözükse de aslında örgütün en önemli kurumlarından birisi olan Halkın Hukuk Bürosu avukatları örgüt yöneticilerinin talimatları ile hareket ederler. Öncelikle örgüt mensuplarının örgütsel eylemlerdeki dosyaları ile ilgilenirler. Dışarıdan sıradan vatandaşların davalarına baktıklarını hiçbir zaman görmedim ve duymadım. Hatta şöyle söyleyeyim DHKP/C terör örgütlü üyeleri hariç diğer örgütlerde faaliyet yürüten kişilerin bile dava dosyalarına bakmazlar, Bu hususu siz daha iyi bilirsiniz, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından olan bir kimsenin PKK'dan alınan bir kişinin dosyasına baktığını görmemişsinizdir. DHKP/C terör örgütünün kadrolu çalışanı gibidirler. Bu avukatlar gözaltına alındığında, tutuklandığında ve mahkum olduğunda avukatlığını üstlenir ve yanına gelir, örgütün talimatı olduğunu söyleyerek 'gözaltında, mahkemede, cezaevinde nasıl hareket edeceğinin talimatını' verir. Ben gözaltına alındığımda Halkın Hukuk Bürosu Avukatlarından olan E.K. benimle görüşmeye geldiğinde bana örgütün genel prensipleri olan; 'açlık grevine gideceksin, su ve şeker dışında herhangi bir şey yiyip içme, ailen geldiğinde kesinlikle görüşe çıkma, sorgu odasında polislerle kesinlikle konuşma, slogan at, diren, parmak izi verme, tükürük örneği verme, hastaneye gittiğinde darp edildiğini söyle, suç duyurusunda bulunacağız, kesinlikle bizim dışımızda avukat çağırırlarsa kabul etme, hiçbir şeye imza alma, seni kandırmalarına izin verme' gibi örgütün genel kurallarını bana görüşme esnasında söylemişti. Bana söylenenler diğer örgüt mensuplarına da aynı şekilde söylenmektedir. Ayrıca avukatların bize söyledikleri bu hususlar örgütsel eğitim aşamalarında örgüt mensuplarına bu şekilde öğretilmektedir. Avukatlar bu öğretilenleri bize pratikte yaşadığımızda tekrar etmiş olmaktadır. Bu durum bile bu yapılanmada yer alan avukatlarının, aslında avukatlık değil de aracılık yaptığını göstermektedir. Gözaltı süresinden sonra eğer tutuklanırsanız cezaevinde yine bu avukatlar tarafından davanız takip edilmektedir. Avukatların örgüt ile tutuklu veya hükümlü arasındaki aracılık (kuryelik) işlemi burada da devam etmektedir. Avukatların arasında da hiyerarşik yapı vardır, Örneğin Halkın Hukuk Bürosu sorumlusu Cezaevleri genel sorumlusu ile görüşür ve mahkumlarının içerde yapacakları talimatlarını alır, bu talimatları altında bulunan avukatlara verir, o avukatlarda her cezaevi sorumlusuna iletirler, cezaevinin sorumluları da mahkumlara iletir, alınan cevaplar ya da yapılan işlemler avukatlar aracılığı ile tekrar üst yönetime aynı yolla iletilir. Bunu da şöyle bir örnek vermek istiyorum, Örgütün yayın organı olan Yürüyüş dergisinde yayınlanan Özgür Tutsaklardan başlıklı yazının cezaevinden gelen örgüt mensuplarından olduğunu örgütünün bütün kurumları ve mensupları bilir. Tutuklu ve mahkumlara ait bu yazıların cezaevinden yasal yollardan çıkması imkansızdır. Avukatlar cezaevi sorumlularından gizlice aldığı bu notları yanlarında getirdikleri dava dosyasının arasına ya da vücudunun belli bir yerine saklayarak dışarı çıkartmaktadırlar. Gardiyanlar avukatları fazla aramazlar, aramak isteseler de avukat buna direnir görevliye zorluk çıkartır, pislik yapar ve senden şikayetçi olacağım diye tehdit ederler. Avukatlardan korkan ve yaptıklarından bıkan gardiyanlar onları aramak için uğraşmazlar. Aramadan geçerek kolaylıkla dışarı çıkardıkları not kağıtlarını Yürüyüş Dergisi sorumlularına iletir. Bu mektuplar Yürüyüş Dergisinde yayınlandıkça cezaevindeki örgüt mensupları moral bulurlar ve dışarda bulunan özgür örgüt mensupları yarın bir gün cezaevine girince yalnız kalmayacaklarını görür ve kendilerini motive ederler. Avukatlar içerisinde de hiyerarşik yapı vardır, Halkın Hukuk Bürosu Sorumlusu ve cezaevlerinden, kurumlardan sorumlu avukatlar olarak ayrılmaktadırlar. Fakat avukatlardan genel sorumlu kimdir ve hangi avukatın hangi cezaevinden sorumlu olduğunu bilmiyorum. Avukatlar tutuklu örgüt üyelerinin her türlü maddi ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra aileleriyle de ilgilenir ve yardımcı olurlar. Yaptıkları işlemlerden asla para almazlar. Benim akıl veremediğim işlerden biriside budur, hiçbir davadan kimseden para almadan bu işleri yapıyorlar, nasıl geçiniyorlar parayı nerden buluyorlar bilmiyorum. Örgütünün yönetim kadrosundan iyi para aldıklarını düşünüyorum çünkü; hepsi çok lüks burjuva hayatı yaşıyorlar. Avukatlarının başka görevleri de vardır, mesela avukatlık kimliğini kullanarak çok rahat Avrupa ya gidip örgütün üst yönetiminden aldıkları haberleri Türkiye'deki yöneticilere getirdiklerini birçok defa duymuştum. Bazı büyük eylemlerin talimatlarının yöneticiler tarafından avukatlar aracılığı ile Savaşçıya (Feda Eylemcisine) iletildiğini biliyorum. Buna da şöyle bir örnek vereyim Sabancı-Center eylemini gerçekleştiren İ.A. ve ye eylem için yardımcı olan avukat A.Y. olduğunu duydum. Avukatlar yasal militan gibi çalışır, bazen savaşçıya talimatı getirirler bazense de eylem gerçekleştiren savaşçıyı saklar ve yurt dışına çıkartırlar. Benim dönemimde örgüt adına Halkın Hukuk Bürosunda faaliyet yürüten şahıslarından bazıları 'E.T., Barkın Timtik, Ş.E., O.A., Özgür Yılmaz, G.S., T.T., E.K. ve G. vb.' gibi isimlerdi, aklıma gelenler bunlardır. Bunlardan en önemlisi olan ve üst sorumluları olan Selçuk Kozağaçlı ve O.A.dır. Zaten T.T.yi örgüt yaşadığı yoz ilişkiden dolayı örgütten kovdu. Hatta kendisini alınan kararlar doğrultusunda cezalandırmak amacıyla arabası silahla tarandı ve DHKP/C kurumlarından Halk Cephesi tarafından eylem üstlenildi. ...Ben bu şahsı Selçuk Kozağaçlı olarak tanıyorum. Benim faaliyet yürüttüğüm dönem içerisinde DHKP/C örgütünün yapılanması olan Halkın Hukuk Bürosu avukatlığını ve başkanlığını yürütmekteydi. DHKP/C örgütünün talimatları doğrultusunda örgüt adına kampanyalar düzenleyen basın açıklamalarında bulunan, örgüt mensuplarının avukatlığını yaparak, gözaltında iken nasıl davranmaları ve direnmeleri gerektiğini (parmak izi vermeme, tükürük örneği vermeme, açlık grevi yapma, hiçbir şekilde ifade vermeyerek susma hakkını kullanma, zorluk çıkarma ve slogan atma vb.) anlatırdı. Sempozyum adı alımda örgüt hakkında bilgi vermek örgütün işleyişini ve yapısını anlatarak propagandasını yapardı. Manisa-Soma da maden faciası sonrasında örgüt talimatı ile Soma'ya giderek orada insanları örgütleyerek açlık grevine sokarak, direnişe yönlendirerek ve devlete karşı kışkırtarak eylem ortamı hazırlayan şahıslardandır. Avukat O.A. ile birlikte örgütün en önemli isimlerinden biridir. Kesin ve net olarak teşhis ediyorum\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- Gizli tanık İ.K. ifadesinde; \"Halkın Hukuk Bürosu isimli yapılanma Çağlayanda bulunmaktadır, DHKP/C terör örgütü kapsamında faaliyet yürüten şahısların gözaltı ve adli davalarını takip ederler gönüllü siyasi avukatlık yaptıklarını biliyorum, ilk bakışta legal bir yapılanma gibi gözükse de öyle bir kurum değildir. DHKP/C terör örgütünde hangi alan olursa olsun faaliyet yürüten istisnasız herkes başı sıkıştığında gözaltına alındığında Halkın Hukuk Bürosu avukatlarını ister, Halkın Hukuk Bürosu bizim için bir kurtarıcı olarak görülmektedir. DHKP/C örgüt mensubu şahısların gözaltına alınmaları halinde savcılık ve mahkeme aşamalarında müdafi olarak bulunmaya çalışırlar. Amaçları gözaltında bulunan şüphelinin konuşmasını önlemek ve örgütün sırlarını deşifre etmesini engellemektir.Halkın Hukuk Bürosu örgüte güç sağlamaktadır, mesela en son Yürüyüş Dergisine yapılan operasyondan sonra Halkın Hukuk Bürosu avukatı olan Özgür Yılmaz'ın gelip orda çekim yapması yayınlaması örgütlü şahıslara destek niteliğindedir. Yine 2016 yazında Sarıgazi mahalli alanda faaliyet yürüttüğüm dönemde Sarissa kitap evinde bir toplantı düzenlendi, toplantıya Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Ş.E.de katılmıştı, toplantıda bize göz altına alındığımızda neler yapmamızla alakalı eğitim verdi, örneğin imza atmama, açlık grevi yapma ve göz altında bulunduğumuz zaman zarfında tüm aşamalarında direnmemiz gerektiğini emniyette kesinlikle ifade vermememiz gerektiğini söyledi. Yani size şöyle özetleyeyim Halkın Hukuk Bürosu devrimciler için var olan bir kurumdur, ilk bakışla sadece siyasi davalara gönüllü baktıkları için masum görünebilir ama örgütlü şahıslara büyük bir motivasyon ve güç sağladığını gözaltına alındıkça öğrendim, yukarda vermiş olduğum örneklerle de Halkın Hukuk Bürosu gönüllü siyasi davalara bakmanın ötesinde bu örgüte gönül veren bir yapılanma olduğunu anladım. Halkın Hukuk Bürosu avukatları şunlardır; Özgür Yılmaz, O.A., E.T., Barkın Timtik, G., Yaprak Türkmen, Ş.E.,Selçuk Kozağaçlı isimli şahıslardır...Ben bu şahsı avukat E. abla olarak tanırım. Yukarıda ifademde bahsetmiş olduğum gibi bu şahıs Halkın Hukuk Bürosu avukatıdır. Bu büro içerisinde faaliyet yürüten diğer avukatlar gibi Yaprak Türkmen'de gözaltına alınan örgüt mensuplarının avukatlığını yapar, son dönemde etkili olduğunu biliyorum çünkü diğer eski avukatların gözaltına alınan örgüt mensupları ile rahat görüşememesinden dolayı bu şahıs daha çok görüşmelere gidiyor\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- Gizli tanık S.G. ifadesinde: \"... Ben bu şahsı Av Engin Gökoğlu, Aycan olarak tanırım. Bu şahıs Ankara'da örgüt avukatlığı yaptığını daha sonra örgüt talimatı ile İstanbul'a geldiğini, İstanbul'da Halkın Hukuk Bürosunda avukatlık yaptığını, tutuklanan ya da gözaltına alınan örgüt mensuplarının adli davalarını takip ettiğini ve hapishanelere giderek örgüt talimatını ilettiğin, hapishane ile örgüt arasında bağı sağladığını biliyorum, ayrıca bu şahıs örgütün yurt dışı yapılanması ile şifreli yazışma yapar.... A.O.K., E.K., E.A. ve A.A. gibi isimlerdir. Bu kişiler cezaevlerinden sorumludur, iletişim bu şahıslar üzerinden sağlanır hapishane de alınacak kararlar bu kişilerin onayı ile olur. Hapishanede haberleşme genelde ıslatılan gazetelerin rulo haline getirilmesi ve üzerine naylon çekilerek top haline getirilerek yazılı notun içine koyulup havalandırmadan başka bir hücrenin havalandırmasına atılması ile sağlanır. Notlar yazılırken en önemli şey hapishanede kimse kendi adıyla örgütsel bir not yazmaz genelde kod kullanır, bu kod isimler sık sık değiştirilir. Size kısaca hapishanedeki haberleşme yöntemini açıklayayım ilk hapishaneye girildiğinde ilk bir hafta tecrit sürecidir kimseyle konuşulmaz haberleşme, not yazma gibi şeyler yasaktır. Sonra Halkın Hukuk Bürosuna mensup avukatlar gelip hapishaneye düşen örgüt mensubu şahısla konuşur. Daha sonra hapishanedeki sorumlu (her cezaevinin bir sorumlusu bulunur, genellikle yurtdışı yapılanması tarafından belirlenir, kimin olacağını Halkın Hukuk Bürosu avukatı cezaevi ziyareti sırasında tebliğ eder ve cezaevinde diğerlerine göre nispeten daha fazla kalacak olan hükümlülerden seçilir) ile konuşur ve bunun üzerine hapishanede kalan diğer örgüt mensupları ile iletişim başlar. Bundaki amaç avukatın içeriye yeni giren kişi ile alakalı hapishane sorumlusuna bilgi vermesidir. Hapishane sorumlusu avukattan ilgili kişinin bir nevi sağlam olduğu, sorguda kendini açık etmediğinin teyidini almış olur. Ben örgüt nedeniyle birçok kez cezaevine girdiğimden Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından O.A., Ş.E., Barkın Timlik ve E.T.nin bu şekilde cezaevine giren örgüt mensubu ve cezaevi sorumlusuyla iletişim kurduğuna bizzat şahit oldum. Hapishanelerde işleyiş bu şekildedir. ...Halkın Hukuk Bürosu içerisinde aktif olarak faaliyet gösteren ve daha çok muhatap olduğum avukatlar şunlardır; Özgür Yılmaz, O.A., E.T., Barkın Timtik, G.,Ş.E., Selçuk Kozağaçlı isimli avukatlardır. ... Ben bu şahsı Av. Selçuk Kozağaçlı olarak tanırım, bu şahıs Çağdaş Hukukçular Derneği başkanıdır, Ankara'da örgüt adına faaliyet yürüten ve tutuklanan örgüt mensuplarının gönüllü avukatlığını yapar. Hapishanedeki tutkulu ve hükümlü olan şahıslar ile görüşerek örgüt talimatlarını cezaevine aktarır. Cezaevinden tutkulu bulunan şahıslardan almış olduğu bilgileri örgüte iletir, size şöyle deyim örgütün cezaevi ile bağlantısını mesleği gereği sağlar. Örgüt tarafından kurulan Halkın Hukuk Bürosu avukatları ile birçok davada birlikte hareket eder\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- K.nın beyanı şöyledir: \"Bu yapılanma (Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği) DHKP/C örgütü suçundan cezaevinde hükümlü yada tutuklu bulunan şahısların ailelerini örgütlemek ve cezaevindeki yapılanma arasındaki bağı koparmamak için kurulmuş bir yapılanmadır. Resmiyette sorumlusu Behiç Aşçı görünmesine rağmen bu kurumun tüm işlevlerini ... yapmaktaydı. Bu kurum ölen örgüt mensuplarının cenazelerini düzenlerler, bu şahıslar için basın açıklamaları organize ederler. DHKP/C örgütünün kurmuş olduğu komitelerinden biridir (Uluslararası İlişkiler Komitesi). Merkezi Armutlu'dadır. Sorumluluğunu Avukat Behiç Aşçı yapar. Bu komite yeni kurulduğu için şu an tek gündem maddelerinin Suriye olduğudur. Örgüt Suriye yönetimine destek vermektedir.\" - B.E. 19/7/2017 ve 28/8/2017 tarihli beyanlarında: \"HHB, DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasıdır. Burada görev alan avukatlar DHKP/C terör örgütü içerisindeki faaliyetlerinden dolayı yakalanan şahıslara hukuki yardımda bulunuyormuş gibi gözükerek operasyonların örgüte zarar vermesinin önüne geçmektir. Halkın Hukuk Bürosu örgütün talimatıyla kurulmuştur. Orada bulunan avukatlar örgütün onayı dışında hareket edemezler. Halkın Hukuk Bürosu içerisinde faaliyet gösteren avukatlar iki gruba ayrılırlar. Birinci grupta yer alan avukatlar yakalanan gözaltına alınan örgüt mensuplarıyla alakalı yasal süreçleri takip ederken, ikinci grupta yer alan avukatlar da; kamuoyunda öne çıkan davaları örneğin, B.E., , H.F.G. S. suikastı ile açlık grevinde olan N.G. ve S.Ö. isimli şahıslar hakkında davaları takip ederler ve Genel Komite içerisinde faaliyet yürütürler. Halkın Hukuk Bürosu içerisinde faaliyet gösteren avukatlar şunlardır; Özgür Yılmaz, O.A., E.T., Barkın Timtik, G., Yaprak Türkmen, Y.E., Z.Ö., Ş.E., Aycan Çiçek, S.G., N., A.Ç., Ahmet Mandacı, E.Ç.G., Engin Gökoğlu, Aytaç Ünsal, B.Ü., N.B.K. isimli şahıslardır. Bu şahıslardan Özgür Yılmaz, O.A., E.T., Barkın Timtim ve G. isimli şahıslar kamuoyu tarafindan takip edilen davaları takip etmekte ve Genel Komite veya örgütün farklı legal görünümlü kurumlarında faaliyet göstermektedirler. Adını saymış olduğum avukatlar sadece DHKP/C terör örgütünün öne çıkan davalarına bakmaktadırlar. Burada çalışan avukatların örgütün yurtdışı kadrosuyla ile irtibatlı olduklarını ve iletişimi sağladıklarını biliyorum. Hakkında örgüt suçundan araması olanları ya da hakkında yakalama kararı olanları Genel Komitede tartışarak bu şahısların illegal alana geçişini ya da yurt dışına illegal yollardan çıkışını sağladıklarını biliyorum.DHKP/C örgüt mensubu şahısların gözaltına alınmaları halinde savcılık ve mahkeme aşamalarında müdafi olarak bulunmaya çalışırlar. Amaçları gözaltında bulunan şüphelinin örgütün sırlarını deşifre etmesini engellemektir. Cezaevlerinde bulunan örgütün üst düzey yöneticileri ve örgüt mensuplarıyla avukatlık adı altında görüştüklerinden dolayı özellikle örgütün cezaevlerine yönelik verdiği talimatlar avukatlar tarafından cezaevlerine ulaştırılır. İçeriden iletilecek hususlarda yine avukatlar aracılığıyla örgüt yönetimine iletilir. Böylelikle örgüt cezaevlerini avukatlar aracılığıyla yönelir. Örneğin cezaevlerinde yapılan koğuş yakma vb. gibi eylemlerin talimatı bu avukatlarca verilir. Ben Silivri Nolu Cezaevinde kaldığım zamanda E.T. gelerek benimle görüştü ve bana Yürüyüş Dergisine Demokratik Kurumlarla ilgili yazı yazmamı söylemişti. Bu tarz yazılar hapishane idaresine bağlı olarak çalışan mektup okuma komisyonuna bağlı olarak çalışan örgütsel haberleşme statüsünde görüldüğü için alınan yasal karar doğrultusunda mektubun imhası yönünde karar verir ve bu kararı tutuklu bulunan kişiye tebliğ eder. Tutuklu örgüt üyesi de tebliğ edilen bu kararı ve dışarıya çıkarılması sakıncalı görülen yazının aynısını yasalarda belirtilen avukata kapalı zarf içerisinde mektup gönderme hakkım kullanarak 'Halkın Hukuk Bürosu'nun İstanbul'da bulunan adresine göndererek örgütsel yazı ve kitapların örgütün eline geçmesini avukatlar aracılığı ile sağlamış olur. Yine 2015 yılı içerisinde İzmir Kırıklar 2 Nolu F Tipi Cezaevinde Ü.İ. isimli örgüt üyesi ile birlikte kaldım. Bu süre içerisinde Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından başta O.(K) O.A. olmak üzere ismini şuan hatırlamadığım birçok avukat haftada 2 defa gelip görüşmelerde bulunuyorlardı. Bu görüşmelerin çoğunun örgütsel amaçlı olduğunu düşünüyorum. Örgütün cezaevinde bulunan sıradan elemanlarına avukatlar yılda bir defa görüşmeye gelirken, örgüt tarafından önemli kişilere avukatlar haftada bir iki defa görüşme amaçlı gelmektedir. 2015 yılında İzmir Kırıklar 2 Nolu F Tipi cezaevinde bulunduğum sırada Ü.İ. tahliye olmuştur. Tahliye olurken aynı hücrede kendisiyle birlikte kalan U.K. isimli örgüt üyesine avukatlar aracılığıyla ulaştırıldığını düşündüğüm 'Küçük Usb Bellek' vererek imha etmesini söylediğini ve uygun zamanda aynı 'USB'den kendisine de dışarıdan gönderteceğini söylediğini U.K. o dönem hapishanede temsilci olarak görev yaptığım için bana iletmişti. Yine bunun dışında Bakırköy Kadın Tutuklu Evinden tahliye olan kimi örgüt elamanlarıyla yaptığım sohbetlerde düzenli olarak içeriye sokulan 'Küçük Usb Bellek' sayesinde film, konser izlediklerini biliyorum. Bu avukatlar gözaltına alınan örgüt mensuplarının ifade vermemeleri için örgütsel tavır sergilemelerini, bu doğrultuda polise karşı gözaltının her aşamasında direnmeleri talimatlarını verirler. Hiçbir evraka imza atmamalarını, kimlik göstermemelerini söylerler. Böylece ifade verecek şahıslar psikolojik baskı altında kalarak bundan vazgeçerler. Bunun yanında kamplarda derneklerde vb. yerlerde yapılan eğitim çalışmalarında bununla ilgili avukatlardan gelen bilgi ve talimatlar ders olarak işlenir. Ayrıca gözaltında bulunan şahısların dosyalarını avukatlar incelediğinde ilk olarak gözaltına alınan şahsın direnip direnmediğine tutanaklardan bakar. Direnen örgüt mensuplarına övgüler yağdırır, direnmeyenlere ise bu aşamalardan sonra yapılacak tüm işlemlere yukarıda saymış olduğum tavırları takınmaları talimatlarını verir. Karakollarca gözaltına alınıp ifade veren örgüt mensuplarının anında gözaltı ifadesini geri çektirirler. Pişman olarak örgüt hakkında ifade veren örgüt mensuplarını isimlerini adliyelerden öğrenerek örgüte bildirirler. Böylece örgüt yöneticileri ifade vereni bularak önce cezalandırıp daha sonrada Halkın Hukuk Bürosu avukatları ile adliyelere göndererek ifadesini geri almalarını sağlarlar. Ayrıca aranması olan ve illegalde bulunan örgüt mensupları güvenli olduğu ve polis baskınlarının kolay kolay olmayacağı bir yer olmasından dolayı belli dönemlerde Halkın Hukuk Bürosunda bu şahısların kalmaları sağlanır. Örneğin 2016 yılında Bayrampaşa Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'ne silahlı ve bombalı saldırıda bulunan DHKP/C terör örgütü mensubu Ç.Y.nin 2014 veya 2015 yılları içerisinde 1-2 hafta kadar burada kaldığını biliyorum. Burada bulunan bazı avukatlar Yunanistan, Almanya vb. ülkelere giderek burada bulunan üst düzey örgüt mensupları ile görüşerek kuryelik yaptığını, onlardan aldıkları bilgileri Türkiye'ye getirerek gerekli yerlere ilettiklerini örgüt içerisinde duymuştum. Son dönemdeki OHAL yasalarından dolayı gözaltına alınan şahısların ifadesi alındıktan sonra adliyeye sevk edilinceye kadar geçen süre içerisinde gözaltındaki geçen sürenin keyfi bir uygulama olup kanunsuz olduğunu belirten avukatlar; örgüt mensupları ile görüştüklerinde bu duruma karşı örgüt mensuplarına açlık grevinde aldıkları su ve şekeri de keserek adliyeye sevk edilinceye kadar hiçbir şey yiyip içmemeleri konusunda baskı yaptıklarını biliyorum. 2013 yılında yapılan operasyonda yakalanarak haklarında işlem yapılan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının gözaltına alınan şüphelilerle OHAL kapsamında görüşmeleri kısıtlandığından, operasyonda gözaltına alınmayan yine Halkın Hukuk Bürosu içerisinde faaliyet gösteren Özgür Yılmaz, Yaprak Türkmen, Y.E, Z.Ö., Aycan Çiçek, S.G., A.Ç., Ahmet Mandacı, E.Ç.G., Engin Gökoğlu, Aytaç Ünsal, B.Ü. isimli avukatlar gözaltında alınan örgüt mensuplarıyla görüşmeye gelmektedirler. Örgütün Türkiye Komitesinin onaylamadığı bir avukat Halkın Hukuk Bürosu içerisinde faaliyet gösteremez, örgüt istemeden ayrılmaları da mümkün değildir. Türkiye Komitesi ve 'Orkestra' yapılanmasının alacağı kararlar doğrultusunda örgütün legal veya illegal faaliyetleri içerisinde yer alabilmektedirler. Örneğin; 2016 yılı sonu ve 2017 yılı başında Barkın Timtik örgütün özel önem verdiği Armutlu Mahalli alan yapılanması içerisindeki evlere benimle birlikte beraberimizde mühendis olan ile birlikte tek tek evleri gezerek yıkımlara karşı örgüt propagandası yaptık. 2016 yılında Avukat Ö.Y. Okmeydanı, Gazi, Nurtepe ve Armutlu mahalli alanlarında Halk Meclisi çalışmalarını bizzat yürütüyordu. Yürüyüş Dergisi ve Halkın Sesi internet sitesinde yapmış olduğu çalışmalara dair fotoğraflar mevcuttur.Bölgelerde Halk Cephesi tarafından yürütülmekte olan faaliyetler Türkiye Komitesi tarafından yetersiz göründüğünden tartışmalar meydana gelmişti. Bende Gençlik Federasyonu'nu Hak Cephesi'nde temsil ettiğimden O.(K) Avukat O.A. bana gelerek sorunların ne olduğunu ve çözüm yollarını sordu, bende kendisine bilgilendirme yaptım. Tartışmalara neden olan sorunların araştırılarak çözülmesi için Türkiye Komitesi veya Orkestra adlı yapılanma tarafından görevlendirilmiş olabileceğini düşünmekteyim.Adalet Okulu, HBB yapılanmasına bağlı olarak 2015 veya 2016 yıllarında kuruldu. İstanbul Çağlayan'da ve Ankara'da ofisleri bulunmakta, Sorumlusunun HBB avukatlarından G. olduğunu biliyorum. Ankara ilindeki merkezin HBB alt katında faaliyet gösterdiğini duydum. Adalet Okulunun amacı, örgütün hukuk biriminin ihtiyacı olan avukatları örgütün görüş ve stratejisi doğrultusunda eğitmektir. Buraya Hukuk Fakültesinde öğrenim gören öğrenciler gelmektedir. İstanbul ve Ankara illerinde bulunan HBB içerisinde faaliyet gösteren avukatlar burada öğrencilere eğitim vermektedirler. Buralara gelecek öğrencilerin örgütlü olması veya olmaması önemli değildi, öğrencileri kendileri belirler, seçilen öğrenciler öğrenim görmüş oldukları üniversitelerde Adalet Okulunun propagandasını yaparlardı. Kendi okullarını bitirdikten sonra HHB içerisinde görev yapmaları istenirdi, kurulma amacı ve işleyişi bu şekilde idi....Daha önceki ifademde fotoğrafından teşhis etmiş olduğum Av. Selçuk Kozağaçlı'nın kod ismi Odtülü'dür. SBP içerisinde faaliyet gösterdiğim dönemde örgüt tarafından bana gönderilen sd kart içerisindeki şifreli notlardan, örgütün hukuk birimi olan Halkın Hukuk Bürosu içerisinde faaliyet gösteren avukatlardan herhangi bir sorun veya sıkıntı ile karşılaştıklarında Selçuk Kozağaçlı'ya danıştıklarını öğrendim. Çünkü bana gelen şifreli mesajda kanun hükmünde kararname ile ihraç edilen Ankara ilinde açlık grevi yapan ve halen cezaevinde tutuklu bulunan N.G. ve S.Ö. isimli şahısların açlık grevi sürecinde yaşamış oldukları sorunlarla ilgili bir avukatın örgüt üst yönetimine yazmış olduğu rqporda konuyla ilgili olarak Odtülü' ye danıştıkları yazıyordu. Yine bana gönderilen Sd Kart içerisindeki şifreli mesajda N.G. ve S.Ö. durumlarını takip edebilmek için ve örgüt merkezinden gelen talimatları geciktirmeden aktarabilmek için Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının kendi içlerinde oluşturdukları sırayla her gün adı geçen şahıslarla görüştüklerini biliyorum... Yukarıda örgütün yurtdışı merkeziyle şifreli mesajlaşmaların İdil Kültür Merkezi, Gençlik Federasyonu ve Yürüyüş dergisinde yapıldığını söylemiştim. Ancak bu yazışmaları herhangi bir örgüt mensubu yapamaz, ayrıca yazışma yapan her örgüt mensubunun bir kod ismi vardır. Bu yazışmalarda illegal eylemlerin örgütlenişinden bahsedilmez, ilişkilerin açık adları ve adresleri belirtilmez, kurumların yönetiminde yer alan örgüt mensupları günlük, mahalli alan yapılanmaları hafialık, Demokratik Kurumlar gerektiğinde yurtdışı merkez komiteye faaliyetleri hakkında rapor verirler. Mahalli Alan Sorumluları ile örgütün güdümünde faaliyet gösteren diğer demokratik kurumların faaliyetleriyle ilgili raporu hangi kurum üzerinden göndereceği Türkiye Merkez Komitesi tarafindan belirlenmiştir. Mahalli alanlarda faaliyet gösteren örgüt mensupları sorumlularına haftalık faaliyetleriyle rapor verir. Sorumlularda bu raporları yazışma yaptığı kurumlardan örgütün yurtdışındaki merkez komitesine gönderilmek üzere notları kriptolu bilgisayara gerekli yazışma kuralarına uyarak (Örneğin: Yürüyüş Dergisi yerine Depo ismini verir, Armutlu ismi yerine Yayla ismini verir, Halk Cephesi yerine Tarla ismini verir, HBB yerine Sporcular ismini verir. Örgüt ilişkilerinin adreslerini de kısaltmalarla yazar) metin belgesi şeklinde yazarlar. Yazışma yaptığı kurumda yurtdışı merkez komiıeye gönderecek olan örgüt mensubuna verir. Bu örgüt mensubu da şifreleme yaparak raporu yurtdışına gönderir. Gönderilen raporlara ilişkin Yurtdışı Merkez Komitesinden gelen cevap niteliğindeki notlarda gönderilmiş oldukları kurumlara şifreli olarak gelir. Kurumlarda raporları şifreleyen örgüt mensupları cevabi notları alır, almış olduğu notun şifresinin çözümünü yaparak kurumda bulunan merkez Flash Belleğe atar. Daha sonra raporu almaya gelen kadroya Sd Kart içerisinde teslim eder. Mahalli Alan ve Demokratik Kurum Sorumlularının Raporlarını Yurtdışı Merkez Komiteye Gönderdiği Kurumlar Şunlardır; Gazi, Topkapı, Şişli, Armutlu ve Anadolu Yakası Mahalli alan yapılanma sorumluları raporlarını Yürüyüş Dergisi, TAYAD, HBB, KEC (DMH), DİH sorumluları raporlarını yapılanmaları Yürüyüş dergisi, BMM sorumlusu raporlarını İdil Kültür Merkezi, Anadolu İlleri Halk Cephesi sorumluları Yürüyüş Dergisi, İstanbul Halk Cephesi sorumluları İdil Kültür Merkezi ve Gençlik Federasyonu, Anadolu illerindeki gençlik kadro sorumluları Gençlik Federasyonu'na vermektedirler. Yurtdışı Merkez Komite ile şifreli yazışma yapan örgüt mensupları şunlardır; Av. Behiç Aşçı, Av. Aycan Çiçek, Av. Engin Gökoğlu, Av. Ş.E., ... isimli şahıslar Yurtdışı Merkez Komiteye faaliyetleriyle ilgili rapor yazarak, örgütün vermiş olduğu talimat doğrultusunda mesajlaşmaların yapıldığı kurumlara vermektedirler.\" şeklinde beyanda bulunmuş ve başvuruculardan Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşçı, Selçuk Kozağaçlı ve Yaprak Türkmen'i teşhis etmiştir. İddianamede DHKP/C terör örgütünün alt yapılanmalarından olan HHB'nin örgütün Merkezî Komite olarak adlandırılan yurt dışındaki üst yönetiminin talimatıyla kurulduğu ve mensuplarının yurt dışında bulunan örgütün üst düzey yöneticilerinin talimatları ile hareket ettikleri, HHB dâhilinde faaliyet gösteren avukatların örgüt içinde Sporcular kod ismi ile anıldığı, ceza infaz kurumunda tutuklu veya hükümlü örgüt üyeleri ile örgüt yöneticileri arasında aracılık (kuryelik) işlemi yaptıkları, örgütün üst düzey yöneticilerinin bu avukatlar kanalı ile ceza infaz kurumlarındaki örgütün sorumlularına örgütün talimatlarını aktardıkları, bu sorumluların da gelen talimatları ceza infaz kurumlarındaki diğer örgüt üyelerine aktardıkları, terör örgütünün legal alanında faaliyet gösteren şahıslar hakkında aranma veya hapis cezası kesinleştiğinde HHB mensubu şüpheliler tarafından bu durumun öğrenilerek ülke içindeki terör örgütünün Genel Komitesine bildirildiği, bunun üzerine anlatılan durumdaki örgüt mensuplarının da bu sayede illegal alana geçtikleri ya da örgüt tarafından yurt dışına kaçırıldıkları, HHB mensubu şüphelilerin terör örgütlerinin işleyiş ve gizliliğe riayetle hareket etme kuralına uygun olarak kod isim aldıkları, bu zamana kadar kod ismi tespit edilebilen başvuruculardan Selçuk Kozağaçlı'nın kod isminin Odtü'lü, Barkın Timtik'in kod isminin Saadet, Behiç Aşçı'nın kod isminin Eser, Engin Gökoğlu'nun kod isminin Deniz ve Özgür Yılmaz'ın kod isminin Mahir olduğunun tespit edildiği ileri sürülmüştür. Başvuruculara isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:\"...l-)Şüphelilerden Selçuk Kozağaçlı, B.T., E.T., O.A., G., N., Ş.E. ve Ö.Y.nin halen yargılanmasına devam edildiği İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2014/117 Esas sayılı dosyası kapsamında bulunan ve örgütsel devamlılığın tespiti açısından bilgi mahiyetinde evrakımıza birer suretleri celp edilen adı geçen şüphelilerle ilgili tespitler, HHB ile ilgili genel nitelikli tespitlerin yer aldığı Hollanda ve Belçika ülkelerinden adli istinabe yoluyla getirtilen örgütsel dokümanların içeriği, 2-)İş bu iddianamernize konu 21/10/2016 tarihinde terör örgütünün kurumlarından İdil Kültür Merkezinde ele geçirilen örgütün yurtdışındaki 'Merkezi Komite' olarak adlandırılan en üst yönetim birimiyle 'txt' formatında yapılan örgütsel yazışmaları ve örgüt arşivini içeren dokümanların içeriği, 3-) 1 ve 2 no'lu bentlerde belirtilen delillerle uyumlu örgüt mensubu gizli tanık, tanık ve etkin pişmanlık hükümlerinde yararlanma talebiyle açıklamalarda bulunan şüphelllerin ifadelerinin içerikleri, 4-)Şüphelilerin ikametlerinden, üstlerinden ve mensubu oldukları HHB kurumlarından ele geçirilen ve incelenen materyalierin içerikleri ve şüpheliler hakkındaki açık kaynak tespitleri ile DHKP/C terör örgütünün kuruluş kongresinde örgüt üyeliği hakkında belirtilen 'Demokratik faaliyet Parti-Cephe'nin dostlarımız ve düşmanlarımız nezdinde aynasıdır. Kitleler bu ayrıaya bakarak Parti-Cephel i olacak veya olmayacaktır. Bu anlamda kitlelerle buluştuğumuz dernek, sendika, dergi bürolarımız vb. ve buralarda çalışan insanlarımız tepeden tırnağa yenilenmek. Parti kültürü bu kurumlarımızda ve insanlarımızda yasayan bir hale getirilmek, bir kimliğe büründürülmek zorundadır' ve 'Legal çalısan, illegal çalışan, gerilla faaliyeti sürdüren, lojistik hizmetleriyle uğraşan, yayın işleriyle uğraşan, vb. tüm yoldaşlarımızın konum, yetki ve görevleri ne olursa olsun her biri Parti ve Cephe üyesidirler' şeklindeki kongre kararı ibaresi bir bütün olarak değerlendirildiğinde;Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP/C) terör örgütünün alt yapılanmalarından olan Halkın Hukuk Bürosunun örgütün Merkezi Komite olarak adlandırılan yurtdışındaki üst yönetiminin talimatıyla kurulduğu ve mensuplarının yurt dışında bulunan örgütün üst düzey yöneticilerinin talimatları ile hareket ettikleri, HHB dahilinde faaliyet gösteren avukatların örgüt içerinde SPORCULAR kod ismi ile anıldığı,Örgüt mensupları gözaltına alındığında veya tutuklandığında avukatlığını üstlendikleri, yanlarına gelip gittikleri, örgütün talimatları doğrultusunda şahıslara 'Gözaltında, mahkemede, cezaevinde nasıl hareket edeceklerinin talimatını' verdikleri, Cezaevinde tutuklu veya hükümlü örgüt üyeleri ile örgüt yöneticileri arasında aracılık (kuryelik) işlemi yaptıkları, Örgütün üst düzey yöneticilerin bu avukatlar kanalı ile cezeevlerindeki örgütün sorumlularına örgütün talimatlarını aktardıkları, bu sorumlularında gelen talimatları cezaevlerindeki diğer örgüt üyelerine aktardıkları, Terör örgütün legal alanında faaliyet gösteren şahıslar hakkında aranmaları veya hapis cezaları kesinleştiğinde HHB'na mensup şüpheliler tarafından öğrenilerek ülke içerisindeki terör örgütünün Genel Komite'sine bildirildiği, bunun üzerine anlatılan durumdaki örgüt mensuplarının da bu sayede illegal alana geçtikleri yada örgüt tarafından yurtdışına kaçırıldıkları, HHB mensubu şüphelilerin terör örgütlerinin işleyiş ve gizliliğe riayetle hareket etme kuralı uygun olarak kod ismi aldıkları, bu zamana kadar kod ismi tespit edilebilen şüphelilerden; Selçuk Kozağaçlı'nın kod isminin Odtülü, O.A.nın kod isminin Onur, Barkın Timkit'in kod isminin Saadet, Behiç Aşçı'nın kod isminin Eser, Engin Gökoğlu'nun kod isminin Deniz ve Ö.Y.nin kod isminin Mahir olduğu tespitiyle; Şüpheliler O.A., Özgür Yılmaz ve Barkın Timtik haricindeki diğer şüphelilerin şu zamana kadar elde edilebilen delillere göre terör örgütünün yapılanması HHB bünyesinde terör örgütüne organik bağlı olarak, çıkar ve amaçları doğrultusunda süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulunarak 'üye' konumunda oldukları, bu kapsamda örgüt mensupları arasında kuryelik yaptıkları, örgüt içi iletişimi sağladıkları, örgütün yönetici kadrosundan aldıkları talimatları tutuklu/hükümlü bulunan veya dışarıda faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ilettikleri, avukatlık mesleği ve hukuki yardımla ile ilgisi olmayacak şekilde haklarında adli işlem yapılan münhasıran adı geçen örgüt mensuplarını örgütsel gizliliğin ve faaliyetin deşifre olmaması, devamının sağlanması amacıyla yönlendirdikleri ve talimat verdikleri, idelojik olarak eğitici ve sair örgüt mensuplarını yönlendirici nitelikte faaliyette bulunarak faaliyetlerinin vasfı gereği yönetici konumunda bulunmasalar da sair örgüt mensuplarından farklı olarak 'özel görevi haiz' konumda bulundukları ve üzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri, ...Şüpheliler O., Barkın Timtik ve Özgür Yılmaz'ın ise şüphelilerin terör örgütünün yapılanması HHB bünyesinde terör örgütüne organik bağlı olarak, çıkar ve amaçları doğrultusunda süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulundukları, bu kapsamda örgüt mensupları arasında kuryelik yaptıkları, örgüt içi iletişimi sağladıkları, örgütün yönetici kadrosundan aldıkları talimatları tutuklu/hükümlü bulunan veya dışarıda faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ilettikleri, avukatlık mesleği ve hukuki yardımla ile ilgisi olmayacak şekilde haklarında adli işlem yapılan münhasıran adı geçen örgüt mensuplarını örgütsel gizliliğin ve faaliyetin deşifre olmaması, devamının sağlanması amacıyla yönlendirdikleri ve talimat verdiklerinin yanı sıra; aleyhlerindeki dellillerin içeriğine göre şüpheli Özgür Yılmaz'ın Okmeydanı, Gazi, Nurtepe ve Armutlu mahalli alanlarında Halk Meclisi çalışmalarını bizzat yürüttüğü, örgütün mahalli alanlarında bulunan Halk Meclisleri yapılanmasının genel sorumlusu olduğu, şahsi evrakındaki Halk Meclisi eylemlerine ilişkin tespitlerin aleyhindeki ifade ve teşhislerle uyumlu olduğu, şüpheli Barkın Timtik'in ise örgütün özel önem verdiği Armutlu Mahallesinde tek tek evleri gezerek yıkımlara karşı örgüt propagandası yaptığı, DHKP/C terör örgütünün Türkiye Komitesinin altında bulunan Genel Komite içerisinde faaliyet yürüttüğü, şüpheli O.A.nın DHKP/C terör örgütünün Türkiye Komitesinin altında bulunan Genel Komite içerisinde faaliyet yürüttüğü ve terör örgütüyle ilgili karar alma seviyesinde bulunan toplantılara katıldığı, bu şekilde terör örgütüne organik şekilde bağlı olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren faaliyetlerde bulundukları, ayrıca örgütün amacına uygun biçimde işleyişini sağlayan, örgüt üyelerine görev veren, emir ve idare yetkisine sahip olan konumlarına göre örgüt faaliyetlerini düzenleme ve görevlendirme yetkisini haiz 'yönetici' vasfında oldukları ve üzerilerine atılı 'silahlı terör örgütü yöneticisi olma' suçunu işledikleri anlaşılmıştır. ...\" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 9/4/2018tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/84 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 11/4/2019 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"... silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin sanıkların ifadesi, dijital materyal inceleme raporları, açık kaynak tespiti, arama ve el koyma tutanakları, örgütsel dokümanları ve eylem evrakları, tutuklama tarihi, sanıkların tutukluluk halinin devamını gerektirecek nitelikte kuvvetli suç şüphesinin mevcut oluşu, suç için yasada öngörülen ceza miktarına göre ve suçun CMK 100/3 maddesinde düzenlenen katalog suçlardan bulunması nedeniyle kaçma şüphesi taşıması, adli kontrol hükümlerinin eylemin niteliğine nazaran tutuklamadan beklenen faydayı sağlamaya yeterli olmayacağı dikkate alınarak,... tutukluluk hallerinin devamına [karar verildi.]\" Başvurucu Selçuk Kozağaçlı, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin anılan bu karara 25/4/2018 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 7/5/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar 17/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve 1/6/2018 tarihinde başvurucu Selçuk Kozağaçlı tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur. Mahkemece 10/9/2018-14/9/2018 tarihlerinde yapılan ilk duruşmada başvurucuların savunmaları alınmış ve başvurucular hakkında yurt dışı çıkış yasağıyla birlikte her hafta Pazartesi günü00 ile 00 saatleri arasında adreslerine en yakın kolluk birimine düzenli olarak başvurarak imza atmaları biçiminde adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucular tahliye edilmişlerdir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklu sanıklar Barkın Timtik ve Özgür Yılmaz hakkında her bir sanık için dosyadaki mevcut delil durumu, suç vasfının değişme ihtimali, sanıkların savunmalarının alınmış olması ve sanıkların avukat olması, tutuklamanın tedbir olması, tutuklulukta geçen süre, Avrupa İnsan Hakları ve Anayasa Mahkemesinin tutuklama konusundaki başvurular hakkında vermiş olduğu kararlar, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanması ile yargılamada amaçlanan tedbirlerin sağlanabilecek oluşu dikkate alınarak sanıklar Barkın Timtik ve Özgür Yılmaz'ın ayrı ayrı bihakkın tahliyelerine, Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu sanıklar Ahmet Mandacı, Aycan Çiçek, A.Ç., Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı, B,E.T., Engin Gökoğlu, N., Selçuk Kozağaçlı, S.G., Ş.E., Y.E.E., Yaprak Türkmen, Z.Ö. hakkında her bir sanık için dosyadaki mevcut delil durumu, suç vasfının değişme ihtimali, sanıkların savunmalarının alınmış olması ve sanıkların avukat olması, tutuklamanın tedbir olması, tutuklulukta geçen süre, Avrupa İnsan Hakları ve Anayasa Mahkemesinin tutuklama konusundaki başvurular hakkında vermiş olduğu kararlar, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanması ile yargılamada amaçlanan tedbirlerin sağlanabilecek oluşu dikkate alınarak sanıklar ayrı ayrı bihakkın tahliyelerine, ... [karar verildi.]\" Başsavcılık 15/9/2018 tarihinde tahliye kararına itiraz etmiştir. İtirazda; başvurucular ve tahliyesine karar verilen diğer sanıklar hakkında suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile suçların tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin bulunması, atılı suçun kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında kişilerin kaçma riskinin bulunması, kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suç işlenmesinin önlenmesi amacının tutukluluk tedbirinin uygulanabileceği hâller arasında sayılmış olması, devam etmekte olan yargılamada da bu kaygı ve kriterlerin mevcut olması nedeniyle adli kontrol tedbirlerinin suç vasfı ve tutukluluk süresi nazara alındığında yetersiz kalacak olması hususları ile gizli tanıklar ve tanıkların dinlenilmemiş olması, sanıklardan ele geçirilen dijital materyaller, sanıkların isimlerinin örgütsel arşiv içinde yer alması, itirafçı beyanları, İdil Kültür Merkezinden ele geçirilen dokümanlar gibi deliller üzerinde gerekli incelemelerin yapılmamış olması hususları birlikte gözönüne alındığında sanıklar hakkındaki delillerin şu aşamada tam olarak toplanmadığı ve bu yönüyle tahliye kararlarının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkeme 15/9/2018 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığının itirazını kabul ederekyakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Sanıklar Barkın Timtik, Özgür Yılmaz, Ahmet Mandacı, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı, E.T., Engin Gökoğlu, N., Selçuk Kozağaçlı, S.G. ve Ş.E.nin dosyadaki mevcut delil durumu, sanıklar hakkındaki tanık ve gizli tanık beyanları, dijital materyal içerikleri ve bunlara ilişkin tespit ile tutanaklar, açık kaynak araştırmaları göz önünde bulundurulduğunda, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ile ölçülü olması nedenleriyle adli kontrol hükümlerinin yeterli ve etkili denetim sağlayamayacak olması hep birlikte değerlendirildiğinde ismi geçen tutuklu sanıkların tahliyesine dair karara yapılan itirazların kabulü ile tahliye kararlarının kaldırılmasına ve sanıklar hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emirleri düzenlenmesine ... [karar verildi.]\" Yakalama kararına istinaden 15/9/2018 tarihinde gözaltına alınan başvurucular Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı hakkında Mahkemece 16/9/2018 tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:\"Dosyadaki mevcut delil durumu, sanıklar Behiç Aşcı, Aycan Ünsal, Aycan Çiçek ve Engin Gökoğlu hakkındaki tanık ve gizli tanık beyanları, dijital materyal içerikleri ve bunlara ilişkin tespit ile tutanaklar, açık kaynak araştırmaları göz önünde bulundurulduğunda, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ile ölçülü olması nedenleriyle adli kontrol hükümlerinin yeterli ve etkili denetim sağlayamayacak olması hep birlikte değerlendirildiğinde sanıklar Behiç Aşcı, Aycan Ünsal, Aycan Çiçek ve Engin Gökoğlu hakkında çıkartılan 15/9/2018 tarihli tutuklamaya yönelik yakalama emri içeriği gözönüne alınarak sanıklar Behiç Aşcı, Aycan Ünsal, Aycan Çiçek ve Engin Gökoğlu'nun ayrı ayrı tutuklanmalarına, [karar verildi.]\" Başvurucu Ahmet Mandacı ise yakalama kararı uyarınca 15/9/2018 tarihinde gözaltına alınmış, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla bağlandığı Mahkemenin 16/9/2018 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:\"Dosyadaki mevcut delil durumu, sanık hakkında iddianamenin 453 ve sayfasındaki iddialar, sanık Ahmet Mandacı hakkındaki tanık ve gizli tanık beyanları, dijital materyal içerikleri ve bunlara ilişkin tespit ile tutanaklar, açık kaynak araştırmaları, sanık hakkındaki 15/9/2018 tarihli tutuklamaya yönelik yakalama kararı göz önünde bulundurulduğunda, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ile ölçülü olması nedenleriyle adli kontrol hükümlerinin yeterli ve etkili denetim sağlayamayacak olması hep birlikte değerlendirildiğinde sanık Ahmet Mandacı hakkında çıkartılan 15/9/2018 tarihli tutuklamaya yönelik yakalama emri içeriği gözönüne alınarak sanık Ahmet Mandacı'nın tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Yine anılan yakalama kararı gereğince 16/9/2018 tarihinde gözaltına alınan başvurucu Selçuk Kozağaçlı hakkında ise Mahkemece 17/9/2018 tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:\"Dosya kapsamı, dosya kapsamında dinlenmeyen tanık beyanları, dijital materyal içerikleri, bunlara ilişkin tutanaklar, mahkememizce sanıklar hakkında çıkartılan tutuklamaya ilişkin yakalama emri dikkate alındığında sanığın üzerine isnad edilen suça ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığının bulunduğu, dosya kapsamında henüz gizli tanık ve tanık beyanlarının alınmadığı, mahkememizce çıkartılan yakalama emrinden sonra henüz yakalanmayan firari sanıklar bulunduğu, böylelikle sanığın tanıklara baskı yapma ihtimalinin bulunduğu dikkate alınarak sanık Selçuk Kozağaçlı'nın tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Mahkeme 12/10/2018 tarihinde başvurucular Selçuk Kozağaçlı, Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı ve Ahmet Mandacı'nın tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucuların bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 31/10/2018 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar 8/11/2018 tarihinde başvurucuların müdafilerine tebliğ edilmiştir. Başvurucular Selçuk Kozağaçlı, Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı ve Ahmet Mandacı'nın müdafilerince 7/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 5/12/2018 tarihli duruşma sonunda başvuruculardan Ahmet Mandacı'nın tahliyesine, tutuklu olan diğer başvurucuların ise tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 20/3/2019 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvuruculardan Engin Gökoğlu'nun 10 yıl 6 ay hapis, Aycan Çiçek'in 9 yıl hapis, Aytaç Ünsal'ın 10 yıl 6 ay hapis, Behiç Aşcı'nın 12 yıl hapis, Özgür Yılmaz'ın 13 yıl 6 ay hapis, Selçuk Kozağaçlı'nın 10 yıl 15 ay hapis cezalarıyla; silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme suçundan başvurucu Barkın Timtik'in 18 yıl 9 ay hapis cezasıyla ve silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan başvurucular Ahmet Mandacı'nın 2 yıl 13 ay 15 gün hapis, Yaprak Türkmen'in 3 yıl 9 ay hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Ayrıca başvurucular Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı, Barkın Timtik, Özgür Yılmaz -yakalamalı- ve Selçuk Kozağaçlı'nın tutukluluk hâllerinin devamına da karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir: \"...Sanık Barkın Timtik'in örgüt içerisindeki konum ve görevi, sanığın örgütün Türkiye Komitesinin alt birimi olan Genel Komite üyesi olması, bu kapsamda örgütün kararların alındığı ve alınan kararların icralarının takip edildiği diğer yöneticilerle beraber komite toplantılarına katılması, örgütsel faaliyetler konusunda karar ve talimat verme yetkisine sahip bulunması, sanığın örgüt içerisinde kod isim kullanması, örgütün Yurtdışı Merkez Komitesi ile şifreli yazışma yapma yetkisine sahip olması, örgütsel yazışmalarının bulunması, örgütün karar mercilerinin emir ve talimatlarının bu yazışmalar ile örgüt elemanlarına aktarılması, sanığın örgüte bağlılık derecesi, örgüt içerisindeki bulunduğu konum itibarıyla yöneticilik vasfı, böylelikle değerlendirilen kastın yoğunluğu ...,...Sanık Özgür Yılmaz hakkında cezalandırılması istemi ile TCK 314/1 maddesi uyarınca iddianame düzenlenerek kamu davası açılmış ise de; sanığın eylemlerinin TCK 314/2 maddesi kapsamında kaldığına mahkememizce kanaat gelinmekle; ... örgütün halk meclis yapılanmasının genel sorumlusu olması, sanığın örgüt içinde kod isim kullanması, örgütün Yurtdışı Merkez Komitesi ile şifreli yazışma yapma yetkisine sahip olmaları, örgütsel yazışmalarının bulunmaları, örgütün karar mercilerinin emir ve talimatlarının bu yazışmalar ile örgüt elemanlarına aktarılması, sanığın örgüte bağlılık derecesi, mesleği ve konumu itibarıyla örgüte sağladığı fayda, böylelikle değerlendirilen kastın yoğunluğu,...Sanık Behiç Aşçı'nın örgüt içerisinde kod isim kullanması, örgütün Yurtdışı Merkez Komitesi ile şifreli yazışma yapma yetkisine sahip olması, örgütsel yazışmalarının bulunması, örgütün karar mercilerinin emir ve talimatlarının bu yazışmalar ile örgüt elemanlarına aktarılması, ...Sanık Selçuk Kozağaçlı'nın örgüt içerisinde kod isim kullanıyor olması, örgütün Yurtdışı Merkez Komitesi ile şifreli yazışma yapma yetkisine sahip olmaları, örgütsel yazışmalarının bulunmaları, örgütün karar mercilerinin emir ve talimatlarının bu yazışmalar ile örgüt elemanlarına aktarılması, sanığın örgüte bağlılık derecesi, mesleği ve konumu itibarıyla örgüte sağladığı fayda, sanığın örgüt adına yapılan organizasyon ve seminerleri organize etmesi,...Sanık Engin Gökoğlu'nun örgüt içerisinde kod isim kullanması, örgütün Yurtdışı Merkez Komitesi ile şifreli yazışma yapma yetkisine sahip olması, çözümü yapılan gizli ve örgütsel yazışmalarda isminin geçmesi, ...Sanık Aytaç Ünsal'ın çözümü yapılan gizli ve örgütsel yazışmalarda isminin geçmesi, sanığın örgütün Uluslararası İlişkiler Komitesinde sorumluluk düzeyinde görevinin bulunması, yurt dışındaki seminer ve organizasyonlara örgüt adına katılması,...Sanık Aycan Çiçek'in örgüt içerisinde kod isim kullanması, örgütün Yurtdışı Merkez Komitesi ile şifreli yazışma yapma yetkisine sahip olması, çözümü yapılan gizli ve örgütsel yazışmalarda isminin geçmesi,...Sanıklar ... Ahmet Mandacı, ... Yaprak Tükmen, ... hakkında; her ne kadar cezalandırılmaları istemiyle DHKP- C silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK 314/2 maddesi uyarınca iddianame düzenlenmiş ise de; sanıkların eylemlerinin DHKP-C silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçu kapsamında kaldığı, ...\" Başvurucular, haklarında verilen mahkûmiyet hükümlerini istinaf etmişlerdir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 8/10/2019 tarihli kararıyla istinaf başvurularının esastan reddine ve tutuklu olan başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucular anılan istinaf kararına karşı temyiz yoluna başvurmuşlardır. Yargıtay Ceza Dairesi yaptığı temyiz incelemesi sonucunda 3/9/2020 tarihinde başvuruculardan Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşcı, Özgür Yılmaz hakkındaki hükümlerin onanmasına, Ahmet Mandacı ve Yaprak Türkmen hakkındaki hükümlerin düzeltilerek onanmasına karar vermiş ve bu başvurucular yönünden hükümler kesinleşmiştir. Başvurucular Barkın Timtik ve Selçuk Kozağaçlı hakkındaki hükümler ise bozulmuştur. Yargıtay ayrıca başvurucu Aytaç Ünsal'ın sağlık koşullarını gözeterek infazının durdurulmasına ve tahliyesine de karar vermiştir. Öte yandan başvurucular Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal'ın 20/9/2017 tarihli, Ahmet Mandacı'nın ise 30/9/2017 tarihli haklarında uygulanan ilk tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini belirterek Anayasa Mahkemesine bu dosyada incelenenlerden ayrı olarak bireysel başvurularda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi; bu başvurular üzerine başvurucular Engin Gökoğlu ve Aycan Çiçek hakkında 5/2/2019 tarihinde Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonca yapılan inceleme sonucunda (B. No: 2017/37910), başvurucu Aytaç Ünsal hakkında 11/2/2019 tarihinde İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonca yapılan inceleme sonucunda (B. No: 2017/37947), başvurucu Ahmet Mandacı hakkında 19/2/2019 tarihinde Birinci Bölüm İkinci Komisyonca (B. No: 2017/37984) ve 7/10/2019 tarihinde İkinci Bölüm Birinci Komisyonca yapılan incelemeler sonucunda (B. No: 2017/37984) tutuklamaların hukuki olmadığına ilişkin iddialar yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle başvuruların kabul edilemez olduğuna dair kararlar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. Hanım Büşra Erdal, B. No: 2017/35344, 9/6/2020, §§ 37- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37933", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutukluluk nedeniyle ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/17133 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17133", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, hükümlüye babasının cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucunun babası 18/12/2019 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu 19/12/2019 tarihli dilekçesiyle Diyarbakır'da gerçekleşecek cenaze törenine katılma talebinde bulunmuştur. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) cenazenin defnedileceği yerde güvenlik riski olduğuna dair edinilen bilgilere dayanarak talebi aynı gün reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı şikâyeti infaz hâkimliğince 3/2/2020 tarihinde, infaz hâkimliği kararına karşı itirazı ise ağır ceza mahkemesince 6/3/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 9/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12197", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hükümlüye babasının cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalara ilişkin olarak infaz hâkimliğine yapılan başvurunun reddedilmesinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, haberleşme hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eğitim hakkı ile eşitlik ilkesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun 2/5/2019 tarihli başvurusu üzerine Bolu İnfaz Hâkimliği 10/5/2019 tarihli kararıyla, başvurucunun müdafii talebinin reddine karar vermiştir. Hâkimlik ayrıca başvurucunun olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında 15 günde bir ancak OHAL'in kaldırıldığı tarihten itibaren ise her hafta telefon hakkından faydalandığını, eğitim hakkı olan Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yaşlı Bakımı Bölümüne kaydının yapıldığını, aylık spor programlarından faydalandığını belirtmiştir. Yine başvurucunun kültür ve sanat faaliyetlerine katılımının sağlanması konusunda idare ve gözlem kurulu kararları bulunmamakta olup kapasitenin aşılması sebebiyle kültür ve sanat etkinlikleri faaliyetlerine katılma imkânı olmadığını, bu konuda planlamaların yapıldığını, geriye dönük hakların hem kapasitenin aşılması hem de personel yetersizliği sebebiyle kullandırılmasının mümkün olmayacağını belirtmiştir. İnfaz Hâkimliği başvurucunun diğer taleplerinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"Başvurucunun OHAL süresince, kullandırılmayan bir kısım sosyal imkanlardan OHAL kalktığı için geçmişe yönelik yararlanmayı talep ettiği ancak OHAL süresince OHAL KHK'ları kapsamında usul ve esas yönünden hukuka uygun olarak kullandırılmayan bu hakların OHAL kalktıktan sonra uygulanmasının, istenmesinin hukuki dayanaktan yoksun bir talep olduğu, bu imkanların kazanılmış bir hak gibi değerlendirilmesinin düşünülemeyeceği, ceza infaz kurumu uygulamalarının usul ve esas yönünden hukuka aykırı bir durum bulunmadığı anlaşılmakla bu yönden de talebinin reddine karar verilmiştir. Tutuklu aynı zamanda Hakimliğimizden haklarının kullandırılmadığının tespiti istemiştir. İnfaz Hakimliği Kanunu Madde 4'te İnfaz Hakimliğinin görevleri sayılmıştır. Kanunun çizdiği sınırlar çerçevesinde incelendiğinde Hakimliğimizin tespit gibi bir görevi bulunmamaktadır. Dolayısıyla tespit taleplerinin de reddine karar vermek gerekmiştir.\" Başvurucunun karara yaptığı itiraz üzerine Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 16/5/2019 tarihinde itirazın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"Haftalık telefonla görüşme hakkını kullanıp kullanmadığının belirlenebilmesi için İnfaz Hakimliği'nce OHAL'in kaldırılması tarihi olan 2018 tarihi itibariyle hafta bazında inceleme yapılması gerektiği ve bu yönde ayrıntılı inceleme ve araştırmanın yapılmadığı değerlendirilmiştir.\" Bolu İnfaz Hâkimliği yeniden yapılan inceleme sonucunda 31/7/2019 tarihli kararla başvurucunun itirazını kabul etmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:\"26/07/2018 ile 09/08/2018 tarihlerine ait iki adet haftalık telefon görüşünün yaptırılmadığı tespit olunmuştur. Tutuklunun kullandırılmayan iki adet haftalık telefon görüşü hakkının ceza infaz kurumunca kullandırılmasına dolayısıyla tutuklu şikayetinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.\" Anılan karara karşı Cumhuriyet savcısı tarafından itiraz edilmiştir. İtiraz dilekçesinde; \"OHAL süresince OHAL KHK'ları kapsamında usul ve esas yönünden hukuka uygun olarak kullandırılmayan bu hakların OHAL kalktıktan sonra uygulanmasının, istenmesinin hukuki dayanaktan yoksun bir talep olduğu, bu imkanların kazanılmış bir hak gibi değerlendirilmesinin düşünülemeyeceği, ceza infaz kurumu uygulamalarının usul ve esas yönünden hukuka aykırı bir durum bulunmadığı, bu nedenle itirazın kabulü yönünde kararın verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu\" ileri sürülmüştür. Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 9/8/2019 tarihinde itiraz reddedilmiştir. Başvurucu 31/10/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucunun yaptığı itiraz üzerine ise Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 11/11/2019 tarihli kararla itirazın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:\"Bununla birlikte Bolu Ağır Ceza Mahkemesi'nce Bolu İnfaz Hakimliği'nin 2019/479 Esas 2019/1015 Karar sayılı kararının kül halinde kaldırıldığı kısmi kabul, kısmi red şeklinde karar verilmediği dikkate alınarak, Bolu İnfaz Hakimliği'nin 2019/1531 Esas 2019/1682 Karar sayılı kararda itirazcının taleplerinin tamamına ilişkin karar verilmemiş olması nedeniyle itirazcının itirazının kabulüne karar verilmiştir.\" Bolu İnfaz Hâkimliğince yeniden yapılan değerlendirme sonunda 14/11/2019 tarihli kararla, kullandırılmayan iki adet haftalık telefon görüşü hakkının Ceza İnfaz Kurumunca kullandırılmasına, dosyanın bir suretinin başvurucunun emanet hesabından karşılanarak başvurucuya verilmesine, bu yöndeki talebinin kabulüne, müdafi talebinin reddine, OHAL döneminde kullandırılmayan bir kısım sosyal imkândan geçmişi de kapsayacak şekilde yararlandırılması ile OHAL döneminde kullandırılmayan hakların tespiti taleplerinin reddine, inceleme evrak üzerinden yapıldığından başvurucunun duruşmalara katılma talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 5/12/2019 tarihinde reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu başvuru yaptıktan sonra 20/10/2020 tarihli ek beyan dilekçesi ile eğitim ve iyileştirme faaliyeti ile vaiz görüşmelerine izin verilmemesi nedeniyle İnfaz Hâkimliğine başvuruda bulunduğunu ve talebinin reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucunun itirazının Bolu İnfaz Hâkimliği tarafından 24/11/2016 tarihinde reddedildiği, karara itirazının da Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 16/1/2017 tarihinde kesin olarak reddedildiği anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Eğitim hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36252", "Başvuru Konusu":"Başvuru; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalara ilişkin olarak infaz hâkimliğine yapılan başvurunun reddedilmesinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, haberleşme hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eğitim hakkı ile eşitlik ilkesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/9/2014 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/10/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Bingöl ili Genç ilçesi Doğanlı köyünde ikamet etmekte iken terör nedeniyle yaşadığı köyün boşaltıldığını, güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 29/12/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bingöl Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 12/3/2007 tarihli ve 2007/2-252 sayılı kararında \"...müracaatçıya; yığma kargir ev için 707,50 TL, yığma kargir ahır için 400,00 TL, arazi için 380,00 TL malvarlığına ulaşamama nedeniyle oluşan; toplam 487,50 TL ödenmesine...\" karar vermiştir. Başvurucu tarafından Komisyonun mal varlığı zararına ilişkin belirlediği tazminat miktarının az olduğu gerekçesiyle Elazığ İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Elazığ İdare Mahkemesinin 29/5/2008 tarihli ve E.2007/1624, K.2008/1077 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline, tazminat istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; anılan karar Danıştay Onuncu Dairesinin 22/5/2009 tarihli ve E.2009/1387, K.2009/4754 sayılı kararı ile onanmış; Komisyon tarafından belirtilen iptal kararı üzerine yeniden karar alınmıştır. Komisyon, 21/4/2010 tarihli ve 2010/1-2569 sayılı kararında Ahmet Bilekli adına yapılan araştırmada herhangi bir tapu kaydına rastlanmadığı bu durumda başvurucunun, 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından Komisyon kararına karşı Elazığ İdare Mahkemesinde tekrar dava açılmıştır. Elazığ İdare Mahkemesinin 7/12/2010 tarihli ve E.2010/898, K.2010/1689 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle Kanun kapsamında karşılanabilecek nitelikte maddi zarara uğradığını iddia eden kişilerden ancak zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin bu zararlarının tazmini amacıyla başvurmaları hâlinde zararlarının tazmin edileceği anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacı tarafından köyde bulunduğunu iddia ettiği malvarlığını güvenlik kaygısı nedeniyle köyünden göç etmek zorunda kaldığından bahisle zarara uğradığını ileri sürerek tazminini istemekte ise de, söz konusu malvarlığını kendi isteği ile çocukları adına kaydettiği ve tapu kayıtlarında malvarlığı çocukları üzerinde gözüktüğünden yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri uyarınca maddi zarara uğradığını iddia eden kişilerden ancak zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin bu zararlarının tazmini amacıyla başvurmaları hâlinde zararlarının tazmin edileceğinden davacının başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 22/5/2013 tarihli ve E.2011/13883, K.2013/3661 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş; aynı Dairenin 27/5/2014 tarihli ve E.2013/12228, K.2014/4212 sayılı ilamı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 14/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15018", "Başvuru Konusu":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 25/7/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2014 tarihinde başvurucunun resmî belgede sahtecilik, kişilerin arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/2/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 20/3/2015 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 20/3/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 1/4/2015 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 10/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık tarafından başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/6/2016 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında tahliye kararından sonra yakalama kararı çıkartılmış ancak başvurucunun yakalanması hâlen mümkün olmamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6468", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapma ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarını işlediği iddiasıyla 15/5/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 30/10/2009 tarihli kararıyla başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezaya hükmedilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/5/2016 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı başvurucu yönünden onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16616", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, katılınan bir gösteride terör örgütünün propagandasının yapıldığından bahisle başlatılan kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucunun bir akrabası 21/5/2005 tarihinde kolluk makamlarına giderek başvurucunun kayıp olduğunu ve Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan PKK terör örgütünün dağ kadrosuna iştirak etmek amacıyla kırsal alana götürülmüş olabileceğini beyan etmiştir. Bu beyan üzerine başlatılan soruşturma sonucunda terör örgütü üyeliğinden cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında 27/3/2007 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Anılan iddianamenin kabulü üzerine açılan dava kovuşturma aşamasında iken bu defa başvurucunun 9/10/2005 ve 27/11/2005 tarihlerinde İstanbul'da PKK terör örgütü ve onun lideri lehine sloganların atıldığı, birtakım şiddet olaylarının yaşandığı gösterilere katıldığı iddiasıyla örgüt propagandası yapmak, toplantı ve gösteri esnasında ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar etmek ve kolluk görevlilerine görevi yaptırmamak suçlarından cezalandırılması istemiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında 20/12/2011 tarihli yeni bir iddianame düzenlenmiştir. Yeni iddianameye göre başvurucu 9/10/2005 tarihinde \"Biji Serok Apo (Yaşasın Başkan Apo) - PKK Halktır, Halk Burada - Öcalansız Dünyayı Başınıza Yıkarız - Gençlik Aponun Fedaisidir - Selam Selam İmralıya Bin Selam - Kürdistan Faşistlere Mezar Olacak.\" şeklinde sloganlar atan grup içinde sürekli olarak bulunmuş, 27/11/2005 tarihli gösteride ise \"Biji Serok Apo (yaşasın Başkan Apo) - PKK Burada Halk Burada-Selam Selam İmralı'ya Bin Selam-Biji PKK (Yaşasın PKK)\" şeklinde sloganların atıldığı eyleme katılmıştır. İddianameye göre her iki gösteri esnasında da ciddi şiddet olayları yaşanmıştır. Başvurucu hakkındaki iddianameyi kabul eden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) açılan bu yeni davanın başvurucu hakkında terör örgütüne üye olmak suçundan açılan dava ile birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme 11/4/2012 tarihli kararı ile başvurucunun örgüt propagandası yapmak, toplantı ve gösteri esnasında ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısraretme ve kolluk görevlilerine görevi yaptırmamak için direnme suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan karar, temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 19/6/2014 tarihli kararıyla, görevi yaptırmamak için direnme suçu kapsamında mahkûmiyete yeterli bir delil bulunmadığı; örgüt propagandası yapmak, toplantı ve gösteri esnasında ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar etme suçları bakımından ise 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un geçici maddesindeki düzenleme dayanak alınarak kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma üzerine yargılamayı yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/12/2014 tarihinde bozma kararına uyarak görevi yaptırmamak için direnme suçu bakımından beraat; örgüt propagandası yapmak, toplantı ve gösteri esnasında ihtara, zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar etmek suçları bakımından ise kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 19/2/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/3/205 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6352 sayılı Kanun'ungeçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, ...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur.\" B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ilgili kişilerin kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmadığı durumlarda ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulup bulunulmadığı konusuna ilişkin yaklaşımı aşağıdaki kararlar üzerinden izlenebilir: Financial Times Ltd. ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 821/03, 15/12/2009 AİHM, Financial Times Ltd. ve diğerleri/Birleşik Krallık (aynı kararda bkz. § 56) kararında emir uygulanmamış olmasına rağmen bir yayıncıya anonim bir bilgi kaynağının kimliğinin açıklanması emri verilmesini -anılan emrin uygulanma kabiliyetini haiz hâlde kalmış olmasını gözeterek- ifade özgürlüğüne müdahale olarak kabul etmiştir. Nedim Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014 Bir başka kararda ise AİHM, çok ciddi bazı suçlar dolayısıyla yapılan ceza yargılaması çerçevesinde araştırmacı gazetecilerin yaklaşık bir yıl süreyle tutuklu kalmasını gazetecilerin ifade özgürlüğüne müdahale olarak değerlendirmiştir (Nedim Şener/Türkiye, §§ 94-96). Wille/Lihtenştayn [BD], B. No: 28396/95, 28/10/1999 AİHM bir diğer kararında, Lihtenştayn İdare Mahkemesi başkanı olan başvurucunun anayasal bir konuya ilişkin olarak devlet başkanının görüşüne aykırı bir açıklama yapmış olması nedeniyle devlet başkanının başvurucuyu başka bir kamu görevine atamayacağı yönündeki niyetini açıklamış olmasını da ifade özgürlüğüne müdahale saymıştır (Wille/Lihtenştayn, § 50). Bowman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 141/1996/760/961, 19/2/1998 AİHM'in Bowman/Birleşik Krallık (aynı kararda bkz. §§ 10-15) kararına konu olayda başvurucu; kürtaj karşıtı olan, Birleşik Krallık mevzuatında kürtaja izin veren hükümlerin değiştirilmesi için mücadele eden ve yaklaşık 000 üyesi olan bir topluluğun yöneticisidir. Başvurucu Nisan 1992 tarihindeki parlamento seçimleri öncesinde kürtaj karşıtı görüşleri içeren 000 broşürün dağıtımı için çalışmalar yapmıştır. Başvurucu bunun üzerine genel olarak seçime belli bir süre kala seçmenlere belli bir adayın lehinde ya da aleyhinde olacak şekilde görüş iletilmesi için yetkili olmayan bir kimse tarafından 5 pounddan fazla harcama yapılmasını yasaklayan mevzuatı ihlal etmekle suçlanmıştır. Başvurucu, bu davada davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle beraat etmiştir. Öte yandan başvurucu buna benzer bir suçlamayla 1979 ve 1982 yıllarında mahkûm edilmiş, bir miktar para cezası ile soruşturma giderlerini ödemek durumunda kalmıştır. AİHM bu başvuruda seçimlere belli bir süre bilgi ve görüşlerin yayılması için belli bir tutarın üzerinde harcama yapılmasını cezalandıran ve başvurucuyu doğrudan etkileyen mevzuat hükmünün başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (Bowman/Birleşik Krallık, § 33). AİHM; neticede beraat etmiş olsa da başvurucunun bir soruşturmaya maruz kaldığını ve beraat kararının davanın süresinde açılmaması şeklindeki bir teknik nedene dayandığını, soruşturma makamlarının başvurucuya soruşturma açmalarının gelecek seçim dönemlerinde davranışını değiştirmemesi durumunda başvurucunun soruşturmaya maruz kalma ve mahkûm edilme riski altında olduğunu gösterdiğini belirterek başvurucunun mağdur sıfatına sahip olduğunu ileri sürebileceğini belirtmiştir (Bowman/Birleşik Krallık, § 29). Altuğ Taner Akçam/Türkiye, B. No: 27520/07, 25/10/2011 Başvurucunun mağdur statüsüne sahip olduğu kabul edilen Altuğ Taner Akçam/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 65-84) kararına konu olayda AİHM, başvurucunun çalışma alanı Ermeni nüfusuna ilişkin 1915 yılında gerçekleşen tarihî olayları da kapsayan bir tarih profesörü olduğuna ve anılan olaylara dair pek çok kitap ve makale yayımladığına dikkat çekmiştir. AİHM başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi çerçevesinde soruşturma yapılmaması ve mahkûmiyet kararı verilmemiş olmasına rağmen Ermenilere ilişkin görüşleri nedeniyle aşırı milliyetçi kişiler tarafından yapılan suç duyurularının taciz kampanyalarına dönüştüğü vebaşvurucunun anılan hüküm çerçevesinde yapılan suçlamalara cevap vermek zorunda kaldığı tespitini yapmıştır. AİHM; kendisini kamuoyuna vatan haini veyacasus olarak gösteren karalama kampanyasına başvurucunun hedef olduğunu ve kampanyayı müteakip birçok kişiden kendisini aşağılayan ve ölümle tehdit içeren nefret mektupları aldığını belirtmiştir. AİHM ayrıca konuyla ilgili yaşanan sürecin akademisyen olan başvurucunun soruşturulma riskinden korunmak için akademik çalışmalarında kendini sınırlayarak davranışlarını yeniden düzenlemek zorunda bıraktığını belirtmiştir. AİHM bu nedenlerle başvurucunun mağdur statüsünde olduğunu ve ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiştir. Dilipak/Türkiye, B. No: 29680/05, 15/9/ Dilipak/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 4-20) kararına konu olayda gazeteci olan başvurucu, üst düzey askerî yetkililere yönelik eleştiriler içeren bir makale yazmıştır. Başvurucu bu yazılardan dolayı silahlı kuvvetleri aşağılama ve askerî hiyerarşiye zarar verme suçlarını işlediği gerekçesiyle bir kısmı askerî mahkemeler önünde olmak üzeretoplamda altı yıldan fazla süren bir ceza yargılamasına tabi olmuştur. Yargılama sonunda suçun kovuşturulmasının zamanaşımına uğradığına karar verilmiştir. AİHM bu davada başvurucunun altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılma riski altında bulunduğunu, askerî mahkemeler önünde iki buçuk yıl süren ceza yargılamasının toplamda altı buçuk yıl sürdüğünü ve zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle sona erdiğini tespit etmiştir. AİHM, ciddi şekilde cezalandırılan suçlar nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen, kısmen askerî mahkemeler önünde olmak üzere altı buçuk yıl süren kamu davalarının -bu davaların neden olabilecekleri caydırıcı etki de dikkate alındığında- başvurucu açısından sadece salt varsayımsal riskler içeriyor gibi değerlendirilemeyeceği ancak bunların kendiliğinden gerçek ve etkili baskı niteliğinde olduğu kanaatine ulaşmıştır. AİHM'e göre, kamu davasının zamanaşımına uğradığının tespit edilmesi yalnızca yukarıda anılan risklerin mevcudiyetine son vermiş ancak hiçbir unsur, söz konusu risklerin başvurucu üzerinde belli bir süre boyunca baskı oluşturmaya devam ettiği gerçeğini ortadan kaldırmamıştır. AİHM bu gerekçelerle mevcut davanın özel koşulları altında başvurucunun ifade özgürlüğü hakkını kullanmasına bir müdahalede bulunulduğu sonucuna varmıştır(Dilipak/Türkiye, §§ 40-51). AİHM'e göre bir ihlalin mağduru olma iddiasının ileri sürülebilmesi için kişinin aleyhte olduğunu belirttiği önlemden doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Altuğ Taner Akçam/Türkiye, § 66). Ancak yukarıdaki kararlardan da anlaşıldığı üzere AİHM bazı durumlarda, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkiye sahip bazı koşulların -ilgili kişiler kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmamış olsalar bile- ifade özgürlüğüne müdahale olarak kabul edilebileceği görüşündedir (Nedim Şener/Türkiye, § 94). AİHM ilgili kişilerin kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmadığı durumlarda ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulup bulunulmadığı konusunu her olayın kendine özel şartları içinde değerlendirmektedir. AİHM'in müdahalenin varlığını kabul ettiği Financial Times Ltd. ve diğerleri/Birleşik Krallık, Nedim Şener/Türkiye ve Dilipak/Türkiye kararlarında caydırıcı etki kavramının en yoğun uygulandığı alan olan basın özgürlüğüyle ilgili hususlar gündemdedir. AİHM'in Bowman/Birleşik Krallık kararında ise başvurucu önemli bir toplumsal mesele üzerinde mücadele yürüten ve yaklaşık 000 üyesi olan bir topluluğun yöneticisidir. Ayrıca başvurucu somut başvurudakine benzer bir suçlamayla 1979 ve 1982 yıllarında da mahkûm olmuştur. Altuğ Taner Akçam/Türkiye kararında ise başvurucu çalışma alanı Ermeni nüfusuna ilişkin 1915 yılında gerçekleşen tarihî olayları da kapsayan bir tarih profesörüdür ve anılan olaylara dair pek çok kitap ile makale yayımlamıştır. Ayrıca başvurucu bu konularda kendi görüşlerine muhalif olan farklı kesimlerden ciddi tepkiler almış ve birtakım kampanyalara hedef olmuştur. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5916", "Başvuru Konusu":"Başvuru, katılınan bir gösteride terör örgütünün propagandasının yapıldığından bahisle başlatılan kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; tutuklunun ceza infaz kurumunda avukatı ile yaptığı görüşmelerinin sınırlandırılması, kayda alınması ve görüşmelerin infaz koruma memurlarının nezaretinde gerçekleşmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2017/21130, 2017/20969 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2017/20969 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2017/20969 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hâkim olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış olup bireysel başvuruda bulunduğu tarihte Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutukludur. Sonrasında Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının (Kurul) 27/7/2016 tarihli kararıyla 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (d) bendi uyarınca tutukluların avukatlarıyla görüşmelerinin -Kurumda herhangi bir güvenlik zaafiyetine meydan verilmemesi amacıyla- bir infaz koruma memuru gözetiminde hafta içi mesai saatleri içinde yaptırılması, görüşmelerin sürekli takip altında tutulması ve tutuklular ile avukatları arasında örgütün talimatını içeren herhangi bir pusula veya evrak alışverişi yapıldığının ya da örgütün talimatlarının avukatlarca tutuklulara sözlü olarak iletildiğinin görülmesi veya duyulması hâlinde görüşmeye derhâl son verilmesi karar altına alınmıştır. Anılan Kurul kararının Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığının 4/8/2016 tarihli oluruyla onaylanmasını müteakip karar tutuklulara tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Kurulun kararına itiraz ederek avukatıyla yaptığı görüşmenin kamera kaydına alınması uygulamasının kaldırılmasını talep etmiştir. Bu sırada 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikle belli bazı suçlardan tutuklu bulunanların avukatlarıyla yaptıkları görüşmelerin sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesi, tutuklu ve avukatının yaptığı görüşmede bir görevlinin hazır bulundurulması, savunma amacı dışında toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi amacının güdülmesi hususunda yapılacak tespite binaen tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge ve belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulması, bu amaçla yapılan görüşmenin derhâl sonlandırılması, belirlenen suçlardan tutuklu olanların avukatlarıyla hafta içi mesai saatleri içinde görüşmeleri şeklindeki tedbirlere Sulh Ceza Hâkimlerince karar verilebileceği düzenlemesi getirilmiştir. Bunun üzerine Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/1/2017 tarihinde Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğinden (Hâkimlik) 3 ay süreyle 676 sayılı KHK ile getirilen yukarıda değinilen tedbirlere karar verilmesi talep edilmiştir. Hâkimliğin 6/1/2017 tarihli kararıyla 676 sayılı KHK ile yapılan değişiklik uyarınca belli bazı suçlardan tutuklu bulunanların avukatlarıyla yaptıkları görüşmelerin sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesine, tutuklu ve avukatının yaptığı görüşmede bir görevlinin hazır bulunmasına, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge ve belge örnekleri dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına, belirlenen suçlardan tutuklu olanların avukatlarıyla hafta içi mesai saatleri içerisinde görüşmelerine karar verilmiştir. Osmaniye İnfaz Hâkimliğince 9/3/2017 tarihli kararla Osmaniye Sulh Ceza Hakimliğinin 6/1/2017 tarihli kararına da değinilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:\"... Soruşturma aşamasında FETÖ silahlı terör örgütüne üye olma iddiası ile tutuklu bulunanların avukatları ile yaptıkları görüşmelerin kamera kaydına alınması yetkisi anılan KHK düzenlemesine dayanılarak Cumhuriyet Başsavcılığına ve Ceza İnfaz Kurumları İdare ve Gözlem Kuruluna bırakılmıştır. Görüşmelerin kamera kaydına alınması İdare ve Gözlem Kurulunun önerisi ile Cumhuriyet Başsavcılığınca onaylanarak uygulamaya konulmuş olup, soruşturmanın selameti ve tutukluların ceza infaz kurumunda güvenliklerinin sağlanması, FETÖ-PDY silahlı terör örgütüne üye olmak iddiası ile tutuklu bulunanların diğer örgüt üyeleri ile haberleşmesinin ve irtibatının engellenmesi için alınan tedbirler kapsamında yapılan uygulamanın genel ve soyut olarak bu suç grubundaki tüm tutuklulara istisnasız uygulandığı, yapılan işlemin usul ve yasaya uygun olduğu, takdir hakkının aşılması suretiyle kötüye kullanıldığına dair uygulama yapıldığına ilişkin herhangi bir delil ve emare bulunmadığı, kişilere özel yapılacak bir uygulamanın kurumun düzen ve işlerliğini bozacağı anlaşılmıştır. ...Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurum Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 27/7/2016 tarihli, 2016/2070 sayılı Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığınca onaylanan kararının 23/7/2016 tarihli ve 676 sayılı KHK'nın 6/d maddesi düzenlemesine ve usule uygun olduğu anlaşılmakla birlikte, mahkememizce verilecek karar tarihinde şikayetçi tutuklu hakkında verilen kısıtlama kararının dayanağının Osmaniye Sulh Ceza Hakimliğinin 6/1/2017 tarih 2017/85 İş sayılı kararı olduğu, bu karara ve yukarıda bahsedilen kararlara ilişkin olarak yapılan uygulamaların itirazın temelini teşkil ettiği anlaşılmıştır. ... İtirazın konusu Ceza İnfaz Kurumunun tutuklu/hükümlülerin avukatlarıyla görüşmelerinde yaptığı uygulama ve işlemdir. İtiraz konusu işlemin Hakimliğimizin görev ve yetki alanında olduğu İnfaz Hakimliği Kanununun maddesinin fıkrası gereğince anlaşılmıştır. Ceza İnfaz Kurumunun itiraz konusu uygulamalarında ilgili KHK hükümleri ve Sulh Ceza Hakimliğinin kararındaki esaslar yönünden herhangi bir yanlış uygulama ve hukuka aykırı yön bulunmadığı anlaşılmış[tır].\" Anılan karara karşı yapılan itiraz Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 23/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 17/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 30/6/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan kamu davası açılmış, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ise ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince verilen yetkisizlik kararı üzerine Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2017/360 esasına kaydedilen yargılamanın 16/1/2018 tarihli celsesinde başvurucunun yargılama aşamasında müdafi yardımından faydalandığı, kendisi ve müdafiin esas hakkında savunma sundukları anlaşılmıştır. Mahkeme 16/1/2018 tarihli kararla başvurucunun müsnet suçtan neticeten 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Karara karşı başvurucu tarafından 15/2/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurulmuş olup istinaf başvurusunun inceleme aşamasında olduğu tespit edilmiştir. 667 sayılı KHK'nın “Soruşturma ve kovuşturma işlemleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...d) Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. ...\" 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un “Soruşturma ve kovuşturma işlemleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...d) Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. ...\" 676 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir.(4) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz.(5) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.(6) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir.(7) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde,görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır.... (9) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir.\" 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir.(4) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz. (5) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.(6) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir.(7) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde,görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır.... (9) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Şüpheli veya sanığın müdafi seçimi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir. (Ek cümle: 3/10/2016-KHK-676/1 md.) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen kovuşturmalarda, duruşmada en çok üç avukat hazır bulunabilir.(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.\" 5271 sayılı Kanunu'nun \"Müdafi ile görüşme\" kenar başlıklı maddesinın (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20969", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklunun ceza infaz kurumunda avukatı ile yaptığı görüşmelerinin sınırlandırılması, kayda alınması ve görüşmelerin infaz koruma memurlarının nezaretinde gerçekleşmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; bulundurduğu yayınlar nedeniyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilen başvurucunun ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1968 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Adana'da ikamet etmektedir. Van Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında Van Ağır Ceza Mahkemesinin 20/11/2009 tarihli ve 2009/2288 İş sayılı kararıyla, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan ve Aram Yayınlarından çıkan bazı kitapların dağıtımı ve satışa sunulması yasaklanmıştır. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"...Yapılan incelemelerde kitabın arka kapağında PKK/KONGRA-GEL elebaşı Abdullah Öcalan'ın resminin bulunduğu, içeriğinde 'PKK'nin kendini kalıcı bir biçimde dağlar başta olmak üzere silahlı direnişe taşıması doğuracağı sonuçlar bakımından önemlidir' şeklindeki PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü ve terör faaliyetini özendirici, övücü ifadelerin kitaplarda yoğunlukla işlendiği bu haliyle kitaplara 5187 sayılı Basın Kanununun ve 3713 Sayılı Yasanın 7/ maddesi gereğince dağıtılması veya satışa sunulmasının yasaklanmasına, ele geçirilecek kitap numunelerinin tamamına el konulmasına karar verilmesi gerekmiş olmakla aşağıdaki şekilde hüküm oluşturulmuştur.", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32720", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bulundurduğu yayınlar nedeniyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilen başvurucunun ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul süre iddiasının incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30016", "Başvuru Konusu":"Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; personel taşıma hizmeti verilen Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık AŞ’den (borçlu Şirket) yargı kararıyla kesinleşen alacağın, bu Şirketin yönetim ve denetimine el koyan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kanunla kendisine verilen yetkileri keyfî biçimde ve üçüncü kişilerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanarak yaptığı müdahaleler nedeniyle tahsil edilememesi ve davaların sonuçsuz kalması, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması, talebe rağmen Danıştayda duruşmalı yargılama yapılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/1/2013 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 18/2/2014 tarihli görüş yazısı 4/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Bakanlık cevabına karşı beyanlarını süresi içinde 13/3/2014 tarihinde ibraz etmiştir. Bakanlığın görüş yazısında başvurucunun iddialarının TMSF’den görüş alındıktan sonra değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine Bölüm Başkanının 13/11/2014 tarihli yazısı ile TMSF’den başvurucunun iddialarıyla ilgili açıklama yapması istenmiş ve TMSF Hukuk İşleri Başkanlığı 28/11/2014 tarihli yazısı ile açıklamalarını ibraz etmiştir. Birinci Bölümün 10/6/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile TMSF tarafından gönderilen belgelerde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, borçlu Şirkete hizmet sözleşmesi gereği personel taşıma hizmetleri vermiş ve aralarında çıkan anlaşmazlık neticesinde 8/11/2002 tarihinde sözleşme feshedilmiştir. Başvurucu, usulünce fatura edilmiş toplam 057 TL bedelin borçlu Şirket tarafından ödenmediği gerekçesiyle borçlu Şirket aleyhine İstanbul İcra Müdürlüğü nezdinde 8/1/2003 tarihinde 2003/299, 2003/300 ve 2003/301 sayılı dosyalarla ilamsız icra takibi başlatmıştır. İcra ve İflas Takibi ve Bunlara İlişkin Dava Süreçleri Söz konusu borçlu Şirket tarafından 13/1/2003 tarihinde borca itiraz edilmesi üzerine yasa gereği icra takipleri durmuş ve başvurucu tarafından 24/2/2003 tarihinde borçlu Şirket aleyhine İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Dava devam ederken TMSF 3/7/2003 tarihinde İmar Bankasına el koyarak yönetim ve denetimini devralmış, akabinde Banka ortak ve yöneticileri hakkında ceza davaları açılmıştır. Bu kapsamda Şişli Sulh Ceza Mahkemesi, İmar Bankası soruşturması kapsamında 26/8/2003 tarihli ve 2003/442 ve 2003/443 Müt. sayılı kararlarıyla Uzan Grubuna ait aralarında borçlu Şirketin de olduğu 179 şirketin zorunlu giderler dışında hak ve alacaklarının dondurulmasını; mal, kıymetli evrak ve nakit varlıkların zaptı ile tevdi makamlarına yatırılmasını içeren ihtiyati tedbir kararı vermiştir. TMSF 13/2/2004 tarihli ve 13 sayılı, 9/3/2004 tarihli ve 51 sayılı Kurul kararlarıyla 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’na dayanarak borçlu Şirketin de aralarında bulunduğu, kamuoyunda “Uzan Grubu” olarak bilinen 228 şirketin yönetim ve denetimine el koymuş; mevcut Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerini azlederek yerine yeni üyeler atamıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde devam eden yargılamada Mahkeme, 27/2/2003 tarihli ara kararıyla icra dosyasının celbine karar vermiş, davaya konu sözleşmeler ile tarafların defter ve belgelerini toplamış, 7/5/2003 tarihli ara kararıyla bilirkişi tayin etmiş, 25/8/2003 tarihli bilirkişi raporu ile başvurucunun 891 YTL alacağı tespit edilmiş, kalan kısım hakkında mevcut belgelerle karar verilemediği belirtilmiş, 3/12/2003 tarihli duruşmada ise başvurucu vekilinin talebiyle ek bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiş, ek bilirkişi raporuyla alacak miktarı 790 YTL olarak belirlenmiş, başvurucu 9/3/2004 tarihli duruşmada alacak miktarını kabul ederek fazlaya ilişkin hakkından feragat etmiştir. Mahkeme 13/4/2004 tarihli ve E.2003/261, K.2004/308 sayılı kararıyla alacak konusu servis taşımacılığı hizmetinin verildiği, alacağa ilişkin faturaların ve vade farkı talebinin usulüne uygun olduğu, davalının alacaktan sorumlu bulunduğu gerekçesiyle bilirkişi raporları doğrultusunda belirlenen 790 YTL alacağa karşı davalının haksız ve kötü niyetli itirazının iptaline, bilirkişi raporuyla belirlenen alacağa yönelik takiplerin devamına ve alacağın %40’ı oranında icra inkâr tazminatının tahsiline karar vermiş; söz konusu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi E.2004/1 sayılı dosyada 11/5/2004 tarihli ara kararıyla daha önce Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği tedbir kararını genişleterek borçlu Şirketin de aralarında bulunduğu “Uzan Grubu” şirketlerinin faaliyetlerine devam edebilmesi için yapabilecekleri ödemeler listesini karara bağlamıştır. Bahsedilen kararda personel taşıma ücretleri de ödenebilir kalemler arasında sayılmıştır. Başvurucu, kesinleşen karar sonrasında takibe devam etmiş; 12/5/2004 ve 26/5/2004 tarihli taleplerle İstanbul İcra Müdürlüğünce aynı tarihte borçlu Şirketin menkul ve gayrimenkulleri üzerine başvurucunun alacağı miktarında haciz işlemi uygulanmış ve haciz işlemini ilgili üçüncü kişilere tebliğ etmek üzere müzekkere yazılmıştır. Başvurucunun 12/5/2004 tarihli talebi ile İstanbul İcra Müdürlüğünün aynı tarihli ve 4/6/2004 tarihli yazıları doğrultusunda Türk Patent Enstitüsünce 17/5/2004 ve 15/6/2004 tarihlerinde borçlu Şirket adına tescilli dört adet marka (Star, Starlife, Star Tek ve Ulusal Medya) ile İstanbul Valiliğince 18/6/2004 ve 21/6/2004 tarihlerinde başta Star gazetesi olmak üzere 118 yayın üzerine haciz kararı işlenmiştir. TMSF, borçlu Şirket hakkında 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a dayanarak 18/5/2004 tarihinde 000 YTL haciz işlemi uygulamıştır. Tebligat çıkarılan üçüncü kişilerden bir kısmı ile Basın İlan Kurumu, (diğer kurumlar) İcra Müdürlüğüne haczin işleme alındığını ancak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) 7 milyar YTL’lik haczinin daha önceki bir sırada olduğunu ve bu borç ödendikten sonra kendi dosyalarına ödeme yapabileceklerini beyan ederek itiraz etmişler; diğer firma ve kurumlar ise borçlu Şirketin kendileri nezdinde hak ve alacağı olmadığını beyan etmişlerdir. Başvurucu, ayrıca borçlu Şirket hakkında 10/6/2004 tarihinde iflas yoluyla takip talebinde bulunmuş ve İstanbul İcra Müdürlüğü aynı tarihte borçlu Şirkete ödeme emri göndermiştir. TMSF yönetimindeki borçlu Şirket avukatı 3/8/2004 tarihinde Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin borçlu Şirket hakkında verdiği ihtiyati tedbir kararları ile 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca İstanbul İcra Müdürlüğünden başvurucunun icra takiplerinin durdurulmasını talep etmiştir. Bu süreçte TMSF tarafından el konan “Uzan Grubu” şirketlerinden alacaklı olan üçüncü kişilerin Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin kararı gereği takipleri durduran İcra Müdürlükleri aleyhine takiplerin devamı talebiyle yaptıkları şikâyetler, ilgili Mahkemelerce reddedilmiş ve bu kararlar Yargıtayca onanmıştır. Başvurucunun, TMSF tarafından el konulan ve idare edilen bir başka “Uzan Grubu” şirketi olan Medya Prodüksiyon Ticaret AŞ’den olan alacağı ise haciz ihbarnamesi sonrasında tarafların 23/6/2004 tarihli anlaşması ile 000 TL olarak 30/6/2004 tarihinde Çapa Vergi Dairesi Müdürlüğüne ödenmiştir. Başvurucunun yaptığı taleple İstanbul İcra Müdürlüğü 22/10/2004 tarihinde, İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin 13/4/2004 tarihli kararına dayanarak borçlu Şirket hakkında hükmolunan %40 icra inkâr tazminatının tahsili için tekrar ödeme emirleri gönderilmesine karar vermiştir. Borçlu Şirket 8/11/2004 tarihinde, İstanbul İcra Müdürlüğüne tekrar itirazda bulunmuştur. Yapılan itirazlar ile İstanbul İcra Mahkemesinde 2004/1705-1706-1707 Esas sayılı davalar açılmıştır. Yapılan itiraz sonrasında İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen iflas davasına TMSF vekili, 15/2/2005 tarihli dilekçesiyle müdahil olup 22/2/2005 tarihli duruşmada, Fon Kurulu kararıyla borçlu Şirketin yönetim ve denetiminin Fona geçtiğini ve üzerinde tedbir bulunduğunu beyan etmiştir. TMSF vekili ayrıca Mahkemeye sunduğu dilekçe ile diğer itirazları yanında İstanbul İcra Mahkemesinde devam eden E.2004/1705-1706-1707 sayılı dosyaların bekletici mesele yapılması gerektiği, borçlu Şirket üzerinde TMSF’nin 6183 sayılı Kanun’a göre başlattığı 7 milyar YTL tutarlı haciz bulunduğu, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesine göre bu alacağın sırada, başvurucunun alacağının ise sırada bulunduğu, 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası gereği borçlu Şirket aleyhine devam eden tüm icra ve iflas takibatının durması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur. Başvurucu vekili ise aynı tarihli yazılı beyanında, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin önceki tedbir kararını genişleten kararını dile getirerek TMSF vekilinin itirazının iyi niyetli olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur. Mahkeme 20/12/2005 tarihli ve E.2005/745, K.2005/873 sayılı kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi gereği Fon tarafından el konan şirketlerin iki yıl içinde iktisadi bütünlük oluşturulan mahcuzlarının Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınmasının ve satışının talep edilemeyeceği, iflaslarına karar verilemeyeceği gerekçesiyle iflas talepli davayı reddetmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 12/4/2007 tarihli ve E.2007/178, K.2007/3706 sayılı kararıyla ve “4389 sayılı Kanunun 15/7-a maddesinin emredici hükmü gözetilerek hakkında iktisadi bütünlük kararı verilen davalı şirket aleyhine açılan iflas davasının reddedilmesinde isabetsizlik bulunmadığı” gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Tekrar başlayan icra takibine yapılan aynı mahiyetteki itirazları inceleyen İstanbul İcra Mahkemesi 7/6/2005 tarihli ve E.2004/1706, K.2005/539; E.2004/1707, K.2005/538; E.2004/1705, K.2005/540 sayılı kararlarıyla iflas davasının ikinci bir takip yolu sayılamayacağı ve başka bir takip de bulunmadığı gerekçesiyle itirazları reddetmiştir. Temyiz edilen kararları inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 28/10/2005 tarihli kararlarıyla aynı alacakla ilgili iflas yoluyla takibin devam ettiği ve iflas yolundan sonra tekrar genel haciz yoluna dönülmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle borçlu Şirketin itirazını kabul etmiş ve İstanbul İcra Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararlarını bozmuştur. İcra safhasında son olarak İstanbul İcra Müdürlüğünün 28/12/2007 tarihli talebiyle İstanbul İcra Müdürlüğü 3/1/2008 tarihinde başvurucunun alacağına karşılık borçlu Şirketin İcra Müdürlüğünde bulunan dosyadaki alacakları üzerine 000 TL haciz işlemi uygulamıştır.   Borçlu Şirket Grubunun Satışı ve Elde Edilen Gelirin Paylaştırılması Süreci TMSF Fon Kurulunun 23/6/2005 tarihli ve 249 sayılı kararıyla borçlu Şirket de dâhil olmak üzere Star Medya grubuna ait beş şirketin mal, hak ve varlıklarının iktisadi ve ticari bütünlük oluşturularak satılmasına karar verilmiş ve satışının 15/9/2005 tarihinde yapılacağı ilan edilmiştir. Başvurucu, basında borçlu Şirketin bünyesinde bulunan Star gazetesi ile Star televizyonunun satılacağına dair haberler sonrasında 28/7/2005 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinden 2004 sayılı Kanun’un maddesine göre iflas muhafaza tedbiri alınmasını, bu tedbir varsa süresinin uzatılmasını talep etmiştir. Mahkemenin 28/7/2005 tarihli ara kararıyla davalı Şirket üzerinde zaten iflas muhafaza tedbiri bulunduğundan karar verilmesine yer olmadığı, suç işleyenler varsa ancak suç duyurusunda bulunmakta başvurucunun serbest olduğu yönünde karar verilmiştir. Borçlu Şirket vekili ise 6/7/2005 ve 7/9/2005 tarihli dilekçeleriyle Mahkemenin bahsettiği muhafaza tedbirinin kendiliğinden kalktığını iddia ederek 4389 sayılı mülga Kanun gereği TMSF’nin yönetim ve denetimi altında olan şirketler aleyhine iflas kararı verilemeyeceği ve müvekkilinin kamu yararı gereği TMSF tarafından üçüncü kişilere satılacağı dikkate alınarak tedbirin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 4/10/2005 tarihli ara kararıyla, TMSF Fon Kurulunun kararı ve 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendi ile 6183 sayılı Kanun’a dayanarak muhafaza tedbirini kaldırmıştır. Eylül 2005 ile Mart 2006 arası dönemde “Uzan Grubu” şirketlerinin ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan varlıkları TMSF tarafından 4389 sayılı mülga Kanun’a göre yapılan ihaleler ile satılmıştır. Bu kapsamda borçlu Şirket, Medya Park Yayıncılık, Çağdaş Reklamcılık, Ulusal Medya Haber Ajansı ve Lotus Reklamcılık AŞ’nin mal, hak ve varlıklarından oluşan Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğü 25/1/2006 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile 000 ABD doları bedel ile Ali Özmen Safa’ya satılmış ve faiziyle beraber 463,17 ABD doları bahsedilen şahıstan tahsil edilmiştir. Bahsedilen ihale bedelinin ilgili mevzuat gereği paylaştırılmasına ilişkin olarak hazırlanan ve 27/1/2010 tarihli ve 27745 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan sıra cetvelinin 25/2/2011 tarihli ve 27816 sayılı Resmî Gazete’de revize edilmiş hâlde elde edilen gelirin Star Gazetesi Ticari ve İktisadi Bütünlüğünü oluşturan şirketlerin borçları karşılığı 324,39 ABD doları Gelir İdaresi Başkanlığına, 482,93 ABD doları Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına ve bakiyesi TMSF’ye ayrılmıştır. Bahsedilen sıra cetvelinde yer alan TMSF alacağı, İmar Bankası mudilerine yapılan ödemeler ve bankanın diğer zararları karşılığı 9/5/2012 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanan sıra cetvelinde 21 milyar TL olarak gösterilmiştir. Fon Kurulu 16/11/2006 tarihli ve 571 sayılı kararıyla satışlar sonrasında değer ifade eden varlığı kalmayan borçlu Şirketin tüzel kişiliğini devam ettirmesinin fon alacaklarının tahsili açısından yarar sağlamayacağı, firmanın borca batık olduğu ve amacını gerçekleştirme imkânının ortadan kalktığı gerekçesiyle 2/9/2006 tarihli ve 26277 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca firmanın tasfiyesine ve sicilden terkinine karar vermiş; TMSF Tasfiye Komisyonunun 22/10/2007 tarihli ve 2007-195/2 sayılı talebi ve İstanbul Ticaret Sicil Memurluğunun 1/11/2007 tarihli ve 157018/92985 sayılı yazısı ile bahsedilen Şirket sicilden terkin edilmiştir. Borçlu Şirketin tasfiyeye esas bilançosunda başvurucunun alacağı sırada 517,06 TL olarak kaydedilmiştir.  İdari Yargı Dava Süreci Borçlu Şirketten alacağını tahsil edemeyen başvurucu, Bodrum Noterliği aracılığıyla TMSF yönetimine keşide ettiği 20/7/2006 tarihli ihtarnamede 21/11/2006 tarihli ve 26353 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in maddesinde yer alan “Satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Kurul yetkilidir.” hükmü uyarınca TMSF yönetiminin kendi alacaklarının ödenmesinde takdir yetkisine sahip olduğunu ve bu doğrultuda kendisi ile aynı statü ve hukuki durumda bulunan diğer bazı gerçek ve tüzel kişilere de ödeme yapıldığını, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ve Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin borçlu Şirket hakkındaki kararlarının ilama bağlı ödemeleri kapsamadığını, aksine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin tedbir kararında taşıma hizmetlerinin faaliyetlerin sürdürülebilmesi için gerekli olduğunun kabul edildiğini belirterek borçlu Şirketten alacaklarının ödenmesini talep etmiş; aksi takdirde dava açacağını ihbar etmiştir. Söz konusu ihtara süresinde cevap verilmemesi ve ödeme de yapılmaması üzerine başvurucu, TMSF yönetiminin zımni ret kararı aleyhine İstanbul İdare Mahkemesi nezdinde 17/11/2006 tarihinde iptal ve alacağın yasal faiziyle birlikte tazmini istemli dava açmış, dilekçesinde kesinleşmiş yargı kararının Anayasa’nın maddesi uyarınca davalı idare ve mahkemeyi bağlayacağını ve 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun maddesinde satışa konu şirketin mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarının ihale bedelinden ödenmesi konusunda TMSF’ye yetki verdiğini, ayrıca takibin durdurulmasına gerekçe gösterilen Şişli Sulh Ceza Mahkemesi tedbir kararının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 15/4/2004 tarihli ve E.2004/1 sayılı kararıyla kalktığını ve bu kararda özellikle yöneticilerin şirketleri basiretli bir tacir gibi objektif ihtimamla yönetmeleri gerektiğine işaret edildiği hâlde TMSF tarafından borçlu Şirkete atanan yöneticilerin gerekli ihtimamı göstermeden üstelik benzer durumdaki alacaklılara farklı muamelede bulunmasının hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Başvurucunun iddialarına karşı TMSF vekili farklı tarihli dilekçelerle TMSF ve borçlu Şirketin ayrı tüzel kişiler olduğunu, alacağın borçlu Şirketten istenmesi gerektiğini, TMSF’nin taraf sıfatı bulunmadığını, TMSF’nin borçlu Şirket grubundan kamu adına 7 milyar YTL alacağı bulunduğunu, el konan şirketlerin borçlarının TMSF tarafından ödenmesi hâlinde el koymanın amacının ortadan kalkacağını, özel şahısların alacağının kamu alacağının önüne geçeceğini ve kamu alacağının tahsilinin ikinci plana atılacağını, başvurucunun kalktığını iddia ettiği tedbir kararının konusunun ileriye dönük zorunlu ödemeler olduğunu, geçmişi kapsamadığını, daha önce kendilerine ödeme yapıldığı iddiasının mesnetsiz olduğunu, başvurucunun Medya Prodüksiyon firması ile yaptığı anlaşmaya muvafakat vermediklerini, Fonun borçlu Şirketi satmadığını dolayısıyla satış geliri elde etmediğini beyan ederek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu vekili ise borçlu Şirketin davalı idare tarafından tüm varlıkları satıldıktan sonra davalı idarenin işlemiyle tasfiye edildiğini, alacağını ondan isteme imkânının kalmadığını, TMSF’nin yönetimi ve denetimi altında olan Medya Prodüksiyon firması ile yaptığı anlaşmanın TMSF’nin hesaplama yöntemlerine göre ve onayı ile yapıldığını ifade ederek itiraz etmiştir. İdare Mahkemesinin 20/2/2008 tarihli ve E.2006/2646, K.2008/272 sayılı kararında dava devam ederken 18/10/2007 tarihinde 517 sayılı Fon kararıyla borçlu Şirketin tasfiyesine karar verildiği, ticaret sicilinden terkin edildiği belirtilmiş ve “… kanunlardan kaynaklanan yetki uyarınca Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.’nin de denetimine ve yönetimine Fon tarafından atamaların yapıldığı ve bu şekilde kamu alacağının yasa uyarınca tahsilinin amaçlandığı anlaşıldığından Borçlu Şirketin borçlarının Fon tarafından ödenmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir yasal yükümlülük de bulunmadığından dava konusu zımni ret işleminde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” denilerek dava reddedilmiştir. Başvurucu, Mahkemenin ret kararı üzerine temyiz yoluna başvurmuş; temyiz talebini inceleyen Danıştay Onüçüncü Dairesi 18/5/2012 tarihli ve E.2008/8144, K.2012/1159 sayılı kararında davacının duruşma isteminin yerinde görülmediğini, dosyanın tekemmül etmiş olması sebebiyle yürütmenin durdurulması hakkında ayrıca bir karar verilmesinin gerekli olmadığını ve İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinin, bahsedilen Şirket borçlarının TMSF tarafından ödenmesi gerektiğine dair yasal bir yükümlülük bulunmadığına dayandığını belirterek 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı gerekçesiyle kararı onamıştır. Danıştayın ret kararı üzerine başvurucu, karar düzeltme yoluna başvurmuş; Danıştay Onüçüncü Dairesinin 8/11/2012 tarihli ve E.2012/2946, K.2012/2835 sayılı kararıyla karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvurucuya 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“a) (Değişik bent: 12/12/2003 - 5020 S.K./ md.) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin, bu bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran tüzel kişi ortaklarının, gerçek ve tüzel kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir.(Değişik paragraf: 16/06/2004 - 5189 S.K./ md.;Değişik paragraf: 25/05/2005 - 5354 S.K/mad) Fonun yönetim ve denetimine sahip olduğu şirketlerin …Bu şirket ve iştiraklerin % 49'undan fazlası ile bunlara ait her türlü mal, hak ve varlıklar, gayrimenkullerle ilgili özel kanunlarındaki kısıtlamalar saklı kalmak kaydıyla yabancı gerçek ve tüzel kişilere satılabilir. Fon alacaklarının tahsilini teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadi değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması halinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usul ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticari ve iktisadi bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir Satış Komisyonu oluşturur ve başkanını belirler. Satış Komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticarî ve iktisadî bütünlüğün muhammen bedeli, Satış Komisyonu tarafından, uzman gerçek veya tüzel kişilerin kıymet takdiri raporu dikkate alınarak, daha önce bütünlüğü oluşturan varlıkların ayrı ayrı kıymet takdirlerinin yapılmış olması ile bağlı olmaksızın düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir. … Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturduğuna karar verilen mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usullerinden biri veya ikisi birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli görmesi halinde ihalelere, pazarlık usulü ile devam edilebilir. Bu usullerden hangisinin uygulanacağına, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mal, hak ve varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir. İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli Satış Komisyonu tarafından düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Bu hüküm uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklılar dahil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı talep edilemez, mahcuzların maliklerinin iflasına karar verilemez, ilgili takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez. … Bu hüküm uyarınca yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usuller Fon tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir. Fon tarafından atanan yöneticilerin, şirketlerin sermayesini kaybetmesinden ve/veya borca batık olmasından dolayı mahkemeye bildirimde bulunma yükümlülükleri yoktur. Bildirimde bulunmamaktan dolayı bu şahıslar hakkında İcra ve İflas Kanununun 179, 277 ve devamı maddeleri ile 345/a maddesi hükümleri uygulanmaz ve Türk Ticaret Kanununun 341 inci maddesi uyarınca şahsî sorumluluk davası açılamaz. Yönetim ve denetimi Fon tarafından devir alınmamış şirketlere Fon tarafından atanan yönetim ve denetim kurulu üyeleri ile müdürler, ortaklar genel kurulunca görevden alınamayacağı gibi ibra edilmeyerek haklarında görev yaptıkları dönem veya dönemler dışında şahsi sorumluluk davası da açılamaz. Bu bentte yer alan hükümler çerçevesinde, varlıkları ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında satılan şirketlerin kamu kurum, kuruluşları ve üst kurullara olan ve satış tarihine kadar tahakkuk etmiş borçları satış bedelinden garameten tahsil edilir. Garame ile dağıtım sonrasında bakiye borç kalması, lisans, ruhsat, imtiyaz sözleşmesi, geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri hakların devri ve yeni alıcısı tarafından işletilmesi için gereken ve kamu kurum, kuruluşları ve üst kurullarca yapılması gereken devrin tescil ve nakli işlemine engel teşkil etmez.b) Hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğer yetkili ve görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü olmayan kişilere kredi vermek, karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve mali kuruluşlar nezdinde depo veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü hak ve alacaklara ihtiyati haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 72 nci maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değeri üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına mahsuben devralmaya yetkilidir. Bu alacaklara zararın ve/veya alacağın doğmasına sebebiyet veren haksız işlemin yapıldığı tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen oranda gecikme zammı uygulanır.(a) ve (b) bentlerindeki yetki, banka hisselerinin kısmen veya tamamen üçüncü kişilere satış, devir veya intikalinden sonra da kullanılabilir.…Fon tarafından bu madde hükümlerine istinaden yapılacak işlemlerde 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanmaz. Bu işlemler her türlü vergi, resim ve harçtan istisna tutulur. Bu fıkra ile Fona tanınan yetkiler Fon tarafından başkaca bir işleme gerek olmaksızın Fonun karar alması ile tekemmül eder. Yapılan işlemlerden tescile tabi olanlar Fonun talebi üzerine tescil ve gerektiğinde ilan olunur.(Ek paragraf: 12/12/2003 - 5020 S.K./ md.) Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona geçen ve/veya bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılan bankalar ile tasfiyeye tabi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan bankaların kaynağını kullanmış olmasından dolayı Fona borçlu olması kaydıyla Fona intikal eden bir bankadan ilk kredinin ve/veya banka kaynağının kullanılmasından sonra, bu bendin birinci cümlesinde belirtilen gerçek ve tüzel kişilerin, edindikleri ve/veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklarının banka kaynağı kullanılmak suretiyle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilir ve bu gerçek kişiler ile tüzel kişiler tarafından edinilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında bu fıkra hükümlerini uygulamaya Fon yetkilidir. Bu suretle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar üzerinde ilk kredinin ve/veya banka kaynağının kullanıldığı tarihten sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve temlik, sınırlı ayni hak tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis edilen ayni ve şahsi tüm haklar Fona karşı hüküm ifade etmez. Bu hukuki işlemlere taraf olan tüm şahısların külli ve cüzi halefleri dahil, yukarıda belirtilen işlemlerin gerçekleşmesinden sonra edindikleri ve/veya edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır. Yukarıda belirtilen işlemlere taraf olan üçüncü kişiler bankanın Fona devrinden sonraki işlemler nedeniyle, bu fıkranın birinci paragrafında sayılan kişiler ise bankanın Fona devrinden önceki ve/veya sonraki işlemler nedeniyle (İptal ibare: Anayasa Mah. 2009/53, 2011/19 K. ve 20/01/2011 tarihli iptal kararı ile) . Bankanın Fona devrinden önce satış, kira, devir ve temlik gibi işlemler ile ayni ve şahsi hak tesisine ilişkin işlemlere taraf olan üçüncü kişiler iyiniyetli olduklarını kanıtlamak zorundadırlar.…” 4389 sayılı mülga Kanun’a 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Kanun'la eklenen 15/a maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılan bankalar ile tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının kendi lehine kullandıkları her türlü banka kaynakları ve her ne ad altında olursa olsun kendilerine ait yurt içi ve yurt dışı şirket, finans kuruluşu, off-shore bankalara aktardıkları banka kaynakları ile eşleri, çocukları ve evlatlıkları ve bunların diğer kan ve kayın hısımları adına açılmış krediler ile bunlara aktarılan her türlü kaynak aktarımları veya bankaların hakim ortaklarının kendilerine veya şirketleri ile iştiraklerine rayiç bedelin altında ve muvazaalı yapılmış tüm devir ve temlikler, üçüncü kişilere yapılmış her türlü taşınır ve taşınmaz rehni ve ipotek gibi sınırlı ayni haklar ve bunlardan elde edilen nemalar, iştiraklerine ve bağlı şirketlerine ayni bankanın el değiştiren ortaklarının birbirlerine verdiği krediler ile aynı şekildeki bankaların karşılıklı birbirlerine verdikleri krediler, bankaya ve grup şirketlerine yüksek bedelle satılmış tüm mal, hisse ve hizmetlerden veya bunlardan ve benzerlerinden elde edilen nemalar, uzun süreli kiralama veya finansal kiralama yolu ile kendisine aktarılan kaynak ve hizmetler, bankanın yönetim ve denetim döneminde yeterli ticari faaliyeti olmaksızın kaynak aktarımı amacıyla kurulmuş şirketlere verilen krediler ile bunlara aktarılan kira ve hizmet bedellerindeki nemalar, yurt dışı banka ve finans kuruluşları ile yapılan inançlı işlemler yolu ile aktarılan her türlü kaynaklar, bankalarının off-shore bankalarındaki yargı kararları nedeniyle ödedikleri mevduatları ve off-shore bankaların bankaya izinli veya izinsiz aktardığı off-shore mevduatlar, bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları, müdürlerinin kendileri, eşleri ve çocukları, evlatlıkları ile bunların diğer kan ve kayın hısımlarına aktarılan her türlü kaynakların tümü başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır. Fon Kurulunun talebi üzerine görevlendirilen Hazine avukatlarınca da takip edilebilir.” 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ve fıkraları şöyledir:“ Bir bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması halinde, yönetim ve denetimi Fona intikal eder. İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul Kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren banka hakkındaki ihtiyati tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur.” 5411 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “…Fon alacaklarının tahsilini teminen, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadî değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması hâlinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usûl ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticarî ve iktisadî bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir satış komisyonu oluşturur ve başkanını belirler. Satış komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticarî ve iktisadî bütünlüğün muhammen bedeli, satış komisyonu tarafından, … düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir. … Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturduğuna karar verilen mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usûllerinden biri veya ikisi birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli görmesi hâlinde, ihalelere pazarlık usûlü ile devam edilebilir. Bu usûllerden hangisinin uygulanacağına, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mal, hak ve varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir. İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli satış komisyonu tarafından düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Bu hüküm uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı alacaklılar dâhil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı talep edilemez, mahcuzların malîklerinin iflasına karar verilemez, ilgili takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez. …Bu hüküm uyarınca yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usûller Fon tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir. (Değişik fıkra: 08/03/2006-5472 S.K./mad) Gerçek ve tüzel kişilerin sahip olduğu varlıkların, bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında veya bu Kanunda yer alan hükümler çerçevesinde ayrı ayrı cebri icra yoluyla satışlarından elde edilen bedelden; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Fon Kurulu tarafından karar verilmesi halinde şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir. ...”Ek fıkra: 08/03/2006-5472 S.K./mad) Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrası ile bu madde kapsamında olan şirketler ile sermayesinin % 50'sinden fazlasını temsil eden hisselere Fonun, Fon Bankasının veya Fon iştiraklerinin sahip olduğu şirketler, yönetim kurulları tarafından alacaklılarına ve borçlularına Fonun belirlediği esaslar çerçevesinde yapılacak ilânı müteakiben düzenlenen bilançoları esas alınarak Fon Kurulu kararı ile İcra ve İflas Kanunu, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın tasfiye olunur. Tasfiyeye ilişkin Fon Kurulu kararı şirketin infisah ettirilmesi anlamında olup, bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur. Tasfiye kararı aleyhine ilgililer tarafından açılacak davalar Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Fon Kurulu tarafından tasfiyesine karar verilen şirketlerin iflas ve ihyası istenemez. Yapılan ilân neticesinde kayıt altına alınan alacaklar Fon tarafından bu Kanun, 6183 sayılı Kanun ve İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesine uygun olarak düzenlenecek sıra cetveli ile tasfiye kararı verilen şirketin alacaklılarına dağıtılır. Bu madde hükümlerine uygun olarak tasfiye olunan şirketlerin hâkim ortakları ve yöneticileri ile üçüncü şahıslar aleyhine açılan şahsi sorumluluk, iflas ve alacak davaları kanunî halef; ceza davaları kanunî müdahil sıfatıyla Fon tarafından devam ettirilir. Bu davalar sonucunda herhangi bir tahsilat yapılması halinde başkaca bir işleme gerek kalmaksızın tahsil edilen meblağ düzenlenmiş sıra cetveline uygun olarak dağıtılır. Dağıtım sonrasında alacağını tamamen alamamış olan alacaklılara talepleri halinde şirketin tasfiye edildiğine ve dağıtılacak tasfiye bakiyesi bulunmadığına dair bir belge verilir. Bu belge İcra ve İflas Kanununun 105 inci maddesi hüküm ve sonuçlarını doğurur. Alacaklılara sıra cetveline uygun olarak yapılacak dağıtım sonrası tasfiye bakiyesi kalması halinde bu bakiye şirket hissedarlarına hisseleri oranında ödenir. Tasfiyenin usûl ve esasları Fon Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şu şekildedir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:“ Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve (Değişik ibare: 02/07/2012-6352 S.K./md.) yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı (Değişik ibare: 02/07/2012-6352 S.K./md.) yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir. (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hâkim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/7 md.) Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır. Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir. (Değişik bent: 05/04/1990 - 3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.” 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun Kontrolündeki Şirketlerin Tasfiyesine Dair Yönetmelik’in maddesinin fıkrası şu şekildedir: “Şirket veya iştirakin tasfiyesine dair Kurul kararı, şirket veya iştirakin infisah ettirilmesi anlamında olup bu şirket veya iştirak Kurul kararı ile görevlendirilen Tasfiye Komisyonunun yazılı bildirimi ile ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur.” 2004 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:“…Üçüncü sıra:Özel kanunlarında imtiyazlı olduğu belirtilen alacaklar.Dördüncü sıra:İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar.…” 2004 sayılı Kanun’un 17/07/2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanun’la değişik “İcrai Hacizlere İştirak” başlıklı maddesi şöyledir:“261 inci maddeye göre ihtiyaten haczedilen mallar, ihtiyati haciz kesin hacze dönüşmeden önce diğer bir alacaklı tarafından bu Kanuna veya diğer kanunlara göre haczedilirse, ihtiyati haciz sahibi alacaklı, bu hacze 100 üncü maddedeki şartlar dairesinde kendiliğinden ve muvakkaten iştirak eder. Rehinden önce ihtiyati veya icrai haciz bulunması halinde amme alacağı dahil hiçbir haciz rehinden önceki hacze iştirak edemez. İhtiyati haciz masrafları satış tutarından alınır. İhtiyati haciz diğer rüçhan hakkını vermez.” 6183 sayılı Kanun’un “Amme alacaklarında rüçhan hakkı” başlıklı maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki gibidir: “Üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine amme alacağı için de haciz konulursa bu alacak da hacze iştirak eder ve aralarında satış bedeli garameten taksim olunur. (Ek hüküm: 30/3/2006 – 5479/4 md.) Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler için tatbik edilen hacizlerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 268 inci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi hükmü uygulanmaz. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in ve maddeleri şöyledir:“Geçmiş dönem borçlarıMADDE 25 – (1) Satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Kurul yetkilidir. Kurulun bu konudaki kararı satış şartnamesinde ve satış ilanında belirtilir. (2) Geçmiş dönem borçlarının ödenebilmesi veya ihale alıcısına ödetilebilmesi için:a) Ticari ve iktisadi bütünlük içinde yer alan mal, hak ve/veya varlıklar ile ilgili olması veya ticari ve iktisadi bütünlüğün değerinin korunması için gerekli veya değerini artırır mahiyette olması,b) Alacaklı ile borçlu şirket borç miktarının tespitinde mutabakata varmış olması gerekmektedir.Sıra cetveli MADDE 26 – (1) Ticari ve iktisadi bütünlüğün ihale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli, ihale bedelinin alıcı tarafından ödenmesinden sonra Satış Komisyonu tarafından 5411 sayılı Kanuna uygun olarak düzenlenir. Ancak 5411 sayılı Kanunda öncelikli paya sahip olduğu belirtilen alacaklılara önceden ödeme yapılabilir.(2) İhale bedelinden satış masrafları çıkarıldıktan sonra; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Kurul tarafından ihale bedelinden ödenmesine karar verilmesi halinde bu Yönetmeliğin 25 inci maddesi kapsamındaki geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir.(3) 5411 sayılı Kanunun geçici 24 üncü maddesi kapsamındaki satışlarda sıra cetvelinin düzenlenmesinde anılan madde hükmü de dikkate alınır. (4) Sıra cetvelinin bir sureti Satış Komisyonu tarafından masrafını veren ilgililere tebliğe çıkarılır ve Resmî Gazete’de yayımlanır. (5) Sıra cetveline itiraz süresi 15 gündür. İtiraz süresi, ilan tarihinden itibaren başlar, tebliğ masrafı veren ilgililer hakkında ise itiraz süresi tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar. (6) Satış Komisyonu, hak sahiplerine ödeme yapılana kadar nakit ihale bedelini uygun göreceği şekilde nemalandırır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/865", "Başvuru Konusu":"Başvuru, personel taşıma hizmeti verilen Ulusal Basın Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık AŞ’den (borçlu Şirket) yargı kararıyla kesinleşen alacağın, bu Şirketin yönetim ve denetimine el koyan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kanunla kendisine verilen yetkileri keyfî biçimde ve üçüncü kişilerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanarak yaptığı müdahaleler nedeniyle tahsil edilememesi ve davaların sonuçsuz kalması, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması, talebe rağmen Danıştayda duruşmalı yargılama yapılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, konuşma yaptığı bir açık hava toplantısında terör örgütü lehine slogan atıldığı ve pankart açıldığı gerekçesiyle aleyhine kamu davası açılan başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayın geçtiği tarihte Diyarbakır milletvekili ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) genel başkanıdır. 12/9/2010 tarihinde Anayasa'nın pek çok maddesinde değişiklik öngören bir kanun referanduma sunulmuştur. BDP Silopi İlçe Teşkilatı 17/8/2010 tarihinde, Anayasa değişikliğine ilişkin yapılacak referandum hakkında açık hava toplantısı yapmak için Silopi Kaymakamlığına (Kaymakamlık) bildirimde bulunmuştur. 19/8/2010 tarihinde Şırnak'ın Silopi ilçesinde açık hava toplantısı yapılmış ve başvurucu, Anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulmasına ilişkin görüşlerini içeren bir konuşma yapmıştır. İdari otoritelerin düzenledikleri raporlara göre 19/8/2010 tarihinde ilçe Belediye binası yanında bulunan alanda BDP bölge milletvekilleri, yöneticileri ve belediye başkanlarının içinde bulunduğu yaklaşık 000 kişilik bir grubun toplandığı, miting başlarken yüzleri kapalı şahıslar tarafından 3x10 metre (Bir diğer tutanakta ise 5x6 metre olarak belirtilmiş.) ebadında PKK terör örgütüne ait bayrağın taşındığı, BDP Silopi İlçe Teşkilatı Başkanı B.A. ve başvurucunun 12/9/2010 tarihinde yapılacak Anayasa değişikliğine ilişkin konuşma yaparken grup içinde bulunan şahıslar tarafından \"Biji Serok Apo (yaşa Önder Apo), Öcalan, Öcalan, Pkk Halktır Halk Burada\", \"Dısa Dısa Serhildana Öcalan (yine Yine Başkaldırı Öcalan İçin Başkaldırı)\" şeklinde sloganlar atıldığı, başvurucunun konuşmasını bitirmesi sonrası toplantı alanını terk ettiği, toplantı alanında kalan 000 kişilik grup tarafından \"Biji Serok Apo, Dişe Diş Kana Kan Seninleyiz Öcalan, Kahraman Apo, Öcalan Öcalan\" şeklinde sloganlar atılmaya devam edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun yaptığı konuşma sırasında toplantıda yer alan bir grup tarafından PKK terör örgütü lehine sloganlar atılması, örgütün bayrağını simgeleyen renkte bezlerin sallanması, katılımcıların bir bölümünün yüzlerini kapatarak PKK örgütüne ait bayrağı açmaları ve bu eylemlere rağmen başvurucunun toplantıdan ayrılmaması nedenleriyle başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca kanuna aykırı toplantı düzenleyen veya yönetenlerin hareketlerine katılma suçunu işlediği gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan \"Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.\" hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle anılan suçtan bila tarihli fezleke düzenlemiş ve Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne göndermiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunda kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 13) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciye iade edileceği öngörülmüştür. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla gereğinin takdir ve ifası için 20/6/2016 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığı ile Başsavcılığa gönderilmiştir. Bunun üzerine Başsavcılık 7/9/2016 tarihinde başvurucu hakkında bir iddianame düzenlemiştir. İddianamede başvurucunun açık hava toplantısında yapmış olduğu konuşması sırasında toplanan grupta bulunan bazı kişilerin kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini örttüğü, PKK, Kongra-Gel terör örgütüne ait amblem ve bayrakları taşıdığı ve örgüt lehine slogan atıldığı ileri sürülmüştür. İddianameye göre toplantı söz konusu eylemler nedeniyle kanuna aykırı duruma geldiği hâlde başvurucu, toplantıdan ayrılmayarak kanuna aykırı toplantı düzenlemek ve yönetmek suçunu işlemiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:\"12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan referandum öncesinde Silopi BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) İlçe teşkilatı tarafından 19/08/2010 tarihinde saat 20:00 sıralarında miting düzenlendiği, bu miting nedeniyle yaklaşık 000 kişilik bir grubun Silopi Belediyesi yanında bulunan boş alanda toplandığı, halen HDP (Halkların Demokrasi Partisi) Milletvekili olan şüpheli Selahattin Demirtaş'ın bu mitingte konuşma yaptığı, konuşma sırasında toplanan grup tarafından 'Biji Serok Apo, Pkk Pkk, Pkk halktır halk burada, dısa dısa öcalan, öcalana serhıldan' şeklinde terör örgütü lehine sloganlar atıldığı ve yüzlerini bezlerle kapatan bir grup katılımcı tarafından yaklaşık 3x10 metre büyüklüğünde PKK-Kongra-Gel terör örgütüne ait sözde bayrağın açıldığı, bu bayrağın ellerde taşındığı, yine kalabalık içerisinde bulunan bazı şahıslar tarafından terör örgütünü simgeleyen renklerden oluşan bezlerin sallandığı;2911 Sayılı Kanunun maddesinde; ...' kanuna aykırı sayıldığı, aynı kanunun maddesinde kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar için yaptırım öngörüldüğü, şüphelinin de suç tarihinde terör örgütünün propagandasına dönüşen, terör örgütüne ait sloganların atıldığı kanuna aykırı toplantıya katıldığı ve kanuna aykırı hale gelen toplantıdan ayrılmadığı, birlikte hareket ederek üzerine atılı suçu işlediği...\" Silopi Asliye Ceza Mahkemesi başvurucuya isnat edilen suçun 2012 tarihinde kabul edilen ve davaların ertelenmesini düzenleyen 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun (bkz. § 21) kapsamında kaldığından bahisle 16/2/2017 tarihinde anılan suç yönünden kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Cizre Ağır Ceza Mahkemesince 14/4//2017 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 13/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2911 sayılı Kanun’un \"Yasaklara aykırı hareket\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 2911 sayılı Kanun’un \"Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden... veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.\" 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2013/9-386, K.2014/353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"...gerek Anayasa, gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, 'demokratik bir toplumda gerekli olma' kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir...\" Yargıtay Ceza Dairesinin bir kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Olay tarihinde DEHAP Siirt İl Başkanı olan sanığın, adı geçen partinin il başkanlığı önünde kaldırım üzerinde toplanan 50-60 kişilik gruba hitaben, güvenlik güçlerinin gözetim ve hoşgörüsü altında, içeriğinde suç unsuru olmayıp eleştiri sayılabilecek ibareler içeren basına ve kamuoyuna başlıklı açıklamayı yaptıktan sonra topluluğun kısa bir süre oturması üzerine, güvenlik güçlerin dağıtma ihtarı yapması ile kendiliklerinden ve olaysız bir şekilde dağılmaları şeklinde gerçekleşen eylemde, 2911 sayılı Yasaya aykırılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine yazılı biçimde mahkumiyetine hükmolunması (2/10/2006, E. 2006/686, K. 2006/7141).\" Yargıtay Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısmı şöyledir: \"2911 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç seçimlik hareketli bir suç olup, bu suçun oluşması için failin 'düzenlemek, yönetmek veya düzenleyen veya yönetenlerin hareketlerine katılmak' fiillerinden birini işlemesi suçun oluşması için yeterlidir. Nitekim; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1979 gün ve 232-303 sayılı kararında da; 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin suç tarihindeki karşılığını oluşturan 171 sayılı Kanunun 18/ maddesindeki yazılı suçun; kanunsuz toplantı ve yürüyüşün 'tertip edilmesi', 'idare edilmesi' ve 'tertip ve idare edenlerin hareketlerine bilerek iştirak edilmesi, hareketlerinin paylaşılması' durumunda oluşacağı ifade edilmiştir. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, somut olaylarda, yasadışı toplantıya dönüşen etkinliklerde grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenleme, yönetme veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması (23/3/2018, E. 2018/276, K.2018/944).\"...\"... 2013 ve 2013 tarihli eylemlerde BDP Malazgirt ilçe teşkilatı binası önünde toplanan ve sanığın da içerisinde bulunduğu grupların Narinkale caddesi istikametine doğru yürüyüşe geçtikleri, yolu kısmen trafiğe kapatan gruba güvenlik görevlileri tarafından dağılmaları yönünde anonsların yapıldığı, buna rağmen dağılmayan grupların yürüyüşe devam ederek yeniden teşkilat binası önüne gelip burada zor kullanma olmaksızın dağıldıkları ve 2012, 2012 ve 2012 tarihli olaylarda ise grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması (8/5/2017, E. 2017/1006, K.2017/3910).\"...\"...2012 günü Diyarbakır ili Bağlar ilçesinde Barış ve Demokrasi Partisi’nin çağrısı üzerine PKK silahlı terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasıyla başlayan süreci protesto amacıyla düzenlenen ve suç tarihinde Bağlar Belediye Başkanı olan sanığın da aralarında bulunduğu parti yönetici ve üyelerinin katıldığı, PKK silahlı terör örgütüne destek mahiyetinde sloganların atıldığı ve kalabalığın polisin uyarısı üzerine olaysız şekilde dağıldığı anlaşılan gösteride bulunan sanık [Y.B.’ın] mahkumiyetine karar verilen 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanların cezalandırılmasını düzenlediğinin anlaşılması karşısında, dosya kapsamına göre sanığın kanuna aykırı olarak yapılan gösteri yürüyüşünü düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak ettiğine dair deliller karar yerinde gösterilip tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması (8/10/2020, E.2019/3216, K.2020/4824).\"...\"Sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü organize edip, yönetmesi gösteriye katılım sağlanması yönünde çalışmalarda bulunup adam toplaması halinde eyleminin 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesi kapsamında kalacağı dikkate alınarak, sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenlenmesinde ya da katılım sağlanması yönünde bir çalışmasının olup olmadığının tespit edilerek sonucuna göre değerlendirme yapılması gerektiğinin gözetilmemesi (5/4/2017, E.2016/682, K. 2017/3601).\"B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30 ve Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37 kararlarına bakılabilir. ", "Haklar":"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28948", "Başvuru Konusu":"Başvuru, konuşma yaptığı bir açık hava toplantısında terör örgütü lehine slogan atıldığı ve pankart açıldığı gerekçesiyle aleyhine kamu davası açılan başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mahpus olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, mahpus olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda mektup, faks gibi yazışmalarının UYAP'a kaydedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek uygulamanın kaldırılması talebiyle infaz hâkimliğine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Hâkimlik, söz konusu uygulamanın usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek talebin reddine karar vermiştir. Karar itiraz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 18/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 23/2/2022 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38728", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mahpus olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında resmî evrakta sahtecilik suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 22/12/2010 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış ve 5/10/2012 tarihinde kamu davası açılmıştır. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesince 4/4/2014 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmemiş ve kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4747", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ceza infaz kurumunda hükümlü olarak başvurucu tarafından eşine gönderilen faksa ceza infaz kurumu disiplin kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde; mevzuat hükümleri tekrar edilerek faks içerisindeki somut ifadelere yer verilmiş ve bunlar içerisinde görevli memuru hedef gösteren, küçük düşürücü cümleler ile yalan yanlış beyanlar olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu; ceza infaz kurumunda yaşadığı sıkıntıları eşiyle paylaşmak istediğini, faksta yazılan hususların tamamının doğru olduğunu, faksın alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Ödemiş İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14793", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2021/19199, 2021/19201 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2021/19198 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine, incelemenin 2021/19198 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19198", "Başvuru Konusu":"Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması ve mahkûmiyete temel alınan belgelerin başvurucuya (sanığa) tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu, bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11).B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespitine, program verilerinin adli makamlara ulaştırılmasına, adli sürece, programın yüklenmesine, iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin Şanlıurfa'daki yapılanmasına yönelik olarak aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte Şanlıurfa'nın Birecik ilçesindeki özel öğrenci yurdunda müdür olarak görev yapan başvurucu, FETÖ/PDY'ye üye olma suçu isnadı nedeniyle 28/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 30/7/2016 tarihinde Birecik Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla tutuklanarak Şanlıurfa 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başsavcılık 16/1/2017 tarihli iddianameyle FETÖ/PDY'ye üye olma suçu isnadıyla başvurucu hakkında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede FETÖ/PDY'ye ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun durumu değerlendirilmiş, başvurucunun Zaman gazetesine aboneliğinin ve Bank Asyada hesabının bulunduğu, müdürlük yaptığı özel öğrenci yurdunun, üyesi olduğu derneklerin ve sigorta kayıtlarının bulunduğu şirketlerin darbe teşebbüsü sonrasında yürürlüğe konulan olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri kapsamında terör örgütleriyle veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kapatıldığı ve haklarında anılan örgüte mensup oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen bazı şüphelilerle örgüte finansal destek sağlayan bir otelde kaldığı tespitlerine yer verilmiştir. Söz konusu tespitlerin tümü birlikte ele alınarak iddianamede, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kanaati ifade edilmiştir. Mahkemece 6/2/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda başvurucunun ByLock programını da kullanıp kullanmadığına dair araştırma yapılması için Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne (KOM Şube) müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılama üç celsede tamamlanmıştır. 10/4/2017 tarihli ilk duruşmada başvurucunun sorgusundan önce Mahkeme, KOM Şubeden bilgi istenen hususa yanıt verildiğini belirterek başvurucu hakkında kendi kullanımındaki GSM hattı üzerinden ByLock programının kullanıldığına dair kayıt bulunduğuna dair KOM Şubeden gönderilen cevap yazısını okumuştur. Söz konusu 20/2/2017 tarihli yazıda, başvurucunun .. IMEI numaralı mobil cihaz ile .. numaralı GSM hattı üzerinden ByLock programını kullandığına dair tespite yer verilmiştir. Başvurucu, suçlamaları kabul etmediğini ve -savunmasında ileri sürdüğü diğer hususların yanı sıra- ByLock programını da kullanmadığını beyan etmiştir. Yargılamanın 5/5/2017 tarihli ikinci celsesinde Cumhuriyet savcısı esas hakkında mütalaasını sunmuştur. Mütalaada -iddianamede yer alan delillerin yanı sıra- KOM Şubenin gönderdiği yazıda belirtildiği şekliyle başvurucunun ByLock programını kullandığı gerekçesiyle atılı suçtan cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucu mütalaaya karşı önceki savunmalarını tekrarlamıştır. Mahkemenin 15/5/2017 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu yönünden iddianamede atılı suçun işlendiği hususunda delil olarak belirtilen tüm hususlara gerekçeli kararda da yer verilmiş, bunun yanında başvurucunun ByLock programını kullandığı kabul edilerek bu eylem de hükme esas alınmıştır. Gerekçeli kararda başvurucunun ByLock programını kullandığına dair değerlendirme şu şekildedir:\"...1-Sanık İbrahim Halil Güner'in örgütün gizli yazışmalarını gerçekleştirdiği byLock programını kullandığı hususu sabittir. Her ne kadar sanığın aşamalardaki savunmalarında bu programı kullanmadığını belirttiği görülmüş ise de, Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğünce temin edilen 2017 tarihli byLock sorgulama sonucunda, sanığın .. GSM numarası ile .. ile .. İmei numaraları ile byLock programını indirdiği açıktır. ...\" Başvurucunun istinaf talebi, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 5/7/2017 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Mahkemenin UYAP aracılığıyla erişilen başvurucu hakkındaki dava dosyasının incelenmesinden Başsavcılık tarafından 28/9/2017 tarihinde gönderilen yazıda başvurucu adına kayıtlı GSM hattıyla eşleştirilen \"231082\" ByLock user-ID numarasına ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca (EGM-KOM) düzenlenen 12/7/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın dosyaya eklenmek üzere sunulduğu anlaşılmıştır. Anılan tutanakta yer alan tespitler aşağıdaki şekildedir:i. User-ID numarası \"231082\", kullanıcı adı, adı ve mesaj \"byibrahim\", son çevrim içi tarihi \"14/8/2015, saat: 06\", tespit edilebilen ilk log tarihi \"8/11/2014\" şeklindedir.ii. \"231082 ID'ye Bağlı İstatistik\" başlığı altında \"veri\" ve \"log\" olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma durumunun pasif, e-posta durumunun aktif olduğu, toplam e-posta sayısının 86 veri, giriş sayısının 19 log, alınan e-posta sayısının 19 veri ve 45 log, okunan e-posta sayısının 26 log, alınan toplam e-posta sayısının 86 veri olduğu görülmüştür.iii. \"231082 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)\" başlığı altında 3 veri bulunduğu, bu user-ID'yi ekleyen üç farklı user-ID'den birinin 238487 user-ID numarasını kullandığı belirlenen R.İ. olduğu, gerçek kullanıcısı tespit edilemeyen diğer bir user-ID numarası kullanıcısının da 231082 user-ID numarasına \"byibrahim\" adını verdiği gözlemlenmiştir.iv. \"231082 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)\" başlığı altında iki veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numarası kendileriyle eşleştirilen R.İ.ye ait user-ID, adı ve soyadı, T. kimlik numarası ve meslek bilgileri ile henüz kime ait olduğu belirlenemeyen user-ID numarasına yer verildiği, bu kişilerin bir kısmına başvurucu tarafından isimler verilerek kişi listesine eklendiğinin belirtildiği görülmüştür.v. \"231082 ID'nin Kurduğu Gruplar ve Grupların Kişi Listesi\", \"231082 ID'nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi\" ve \"231082 ID'ye Bağlı Kişi Listesi\" başlıkları altında veri tespit edilemediği, \"231082 ID'ye Bağlı Mail Listesi\" başlığı altında ise açık kimlik bilgileri tespit edilerek biri R.İ., diğeri Ç.S. tarafından kullanıldığı belirtilen user-ID numaraları ile kullanıcısı belirlenemeyen başka bir user-ID numarasına yer verildiği anlaşılmıştır.vi. \"Önem Arz Eden Yazışmalar ve Mailler\" ile \"231082 ID'ye Bağlı Yazışmalar\" başlığı altında sırasıyla \"Toplam Açıklama: 0\" ve \"Toplam Kişi: 0\" açıklamasına, \"231082 ID'ye Bağlı Mailler\" başlığı altında da şifreleri çözülemediği belirtilmekle birlikte 231082 user-ID numarasına Ç.S. tarafından gönderilen on iki e-posta, R.İ. tarafından gönderilen 1 e-posta ile kullanıcısı belirlenemeyen başka bir user-ID numarası üzerinden de altı e-posta gönderildiği tespitine yer verilmiştir.vii. \"231082 ID'nin Arama Kayıtları\" başlığı altında \"Toplam Veri: 0\" açıklamasına, \"231082 ID'ye Bağlı IP Log Tablosu\" başlığı altında, Android işletim sistemli cihaz kullanılarak 8/11/2014 ile 14/8/2015 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan on dokuz \"login\" işlemine, \"231082 ID'ye Bağlı Tüm Log Tablosu\" başlığı altında da 8/11/2014 ila 14/8/2015 tarihlerinde ByLock iletişim sistemine yapılan toplam altmış altı \"login\" işlemine yer verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, İnfaz Kurumu aracılığıyla Mahkemeye gönderdiği 24/11/2017 ve 2/1/2018 tarihli dilekçelerle kendisi hakkındaki ByLock tespitine dair ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile diğer belgelerin, 23/1/2018 tarihli dilekçeyle de dava dosyasının gönderilmesini talep etmiştir. Mahkemece İnfaz Kurumuna yazılan 24/1/2018 tarihli müzekkere ile başvurucu hakkında UYAP'ta kayıtlı dava dosyasında yer alan belgelerin ekte gönderildiği belirtilerek bu belgelerin başvurucuya tebliğ edilmesi talimatı verilmiştir. Müzekkere ile UYAP aracılığıyla sunulan 225 ekten ibaret belgeler arasında Başsavcılık tarafından gönderilen 28/9/2017 tarihli yazı bulunmakla birlikte bu yazı ekinde Mahkemeye sunulan ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın bulunmadığı görülmüştür. Söz konusu müzekkere ekinde gönderilen belgeler başvurucuya 5/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesince 14/2/2018 tarihinde hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma gerekçesi şu şekildedir:\"Dairemizin 2017 tarih ve 2017/1798 esas, 2017/5219 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; sanığın bylock kullanıcısı olduğuna dair delilin, suçun sübutu açısından belirleyici olması karşısında, örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespit edilmesi halinde sanığın örgütle bağlantısını gösteren bir delil olarak kabul edilmesi mümkündür.Sanığın, bylock kullanıcısı olduğunu kabul etmemesi karşısında; örgüt liderinin talimatı üzerine Bankasya'ya para yatırdığı belirlenen sanık hakkında örgüt üyeliği suçu açısından bylock'un belirleyici delil olduğunun tespiti karşısında; Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğünün 'Bylock Sorgu' belgesinde belirtilen .. nolu hat ile ByLock uygulamasına ait IP adreslerine (137, ...) kaç defa bağlanıldığının Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumundan ve Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğünden ayrıntılı bylock tespit ve değerlendirme raporunun sorulması ve ayrıca söz konusu cep telefonunun baz istasyonlarını gösterir HTS kaydı getirtilip karşılaştırılması, ayrıca Uyap sisteminde yapılan incelemede; sanık hakkında suç tarihi 2016 olarak görülen Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/439 esas sayılı dosyasında derdest yargılamasının bulunduğunun anlaşılması karşısında, silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olduğu gözetilip, anılan dosya celp edilerek öncelikle olaylar arasında hukuki veya fiili kesinti olup olmadığı tespit edildikten sonra mümkün olması halinde dosyaların birleştirilmesi, kesinleşmiş olmaları durumunda ise onaylı örnekleri dosya arasına alındıktan sonra, tüm deliller bir bütün halinde değerlendirilip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]\" Bozma kararı üzerine yargılamaya Dairenin E.2018/1194 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Daire 17/4/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapmıştır. Bu bağlamda bozma kararında belirtilen hususların araştırılmasına ilişkin olarak başvurucu hakkında ByLock user-ID tespiti yapıldığına dair ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı düzenlenip düzenlenmediğinin belirlenmesi, varsa bu tutanağın gönderilmesi, başvurucu adına kayıtlı GSM hattına ait HTS kayıtları ile bu hatta tanımlı IP adresleri ile ByLock sunucusunun IP adreslerine bağlantı yapılıp yapılmadığına ilişkin CGNAT (HIS) kayıtlarının getirtilmesi için 18/4/2018 tarihli müzekkereler yazılmıştır. Daire tensip zaptında; bozma ilamında belirtilen, Mahkemenin başvurucu hakkındaki E.2017/439 sayılı dosyasının da incelenmek üzere gönderilmesi hususunda müzekkere yazmıştır. Mahkemeden gönderilen 24/4/2018 tarihli yazının ekinde, başvurucu hakkında ByLock kullanımına dayalı olarak FETÖ/PDY üyeliği iddiasıyla açılan kamu davasına dair bazı belgeler sunulmuştur. Bu belgeler arasında başvurucunun ByLock kullanıcıları arasında olduğuna dair kolluk tarafından düzenlenen liste ve başvurucu hakkında düzenlenen iddianame de bulunmaktadır. Mahkemece başvurucu hakkında aynı suçtan görülen ve E.2017/439 sayılı kamu davasının kovuşturma evresine dair UYAP aracılığıyla erişilen bilgiler şu şekildedir:i. Başvurucu, İnfaz Kurumu aracılığıyla Mahkemeye sunduğu 11/8/2017 ve 6/9/2017 tarihli dilekçelerle ByLock CGNAT kayıtları ile Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın kendisine gönderilmesini istemiştir. Bu dilekçeler üzerine Mahkemece başvurucuya tebliğ edilmek üzere İnfaz Kurumuna gönderilen 11/12/2017 tarihli yazı ekinde sunulan belgeler arasında başvurucunun talebine konu belgelerin bulunmadığı anlaşılmıştır. Nitekim başvurucu da sonradan gönderdiği 18/12/2017, 29/1/2018 ve 12/3/2018 tarihli dilekçelerle söz konusu belgelerin kendisine tebliğ edilmediğini belirterek yeniden tebligat yapılmasını talep etmiştir. Ancak UYAP kayıtlarından başvurucuya talep ettiği kayıtların ve tutanakların gönderildiğine, tebliğ edildiğine dair herhangi bir belgeye ulaşılamamıştır. ii. Mahkeme; Daireye 5/6/2018 tarihinde gönderdiği yazıda, başvurucu hakkındaki ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın Erzurum İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü tarafından 4/6/2018 tarihinde Mahkemeye sunulduğunu belirterek anılan tutanağı, yazı ekinde Daireye sunmuştur. Söz konusu tutanağın önceden Mahkemeye sunulan ve başvurucuyla ilişkilendirilen 231082 user-ID numarasına dair tutanak olduğu anlaşılmıştır. iii. Mahkemece 7/5/2018 tarihinde ilk celse yapılmış, başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunmadığı bu oturumda başvurucu hakkındaki ByLock Değerlendirme ve Tespit Tutanağı ile CGNAT kayıtlarının dosyaya sunulduğu belirtilmiştir. 27/9/2018 tarihli celsede başvurucunun müdafiinin de hazır bulunmasıyla sorgusu yapılmıştır. Bu celsede ByLock Değerlendirme ve Tespit Tutanağı ile CGNAT kayıtları başvurucuya okunmuştur. Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı sonrasında Dairece yapılan 11/7/2018 tarihli celsede de (bkz. § 23) hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, ByLock kullanmadığını, roster kayıtlarında görülen R.İ.yi tanımadığını, aleyhindeki delilleri kabul etmediğini savunmuştur.iv. Davanın sonraki üç oturumunda yargılamaya başvurucu ve müdafiinin yokluğunda devam edilmiştir. ve oturumlarda başvurucu hakkındaki derdest diğer davanın kesinleşmesinin beklenmesine karar verilmiş, 13/3/2019 tarihli oturumda ise başvurucu hakkında Dairece verilen mahkûmiyet kararının kesinleştiği ve mevcut davanın mükerrer nitelikte olduğu değerlendirilerek davanın reddine karar verilmiş, bu karar istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Başsavcılık 28/9/2017 tarihli yazısını ve ekinde sunduğu ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nı 16/5/2018 tarihinde düzenlediği müzekkere ile Daireye de sunmuştur. Başvurucu; İnfaz Kurumundan Daireye gönderdiği 24/4/2018, 17/5/2018, 31/5/2018, 7/6/2018, 18/6/2018, 25/6/2018, 2/7/2018 ve 9/7/2018 tarihli dilekçelerle CGNAT kayıtlarının kendisine gönderilmesini istemiştir. Ancak UYAP kayıtlarından bu dilekçelere istinaden başvurucuya CGNAT kayıtlarının gönderildiğine ve tebliğ edildiğine dair herhangi bir belgeye ulaşılamamıştır. Dairece bozma kararı üzerine yapılan yargılama, 11/7/2018 tarihinde başvurucunun ve müdafiinin de hazır bulunduğu tek celsede tamamlanmıştır. Anılan celsede başvurucuya ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile başvurucunun GSM hattına tanımlı IP adresleri ile ByLock sunucusuna ait IP adreslerine yapılan bağlantılara dair CGNAT kayıtları okunmuştur. Başvurucu -iddianamede yer alan diğer delillere yönelik savunmasının yanı sıra- GSM hattının kendisine ait olduğunu ancak ByLock kullanmadığını, söz konusu belgelerin içeriğini kabul etmediğini, user-ID numarasına ait roster kayıtlarında adları geçen R.İ. ve Ç.S.yi tanımadığını, Mahkemenin E.2017/439 sayılı dosyasından haberdar olduğunu söylemiştir. Başvurucu müdafii CGNAT kayıtlarını incelediğini beyan ederek ByLock sunucusuna ait IP adreslerine yapıldığı belirtilen 758 bağlantının bir kısmının aynı gün içinde yapıldığını, ardından 45 gün boyunca sunucuya bağlantı tespit edilmediğini söylemiştir. Başvurucu müdafii bu durumun başvurucunun örgütten talimat almadığını gösterdiğini, aksi hâlde her gün bağlantı yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Yargılama sırasında Daire, başvurucu hakkında Mahkemenin E.2017/439 sayılı davasının bu dava ile birleştirilmesine gerek bulunmadığını, diğer davanın mükerrer dava olup olmadığının değerlendirilmesi için bu davada verilecek kararın Mahkemeye gönderilmesi gerektiği kanaatine ulaşmıştır. Başvurucuya Dairece son sözü sorulduğunda ise ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile HTS kayıtlarının kendisine verilmediğini söyleyerek bu belgelerin verilmesini, ayrıca Bank Asya hesabının kullanımına ilişkin de bilirkişi raporu alınmasını istemiştir. Daire ise bu talebi reddetmiştir. Ret gerekçesi şu şekildedir:\"Yargılamanın geldiği aşama, yargılamanın tüm aşamasında sanığın müdafii yardımından faydalanmış olması, müdafinin dosyaya ulaşmasında herhangi bir kısıtlamanın bulunmaması, sanığın dairemiz huzurundaki savunmasında bylock tespit değerlendirme ve HTS kayıtlarından haberdar edilip haberdar olduğunun anlaşılması ve dosya kapsamına göre bilirkişi raporu alınmasının dosyaya katkı sağlamayacağı hususları gözetilerek sanığın tevsii tahkikat talebinin reddine oy birliğiyle karar verildi ...\" Yargılama sonucunda Daire, başvurucunun atılı suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Hükmün gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"DELİLLER;İddia, savunma, sanığın bylock kullanıcısı olduğuna dair Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından gönderilen tespit ve değerlendirme tutanağı, BTK tarafından gönderilen HTS ve HIS (CGNAT) sorgu kayıtları, nüfus ve adli sicil kayıtları ile tüm dosya kapsamından ibarettir.DAİREMİZİN ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11810", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması ve mahkûmiyete temel alınan belgelerin başvurucuya (sanığa) tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, dilekçesini ilgili makamlara göndermeyen kamu görevlilerine yönelik şikâyeti hakkında “işleme konulmama” kararı verilmesi nedeniyle Anayasa'nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 16/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ili, Tuzla İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli bir polis memurunun saldırısına maruz kalması üzerine anılan polis memuru hakkında Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan şikâyet ilgili olarak 2011/768 sayılı dosyası üzerinden soruşturma yürütmektedir. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında istenilen bilgi ve delillerin görevli memurlarca gönderilmemesi üzerine, Maltepe Kaymakamlığı kanalı ile İstanbul Valiliğine hitaben şikâyet dilekçesi yazmıştır. Maltepe Kaymakamlığına 22/6/2012 tarihinde verilen dilekçe incelendikten sonra, dilekçe içeriğinin “şikayet” ve “bilgi edinme” hususlarıyla ilgili olduğu belirtilerek işlem yapılmamış; dilekçenin, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu’nun maddesi uyarınca doğrudan ilgili makamlara iletilmesi veya posta yoluyla gönderilmesi gerektiği belirtilerek, dilekçe başvurucuya iade edilmiştir. Başvurucuya hangi sebeple işlem yapılmadığına dair 25/6/2012 tarihli ve 2124 sayılı yazı ile bilgi verilmiştir. Başvurucu, dilekçesinin ilgili makamlara gönderilmemesi nedeniyle Maltepe Kaymakamı ve Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürünü şikâyet etmiştir. İstanbul Valisi tarafından 12/09/2012 tarihli ve 217 sayılı karar ile anılan şikayet dilekçesinin “işleme konulmamasına\" karar verilmiştir. Başvurucunun anılan kararın iptaline ilişkin talebi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 30/11/2012 tarihli ve E.2012/699, K.2012/740 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir: “İstanbul Valiliği'nin 12/10/2012 tarih 498-53825 sayılı yazısı ile gönderilen ön inceleme evrakı ve Vali tarafından verilmiş olan \"şikayet dilekçesinin işleme konulmamasına\" ilişkin 12/09/2012 gün ve 217 sayılı karar, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun maddesi hükmü uyarınca incelenerek gereği görüşüldü: Devlet memurları ve diğer kamu görevlileri hakkındaki suç ihbar ve şikayetlerinin hangi hallerde işleme konulmayacağı konusu, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un maddesinde düzenlenmiş olup, ciddi bulgu ve belgelere dayanmayan, kişi ve/veya olay belirtilmeyen, soyut ve genel nitelikteki ihbar ve şikayetlerin işleme konulmayacağı kurala bağlanmıştır. Olayda, Maltepe Kaymakamlığı'nda görevli Maltepe Kaymakamı A. O. ve Maltepe Yazı İşleri Müdürü K. hakkında; müştekinin 2012 tarihinde Maltepe Kaymakamlığına dilekçe verdiği, Kaymakamlıkça dilekçesi alınarak incelendiği, dilekçesinin incelenmesi sonucunda, dilekçenin içeriğinin Valilik Makamı ve Tuzla Kaymakamı şikayeti ile bilgi edinme hususlarıyla ilgili olduğu, bu nedenle işlem yapılmadığı ve niçin işlem yapılmadığına dair müştekiye 2012 tarih ve 2124 sayılı yazı ile bilgi verildiği, müşteki ile ilgili olarak yapılan işlemlerde yasal hususlara uyulduğu, kanunlara ve mevzuata uygun olarak işlem yapıldığı, iddia edilen hususlar sübuta ermediğinden ciddi bulgu ve belgelere dayanmayan, soyut ve genel nitelikteki ihbar ve şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kararın yöntem ve yasaya uygun bulunması nedeniyle onanmasına, dosyanın İstanbul Valiliği'ne gönderilmesine, kararın İstanbul Valiliği tarafından ilgililere tebliğine, 30/11/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Anılan karar başvurucuya 4/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 16/1/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4982 sayılı Kanun’un “Başvuru usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \" Bilgi edinme başvurusu, başvuru sahibinin adı ve soyadı, imzası, oturma yeri veya iş adresini, başvuru sahibi tüzel kişi ise tüzel kişinin unvanı ve adresi ile yetkili kişinin imzasını ve yetki belgesini içeren dilekçe ile istenen bilgi veya belgenin bulunduğu kurum veya kuruluşa yapılır. Bu başvuru, kişinin kimliğinin ve imzasının veya yazının kimden neşet ettiğinin tespitine yarayacak başka bilgilerin yasal olarak belirlenebilir olması kaydıyla elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da yapılabilir. Dilekçede, istenen bilgi veya belgeler açıkça belirtilir. \" 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: \"Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur. Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/691", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, dilekçesini ilgili makamlara göndermeyen kamu görevlilerine yönelik şikâyeti hakkında “işleme konulmama” kararı verilmesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, öldürülme ya da kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı alınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 20/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/1/2019 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Irak Cumhuriyeti vatandaşıdır. Bursa Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Bursa İdare Mahkemesinde sınır dışı etme kararının iptali amacıyla dava açmıştır. Bu dava, idare Mahkemesinin 27/2/2018 tarihli ve E.2018/174, K.2018/135 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 8/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup otuz günlük süresi geçtikten sonra 20/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36976", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme ya da kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı alınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, gazeteci olan başvurucunun bir milletvekili hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle hapis cezasına mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekinde sunulan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, www.anadoluhaber.com isimli internet gazetesinin sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olan 26 yıllık bir gazetecidir. ise başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönemde ve hâlen Erzurum milletvekilidir. Başvurucu, gazeteci E.Y. ile birlikte her hafta Youtube isimli video paylaşım sitesinde Erzurum Haber TV kullanıcı adıyla yayımlanan Haftaya Bakış isimli bir haber yorum programı yapmaktadır. Söz konusu programda Erzurum ile ilgili haber ve gelişmelere dair değerlendirilmelerde bulunulmaktadır. 24/10/2016 tarihinde yayımlanan bölümde başvurucu ve E.Y., Erzurum'daki bazı gazetecilerin milletvekilleri ile yakın ilişkiler kurarak ihale aldıklarını ileri sürmüştür. Başvurucu da değerlendirmeler esnasında bu şekilde menfaat temin eden gazetecilere yardım ettiği iddiasında bulunduğu milletvekili yı hedef alan sözler sarf etmiştir. Programın başvuruya konu olan ve başvurucu ile E.Y. arasında diyalog şeklinde geçen ilgili kısmı şu şekildedir:\"E.Y. : ... Ben burada başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Şimdi bir gazeteci başka bir iş yapamaz mı? Mesela bir lahmacun fırını açamaz mı? Elbette açabilir. Ama bir gazeteci ticari taksicilerin simülasyon işi için gidip Milli Eğitim Bakanlığının önünde yatamaz. Ben gazeteciyim bu işi bana vereceksiniz. Şoförler cemiyeti başkanı sayın [Y.] bey, siz ne güne duruyorsunuz, siz yapın o işi. Gazetecinin ne hakkı var senin taksici esnafından her yıl para söğüşlemeye. Para kazanacaksa şoförler cemiyeti kazansın. Bir gazeteci buradan kalkmış gitmiş Ankara'ya, taksici esnafına, şoför esnafına simülasyondan parayı vurup kaldırmak için Ankara'da yatıp kalkıyor. Ben buradan milletvekillerimize de sesleniyorum. Sayın milletvekillerimiz, siz bir gazetecinin peşinden koşup sizi şakşaklasın diye, sizin hakkınızda sizin yaptığınız kötü işleri yazmasın diye bugün çağrı merkezi, bugün simülasyon, yarın cep telefon hattı, öbür gün uydu sistemleri. Bunları yaptıramazsınız, bu şehre ihanet edemezsiniz. Bu, bu şehre ihanettir. Bu şehirde taksici esnafından eğer ki simülasyon üzerinden para kazanılacaksa, ya şoförler cemiyeti yapacak bunu ya da Erzurum'da mevcut olan sürücü kursları. Gazetecinin ne haddine ya. Gazetecinin ne haddine çağrı merkezi işletmek. Bunları yapan milletvekillerimiz. Ben buradan [ya] da seslenmek istiyorum. Sayın [I] yeter koruduğun kolladığın gazetecileri. Sen hangi gazetecileri koruyup kolladığını, hangi gazetecileri böyle çöplükten alıp götürüp rafın en üst yerine koyduğunu çok iyi biliyorsun. [O.ye] sesleniyorum. Sayın [O.] bu işe el atın. Gazetecinin haddi değil bu iş. Sayın [R.A.ya] da [Z.T.ye] de sesleniyorum. Yapmayın bunu. Bu şehre ihanet edenlere çomak sokun ve bu şehre sahip çıkın. Başvurucu : Yani ne diyorsun bu [] için şöyle bir levha yaptırıp meclisteki kapısına asayım mı? Bilumum iş takip işleri yapılır, iş takipçisi. Ha bir de şunu söyleyeyim. Mesela [nın] örnek veriyorum yani ismini gördüğüm için söylüyorum bir şey olduğu için söylemiyorum, mesela [nın] [Ş.ye] göstermiş olduğu ilginin aynısını şu sokaktan geçen Mehmet amcaya da göstermesini istiyorum. Aynı ilgiyi bekliyorum. İş adamı [Ş.ye] göstermiş olduğu ilgi ve alakanın aynısını, aynı kucaklamayı, aynı hürmeti, aynı saygıyı, aynı şefkati, sokaktan geçen Mehmet amca için, bizim köydeki Hasan dede için de göstermesini istiyorum. [Ş.yi] seviyorsun da Hasan dedeyi neden sevmiyorsun ya? Sana oyu Hasan dede verdi ya. Hasan dedenin gidip kapısından oy istedin ya. [Ş.ye] bu kadar ilgi göstermenin altında ne var ki bana aynı ilgiyi göstermiyorsun, şu rejideki gariban arkadaşlarımıza aynı ilgiyi göstermiyorsun. Nedir senin bu zengin adamlara karşı, yani, yoksa... İnanmıyorum sayın Recep Tayyip Erdoğan, sayın cumhurbaşkanımız seni belli isimlerin işlerini Ankara'da orada burada takip edesin diye mi seni milletvekili listesine koydu. Yok böyle bir şey ya, aynı ilgiyi ben de istiyorum kardeşim, rejideki arkadaşlar da istiyor, sokaktan geçen Mehmet amca, bizim köydeki Hasan dede de istiyor. Göstereceksin [], yapma bunu kardeşim, yeter yani. Biz sustukça sen daha fazlasını yapıyorsun. Biz konuşmadıkça, biz eleştirmedikçe sen önümüze başka bir şey...[Ş.ye] göstermiş olduğu ilginin aynısını bana da göstereceksin kardeşim. Mecbursun, göstermek zorundasın. E.Y. : O gazetecinin simülasyon işinin altında [] yatıyor.Başvurucu : Olur mu böyle bir şey ya. Senin işin iş takip etmek mi kardeşim. Seni iş takip edesin diye mi milletvekili yaptık biz bu şehirde? Zenginlerin işini takip edeceksin ben de susacağım bunun karşısında. Susmayacağım kardeşim, susturamazsın beni. Yok böyle bir şey ya. Böyle bir milletvekili profili yok hiçbir şehirde ya. Allah aşkına yapmayın ya. Sayın vekilim yapma ya. Soy ismine yakışmıyor. Tekrar söyleyeceğim. [Ş.ye] gösterdiğin ilginin aynısını bana da göster.\" (müşteki) anılan programda kendisi hakkında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. Başvurucu soruşturma aşamasında verdiği ifadesinde, müştekinin Erzurum'da katıldığı toplantı ve organizasyonlarda kendisine sürekli aynı iş adamlarının eşlik ettiğini, kendisinin de yaptığı programda bu durumu eleştirip aynı yakınlığı diğer seçmenlere de göstermesi gerektiğini hatırlattığını beyan etmiş; hakaret kastının olmadığını ileri sürmüştür. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı 24/1/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun anılan programda kullandığı \"iş takipçisi\" ifadesini gerekçe göstererek hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:\"...şüphelinin bahse konu yayında müştekiyi hedef alarak müştekinin zengin iş adamlarının işlerini takip ederek haksız kazanç sağladığı gerekçesiyle 'iş takipçisi' olarak nitelendirdiği, şüpheli savunmasında her ne kadar suçlamaları inkar etmiş ise de, müşteki vekili dilekçesi, şüphelinin tevilli ikrarı ve tüm evrak kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin atılı suçu işlediği hususunda yeterli kanaatin hasıl olduğu anlaşılmakla...\" Yargılamayı yapan Erzurum Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/1/2017 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verip cezayı ertelemiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dosyada mevcut bilgi, belge ve delillerin hep birlikte değerlendirilmesi sonucunda, atılı suçun aynen iddianamede anlatılıp nitelenen şekilde tüm yasal unsurlarıyla birlikte sübuta erdiği anlaşılmıştır.\" Kararı istinaf eden başvurucu istinaf dilekçesinde; Mahkemenin uzun bir konuşma içinden yalnızca \"iş takipçisi\" ifadesini seçerek hakkında mahkûmiyet kararı verdiğini, kullanılan ifadelerin bağlamından koparılmadan yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu; müştekinin temsil ettiği şehrin sorunlarıyla ilgilenmediğini, sürekli zengin iş adamları ile birlikte olduğunu, bu durumu eleştirmek amacıyla seçmenlerine eşit muamelede bulunması gerektiğine dair hatırlatmada bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, kullandığı dilin provokatif olabileceğini ancak sözlerinin eleştiri sınırları içinde kaldığını ve siyasilerin böylesi eleştirilere karşı daha toleranslı olması gerektiğini ileri sürmüştür. İstinaf başvurusunu inceleyen Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 24/1/2018 tarihli ilamla istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 24/1/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 16/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Hakaret\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.... \" B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 19-28; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6030", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gazeteci olan başvurucunun bir milletvekili hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle hapis cezasına mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve çocukları tarafından 8/10/1991 tarihinde ortaklığın giderilmesi talebiyle dava açılmıştır. Kaş Sulh Hukuk Mahkemesi 16/2/1994 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/7/1994 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.1994/204 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1176", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işe iade davasında kanun yolu incelemesi yapan mercinin kararının gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/2/2011 tarihli iş sözleşmesi ile Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş.de (TUSAŞ) teknik öğretmen olarak çalışmaya başlamıştır. TUSAŞ noter vasıtasıyla gönderdiği 20/9/2016 tarihli yazıyla başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Fesih bildirimi ''Yönetim Kurulu'nun 2 Eylül 2016 tarihli ve 2016/XII/13 sayılı kararı gereği oluşturulan kurul kararı ile 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin II-e bendine göre işveren ve işçi arasında güven temelinin çökmesi nedeni ile sözleşmeniz 20 Eylül 2016 Salı günü sona erdirilmiştir.'' şeklindedir. Başvurucu 10/10/2016 tarihli dava dilekçesiyle somut bir olay ve fiil belirtilmeksizin güven temelinin çökmesi şeklinde bir sebeple iş sözleşmesinin sona erdirilmesinin geçersiz olduğunu belirterek işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Ankara Batı İş Mahkemesi (Mahkeme) 3/3/2017 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçeli kararında başvurucunun iş akdinin 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle sonlandırıldığını belirterek başvurucunun örgüt liderinin talimatından sonra Bank Asya adlı bankadaki hesap hareketlerini bu şüpheye dayanak göstermiş ve çalıştığı kurumun özel durumunu esas alarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında ayrıca, feshin Kanun Hükmünde Kararnameye(KHK) dayalı olması nedeniyle işe iade isteğinin kanunen mümkün olmadığına da değinmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna gitmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 9/5/2017 tarihli kararla ''Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından faaliyet izni kaldırılan Bank Asya adlı bankadaki hesap hareketleri nedeniyle başvurucu hakkında şüphe oluştuğu, TUSAŞ'ın en önemli müşterisinin Türk Silahlı Kuvvetleri olup kurumda millî savunma ve devletin güvenliğini ilgilendiren gizli nitelikte projelerin yürütüldüğü ve bu itibarla davalı TUSAŞ'tan şüpheli bir şahısla çalışmasını sürdürmesinin beklenmeyeceği'' gerekçesiyle istinaf isteğinin reddine karar vermiştir. BAM tarafından verilen karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 5/10/2017 tarihinde BAM kararındaki gerekçeye atıf yaparak hükmü onamıştır. Nihai karar 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 24/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37823", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işe iade davasında kanun yolu incelemesi yapan mercinin kararının gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2020/11407 ve 2020/11411 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/11405 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/11405 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Feyzi Oğuz hakkında düzenlenen 7/12/2011 tarihli iddianame ile başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde devam etmektedir. Başvurucu İbrahim Koç'un 13/12/2013 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir. Başvurucu Ömer Türkmen'in hakkında düzenlenen 14/5/2013 tarihli iddianame ile başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Yargıtay bozma kararı neticesi derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11405", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 17/10/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde, belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 13/3/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 30/7/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 23/10/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 5/11/2013 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvurucu, 1999–2000 yılları arasında Beykoz (İstanbul) Mal Müdürü olarak görev yapmıştır. Bu dönemde, bağlı birimlerin bir takım ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla İstanbul Boğaz Komutanlığı Kadrosuz Satın Alma Komisyonu (Satın Alma Komisyonu) tarafından alımlar yapılmıştır. Başvurucu, Satın Alma Komisyonunun çalışmalarına “maliye üyesi” olarak katılmıştır. İstanbul İkmal Destek Komutanlığı Stok Malzeme Mal Saymanlığının malzeme alımları ile ilgili dosyalarının Deniz Teftiş Kurulu Başkanlığınca incelenmesi neticesinde “usulsüzlük, yetki aşımı ve fahiş fiyatlarla malzeme alımı” yapıldığı ve bu şekilde hazine zararına sebebiyet verildiği tespit edilmiş olup; 20/8/2001 tarihli yazı ile Kuzey Deniz Saha Komutanlığından gerekli kanuni işlemlerin yapılmasının istenmesi üzerine, “2000 adet er dolabı alımı” ve “beş kalem gıda alımı” ihalesinde usulsüzlük ve görevi kötüye kullanma eylemlerinin işlendiği şüphesi ile soruşturma açılmıştır. “Er dolabı alımı” ile ilgili ihale hakkında 11/12/2001 tarih ve E.2001/1263, K.2001/726 sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer kişiler hakkında görevi ihmal suçunu işledikleri iddiası ile kamu davası açılmıştır. 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca yürütülen ön inceleme neticesinde, Beykoz Kaymakamlığının 29/5/2002 tarih ve 2002/9 sayılı kararı ile başvurucu hakkında “görevi kötüye kullanmak” suçunu işlediği iddialarına ilişkin olarak isnat edilen suçların sübut bulmadığı gerekçesi ile “soruşturma izni verilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir. Yine Beykoz Kaymakamlığının 14/11/2002 tarih ve 2002/32 sayılı kararı ile başvurucu hakkında görevi kötüye kullanma suçu olarak nitelendirilen “İstanbul İkmal Destek Komutanlığı Stok Mal Saymanlığının malzeme alımındaki usulsüzlük ve bunun neticesinde hazine zararının oluşması” iddiasına ilişkin olarak isnat edilen suçların sübut bulmadığı gerekçesi ile “soruşturma izni verilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir. Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2003 tarih ve H.2003/3331, K.2003/1288 sayılı kararı ile başvurucu hakkında “görevi kötüye kullanmak” suçundan, soruşturma izni verilmemesi gerekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Askeri Mahkemenin 24/12/2004 tarih ve E.2004/30, K.2004/793 sayılı kararı ile Askeri Savcılığın 11/12/2001 tarih ve E.2001/1263, K.2001/726 sayılı iddianamesi ile diğer sanıklarla birlikte başvurucu hakkında “suça konu alımlar” ile ilgili olarak “memuriyet görevini ihmal” suçundan kamu davası açılmasına rağmen, Askeri Mahkemenin suç duyurusu sonrasında suça konu ihaleyi kazanarak mal teslim ettikleri anlaşılan müteahhitler hakkında Askeri Savcılığın 19/10/2004 tarih ve E.2004/1409, K.2004/600 sayılı iddianamesi ile “ihaleye fesat karıştırmak suçuna iştirak” suçundan kamu davası açılmış olduğu da göz önüne alınarak başvurucu ve diğer sanıklara isnat edilen eylemlerin 1/2/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde tanımlanan ihaleye fesat karıştırmak suçunu oluşturduğu kanaatine varılarak, sivil şahıslarla işlenen suça ilişkin sevk maddesinin de 765 sayılı Kanun’da yer alması sebebiyle 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince tüm sanıkları yargılama görevinin adli yargı yoluna ait olduğu gerekçesiyle Askeri Mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Askeri Mahkemenin görevsizlik kararının bir kısım sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine Askeri Yargıtay Üçüncü Dairesinin, 24/5/2005 tarih ve E.2005/644, K.2005/639 sayılı kararı ile 765 sayılı Kanun’un maddesinde tanımlanan suçun “maddi menfaat temin etmek” unsurunun da bulunduğu, gerek iddianamede gerekse görevsizlik kararlarında bu yönde bir anlatım bulunmamasına rağmen eylemin bu maddeye göre değerlendirilmesi eleştiri konusu yapılmış, ayrıca iddianamede gösterilmemiş vakıa ve eylemlerin görevsizlik kararına konu yapılmasının usul ve kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararlarının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası yargılama aşamasında, bozma kararı doğrultusunda Askeri Savcılığın 2/3/2006 tarih ve E.2001/1263, K.2001/726 sayılı ek iddianamesi ile başvurucu ve diğer bir kısım sanıklar hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçundan cezalandırılmaları talep edilmiştir. Askeri Mahkemenin, 28/3/2006 tarih ve E.2006/355, K.2006/145 sayılı kararı ile başvurucu ve diğer sanıkların eylemlerinin ihaleye fesat karıştırma veya bu suça iştirak suçlarını oluşturduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı verilmiştir. Askeri Yargıtay Üçüncü Dairesinin 27/11/2007 tarih ve E.2007/2589, K.2007/2584 sayılı kararıyla, eylemin görevi kötüye kullanma suçunun tanımına uyduğu gerekçesiyle Askeri Mahkemenin kararı bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Askeri Mahkemenin 28/8/2008 tarih ve E.2008/695, K.2008/741 sayılı kararı ile Askeri Yargıtayın bozma kararına uyarak eylemin görevi kötüye kullanma suçunun tanımına uyduğu ancak bu suça ilişkin dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesi ile ceza davasının düşmesine, hazine zararının giderilmesi için kararın, kesinleşmeyi müteakiben İstanbul Muhakemat Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, soruşturma izni verilmemiş olmasına rağmen hakkında zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi ve hazine zararından sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğu gerekçeleri ile bu kararı temyiz etmiştir. Askeri Yargıtay Üçüncü Dairesinin 14/7/2009 tarih ve E.2009/2086, K.2009/2072 sayılı kararı ile “askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde, eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise, asker kişiler bakımından da asliye mahkemelerinin görevli olduğu…” ve görev konusunun kamu düzenine ilişkin bir husus olduğu, yargılamanın her aşamasında gözetilmesinin gerektiği gerekçeleri ile davanın düşmesine ilişkin kararın görev yönünden bozulmasına karar verilmiştir. Askeri Yargıtayın bozma kararına karşı, Askeri Yargıtay Başsavcılığının 31/7/2009 tarih ve E.2009/6273, 2009/78 sayılı itirazı üzerine Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24/12/2009 tarih ve E.2009/109, K.2009/128 sayılı kararı ile Askeri Yargıtay Üçüncü Dairesinin 14/7/2009 tarihli kararının kaldırılmasına, Askeri Mahkemece muhakeme şartının gerçekleşmemesi nedeniyle hakkında verilmesi gereken düşme kararının sonuç itibarıyla hukuka uygun olduğu, zamanaşımı gibi farklı bir gerekçeye dayansa da bu yöndeki kararı temyizde başvurucunun hukuki menfaati bulunmadığı gerekçeleriyle temyiz taleplerinin reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Başvurucu, 17/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 353 sayılı Kanun’un “Temyiz isteminin kabulü ve reddi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Askeri Yargıtay, temyiz isteminin süresi içinde yapılmadığını veya hükmün temyiz edilemez olduğunu veya temyiz edenin buna hakkı olmadığını görürse, temyiz istemini reddeder.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/321", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvuru formunda başvurucunun adının \" Oktay Yıl\" olarak belirtildiği görülmüşse de nüfus kayıtlarından başvurucunun adının \"Oktay Yıl\" olarak düzeltildiği tespit edilmiştir. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son emniyet müdürü olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsü sonrası İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Savcılık tarafından 29/8/2016 tarihinde başka şüphelilerle birlikte İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine sevkedilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında Yaprak, Kemal ve Eren kod adlı gizli tanıklar ile bu dosyada ifadeleri alınan şüpheliler ve B.Ö.nün beyanlarına, şüphelilerin örgütün düzenlemiş olduğu cemaat toplantısı adı altındaki toplantılara katılmalarına, bazı şüphelilerin bylock, eagle programlarını kullanmasına dayanılarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 3/8/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheliler Oktay Yıl ... hakkındaki İzmir Başsavcılığı'nın 2016/72218 soruşturma dosyası ile CMK.NIN 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama talebinin değerlendirilmesinde; atılısuçun vasıf ve mahiyeti, 15 Temmuz 2016 tarihinde Ülkemizde meydana gelen vahim terörist girişimin ordu içinde yapılanmış silahlı FETÖ/PDY mensubu teröristler dışında, finans sektöründen eğitim sektörüne kadar çok sayıda alanda faaliyet gösteren çeşitli görev ve sorumluluklarda olup, çok iyi gizlenen çok sayıda mensubunun bulunduğu, Ülkemizin güvenliği açısından bu mensupların tespit edilerek görev ve eylemlerine göre yargılamalarının yapılmasının zorunlu olduğu, soruşturmalar kapsamında ve iş bu soruşturma bakımından delillerin toplanma aşamasında oluşu, arama veel koyma tutanakları, gizli tanık ve şüpheli beyanları, istihbari araştırma raporlarıvetüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphelerinin varlığını gösteren olgular, atılı suçun katalog suçlardan olması, şüphelilerin görevlerinin niteliği gereği kaçma şüphelerinin varlığı ve delilleri karartma durumları dikkate alınarak adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağından şüphelilerin CMK ve müteakip maddeleri uyarınca tutuklanmalarına [karar verildi].” İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 28/10/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 2/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 22/3/2017 tarihinde aralarında irtibat bulunmayan şüpheliler hakkında ayrı ayrı işlem tesis edileceğini ve başvurucunun diğer şüphelilerle bu aşamada somut irtibatına rastlanmadığını belirterek başvurucunun dosyasının tefrikine karar vermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 1/6/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu hakkında yapılan değerlendirmelerin ilgili kısmı şöyledir:\"A) Kemal kod adlı şahsın Cumhuriyet Başsavcılığımız 2016/72218 sayılı soruşturma evrakı kapsamında 15/8/2016 tarihinde alınan ifadesinde, ...'9) Oktay Yıl isimli şahıs benim devremdir. 2007 yılında İzmir iline geldiğimde kendisi ile toplantılara gittim. Halen Konya ilinde çalıştığını biliyorum, yapı ile bağlantısının devam edip etmediğini bilmiyorum.'B) B. Ö. adlı şahsın İzmir Tem Şube Müdürlüğünde 19/8/2016 tarihli alınan ifadesinde, 'Benim katıldığım bu pikniklere benim haricimde (başka isimler de sayıyor)... Oktay YIL ...isimli devrelerim katılıyordu.'...'- Oktay YIL benim devre arkadaşımdır. Kendisi doğu görevine gidene kadar toplantılara ve pikniklere beraber katıldık.'Cemaat toplantısı adı altında, periyodik olarak her hafta belli bir gün toplanan örgüt üyelerinin, oturdukları odaya telefon dahi sokmadan büyük bir gizlilik içinde buluşmaları, sürekli örgüt lideri Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyup videolarını izlemeleri, seçimlerde kime oy verileceği, kime karşı tavır alınacağı gibi siyasi konuların ele alınması hususları birlikte düşünüldüğünde örgüt üyelerinin başta dini değerler adı altında oluşturulan yapının gizli bir örgüt haline geldiğini ve siyasi bir amacının olduğunu bilmemelerinin mümkün olmadığı, bu nedenle sürekli bu tür toplantılara iştirak eden şüphelinin,FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olduğu kanaatine varıldığı.\" İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 5/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/287 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 5/6/2017 tarihinde suç yerinin Konya ili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiş ve dosyayı Konya Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bu karar üzerine dosya Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/166 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu 22/8/2017 tarihli duruşmada savunmasını yapmıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir: \"Kemal kod adlı tanığın beyanında geçen 2007 yılında İzmir'de görev yapıyor olduğum doğrudur. Bu kişinin Ö.A. isimli en son görev yerinin Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünde olduğunu bildiğim meslektaşımdır. Kendisi ile samimiyetim yoktur. Senelerce aynı yerde görev yaptığımız halde 2-3 defa yanına çay içmeye dahi gitmemişimdir. Kendisi ile bir husumetim de yoktur. Hakkında yürütülen soruşturma sırasında bylock kullandığının tespiti sonrasında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmıştır. Ben ifade verdiğim tarihten sonra da FETÖ/PDY talimatları doğrultusunda örgütle bağlantısı olmayan kişilerin isimlerini savcılık makamına vererek davaları sulandırmaya ve kendileri ile olmayan kişiler ile bu soruşturmalarla mağdur etmeye çalıştığını düşünüyorum zira bu kişi gizli tanık olarak verdiği ifadesinde 50 kadar isim saymıştır. Bu durum iddianame savcısının 'bu örgütün hücre yapılanmasına göre hareket ettiği' kabulüne, tamamen ters olan bir durumdur. Hücre yapılanmasında bir emniyetçi olarak biliyorum ki 3-5 kişi dışında kimse kimseyi tanımaz. Gizli tanık Kemal kod adlı Ö.A. ise yaklaşık 50 kişinin ismini vermiştir. Gizli tanığın bu beyanında umduğu diğer bir beklentisi de muhtemelen etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak adına ilgili ilgisiz birden fazla kişinin adını dosyaya sunmaktır. Ben Kemal kod adlı Ö.A.nın beyanlarını kesinlikle kabul etmiyorum. Kendisi ile beraber hiçbir toplantıya ve sohbete katılmadım.B.Ö.yü de devrem olması sebebiyle aynı iş yerinde çalışmamız sebebiyle tanırım. Aleyhime beyanını kabul etmiyorum. Kendisi 2011 ve 2013 yılları arasında birkaç kez katıldığımı beyan ettiği pikniklerden bahsetmiştir ve yaklaşık 15 isim vererek bu kişilerin piknik yaptıklarını beyan etmiş bu isimler arasında benim ismimi de zikretmiştir. Bu piknikleri Bornova, Çiçekli ve Yakaköy'deki iki adet villada gerçekleştirdiğimizi beyan etmiştir. Ancak verdiği bir başka listede toplantıya katılanların isimlerini beyan etmiştir bu listede benim ismim yer almamaktadır, bu B.Ö.nün benim hakkında vermiş olduğu çelişkili beyandır. Aynı zamanda Kemal kod adlı kişinin vermiş olduğu isim listelerinde tanık B.Ö.den de bu isimler hakkında bildikleri sorulduğunda isimlerin karşısına B.Ö. tarafından not düşülmüştür. Benim ismimin karşısına düşülen notta, \"doğu görevine gidene kadar toplantılara ve pikniklere birlikte katılırdık\" yazılıdır. Bu da bir çelişkiyi ifade etmektedir. B.Ö. çok samimi olmamakla birlikte görüştüğüm bir devremdir. Herhangi bir husumetim yoktur. Ancak aramızda şöyle bir olay cereyan etti, ben gözaltına alındığım tarihte nezarette bulunurken B.Ö. de gözaltına alınmış ve başka bir nezarette imiş, bunu bana daha sonra kendisi benim bulunduğum nezarethaneye nakledildiği zaman söyledi. Ve bana ben önceki nezarethanedeyken ifade verdim, bana Kemal kod isimli kişinin ifadesini doğrular şekilde beyanda bulun, seni etkin pişmanlıktan faydalandıralım dediler. Bende Kemal kod adlı Ö.A.nın beyanını doğrular şekilde beyanda bulundum ancak içim rahat etmedi, seninle ilgili ben ailecek görüştüğünü ancak bu yapıyla ilgili olmadığını söyledim, ancak Ö.A.nın ifadesinde geçen diğer kişilerin ismini verdiğim için vicdan azabı yaşadım bu yüzden sana söyledim\" dedi. Bu konuşmayı yaptığımızda B.Ö. ile başbaşa idik. Bu konuşmaya kimse şahit olmadı. Ben örgüt elemanı olsaydım B.Ö. bana bunu söylemezdi. Aynı zamanda ben bunu öğrendikten sonra da örgüt elemanı olsaydım bende bununla ilgili örgüt elemanlarını ifşa ederdim. Ben örgüt elemanı değilim, bu yapının içerisinde hiç olmadım, B.Ö.yü doğruyu söylemesi halinde size aktardığım bu hususu teyit edeceğini düşünüyorum ancak doğru söyleyeceğini de düşünmüyorum.\" Konya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) duruşmanın 22/8/2017 tarihli celsesinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Tutuklu sanığa isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süre, toplanacak delillere sanığın etki etme imkan ve ihtimalinin bulunmaması, tutukluluğun tedbir oluşu nazara alınarak sanığın tahliyesine, sanık hakkında CMK'nın 109/3-a-b maddeleri gereğince yurt dışı çıkış yasağı ve haftanın pazartesi ve perşembe günleri ikametine en yakın karakola başvurmak suretiyle imza atma yükümlülüğü ile adli kontrol tedbiri uygulanmasına ... [karar verildi].\" Mahkeme bu duruşmada verdiği ara kararında bylock programına ait olduğu tespit edilen dokuz adet IP adresine başvurucuya ait telefon hattı ile giriş yapılıp yapılmadığının tespiti için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna müzekkere yazılmasına, başvurucu hakkındaki HTS analiz raporunun tanzimi için Konya KOM Şube Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan bilgi havuzunda son güncellenen hâliyle sanık hakkında örgüt üyeliğine ilişkin bilgi, belge bulunup bulunmadığı hususunun araştırılmasınakarar vermiştir. 19/4/2018 tarihli celsede müzekkerelere cevap verilmiş, bylock programına ait olduğu bildirilen dokuz adet hedef IP adresine doğru herhangi bir trafik kaydına rastlanılmadığı belirtilmiş, HTS analiz raporu ve veri inceleme raporu okunmuştur. 22/11/2017 tarihli Veri İnceleme Raporunda emniyet mahrem yapılanması soruşturması kapsamında ele geçirilen SD kartta tüm emniyet teşkilatında görev yapan personelin fişlendiği ve bu kapsamda her personele örgütün perspektifiyle çeşitli kodların verildiği belirtilmiştir. Bu belgede başvurucu B4 (FETÖ üyesi olan, sadakati ve bağlılığı olan ancak bazı konuları sorgulayan ve zaafı olan kişileri tanımlar) olarak kodlanmıştır. Başvurucu savunmasında; HTS kaydında isimleri bulunan kişilerin tamamınınresmî kurumlarda görev yapan kişiler olduğunu, bu görüşmelerin göreviyle ilgili görüşmeler olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca veri inceleme raporundaki bilgilerin herhangi bir açık kaynaktan elde edilebilecek bilgiler olduğunu, polis tarafından elde edilmiş istihbari bilgi olmadığını, başka bir soruşturma şüphelisinden ele geçen bu verilerin kasıtlı ve saptırma amaçlı olarak düzenlendiğini ileri sürmüştür. Dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney, B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30- Ayrıca Yargıtay Ceza Dairesinin 30/4/2019 tarihli ve E.2019/1522, K.2019/3075 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...yine sanıkla ilgili Emniyet Mahrem Yapılanması soruşturma kapsamında veri inceleme raporu bulunup bulunmadığı ilgili birimlerden sorulup bu rapora dayanak delilin elde edilişine ilişkin gizli tanık Garson'un beyanları ile CMK'nın maddesine göre alınan mahkeme kararı soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından araştırılıp getirildikten sonra duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulup, tüm deliller bir bütün halinde değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken...\" Yargıtay Ceza Dairesinin 13/3/2019 tarihli ve E.2018/4495, K.2019/1708 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Polis memuru olan sanıklar hakkında anılan örgütle ilgili diğer dava dosyalarında dinlenen gizli tanık garsondan elde edilen dijital veriler içeriği ilgili birimlerden sorularak düzenlenmişse veri inceleme raporu, bu rapora dayanak delilinelde edilişine dair gizli tanık Garson’un daha önce hakim huzurunda alınmış ifade tutanağı ve CMK’nın maddesine göre alınan mahkeme kararı soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından araştırılıp getirtildikten sonra sanıkların hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken ...\" Yargıtay Ceza Dairesinin 6/3/2019 tarihli ve E.2018/1733, K.2019/1494 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"1-Temyiz aşamasında UYAP ortamından dosyaya gönderilen Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'nün veri inceleme raporu ile bu rapora dayanak dijital materyalin ele geçirilmesine ilişkin mahkeme kararı ve gizli tanık Garson'un beyanlarının ilgili birimlerden getirtilerek CMK’nın maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunarak diyeceklerinin sorulması gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi,2-Kabul ve uygulamaya göre de ;a)Silahlı terör örgütüne üye olma suçu temadi eden suçlardan olup yakalanma ile temadi kesileceğinden, suç tarihinin gerekçeli karar başlığında \"2016\" yerine \"2016\" olarak yazılması, b)Sanığın örgütle iltisaklı okullara çocuklarını göndermesi, yine sanığın ikametinde ele geçirilen kitaplar ile sanığın geçirmiş olduğu idari soruşturma ve almış olduğu disiplin cezalarına karşı idare aleyhine açtığı davaların örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin vebu hususların da hükme esas alınamayacağının gözetilmemesi,c)Hazırlık aşamasında sanıktan el konulan LG Marka cep telefonunun ve bilgisayar harddisklerinin, münhasıran suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyalar olmadığı anlaşılmakla, sanığa iadesi yerine, koşulları oluşmadığı halde TCK'nın maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi,Bozmayı gerektirmiş ...\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/76785", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olduğu iddiasıyla 6/4/2017 tarihinde tutuklanan başvurucu, Elâzığ T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Başvurucu 19/9/2018 tarihli dilekçesiyle İnfaz Kurumuna müracaatta bulunarak belirlediği üç kişinin ziyaretçi olarak kabul edilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumu başvurucunun talebini reddetmiştir. 5/12/2018 tarihli kararın gerekçesinde; 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik (Ziyaret Yönetmeliği) hükümlerine göre ziyaretle ilgili hususların tutuklu/hükümlülere tebliğinden itibaren altmış gün içinde ziyaretçi listesinin İnfaz Kurumuna verilmesi gerektiği belirtilerek İnfaz Kurumu tarafından bahsi geçen durumun tek tek tebliği yerine duyuru şeklinde tebliğine dair 19/7/2018 tarihinde karar alındığı, bununla birlikte başvurucunun ziyaretçi listesini duyuru tarihi olan 19/7/2018 tarihinden itibaren altmış günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra verdiği ifade edilmiştir. Başvurucu, ret kararına Elâzığ İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) nezdinde itiraz etmiştir. İnfaz Hâkimliği başvurucunun ziyaretçi listesini altmış günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra verdiği gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı ise Elâzığ Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2019 tarihli kesin nitelikte kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûm edilen ve hapis cezası kesinleşen başvurucu hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10010", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, görevden uzaklaştırma kararının iptali talebiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Millî Eğitim Bakanlığında maarif müfettişi olarak görev yapan başvurucunun görev yaptığı süreçte Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) her türlü desteği sağladığı iddiaları sebebiyle 9/9/2016 tarihinde görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında Millî Eğitim Bakanlığının 27/9/2016 tarihli oluru ile inceleme ve soruşturma emri üzerine 31/10/2016 tarihli soruşturma raporu düzenlenmiştir. Soruşturma raporu sunucunda getirilen teklif uyarınca 10/11/2016 tarihli işlem ile başvurucu hakkındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılmıştır. Başvurucunun görevden uzaklaştırma kararının iptali talebiyle 8/11/2016 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davanın 10/10/2017 tarihinde reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun sosyal medya üzerinden FETÖ/PDY tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi ile ilgili olarak devlet aleyhine provokatif paylaşımlarda bulunması sebebiyle görevden uzaklaştırıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun hakkında başlatılan soruşturma sonucunda göreve iade edildiği, görevden uzaklaştırmanın yalnızca yürütülen soruşturma veya kovuşturma nedeniyle suç delillerinin ortadan kaldırılmasını engellemeye yönelik bir tedbir olmadığı, memurun işlediği ileri sürülen suçun niteliğine ve yürüttüğü görevin önemine göre görevin başında kalınmasının sakıncalı olduğu kanaatine varılan hâllerde kamu hizmetinin düzenli, sağlıklı bir şekilde yürütülmesini ve hizmetten yararlananların güven duygusunun sarsılmasının önüne geçilmesini amaçlayan geçici bir tedbir olduğu ifade edilmiştir. Gerekçede, başvurucu hakkında görevden uzaklaştırma tarihinden sonra soruşturmaya başlandığı ve isnat edilen suçlamanın niteliği dikkate alındığında dava konusu işlemde anılan yasal düzenlenmelere ve hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 4/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21624", "Başvuru Konusu":"Başvuru, görevden uzaklaştırma kararının iptali talebiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında aleyhe harca hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 10/10/1997 tarihinde açtığı hizmet kusurundan kaynaklı tam yargı davasında nihai karar 12/2/2019 tarihinde verilmiştir. Başvurucu ve diğer iki davacı aleyhine toplam 222,40 TL harca hükmedilmiştir. Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı, Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/2/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13381", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında aleyhe harca hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 20/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra Covid-19 tedbirleri kapsamında sürelerin durdurulduğu dönem dikkate alınarak 18/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18197", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde 11/2/2011 tarihinden beri tutuklu olduğunu ve 16 yıl hapis cezasına mahkûm edildiği davada adil yargılanmadığını belirterek anayasal haklarının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 3/12/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde eksiklikler giderildikten sonra Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 6/7/2010 tarihli iddianameyle başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 196 şüpheli hakkında cezalandırılmaları talebiyle dava açmıştır. İddianamede başvurucu, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs” etmekle suçlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19/7/2010 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkeme 11 Şubat 2011 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Dava sürecinde başvurucunun tahliye talebi üzerine veya re’sen incelemelerde tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. İtiraz üzerine mercii itirazları reddetmiştir. Davayı gören Mahkeme 21/9/2012 tarihinde açıkladığı kararda, başvurucunun müsnet suçtan mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri gereğince 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Hükümle birlikte verilen tutukluluk halinin devamı kararına karşı başvurucu 26/9/2012 tarihli dilekçeyle itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 28/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkında görülen dava başvuru tarihi itibariyle temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir;“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.Kanun yollarına başvurma hakkıMadde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/955", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde 11/2/2011 tarihinden beri tutuklu olduğunu ve 16 yıl hapis cezasına mahkûm edildiği davada adil yargılanmadığını belirterek anayasal haklarının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; bir İnternet sitesinde yayımlanan haber ve yazıların Mahkeme kararı ile İnternet erişiminin engellenmesi, Mahkeme kararının yeterli inceleme yapılmadan, savunma alınmadan ve gerekçe gösterilmeden verilmesi nedenleriyle ifade ve basın özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşlerini 25/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 1/4/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı beyanlarını 15/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; borsagundem.com (İnternet sitesi) alan adı ile yayında bulunan İnternet sitesinin sahibidir. Adı geçen İnternet sitesi, borsa ve sermaye piyasasındaki olay ve gelişmeler konusunda yayın yapan ve ekonomik meselelerin ele alındığı, yazıların yayımlandığı bir İnternet gazetesidir. İnternet sitesinde 30/7/2009 ile 16/5/2014 tarihleri arasında farklı başlıklar altında çok sayıda yazı ve haber yayımlanmıştır. Başvuruya konu edilen yazılardan 30/7/2009 tarihli ve “E.Ç. ile İlgili Şok İddianame” başlıklı yazı içeriğinde, E.Ç. isimli kişi hakkında düzenlendiği iddia edilen iddianame metninin ilgili Cumhuriyet savcılığı, tarih veya esas numarası belirtilmeden aktarıldığı, yazının başlığı dışında herhangi bir yorum veya değerlendirmenin bulunmadığı görülmüştür. 1/6/2010 tarihli ve “Spek Avcısı Çeto’dan Spek Analizi” başlıklı yazı içeriğinin borsada işlem yapanların oluşturduğu forum üyelerinin yazışmaları ve Çeto isimli forum üyesinin cevaplarından derlendiği anlaşılmıştır. Çeto isimli üyenin cevaplarının ilgili kısımları şöyledir: “İsimleri N.Ç. ve kardeşi E.Ç., Tokatlılar, ikisi de acımasız ve aç gözlü. Ege Seramik tahtasında bir dönem MÜBAREK KARDEŞLER’in gerçekleştirdikleri operasyonların namı yurtdışına taşmıştı. Hatta bu nam ile yurtdışından fonlar gitti, fonlar geldi. Sonunda MÜBAREK KARDEŞLER’in yarattığı hikâyeler ile Ege Seramik hisseleri tarihin en büyük işlem hacmini kırdı. Sonuçta ne mi oldu? Mübarek Kardeşler, hisseleri kendileri gibi mübarek olan ve daha önce bu tahtada operasyon yapan CAN KARDEŞLER’ine devredip, tahtadan çekildiler. MÜBAREK KARDEŞLER tahtadan çekilince Ege Seramik hisseleri sudan çıkmış balığa döndü. Uzunca bir süre kendine gelemedi. Ta ki, yediği kazığın etkisinden yavaş ve sancılı ayılan oyuncu bugünlerde tahtaya YILDIRIM gibi çakmaya başladı. Ve hisseler 0,35 lira seviyelerinden 0,55 lira seviyelerine yükseldi. Borsa kulislerinde bu oyuncunun Mübarek Kardeşler’e bildiği tüm duaları okuduğu konuşuluyor. Bizden söylemesi… Eğer Mübarek Kardeşler çarpılacak olursa nedenini Egeser tahtasına YILDIRDIM’lar yağdıran oyuncudan bulsunlar.İsimleri Beşiktaş hisseleriyle anılan Mübarek Kardeşler’in yeni bir hisseye yöneldiği iddia ediliyor. Son dönemde borsa kulisleri Mübarek Kardeşler’in ismiyle çalkalanıyor. Beşiktaş hisselerindeki sert yükselişle ismi anılan Mübarek Kardeşler’in, Reysaş hisselerine yöneldiği öne sürülüyor. Ran Lojistik’in yeniden halka arz girişiminde bulunmasıyla hareketlenen hissede 0,87 lira seviyesinden başlayan yukarı hareket 2,20 liraya ulaştı. Sektördeki yeni halka arz beklentisini kullandıkları öne sürülen Mübarek Kardeşler’in bir sonraki adımı bilinmez ama iki kardeşin ismiyle anılan hisseler sert yukarı hareketten sonra aynı hızda geri çekilmesiyle biliniyor. Reysaş’ın, Beşiktaş’ın nasıl yükselivediğini görüvediniz…Oldukça sert hareketlerle isminden son dönemde daha fazla söz ettirmeye başlayan Mübarek Kardeşlerin yöntemleri: İsimleri sık sık İhlas Grubu hisseleriyle anılan borsa yasaklısı kardeşlerin İhlas Grubu ile yollarını ayırdığı konuşuluyor. İddialara göre, grubun hisselerinde operasyon yaparken beklenmedik gelişmeler karşısında zarar yazan oyuncular, grubun da kendilerine sırt dönmesiyle hisselerden uzaklaşmış. Hatta kardeşlerin birinin büyük para kaybettiği, hesaplarının eridiği ve şu an geçmiş dönemdeki kredisini kullandığı iddia ediliyor. Her şeye rağmen ayakta kalma mücadelesi veren oyuncuların, şu an borsa dışında olan bir şirketini halka açık şirketiyle birleştirmek için mücadele eden bir patrona yaklaştığı öne sürülüyor. Grup, geniş bir kitle ile hareket ediyor. Her iki kardeşin de yaklaşık 10 kişilik bir ekibi yönettiği iddia ediliyor. Hemen hemen her akşam buluştuğu söylenen ekip, bir sonraki gün yapılacak operasyonun stratejisini belirliyormuş. Telefonla konuşmak yasakmış. İşlemler internet üzerinden yapıldığı için aracı kurum telefon kaydı olmayan oyuncular, yakayı ele vermiyormuş. Hesaplar arası virman ve EFT olmadığı için de Mübarek Kardeşler izlerini çabuk yok ediyormuş. Bir diğer iddia ise oyuncuların beklentisi olan hisseleri seçtiği ve gün sonunda pozisyon taşımamaya gayret ettiği yönünde… Yani gün içerisinde yoğun işlem yaparak hisseleri tavan seviyesine çeken oyuncular, gün sonunda kârı cebe atarak hisseden uzaklaşıyorlarmış. Bir hisseden günlerce işlem yapsalar dahi her gün aynı stratejiyi izliyorlarmış. Oyuncuların bu yüzden gün içerisinde mümkün olduğunca hisseyi yukarı çekip yatırımcılara bu seviyeden satmayı tercih ettiği öne sürülüyor. Mübarek Kardeşler’in yatırım stratejisi olarak kulislerde konuşulan yöntemler böyle.… Şimdi soruyoruz, manipülasyon yargılaması devam eden isimlerin Gözaltı Pazar’ında işlem gören bir şirkete ortak olması normal mi?” 28/5/2012 tarihli ve “İşte Manipülasyonun Belgesi” başlıklı haber içeriği şöyledir:“Geçmişte borsanın en fazla yasaklanan spekülatörleri listesinde üst sıralarda yer alan ve çok sayıda hissede yaptığı operasyonlarla ismini duyuran, hakkında onlarca manipülasyon davası açılan A.Yıldırım ile Mübarek Kardeşler arasında alacak verecek davasında önemli gelişmeler yaşanıyor. Ege Seramik hisselerinde Mübarek Kardeşler olarak bilinen oyuncularla anlaşan A. Yıldırım, hisseleri teminat olarak karşı tarafa vermiş. Yapılacak operasyondan büyük para kazanma hayali kurarken işler tersine dönünce hesapları altüst olan spekülatörler arasındaki kavga mahkemeye taşınmış. … Mahkeme kayıtları ve hesaplara virmanlanan hisseler sabit. Ayrıca A. Yıldırım, bu hisselerden yasak alan bir isim. O dönemde Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Ege Seramik hisselerinde A. Yıldırım’a yasak getiriyor ve suç duyurusunda bulunuyor.… davanın İMKB’de son dönemdeki bir çok operasyona ışık tutacak bir özelliğe sahip olduğu belirtiliyor. A. Yıldırım ve Mübarek Kardeşler arasında yapılan ihbarlar ve açılan davalar, manipülasyon hazırlığının belgesi olarak görülüyor.” 20/6/2012 tarihli ve “Mübarekleri Şoke Edecek Belgeler” başlıklı haber içeriğinin ilgili kısımları şöyledir:“Mübarek Kardeşler’in hesabına virmanlanan Ege Seramik hisseleriyle ilgili ihtilafın yargıya taşındığını daha önce yazmıştık. Borsagundem.com’un haberini yalanlayan ve ‘Hakkımızda açılmış böyle bir dava bulunmuyor.’ diyen Mübarek Kardeşler’i şoke edecek belgeleri yine borsagundem.com ele geçirdi. … Bu süreç Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 2011/631 dosya numaralı dava ile devam ediyor.” [devamında dava dilekçesinin içeriğindeki iddia ve talepler aktarılıyor] 21/6/2012 tarihli ve “Mübarek Değil, Vicdansız Kardeşler” başlıklı haber içeriği şöyledir: “Borsagundem.com’a mail atan, yorum yazan yatırımcılar, piyasanın en büyük spekülatörleri konumuna gelen Mübarek Kardeşler isminin değişmesini istiyor. … Manipülasyon suçlamasıyla hâkim karşısına çıkan, spekülatörler arası hisse virmanında anlaşamadıkları için haklarında dava açılan Mübarek Kardeşler isminin Vicdansız ya da Hayırsız olarak değiştirilmesi talep ediliyor. Ceylan ve Ataç hisselerinde yapılan işlemlerin kardeşlere ait olduğunu öne süren bir yatırımcının borsagundem.com’a gönderdiği yorum şöyle: Sayın Borsa Gündem yönetimi, bu kişilerin E.Ç., N.Ç. ve Ç. kardeşlerin küçük yatırımcılara yaptığı zulüm ve aldatmalardan sonra isimleri Vicdansız Kardeşler olması gerekir.” 24/2/2014 tarihli ve “Manipülatör E.Ç.’nin Kervansaray İşlemleri” başlıklı haber içeriğinin ilgili kısımları şöyledir: (10) “Her dönem spekülatif hareketlere sahne olduğu için borsa tarihine geçecek hisselerden biri olan Ceylan Giyim, 1 liradan 9 liraya yükseldi, tekrar 1 liraya düştü. S.S.’ye satılan şirketin ismi Kervansaray Yatırım Holding olarak değiştirildi. Sermayesi ise bedelli, tahsisli sermaye artırımları ve birleşmelerle 6 milyon liradan yaklaşık 600 milyon liraya yükseltildi. Bu süreçte hissede E.Ç.’in işlem yaptığı ortaya çıktı. Hisse, 1 liradan 9 liraya yükselip daha sonra yeniden 1 liraya düşerken en yoğun işlemleri yapan E.Ç., manipülasyon suçlamasıyla hapis cezası yemiş bir isim. Hapis cezası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması karıyla ertelenmiş. …Sert fiyat hareketlerine sahne olan Kervansaray Yatırım Holding (Ceylan Giyim) hisselerinde neler olduğunu net olarak görebilmek için 2011 yılında yani hisselerin 1 lira seviyesinden 9 liraya doğru başlayan yükselişte kimlerin işlem yaptığına bakmak gerekiyor. 2012 – 2012 tarihleri arasında en fazla işlem gerçekleştiren ilk 10 isim şöyle: …. [İsimlerin] ortak özellikleri ise, söz konusu yoğun işlemlerin yapıldığı yani hissenin sert yükselip düştüğü dönemin başında ve sonunda hesaplarında hisse bulunmaması. Hemen hemen aynı dönemde alıp aynı dönemde satmışlar. …Yatırımcıların artan tepkisi karşısında aracı kurumlar yatırımcıları uyaran raporlar yayınlıyor. Gedik Yatırım tarafından hazırlanan analiz raporunda hissede devam eden ortak satışlarına yenilerinin eklenebileceğine dikkat çekilerek Kervansaray için ‘Uzak Dur’ önerisinde bulunuluyor.” 27/2/2014 tarihli ve “Manipülatör E.Ç.’nin İki Aylık İşlemleri” başlıklı haberin ilgili kısımları şöyledir:“Borsagundem.com, hisse senetlerinde yaşanan sert fiyat hareketlerinin perde arkasındaki işlemleri gündeme taşımaya devam ediyor. Borsagundem.com’u telefonla arayan yatırımcılar, Kervansaray hisselerinde yaşanan fiyat hareketleri benzeri işlemlerin İhlas Gazetecilik hisselerinde de yaşandığını belirtiyor. 2010 yılında 1,5 lira seviyesinden halka açılan hisseler 4 liraya kadar yükseldikten sonra sürekli değer kaybederek 26/02/2014 tarihi itibarıyla 0,45 lira oldu. Şirketin fiyat hareketine neden olacak özel durum açıklaması bulunmamasına rağmen yaşanan düşüş, yatırımcılar cephesinde büyük tepki topluyor. Çünkü 2011 yılı Mart ayında 4 bin liralık hisse alan bir yatırımcı, parasının 3 bin 600 lirasını kaybetmiş durumda. 18 Şubat 2014 tarihinde açıklanan 2013 yılı konsolide olmayan gelir tablosuna göre şirketin 1 milyon lira zarardan 2,2 milyon lira kâra geçmesine rağmen hisselerde düşüşün devam etmesi tepkilerin artmasına neden oluyor. Peki, bu kadar hızlı değer kaybeden hissede kimler işlem yaptı, ne kadar para kazandı? 06/10/2010 – 06/12/2010, yani halka arz sonrası hissede yoğun işlemlerin olduğu, sert fiyat hareketlerinin yaşandığı iki aylık işlemler incelendiğinde, karşımıza tanıdık isimler çıkıyor. …Söz konusu tarihler arasında en fazla fiyat değişimi gerçekleştiren yatırımcıların başında yine E.Ç. yer alıyor. …Fiyat yükseltici alış işlemi gerçekleştirenlerin başında yine E.Ç. yer alıyor. …En fazla kendinden kendine işlem yapan yatırımcılar, bu tabloda da ortak isim E.Ç.. Ç., incelemenin yapıldığı iki aylık dönemde 13 milyon 986 bin 670 adet alış, 12 milyon 992 bin 818 adet satış işlemi gerçekleştirmiş. Manipülatör Ç., bu dönemde 2 milyon 185 bin 943 adet kendinden kendine işlem gerçekleştirmiş. Kendinden kendine yoğun bir şekilde işlem yapan diğer isimler ise E.Ü., B.G., G., G.Ü.. Kendinden kendine işlem yapanların toplamı ise 5 milyon 63 bin adet. …İnceleme kayıtlarında kendinden kendine işlemlerle ilgili şu ayrıntı dikkat çekiyor: … İncelemede, kendinden kendine yapılan işlemlerin manipülasyon için kullanılan klasik bir yöntem olduğu vurgulandıktan sonra önemli bir noktaya daha dikkat çekiliyor. Emir iptalinin koşulsuz olarak kaldırılmış olmasına rağmen yatırımcı ve yatırımcı grubun bu haklarını kullanmayarak aracı kurumlara komisyon ödeyerek bu işlemleri yapmasının da iktisadi bir mantığı olmadığı belirtiliyor. …” 3/3/2014 tarihli ve “Manipülatör E.Ç. Ayrıcalıklı mı?” başlıklı haberin ilgili kısımları şöyledir:“Borsanın en çok düşen hisselerinde Ç. kardeşlerin işlem yaptığının ortaya çıkması yatırımcılar cephesinde büyük tepkiye neden oluyor. Ç. kardeşlerin işlem yaptığı bazı hisseler 4 liradan 0,40 kuruşa, 9 liradan 0,38 liraya kadar düşüş gösterdi. Borsagundem.com’un ortaya çıkardığı kayıtlar, borsanın yeni gündemi haline geldi. Telefonla arayan, yorum gönderen yatırımcıların tepkileri çığ gibi büyüyor. Bu hisselerde mağdur olan yatırımcılar, ‘Manipülatör E.Ç. ve kardeşleri ayrıcalıklı mı?’ diye soruyor. İşte ortaya çıkan işlem kayıtlarıyla ilgili haberlerden sonra gelen yüzlerce yorumdan, şok iddialardan bazıları: ‘-Manipülatör patronları gizli bir el çok iyi koruyor. Bu güne kadar yaptıklarına, çok uç düzey işlemlere bir bakın, hiç kimse dokunmamış bunlara.’,‘Bu olayları burada konuşup başkalarını suçlayıp yazdıkça ve önlem almadıkça manipülatörler K.Y. üzerinden kazanmaya devam edeceklerdir. Böyle hisseleri almasınlar ki manipülatörler de kendi kendileri ile işlem yapsınlar. Finansal okuryazar ve taktikleri olan yatırımcı olalım.’…” 24/3/2014 tarihli ve“35 Kuruşluk Manipülatör E.Ç.” başlıklı haberin ilgili kısımları şöyledir:“… Altınyağ’ın yönetim kurulu başkanı E.Ç. bu anlamda borsanın en önemli isimlerinden biri. Manipülasyon suçundan 2 yıl hapis cezası alan Ç. hakkında mahkeme hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı veriyor. E.Ç. ve abisi N.Ç., 2499 sayılı yasaya muhalefet ve Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/1-A (1-2-3) maddesinde yer alan manipülasyon, içeriden öğrenenlerin ticareti ve sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek yalan yanlış mesnetsiz bilgi verme, haber yayma, yorum yapma suçlarını işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçundan yargılanmaya devam ediyor. …Bu arada Ç., halka açık şirketleri alıyor, satıyor, yönetiyor, borsadaki diğer hisselerde yoğun işlemler yapıyor. E.Ç.’nin elinin değdiği hisseler önce hızlı bir şekilde yukarı gidiyor, ardından ortak satışları geliyor ve sert düşüş kuruşlu seviyelere kadar sürüyor. Bedelli sermaye artırımları, ortak satışları da bu hisselerde yaşanıyor. Aynı şekilde yüzde 36 oranında hissesini elinde bulundurduğu Altınyağ’da 80 kuruş. Hepsi nominal değerin çok çok altında. Gözaltı Pazarı’nda olan, 1,5 liradan 17 liraya kadar yükselen Gen Yatırım Holding hisselerinin 1 milyon 250 bin adedinin manipülatör E.Ç.’ye devredilmesi yatırımcılar cephesinde sorgulanmaya başladı. …” 11/4/2014 tarihli ve “Manipülatör E.Ç.’nin Genpower Planı” başlıklı haberin ilgili kısmı şöyledir:“Normal yollardan halka açılmayan Genpower Jeneratör’ü borsaya taşıma girişimi sürüyor. Yüksek miktarda vergi ve banka borcu bulunan, bankalardan kredi bile alamayan Genpower Jeneratör neden halka açık bir şirketle birleştirilerek, yatırımcıların bu borçlara ortak olması isteniyor? Benzer bir uygulama Kervansaray Yatırım Holding’de uygulandı. 93 kuruş seviyesinden yapılan birleşme sonrası hisseler 35 kuruşa kadar düştü. Şirketin zararı da 206 bin liradan 62 milyon 861 bin liraya yükseldi. …Geçen yıl bu zamanlar ismi Mustafa Yılmaz Yatırım Ortaklığı olan şirket satıldıktan hemen sonra Nisan 2013 sonunda ismi İCG Yatırım Holding olarak değiştirildi ve birkaç gün sonra da manipülatör E.Ç.’ye satıldı. Ç. de 4 ay gibi kısa bir süre sonra bu hisseleri Genpower’in patronu U.’ya sattı. Hala ödenmeyen satış bedeli olarak da kayıtlara 6 milyon seviyesinde bir rakam geçti. Bu gün bu tutar 8 milyon liraya ulaşmış gözüküyor. 15 Mayıs 2014 tarihine kadar ödeme vadesi konulan bu borca karşılık U., Genpower’da sahip olduğu 1 TL bedelli toplam 12 milyon TL değerinde 12 milyon adet hissesini İCG Holding’in büyük ortakları yani manipülatör E.Ç. lehine rehin verdi. Devir işlemi biter bitmez halka açık İCG Holding, Genpower’a sermaye avansı olarak 11 milyon lira transfer etti. Sattığı şirketin parasını 4 kez yapılan öteleme nedeniyle alamayan E.Ç.’ye son olarak 1 milyon 250 bin adet Gen Yatırım Holding hissesi verildi. Bu arada Gen Yatırım hisseleri de son bir yılda 1,5 lira seviyesinden 20 lira seviyesine kadar yükseldi. E.Ç.’nin abisi N.Ç. de Latek Holding ile birleşme çalışmaları yapıldığı dönemde Genpower Jeneratör’e yüzde 6,9 oranında ortak olmuştu. Ç. kardeşlerin paralarını kurtarmak için birleşmede ısrar ettikleri söyleniyor. Kervansaray Yatırım Holding’de olduğu gibi birleşme sonrası halka açık konuma gelen hisselerin piyasada satılacağı, yeni ikincil halka arz yoluyla yüksek miktarda para toplamayı planladıkları iddia ediliyor. …Büyük sorunlarla karşı karşıya olan Gepower’ın borsaya taşınma işlemlerinde ise Ç. kardeşlerin ismi hep ön planda. Abi N.Ç. zaten Genpower’ın ortağı. E.Ç. ise İCG Yatırım Holding’i U.’ya satıp parasını alamayan borsa manipülatörü. E.Ç.’nin de sabıkası çok kabarık. E.Ç., manipülasyon suçlamasıyla hapis cezası yemiş bir isim. Hapis cezası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla ertelenmiş. Yine aynı şekilde borsada manipülasyon yaparak haksız kazanç sağladıkları iddiasıyla açılan davada 2 yıl hapis cezasına çarptırılan Ç.’nin dosyası Yargıtay’dan dönmüş ve zamanaşımına uğramıştı. …” 24/4/2014 tarihli ve “Manipülatör E.Ç.’nin Hiç mi Suçu Yok?” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“Borsagundem.com’un gündeme taşıdığı Kervansaray Yatırım Holding ile ilgili olarak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) önemli kararlara imza atıyor. Öncelikle S.S. hakkında suç duyurusunda bulunan SPK, Haftalık Bülten’de çağrı yapmayan Z.T.’ye ağır para cezası uygulama kararı aldı. … SPK’nın son kararları yatırımcılar cephesinde ‘Artık yapanın yanına kalmayacak’ şeklinde yorumlara neden oluyor. Şimdi gözler 1 liradan 9 liraya yükselip daha sonra 35 kuruşa düşen hisselerde yapılan işlemlere çevrildi.Ceylan Giyim olarak bilinen Kervansaray Yatırım Holding bu günlere nasıl geldi? Sermayesi bedelli, tahsisli artırımları ve birleşmelerle 6 milyon liradan yaklaşık 600 milyon liraya yükseltilen bu şirkette manipülatör E.Ç.’nin ismi ön planda. E.Ç., manipülasyon suçlamasıyla hapis cezası yemiş bir isim. Hapis cezası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması karıyla ertelenmiş. …” 24/4/2014 tarihli ve “E.Ç.’nin Finansörü H.Ş. mi?” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“‘Yirmi beş yıl top oynadım benim o kadar param yok’ diyen H.Ş.’nin borsada milyonları yönetin manipülatörlerle işbirliği içerisinde olduğu iddia ediliyor. … SPK denetiminde ortaya çıkan detaylara göre, borsa operasyonunda H.Ş.’nin hesaplarında yüzbinlerce hisse senedi alınıp satılıyor. Denetleme raporunda H.U.A., E.Ç., N.Ç., Ç., …ve H.Ş. tarafından Akın Tekstil hisse senetlerinde gerçekleştirilen işlemler, grup işlemleri olarak değerlendiriliyor. … Akın Tekstil hisselerinin 1 lira seviyesinden 5 liraya kadar yükselerek daha sonra kısa sürede yeniden 1 liraya kadar düştüğü dönemde, H.Ş.’nin desteklediği manipülasyon grubunun büyük rant elde ettiği raporlara yansıyor. …SPK’nın isimlerini sıraladığı grupta yer alan E.Ç. ve N.Ç.’nin H.Ş. destekli olduğu öne sürülen operasyondan kazandıkları paralarla halka açık birkaç şirketi ele geçirdiği ileri sürülüyor. Daha sonra da borsada çok sayıda operasyona imza atan grup üyelerinden E.Ç. ve N.Ç.’nin bu işlemlerden büyük paralar kazandığı yine SPK raporlarında yer alıyor. E.Ç.’nin hisselerini ele geçirdiği şirketlerle birlikte borsada 100 milyon liralık bir portföyü yönettiği söyleniyor. Ç.’nin hisselerini ele geçirdiği borsada işlem gören Altınyağ Kombinaları’nın piyasa değeri yaklaşık 50 milyon lira. … Yaklaşık 5-6 yıl önce maaşlı eleman olarak çalışan bu isimler, bugün 100 milyon liraya yakın varlığı yönetiyor. …” 28/4/2014 tarihli ve “Ç. Kardeşler Köşeye Sıkıştı” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“Borsa İstanbul’un teknik iflas uyarısı yaptığı Genpower Holding, Cuma günü KAP’a yaptığı açıklamayla Genel Kurul’u iptal ettiğini duyurdu. … Genel Kurul’da şirketin sermayesi 11 milyon lira artırılarak 96 milyon liraya yükseltilecekti. …Bu arada aynı senaryo kısa bir süre önce Gen Yatırım Holding’de tekrarlanmıştı. Yönetim Kurulu sermayeyi 10 milyon liradan 16 milyon liraya yükseltme kararı aldı. Kısa bir süre sonra bu kararı iptal ettiğini açıkladı. Genpower’da olduğu gibi Gen Yatırım Holding’de de Genel Kurul toplantısı iptal edildi. Bu karar, piyasalarda Ç. kardeşleri köşeye sıkıştıran önemli bir gelişme olarak yorumlandı. Çünkü, İCG Yatırım Holding’i Genpower’a satan manipülatöre. Ç.’nin, kez ötelenen alacağı da yeni bir öteleme riskiyle karşı karşıya kaldı. …Genpower Holding’de bedelli sermaye artırımı ötelenirken aynı şekilde Genel Kurul toplantısı iptal edilen Gen Yatırım Holding’in de bilanço usulsüzlükleri nedeniyle başı belaya girmiş durumda. Borsa İstanbul yönetimi 16 Nisan 2014 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında, şirket bilançolarında usulsüzlükler ve gizli hisse devirleri ortaya çıkardı. …Gözaltı Pazarı’nda işlem gören Gen Yatırım Holding’in 31 Aralık 2013 tarihli bağımsız denetim raporunun dipnotlarında konsolide bilanço ve özkaynaklarını etkileyecek seviyede hatalar bulundu. E.Ç. ile U. arasındaki pay devir protokollerinin kamuya gecikmeli olarak açıklandığı tespit edildi. …Bu arada manipülatör E.Ç.’ye, sattığı şirketin parası ödenmeyince Gen Yatırım Holding’in 1 milyon 250 bin adet hissesi rehin olarak verildi. Bu karadna sonra hisselerde yükseliş hızlandı. …” 5/5/2014 tarihli ve “E.Ç. Kayıplara Karıştı” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“Manipülatör E.Ç.’den 4 gündür haber alınamadığı yönündeki söylentiler borsa kulislerinde hızla yayılıyor. İddialara göre Londra’ya kaçmış. …Ç. ’nin yurtdışına yerleşme kararında mahkemenin manipülasyon suçundan verdiği 2 yıl hapis cezasının etkili olduğu söyleniyor. E.Ç., İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin E.2009/110 sayılı dosyası üzerinden açılan kamu davasında, Mahkeme’nin 2009 tarih ve 2009/925 sayılı kararı ile sanıkların mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmişti. Ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği için Ç. hapse girmemişti. Ç.’nin yeniden suç işlemesi halinde bu karar da ceza olarak kesinleşecek. Süre ise bu yılın sonunda doluyor. Ç.’nin hakkında açılmış çok sayıda dava olduğu biliniyor.Tefeciye olan borç yüzünden mi kaçtı? Kulislerde bu yüzden kaçmış olabileceği iddiaları konuşuluyor. …” 16/5/2014 tarihli ve “Savunma İsteminde Manipülatör E.Ç.” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“Kurul [SPK], İhlas şirketleri ve hisselerde işlem yapan 9 kişiden savunma istedi. Bu isimlerden bazıları ile manipülatör E.Ç. ilişkisi dikkat çekti. …H.Ö. tanıdık bir isim, manipülatör E.Ç.’nin ortağı. İCG Yatırım Holding’i H.Ö. ve manipülatör E.Ç. ile birlikte (Gen Yatırım Holding) U.’ya sattılar. …Savunma istenilen diğer hesapların da E.Ç.’ye ait olduğu öne sürülüyor. …Borsa çevrelerinde İhlas hisseleri yıllardır E.Ç. ismiyle anılıyor. Zaten Ç. kardeşler, İhlas Grubu’nda gazete dağıtıcılığıyla işe başlamışlar, borsaya bulaşınca da bir anda büyük bir servet sahibi olmuşlar. Ancak haklarında manipülasyon suçlamasıyla çok sayıda soruşturma ve inceleme yapılmış. Elini vurduğu hisse kuruşlu rakamlara düşen E.Ç. ise manipülasyon suçundan hapis cezası yemiş birkaç isimden biri. Ç. ’nin, Asliye Ceza Mahkemesinde devam eden bir manipülasyon davası daha bulunuyor. …Hakkında devam eden başka davalar da bulunan E.Ç.’nin, Londra’ya taşınma telaşının bu yüzden olduğu ileri sürülüyor. E.Ç., borsada en kirli sicile sahip isimlerin başında yer alıyor. …” 26/5/2014 tarihli ve “Manipülatör E.Ç. İsmi Ağır Ceza’da” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“Borsagundem.com sermaye piyasalarında şok etkisi yapacak önemli bir bilgiye ulaştı. Borsada oldukça kirli bir sicile sahip olan ve son dönemde evini Londra’ya taşıma telaşına girdiği ileri sürülen E.Ç.’nin ismi, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde ortaya çıktı. …Manipülasyon suçundan iki yıl hapis cezası alan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlaştırıldığı için cezası ertelenen E.Ç., başta manipülasyon olmak üzere başka davalardan da yargılanmaya devam ediyor. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden dava ile ilgili ayrıntılar ve E.Ç.’nin borsada işlediği iddia edilen suçlarla ilgili geniş bir dosya açıyoruz. …Yılın yazı dizisi yarından itibaren Borsagundem.com’da…” 27/5/2014 tarihli ve “Manipülatör Ç.’nin Saklamaya Çalıştığı Sırları” başlıklı haberin ilgili ve yukarıdaki haberlerden farklı kısımları şöyledir:“Borsa Gündem E.Ç. dosyasını açıyor. Manipülatör E.Ç.’nin ismi Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nde ortaya çıktı. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde 2011/407 esas numaralı dosya üzerinden devam etmekte olan yargılamanın türü; mali kaçakçılık ve sahtecilik (belgede sahtecilik). … Ağır Cezada yargılanıyor olması ve hakkında devam eden manipülasyon davası, yatırımcılar tarafından daha fazla merak edilen bir kişi olmasına neden oluyor. …E.Ç. borsaya gönderdiği açıklamada 1975 Konya doğumlu olduğunu ve çalışma hayatına İhlas Holding bünyesinde başladığını belirtiyor. Nüfus cüzdanında ise doğum yeri Tokat diye yazıyor. … Borsaya yaptığı beyan ile nüfus cüzdanı kayıtları arasında bir çelişki söz konusu. …Bu arada Altınyağ Kombinaları’nın izahnamesinde yönetimde söz sahibi olan personelin yönetim ve uzmanlık deneyimleri hakkında bilgi bölümünde sadece ‘E.Ç., İhlas Holding bünyesinde görev almıştır’ diye yazıyor. Hangi görevleri üstlenmiş, hangi okullarda okumuş, kaç yılları arasında İhlas Grubu’nda çalışmış şeklindeki detaylara yer verilmiyor. E.Ç., geçmişiyle ilgili gizlediği için halka açık şirketin hisselerini elinde bulunduran yatırımcılar açısından gizemli bir isim olarak görülüyor. …” Haberlerde adı geçen “Kervansaray Yatırım Holding”, “Genpower” ve “Gen Yatırım Holding” hisseleri borsaya kote edilmiş şirketler; “Ç.” ise aracılık hizmetleri yürüten kardeşlerin soyadıdır. Söz konusu haberlerde Kervansaray Yatırım Holding’in 2011 yılında Gen Yatırım Holding’in 2013 yılında ve Genpower Şirketinin 2014 yılında halka arz edilerek borsaya giriş yapmasından haberlerin yayımlandığı tarihe kadar geçen süreçte şirketlerin halka açıklık oranlarındaki değişimler ile şirket hisselerinin fiyatlarındaki artışlar ve azalışlar analiz edilmiştir. Söz konusu haberlerde şirketlerinin halka arz işlemlerindeki bazı hesap hareketlerine dikkat çekilmekte ve şirket hisselerinin mevcut değerlerinin halka ilk arz tarihinden daha aşağıda olması ve bedelli veya tahsisli sermaye artırımıyla şirket büyürken hisse değerlerindeki sert düşüşler yaşanması şüphe ile karşılanmaktadır. Haberlerde ayrıca Ç. kardeşlerin haberlerin yayımlandığı tarihte borsada hileli yönlendirme yapan bir örgüte üye olmaktan yargılandığı iddia edilmektedir. Haberde son olarak adı geçen şirketlerin bazı varlık alımları ve sermaye artırımları sıralanmakta ve şirketlerden yapılan bazı açıklamalarla birlikte analiz edilmektedir. Söz konusu haberde adı geçen aracı E.Ç. haberlerin itibar kaybettirme amaçlı, iftira ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu iddiasıyla İstanbul Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak toplamda 25 adet olan içeriklerin yayından çıkartılmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi 28/5/2014 tarihli ve 2014/677 Değişik İş sayılı kararıyla yayın içeriklerinin haber değeri taşıdığı ve kişilik haklarının ihlal edilmediği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Yayın içerikleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde; talepte bulunanında sanık olarak yer aldığı birçok kişi hakkında Sermaye Piyasası Yasasına Muhalefet, çıkar amaçlı suç örgütü kurma, örgüte üye olma, manipülasyon suçlamaları ile ilgili olarak hakkında çeşitli mahkemelerde açılmış olan kamu davaları, bu davalardaki suçlamalar ile talepte bulunanın savunmasına yönelik açıklama ve beyanlar ile mahkumiyet almış olduğu davalara ilişkin açıklamalara yer verildiği, talepte bulunan hakkında kamu davası açılması ile olayın alenileştiği ve basın tarafından da kamuoyuna aktarılmasının olağan olduğu, yayın içeriklerinin haber değeri taşıdığı dolayısıyla kişilik haklarının ihlal edilmediğinden bahisle talebin reddine dair karar vermiştir.” Söz konusu karara yapılan itiraz, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 8/7/2014 tarihli ve 2014/932 Değişik İş sayılı kararıyla değerlendirilmiş ve itirazın kısmen kabulü ile 25 adet içerikten 18 tanesine erişimin engellenmesi yönünde kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Talep konusu yayınların içeriği incelendiğinde; talepte bulunan hakkında kullanılan ve kesin kanaat oluşturan suçlayıcı nitelendirmelerle kamuoyunda usulsüz ve hukuka aykırı eylemler gerçekleştiren ve suç işleyen kişi olduğu şeklinde bir algı yaratılmış ve kamuoyu da inanmaya teşvik edilmiştir. Hem kamuoyu yanlış yönlendirilmiş hem de lekelenmeme hakkı zedelenmiştir. Yazı konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık unsurunu taşımadığı, talepte bulunanın içsel değere ve kamuoyu nezdindeki şeref ve saygınlığına saldırıda bulunarak hukuka uygunluk ve eleştiri sınırının aşıldığı, küçültücü değer yargısı içermesi nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin içeriklere erişimin engellenmesi talebinin reddine ilişkin değişik iş kararına yapılan itirazın kabulüne, kararın kaldırılmasına dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” İtirazın kısmen kabul kısmen reddi kararı başvurucuya 5/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un “İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı” kenar başlıklı maddesinin 6/2/2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmeden önceki hâli şöyledir:“(1) İçerik nedeniyle hakları ihlâl edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır.(2) Talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişi onbeş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.(3) Sulh ceza hâkiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır.(4) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanır.” 5651 sayılı Kanun’un “İçeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi” kenar başlıklı maddesinin 6/2/2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmiş hâli şöyledir: “(1) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir.(2) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer sağlayıcısı tarafından en geç yirmi dört saat içinde cevaplandırılır.(3) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hâkim bu maddede belirtilen kapsamda erişimin engellenmesine karar verebilir.(4) Hâkim, bu madde kapsamında vereceği erişimin engellenmesi kararlarını esas olarak, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verir. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemez. Ancak, hâkim URL adresi belirtilerek içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlalin engellenemeyeceğine kanaat getirmesi hâlinde, gerekçesini de belirtmek kaydıyla, internet sitesindeki tüm yayına yönelik olarak erişimin engellenmesine de karar verebilir.\" ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14965", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir İnternet sitesinde yayımlanan haber ve yazıların Mahkeme kararı ile İnternet erişiminin engellenmesi, Mahkeme kararının yeterli inceleme yapılmadan, savunma alınmadan ve gerekçe gösterilmeden verilmesi nedenleriyle ifade ve basın özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından başvurunun Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Askerî hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 21/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 24/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle eğitim hayatı boyunca ve meslek hayatına başladıktan sonra FETÖ/PDY ile hiçbir bağının olmadığını, görev yaptığı sürece örgütle ilgili bir karar vermediğini ve darbe teşebbüsü ile hiçbir ilgisi olmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık 24/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Hâkimlik tarafından aynı gün yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu sorguda Savcılıkta verdiği ifadeye benzer beyanlarda bulunmuştur. Hâkimlik 24/7/2016 tarihli sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"... şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin gösteren; somut delillere göre soruşturmanın henüz tamamlanmadığı şüphelinin üzerine atılı suçun temadi eder nitelikte suçlarda olduğu, şüpheli hakkında delillerin henüz toplanmadığı, şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin mevcut olduğu , açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulanmasının da yetersiz kalacağı, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100/2-11 maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK 161/9, 357 Sayılı yasanın 28/2 maddesi hükümlerine göre CMK'nın Maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS Maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK'nın maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, itirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Başsavcılığın 22/8/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/95 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 19/3/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 27/3/2018 tarihinde reddedilmiş ve karar 18/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 24/1/2020 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan başvurucuyu müebbet hapis cezasına mahkûm etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Başvurucunun hükmen tutukluluğu devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§19- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10739", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilerek başvurunun tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan bir soruşturma kapsamında 2/3/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 10/3/2020 tarihinde başvurucuyu suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, nitelikli dolandırıcılık, nitelikli yağma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı 16/3/2020 tarihli itiraz, Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 23/3/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun 7/4/2020 ve 5/5/2020 tarihli tahliye talepleri Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 9/4/2020 ve 5/5/2020 tarihli kararlar ile, 6/5/2020 tarihli tahliye talebi ise Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihli kararı ile dosya üzerinden incelenerek reddedilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu 6/4/2020 tarihinde Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince, 5/5/2020 ve 3/6/2020 tarihlerinde ise Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince \"şüpheli sayısının oldukça fazla ve birden fazla cezaevinde olmaları, corona virüs salgını nedeni ile ceza evi segbis salonunda toplu halde hazır edilmelerinin mümkün olmaması, şüphelilerin aynı anda hazır edilmeleri açısından SEGBİS ve fiziki şartların elverişsiz olması, şüphelilere atılı eylemler ayrı ayrı olsa da atılı suçların yer, zaman birlikteliği ve suç niteliklerinin aynı olması\" gerekçeleriyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca dosya üzerinden incelenmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun 5/5/2020 tarihli karara yaptığı itirazlar Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince 18/5/2020 ve 27/5/2020 tarihlerinde, 3/6/2020 tarihli karara yaptığı itiraz ise yine Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince 12/6/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 15/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 29/6/2020 tarihli tahliye talebinin de Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince aynı tarihte dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu reddedildiği anlaşılmaktadır. Başsavcılık soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu değerlendirerek 30/6/2020 tarihinde başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Bunun üzerine Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte sabit ikametgâh sahibi olduğu, suç vasfının değişme ihtimalinin bulunduğu ve tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Bununla birlikte Hâkimlik, başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının yasaklanması adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir. Başsavcılık 16/10/2020 tarihinde başvurucu hakkında kamu davasının açılması için Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 4/11/2020 tarihli iddianamesiyle başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, nitelikli dolandırıcılık, nitelikli yağma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kasten yaralama, mala zarar verme ve yalan tanıklık suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianame Mahkeme tarafından kabul edilerek E.2020/490 sayılı dosya üzerinden kovuşturma evresi başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kovuşturma evresinde derdesttir. A. İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutukluluğun incelenmesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 3713 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:\"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.” 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:\"(1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. (2) Aşağıdaki süreler bu maddenin kapsamı dışındadır:a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri.b) 5271 sayılı Kanunda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.c) 6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler. (3) 2004 sayılı Kanun ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar kapsamında;a) İcra ve iflas daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilan edilmiş olan satış gününün durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflas dairelerince satış günü verilir. Bu durumda satış ilanı sadece elektronik ortamda yapılır ve ilan için ücret alınmaz,b) Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilir ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir,c) Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder,ç) İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır. (4) Durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları;a) Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu,b) İlk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu,c) Adalet hizmetleri bakımından Adalet Bakanlığı,belirler.\"B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez. Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir ...” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2013 tarihli dava dilekçesi ile müvekkilinin silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 14/04/2012 tarihinde yakalandığını, üç gün gözaltında tutulduğunu, daha sonra 2012 tarihinde çıkarıldığı ... Özel yetkili (Mülga CMK. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesi sonrası, tutuklanma talebiyle sevk edildiği (CMK Madde ile görevli) ... Ağır Ceza Mahkemesi Hakimliği'nce 2012 tarih ve 2012/35 sorgu sayılı karar ile tutuklanıp ... tipi Cezaevine gönderildiğini ve daha sonra müvekkili hakkında tutuklandığı suç dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK Madde ile görevli)'ca hazırlanan 12/04/2013 tarih, 2013/174 sayılı iddianame ile ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında kamu davası açıldığını, ilk duruşmaya 22/08/2013 tarihinde çıkabildiğini, müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle, 000 TL. manevi tazminatın, yakalama tarihinden itibaren faizi ile birlikte, yargılama harç ve masraflarının ve vekalet ücretinin davalı hazineden alınarak taraflarına verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda '... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı ceza dosyasında davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği' gerekçesiyle dava dilekçesinin CMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş itiraz üzerine inceleme yapan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2014 tarih, 2014/1024 değişik iş sayılı kararı ile verilen kararın temyizi kabil kararlardan olduğu gerekçesi ile itiraz yönünde karar verilmesine yer olmadığına dair kararı üzerine esasa ilişkin kararın temyizi kabil olduğu kabul edilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü;1-5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde;'Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde' bulunulabileceği hükme bağlanmış ve kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Somut olayda da tutukluluk süresinin uzun olduğu gerekçesi ile yasa ve mevzuat ihlali yapıldığına ilişkin iddiaya dayalı tazminat talebi asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır....Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının ve makul sürede yargılama merci huzuruna çıkarılıp çıkarılmadığının tespitidir....Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2012 tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, 'Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,...İsabetsiz olup ... [hükmün] BOZULMASINA ... oybirliğiyle karar verildi.\" Yargıtay Ceza Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2014/3087, K.2014/10836sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Davacının maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2007 tarihli dilekçesi ile davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmadığı, serbest bırakılmadığı ve hakkında karar verilmediği nedeni ile 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, yapılan inceleme sonunda mahkemece, davacının tazminat talebinin dayanağı olan yargılandığı mahkemedeki davanın henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle davanın CMK'nın 142/1 maddesi gereğince reddine dair, 2008 tarih ve 2007/320 esas, 2008/90 sayılı hükmünün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 2012 tarih, 2012/25534 esas, 2012/22659 karar sayılı ilamı ile, davacı vekilinin sair temyiz itirazları reddedildikten sonra, '2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde savunmasının talimatla alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, davacının 5271 sayılı CMK'nın 141/1-d maddesindeki Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı' ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığından tazminata hak kazandığı, Dairemizin 2012 tarih ve 2011/15700 esas ve 2012/9187 karar ve 2012 tarih ve 2012/20227 ve 18818 sayılı kararlarında da belirtildiği gibi bir kısım koruma tedbirleri nedeniyle sanıklar hakkındaki davaların sonuçlanmasının gerekmediği, devam eden davada davacının beraat etmesi halinde de ayrıca CMK'nın 141/1-e maddesindeki 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler' kapsamında tazminat talep edebileceği hususu gözetilmeden 'Tazminat istemine konu davanın derdest olup sonuçlanmadığı ve kesinleşmediği' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi,' nedeniyle bozulmuş olup; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Bu kapsamda somut olay incelendiğinde; 2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde talimatla savunmasının alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığı ve 5271 sayılı CMK.nun 141/1-d maddesi gereğince manevi tazminata hak kazandığı, bunun için davanın sonuçlanmasının ve beraat etmesinin gerekmediği, her ne kadar davacı maddi tazminat isteminde bulunmuş ise de, davanın tutuklu sanığın (davacının) makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmamış olmasına dayalı olması, bu aşamada maddi bir kaybının oluşmamış olması, yargılandığı davada beraatine karar verilecek olması durumunda maddi zararlarını ayrıca isteyebilecek olması gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hükümde isabetsizlik görülmemiştir.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18637", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; haksız şekilde idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Irak uyruklu başvurucu hakkında DEAŞ silahlı terör örgütüyle bağlantısının bulunduğu gerekçesiyle Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından tahkikat başlatılmış ve başvurucunun 30/12/2019 tarihinde bilgisine başvurulmuştur. Ankara Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünce 2/1/2020 tarihinde başvurucu hakkında kamu düzeni açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle sınır dışı etme ve altı ay süreyle idari gözetim kararı alınmıştır. Sınır dışı etme kararının gerekçesi olarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün başvurucunun DEAŞ silahlı terör örgütüyle bağlantısının bulunduğuna ve yabancı terörist savaşçı olduğuna ilişkin değerlendirmeleri gösterilmiştir. Göç idaresince verilen sınır dışı etme ve idari gözetim kararlarında 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) ve (d) bentleri ile maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayanılmıştır. Sınır dışı kararında başvurucunun vatandaşı olduğu ülkeye veya transit gidebileceği bir ülkeye veya güvenli üçüncü bir ülkeye sınır dışı edileceği belirtilmiştir. Başvurucu, işlemlerin tamamlanmasının ardından Kırklareli Pehlivanköy Geri Gönderme Merkezine teslim edilmiştir.A. Sınır Dışı Kararına Karşı Açılan İptal Davası Süreci Başvurucu, sınır dışı işlemine karşı 26/2/2020 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Davalı idare ile başvurucu, savunma ve cevap dilekçelerini Mahkemeye sunmuş olup inceleme tarihi itibarıyla dava derdesttir.B. İdari Gözetim Kararına İtiraz Süreci Başvurucu 19/3/2020 tarihinde idari gözetim kararına itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, idari gözetim kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, içinde bulunduğu durum nedeniyle sınır dışı edilemeyecekler arasında bulunduğunu, bu nedenle hakkındaki idari gözetimin sona erdirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliği 26/3/2020 tarihinde başvurucunun itirazının reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Dosya kapsamının incelenmesinde; başvuran Shihab Ahmed İsmael Al Magdal hakkında Ankara Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü'nce 2/1/2020 tarihinde 6458 sayılı Yasanın 54/b, d, k bentleri uyarınca sınırdışı etme, 57/ maddesi uyarınca 'kamu düzeni-kamu güvenliği açısından tehdit oluşturanlar, kaçma-kaybolma riski bulunanlar' gerekçesine dayalı idari gözetim kararı verildiği, dosya kapsamı itibarı ile itiraz edenin kaçma kaybolma riskinin bulunması, kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğuna dair 30/12/2019 tarihli tutanak ile Yabancı Terörist Savaşçı kapsamında yapılan çalışmalarda yakalandığının anlaşılması karşısında somut olayda idari gözetim nedeni bulunduğu, başvuranın şahsi durumuna ve idari gözetimde geçirilen sürelere göre idari gözetimimin zaruret arz ettiği, bu aşamada yabancı şahsın idari gözetiminin sonlandırılarak salıverilmesinin kamu güvenliği açısından risk oluşturabileceği, başvuran hakkında alınan idari gözetim kararının usul ve yasaya uygun olduğunun kabulü ile başvurunun reddine ... [karar verilmiştir.]\" Anılan karar başvurucuya 26/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Şekip Karkur, B. No: 2020/7458, 2/6/2020, §§ 18- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12633", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız şekilde idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 28/1/2004 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı imar ve ihyaya dayalı kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tescil davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Maliye Hazinesine karşı 28/1/2004 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde imar ve ihyaya dayalı kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak tescil davası açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 22/4/2010 tarih ve E.2004/51, K.2010/341 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve söz konusu taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Davalı Maliye Hazinesinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 28/2/2011 tarih ve E.2010/4243, K.2011/1049 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma üzerine, Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/879 sayılı dosyasına kaydedilen davadaki yargılama halen devam etmektedir. Başvurucu, 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve maddeleri. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11416", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 28/1/2004 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı imar ve ihyaya dayalı kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tescil davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, milletvekili adayı olmak için istifa eden hâkimin mesleğe tekrar kabul edilmemesi nedeniyle seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olay tarihinde Çankırı'da hâkim olarak görev yapmakta ve Yargıçlar Sendikası Yönetim Kurulu üyeliği ve başkanlığı görevinde bulunmaktadır. Başvurucu, Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde aday adayı olabilmek için Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 5/1/2015 tarihli ve 6 sayılı kararı uyarınca 7/2/2015 tarihinde Yargıçlar Sendikası Yönetim Kurulu üyeliği ve başkanlığından çekilmiştir. Başvurucu ayrıca 10/2/2015 tarihinde ise aday adaylığında bulunma gerekçesi ile hâkimlik görevinden çekilme isteğinde bulunmuş ve bu isteği Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 10/2/2015 tarihinden geçerli olmak üzere kabul edilmiştir. Anılan YSK kararının ilgili kısımları şu şekildedir:\"...1- Aday olmak isteyen;a) Hâkimler ve savcılar,...l) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlarınen geç 10 Şubat 2015 Salı günü saat 00'ye kadar 2839 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca görevlerinden ayrılma isteğinde bulunmaları gerektiğine ve ayrıca bunlar için aynı Kanun'un maddesinde yer alan görevden ayrılmaya ilişkin hükümlerin uygulanmasına,...05/01/2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.\" Başvurucu 20/2/2015 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisine milletvekili aday adaylığı için başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 7/4/2015 tarihinde YSK’ya verilen aday listelerinde ve 24/4/2015 tarihinde ilan edilen kesin aday listelerinde adının yer almadığını öğrenmiştir. Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2015 tarihli yazısıyla 2015 Ocak ayı için beş günlük maaşın ve 2015 Şubat ayı maaşının geri ödenerek dekontun Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi hususu 16/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un ek maddesinde yer alan \"... hâkimler, savcılar.. hariç olmak üzere; ... kamu görevlileri, adaylığı veya seçimi kaybetmeleri halinde, ... göreve dönebilirler.\" şeklindeki düzenlemeye dayanarak göreve dönüş için herhangi bir başvuru yapmamıştır. Başvurucu, bu konuda başvurulacak herhangi bir başvuru yolu olmadığı gerekçesiyle 4/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru sonrasında 20/7/2015 tarihinde mesleğine geri dönmek istemiyle HSYK'ya başvurmuştur. HSYK, başvurucunun siyasi parti üyelik kaydı hususunu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından (Savcılık) sormuştur. Savcılık 16/9/2015 tarihli yazısı ile başvurucunun siyasi parti üyeliğinin devam ettiğini bildirmiştir. HSYK 24/3/2016 tarihli kararında 298 sayılı Kanun'un ek maddesini ve hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul esaslarına ilişkin 7 sayılı ilke kararının maddesindeki \"Siyasi partilere girmeleri nedeniyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 51 inci maddesinin son fıkrası uyarınca meslekten çekilmiş sayılanlar ile 'mesleğe yeniden kabul için başvuru tarihinde Siyasi Parti üyesi olanlar,...Kabul edilmezler.'\" şeklinde olan düzenlemeyi gerekçe göstererek başvurucunun yeniden atanma talebini reddetmiştir. Başvurucu, HSYK kararına karşı yeniden inceleme talebinde bulunmuştur. HSYK 7/6/2016 tarihli kararı ile önceki kararının değişmesini gerektirir yeni bir durumun olmadığı gerekçesiyle yeniden inceleme talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı da itiraz etmiştir. HSYK 8/2/2017 tarihli kararı ile inceleme talebinin reddi kararının yerinde olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 298 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:  “Yüksek mahkeme üyeleri, hâkimler, savcılar ve bu meslekten sayılanlar ile Subay ve Astsubaylar hariç olmak üzere; milletvekili ve mahalli idareler genel ve ara seçimlerinde aday ve aday adayı olan Devlet memurları ve diğer kamu görevlileri, adaylığı veya seçimi kaybetmeleri halinde, Yüksek Seçim Kurulunca seçim sonuçlarının ilanını takip eden bir ay içinde müracaat etmeleri kaydıyla eski görevlerine veya kazanılmış hak aylık derecelerindeki başka bir göreve dönebilirler.” 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun \"Meslekten çekilme\" kenar başlıklı maddesinin son fıkrası şöyledir:\"Hakimler ve savcılar siyasi partilere giremezler, girenler meslekten çekilmiş sayılırlar.\" B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi şöyledir: “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt ederler.'\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) serbest seçim hakkını Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin koruduğu hakların hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir. Sözleşme ve demokrasi arasındaki ilişkinin açıkça ortaya konduğu Sözleşme’nin ön sözünde insan haklarının ve temel özgürlüklerin hayata geçirilmesi ve sürdürülebilmesinin bir yandan etkili bir siyasal demokrasi, diğer yandan insan haklarına ortak bir yaklaşım ve uyum ile sağlanabileceği açıkça ifade edilmiştir. Bu bağlamda demokrasi, Sözleşme’nin öngördüğü tek ve Sözleşme’ye uygun, tamamlayıcı bir siyasal sistemdir (Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 19392/92, 30/1/1998, § 45; Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika [BD], B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya, B. No: 58278/00, 16/3/2006, §§ 98, 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008, § 105). Çoğulcu demokrasilerin geliştirilmesi ve sürdürülebilmesi için seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının mevcudiyeti ve bu hakkın çağdaş demokrasilerde sağlanan güvenceler ile seçimlerde hayata geçirilmesi elzemdir. Bu nedenle seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının sadece teorik olarak ve görünüşte bir varlığa sahip olması yeterli olmayıp etkili bir şekilde uygulanması da gereklidir (Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve diğerleri/Türkiye, § 33). AİHM'e göre ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi seçme ve seçilme haklarını içermektedir. Ancak bu haklar ne denli önemli olurlarsa olsun mutlak hak değildir. Ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi bu haklarla ilgili kesin ifadeler kullanmadığından ve bu hakları tanımlamadığından bu haklara yönelik sınırlamalar öngörülmesi mümkündür. Sözleşme'ye taraf olan devletler, maddenin ilke olarak engel koymadığı durumlarda kendi iç hukuklarındaki düzenlemeleriyle seçme ve seçilme hakkının sınırlarını belirlerler. Devletler bu açıdan geniş bir takdir yetkisine sahiptirler ancak ek 1 No.luProtokol'de öngörülen gereklilikleri son olarak değerlendirme yetkisi AİHM’e aittir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, § 52; Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 18747/91, 19376/92; 19379/92, 1/7/1997, § 39, Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, § 75). AİHM'e göre seçme ve seçilme haklarına yönelik sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak ölçüde olmaması, meşru bir amaç taşıması ve öngörülen amaçla orantılı olması gerekir (Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, § 39, Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 201). AİHM, taraf devletlerin kendi anayasal düzenleri çerçevesinde seçilme hakkıyla bağdaşmayan koşulları belirleme konusunda dikkate değer bir serbestlik alanlarının bulunduğuna dikkat çekmiştir. Bu kriterler her devlete özel, tarihî ve politik faktörlere göre değişir. Bu konuda Avrupa Konseyi üyesi birçok devletin anayasasında ve seçime ilişkin düzenlemelerinde öngörülen durumların fazlalığı, bu alandaki olası tercihlerin çeşitliliğini göstermektedir (Briķe/Letonya (k.k.), B. No: 47135/99, 29/6/2000, § 1; Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, § 39). AİHM'e göre kamu görevlilerinin ya da kamu kesiminde belli görevleri üstlenmiş kişilerin seçimlerde aday olmadan önce istifa etmelerinin zorunlu tutulması kamu görevlilerinin bağımsızlığı şeklindeki meşru amaç çerçevesinde orantısız bir tedbir olarak görülemez (benzer yöndeki kararlar için bkz. Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, §§ 29, 44; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 73, 75). Başvuru konusu olaya benzer bir olay AİHM'in Briķe/Letonya kararına konu olmuştur. Bu karara ilişkin başvuruda hâkim olan başvurucu, milletvekili adayı olmak için hâkimlik mesleğinden geçici olarak ayrılma talebinde bulunmuş ancak ilgili mevzuata göre milletvekili adayı olmak isteyen hâkimlerin görevi kesin olarak bırakması gerektiği gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Merkezi Seçim Komisyonu da istifa etmediği için aday olma şartlarını taşımadığı gerekçesiyle başvurucuyu aday listesinden çıkarmıştır. Başvurucunun bu karara karşı açtığı davalar da reddedilmiştir. Başvurucu, AİHM'e yaptığı başvuruda seçimlerde aday olmak için hâkimlik kariyerini daimî olarak sonlandırması yönündeki koşulun parlamento seçimleri kapsamındaki seçilme hakkı bakımından ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür. AİHM, bu başvuruya ilişkin değerlendirmelerinde kamu görevlilerinin ya da kamu kesiminde belli görevleri üstlenmiş kişilerin seçimlerde aday olmadan önce istifa etmelerinin zorunlu tutulmasının kamu görevlilerinin bağımsızlığı şeklindeki meşru amaç çerçevesinde orantısız bir tedbir olarak görülemeyeceği yönündeki genel ilkenin tarafsızlıkları, bağımsızlıkları ve nötr olmaları taraf devletler arasında ortak değer olan yargı mesleği mensupları bakımından da geçerli olduğu kanaatini belirtmiştir. AİHM, hâkimlere yönelik bu bağlamdaki bir sınırlamanın hakkın özüne zarar vermediği görüşündedir. Çünkü milletvekili adayı olmak isteyen bir hâkimin istifa etmek suretiyle bu hakkı kullanması mümkündür (Briķe/Letonya, § 1).AİHM bu nedenlerle başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur. ", "Haklar":"Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7352", "Başvuru Konusu":"Başvuru, milletvekili adayı olmak için istifa eden hâkimin mesleğe tekrar kabul edilmemesi nedeniyle seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, yargılamanın makul sürede bitirilmemesi, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olması ve tutukluluk durumunun resen ele alındığı duruşmalarda Cumhuriyet Savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 7/4/2014 tarihinde Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 12/9/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/9/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Akçakale Sulh Ceza Mahkemesinin 28/11/2007 tarih ve 2007/489 Değişik İş sayılı kararı ile kasten insan öldürme suçundan tutuklanmıştır. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 27/5/2008 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında yakın akrabayı öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/141 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda 2/9/2009 tarihli karar ile başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 21/6/2010 tarihli kararı ile hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yeniden yapılan yargılamada Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi, 20/4/2012 tarih ve E.2010/237, K.2012/154 sayılı ilamla başvurucunun müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Söz konusu kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi,13/5/2013 tarihli kararı ile hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay bozma kararı sonrası Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2013/281 sayılı dosyasında yapılan yargılamada 15/11/2013 tarih ve K. 2013/394 sayılı ilamla başvurucunun 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Söz konusu karar başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Başvurucu 3/2/2014 tarihli dilekçe ile tahliye talebinde bulunmuştur. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi 7/2/2014 tarih ve 2014/43 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 13/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/281, K.2013/394 sayılı ilamının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 14/8/2014 ve E.2014/2736, K.2014/3828 sayılı kararla hükmün onanmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  ...  Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ....” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak (Ek ibare: 11/04/2013-6459 S.K./ md), şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.\" 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:“(1) Kasten öldürme suçunun;  d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,  İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5578", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, yargılamanın makul sürede bitirilmemesi, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olması ve tutukluluk durumunun resen ele alındığı duruşmalarda Cumhuriyet Savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmamasından dolayı mahkûmlar arasında çıkan çatışmada başvurucuların yakınının öldürülmesi, tam yargı davasının reddedilmesi ve olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ve ayrıca Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ceza soruşturması dosyaları, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünden (Genel Müdürlük) temin edilen disiplin soruşturması dosyaları, ayrıca İstanbul İdare Mahkemesinden (İdare Mahkemesi) temin edilen yargılama dosyasındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olan 1976 doğumlu E.Y.Ö. 20/9/1999 tarihinde Bayrampaşa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü ve tutuklular arasında meydana gelen olaylar sırasında yaşamını kaybetmiştir. E.Y.Ö. cürüm işlemek için teşekkül oluşturma, ruhsatsız silah taşıma, silahla yaralama, sahte kimlik belgesi düzenleme, teşekküle üye olma ve yardım etme, patlayıcı madde atma, yağma, suç üstlenme ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince tutuklanması nedeniyle olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda kalmaktadır. Başvurucular tarafından başvuru dosyasına sunulan ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının İstanbul Özel Tip Cezaevi Müdürlüğü ile İstanbul Kapalı Cezaevi Müdürlüğüne hitaben gönderdiği anlaşılan 10/2/1998, 21/4/1998, 29/6/1998, 24/8/1998, 12/1/1999, 29/1/1999, 30/4/1999, 6/5/1999 tarihli müzekkerelerden; cezaevinde yapılan denetimde koğuş kapılarının açık tutulduğunun, tutukluların koridorlarda dolaştıklarının, topluluklar hâlinde sohbet ettiklerinin, koridorların sokak hâline geldiğinin, Ceza İnfaz Kurumunun pis ve disiplinden uzak olduğunun, denetim günü görevli olanlar hakkında disiplin işlemi başlatılacağının, bundan sonra da görevini yapmayan tüm görevliler hakkında disiplin işlemleri yapılacağı yönünde uyarıda bulunulduğunun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının bilgisi dışında ziyaretler yaptırıldığının görüldüğünün, bu tip ziyaretlere derhâl son verilmesi gerektiğinin bildirildiği anlaşılmıştır. Yine bu müzekkerelerde hükümlü ve tutukluların idareden izin alarak veya almayarak başka koğuşları ziyaret ettiği, koğuşu terk ettiklerinde üstlerinin aranmadığı, koğuştan ayrılırken bir deftere kaydedilmedikleri, bu kontrolsüzlük nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunda öldürülmeye varan olayların meydana geldiği, bütün uyarılara rağmen koğuş kapılarının kapatılmadığının tespit edildiği bildirilerek bu yönde uygulamalara derhâl son verilip gerekli işlemlerin yapılması, koğuş kapılarının açık olması nedeniyle nöbetçi infaz koruma memurları ve başmemurları ile ikinci müdür hakkında disiplin soruşturması yapılması talimatı verildiği görülmüştür. 6/5/1999 tarihli müzekkerede, Ceza İnfaz Kurumundaki bazı hükümlü ve tutuklulara müdür odalarında açık görüş yaptırıldığının, hukuka aykırı olduğu gibi hükümlü ve tutuklular arasında büyük huzursuzluk doğuran ve Ceza İnfaz Kurumu yönetimine karşı yakışıksız dedikodulara sebebiyet veren bu durumun tespit edilmesi üzerine yapılan uyarılara rağmen Cezaevi Koruma Tabur Komutanlığından iletilen listelerdeki özellikle nüfuzlu ve zengin birçok hükümlü ile tutukluya açık görüş yaptırılmaya devam edildiğinin görüldüğü belirtilerek bu uygulamaya derhâl son verilmesi yönündeki emre uymayanlar hakkında adli ve idari soruşturma başlatılacağı yönünde Ceza İnfaz Kurumu idaresine uyarıda bulunulduğu anlaşılmıştır. Bakanlık görüşünde bildirildiği üzere Ceza İnfaz Kurumunda olay tarihinden önce 2/8/1999, 16/8/1999, 27/2/1999, 2/7/1999 ve 10/5/1999 tarihlerinde yapılan aramalarda kesici/delici aletler, uyuşturucu maddeler, cep telefonları ele geçirilmiş ve bu yasaklı maddelerin ne şekilde Ceza İnfaz Kurumuna sokulduğu tespit edilemediğinden Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında herhangi bir adli ya da idari işlem yapılamamıştır. Bu arada İstanbul 2 No.lu DGM Başkanlığının 9/9/1999 tarihli kararı uyarınca, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılığı Şube Müdürlüğü tarafından bazı kişilerle ilgili teknik takip yapılmıştır. Bu takip sırasında Ceza İnfaz Kurumunda bulunan H.Ç. isimli kişinin Ceza İnfaz Kurumu içinde öldürtülmek istendiği yönünde ulaşılan istihbari bilgiler 20/9/1999 tarihli yazı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına bildirilmiştir. Teknik takip sonucu aynı yerde tutuklu olarak bulunan ve kamuoyunda \"Ü. Baba\" şeklinde tanınan A.Ç.nin yakını olan K.A.G.nin yaptığı telefon görüşmeleri de kaydedilmiş; bu görüşmelerin çözümleri de 21/9/1999 tarihinde, gizlilik kaydıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına aktarılmıştır. Söz konusu belgeler Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/9/1999 tarihinde Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) iletilmiştir. Başvurucular tarafından başvuru dosyasına sunulan söz konusu görüşmelerin çözümlerinin incelenmesi neticesinde K.A.G. isimli hükümlünün bir başkasıyla suç örgütünün faaliyetleri kapsamında konuşmaları olduğu, ayrıca Ceza İnfaz Kurumu müdürü olduğu anlaşılan isimli şahısla da konuşmaları bulunduğu, H.Ç.ye hakaret ettiği ve H.Ç.nin birilerince öldürülmek istenmesiyle ilgili bilgiler verdiği, K.A.G.nin \"Yol veririz başka yerde kopartsınlar anlıyor musun? Hapishaneyi idare eden biziz.\" gibi sözleri olduğu görülmüştür. Başvuru dosyasına sunulan belgelerden K.A.G.ninH.Ç.den hoşlanmaması, ayrıca H.Ç.nin birileri tarafından öldürüleceğini duyması ve bu olayın Ceza İnfaz Kurumunun kendisinin bulunduğu bölümünde gerçekleşmesini istememesi gibi nedenlerle H.Ç.nin koğuşunun değiştirilmesini Ceza İnfaz Kurumu idaresinden talep ettiği anlaşılmıştır. Bu hususlar iddianameye şu şekilde yansımıştır:\"...arayan kişilerin [H.Ç.nin] başının kopartılmasını istedikleri, maktül [K.A.G.nin] buna izin vermeyeceğini ve kendisinin bulunduğu bölümde de infazına müsade etmeyeceğini belirttikten sonra dışarı çıkartılması istendiği, maktülün [H.Ç.ye] hasımlarının kendisini başını istediğini başka bir cezaevine naklini istemesini söylediği, sanığın kabul ettiği, [H.Ç.nin] [K.A.G.nin] bulunduğu koğuşa ilk gelişinde [K.A.G.nin] rıza göstermediği buna rağmen [Y.] tarafından D bölümüne getirtildiği, [K.A.G.nin] kendi kurduğu sistemin dışına çıkmaması talimatına karşı çıkmasını bahane ederek olaydan önce [H.Ç.nin] can güvenliği gerekçesi ile idare tarafından 19 denen koğuşa iki adamı ile birlikte gönderildiği, maktül [K.A.G.nin] kendisinde bulunan cep telefonu ile cezaevi müdürlerinden [R.Ş.] kanalıyla Müdür [T.ye] ulaştığı, [H.Ç.nin] 19 koğuşuna değil hücreye verilmesini istediği ve hasımlarının [H.nin] başını koparacaklarını söylediği, Müdür [nin] 19'a [H.] giderken silah ve cep telefonunda verilmesinden dolayı [ye] sayısız hakaretlerde bulunduğu buna rağmen [T.nin] itham ve hakaretlere karşı çıkmadığı...\" Tüm bu gelişmelerin devamında soruşturma belgelerine yansıdığı şekliyle, olay günü K.A.G. idare ile görüşmek üzere koğuşundan ayrılıp Ceza İnfaz Kurumu müdürü ile birinci müdür odasında görüşmekteyken bir diğer suç örgütünün lideri olduğu anlaşılan H.Ç. de idare ile görüşmek üzere aynı yere gelmiştir. H.Ç. üzerinde taşıdığı silahıyla K.A.G.yi müdürün odasında vurarak öldürmüştür. K.A.G.nin vurulduğunu duyan yandaşları koğuşların kapılarının açık olması nedeniyle dışarı çıkmış ve bazı koğuş kapılarını kırıp silahlarıyla etrafa ateş etmişlerdir. K.A.G.nin adamlarıyla H.Ç.nin adamları arasında çatışma çıkmış ve bu sırada K.A.G.nin grubuna dâhil olduğu belirtilen F.H., H.T., B.Ç., H.Ç. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö. otopsi raporuna göre başlarına yakın mesafeden ateş edilerek öldürülmüştür.A. Çatışma ve Öldürme Olayının Failleri Hakkında Yürütülen Adli ve İdari Soruşturma Süreçleri1- Ceza Soruşturması Süreci Olayın bildirildiği Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün başlatılan soruşturmada olaya karışan tutuklu ve mahkûmların bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından ifadeleri alınmıştır. H.Ç.nin Cumhuriyet Başsavcılığındaki 20/9/1999 tarihli ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Ben daha önce 2 koğuşunda kalıyordum. Buradan [K.A.G.] ile anlaşmazlığa düştük, hasımlarım olan [S. ları] 1 e bunlar getirdi. ... Bugün koğuşta bulunduğum sırada cep telefonumdan aradılar. Karadayı diye bilinen [Z.İ.] telefonla idarede olduklarını, 'doktora çık buraya gel' diye söylediler. Ben de doktora yazıldım daha sonra müdürün odasına geldiğimde Karadayı ve [K.A.G.] oturuyordu. ... Bana 'bu cezaevinden gideceksin başka anlamı yok. Müdürü de benim amiri de benim' şeklinde söyledi. [Z.] ise dinliyordu. Bu sırada ben [K.A.ye] 'sen ne yapmak istiyorsun' şeklinde söylediğimde belindeki silahı gösterir gibi [yaptı] ben de silaha doğru atladım bu arada aramızda boğuşma çıktı bu sırada silah ateş aldı ve [K.A.G.] vuruldu. ... kaza ile vuruldu zira bana silahı gösterdiğinde 'buranın müdürü de benim hakimi de benim' şeklinde söyledi.Ben isteseydim 2 de bu kavgayı yapardım hatta bugün içinde başka bir adamımı gönderecek güçte idim gönderirdim ...Cezaevinde [A.Ç.nin] adamı olan [K.A.G.] ve [Z.İ.] denen adam bu cezaevinin eroin ve silah işini yöneten kişidir. Kendilerinde el bombasından silaha kadar her türlü silah bulunur. Ben bu kişilerin istekleri doğrultusunda hareket etmediğim kendilerine karşı koyduğum için ben istemedim. Zaman zaman da [Z.İ.] de baba dostum olur benimle uğraşma dememe rağmen [K.] bunu yapıyor bu demekle ortamı gerginleştirmiştir.... Ben bugün gardiyan tarafından sözde hastaneye gidiyormuş gibi çıkartıldım fakat hastaneye gitmedim idarenin gardiyanlardan birisi beni üst kata çıkartıp [Y.] beyin odasında bekliyorlar dediler ben odaya gittiğimde müdür yoktu yalnız müdürün odasında koltuğunda [K.A.] karşısında ise [Z.] oturuyordu....Daha önce Müdür koğuştan geçişten dahi bizlerin aranacağını söylemişti fakat herhangi bir şekilde aranmadım...\" Cumhuriyet Başsavcılığı 1/11/1999 tarihli iddianamesiyle, olaya karışan otuz hükümlü/tutuklu ile S. isimli infaz koruma memuru ve T. ile R.Ş. isimli Ceza İnfaz Kurumu ikinci müdürleri hakkında adam öldürme, Ceza İnfaz Kurumuna karşı silahlı isyan, hürriyeti tahdit, ölümle biten kavgaya karışma, nas-ı ızrar, yağma ve yapanı belli olmayacak şekilde birden fazla adam öldürme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından kamu davası açmıştır. İddianameye göre olaylar şöyledir:\" ...mağdur -sanıklar, maktüller ve sanıkların İstanbul Kapalı cezaevi Adli Bölüm koğuşunda 1,2,4 ve 10 koğuşlarında kaldıkları, maktüllerden[K.A.G.nin] D Bölümünün genel temsilcisi olduğu ve gerek cezaevinde gerekse kamuyonuda [Ü.] Baba diye bilinen [F.da] tutuklu [A.Ç.nin] sağ kolu olduğu, ... yine maktüllerden [E.Y.Ö.] [başvurucuların yakını], [B.Ç.] ve [H.Ç.nin de] mağdur sanık [A.Z.] ile birlikte bu kişinin adamı olarak bilindiği, bunun dışında maktüllerden [H.T.] ve [Ö.nün] ise [H.Ç.ye] ait gruba dahil olduğu, dosya arasında bulunan telefon dinleme tutanaklarında ve çözümünde dışardan arayan kişilerin [H.Ç.nin] başının kopartılmasını istedikleri, maktül [K.A.G.nin] buna izin vermeyeceğini ve kendisinin bulunduğu bölümde de infazına müsade etmeyeceğini belirttikten sonra dışarı çıkartılması istendiği, maktülün [H.Ç.ye] hasımlarının kendisini başını istediğini başka bir cezaevine naklini istemesini söylediği, sanığın kabul ettiği, [H.Ç.nin] [K.A.G.nin] bulunduğu koğuşa ilk gelişinde [K.A.G.nin] rıza göstermediği buna rağmen [Y.] tarafından D bölümüne getirtildiği, [K.A.G.nin] kendi kurduğu sistemin dışına çıkmaması talimatına karşı çıkmasını bahane ederek olaydan önce [H.Ç.nin] can güvenliği gerekçesi ile idare tarafından 19 denen koğuşa iki adamı ile birlikte gönderildiği, maktül [K.A.G.nin] kendisinde bulunan cep telefonu ile cezaevi müdürlerinden [R.Ş.] kanalıyla Müdür [T.ye] ulaştığı, [H.Ç.nin] 19 koğuşuna değil hücreye verilmesini istediği ve hasımlarının [H.nin] başını koparacaklarını söylediği, Müdür [nin] 19'a [H.] giderken silah ve cep telefonunda verilmesinden dolayı [ye] sayısız hakaretlerde bulunduğu buna rağmen [T.nin] itham ve hakaretlere karşı çıkmadığı, ... olay günü1999 günü [K.A.G.nin] cezaevinde özel ayrıcalığından dolayı idare ile görüşmek için koğuşun dan aşağı indiği, [K.A.G.nin] Müdürün odasında bulunduğu sıra da korumalığını yapan kelleci diye tabir edilen[B.Ç., H.T.ve F.H.nin de] şebeke kapısına kadar gelerek [K.A.G.yi] bekledikleri, [K.A.G.] idareye indiği sırada [H.Ç.nin] adamı olan [E.A. ve A.K.nin] de yine [H.nin] can güvenliğini sağlamak amacıyla 19 koğuşuna gönderildiği, eşyaları ile birlikte gönderilen bu kişilerin sanığın suçta kullandığı silahı birlikte götürdükleri bu kişilerin eşya indirirken gerginlik ve panik yaratarak[S.] kanalıyla [H.nin] idare tarafından herhangi bir sevki olmadığı halde refakate alarak önce doktora götürdüğü, [S.nin] koğuşun anahtarlarını almak için diğer gardiyan [Ö.T.yi] şartelleri açması için koğuş kapısından uzaklaştırdığı, sanık [H.Ç.nin] revirden sonra koğuşuna gitmeyerek direk korumasız bölümden idarenin bulunduğu kısma indiği idareile görüştükten sonra koğuşuna çıkmayan maktül [K.A.G.nin] [Z.İ.yle] birlikte Müdür [R.nin] odasında olduğu bilen sanığın hiçbir yere uğramadan ve bakmadan belindeki emanete alınan silahla [K.A.ya] ateş ederek yaraladığı maktülün yaralanmasına mütakip ameliyata alındığı bilahare öldüğü, silah sesleri üzerine [K.A.yı] bekleyen adamları[K.A.yı] görmek istedikleri, [K.A.nın] vurulduğu anlayan kişiler bu durumun yukarıya bildirilmesi üzerine 1,4,10 koğuşlarının ve [Met.] ve [Mes.in] teşvikiylede 2 koğuşunun açık olan cezaevi kapılarından Malta tabir edilen yere indikleri 2 koğuşunda bulunan [Y., Ç., E.A., O.T., E.T.nin] ise [S.P.] grubuna dahil olduğu, maktülün ölümünden dolayı hep birlikte harekete geçerek D Bloğa ait koğuş ve şebeke kapılarını kırdıkları,olayda elde edilen silahlar ile balistik muayenede tespit edilipelde edilemeyen silahlarla camlara, duvarlara , kapılara duyarlı geçiş kapılarına rast gele ateş edip kırdıkları ve kullanılamaz hale getirdikleri, kırdıkları koğuş kapısı ile dışarıya çıkmak için ara bölmeleri ve masaları kırdıkları, B ve D Bloklardaki kantinde bulunan gıda ve sigara kartonlarını yağmalayarak bir kısmınıda çiğneyerek 4 milyar lira civarında zarara neden oldukları, sanıklardan [F.B.] ve diğer sanıkların mağdur infaz koruma memurlarını başmemurlara ait bir odaya hapsedip üzerlirini kilitleyerek rehin alıp hürriyetlerini tahdit ettikleri, bu şekilde eyleme geçen gruplardan [S.P.] grubuna dahil olan sanıkların [K.A.nın] ölümünden dolayı sağa sola ateş ederek intikam almak isteyen maktüller [F.H., H.T., E.Y.Ö. [başvurucuların yakını], B.Ç. ve H.ÇA.nin] kerarlı bir şekilde ve yakın mesafeden otopsi raporlarında açıklandığı gibi başa ateş ederek öldürdükleri, ... olayın gelişimi ve dosya içeriğine göre maktül[K.A.G.] ve suç ortaklarının cezaevindeki rant ve hakimiyetini kırmak amacıyla bu şekilde bir tertipe getirilerek öldürüldüğü, bu tertipte infaz koruma memuru [S.] ile cezaevi Müdürleri [T. ve R.Ş.nin] iseyardım edip silah cep telefonu temin ettikleri, sanık [H.Ç.ye] silahın eline geçmesi ve maktülün bulunduğu yerde haber vererek yardım ve yataklık yaptıkları ...\" Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinin E. 1999/1386 sayılı dosyasındaki dava, daha sonra adliye değişikliği nedeniyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) E. 2007/20 sayılı dosyasında görülmüştür. Başvuruculardan Yonca Atmaca dışındakiler söz konusu yargılamada katılan sıfatını taşımaktadır. Ağır Ceza Mahkemesi 20/4/2011 tarihli kararıyla;i. K.A.G.ye karşı işlediği kasten adam öldürme suçundan H.Ç.nin neticeten 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, maktüller F.H., H.T., H.Ç., B.Ç., Ö., H.T. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö.ye karşı öldürme suçunu işlediği sabit olmadığından yüklenen suçtan beraatine,ii. Sanık S.P.nin maktüller F.H., H.T., H.Ç., B.Ç., Ö., H.T. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö.ye karşı öldürme suçunu işlediği sabit olmadığından yüklenen suçtan beraatine,iii. Sanık O.nun maktüller F.H., H.T., H.Ç., B.Ç., Ö., H.T. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö.ye karşı öldürme suçunu işlediği sabit olmadığından yüklenen suçtan beraatine,iv. Sanıklar Ç., E. T., Y., F.B., E.A., A.Z.nin başvurucuların yakını E.Y.Ö. ile birlikte maktüller F.H., H.T., H.Ç., Ö. ve H.T.ye karşı işledikleri adam öldürme suçundan neticeten 8 yıl 4 ay hapis cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına, A.Z.nin mükerrir olması sebebiyle neticeten 9 yıl 6 ay hapis, Ç.nin mükerrir olması sebebiyle neticeten 8 yıl 4 ay 1 gün hapis, F.B.nin mükerrir olması sebebiyle neticeten 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmalarına,v. Birçok sanık hakkındaki nas-ı ızrar, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet, hürriyeti tahdit, Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı ayaklanma suçlarından açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına, yağma suçundan ise beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:\"...Maktuller, mağdur-sanık ve sanıkların olay tarihinde İstanbul kapalı ceza evi adli bölümünde D-1, D-2, D-4 ve D-10 koğuşlarında bir kısmının hükümlü, bir kısmının ise tutuklu olarak bulundukları, Maktullerden [K.A.G.nin] D bölümünün genel temsilcisi olduğu, maktullerden [H.T.,F.H., E.Y.Ö.] [başvurucuların yakını], [B. ve H.Ç.] ile mağdur sanık [A.Z.nin] [K.A.G.nin] grubuna dahil oldukları, maktullerden [H.T.ve Ö.nün] ise sanık [H.Ç.] grubuna dahil oldukları, Sanık [H.Ç.nin] cezaevi idaresi tarafından maktul [K.A.G.nin] bulunduğu koğuşa verildiği, [H.Ç.nin] koğuşa gelince maktul [K.A.G.nin] koğuşta kendi sistemini kurduğunu, bu sisteme uymasını ya da başka bir koğuşa gitmesini, ayrıca bazılarının [H.Ç.nin] kafasını istediğini söylediği, daha sonra da 'sen halen gitmedin mi' şeklinde sözler sarf ederek [H.Ç.yi] tokatladığı, Cezaevi idaresinin sanık [H.Ç.yi] maktul [K.A.G.nin] bulunduğu koğuştan alarak C-19 koğuşuna yerleştirdikleri, ayrıca [H.Ç.nin] grubunda bulunan iki kişiyide aynı şekilde bu koğuşa yerleştirdikleri, 20/09/1999 günü maktul [H.Ç.nin] cezaevi idarecileri ile görüşmek üzere idarenin bulunduğu bölüme gittiği, gider iken yine aynı gruba dahil maktuller [B., H.T. ve F.H.nin] de ona eşlik ettikleri, ve şebeke kapısına kadar gelerek burada bekledikleri, maktul [K.A.G.nin] ikinci müdürün odasına girdiği, Aynı gün sanık [H.Ç.nin] rahatsız olduğunu söyleyerek revire gittiği, revirden koğuşuna döner iken idarenin bulunduğu bölüme geçtiği, ikinci müdürün odasına girdiği, maktul [K.A.G.yi] burada görünce üzerinde bulunan tabancasını çıkartarak [K.A.G.ye] ateş ettiği, bu nedenle yaralanan [K.A.G.nin] 04/11/1999 tarihli otopsi raporunda belirtildiği gibi ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kot kırığıyla müterafık iç organ delinmesinden gelişen iç kanama sonucu öldüğü, Silah seslerinin duyulması üzerine maktul [K.A.G.yi] bekleyen adamları [K.A.G.nin] vurulduğunu anlayınca durumu koğuşlara bildirdikleri, D-1, D-2 , D-4, D-10 koğuşlarında bulunan hükümlü ve tutukluların malta tabir edilen yere indikleri, birlikte hareket ederek D bloğa ait koğuş ve şebeke kapılarını kırdıkları, camlara, duvarlara, kapılara rast gele ateş açtıkları, B ve D bloklarında bulunan kantindeki eşyaları dağıttıkları, bir kısmını çiğneyerek 4 milyar lira civarında zarar verdikleri, mağdur infaz koruma memurlarını bir odaya hapsedip üzerlerini kilitleyip rehin aldıkları, [K.A.G.nin] ölümünden dolayı maktuller [F.H., H.T., H.Ç., E.Y.Ö.[başvurucuların yakını], B., Ö., H.T. ] ile sanıklar [A.Z.ve Ç., E.T., Y., F.B., E.A.nın] silahla ateş etmeye başladıkları, ateş etme eyleminin bir süre devam ettiği, daha sonra güvenlik kuvvetlerinin olaya müdahale ettiği...\" UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvuruculardan Mustafa, Fethiye ve Burcu Özşahin'in vekili tarafından sunulan 21/11/2011 havale tarihli temyiz dilekçesinin Ağır Ceza Mahkemesince 19/12/2011 tarihli kararla süre yönünden reddine karar verildiği tespit edilmiştir. Sanıkların temyiz talebi dolayısıyla temyizen incelenen söz konusu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin ( Ceza Dairesi) 17/9/2014 tarihli kararıyla başvurucuların yakını E.Y.Ö. ile birlikte maktüller F.H., H.T., H.Ç.ye karşı işlenen öldürme suçun yönünden -sanıklar Ç.,E.T.,Y., F.B. tarafından öldürülen maktul sayısı dikkate alınarak- alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiği ve bazı sanıkları için tekerrür hükümlerinin gözetilmediği gerekçesiyle kısmen bozulmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 21/12/2016 tarihli kararıyla, başvurucuların yakınının da aralarında olduğu kişilerin öldürülmesi suçundan sanık Ç. yakalanamadığından ifadesinin alınamaması nedeniyle ayrı bir esasa tefrik edilerek yargılanmasına, diğer sanıklar E.T.,Y., F.B.nin neticeten ayrı ayrı 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, F.B.nin mükerrir olması nedeniyle neticeten 11 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. 21/12/2016 tarihli karara karşı başvurucular tarafından istinaf yoluna başvurulmuş olup İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 1/11/2017 tarihli kararıyla kararın temyize tabi olduğu gerekçesiyle Ceza Dairesine iletilmesi gerektiğine karar vermiştir. Bireysel başvuru tarihi itibarıyla derdest olan temyiz incelemesi, başvurunun incelendiği tarih öncesinde, 14/11/2018 tarihinde sonuçlanmıştır. Yani 21/12/2016 tarihli karar, Ceza Dairesi tarafından 14/11/2018 tarihinde onanmıştır.Ç. isimli sanığın tefrik edilen yargılamasına ilişkin olarak UYAP üzerinden ya da bireysel başvuru dosyasındaki belgelerden herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. İdari Soruşturma Süreci Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunun 26/11/1999 tarihli kararıyla olaya karışan tutuklu ve hükümlülerin her biri hakkında 15 gün hücre cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Dosyanın incelenmesi neticesinde söz konusu disiplin cezası kararının mahkemece 27/3/2000 tarihinde onandığı anlaşılmıştır.B. Ceza İnfaz Kurumu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli ve İdari Soruşturma Süreçleri 2- Ceza Soruşturması Süreci Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında da kamu davası açılmış (bkz. § 22), yargılama sonucunda İnfaz Koruma Görevlisi S. ile İkinci Müdür T. ve R.Ş. hakkında adam öldürme suçundan beraat kararı verilmiştir. Yukarıda değinildiği üzere başvurucuların bu karar karşı yaptıkları temyiz talebi süre yönünden reddedilmiştir (bkz. § 28). Karar, Ceza Dairesinin 17/9/2014 tarihli kararıyla bu sanıklar yönünden onanmıştır. Olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığının 5/11/1999 tarihli iddianamesi ve 9/3/2000 tarihli ek iddianamesiyle Ceza İnfaz Kurumu Müdürü S., Müdür Yardımcısı İ.K. ve on yedi infaz koruma memuru hakkında görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmıştır. Eyüp Asliye Ceza Mahkemesinin (Asliye Ceza Mahkemesi) 5/12/2001 tarihli kararıyla Ceza İnfaz Kurumu birinci ve ikinci müdürleri ile altı infaz koruma memuru hakkında neticeten 420 TL adli para ve 6 ay memuriyetten men cezası, on bir infaz koruma memuru hakkında ise neticeten 240 TL adli para cezası ile cezaların ertelenmesine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin ( Ceza Dairesi) 13/9/2005 tarihli kararıyla iki sanık yönünden kısmen bozulmuştur. Asliye Ceza Mahkemesi 31/7/2006 tarihli kararıyla İ.K.nın beraatine, S.nin ise neticeten 420 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve memuriyetten üç ay süreyle yoksun bırakılmasına, sabıkası bulunmaması nedeniyle cezasının ertelenmesine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Ceza Dairesi 24/7/2007 tarihli kararıyla düşme kararı vermiştir. İdari Soruşturma Süreçleri Bakanlık görüşünde belirtildiğine ve Genel Müdürlükten temin edilen belgelerden tespit edilebildiğine göre 20/9/1999 tarihinde gerçekleşen başvuruya konu olaylar nedeniyle yapılan idari soruşturmalar sonucunda;i. İnfaz Koruma Memuru Ö.T. ve BaşmemurÖ.nün söz konusu olayda koğuş ve şebeke kapılarını açık tutarak H., A.S.Ö., T., N.G., A, S.T., Ö., S.T., O., A.S., A.Y., Y.K., Y.Ö.nün serbestçe hareket etmelerine ve olay yerine geçmelerine neden olup verilen emir ve görevlerin zamanında yapılmasında kusurlu davranmaları nedeniyle 11/10/1999 tarihinde kınama cezasıyla cezalandırılmalarına,ii. İkinci Müdür A.B.nin birinci müdürün makam odasında K.A.G. isimli hükümlüyle uzun uzun sohbet edip yemek yemesi nedeniyle 20/3/2000 tarihinde kınama cezasıyla cezalandırılmasına,iii. Eski Ceza İnfaz Kurumu Müdürü N.G.nin suç örgütü mensubu tutuklu/hükümlüleri nüfuzlu kişilerle müdür odalarında görüştürmesi, tutuklu/hükümlülerin fazla para taşımalarına göz yumması nedeniyle kınama cezasıyla cezalandırılmasına,iv. Eski Ceza İnfaz Kurumu Müdürü S.nin odasında K.A.G. isimli tutukluyla uzun uzun sohbet edip yemek yemesi ve suç örgütü mensubu tutuklu/hükümlüleri nüfuzlu kişilerle müdür odalarında görüştürmesi, tutuklu/hükümlülerin fazla para taşımalarına göz yumması nedeniyle 1/11/1999 tarihinde üç yıl süreli kademe ilerlemesinin durdurulması ve kınama cezasıyla cezalandırılmasına,v. Eski Ceza İnfaz Kurumu Müdürü Y.G. ile İ.K.nın verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında kayıtsız ve düzensiz davranmaları nedeniyle 1/11/1999 tarihinde uyarma cezasıyla cezalandırılmasına,vi. Maaş Mutemedi S.T.nin görevini yerine getirmede daha dikkatli olması gerektiğinden uyarma cezasıyla cezalandırılmasına,vii. İnfaz Koruma Memuru S.nin görevini fahiş bir şekilde kötüye kullanması ve görevini ihmal etmesi nedeniyle görevden uzaklaştırılmasına ve bu tedbirin iki ay uzatılmasına, sonrasında 5/10/2011 tarihinde devlet memurluğu görevinden çıkarılmasına,viii. Eski Ceza İnfaz Kurumu Birinci Müdürü Ö. ve Ceza İnfaz Kurumunun eski ikinci müdürleri olan T. ve R.Ş.nin görevlerini kötüye kullandıklarına dair delil bulunması ve soruşturmanın selameti nedeniyle görevlerinden uzaklaştırılmalarına, 5/10/1999 tarihinde R.Ş.nin uyarma cezasıyla, T.nin ise kınama cezasıyla cezalandırılmasına, ix. Eski Ceza İnfaz Kurumu Birinci Müdürü Ö.nün K.A.G. isimli tutukluyla yakınlık kurduğu, bu kişiyle 18/9/1999 tarihinde yaptığı telefon görüşmesinde sıfatına ve konumuna uygun düşmeyecek şekilde sözler söylediği anlaşıldığından kınama cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular olayda hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla idare mahkemesinde 000 TL manevi, 000 TL maddi tazminat talebiyle tam yargı davası açmışlardır. İdare Mahkemesi 30/10/2002 tarihli kararıyla taleplerin kısmen kabulüne karar vererek başvurucular lehine 787 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...cezaevinde tutuklu bulunan şahsın idarenin koruma ve gözetimi altında bulunduğu, her türlü tehdit ve tehlikeden emin olunması gerekirken, idarenin, mevcut hale göre gerekli olan kontrol ve denetimlerini ehliyetle yapmamak suretiyle kendisine canını emanet etmiş bulunan ilgilinin bu en tabi hakkına sonu ölümle biten tecavüzü önleyemediğinin bu bakımdan gözetim ve denetim hizmetini kötü suretle ifa ederek yerine getirmesinin anlaşılması itibariyle kendi kusurlu eyleminden kaynaklanan zararı ödemekle yükümlü olduğu sonucuna ulaşılmıştır...\" Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 25/2/2004 tarihli kararıyla maddi ve manevi tazminat ödenmesi yönünden onanmış, manevi zararın faizinin başvuru tarihinden itibaren yürütülmesi gerektiğinden yasal faiz uygulanmasının reddi yönünden bozulmuştur. Karar düzeltme talebi üzerine Dairenin 30/6/2006 tarihli kararıyla, şahsın Ceza İnfaz Kurumundaki suçluların oluşturdukları çete gruplarından birinin yandaşı olduğu ve gruplar arasında çıkan çatışmaya katılma sonucunda öldürüldüğü, dolayısıyla katıldığı eylem nedeniyle olayla zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle karar düzeltme isteminin kabulü ile manevi tazminat isteminin kabulüne ilişkin kısmın bozulmasına, maddi ve manevi tazminat isteminin kalan kısmı yönünden davanın reddine karar verilen kısmın onanmasına karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 13/2/2007 tarihli kararıyla direnmiş ve dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (Kurul) iletilmiştir. Kurul sekiz karşıoyla verdiği 27/10/2011 tarihli kararla İdare Mahkemesinin 13/2/2007 tarihli kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır. Bu bağlamda, davacılar murisinin ölümüne neden olan, cezaevinde çıkan olaylarda davacılar murisinin de etkin bir şeklide rol aldığı, diğer bir mahkum tarafından kullanıldığı anlaşılan silahla davacılar murisinin öldüğü dosyada bulunan tüm bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Bu itibarla, zararın kişinin kusurunun yanı sıra üçüncü kişinin eyleminden doğmuş olması karşısında, olayda idarenin eylemi ile zarar arasındaki nedensellik bağının varlığından söz edilemeyeceğinden, zararın idarece hizmet kusuru esaslarına göre tazmini yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. Öte yandan, olayda kusursuz sorumluluk ilkesine göre, tazmini gereken bir zararın bulunmadığı da tartışmasızdır...\" Kurul kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi, yine Kurulun 23/6/2014 tarihli kararıyla yedi karşıoyla reddedilmiştir. Karşıoyların bir kısmının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacılar yakınının, çeşitli örgütlü suçlar nedeniyle cezaevinde tutuklu bulunduğu, aynı örgüte mensup olduğu kişilerle beraber bir koğuşta kaldığı, farklı suç örgütlerine mensup kişiler arasında husumet bulunduğu, bu gruplar arasında silahlı çatışma yaşandığı ve davacılar yakınının bu çatışma sırasında ateşli silahla vurularak öldüğü tartışmasızıdır. Diğer yandan, dosyadaki belgelere göre, cezaevine çok sayıda silah sokulduğu, bunların çatışmada kullanıldığı, koğuşların kapılarının açık tutulduğu, mahkumların koğuşlar arasında kolaylıkla geçiş yapabildikleri, mahkumlardan birinin diğer mahkumlar üzerinde otorite kurmaya çalıştığı, bu kişinin cezaevi idarecileriyle sık sık görüştüğü, otoritesine karşı çıkan mahkumların diğer cezaevlerine naklini talep ettiği, bu duruma karşı çıkan mahkumların olduğu, bunlar arasında gerginlik bulunduğu anlaşılmaktadır.Ayrıca, yine dosyadaki belgelere göre, Cezaevinde yaşanan olaylar ve idarenin bunlara göz yuman tutumunun, Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan denetimlerde gözlemlendiği ve bu konuda çeşitli yazılar yazıldığı, dolayısıyla bu durumdan idarenin haberdar olduğu görülmektedir.Buraya kadar aktarılan bilgiler, idarenin, mahkumların yaşamına karşıgerçek ve yakın bir tehlikenin mevcudiyetini bildiğini ve bu riski bertaraf edebilecek, yetkileri kapsamındaki tedbirleri almadıklarını göstermekte olup, bu durumun hizmet kusuru oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Ölüm olayının, idare tarafından bilinen bir riskin bertaraf edilmemesi sonucunda gerçekleştiği dikkate alındığında, ölenin ya da üçüncü kişinin kusurunun idarenin kusuru ile zarar arasındaki illiyet bağını kestiğini kabul etmeye hukuken olanak bulunmamaktadır...\" Diğer karşıoy gerekçelerinin ilgili kısmı ise şöyledir:\"Diğer yandan, cezaevi idarecilerinin ve çalışanlarının, görevi suistimal isnadıyla yargılandıkları ceza davası kapsamında alınan tanık ifadelerinde ve dava sonunda verilen Eyüp. Asliye Ceza Mahkemesinin 05/12/2001 günlü, E:1999/1386, K:2001/2770 sayılı kararında , davacılar murisinin cezaevinde çıkan olaylara aktif bir şekilde katıldığı yolunda bir bilgiye rastlanılmamıştır.Ancak, adam öldürme ve yaralama isnadıyla olaylara karışan mahkumların yargılandığı ceza davasına ilişkin bir bilgi ve belge dosyada yer almamaktadır. Oysa ki, davacılar yakınının olaylara aktif olarak katılıp katılmadığının ortaya çıkacağı yargılama bu davada yapılmaktadır.Bu durumda, adam öldürme ve yaralama isnadıyla olaylara karışan mahkumların yargılandığı ceza davasına ilişkin dosya incelenerek, davacılar murisinin olaylara aktif olarak katılıp katılmadığı araştırıldıktan sonra, illiyet bağının kesilip kesilmediği hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenle, kararın düzeltilmesi istemi kabul edilerek, ısrar kararının belirtilen şekilde bir araştırma yapıldıktan sonra yeniden bir karar verilmek üzere bozulması gerektiği...\" Bozma üzerine İdare Mahkemesi 25/11/2014 tarihinde Kurulun 27/10/2011 tarihli kararının gerekçesini (bkz. § 49)aynen benimseyerek tazminat talebinin reddine karar vermiş ve karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir. Nihai karar başvuruculara 30/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucular 21/4/2015 havale tarihli dilekçeyle, İdare Mahkemesince verilen direnme kararının Kurul tarafından da incelenerek bozulmasına karar verilmesi üzerine İdare Mahkemesince bu karara uyulmak suretiyle tazminat talebinin reddine karar verildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular ret kararının tekrar temyiz edilmesini etkili bir hukuki yol olarak göremediklerinden söz konusu kararı temyiz etmeden bireysel başvuruda bulunduklarını ifade etmişlerdir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 ve tarihli 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi şöyledir: “Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.\" 5275 sayılı Kanun’un “Kapalı ceza infaz kurumları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir.\" 5275 sayılı Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.\" 5275 sayılı Kanun’un “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:a) Kurum hekimine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakilb) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakilc) Tahliye, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırmad) Kurullara çağrılmae) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâllerf) Cezaevi idaresince gerekli görülen hâller (2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.\" 5275 sayılı Kanun’un “Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir.\" 5275 sayılı Kanun’un “Arama” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Kurumlarda, odalar ve eklentilerinde, hükümlülerin üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Her ay bir kez mutlaka arama yapılır. 5275 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının niteliği ve uygulama koşulları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \" (1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, … yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.  (2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez.\" 5275 sayılı Kanun'un \"Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: \"Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz.\" 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlüyü ziyaret” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \" (1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. (Ek cümle: 24/1/2013-6411/9 md.) Çocuk hükümlüler için ziyaret süresi bir saatten az, üç saatten fazla olmamak üzere belirlenir. (2) Birinci fıkrada belirtilenler dışındaki kimselerin ziyaretine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir. (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır.\" 5275 sayılı Kanun’un “Ziyaret ve görüşlerde uyulacak esaslar” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: \" (1) Kapalı ve açık ceza infaz kurumlarına ziyaret veya görüşe gelen resmî heyet ve özel kişiler, kurum güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlarda bulunamaz, kurum güvenliği için alınan ve uygulanan yasal ve idarî tedbirlerin değiştirilmesini isteyemezler. (2) Kurumun düzen ve güvenliğini, hükümlülerin sağlığını bozabilecek nitelikteki eşya ve maddeler ile her türlü iletişim araçları ve taşıma izin belgesi olsa da silâhlar kuruma sokulamaz. Ziyaret ve görüşlerde hükümlülere para, kıymetli evrak ve eşya verilemez. (3) Kurum görevlileri ve dış güvenlik görevlileri dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza infaz kurumlarına girenler duyarlı kapıdan geçmek zorundadır...... (5) Konusu suç teşkil etmemekle birlikte ceza infaz kurumlarına sokulması yasak olan her türlü eşya, çıkışta sahibine verilmek üzere idare tarafından muhafaza altına alınır. (6) Hükümlüler, odalarından çıkış ve dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve eşya aramasına tâbi tutulurlar.... (8) Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır.\" 5275 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararının yerine getirildiği kurumlar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Tutuklular, iç ve dış güvenlik görevlisi bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engelleri olan, 34 üncü maddede sayılan hâller dışında oda ve koridor kapıları sürekli olarak kapalı tutulan ve yasal zorunluluklar ayrık, dışarıyla irtibat ve haberleşme olanağı bulunmayan normal güvenlik esasına dayalı tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hâllerde diğer kapalı ceza infaz kurumlarının bu amaca ayrılmış bölümlerinde tutulurlar.\" 5275 sayılı Kanun’un “Tutukluların barındırılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Tutuklular, maddî olanaklar elverdiğince suç türlerine ve taşıdıkları güvenlik riskine göre ayrı odalarda barındırılırlar. Aralarında husumet bulunanlar ile iştirak hâlinde suç işlemiş olanlar aynı odalarda barındırılmazlar ve birbirleri ile temas etmelerini engelleyecek tedbirler alınır.\" 5275 sayılı Kanun’un “Kısıtlayıcı önlemler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir:a) Tutuklunun tek başına, sıkı bir rejim altında muhafaza edilmesi ve kaldığı odanın kamera ile izlenmesi.b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması.c) Gerekiyorsa kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyici biçimde hazırlanmış özel bir odada barındırılması ve kaldığı odanın kamera ile izlenmesi.d) Saldırganlık göstermesi hâlinde belirli süreyle kelepçelenmesi veya hareketlerinin engellenmesi.e) Yüksek güvenlikli bir kuruma nakledilmesi. 5275 sayılı Kanun’un “Tutukluların yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.\"B. Uluslararası Hukuk 3- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Yaşam hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur... \" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi,devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak, yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71). Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi kapsamında yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri, § 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69). AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, ceza infaz kurumlarında bir şiddet potansiyeli bulunduğunu ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovskiy ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/BirleşikKrallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3497", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmamasından dolayı mahkûmlar arasında çıkan çatışmada başvurucuların yakınının öldürülmesi, tam yargı davasının reddedilmesi ve olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; kolluk görevlilerinin toplantıya müdahalesi neticesinde meydana gelen yaralanma ile buna ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının, soruşturmanın makul süratle sonuçlandırılmamasına ilişkin açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurunun anlatımına göre 12/10/2003 tarihinde siyasi bir partinin düzenlediği basın açıklamasına katılmak üzere diğer parti üyeleriyle birlikte açıklamanın yapılacağı Kadıköy İskelesi'ne doğru yürürken kolluk güçlerinin müdahalesiyle karşılaşmış, yakın mesafeden yüzüne gaz sıkılmış, tekmelenmiş ve kolu üç ayrı yerden parçalı kırık oluşacak şekilde darbedilmiştir. Olay basına yansımış, başvurucunun yaralanma anına ilişkin görüntü ve haberler ulusal görsel ve yazılı medyada yer almıştır. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) basına yansıyan görüntüleri ihbar kabul ederek kolluk görevlileri hakkında resen soruşturma başlatmış, başvurucunun kolluk memurları ve amirleri hakkındaki 15/10/2003 tarihli şikâyet dilekçesi de başlatılan soruşturmaya dâhil edilmiştir. 12/1/2004 tarihinde başvurucuyu yaraladığı isnadıyla bir polis memuru hakkında Savcılıkça dava açılmış, kolluk amirleri hakkında suç unsuru bulunmaması nedeniyle kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılan yargılama sonunda 24/5/2005 tarihinde, hakkında dava açılan polis memurunun başvurucuyu yaralayan kişi olmadığı kanaatine varılarak polis memurunun beraatine hükmedilmiştir. Mahkeme tarafından ayrıca suç tarihinde başvurucunun kolunun kırılmasına sebebiyet veren görevli polis memurunun tespit edilip hakkında işlem yapılması bakımından karar kesinleştikten sonra dosyanın ihbar mahiyetinde Savcılığa gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, mahkeme kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, temyiz süreci içinde dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle 9/6/2010 tarihinde davanın düşürülmesine karar vermiştir. 23/5/2012 tarihinde Bakanlığa (İdare) başvuran başvurucu; kolluk memurları tarafından yaralanmasına rağmen soruşturma sürecinin uzun sürmesi nedeniyle sorumluların tespit edilip cezalandırılması için gereken dava zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu nedenle adalet hizmetinin kötü ve yetersiz işlediğini belirterek manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Bakanlık 30/5/2012 tarihli cevabında aleyhine hükmedilmiş ve kesinleşmiş mahkeme ilamı bulunmadığından herhangi bir işlem yapılmadığını bildirmiştir. Başvurucu 7/9/2012 tarihinde İdare aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tazminat davası açarak ceza soruşturmasının dava zamanaşımının dolması gerekçesine istinaden düşürülmesi nedeniyle adalet hizmetinin kötü ve yetersiz işlediğini ileri sürerek manevi tazminat talep etmiştir. İdare Mahkemesi 18/10/2012 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...idare mahkemelerinde ancak, idari eylem veya işlemden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından ve idari yargı mercileri tarafından verilen kararlara göre işlemde veya eylemde bulunmayan hallerde bu duruma maruz kalanlar tarafından tazminat davası açılabilmesi olanaklıdır.Mahkemelerin yargısal faaliyetleri sırasında adli hata yaptıkları iddiasıyla açılacak tazminat davalarının ise ortada idari işlem veya eylem bulunmaması nedeniyle idare mahkemelerince görüm ve çözümü olanaksızdır. Bu tür tazminat istemlerinin ancak adli yargı mercileri nezdinde açılacak tazminat davalarında incelenmesi mümkündür. Nitekim benzer bir konuda Danıştay Onuncu Dairesince verilen 2003 tarih ve E.2002/4697, K:2003/1300 sayılı karar da aynı doğrultudadır. Açıklanan nedenlerle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine...\" İdare Mahkemesi kararına başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun (Bölge İdare Mahkemesi) 18/3/2013 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"Uyuşmazlıkta; davacı tazminat istemini, adalet teşkilatının örgütlenmesindeki aksaklıklar dolayısıyla adalet hizmetinin yetersiz ve kötü işlemesi sonucunda oluşan gecikmeden mütevellit davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesinde hizmet kusuru bulunduğu iddiasına dayandırdığından, davanın yargılama faaliyeti ile ilgisi bulunmamaktadır.Bu itibarla; mahkemece, dava konusu olayda, 2992 sayılı Kanun ile davalı idareye verilen adalet hizmetinin yerine getirilmesinde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı yönünde bir araştırma yapılarak tazminat istemi hakkında esas yönünden bir karar verilmesi gerekirken, davanın görev yönünden reddine karar verilmesinde hukuku isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, davacı itirazının kabulü ile Ankara İdare Mahkemesinin ... kararın bozulmasına, uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gözetilerek işin esası hakkında karar verilmek üzere 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45/4 maddesi uyarınca dava dosyasının Mahkemesine iadesine...\" İtirazın kabul kararına karşı Bakanlığın karar düzeltme istemi 25/9/2013 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi sonrasında İdare Mahkemesi 7/5/2014 tarihinde davanın esastan reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Dosyanın incelenmesinden, davacının 2003 tarihinde yapılan [...] basın açıklamasına katılmak istemesi sebebiyle üç çevik kuvvet memuru tarafından kolu kırılması sonucunda ameliyat olduğu, bu kişilere karşı fiilden itibaren üç ay içinde 2004 tarihinde dava açıldığı, açılan davanın yerel mahkeme tarafından 2005 tarihinde beraat kararı verilerek karara bağlandığı, verilen kararın temyiz edilmesine karşın Yargıtay'da karar verilmeyerek dosyanın zamanaşımı sebebiyle düştüğü, manevi zararın tazmini istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Dava dilekçesinde davacı tarafından, söz konusu zararın doğma nedeninin yargıcın kusuruna bağlanmadığı, zararın idarenin gerekli yargısal örgütlenmeyi (mahkemelerin açılması, teşkilatının kurulması, adalet hizmetlerinin yürütülmesinin davalı idarenin görevlerinden olduğu belirtilmek suretiyle) kuramamasına, hizmeti kusurlu işletmesine bağlandığı, bu nedenle idarenin sorumluluğu yoluna gidilmesi gerektiğinden bahisle davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu olayda davacı tarafından yargısal faaliyetin mahkemelerce (temyizde geçen süre dahil) zamanaşımı süresi içinde sonuçlandırılması gerekirken geç karar verilmesi nedeniyle dosyanın zamanaşımı nedeniyle düştüğü belirtilmiş olsa da, zamanaşımı süresinin dolmasının esasen yargısal faaliyetten kaynaklandığı anlaşılmış olduğundan, bu anlamda davalı idarenin gerekli yargı teşkilatını kurmadığı ve kusurlu olduğunun kabulü mümkün değildir.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine...\" İkinci karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, İdare Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesine istinaden Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 22/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan kararın karar düzeltme istemi 14/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 17/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15617", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kolluk görevlilerinin toplantıya müdahalesi neticesinde meydana gelen yaralanma ile buna ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının, soruşturmanın makul süratle sonuçlandırılmamasına ilişkin açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında sanıkların hazır bulunma talepleri reddedilerek ses ve görüntü aktarımıyla duruşmaya uzaktan katılımlarının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (B) sütununda bulunan başvurular, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle birleştirilmiş ve inceleme 2021/2614 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurucular, çeşitli ceza infaz kurumlarında tutukluyken silahlı terör örgütüne üye olma suçundan farklı mahkemelerde yargılanmıştır. Başvurucuların bir kısmı bazı duruşmalara, bir kısmı da duruşmaların tümüne tutuklu bulundukları ceza infaz kurumlarından Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmıştır. Duruşma tutanaklarında, başvurucuların SEGBİS aracılığıyla celselere katılmak istemedikleri yönünde mahkemelere itirazda bulunduklarına dair herhangi bir beyanları yer almamıştır. Başvurucular, müdafileriyle duruşmalarda savunma yapmıştır. Başvurucu Selim Çavdar dışındaki diğer başvurucuların bizzat duruşmalarda hazır bulunmak istediklerine dair mahkemelere herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut verilere de rastlanmamıştır. Diğer yandan başvurucu Erhan Şeker, SEGBİS aracılığıyla katıldığı yargılamanın 2/12/2020 tarihli son celsesinde, önceden verdiği dilekçe ile duruşmada bizzat hazır bulundurulmasına dair talebinden vazgeçtiğini, yargılamaya SEGBİS'le katılmasında bir problem olmadığını beyan etmiştir. Mahkemeler, başvurucuların silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucuların istinaf talepleri, farklı bölge adliye mahkemelerince esastan reddedilmiştir. Başvurucular, gerekçeli temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra celselere SEGBİS aracılığıyla katılmak zorunda kaldıklarını ileri sürmüştür. Yargıtay, başvurucular hakkındaki esastan ret kararlarını onamıştır. Komisyon, tüm başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2614", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında sanıkların hazır bulunma talepleri reddedilerek ses ve görüntü aktarımıyla duruşmaya uzaktan katılımlarının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan yargılandığı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin uyarlama davasında, mahkemenin, indirim sebeplerindeki takdir yetkisini, yeterli gerekçeye dayanmadan üst sınır yerine alt sınırdan kullanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 7/1/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçu nedeniyle hakkında açılan ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasında 13/12/2007 tarih ve E.2006/128, K.2007/464 sayılı kararla başvurucu 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 31/5/2012 tarih ve E.2009/13445, K.2012/7148 sayılı ilamıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin kararı onanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 4/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un maddesiyle 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) maddesinin (6) numaralı fıkrasında yapılan değişiklerin lehe hükümler içermesi nedeniyle hükümlü hakkında verilen cezanın yeniden değerlendirilmesi talebinde bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 14/9/2012 tarih ve E.2006/128, K.2007/464 sayılı Ek Kararı ile yeniden değerlendirme yaparak anılan Kanun hükümleri uyarınca örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan verdiği önceki mahkumiyet kararını iptal ederek yeniden hüküm kurmuş ve atılı suçtan dolayı yasada öngörülen takdiri indirimi 1/6 oranında uygulayarak neticeten başvurucuyu 5 yıl 2 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“… Suç ve Cezada kanunilik ilkesinin gereği olarak, hükümlüler hakkındaki cezadan indirim yapılması için gerekli koşulların kanunda sayılması gerekir. Ancak kanun koyucu tarafından 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220/ Maddesinin ikinci cümlesindeki takdiri indirim düzenlemesi yapılırken, indirim koşulları sayılmamıştır. Bu durumda kanun koyucu hakime, indirim oranının belirlenmesinde olayı ve suçluyu hukuki normları kıstas alarak adil ve insaflı bir oranın tespitinde özgür bırakmıştır.Buna göre mahkememizce; suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suç konusunun önem ve değeri, failin kusurunun ağırlığı kıstasları dikkate alınarak indirim oranı tespit edilmiştir.Hükümlülerin, cezalandırılmasına konu edilen silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek eylemi sırasında; güvenlik görevlilerine taş attıklarının anlaşıldığı, bu nedenle suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman, meydana gelen tehlikenin ağırlığı, suçun işlenmesinde kullanılan araç, failin kusurunun ağırlığı kıstasları dikkate alınarak verilen cezadan takdiren 1/6 oranında indirim yapılmıştır.” Başvurucu, TCK’nın maddesinin (6) numaralı fıkrasında hâkime tanınan takdir yetkinin gerekçesiz ve keyfi kullanıldığı iddiası ile anılan karara itiraz etmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 1/11/2012 tarih ve 2012/881 Değişik İş sayılı kararı ile Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Ret kararının gerekçesi şöyledir:“… Yukarda sayılan yasal düzenlemeler ve kanun koyucunun indirim oranının belirlenmesinde hakime tanıdığı takdir yetkisi göz önüne alınarak, hükümlüler … İbrahim ATAŞ hakkında 6352 sayılı yasa gereğince verilen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 14/9/2012 tarih ve E.2006/128, K.2007/464 karar sayılı ek kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonuç ve kanaatine varılarak itirazın reddine karar verilmiştir.” Ret kararı başvurucuya 7/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk TCK’nın “Silahlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” TCK’nın “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:“(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.(7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.” TCK’nın “Cezanın belirlenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1)Hâkim, somut olayda;a) Suçun işleniş biçimini,b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki,Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.” TCK’nın “Takdiri indirim nedenleri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2)Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir.” 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi, 4/12/2004 tarih 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 267 ila maddeleri, TCK’nın ve maddesi, 6352 sayılı Kanun’un maddesi. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1235", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan yargılandığı Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin uyarlama davasında, mahkemenin, indirim sebeplerindeki takdir yetkisini, yeterli gerekçeye dayanmadan üst sınır yerine alt sınırdan kullanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca duruşmada hazır bulunma ve hakkaniyete uygun yargılanma hakları dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyonca anılan haklara ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Seydişehir S Tipi Kapalı Ceza İnfaz kurumunda tutuklu iken silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 11/5/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 20/6/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde hazır edilmesi için tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu 11/6/2018 tarihli dilekçesi ile \"savunma hakkını yerinde ve etkin bir şekilde kullanabilmek için\" 20/6/2018 tarihinde yapılması kararlaştırılan duruşmaya bizzat katılma talebinde bulunmuştur. Bu dilekçe Ceza İnfaz Kurumu tarafından UYAP sisteminden aynı gün Mahkemeye gönderilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 20/6/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 2/7/2018 tarihli ikinci celse ile 13/7/2018 tarihli son celsede savcılık makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuş ve hüküm açıklanmıştır. Mahkemecebaşvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu, gerekçeli istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini celse arasında Mahkemeye ilettiği hâlde talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7708", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, silah ruhsatının yenilenmesine ilişkin tebligatın usulsüz yapıldığına ilişkindir. Başvuru 3/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun sahip olduğu silah ruhsatının süresinin sona ermesinden sonra 17/6/2015 tarihinde silah ruhsatının yenilenmesinin yapılması gerektiğine ilişkin tebligat ikametgâhının bulunduğu mahalle muhtarı aracılığı ile kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucunun süresinde ruhsatını yenilememesi üzerine silah ruhsatı iptal edilmiştir. Başvurucu söz konusu durumu 3/2/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu, işleme karşı itiraz etmiş ve itirazının reddedilmesi üzerine de dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 13/7/2016 tarihinde davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı temyiz yoluna başvurmuş ve temyiz talebi Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 20/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, Dairenin kararının düzeltilmesini talep etmiştir. Dairenin 6/6/2018 tarihli kararıyla karar düzeltme talebi reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 3/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26681", "Başvuru Konusu":"Başvuru, silah ruhsatının yenilenmesine ilişkin tebligatın usulsüz yapıldığına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yakalama ve gözaltına almanın hukuki olmaması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ifade alma ve sorgu esnasında sorulan soruların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade özgürlüğünün; tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda spor ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması, diğer tutuklu ve hükümlüler gibi sosyal aktivitelerden faydalandırılmama, gözaltında iken fiziki ve psikolojik cebir uygulanması, gözaltı ve ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının; taşınmaz hak ve alacaklara tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltına alınılan ilk andan itibaren avukat yardımından yararlandırılmama ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili olarak yayımlanan haberler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan 2015/15372 sayılı soruşturma kapsamında 1/6/2016 tarihinde Kocaeli Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi kolluk görevlileri tarafından 2/6/2016 tarihinde alınmıştır. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular sorulan sorularla açıklanmıştır. Kocaeli Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de ifade alma işlemi esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu, Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde alınan ifadesinde özetle örgüt içinde herhangi bir faaliyete katılmadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu 3/6/2016 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular açıklanmıştır. Kocaeli Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de ifade alma işlemi esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesinde özetle kendisine sorulan kişileri tanımadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Savcılık, ifadesini aldıktan sonra başvurucuyu serbest bırakmıştır. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra -anılan soruşturma kapsamında- çıkarılan yakalama kararına istinaden FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle Kocaeli Emniyet Müdürlüğünde 25/7/2016 tarihinde yeniden gözaltına alınmış ve aynı tarihte Başsavcılığa sevk edilmiştir. Savcılık, başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından 25/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun savunmasını almıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış, Kocaeli Barosunca görevlendirilen başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucunun Hâkimlikteki savunmasının ilgili kısımları şöyledir:\"... Ben bugüne kadar hiçbir terör örgütüne üye olmadım, varlığından da haberdar değilim. Dört tane çocuğum var, onların ekmeği için uğraşmaktayım. Bugüne kadar sabıka kaydım da yoktur. FETÖ/PDY isimli terör örgütüne üyeliğim iddiasını dahi şahsıma hakaret olarak kabul ediyorum. Benim Körfez KASİAD'la hiçbir ilgim bulunmamaktadır. Sadece geçmişte 2013-2015 yılları arasında Körfez Fen ve Anafen Dershanelerinde halkla ilişkiler bölümünde çalıştım. Çalıştığım bu dershanede sadece kayıt dönemlerinde kurumu tanıtım amacıyla velilerimizi davet edip, toplantı yaptığımız olmuştur. Bu tamamen kayıt amaçlı bir programdır, her hangi bir örgüt adına ya da cemaat adıyla dini sohbet biçiminde de olsa bir toplantıya katılmadım ...Müşteki H.E.nin ifadesi okundu, soruldu: Benim bu kişi ile birebir tanışıklığım yoktur, banka veznesinde çalışan biri olduğunu biliyorum. Tarafıma okuduğunuz ifadeleri işten ayrılmanın hezeyanıyla asılsız suçlama niteliğinde görüyorum ...Müşteki H.E. ile bilgi sahibi E.Y.nin ifadeleri okundu, soruldu: E.Y. isimli kişiyi tanımıyorum, her iki ifadedeki tarafıma yöneltilen suçları kesinlikle reddediyorum. T.T.yi sadece aynı şirkette çalışmamızdan dolayı biliyorum, bu kişinin örgüt ile bir ilgisi olup olmadığını bilmiyorum ...Şüpheliye çevresinde bu örgüt adına faaliyet halinde bulunan kişiler olup, olmadığı sorulduğunda; 'bilmiyorum' şeklinde cevap verdi. ... Benim 15/7/2016 tarihindeki darbeye teşebbüs eyleminden önceden haberim bulunmamaktadır. Kesinlikle bu darbenin her hangi bir yerinde yer almadım. Tasvip etmiyorum, şiddet ve nefretle kınıyorum ...\" Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu bakımından ise adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir: \"... şüpheli Muammer Koçan'ın soruşturma konusu silahlı terör örgütüne üye olma suçu bakımından; 15/7/2016 günü saat 00 sıralarında TSK bünyesinde görevli bir grup muvazzaf askerler öncülüğünde örgüte bağlı polis ve bir kısım sivilin de katılımıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasal Düzenine karşı siyasal iktidarısonlandırmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırma, kamu kurum ve kuruluşlarını ele geçirip işlevsiz kılmak ve yönetimi ele geçirmek maksadıyla darbe eyleminin yapılmaya çalışıldığı, yurdusavunmak amacıyla hareket eden çok sayıda insanın hayatını kaybettiği ve binlerce insanın yaralandığı, milyonlarca maddi zararın ortaya çıktığı, teşebbüs ile demokratik düzenin büyük yara aldığı, darbe teşebbüsünün FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından planlanıp en kanlı şekilde icra edildiğinin anlaşıldığı, şüphelinin darbe eylemini gerçekleştiren aynı örgüte mensup kişilerden olduğu hususunda soruşturma dosyası içersinde,8/5/2015 günü BİMER'e yapılan ihbarın içeriği, müştekiler H.E, H.E. ile bilgi sahibi E.Y.nin ifadelerinde şüphelinin örgüt adına Körfez ilçesinde toplantılar organize ettiği, mütevelli heyetinde bulunduğu şeklinde beyanlarda bulunulması, dosya şüphelileri arasında geçen iletişim tespit kayıtlarından hareketle kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin mevcut olduğu, tutuklama talebine konu edilen suç ilgili eylemin vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, öngörülen ceza miktarının yüksek oluşu, suç ve şüpheli hakkında delillerin henüz toplanamamış olması, atılı suçların CMK'nın 100/3-a. maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlardan oluşu, öngörülen ceza miktarı ile talep edilen tedbir karşılaştırıldığında tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü kabul edilmesinin gerektiği ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı kanaatiyle ve tutuklama koşullarının oluştuğu kabul edilerek; CMK.nın ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Başvurucu 28/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itirazı Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 12/10/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı yetkisizlikle Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlattığı soruşturma kapsamında 11/7/2017 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu Savcılıktaki ifadesinde özetle 1971 yılında Erzurum'un İspir ilçesinde doğduğunu, ilk ve orta öğrenimini İspir'de tamamladıktan sonra 1991 yılında Altunizade FEM Dershanesine gittiğini, 1996 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olduğunu, 2000-2006 yılları arasında İstanbul Fatih Kolejinde din dersi öğretmeni olarak çalıştığını, 2008 yılından 2015 yılına kadar Kocaeli FEM Dershanesinde dershane yönetim memuru ve halkla ilişkiler görevlisi olarak çalıştığını, 2015 yılı Kasım ayından sonra çocuklarının öğrenim durumu nedeniyle Gemlik'e geldiğini, yaklaşık bir buçuk ay R.B.nin yanında büro elemanı olarak çalıştığını, FETÖ/PDY bünyesinde Gemlik'te herhangi bir görev almadığını, 2015 yılı sonunda Kocaeli'nde dershaneden ayrıldıktan sonra bu örgüt bünyesinde herhangi bir şekilde görev almadığını, ilahiyatçı olması nedeniyle çağrılan yerlere gidip düzenlenen sohbetlerde konuşma yaptığını, cenaze ve düğün törenlerine mevlit okumaya gittiğini, bunun haricinde herhangi bir terör örgütü bünyesinde sohbet yapmadığını, Gemlik'te FETÖ bünyesinde R.B., H.B. ve okul müdürü olan H. isimli şahsı tanıdığını, H.B.yi eskiden beri İstanbul'dan tanıdığını, H.B.nin kendisini R.B. ile tanıştırdığını, bu kişi ile hemşerisi olması nedeniyle diyaloğunun olduğunu, H.B.nin çalıştığı okulun müdürü olan H. Bey'le de orada tanıştığını, bunun dışında herhangi bir bağının olmadığını, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığında tanık olarak dinlenen H.E. ve E.Y.nin ifadelerinde belirttikleri hususları kabul etmediğini, bu kişileri tanımadığını, daha sonra bu kişilerin ifadelerini geri çektiğini duyduğunu, dosya kapsamında adı geçen diğer kişileri tanımadığını aleyhine beyanda bulunan kişilerin kendisine iftira attığını, kendisinin sadece bir kez kandil gecesinde FETÖ'ye ait yurda sohbet etmeye gittiğini, hakkında yapılan ihbarların hiçbirini kabul etmediğini, Gemlik'e geldikten sonra herhangi bir sorumluluk almadığını, çevresinde ilahiyatçı ve hoca olarak bilindiği için bu şekilde ihbarlar yapıldığını, ihbarların tamamen asılsız olduğunu, tuşlu telefon kullandığını, herhangi bir şekilde telefonuna ByLock yüklemediğini ve ByLock üzerinden kimseyle görüşme yapmadığını, Asya Termal Otel'e sadece bir kez gittiğini, o dönem çalıştığı okuldan birilerinin olduğunu ancak kimler olduğunu hatırlamadığını, görev yaptığı dershanenin Bank Asya ile çalışması nedeniyle 2000 yılından beri tüm işlemlerini Bank Asyada yaptığını, terör örgütünün talimatıyla Bank Asyaya para yatırmadığını, Bankadan araç kredisi çektiğini ancak araç alamayınca bu parayı hesaba yatırdığını, 000 TL civarındaki paranın eşinin ailesinden gelen mirastan hakkına düşen para olduğunu, 000 TL civarındaki paranın ise dershanede kalan hak ve alacakları olduğunu, bu parayı hesabına yatırdığını, gazete ve dergi aboneliğinin olmadığını beyan etmiştir. Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı tamamladıktan sonra dosyayı fezleke ile Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Aynı iddianame ile başvurucu dışında otuz üç kişi hakkında da FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle dava açılmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucu ve diğer şüphelilere yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede, başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve başvurucunun örgüt bağlantısına ilişkin olarak yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. Bir kısım şüpheli ve tanık beyanlarına göre başvurucunun 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşandığı tarihte ve öncesinde FETÖ/PDY bünyesinde Gemlik ilçe imamı olarak görev yaptığı ve örgütün Gemlik ilçesindeki en üst yöneticisi olduğu, ilçede bulunan FETÖ/PDY ile irtibatlı kurum ile kuruluşların ve grupların başvurucuya bağlı olduğu, hiyerarşik yapı içinde en üst konumda bulunması nedeniyle örgütten \"mütevelli heyeti\" ve diğer gruplardan toplanan paraların kendisine teslim edildiği ve bu paralarla ilgili takdir yetkisinin başvurucuda olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda örgüt yapılanmasında başvurucunun altında yer alan diğer örgüt mensuplarının isimlerine ve görevlerine, Gemlik'te bulunan örgütle bağlantılı özel kurum ve kuruluşların isimlerine ve faaliyetlerine de yer verilmiştir.ii. Gemlik İlçe Emniyet Müdürlüğünün 17/3/2017 tarihli yazısı ve ekindeki rapora göre başvurucunun FETÖ/PDY'nin şifreli haberleşme programı olan ByLock programını kullandığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun Bank Asyada bulunan hesap hareketlerinin incelenmesinde FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in örgüt üyelerine yönelik olarak \"Bank Asyaya para yatırılması\" çağrısını yaptığı 25/12/2013 tarihinden sonra başvurucunun da bu çağrıya uyarak adı geçen Bankada birden fazla katılım hesabı açtırdığı ve Bankaya 6/2/2014 tarihinde 850 TL, 19/8/2013 tarihinde 139 TL, 19/10/2014 tarihinde 591 TL yatırdığı, 19/9/2014 tarihinde ise 296 TL tutarında hurda altın alımı yaptığının tespit edildiği belirtilmiştir.iv. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olan gazete ve dergi aboneliklerinin bulunduğu ve abone dağıtım listelerinde adının yer aldığı belirtilmiştir.v. Gemlik İlçe Emniyet Müdürlüğünün 2/12/2016 tarihli yazısı ve ekindeki 30/11/2016 tarihli tutanağa göre başvurucunun FETÖ/PDY tarafından organize edilen ve 28/12/2007, 7/5/2010, 23/12/2011, 25/10/2013 tarihlerinde Ankara'nın Kızılcahamam ilçesinde bulunan Asya Termal Otelde gerçekleştirilen örgüt içi toplantılara katıldığının tespit edildiği belirtilmiştir.vi. 15/8/2016 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Sigorta Primleri Genel Müdürlüğünün yazısına göre başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı eğitim kurumlarında sigortalı olarak çalıştığının tespit edildiği bilgisine yer verilmiştir. İddianame Bursa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 31/10/2017 tarihinde kabul edilmiş ve E.2017/265 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... Sanık Muammer Koçan'ın üzerine atılı silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunun vasıf ve mahiyeti, tutuklu sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren arama kararları doğrultusunda delillerin bulunması, katoloğ suçlardan oluşu, tutuklu sanığınkaçacağı, saklanacağı, delilleri yok edeceği, gizleyeceği veya değiştireceği; tanık veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunacağı hususlarında kuvvetli şüphe uyandıran somut olguların bulunması ve tutuklu sanık hakkında adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacağı, tutuklamanın sanığın üzerine atılı suç ve delil durumu itirabiyle ölçülü olduğu anlaşıldığından CMK’nun 100 ve devamı maddelerigereğince sanığın tutukluluk halinin devamına ... [karar verildi.]\" Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 15/1/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle açılan dava iddianamenin kabulü ile birlikte Mahkemenin E.2018/32 sayılı dosyasına kaydedilerek kovuşturma aşaması başlamış, Mahkeme anılan dosyayı bağlantı nedeniyle 22/1/2018 tarihinde E.2017/265 sayılı asıl dosya ile birleştirmiştir. Mahkeme 20/2/2018 tarihinde ilk duruşmayı, 21/2/2018 tarihinde ise ikinci duruşmayı yapmıştır. Başvurucunun daha sonra savunma yapmak istemesi nedeniyle bu duruşmalarda savunması alınamamıştır. Mahkeme 22/2/2018 tarihinde yaptığı üçüncü duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle herhangi bir terör örgütü içinde görevinin olmadığını, Gemlik'e çocuklarının eğitimi nedeniyle geldiğini ve kısa süredir Gemlik'te bulunduğunu, kimseden talimat almadığını ve örgüt toplantılarına katılmadığını, para toplamadığını, bu hususlarda aleyhine olan beyanların iftira olduğunu, ByLock kullanıldığı belirtilen telefon hattının kendisine ait olduğunu, tutuklanmadan önce iki tane akıllı telefonunun bulunduğunu ancak ByLock kullanmadığını, görev yaptığı özel kurumun Bank Asya ile çalışması nedeniyle hesap işlemlerini Bank Asyada yaptığını ancak talimatla para yatırmasının söz konusu olmadığını, zaman zaman kaplıcalara gittiğini Asya Termal Otel'in de bunlardan birisi olduğunu ve gizli bir toplantının olmadığını, Kocaeli'nde dershanede yönetim memuru ve halkla ilişkiler görevlisi olarak çalıştığı için işi gereği birçok kişiyle görüşme yapmasının normal olduğunu, kendisine sorulan kişilerin aleyhine olan ifadelerini ve suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkeme 29/7/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir. Başvurucu, adli yardım talebinde bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.\" 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun \"Terör suçları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.\" 3713 sayılı Kanun'un \"Cezaların artırılması\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.  (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Usul\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutukluluğun incelenmesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Adlî kontrol\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.\" 5271 sayılı Kanun'un \"İtiraz olunabilecek kararlar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"İtiraz usulü ve inceleme mercileri\" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.b) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez....\" 5271 sayılı Kanun'un \"Karar\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.\" 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un \"Sulh ceza hâkimliği\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.\" 5235 sayılı Kanun'un \"Ağır ceza mahkemesinin görevi\" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: \"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.\" 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) (18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un) \"Soruşturma ve kovuşturma işlemleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: \"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...ı) Tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir....\" 27/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında KHK'nın (8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un) \"Soruşturma ve kovuşturma işlemleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: \"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...c) Tutukluluk kararına itiraz edilen sulh ceza hâkimliği veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok on gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.ç) Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanır....\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/56282", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalama ve gözaltına almanın hukuki olmaması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ifade alma ve sorgu esnasında sorulan soruların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade özgürlüğünün; tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda spor ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması, diğer tutuklu ve hükümlüler gibi sosyal aktivitelerden faydalandırılmama, gözaltında iken fiziki ve psikolojik cebir uygulanması, gözaltı ve ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının; taşınmaz hak ve alacaklara tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltına alınılan ilk andan itibaren avukat yardımından yararlandırılmama ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili olarak yayımlanan haberler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1968 doğumlu olan ve bir yıldır sol gözünde kızarıklık, ağrı ve pterjium (gözün üzerine yürüyen et parçası) şikâyetleri bulunan başvurucu 1/10/2009 tarihinde Kozluk Devlet Hastanesine başvurmuş, daha önceden de muayene olduğu Dr. E.K. tarafından muayene edilmiştir. Muayene formunda, gözünde et parçası bulunan başvurucunun 5-6 ay önce Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde pterjium ameliyatı olduğu, ameliyattan bir süre sonra gözünde tekrar et parçası meydana geldiğinin fark edildiği, sol göz nüks pterjium cerrahisi yapılmasının planlandığı, hastaya nüks pterjium cerrahisi için operasyon yapılacağının anlatıldığı, ameliyat sonrası olası problemlerden bahsedilerek hastanın muvafakatinin alındığı ve yatış işlemlerinin yapıldığı belirtilmektedir. Başvurucu 1/10/2009 tarihinde ameliyat hakkında aydınlatıldığına ilişkin Ayrıntılı Teşhis ve Tedavi İşlemleri Onay Belgesini onaylamıştır. Başvurucu 1/10/2009 tarihinde pterjium ameliyatı olmuştur. Ameliyat kayıt defterinde, sol göz pterjium eksizyonu yapıldığı, 1-2 dakika Mitomisin adlı ilacın uygulandığı, açıkta kalan bölgeye amniyotik membran ile 0 vicrylle sütüre edilerek ameliyata son verildiği belirtilmiştir. Operasyondan 1-2 saat sonra başvurucunun ağrılarından yakınması üzerine, ameliyat mikroskobu altında yapılan inceleme ile korneanın açıkta kaldığı bölgelerin ve sütürün ağrı yaptığı düşünülmüş ve kornea amniyotik membran üzerine kaydırılmıştır. 2/10/2009 tarihinde yapılan tetkiklerde, amniyotik membran altında korneal incelme olduğu, korneanın temporalinde erime olduğu ve irisin bölgeye çekinti yaptığı görülmüş, amniyotik membran örtülerek bölge kapatılmıştır. 6/10/2009 tarihine kadar yatılı olarak tedavisine devam edilen başvurucu, poliklinik kontrolüne çağrılarak bu tarihte taburcu edilmiştir. Başvurucu, yapılan kontroller neticesinde de iyileşme sağlanamaması üzerine 18/11/2009 tarihinde korneal erime ön tanısıyla Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucu, sevk edildiği Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalında ve kendi isteğiyle başvurduğu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalında gördüğü tedavilerden de olumlu netice alamamıştır. Başvurucu, anılan hastaneler tarafından gözündeki görme kaybının nedeni olarak hastanede uygulanan yanlış tedavi ve ameliyatın gösterildiğini belirtmektedir. Başvurucu, yapılan hatalı ameliyat nedeniyle zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına müracaat etmiştir. Sağlık Bakanlığı başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu bunun üzerine maddi ve manevi zararlarının tazmini için 19/4/2011 tarihinde Sağlık Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde hastanede yapılan hatalı göz ameliyatı ve yanlış tedavi nedeniyle sol gözünün görme fonksiyonunu kaybettiğini, diğer gözünde de buna bağlı olarak görme fonksiyonunun azaldığını ileri sürmüştür. Batman İdare Mahkemesi (Mahkeme) sunulan sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti için dosyayı Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. Göz hastalıkları alanında uzman bir üyenin de katılımıyla Adli Tıp İhtisas Kurulu, başvurucunun şikâyet dilekçesini, ameliyatı yapan Dr. E.K.nın ifadesini ve adı geçen hastanelerde başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi bilgi ve belgeleri inceleyerek 24/12/2012 tarihli raporu tanzim etmiştir. Raporun sonuç kısmında \"nüks pterijyumların tedavisinde mitomisinli düzeltici operasyonları yapıldığının tıbben bilindiğinden gelişen görme kaybının bu ameliyatta kullanılan Mitosin adlı ilaca bağlı daha önceden öngörülemeyen bir komplikasyon olduğu cihetle hekime atf-ı kabil kusur bulunmadığı\" yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucu ATK'nın meslektaşları olan hekimi koruduğunu, hekimin Mitomisin adlı ilacın komplikasyonlarını bilmesi gerektiğini, ameliyattan önce tedavi süreci ve gelişebilecek komplikasyonlar hakkında yeterince bilgilendirilmediğini, bu nedenle imzalamış olduğu aydınlatılmış onam belgesinin geçersiz olduğunu, tıp fakültelerinde bulunan göz hastalıkları ana bilim dalında görevli hekimlerden yeniden rapor aldırılması gerektiğini belirterek bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. İdare Mahkemesi 28/3/2013 tarihinde, ATK'nın tanzim ettiği bilirkişi raporu doğrultusunda başvurucuda gelişen görme kaybının ameliyatta kullanılan Mitomisin adlı ilaca bağlı daha önceden öngörülemeyen bir komplikasyon sonucunda gerçekleştiği, hekimin kusurunun bulunmadığı, somut olayda idarenin hizmet kusurunun olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda ayrıca bilirkişi raporunun yeterli bilimsel ve teknik inceleme içerdiğinden bahisle yeniden rapor aldırılması talebinin reddedildiği ifade edilmiştir. Başvurucu bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde öne sürdüğü eksikliklerin giderilmediğini, ATK raporuna karşı yeniden bilirkişi raporu aldırılmadığını, ilacın komplikasyona neden olabileceğinin bilinmesine karşın tedavide kullanılmasının başlı başına bir kusur olduğunu belirtmiştir. Başvurucu bu durumun verdiği onamı hukuken geçersiz kıldığını, hatalı tedavi sonucu sol göz görme yetisinin tamamen diğer gözün ise kısmen kaybolduğunu belirterek kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 5/4/2018 tarihinde maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın onanmasına; İdare lehine vekâlet ücreti verilmesine ilişkin kısmın bozulmasına karar vermiştir. Onamaya ilişkin gerekçede, mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Kararda başvurucunun aydınlatılmış onamın gereçsiz olduğu iddiası da ayrıca değerlendirilmiştir. Dosyada bulunan Ayrıntılı Teşhis ve Tedavi İşlemleri Onay Belgesinin başvurucu tarafından 1/10/2009 tarihinde imzalandığına, başvurucunun engelli duruma gelme hâli de dâhil olmak üzere ameliyatın yan etkileri hakkında bilgilendirildiğine işaret edilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme istemi Dairenin 15/11/2018 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucuya 20/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2264", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, mahkûmiyetin usulüne göre alınmış adli bir arama kararı olmadan yapılan aramada ele geçirilen delile dayandırılması vemakul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvurucu Suat Keser (S.K.) 18/2/2016 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun eşi Zeynep Keser, kendisi ve velayeten çocukları Ece Bade Keser ve Ege Suat Keser adına 28/12/2016 tarihinde kayda giren dilekçeyle başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürlüğüne yapılan bir ihbar üzerine Eyüp Sulh Ceza Mahkemesinin 18/8/2005 tarihli kararına dayalı olarak müteveffa S.K.nın işyerinde arama yapılmıştır. Arama ve teslim tutanağına göre bandrolsüz olduğu tespit edilen 45 adet VCD film ve 2300 adet CD Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığınca emanete alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/10/2005 tarihli iddianamesi ile S.K. hakkında 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na aykırılık (bandrolsüz kopya eser satışı yapma) suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin (Mahkeme) 29/11/2006 tarihli kararı ile S.K.nın müsnet suçtan adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 2/12/2009 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılamada Mahkemenin 19/9/2011 tarihli kararıyla S.K.nın müsnet suçtan 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dava dosyası temyiz aşamasında incelenmekte iken S.K. tarafından 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. S.K.nın 18/2/2016 tarihinde vefat etmesi üzerine Mahkeme 4/4/2016 tarihli kararı ile davanın düşürülmesine karar vermiştir. S.K.nın eşi Zeynep Keser, kendisi ve çocukları Ece Bade Keser ve Ege Suat Keser adına bireysel başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun \"Sanığın veya hükümlünün ölümü\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun \"Duruşmanın sona ermesi ve hüküm\" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir...\"B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:''Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, ...makul bir süre içindegörülmesini isteme hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ergezen/Türkiye (B. No: 73359/10, 8/4/2014, §§ 27, 28) başvurusunda, başvurucunun AİHM nezdinde başvuruda bulunduktan sonra ölmesi üzerine yakınlarının başvuruya devam etmeyi istemeleri durumu ile başvurudan önce ölen kişi adına doğrudan ölenin yakınları tarafından AİHM'e başvuruda bulunma durumunun ayrı değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Valentin Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya [BD], B. No: 47848/08, 17/7/2014, § 97). AİHM ilke olarak asıl başvurucu tarafından ölmeden önce yapılan bir başvurunun ölenin yakınları tarafından takip edilebilmesi için bunların başvurunun devamında yeterli menfaatlerinin olması gerektiğini belirtmektedir (Hristozov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 47039/11 ve 358/12, 13/11/2012, § 71; Valentin Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya, § 97). Çünkü bu durumda asıl başvurucu kişisel tercihini kullanarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden (Sözleşme) doğan haklarının ihlal edildiği yönünde ölmeden önce bizzat başvuruda bulunmuştur (Ergezen/Türkiye, § 29). AİHM'e göre asıl başvurucu tarafından ölmeden önce yapılan bir başvuruda belirleyici husus başvuruya konu hakkın mirasçılara devredilip edilemeyeceği değil başvuruya devam etmek isteyen yakınların bu konuda meşru menfaatlerinin bulunup bulunmadığıdır (Ergezen/Türkiye,§ 29). Ancak AİHM'e göre başvuru karara bağlanmadan önce ölen kişinin başvuruya devam etmek isteyen yakınlarının bulunmaması veya bu türden bir istekte bulunan kişilerin başvurucunun mirasçısı ya da yeterince yakın akrabası olmaması yahut ölenin yakınlarının başvurunun devamında meşru bir menfaatlerinin bulunduğunu ortaya koyamaması hâlinde düşme kararı verilebilir (benzer yönde bir karar için bkz. Leger/Fransa [BD], B. No: 19324/02, 30/3/2009, § 50). AncakSözleşme'nin uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir (benzer yönde bir karar için bkz. Karner/Avusturya, B. No: 40016/98, 24/7/2003 §§ 25-28). AİHM Ergezen/Türkiye başvurusunda, başvuruda bulunduktan sonra vefat eden başvurucunun yakınlarının başvuruya devam etme isteklerini, ellerindeki belgelere göre yeterli menfaatleri bulunduğu gerekçesiyle kabul etmiş ve yargılamanın makul süreyi aştığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13248", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mahkûmiyetin usulüne göre alınmış adli bir arama kararı olmadan yapılan aramada ele geçirilen delile dayandırılması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhnameimzalanması akabinde başvuruların kabul edilmeyen kısmı için açılmış davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının, terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemeleri vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın muhtelif tarihli görüş yazıları 11/11/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular vekili tarafından 26/11/2015 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/6201 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/6201 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Tunceli ili Ovacık ilçesi Karataş köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvuruculara belirlenen miktarlarda tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucular vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname, ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucular tarafından Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle Elazığ İdare Mahkemelerinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Elazığ İdare Mahkemelerinin ekli tablonun G satırında tarihleri gösterilen kararları ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir;\" ...5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun maddesi ile, Kanun kapsamındaki zararların sulhen karşılanması için özel bir usul öngörülmüştür. Buna göre, Kanunda belirtilen süreler içinde ilgili valiliklere yapılan başvurular, valilikler nezdinde oluşturulan komisyonlarca değerlendirmeye tabi tutulmakta ve başvuranın zarara uğradığı sonucuna varılması halinde saptanan zararın ödenmesine karar verilerek bu miktar üzerinden düzenlenen sulhname tasarısı davet yazısı ile birliktehak sahibine tebliğ edilmektedir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisinin sulhname tasarısını kabul etmesi halinde, bu tasarının kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanacağı belirtilmiş, maddenin son fıkrasında da sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıkların ise ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarının saklı olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde ise; \"....Hukukumuzda feragat, kabul ve sulh gibi işlemler, görülmekte olan davaları sona erdiren işlemlerdir. Sulh işlemi, dava öncesi yapılmışsa dava açılmasını engelleyici özelliktedir. Sulh işlemine rağmen dava açılırsa bu durum itiraz olarak ileri sürülebilir ve dava ortadan kaldırılır. Böylece dostane bir çözüm şekli olan sulh bağlayıcı niteliktedir.\" şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. 5233 Sayılı Kanunun yukarıda belirtilen amacı, gerekçesi ve madde metninin birlikte değerlendirilmesinden; sulhnamenin imzalanmasından sonra dava açılmasına hukuki olanak bulunmamaktadır.  Olayda, davacı vekili ile davalı idare arasında imzalanan ... sulhname ile davacının uğradığı zararları tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte olup sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.\" Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun H satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, ekli tablonun I satırında belirtilen tarihlerde karar düzeltme talepleri Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, § 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.  Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.  Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.  Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.  Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) maddesi şöyledir: “Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir.Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir. Başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunurlar. Muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunması temin edilir. …Başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durum tutanakta belirtilir.” Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Yönetmelik'in maddesi şöyledir:  “Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır. Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.” ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6201", "Başvuru Konusu":"Başvurular terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvuruların kabul edilmeyen kısmı için açılmış davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının, terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi ya da satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Ali Onaylı, eğitim gören çocuklarının kendisini hafta sonu ziyaret edememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ayrıca ileri sürmüştür. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Somut başvuruda başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne ve 2018/7504, 2018/18392, 2018/20149, 2018/22936, 2018/31560 ve 2018/32330 numaralı başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. Öte yandan başvuru konusunun Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına ilişkin olduğu ve 2018/31560 numaralı bireysel başvuruda Adalet Bakanlığının (Bakanlık) görüşünün bulunduğu görüldüğünden diğer başvurular yönünden Bakanlıktan görüş alınmasına gerek görülmemiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28962", "Başvuru Konusu":"Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi ya da satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 1/11/1994 tarihinde Cumhuriyet Savcısına ifade vermesinin ardından rüşvet vermek suçunu işlediğinden bahisle hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin makul süre içinde sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 31/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 16/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, rüşvet verme suçunu işlediği iddiasıyla, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/1994 tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı’na ifade vermiştir. Soruşturma aşamasının tamamlanmasının ardından başvurucu ile birlikte yirmi üç sanık hakkında, yasa dışı faaliyetler sonucu elde ettikleri gelirin bir bölümünü terör örgütlerine aktardıkları iddiası ile Diyarbakır 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Diyarbakır 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 13/9/1995 tarih ve E.1994/1060, K.1995/329 sayılı kararı ile sanıkların yasa dışı terör örgütüne üyelik suçundan beraatlarına karar vermiş ancak atılı diğer suçlardan Mahkemenin görevsizliğine, yargılamaya devam edilmesi için, dosyanın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 11/10/1995 tarih ve E.1995/143, K.1995/118 sayılı kararı ile Devlet Güvenlik Mahkemesince verilen kararın usule uygun olmadığını, bu nedenle davanın usulüne uygun açılmış sayılamayacağını belirterek, sanıklar hakkında yürütülen usuli işlemlerin durdurulmasına ve dosyanın, gereğinin takdir ve ifası için Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmetmiştir. Başsavcılığa gelen dosya için yeniden hazırlık kaydı yapılmış, Başsavcılıkça başvurucu ile beraberindeki yirmi üç sanık hakkında 27/10/1995 tarihli yeni bir iddianame düzenlenmiştir. İlgili iddianame ile açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 27/11/2008 tarih ve E.1995/160, K.2008/573 sayılı kararı ile başvurucuyu “rüşvet verme” suçundan mahkum etmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 15/4/2013 tarih ve E.2012/4572, K.2013/3207 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir. Başvurucu, bu kararı 17/1/2014 tarihinde öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu, 31/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Karar, başvurucuya 5/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi, maddesinin ikinci fıkrası. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1729", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 1/11/1994 tarihinde Cumhuriyet Savcısına ifade vermesinin ardından rüşvet vermek suçunu işlediğinden bahisle hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin makul süre içinde sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya böbrek rahatsızlığı nedeniyle altı kez enjeksiyon yapılmasına ilişkin reçete düzenlenmiş olup bu enjeksiyonların tamamı Melek Hatun Aile Sağlığı Merkezinde (Aile Hekimliği) yapılmıştır. Başvurucunun 6/8/2012 tarihli son enjeksiyon işleminden hemen sonra sol bacağında uyuşma ve ağrı şikâyeti meydana gelmiştir. Şikâyetlerinin devam etmesi üzerine 6/9/2012 tarihinde Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine müracaat eden başvurucunun muayene ve tetkikleri sonucunda sol bacağında enjeksiyon işlemine bağlı siyatik siniri hasarı oluştuğu belirlenmiştir. Tedavi sürecinin sonunda düzenlenen anılan hastanenin 5/11/2015 tarihli raporu uyarınca başvurucunun düşük ayak sendromuna bağlı olarak %20 engelli hâle geldiği tespit edilmiştir. Başvurucu 10/6/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; Aile Hekimliğinde çalışan hemşirenin hatalı enjeksiyonu sonucunda sol bacağında kalıcı hareket kısıtlılığı oluştuğunu belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme, dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK İhtisas Kurulunun 27/2/2017 tarihli raporunda; bu tür işlemlerden sonra klinik şikâyetlere neden olan bulgularda tam düzelme olmayabileceği, enjeksiyonun yanlış yere yapıldığını gösteren tıbbi belge bulunmadığı ancak enjeksiyon doğru yere yapılmış olsa dahi sinir hasarı oluşabileceği belirtilerek ortaya çıkan hareket kısıtlılığının herhangi bir tıbbi kusur veya ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon niteliğinde olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu bu rapora yönelik itiraz dilekçesinde; anılan raporda Mahkemenin talep yazısında engel oranının belirlenmesi de dâhil olmak üzere tespitini istediği pek çok konuda hiçbir açıklama bulunmadığını ayrıca enjeksiyon öncesinde aydınlatma yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediğinin değerlendirilmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun çalışma gücünü kaybetmesi nedeniyle uğradığı gelir kaybının belirlenmesi amacıyla dosyayı aktüerya bilirkişisine tevdi etmiş, bilirkişinin incelemesi sonucunda başvurucunun 989 TL maddi zararı bulunduğu belirlenmiştir. Mahkeme 24/12/2018 tarihinde maddi tazminat talebinin kabulüne, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile başvurucuya 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Gerekçede; ATK raporu uyarıca enjeksiyon işleminin kusurlu olduğu ortaya konulamamış ise de uygulanan tedavi ve sonuç arasında illiyet bağının aşikâr olduğu ve idarenin kusurlu olduğunun karine olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucudaki %20 maluliyet oranının zaman içerisinde arttığı, neredeyse ayağını kullanamaz hâle gelmesinin sonucu olarak uğradığı kazanç kaybının belirlenmesi amacıyla aktüerya incelemesi yaptırıldığı ifade edilmiştir. Bu kapsamda aktüerya bilirkişisi tarafından tespit edilen zarar miktarı talep edilen tazminat tutarından fazla olmasına rağmen başvurucunun ıslah talebinde bulunmaması nedeniyle taleple bağlı kalındığı vurgulanmıştır. Ayrıca zararın niteliği, başvurucunun sağlık hizmeti sonucunda engelli hâle gelmesi nedeniyle duyduğu acı, üzüntü ve ruhsal sıkıntılarının kısmen de olsa dindirilmesi için takdiren 000 TL manevi tazminata hükmedildiği açıklanmıştır. Başvurucu ve davalı idare tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; aktüerya bilirkişisi tarafından belirlenen maddi zarar miktarı yönünden ıslah talebinde bulunmak için süre verilmediğini, engellilik oranında artış olup olmadığının belirlenmesi ile zararının bu orana göre hesaplanması için yeniden bilirkişi raporu alınması gerektiğini ileri sürmüştür. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 19/3/2020 tarihinde Mahkemenin kararının kaldırılmasına, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine; başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine kesin olarak karar verilmiştir. Gerekçede; ATK raporunda başvurucuya enjeksiyon yapılırken verilen sağlık hizmetinin hatalı olduğuna dair herhangi bir tespit bulunmadığından idarenin maddi tazminata yönelik sorumluluğu bulunmadığı dolayısıyla ıslah için süre verilmediği iddiası yönünden değerlendirme yapılmasının gerekli olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca poliklinik kayıtlarının düzenli şekilde tutulmasının idarenin sorumluluğunda olduğu, somut olayda başvurucu hakkında uygulanan tedavilere ilişkin kayıtların eksik olmasının bir sonucu olarak başvurucuda oluşan rahatsızlığın nedenine hiçbir zaman ulaşılamayacağından manevi tazminata hükmedilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Başvurucu nihai kararı 17/4/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 13/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14949", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, el atmanın önlenmesi ve ecri misil davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların Yargıtay kararlarında cevaplanmaması, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile tasfiye edilen Türkiye Emlak Bankası A.Ş. (Banka) arasında düzenlenen 4/9/1998 tarihli Gayrimenkul Satış ve Borçlanma Sözleşmesi'nde (sözleşme), Sinanoba Projesi Etap 44 Ada 3607 Parsel A 125 Blok 2 No.lu bağımsız bölümün satışı konusunda taraflar anlaşmaya varmış, anılan yer başvurucuya tahsis edilmiştir. Sözleşmeye konu yer tapuda İstanbul ili, Büyükçekmece ilçesi, Mimarsinan Mahallesi 3607 parselde, Banka ve T.. İnşaat ve Tesisat A.Ş. isimli firma adına eşit hisse ile kayıtlıdır. Banka, İstanbul Noterliği vasıtasıyla 6/8/2003 tarihinde başvurucuya gönderdiği ihtarnamede, taksit tutarlarının zamanında ödenmediğini, toplam borcun ihtarnamenin tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde ödenmemesi durumunda sözleşmeden doğan yasal haklarını kullanacağını belirtmiştir. Banka bu defa Beyoğlu Noterliğince düzenlenen 26/7/2005 tarihli ihtarnamede, sözleşme şartları ve geri ödeme planına aykırı davranılması nedeniyle başvurucunun tahsis hakkının iptal edildiğini belirterek başvurucudan bağımsız bölümü 15 gün içerisinde tahliye etmesini talep etmiştir. Tahliyenin gerçekleşmemesi üzerine Banka 26/10/2005 tarihinde, Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesine açtığı davada başvurucunun, sözleşme şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle tahsis hakkının iptal edildiğini, dava konusu yerde fuzuli şagil konumunda bulunduğunu belirterek haksız müdahalenin önlenmesine, ecri misil bedelinin başvurucudan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 11/6/2009 tarihinde davaya konu taşınmazın sözleşme ve bu sözleşmenin eki olan aynı tarihli yuva kredisi borçlanma sözleşmesiyle tapu kaydı üzerine Banka lehine vefa hakkı tesis edilmek suretiyle başvurucuya satılıp teslim edildiğini, başvurucunun kredi borçlarını süresinde ödememesi üzerine Banka tarafından gönderilen Beyoğlu Noterliğinin 26/7/2005 tarihli ihtarnamesiyle tahsis hakkının iptal edilerek 15 gün içerisinde taşınmazı boşaltılması hususunun başvurucuya ihtar edildiğini, ihtamamenin tebliğine rağmen başvurucunun hâlen taşınmazda ikamet ettiğini belirterek haksız müdahalenin önlenmesine, bilirkişi raporuna göre tespit edilen ecri misil bedelinin başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/7/2010 tarihli kararında belirtilen \"...dava, bağımsız bölüme elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkin olup, mahkemece yapılan araştırma ve inceleme neticesinde davalının taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, taşınmazı kullanmasının hukuki mesnedini oluşturan tahsis işleminin iptal edildiği ve davalıya ihtarname keşide edilerek taşınmazı tahliye etmesi istenildiği belirlenerek bilimsel verilere uygun bir şekilde tespit edilen ecrimisille birlikte davalının elatmasının önlenmesine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.\" şeklindeki gerekçeyle vekalet ücreti yönünden düzeltilerek onanmıştır. Karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire 2/12/2010 tarihli kararında onama ilamının 2/9/2010 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edildiğini, karar düzeltme dilekçesinin 20/9/2010 tarihinde harçlandırıldığını belirterek karar düzeltme talebini süre yönünden reddetmiştir. Başvurucu, yerel Mahkemeye verdiği dilekçede karar düzeltme talebinin süre yönünden reddedilmesinin doğru olmadığını, tebligat parçasında onama kararının 2/9/2010 tarihinde kendisine tebliğ edildiğinin yazıldığını ancak Muhtarlık kaydında 3/9/2010 tarihinde tebliğ işleminin gerçekleştiğinin belirtildiğini iddia ederek bu çelişkinin giderilmesi talebinde bulunmuş, Mahkeme 1/3/2012 tarihli ek kararında talebi reddetmiştir. Başvurucu ek kararı temyiz etmiş, Daire 12/5/2014 tarihli kararında her ne kadar onama ilamının davalıya tebliğine ilişkin tebligat parçasında kararın davalıya 2/9/2010 tarihinde tebliğ edildiği yazılmışsa da aslında tebligatın 3/9/2010 tarihinde tebliğ edildiğini, bu durumda davalı tarafın karar düzeltme isteminin de süresinde olduğunu belirterek davalı tarafın maddi hatanın düzeltilmesine ilişkin talebini kabul etmiş, Dairenin, 2/12/2010 tarihli karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararı kaldırarak talebi bu defa esastan reddetmiştir. Ret kararı 29/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 30/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17473", "Başvuru Konusu":"Başvuru, el atmanın önlenmesi ve ecri misil davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların Yargıtay kararlarında cevaplanmaması, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; bazı şehirlerde ilan edilen sokağa çıkma yasağı kararlarının yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği ile özel hayatın gizliliği haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönem Adana milletvekili ve aynı zamanda Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Başkan Yardımcısıdır. Başvurucu, başvuru formundan anlaşıldığı üzere Ankara'da ikamet etmektedir. Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda ilk olarak 5/6/2015 tarihinde Diyarbakır'da HDP tarafından yapılan seçim mitingi sırasında gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamaya göre 2 kişi hayatını kaybederken 100'den fazla kişi de yaralanmıştır. 20/7/2015 tarihinde ise Suruç'ta (Şanlıurfa), Suriye'deki çatışmalara ilişkin basın açıklaması sırasında DAEŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır. Bu saldırıdan iki gün sonra Ceylanpınar'da (Şanlıurfa) 2 polis memuru evlerinde başlarından vurulmuş hâlde ölü olarak bulunmuş, saldırı PKK tarafından üstlenilmiştir. Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında \"öz yönetim\" adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyonlar ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir. 2015 yılının Ağustos ayından itibaren yetkililer tarafından Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı il ve ilçelerde sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının amacı, terör örgütü üyeleri tarafından kazılan hendeklerin ve yerleştirilen patlayıcıların temizlenmesi ve sivil vatandaşların şiddetten korunması olarak belirtilmiştir. Bu sokağa çıkma yasaklarından bazıları kaldırılmış ve farklı tarihlerde yeniden uygulanmıştır. Başvurucu da mülki amirler tarafından 16/8/2015 tarihinden 11/12/2015 tarihine kadar geçen süre içinde Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan yedi il ve on yedi ilçede toplam elli iki kez sokağa çıkma yasağı kararı alındığını belirtmiştir. Başvurucunun iddiaları kapsamında başvuru formunda belirtilen illerin valiliklerine ait resmî internet sitelerinden anılan kararlara ulaşılmıştır. Benzer mahiyette olduğu anlaşılan kararlara ilişkin açıklamaların bazılarına aşağıda yer verilmiştir: i. Diyarbakır Valiliğinin açıklaması şöyledir:\"İlçemiz sur içi mahallelerinde silahlı terör örgütü mensuplarınca barikat kurma, hendek kazma ve bombalı tuzaklama faaliyetleri neticesinde eğitim öğretim faaliyetlerinin, sağlık hizmetlerinin, ibadethanelerde icra edilen din hizmetlerinin sunulmasında ve vatandaşlarımızın bu hizmetlere ulaşmasında sorunlar yaşanmaktadır. Bu durum nedeni ile ilçemiz merkez mahallelerinde vatandaşlarımızın günlük yaşamını normal şartlar altında sürdürmesinin zorlaştığı ve ticari hayatın aksadığı gözlemlenmiştir.Bu bakımdan kamu düzeninin sağlanması, sokak aralarındaki barikatların kaldırılması hendeklerin kapatılması ve kurulan bombalı düzeneklerin imhası çalışmaları esnasında sivil vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini temin etme adına ilçemiz Sur içinde bulunan toplam 15 mahallemizin 6’sında (Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Yılmaz ve Savaş) ve Gazi caddesinde 11 Aralık 2015 Cuma günü saat 00 itibari ile ikinci bir emre kadar Kaymakamlığımızca sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Vatandaşlarımızın söz konusu yasağa riayet etmeleri kendi can ve mal güvenliklerinin temin edilmesi adına önem arz etmektedir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.\"ii. Mardin Valiliğinin açıklaması şöyledir:\"Nusaybin İlçemizde artan terör olayları nedeniyle vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması, bozulan huzur ve asayiş ortamının tekrar tesis edilebilmesi için 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun ilgili hükümleri gereğince belirtilen bölgelerde (Abdulkadirpaşa Mahallesi, Fırat Mahallesi, Dicle Mahallesi, Yenişehir Mahallesi, Yenituran Mahallesi, Yeşilkent Mahallesi, Mor Yakup Mahallesi, Zeynelabidin Mahallesi, Kışla Mahallesi, 8 Mart Mahallesi, Gırnavas Mahallesi, Devrim Mahallesi, Selahaddin Eyyubi Mahallesi, İpekyolu Mahallesi ve Barış Mahallesi) sivil vatandaşların zarar görmemesi amacıyla 13 Kasım 2015 Cuma günü saat 00 itibari ile geçerli olmak üzere, ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.Söz konusu yasağa vatandaşların uyması, kendi can ve mal güvenlikleri yönünden önem arz etmekte olup, yasağın bitim süresi ayrıca duyurulacaktır.\"iii. Şırnak Valiliğinin açıklaması şöyledir:\"İlimiz Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde Bölücü Terör Örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesi, bölücü terör örgütü mensupları tarafından mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi ve vatandaşlarımızın can, mal güvenliğinin vekamu düzeninin sağlanması amacıyla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun11/C maddesi gereğince 2015 günü saat: 23:00' ten itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Bölücü Terör Örgütünün vatandaşlarımızın başta yaşam hakkı olmak üzere özgürlük, güvenlik, mülkiyet gibi temel hak ve hürriyetlerini hedef alan saldırılar gerçekleştirdiği mayınlı, patlayıcı tuzaklı barikat ve hendekler yaptığı bu eylemlerle vatandaşlarımızın gündelik yaşamını sürdürmesini ve başta sağlık olmak üzere temel kamu hizmetlerinden faydalanmasını engellediği ve vatandaşlarımıza her türlü maddi ve manevi zararlar verdiği kamuoyumuzun malumlarıdır.Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerini kullanabileceği huzur ortamını ve kamu düzenini sağlamak maksadıyla vatandaşlarımıza her türlü maddi ve manevi destek sağlanacaktır.\"iv. Hakkâri Valiliğinin açıklaması şöyledir:\"İlimiz Yüksekova İlçesinde artan terör olayları nedeniyle vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması, bozulan huzur ve asayiş ortamının tekrar tesis edilmesi için 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi gereğince, İlimiz Yüksekova İlçe merkezinin tamamında 07 Aralık 2015 günü saat 00’dan geçerli olmak üzere ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olup, İlçe merkezine giriş-çıkışlar da yasaklanmıştır.\" Başvurucu, mülki amirler tarafından alınan sokağa çıkma yasağı kararları dolayısıyla idari ve yargısal yollara başvurmadan 15/12/2015 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19545", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bazı şehirlerde ilan edilen sokağa çıkma yasağı kararlarının yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği ile özel hayatın gizliliği haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; toplantı hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı ile ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlığın görüşü başvuruculara tebliğ edilememiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Komünist Partisi üyesi olan başvurucular, Partilerinin çağrısı üzerine 1 Mayıs 2015 tarihinde 1 Mayıs İşçi Bayramı'na ilişkin basın açıklamasına katılmak üzere İstanbul Taksim Meydanı'na gelmişlerdir. Başvurucuların açıklama yapmak için Taksim Anıtı'na yürümek istemelerine polis tarafından izin verilmemesi üzerine başvurucular ile kolluk kuvveti mensupları arasında aşağıdaki olay yaşanmıştır. Başvurucuların beyanlarına göre olay tarihinde Taksim Anıtı önünde saat 00'dan saat 00'e kadar çeşitli sendikalar ve gruplarca 1 Mayıs İşçi Bayramı'na ilişkin olarak açıklamalar yapılmıştır. Komünist Partisi adına açıklama yapmak için emniyetin açık bıraktığı yoldan geçerek Taksim Anıtı önüne geldikleri sırada kendilerine hiçbir uyarı yapılmadan, polis tarafından zor kullanmak suretiyle yere yatırılarak gözaltına alınmışlardır. Başvuruculara göre olayda kendilerine orantısız bir şekilde güç kullanılmıştır. Bakanlığa göre olayın meydana geliş şekli şöyledir: i. İstanbul Valiliğince 16/1/2015 ve 14/4/2015 tarihlerinde alınan karar uyarınca İstanbul'da toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacak alanlar \"Fatih Yenikapı Sahil Meydanı, Maltepe Sahil Meydanı, Kadıköy Yeni Salı Pazarı Alanı, Kartal Meydanı Alanı, Pendik Cumartesi Pazar Alanı, Bakırköy Cumhuriyet Meydanı Alanı, Bakırköy Cumartesi Halk Pazarı Alanı ve Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Camii Otopark Alanında\" olarak belirlenmiştir. ii. Çeşitli sendika ve sivil toplum örgütleri, kurdukları ortak platform kapsamında İstanbul Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı kutlamak amacıyla İstanbul Valiliğine 28/4/2015 tarihinde dilekçe vermişlerdir. iii. İstanbul Valiliği 30/4/2015 tarihli kararı ile Taksim Meydanı'nda büyük bir kutlama yapılmasına izin verilmeyeceğini bildirmiştir. Ancak bu karara rağmen çeşitli sendika ve sivil toplum örgütlerinin farklı medya organları aracılığıyla 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim'de kutlayacakları çağrısını yinelemeleri üzerine emniyet güçleri Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs 2015 tarihinde gerekli önlemleri almışlardır. iv. 1 Mayıs 2015 tarihinde Taksim Meydanı'nın farklı noktalarında eylem yapmak isteyen gruplar farklı saatlerde meydana girmeye çalışmışlardır. Başvurucuların içinde bulunduğu yaklaşık seksen kişilik bir grup da saat 00 sıralarında Taksim Anıtı meydanına doğru kurulan güvenlik bariyerlerini aşarak meydana girmeye çalışmışlardır. Kızıl yelek giymiş ve ellerinde \"Komünist Parti\" ibareli flamalar bulunan grup \"Her yer Taksim Her yer Direniş - Yaşasın 1 Mayıs\" şeklinde slogan atmışlardır. v. Meydana girmeye çalışan gruba, emniyet güçleri tarafından eylemin yasa dışı olduğu ve eylemi bitirmeleri yönünde gerekli uyarılarda bulunulmuştur. Grubun ikazlara uymaması üzerine emniyet güçleri, başvurucuların da içinde bulunduğu gruba müdahale etmiş ve yaklaşık otuz kişiyi gözaltına almıştır. vi. Emniyet güçleri tarafından hazırlanan fotoğraflı tespit tutanağında başvurucu Deniz Sinan Tunaboylu'nun elindeki beyaz renkli plastik ile emniyet güçlerine saldırdığı tespit edilmiştir. Yine aynı başvurucunun Taksim Anıtı'na doğru koştuğu sırada elinde bulunan flama ile emniyet güçlerine saldırdığı tespit edilmiştir. Görüntülerden yapılan tespitlerde başvurucular Bahtiyar Şahin ve Ali Adıgüzel'in emniyet güçlerine direnen grup içinde olduğu belirtilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucularla birlikte diğer şüpheliler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, toplantı ve yürüyüşlere silah veya maddede (6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun) belirtilen aletlerle katılma, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, Kanun'a aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız olarak katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular, gösteriye katılan diğer yirmi yedi kişi ile birlikte 1/5/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucular 2/5/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. Başvurucuların ifade alma işlemi sırasında müdafileri de hazır bulunmuştur. İfade alma tutanağında; ifade alma işlemi öncesinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığı, suçlamaya ilişkin maddi deliller ile suçlamaların niteliğinin açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucuların beyanları özetle şöyledir: i. Ali Adıgüzel beyanında; Komünist Partisi üyesi olduğunu, Partisinin çağrısı üzerine Taksim'e 1 Mayısı anmak için geldiğini, bariyerlerden atlamadığını, açık bulunan yerden geçerek alana girdiğini, slogan attığını ancak görevli memurlara vurmadığını ve mukavemet göstermediğini, aksine kendisine polislerin saldırıda bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu müdafi ise başvurucunun anayasal ve demokratik hakkını kullandığını ve atılı suçun oluşmadığını ifade etmiştir.ii. Bahtiyar Şahin beyanında; Komünist Partisi üyesi olduğunu, partisinin çağrısı üzerine Taksim'e 1 Mayısı anmak için geldiğini, birlikte toplanıp yürüyüşe geçtiklerini, bariyerin açık bulunan yerinden geçerek alana girdiğini, Yaşasın 1 Mayıs şeklinde slogan attığını, basın açıklaması yapmak istediklerini ancak polislerin buna izin vermediğini ve etraflarını çevirdiğini, görevli memurlara vurmadığını ve mukavemet göstermediğini belirtmiştir. Başvurucu müdafi ise başvurucunun Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) kapsamında hakkını kullandığını ve suçsuz olduğunu ifade etmiştir.iii. Deniz Sinan Tunaboylu ise beyanında Kominist partisi üyesi olduğunu, Partisinin çağrısı üzerine Taksim'e geldiğini, bariyerlerden atlamadığını, açık bulunan yerden geçerek alana girdiğini, slogan attığını ancak görevli memurlara vurmadığını ve mukavemet göstermediğini, elinde taşıdığı bayrağın polisler tarafından zorla alınmak istenmesi nedeniyle flamanın çıktığını ve sopasının elinde kaldığını, bununla kimseye vurmadığını, bayrağı sallarken bunun birilerine çarpmış olabileceğini ve dağılın uyarısı yapılmadığını, ayrıca olay esnasında polislerin kendisine vurduğunu ifade etmiştir. Başvurucu müdafi ise başvurucunun anayasal ve demokratik hakkını kullandığını, 1 Mayıs kutlamalarının da bu kapsamda olduğunu ve atılı suçun oluşmadığını ifade etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 3/5/2015 tarihinde başvurucuları görevi yaptırmamak için direnmesuçundan tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucular hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak kısıtlama kararı verilmesi talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Hâkimlik 3/5/2015 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucuların sorgusu aynı gün İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince yapılmıştır. Tutuklamaya sevk yazısı sorgu işlemi öncesinde başvuruculara Hâkimlikçe okunmuştur. Sorgu Tutanağı'nda, başvuruculara isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Sorgu sırasında başvurucuların müdafileri de hazır bulunmuştur. Başvurucular, sorgu sırasındaki ifadelerinde emniyet aşamasında verdikleri ifadeleri aynen tekrar ettiklerini ve atılı suçlamaları kesinlikle kabul etmediklerini belirtmişleridir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucuların görevli memura görevini yaptırmamak için direnme suçundan tutuklanmalarına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\" ... dosyada bulunan mevcut tutanaklar, şüphelilerin görevlilere sopa ve tekme ile saldırdıklarına dair şiddet içeren görüntüler somut delil olmakla şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimali, şiddete başvurmaları nedeniyle olduğu kabul edilmekle ve adli kontrol hükümlerinin bu nedenle yetersiz kalacağı kanaati oluşmakla şüphelilerin CMK.100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]\" Başvurucular 4/5/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmişlerdir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/5/2015 tarihinde \"... görevi yaptırmamak için direnme suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı ...\" gerekçesiyle başvurucuların itirazının kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular bu kez itirazın reddi kararına itiraz etmişler, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 11/5/2015 tarihinde, 6/5/2015 tarihinde verilen kararın kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucular 8/5/2015 tarihinde kısıtlılık kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/5/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kısıtlılık kararının hukuka uygun olduğunu belirterek bu itirazı reddetmiştir. Başvurucular 15/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2015tarihli ve2015/15806 sayılı iddianamesiyle başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, toplantı ve yürüyüşlere silah veya maddede belirtilen aletlerle katılma suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 5/6/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2015/247 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme, aynı tarihte yaptığı tensip incelemesiyle birlikte başvurucuların tahliyesine de karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un \"Gözaltı\" kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (5)numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.... (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir. \" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa....\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Adlî kontrol\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:\"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza KAnununda yer alan;... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma,... Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar,... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.\" (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.  (2) Suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi hâlinde, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.  (3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır. (4) Suçun, silâhla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (5) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.\" 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin (b) bendi şöyledir:\"(Değişik bent: 30/07/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak, ... Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.\" 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(Değişik madde: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8143", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; toplantı hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı ile ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 19/4/2021 tarihinde reddine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1975 doğumlu olan başvurucuya kolon malign neoplazmı (kolon kanseri) tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini yürüten doktor, tedavide nivolumab etken maddeli ilaçların kullanılması gerektiğini değerlendirmiştir. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu 4/3/2020 tarihinde nivolumab etken maddeli Opdivo isimli ilacın 6 aylık kullanımını ve ithalini uygun görmüştür. İlaç bedelinin ödenmesi talepli başvurusunun SGK'ca reddi üzerine başvurucu ilaç bedelinin karşılanması için SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde dava açmış ve ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. İş Mahkemesi, 7/7/2021 tarihinde ihtiyati tedbir talebinin kabulüne karar vermiştir. SGK vekilinin yaptığı istinaf talebini inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) \"davacının söz konusu ilacı kullanmaması halinde sağlığına ciddi, hızlı ve geri dönüşü olmayan bir bozulmaya ya da ölüme ya da yaşam beklentisinde ciddi azalmaya ya da yoğun acıya sebep olacağı konusunda kanaat edinmeye elverişli ve tedbir kararı için dayanak alınacak yeterlikte bir belge bulunmadığı\" gerekçesiyle ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 19/4/2021 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede İş Mahkemesi nezdindeki yargılamanın derdest olduğu anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2872", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, sahibi olduğu televizyon kanalında yayımlanan bir program nedeniyle idari para cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte A9 TV logosuyla uydu üzerinden tematik yayın yapan bir kanal olup anılan televizyon kanalında yayımlanan programlardan biri de \"Adnan Oktar ile Sohbetler\"dir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) 7/4/2016 tarihinde, anılan programın 22/2/2016, 23/2/2016, 25/2/2016 tarihlerinde sırasıyla 17, 59, 02 saatlerindeki yayınlarında 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan \"İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.\" ilkesinin tekraren ihlali nedeniyle başvurucu hakkında aynı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 359 TL idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:\"İhlale konu programda, Adnan Oktar tarafından, kendisini eleştiren, kitaplarını toplatan kişiler hakkında onların fiziksel özellikleri ile alay ederek mesleki itibarlarını ve toplumsal statülerini sarsacak sözler sarf ettiği, kişilerin özel hayatlarına ilişkin bir kitle iletişim aracı aracılığıyla kamuoyuna sergilediği, bu nedenle yayında 6112 sayılı Kanun'un 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinin ihlal edildiği değerlendirilmiştir. Söz konusu kuruluşa 2014 tarihli yayını nedeniyle evvelce 2014 tarih ve 2014/36 sayılı toplantısında alınan 18 nolu Üst Kurul Kararıyla 6112 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca uyarı yaptırımı uygulandığı Üst Kurul kayıtlarından anlaşıldığından; 6112 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinin tekraren ihlali nedeniyle, Kanunun 32 nci maddesinin ikinci fıkrası hükmü uyarınca, anılan Yayın Kuruluşu hakkında 'İdari Para Cezası' yaptırımının uygulanması gerektiği, kanaatine varılmıştır.\" Başvurucu; idari işlemin iptali için dava açmış, dava dilekçesinde programa konuk olarak katılan Adnan Oktar'ın sıklıkla bölücü terör örgütü PKK’nın Darwinist, komünist, Marksist, Stalinist ve Leninist bir örgüt olduğunu, PKK’ya karşı ancak fikrî mücadele ile çözüm sağlanabileceğini, bununla birlikte güvenlik güçleri tarafından yürütülen mücadele esnasında verilen şehitler söz konusu olduğunda bir kısım basın tarafından sıkça kullanılan karamsar yaklaşımın isabetli olmadığını, şahadet sonrasında karamsar ve hüzünlü açıklamalar yapmanın ancak PKK’yı sevindirmeye yarayacağını, bunun yerine söz konusu haberlerde Türk milletinin son derece kararlı ve gerekirse fert fert şehit olmaya hazır olan anlayışının yansıtılması gerektiği görüşünde olduğunu ve bu yöndeki görüşünü ifade ederken şehitlik mertebesinin İslam dinindeki önemini, İslam’da yas tutmanın yeri olmadığını dayanaklarını da vererek dile getirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu; Adnan Oktar'ın bu görüşlerine iştirak etmeyenler ve eleştirenlerin de olabildiğini, bunun doğal olduğunu ancak zaman zaman eleştiri sınırını aşan yorumların da olabildiğini, nitekim idari para cezası yaptırımının uygulanmasına konu yayında Adnan Oktar'ın kullandığı ifadelerin de S.T. ve T.A. isimli kişiler tarafından bu konuda yapılan ve eleştiri sınırlarını aşan bir takım yorum, paylaşım ve telefon aramaları üzerine sarf edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; anılan kişilerin kendilerine karşı hakaret içerikli beyanlarda bulunduklarını, bu kişilerin yayınların durdurulması için çok sayıda kişi ve kurum ile görüştüklerini belirttiklerini açıklamıştır. Başvurucu; S.T.nin dava konusu programla ilgili olarak sosyal medya hesabından paylaşımda bulunan bir A9 TV takipçisine, şehit haberi olan günde “göbek atıp fingirdeşmek” “arkadaşlarınız erotik pozlarla millete alay konusu olmaktan şehit olmaya vakit bulamamışlar” gibi ifadeler kullandığını, bu ifadeleri sosyal medya platformu üzerinden tüm internet kullanıcılarına ulaşacak şekilde yayınladığını iddia etmiştir. Başvurucunun dava dilekçesinde, dava konusu 22/2/2016 ve 23/2/2016 tarihli yayınlarda S.T.nin bizzat kendisi tarafından internet ortamında paylaştığı fotoğrafları gösterilerek S.T.nin de şehit haberlerinin olduğu bir günde düğüne gittiği, dans ettiği, dolayısıyla program hakkında yaptığı hakaret içerikli paylaşımların tutarsız olduğunun açıklandığı, canlı yayında kendisine cevap verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, bu yayınlar üzerine T.A. isimli kişinin A9 TV’deki program yapımcısını arayarak kendisinin Cumhurbaşkanı danışmanı olduğunu, tehdit eder bir üslupla yayınların derhal durdurulmasını istediğini ileri sürmüştür. Başvurucu; Adnan Oktar'ın bu şekildeki hukuksuz girişimleri “...bunlar böyle sistem kurmuş anladığım, bilmeyen etmeyen gariban vatandaşlar zor durumda kalıyor anladığım kadarıyla” “bunlar bişeyler yapıyor kendi aralarında bir acayip haller” demek suretiyle hicivli olarak eleştirdiğini, ayrıca söz konusu şahsın kendisini tanıttığı şekilde Cumhurbaşkanı danışmanı olmadığını da yine “Başbakan danışmanıyım diyor, Cumhurbaşkanı danışmanıyım diyor, yahu kardeşim sana danışılırsa Türkiye batar, Allah aşkına yapma etme ya sen kendine bir danışman bul, sen danışmanlığı bırak da.” şeklindeki ifadelerle eleştirdiğini açıklamıştır. Başvurucu, kısa bir süre sonra T.A. isimli şahıs hakkında basında “Sahte Cumhurbaşkanı danışmanı tutuklandı.” şeklinde pek çok haber yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu; anılan yayınlarda gösterilen fotoğrafların, kişilerin, herkese açık sosyal medya hesaplarında yer alan fotoğraflar olduğunu belirterek idarenin ihlale gerekçe gösterdiği gibi kişilerin mahrem ve özel vaziyetlerine dair fotoğraf veya görüntülerin yayımlanmadığını belirterek konuşmanın bütününde Adnan Oktar tarafından S.T.nin düşünceleri ile T.A.nın davranışlarına cevap verildiğini ve hicivli şekilde eleştirildiğini ileri sürmüş, konuşmaların bir kısmını aktarmıştır: “Oturmuş, ya diyor, niye gülüyorsunuz, niye eğleniyorsunuz, niye müzik var, niye dans ediyorsunuz? Kendi de Azeri kızlarla dans ediyor, resimler var kendisi seyrediyor onu. Mesela bu gülme suç ona göre, gülmeyeceksiniz. Yani kendin gülüyorsun, yerlere yatarak kahkahalar atıyorsun, her gün gülüyorsun. Şehit varmış, ya şehidin olmayacağı gün olur mu, her gün var şehit Ayrıca bütün İslam aleminde şehit var her gün....E o zaman kesintisiz yas demek. Hiç gülmeyeceğiz, hiç eğlenmeyeceğiz, hiç neşeli olmayacağız, hiç bir şey konuşmayacağız mantık bu oluyor. Kendisi hiç bir düğünü kaçırmıyor, hiç bir eğlenceyi kaçırmıyor. Azeri kızları oynatıyor böyle, tempo tutuyor. Yine aynı şehitlerin olduğu gün Azeri sanatçıya şarkı söyletiyor eğleniyor, her gün hakır hakır gülüyor, eğleniyorsun, ya milletin gülmesine ne karışıyorsun sen? Şehit var diyor, kardeşim ölü için de ağlaman lazım sırf şehit için değil, her gün ölü kaldırılıyor e onlara da ağlaman lazım Bütün İslam alemindeki şehit olanlar için ağlaman lazım E o zaman akşama kadar dövünmen gerekiyor. Müslümanlıkta yok öyle şey. Bana akıl verme.  [S.T.nin] İspanya'da alemdeyken çektiği resim var. Ki o eğlendiği gün, İspanya'da eğlendiği gün çok fazla şehidimiz vardı. Göstert. E kardeşim bak burada eğlence var, e şimdi sen orada eğleniyorsun, göbek de atıyorsun ama burada kahkahalarla gülüyorsun sen fingirdemiş mi oluyorsun sen? Fingirdeme ne demek yahu? Sana kim söyledi bu üslubu? Yakışıksız bir üslup. Bak kimse sana fingirdedin demiyor ki çok şen kahkahaların var. Biz de şimdi sana fingirdiyorsun diyebiliriz, ama demiyoruz. Sen neşeli olan insanlara böyle bir üslup nasıl kullanırsın ya? Göbek atmanın uzmanı sensin çünkü o muhteşem göbek gerektiriyor, onlan böyle tak takdiye de oynuyorsun inşaAllah. Hayır oynaman güzel bir şey dediğimiz yok. Gözümüzün önünde oyna da biz de görelim Bana böyle haber göndermek çok vahim bir hareket. Çok çok vahim falancayı tanıyorum, feşmekancayı tanıyorum. Bir de şarkı söylediği, eğlendiği bir resim var kızlarla beraber dans ettiği, göbek attığı bir resim var. Yanık yanık türküler söylüyorsun, hem çalıyorsun hem oynuyorsun. Ve o gün de çok fazla şehidimiz vardı tarihiyle de koymuşsun Eee? Millete akıl veriyorsun haydi yas tutun diye. İslam aleminde şehit olmadığı gün mü var yahu? Onar onar, yirmişer yirmişer, ellişer ellişer, yüzer yüzer şehit ediliyorlar. Her gün yas mı tutacağız? Nereden görülmüş böyle bir şey? Bana çok ters etki yapar böyle şeyler. Ben nezaketten anlarım. Nezaketli bir dille konuşsa tamam Ama o kadar sen bütün orayı burayı geziyorsun, nerede alem eğlence, sen oradasın. Her düğüne gidiyor, her eğlenceye gidiyor. Hemen hemen her gün böyle yerlerde. Oturmuş akıl veriyor, yok gülmeyecekmiş eğlenmeyeceklermiş.- 23/2/2016 tarihli yayında T.A. hakkındaki eleştiriler: Bana oturmuş kabadayı gibi bir üslup kullanıyor yakışık alıyor mu bu? Gibi diyorum yani, gibisinin gibisinin gibisi diye..Ya da bana öyle gibi geldi. Yakışmıyor böyle şeyler, güzel değil. Hem de yıldırım gibi yayınları durdurmam gerekiyormuş. Tamam durdurayım dedim yarın durdurayım. Allah'ım Ya Rabbim. Herkesi aramış [T.A.]. İşte şefin talimatı gibi falan, şey gibi söylüyor yani. Ben dedim yayını direkt durdurun. Ya dedim yayını direkt durdurmasak da Seyfi babanla ilgili bir şey konuşmasak oluyor mudedik, çıtını çıkartmamış böyle. Olaylara çok vakıf bir haldeymiş. O kimle aşık attığının farkında değil Allahu alem. Hemen de alışmış böyle millete böyle bir üslup kullanmaya, [T.A.] sen artık....Yok, bunlar normal vatandaşlar. Veyahut devletin hakkaten görevlisi bile olsa hukukun dışında kimse bir şey yapamaz. Burası kanun devleti, burası dağbaşı değil.” “Yani özetle [T.A.] kardeş sen böyle beni telefonlara arayıp yayınları durdurun falan feşmekan ayıp, çok çirkin Böyle [S.T.nin] talimatıyla bunları yapıyorsan bu da çok çok çok çirkin, yakışıksız. Etrafina üç beş kişiyi toplamışsın [Ş.E.] Hocam da bu adamlardan uzak dursun, bunlar ilginç adamlar.” Başvurucu dava dilekçesinde son olarak dava konusu 25/2/2016 tarihli yayında Adnan Oktar’ın Harun Yahya mahlasıyla yayımlamış olduğu PKK karşıtı kitaplarının sergilendiği bir fuarda, kitaplarının Çanakkale vali yardımcısının talimatıyla toplatılması üzerine açıklama yaptığını belirtmiştir. Başvurucu, bir kitabın satışının ve dağıtımın engellenmesi ve yasaklanmasının ancak mahkeme kararı ile mümkün olduğunu hatırlatarak anılan yayında idari makamdaki bir kamu görevlisinin hukuki olmayan bu davranışının eleştirildiğini ileri sürmüş, konuşmaların bir kısmını aktarmıştır: “Bir de bir yerin müdürü mü, vali yardımcısı mı ne bir adam var. PKK'nın karşısında hiç bir ilmi mücadele yapmamış, bizim yaptığımız kitapları hiç istemiyor, PKK ile ilgili faaliyetimizi Yani PKK'yı çökertecek tavrımızı istemiyor, rahatsız oluyor. Bak kendi yapmıyor, yapana da müsaade etmiyor. Var mı o Vali Yardımcısının resmi?....Bak, PKK'ya karşı kitaplar stantta dağıtılıyor, Vali Yardımcısı, bak ayrı bir haber olarak söylüyorum deminki konumun dışında yeni bir haber olarak, müthiş rahatsız olmuş bu da Çanakkake'de bir olay. Adamın resmini göstert. Bak yüzü son derece sert, çok sevgisiz olduğu anlaşılıyor. Yaklaştır, adı ne bunun? [B.S.] ya kardeşim sen PKK'ylan aleyhine bir kitap yazdın mı? Yazmadın. Yazan adamların kitabımın stantta dağıtılmasına niye engel oluyorsun? Ve meşru ve legal ayrıca, izin de alınmış. PKK'nın ezilmesinden sen rahatsız mı oldun? Yani rahatsız olmayacağına göre nedir zorun nedir yani, ne istiyorsun? Bir daha göstert resmi. Bak yüzünde en ufak bir sevgi ifadesi yok, son derece soğuk. İşte bu tip insanların yüzünden ne sevgi anlatılabiliyor ne PKK'yla mücadelede çok etkili mücadele yapılabiliyor. Kendi yapmadığı gibi, yapana da engel oluyor. Bak yetkisini kullanıyor, baskı yapıyor, komünizme stalinizme karşı olan kitapları toplatıyor. Legal olan kitapları......Şu akıl mı ya? [B.S.] sevgiyle yaklaşsın, şefkatle yaklaşsın, komünizme, stalinizme, PKK'ya karşı mücadele edenleri destekkesin. Onların faaliyetlerini durdurmaya çalışmasın... Onlara kahramanlığını göstertsin. Onları engelleyenlere kahramanlık göstertmeye kalkarsa bu gerçek kahramanlık olmaz. Çirkin ve yanlış bir tavır olur. [B.S.nin] bu tavrını değiştirmesini istiyorum. Böyle insanları da göreve getirirken bunların durumunun araştırılması lazım. Yani vali yardımcılığına kadar yükseltmek. En azından bundan sonrası için düşünülmesi gerekir diye düşünüyorum Demek ki bunu yapacak eline geçse, daha da imkan geçse eline yapacak. Demek ki Diyarbakır'da orada burada vali olmuş olsa komünizme karşı mücadele yapsan engelleyecek, o anlaşılıyor.” Ankara İdare Mahkemesi 29/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir: \"Uyuşmazlıkta, dosya içerisindeki bilgi, belgeler ile görüntülerin incelenmesinden; davacı şirkete ait 'A9 TV' logosuyla yayın yapan yayın kuruluşunda 2016, 2016 ve 2016 tarihlerinde yayınlanan 'Adnan Oktar ile Sohbetler' adlı programda, Adnan Oktar'ın, [S.T.] ve [T.A.]'ı 'tombili, tombik', 'sen iyilik yapacaksan rejime gir, o göbeği erit', 'Bu Seyfi de işte böyle yemiş yemiş acayip hacim almış, suya düşse boğulmaz bu', [T.A.]'ın dişleri görünen gülümsemesi için 'ipana reklamı gibi' vb alaycı ve incitici ifadelerde bulunduğu; 'Başbakan danışmanıyım diyor, Cumhurbaşkanı danışmanıyım diyor, yahu kardeşim sana danışırlarsa Türkiye batar...' vb insanların gözündeki itibarlarını zedeleyici ve toplum nazarında küçük düşürücü sözlerle eleştirdiği, kitaplarını toplatan ve kendisinden 'bir yerin müdürü mü, vali yardımcısı mı ne bir adam' olarak söz ederek itibarsızlaştırdığı Çanakkale Vali Yardımcısı [B.S.] hakkında 'Böyle insanları da göreve getirirken bunların durumunun araştırılması lazım....' şeklinde ifadeler kullanıldığı, [B.S.ın] başına başka bir zaman geldiği anlaşılan yuhalama olayıyla ilgili bilgiyi burada tekrar ettiği ve böylelikle onun da itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı, bahsi geçen kişilerin fotoğraflarının tekrar tekrar ekrana getirildiği ve özel hayatlarına ilişkin fotoğrafların bir kitle iletişim aracında kamuoyuna sergilendiği görülmekle 6112 sayılı Kanun'un 8/1-(ç) bendinde yer alan 'insan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez' kuralına aykırı olduğu görüldüğünden davaya konu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.\" Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 27/4/2017 tarihinde \"karar usul ve hukuka uygun olup istinaf başvurusunun kabulünü gerektiren bir neden bulunmadığından\" başvurucunun istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. 6112 sayılı Kanun'un \"Yayın hizmeti ilkeleri\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla bu fıkrada yer alan ilkelere uygun olarak sunarlar. Yayın hizmetleri;...ç) İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez....\" 6112 sayılı Kanun'un \"İdari yaptırımlar\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile yapılan ve 7077 sayılı Kanun'un maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önce şöyledir:\"(1) Bu Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (g), (n), (s) ve (ş) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir. (2) 8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz.\" ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28986", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sahibi olduğu televizyon kanalında yayımlanan bir program nedeniyle idari para cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun WhatsApp adlı mesajlaşma programını kullanarak yaptığı yazışmaların işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Özel bir şirket çalışanı olan ve 1/5/2015 tarihinden itibaren şirketin hizmet sağladığı Sağlık Bakanlığına bağlı bir devlet hastanesinde (kurum) bilgi işlem sorumlusu olarak görev yapan başvurucunun iş sözleşmesi 22/11/2017 tarihinde feshedilmiştir. UYAP üzerinden edinilen bilgilere göre başvurucunun işveren şirket tarafından 16/11/2017 tarihli yazı ile gerçeğe aykırı beyanla izin almaya çalıştığı, mesajlaşma programı ile çalışma arkadaşları ile firma ve kurum yöneticilerine karşı iftira ve hakaret ettiği, çalışma arkadaşlarıyla birlikte örgütlü bir biçimde bilişim sistemini sekteye uğrattığı hususlarında savunması istenmiştir. Başvurucu, savunmasını 21/11/2017 tarihinde göndermiş ve 22/11/2017 tarihinde iş akdi bildirimsiz olarak feshedilmiştir. Başvurucu 20/12/2017 tarihinde Ordu İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, feshe dayanak yapılan mesajlaşma programının çok yaygın olarak kullanıldığını, bu yazışmaların kişisel veri olarak korunması gerektiğini, bu konuşmaların elde ediliş şeklinin muğlak olduğunu, konuşmaların hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Davalı şirket vekili davaya cevabında; davanın yasal süresi içinde açılmadığını, feshin 10/6/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesine göre yapıldığını, bu nedenle bildirimsiz ve tazminatsız yapılabileceğini, ayrıca fesih bildiriminin yapılmasını engellemek amacıyla başvurucunun sürekli olarak rapor aldığını, fesih sebebi olan WhatsApp yazışmalarının görev başındayken kendisine tahsis edilen bilgisayarda gerçekleştirildiğini, başvurucunun bilgisayarı açık bırakması sonucunda sorumlu olan amirin yazışmaları elde ettiğini vurgulamıştır. Dilekçede ayrıca feshe dayanak yazışmalarda ağır şekilde sövmeler, iftiralar ve tehditler bulunduğu, başvurucunun sürekli rapor alarak iş akışını bozduğu, bu nedenlerle feshin haklı olduğu belirtilmiştir. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili davaya cevabında; SGK ile başvurucu arasında bir iş sözleşmesinin olmadığını, davalı şirketle aralarında ihale ilişkisinin bulunduğunu, başvurucunun tüm özlük işlemlerinin davalı şirket tarafından yürütüldüğünü, bu nedenle kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, davanın öncelikle husumet yönünden reddi gerektiğini ifade etmiştir. Bunun yanında feshe dayanak olan yazışmaların hizmeti sekteye uğratmaya yönelik olduğu ve davanın reddi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkeme 31/5/2018 tarihinde davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; fesih bildiriminin yazılı olarak yapılmadığı, bu nedenle şekil şartlarına uygun olmayan feshin geçersiz olduğu belirtilmiştir. Davalıların vekillerinin anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 27/9/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiş, mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; işverenin haklı nedenle derhâl fesih hakkını kullandığı, bu nedenle yazılı fesih şartı aranmadığı, başvurucunun eylemleri nedeniyle yapılan feshin geçerli olduğu, feshe dayanak yapılan mesajlarda davalı şirket ve kurum yöneticilerine karşı küçük düşürücü, hakaret içeren yazışmaların bulunduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 14/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Öte yandan UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucu ile benzer sebeple iş akdi feshedilen E.O.nun Mahkeme nezdinde açtığı dava kabul edilmiş ancak Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 5/10/2018 tarihli kararıyla dosyanın esası incelemeden kaldırılmasına ve mahkemesine iadesine karar verilmiştir. Anılan karar üzerine Mahkemede yeniden yargılama yapılmış, konu ile ilgili maddi deliller toplanmış ve bu sefer davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi üzerine kararın kesinleştiği görülmüştür. İlgili hukuk için bkz. E.Ü. [GK], B. No: 2016/13010, 17/9/2020, §§ 22- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34548", "Başvuru Konusu":"Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun WhatsApp adlı mesajlaşma programını kullanarak yaptığı yazışmaların işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi ve bu konuda başvuru yolunun olmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca oybirliği sağlanamadığı için başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Yargıtay Üyeliğinin Sona Ermesine İlişkin Süreç Başvurucu 1967 doğumlu olup Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından 24/2/2011 tarihinde Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'la 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştır. Buna göre Yargıtay ve Danıştayın daire ve üye sayısı azaltılmış, Yargıtay ve Danıştay üyeliği 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Yargıtayın 516 olan üye sayısı 310'a, Danıştayın 195 olan üye sayısı da 116'ya düşürülmüştür. Bu çerçevede 6723 sayılı Kanun'un maddesiyle 2797 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesiyle 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erdirilmiştir. 6723 sayılı Kanun, 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucunun Yargıtay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle 23/7/2016 tarihinde kendiliğinden son bulmuştur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu 6723 sayılı Kanun'la görevi sona erdirilen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin bir kısmını 25/7/2016 tarihinde yeniden Yargıtay ve Danıştay üyesi olarak seçmiştir. Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yeniden Yargıtay üyesi seçilmemiş; 1/8/2016 tarihinde Yargıtay tetkik hâkimi olarak atanmıştır. Anayasa Mahkemesi 10/12/2020 tarihli ve E.2016/144, K.2020/75 sayılı kararıyla 6723 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin iptali talebini incelemiş; Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyeliklerinin sona ermesini öngören kuralların Anayasa'nın , , , , , ve maddelerine aykırı olmadığına karar vermiştir.B. Başvurucunun Meslekten Çıkarılmasına İlişkin Süreç Başvurucu 6723 sayılı Kanun kapsamında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından 1/8/2016 tarihli ve 1372 sayılı kararla Yargıtay tetkik hâkimi olarak atanmıştır. Başvurucunun, Yargıtay tetkik hâkimi olarak atandıktan sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararıyla, 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin birinci fıkrası uyarınca meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Meslekten çıkarılma kararına karşı başvurucu yeniden inceleme talebinde bulunmuştur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 29/11/2016 tarihli ve 2016/434 sayılı kararı ile başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Başvurucu, meslekten çıkarma kararına karşı işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Bu dava Danıştay Beşinci Dairesinin 20/6/2022 tarihli ve E.2016/46819, K.2022/5050 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 12/6/2023 tarihli ve E.2022/3566, K.2023/1336 sayılı kararıyla kesin olarak onanmıştır. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Yargılaması Süreci Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Yargıtay Ceza Dairesince, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda başvurucunun, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması üyesi olma suçundan neticeten 12 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/10/2019 tarihli kararıyla temyiz talebi reddedilerek karar kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2797 sayılı Kanun'un \"Yargıtay Üyelerinin nitelikleri ve seçimi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(Değişik birinci fıkra: 27/6/2013-6494/19 md.) Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından seçilir. (Mülga son cümle: 20/11/2017-KHK-696/46 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7079/41 md.) (…) (Ek fıkra: 1/7/2016-6723/17 md.) Yargıtay üyeleri on iki yıl için seçilir. Bir kimse iki defa Yargıtay üyesi seçilemez.  (Ek fıkra: 1/7/2016-6723/17 md.) Görev süresi sona erenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından adli yargıda sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır.  (Ek fıkra: 1/7/2016-6723/17 md.) Görevi sona eren üyelerin Yargıtayla ilişkileri kesilir; ancak atamaları gerçekleşinceye kadar, özlük hakları Yargıtay tarafından karşılanmaya devam olunur.Yargıtayda boşalan üyelikler yetkili kurula bildirilir. Boş olan üyelik sayısı en çok onu bulunca onuncu üyeliğin boşaldığı tarihten başlamak üzere en geç iki ay içinde seçim yapılması zorunludur.  (Değişik dördüncü fıkra: 27/6/2013-6494/19 md.) Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu ihtiyaç durumunu, boşalan üyeliklerin ceza ve hukuk dairesi üyeliği olduğunu da belirtmek suretiyle, yetkili kurula duyurur.\" 2797 sayılı Kanun'un \"Yargıtayın görevleri\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Yargıtayın görevleri şunlardır: Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak inceleyip karara bağlamak, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak, Kanunlarla verilen diğer işleri görmek.\" 2797 sayılı Kanun'un \"Yüksek Disiplin Kurulu\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Yüksek Disiplin Kurulu; Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekillerinden kıdemli olanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile altı hukuk ve üç ceza dairesi başkanları ve başkanlarının katılmadığı dairelerin beş üyesinden oluşur. Yüksek Disiplin Kurulunda ayrıca, Kurula asıl üye olarak katılmayan daire başkanları ile bunların dışındaki dairelerin birer üyesi yedek üye olarak bulunur.\" 2797 sayılı Kanun'un \"Yüksek Disiplin Kurulunun görevleri\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Yüksek Disiplin Kurulu; Yargıtay üyeliği vakar ve onuruna dokunan, kişisel haysiyet ve itibarını kıran veya görev icaplarına uymayan davranışlarından dolayı Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili hakkında disiplin kovuşturmasını gerektiren eylemin ağırlığına göre “Uyarma” veya “Görevden çekilmeye davet” işlemlerinden birini uygular.\" 2797 sayılı Kanun'a 6723 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici maddenin ilgili kısmı şöyledir: \"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erer. Ancak yeni seçim yapılıncaya kadar görevlerine devam eden eski başkanlar hariç olmak üzere, bu tarih itibarıyla Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, birinci başkanvekili, Cumhuriyet Başsavcıvekili ve daire başkanı olarak görev yapanların Yargıtay üyelikleri devam eder. Birinci fıkra uyarınca üyelikleri sona eren Yargıtay üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, üçüncü fıkradaki kadro sayısı dikkate alınmak suretiyle Yargıtay üyesi seçimi yapılır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Yargıtay meslek mensuplarının (Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, birinci başkanvekilleri, Cumhuriyet Başsavcıvekili, daire başkanları ve üyeler) kadro sayısı üç yüz ondur. Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca üyelikleri devam edenler, kadro sayısında dikkate alınır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla üçüncü fıkrada belirtilen kadro sayısını aşan üye kadroları herhangi bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. Yargıtay üyeliğine seçilmeyenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on gün içinde sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır. Üyelikleri sona erenlerin, seçim veya atamaları yapılıncaya kadar, özlük hakları Yargıtay tarafından karşılanmaya devam olunur. (İptal birinci cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/12/2020 tarihli ve E.:2016/144 K.:2020/75 sayılı Kararı ile.) Yeniden seçilenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona ermesinden itibaren on iki yıl görev yaparlar. (İptal üçüncü cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/12/2020 tarihli ve E.:2016/144 K.:2020/75 sayılı Kararı ile.) (İptal dördüncü cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/12/2020 tarihli ve E.:2016/144 K.:2020/75 sayılı Kararı ile.) Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyeler, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki yıl görev yaparlar. Bu üyelerin atama veya seçim nedeniyle yürüttükleri görevleri, bu görevlerinin süresi bitene kadar devam eder. Seçilmeyen üyelerin atama veya seçim nedeniyle yürüttükleri görevler de bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla sona erer. Bu görevler için ikinci fıkra uyarınca seçim yapıldığı tarihten itibaren on gün içinde atama veya seçim yapılır. Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyelerin daha önce Yargıtay üyesi olarak çalıştıkları süreler üyelik kıdeminde dikkate alınır....\" Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 6723 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin iptali talebinin incelendiği 10/12/2020 tarihli ve E.2016/144, K.2020/75 sayılı kararında 6723 sayılı Kanun’un maddesiyle 2797 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddenin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar verilmiştir (AYM, E.2016/144, K.2020/75, 10/12/2020, §§ 269-279). Danıştay üyeliğinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlali iddiasının incelendiği karar için bkz. Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/ B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mustafa Kılıç [GK], B. No: 2019/35236, 18/5/2022, §§ 39- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14620", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi ve bu konuda başvuru yolunun olmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlamalar dolayısıyla yürütülen bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş, çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Anılan süreçte FETÖ/PDY'nin \"emniyet hizmetleri\" alanındaki örgütlenmesine yönelik olarak Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kaspamında Aydın Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/7/2016 tarihli kararıyla başvurucu hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir: \"Şüpheliler... Ali Biray Erdoğan,... üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun niteliğine, kanun maddesinde öngörülen ceza miktarına, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK'nun 100/3-a-11 maddesinde yazılı katalog suçlardan olması, katalog suç nedeniyle tutuklama nedeninin kanun gereğince varsayıldığı, soruşturma dosyası kapsamında toplanan deliller, şüphelilerin savunmaları, olaya ve şüphelilerin yakalanmalarına ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan tutanak içerikleri, arama ve el koyma tutanakları, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün görevden uzaklaştırma yazıları, Ankara Başsavcılığı'nın Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'nca şüpheliler hakkında soruşturmaya başlanması karşısında şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi oldukları yönünde üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, delillerin toplanma aşamasında olması, şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme ihtimallerinin bulunduğu, tanıklar veya başkaları üzerinde baskı yapabilecekleri, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının yasal veya gayriyasal imkanlarla yurt dışına kaçma teşebbüslerinin olduğunun görsel ve yazılı basında yer alması ve atılı suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi göz önüne alındığında şüphelilerin yargılamadan kaçabilecekleri yönünde somut olgular mevcut olduğundan verilmesi muhtemel ceza ile tutuklama tedbirinin anılan gerekçelerle ölçülü olduğu ve bu yüzden adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla atılı suçtan CMK'nun Maddesi uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA...karar verildi.\" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Aydın Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 2/9/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 16/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 22/3/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu dışında kırk üç şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Devamında ise örgütün Aydın Emniyet Müdürlüğü yapılanmasına ilişkin unsurlara yer verilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY terör örgütü hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca düzenlenen 21/12/2016 tarihli tevdi raporunda; başvurucunun eşi adına 17/1/2014 tarihinde yeni hesap açtırdığı, bu hesap bakiyesinin 003,49 TL olduğu, FETÖ/PDY örgüt liderinin talimatıyla Bank Asyaya hesap açtırdığı veya var olan hesabını artırdığının tespit edildiği,ii. Gümüşhane Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifadesi alınan A.A.nın 2008 yılında komiserlik sınavını bitirip Aydın Polis Okulunda komiser olarak göreve başladığını, komiser gruplarıyla sohbet ortamlarına girdiğini, sohbet ortamında başvurucuyu gördüğünü ifade ettiği,iii. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturması kapsamında ifadesi alınan tanık O.nin başvurucunun 2013 yılında Aydın Polis Okuluna kayıt yaptırdığını, birinci sınıfın birinci döneminde dolaplarında yasak eşya bulundurdukları gerekçesi ile kendisine kızdığını, bu arada masasının üstünde açık dizüstü bilgisayarında Fetullah Gülen'in videosunu gördüğünü, bu nedenle başvurucunun örgüt içinde olduğunu düşündüğünü ifade ettiği,iv. Başvurucu hakkında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından düzenlenen 10/1/2017 tarihli tevdi raporuna göre başvurucunun eşinin Asya Katılım Bankasında bulunan hesabının 17/01/2014 tarihinde açıldığı, bu tarihten sonra hesap ekstresinin incelemesinde virman, katılım hesabı açma, katılım hesabı temdit, TL hesaba kasadan yatırma şeklinde işlemler olduğu, hesabın aktif olarak kullanıldığının tespit edildiği belirtilmiştir.  İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü şöyledir:\"...Bu anlatımlarla şüpheli Ali BİRAY ERDOĞAN’ın; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından organize edilen gizlilik esasına dayalı örgüt üyelerinin katıldığı sohbet iştirak ettiği, sohbetlerde toplanan himmet vb. adlarla anılan yardımlarda bulunduğu, BANK-ASYA isimli FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütünün finans kuruluşunda destek amaçlı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü liderinin kendiniz, eşiniz yakınlarınız adına Bank Asya’ya para yatırın talimatıyla önce eşi adına hesap açtığı ardından bu hesapta katılım hesabı açtığı, tanık anlatımlarında da belirtildiği üzere FETÖ/PDY mensupları ile irtibatlı olduğu, yapılanma içerisinde yer alarak örgütün eylem ve faaliyetlerine katıldığı, örgüt üyesi olduğunun kabulü gerektiği anlaşılmıştır.\" Başvurucu, soruşturma aşamasındaki savunmasında özetle idari soruşturma kapsamında verdiği dilekçesinde; ailecek aldıkları prensip kararı gereği kendi maaşını ev ihtiyaçlarına harcadıklarını, eşinin maaşını ise tasarruf amaçlı biriktirdiklerini, talimatla para yatırmadıklarını, oğlunun okul taksitlerini de bu Bank Asyaya yatırdıklarını, Cumhurbaşkanı'nın ikazı üzerine parayı çektiklerini ifade etmiştir. Başvurucu 31/5/2017 tarihinde tahliye edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" Yargıtay Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve E.2017/1862, K.2017/5796 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir: \"... Nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşrutiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında; örgütün kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya daha yukarı katmanlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın örgütün nihai amacından haberdar oldukları yönünde kuşku bulunmamakta ise de, bir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devletin her kurumuna sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik, örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır hale geldiği, üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda 'paralel yapı' veya 'terör örgütü' olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten önce icra edilen faaliyetlerin, nitelik, içerik ve mahiyeti itibariyle silahlı terör örgütünün amacına hizmet ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilerek, bir Devlet okulunda öğretmen olarak görev yapan, örgütle irtibatlı olduğu için kapatılmasına karar verilen sendikaya üye olan, örgütün kriptolu iletişim ağı olan ByLock iletişim sistemini kullanmayan ancak 25/9/2014 ve 13/10/2014 tarihlerinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı Bank Asya’ya eşi adına para yatıran sanığın faaliyetlerinin, silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmadığından, konusu suç oluşturmayan ancak örgüt liderinin talimatı doğrultusunda amaca hizmet eden faaliyetlerin yardım suçunu oluşturacağı [anlaşılmış]...\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16189", "Başvuru Konusu":"Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlamalar dolayısıyla yürütülen bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumu idaresi tarafından tehlikeli tutuklu statüsü verilen kararda kullanılan ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin; söz konusu kurumda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri Kara Kuvvetleri Komutanlığında Albay rütbesinde görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma kapsamında 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2016 tarihli kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun beraberinde başka suç işleme suçlarından tutuklanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 18/12/2016 tarihinde başvurucu hakkında silahlı terör örgütü yönetme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, nitelikli öldürme, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma, kişi hürriyetinden yoksun kılma ve askeri komutanlıkların gasbedilmesi suçları ile başka suçlardan cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama sırasında verilen ayırma ve birleştirme kararları sonrasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 20/6/2019 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun \"... darbe teşebbüsünü Akıncı Hava Üssünde bulunan diğer FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yöneticileriyle birlikte tüm eylemleri koordine ettiği, sanık savunmaları, mağdur beyanları, tanık beyanı, HTS kayıtları, kamera görüntüleri ve tüm dosya kapsamından sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yöneticisi olduğu, sanığın darbenin ülke genelinde planlanıp yönetilmesinde görev aldığı, ülkede gerçekleşen eylemlerden sorumlu olduğu (...)\" ifade edilmiştir. Başvurucu, tutuklama kararı gereğince Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu 18/7/2016 ve 26/7/2016 tarihleri arasında beş kişi ile birlikte, 26/7/2016 ve 20/4/2017 tarihleri arasında üç kişi ile birlikte, 20/4/2017 ve 1/6/2017 tarihleri arasında iki kişi ile birlikte tutulmuş; 1/6/2017 tarihinden sonra ise tek kişilik odaya alınmıştır. Ceza İnfaz Kurumunun 5/6/2017 tarihli İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla başvurucunun tehlike hâli taşıyan tutuklu statüsüne alınmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun diğer örgüt üyesi tutuklulara ve hükümlülere talimat verebilecek durumda olduğu, devam eden yargılama süreçleri takip edildiğinde örgüt mensuplarının ortak ifade verme çabasında oldukları açıklanmıştır. Başvurucunun tehlike hâli taşıyan tutuklu statüsüne alınmasından sonra İdare ve Gözlem Kurulu tarafından 6/6/2017 tarihinde başvurucunun barındırılma koşullarında değişiklik yapılmasına dair yeni bir karar alınmıştır. Karar gerekçesi şöyledir:\"... FETÖ/PDY terör örgütü mensubu tutuklu Bilal AKYÜZ hakkında Kurumumuz İdare ve Gözlem Kurulunun 05/06/2017 tarihli kararı ile 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 24/ Maddesinde belirtilen, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri başlıklı Maddesine atfen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük' ün Maddesi gereğince 'işlediği isnat olunan suçun işleniş şekli, niteliğinin toplum içerisinde infial oluşturan bir suç olması, hem kurumun güvenliği ve düzeni hemde tutuklunun kendisinin ve diğer tutukluların güvenliğinin sağlanabilmesi amacı ile, özel gözetim ve denetim altında bulundurulmasının gerekli olduğu değerlendirilen tutuklunun tehlikeli tutuklu grubuna dahil edildiği anlaşılmıştır.Tutuklu Bilal AKYÜZ'ün tehlikeli tutuklu grubuna dahil edilmesi ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmasının gerekliliği göz önünde bulundurularak, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük' ün 40/1-a,b,c,d,g Maddeleri gereğince tedbiren;1-Havalandırma bahçelerinin günlük Saat: 09:30-10:30 saatleri arasında açık bulundurulmasına,2-Tutuklunun zorunlu haller durumunda odasından çıkartılması durumunda diğer tutuklu ve hükümlüler ile karşılaştırılmamasına özen gösterilmesi,3-Kurum içi faaliyetlere (Hastane, mahkeme, berber vb. faaliyetler) çıkarılırken gerekli önlemlerin alınması hususunda ilgili birimlere yazı yazılmasına...[karar verilmiştir.]\" Söz konusu kararlara karşı başvurucu 9/6/2017 tarihinde Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde başvurucu; anılan kararlarda örgüt mensubu olduğu şeklinde kesinleşmiş bir hükümden hareket edildiğini, oysa hakkında kesinleşmiş bir hükmün bulunmadığını, idare ve gözlem kurulu tarafından bu yönde bir karar alınmasının tehlikeli sayılmasını gerektirecek eyleminin bulunmaması nedeniyle hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği 12/6/2017 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 13/7/2017 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 27/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/5/2018 tarihli dilekçeyle İnfaz Hâkimliğine başvurmuş, 5/6/2017 ve 6/6/2017 tarihli İdare ve Gözlem Kurulu kararlarının yeniden gözden geçirilmesini ve kararların kaldırılmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği, 7/6/2018 tarihinde başvurucunun dilekçesi ile ceza infaz kurumundan gelen bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde daha önce 12/6/2017 tarihli kararla başvurucunun talebinin reddedildiği gerekçesiyle yeniden karar verilmesine yer olmadığı yönünde bir değerlendirmede bulunmuştur. Başvurucunun karara itirazı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinin 29/6/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 12/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Raşit Konya, B. No: 2017/26780, 28/6/2018, §§ 15-30; Timur Demir, B. No: 2018/33190, 9/5/2019, §§ 14- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23741", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumu idaresi tarafından tehlikeli tutuklu statüsü verilen kararda kullanılan ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin; söz konusu kurumda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasının sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun davalı konumunda olduğu ve 10/2/1984 tarihinde açılmış bulunan kadastro tespitine itiraz davası, Antalya Kadastro Mahkemesinde derdest durumdadır. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32471", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasının sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 21/8/2015 tarihinde gözaltına alınmış; 24/8/2015 tarihinde adli kontrol şartıyla serbest bırakıldıktan sonra çıkarılan yakalama kararına istinaden 29/8/2015 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. 14/9/2015 tarihinde başvurucunun tutukluluğun infazı durdurularak başka bir davadan kesinleşen 1 yıl 8 ay hapis cezası infaz edilmeye başlanmıştır.28/1/2016 tarihinde de 1 yıl 8 ay hapis cezasını infaz etmekte iken sıraya alınan tutuklamadan tahliyesine karar verilmiştir. Tutuklu olduğu davada yapılan yargılama sonunda 29/12/2016 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiş, beraat kararı istinaf edilmeden 6/1/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; 6 aydan fazla bir süre haksız olarak tutuklu kaldığını, gözaltı ve tutuklama kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, tutuklanmadan önce aylık 000 TL gelir elde etmekte olduğunu belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının ve tutuklamanın haksız olduğu iddiasını beraat kararı verilmiş olmasına dayandırmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu gözaltının ve tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun 3 gün gözaltında ve 29/8/2015-14/9/2015 tarihleri arasında olmak üzere 16 gün de tutuklu kaldığını tespit ederek başvurucuya 576,65 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ile 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu ayrıca 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince tazminata hükmedilebilecekken konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri yönünden bir tazminata hükmedilmediğini ileri sürmüştür. Bölge Adliye Mahkemesi maddi tazminatı 633,67 TL şeklinde düzeltmek suretiyle 14/2/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12377", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 4/8/2014 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 17/1/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5378", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; lösemi hastasının bir ceza infaz kurumunda tutulmasının sakıncalı olduğuna ve cezasının infazına ara verilmesi gerektiğine dair tıbbi raporlar bulunmasına rağmen infaz kurumuna alınma ve bu kurumda tutulmakta iken vefat etme nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucuların yakını olan Ü.B. uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçu nedeniyle verilen 10 yıl hapis cezasının kesinleşmesi üzerine 9/12/2019 tarihinde hükümlü olarak Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alınmıştır. Ceza İnfaz Kurumunca tanzim edilen 10/12/2019 tarihli ilk muayene formunda Ü.B.nin \"ilik kanseri ve epilepsi hastası olduğunu ve Depakin 500 mg isimli ilacı kullandığını söylediği\" kayıt altına alınmıştır. Ü.B. Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı 11/12/2019 havale tarihli dilekçesi ile 2017 yılından bu yana lösemi olup tedavisinin devam etmesine rağmen hastalığının ilerlediğini ve hayati tehlikesi bulunduğunu, tedavisinin aksamadan ve enfeksiyonun az olduğu ortamda devam etmesi gerektiğini belirterek 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince hastalığının sürekli bir tedaviyi gerektirmesi nedeniyle gerekirse güvence göstermek veya başka şart koşulmak suretiyle infazın ertelenmesi talebinde bulunmuştur. Ü.B. dilekçesine şu raporları da eklemiştir:i. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş TıpMerkezince (Üniversite Tıp Merkezi) hazırlanan 10/12/2019 tarihli heyet raporunda tanı-teşhis akut lenfoblastik lösemi olarak belirtilmiştir. Rapordaki klinik bulgular şu şekildedir:\"Akut Lenfoplastik Lösemi (Kan Kanseri) hastalığı olan hastaya ilik nakli yapıldı. Hastanın takiplerinde trombositopeni ve sık enfeksiyon geçirme atakları (üsye ve pnömoni) mevcut olduğundan tarafımızdan yakın takipte olup, yatırılarak tedavi verildi. Hastanın lösemi hastalığının tekrar nüksetme olasılığı vardır. Ayrıca enfeksiyon geçirdiğinde (özellikle pnömoni v.b) uygun tedavi almadığı durumda hayati riski mevcuttur. Böyle hastaların ateş v.b gibi enfeksiyon belirtileri olduğunda, kanama, vücudunda morarma, sarılık gibi durumlarda hastaneye gelmesi gerekmektedir. Yine hastada HBSAG (HEPATİT B hastalığı) pozitif olduğundan, takip ve tedavisinin Enfeksiyon hastalıkları tarafından yapılması gerekmektedir. Enfeksiyon hastalıkları polikliniğine de kontrole gelmesi gerekmektedir. Hepatit B hastalığı kişisel eşyaların v.b ortak kullanımı durumunda başkasına da bulaşma ihtimali vardır. Hastanın hijyenik olmayan ve kalabalık ortamlarda kalması durumunda enfeksiyon hassasiyeti artmaktadır. Bu sebeplerden dolayı hastanın düzenli aralıklarla 3-4 haftada bir kontrole gelmesi gerekmektedir. Kontrol aralıkları hastanın genel durumuna ve hastalığın gidişatına göre değişebilir.\"ii. Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Hastanesince Ü.B.nin%85 oranında özürlü olduğuna dair tanzim edilen 11/2/2019 tarihli engelli sağlık kurulu raporunun sonuç kısmı şu şekildedir:\"akut Lenfoplastik Lösemi kök hücre nakli yapılan hasta tedavisi devam eden olgular. Bileteralnükleer katarakt. Epilepsi günlük aktiviteleri engelleyen seyrek nöbetler\" Bunun üzerine Ü.B. ceza infaz kurumunda kalmasına engel sağlık sorunu olup olmadığının tespiti için rapor aldırılması amacıyla 12/12/2019 tarihinde Van Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Eğitim ve Araştırma Hastanesi), 13/12/2019 tarihinde ise Üniversite Tıp Merkezine sevkedilmiştir. Ceza erteleme talebine ilişkin süreç devam ederken Ü.B. 16/12/2019 ve 18/12/2019 tarihlerinde tetkik ve tedavi için Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş; 23/12/2019 tarihli açık ceza infaz kurumuna ayırma kararı kararıyla Ü.B.nin bakiye cezasının açık ceza infaz kurumunda infazına karar verilmiş, 24/12/2019 tarihinde Ü.B. Van Açık Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Van Açık Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 25/12/2019 tarihli yazıyla, ceza tehiri işlemlerine devam edilmesi hususunu hatırlatmış; sağlık evraklarının infaz dosyası ile gönderildiğini bildirmiştir. Ü.B., Van Açık Ceza İnfaz Kurumunda barındırıldığı süre içinde de teşhis ve tedavi için 27/12/2019, 30/12/2019, 31/12/2019 ve 1/1/2020 tarihlerinde Eğitim Araştırma Hastanesi ile Üniversite Tıp Merkezine sevk edilmiştir. Nihayetinde Ü.B., 2/1/2020 tarihinde sevk edildiği Üniversite Tıp Merkezinde yatarak tedaviye alınmıştır. Ceza erteleme talebine ilişkin olarak Üniversite Tıp Merkezi tarafından düzenlenen 8/1/2020 çıkış tarihli ve 162405 sayılı sağlık kurulu raporunda \"Klinik bulgular\" başlığı altında \"All (lösemi) tanılı hasta 2018'de kemik iliği nakli yapılmış olup 2 haftada bir tarafımızca kontrolü sağlamaktadır. hastada sık enfeksiyon geçirme ve trombositopeni bulunmaktadır. kemik iliği nakline bağlı komplikasyonlar ve enfeksiyon hassasiyeti nedeniyle cezanın bir yıl ertelenmesi uygundur.\" ifadelerine yer verilmiş ancak \"Karar\" başlığı altında \"...mahkumun cezasının infazına ceza kurumunda devam edilmesinin mahkumun hayatı için kesin bir tehlike teşkil edip etmeyeceğine...tehlike teşkil ediyor ise infazın 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerini İnfazı Hakkında Kanun 16 maddesi gereğince ertelenmesinin gerekip gerekmeyeceğine dair kararın Adli Tıp Kurumu tarafından verilmesinin uygun olduğu...\" mütalaa edilmiştir. Ü.B. 2/1/2020 tarihinde sevk edildiği Üniversite Tıp Merkezinde yatarak tedavisi devam etmekte iken 16/1/2020 tarihinde hayatını kaybetmiştir. 16/1/2020 tarihli ölüm (ex) raporunda ölüm sebebi kardiyak arrest olarak belirtilmiştir. Başvurucular 20/2/2020 tarihinde Van Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) sundukları şikâyet dilekçe ile suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık iki ayrı soruşturma yürütmüştür:i. İnfaz kurumu görevlileri bakımından görevi kötüye kullanma suçundan yürütülen soruşturma sonucunda 2020/1560 sayılı dosyada, 7/2/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu personelinin ölüm olayında kusurunun olmadığı gerekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucuların bu karara itirazı Sulh Ceza Hâkimliğinin 2020/856 İş sayılı dosyasında 18/3/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.ii. Başsavcılık, şüpheli ölüm iddiası bakımından yürüttüğü soruşturmada ölüm sebebine ilişkin olarak Van Adli Tıp Şube Müdürlüğünden rapor almıştır. 19/3/2021 tarihli raporda \"1-Kişinin kesin ölüm sebebinin kendisinde mevcut akut lenfoblastik lösemi ve komplikasyonları neticesinde doğal yollardan olduğu\" \"Kişide saptanan (4,6 ng/ml) Salbutamol, (30,3 ng/ml) Parasetamol, (31,3 ng/ml) Metronidazol, (4,0 ng/ml) Atropin, (40,2 ng/ml)Metoklopramid, (62,5 ng/ml) Siprofloksazin, (20,7 ng/ml) Feniramin, (40,0 ng/ml) Tramadol, (13,4 ng/ml) Omeprazol, (21,4 ng/ml) Midazolam, (38,7 ng/ml) Flukonazol ilaç etken maddesi olduğu, ölümü üzerine doğrudan bir etkisinin olmadığı\" tespitine yer verilmiştir. Yürütülen soruşturma sonucunda 2020/1043 sayılı dosyada 18/6/2021 tarihinde, ölümün doğal sebeplerden olduğu gerekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucuların bu kararlara karşı itirazları sulh ceza hâkimliklerince 18/3/2020 ve 23/11/2021 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Başvurucular, ilk itirazın reddi kararını 1/4/2020 tarihinde, ikinci itirazın reddi kararını ise 26/11/2021 tarihinde öğrenmiş ve ilki 29/4/2020 tarihinde, ikincisi ise 16/12/2021 tarihinde olmak üzere Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularda bulunmuştur. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca 2020/15006 numaralı başvurunun 2020/15006 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15006", "Başvuru Konusu":"Başvuru; lösemi hastasının bir ceza infaz kurumunda tutulmasının sakıncalı olduğuna ve cezasının infazına ara verilmesi gerektiğine dair tıbbi raporlar bulunmasına rağmen infaz kurumuna alınma ve bu kurumda tutulmakta iken vefat etme nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yerel yayın yapan bir televizyon kanalında yayımlanan ifadeleri nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 2014-2015 yılları arasında Adana Demirspor Kulübü Başkanlığını yürüten başvurucu 23/6/2015 tarihinde kulübün yönetiminin seçileceği kongre öncesinde, başkan olarak yerel bir televizyon kanalında canlı yayına katılmıştır. Soru cevap şeklindeki programda başvurucuya 2012 yılında kulüp başkanlığı yapmış olan G.nin (müşteki) yeniden adaylığıyla ilgili görüşleri sorulmuştur. Başvurucu; başkanlığı döneminde müştekinin kulübe zarar verdiği yönünde değerledirmelerde bulunmuş ve ifadelerine “Kulüp başkanları para çalmasın, kulüpler kendi kendine döner.” Şeklinde bir cümle kullanmıştır. Sunucu tarafından kendisine yöneltilen “Bu yönde bir tespitiniz mi var?” sorusu üzerine başvurucu; daha önce aynı televizyon kanalında yayına katılan müştekinin kulüpten olan alacağının faizini talep etmeyeceği yönünde açıklama yaptığını ifade ederek müştekinin sözünde durmadığını, 000 TL olan alacağını icra kanalı ile 000 TL olarak tahsil ettiğini belirtmiştir. G.nin yapmış olduğu şikâyet sonucunda başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır Başvurucu, Adana Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yaptığı savunmasında televizyon programındaki açıklamalarında müştekinin kulüpten olan senede bağlı alacağını tahsil ederken icra yolunu kullanmasını eleştirdiğini belirtmiş; “Kulüp başkanları para çalmasın.” Şeklindeki ifadesinin ise genel ifade niteliğinde olduğunu ve müştekiyi hedef almadığını ileri sürmüştür. Yargılamayı yapan Mahkeme 1/12/2016 tarihli kararında başvurucunun yerel yayın yapan televizyon kanalında canlı yayında kullandığı “ [G.] aday olsaydı ben de aday olacaktım. Vicdanen rahatsız olurdum. Bu kulübe zarar veren kim olursa olsun, önüne çıkarım. Ben [G.]nin kulübe zarar verdiğini düşünüyorum. Belgeler var, zaten ben anlamıyorum. Kulübe zarar vereceksin. Utanmadan gelip aday olacaksın. Ben böyle bir şey görmedim. Kulüp başkanları para çalmasın, kulüpler kendi kendine döner.” Şeklindeki ifadelerinin hakaret mahiyetinde olduğunu belirterek başvurucunun 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı 2/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden … veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyleişlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.”…B. Uluslararası Hukukİlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 18-24) kararına bakılabilir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/80280", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yerel yayın yapan bir televizyon kanalında yayımlanan ifadeleri nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, 24/3/2005 tarihinde İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/52014 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 14/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 24/3/2005 tarihinde İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinde, vekalet ücretinin ödenmesi amacıyla alacak davası açmıştır. İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi 10/4/2012 tarihli ve E.2005/551, K.2012/508 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Davalı tarafın temyizi üzerine İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi, 12/6/2013 tarihli ve E.2005/551, K.2012/508 sayılı ek kararı ile temyiz isteminin süre yönünden reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin ek kararının temyiz edilmesi sonucunda, Yargıtay Hukuk Dairesi 16/1/2014 tarihli ve E.2013/18251, K.2014/871 sayılı ilâmı ile temyiz isteminin reddine ilişkin kararın bozularak kaldırılmasına, davanın esasına ilişkin kararın ise onanmasına hükmetmiştir. Bu ilâm başvurucuya 3/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 2/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı avukatlık Kanunu’nun ve devamı maddeleri. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6136", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 24/3/2005 tarihinde İzmir 7. Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, soyadı değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayat saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Birinci başvurucu 2016, ikinci başvurucu 2017 yılı doğumludur. Anneleri Türk, babaları İspanyol olan başvurucular hem İspanyol hem de Türk vatandaşlığına sahiptir. Türk nüfus kayıt sisteminde soyadları Piles Puig olan başvurucuların İspanya nüfus kaydındaki soyadları, İspanyol hukukuna göre çocuğun soyadının sırasıyla baba ve annenin birinci soyadlarından oluşması nedeniyle Piles Kosif''tir. Başvurucular adına anne ve babaları tarafından velayeten Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartlarında yer alan soyadlarının İspanyol pasaportlarında yer aldığı şekilde Piles Kosif olarak değiştirilmesi talebiyle Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) isim tashihi davası açılmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; soyadlarının vatandaşı oldukları iki ülkenin nüfus kayıtlarında farklı olması nedeniyle hukuki engellerle karşılaştıklarını ve İspanyol hukukunda babayla aynı soyadına sahip olmanın babayla kardeş olmak anlamına gelmesi nedeniyle İspanya'da alay konusu edildiklerini belirtmiştir. Ayrıca soyadlarının farklı olmasının seyahatlerinde güçlüğe yol açtığını ve uluslararası kamu güvenliği bakımından kuşkuya neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mahkeme, başvurucuların talebi doğrultusunda davanın kabulüne ve soyadlarının Piles Kosif olarak düzeltilmesine 28/3/2019 tarihinde karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; uluslararası düzenlemelere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ve Anayasa Mahkemesinin isim hakkına ve ayrımcılık yasağına ilişkin içtihadına yer verilmiştir. Kararda; tanık beyanları, pasaport örnekleri ve nüfus kayıtları ile sabit olduğu üzere çifte vatandaşlık nedeniyle başvurucuların soyadlarındaki farklılığın günlük yaşamlarında sorunlara neden olduğu, soyadının talep doğrultusunda düzeltilmesini engelleyen yasal düzenleme bulunmadığı, günümüzde yüksek mahkeme kararları ve uluslararası düzenlemeler kapsamında boşanan ve velayeti kendisine bırakılan ebeveyne dahi küçüğün soyadını değiştirme hakkı tanındığı, mevcut dosyada velayeti iştiraken kullanan anne ve baba tarafından başvurucuların menfaatine olarak talepte bulunulduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Beykoz İlçe Nüfus Müdürlüğü 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinde yer alan düzenleme gereğince çocuğun, anne ve baba evli ise ailenin soyadını alabileceğini belirterek söz konusu kararın kaldırılması talebiyle istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi; istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılmasına ve davanın reddine 16/1/2020 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; çocuğun soyadı belirlenirken doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakılmasının gerektiği, anne ve baba evli ise çocuğun babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacağı belirtilmiştir. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra velayet hakkı gibi nedenlere dayanılarak değiştirilmesinin 4721 sayılı Kanun'un maddesi gereğince mümkün olmadığı, çocuğun ergin olduktan sonra 4721 sayılı Kanun'un maddesindeki koşulların varlığı hâlinde soyadını her zaman değiştirme hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir. Kararda, başvurucuların reşit oluncaya veya babanın 4721 sayılı Kanun'un maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirene kadar ailenin soyadını taşımaları gerektiği vurgulanmıştır. Nihai karar 5/2/2020 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş ve 26/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8845", "Başvuru Konusu":"Başvuru, soyadı değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayat saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/3/2007 tarihinde boyun tutulması şikâyeti ile Esenler Başakşehir Devlet Hastanesine gitmiştir. Muayene yapan doktorun reçetesine dayanılarak kurum çalışanı hemşire tarafından başvurucuya iğne yapılmıştır. Uygulanan iğne sonrası başvurucunun sol ayağında uyuşma ve zayıflama şikâyetleri meydana gelmiştir.A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucunun kendisine iğne yapan hemşire hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine Esenler Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığı 26/9/2007 tarihli ön inceleme raporu hazırlamıştır. Anılan raporda; olaya sıcağı sıcağına müdahale eden ve olayda adı geçen doktorlar ile konu hakkında uzman olan doktorun görüşlerinin alındığı, ayrıca tıbbi belgelerin incelendiği görülmüştür. İğnenin yapıldığı yeri gören doktorlar genel olarak başvurucun çok zayıf ve ince yapılı olması gözetilerek biraz daha üste ve dış tarafa iğnenin yapılması gerektiğini beyan etmiştir. Görüşüne başvurulan uzman doktor ise iğnenin yapıldığı anda başvurucunun elektrik hissi duyduğunu belirtmesinin enjeksiyonun sinir içine yapıldığı görüşünü desteklediği, bu durumun yanlış ve kötü uygulama olduğu, siyatik nörotapinin enjeksiyonun mutat bir komplikasyonu olmadığı yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Raporda sonuç olarak bilirkişi görüşleri ve tetkik raporlarıyla olayın doğrulandığı belirtilerek soruşturma izni verilmesi gerektiği değerlendirmesine yer verilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda, iğneyi yapan hemşire hakkında taksirle yaralamaya neden olma suçundan dava açılmıştır. (Kapatılan) Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılamada Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunca (Kurul) hazırlanan 24/5/2010 tarihli rapor alınmıştır. Bu raporda, uygulanan enjeksiyon sonrası kişide gelişen mevcut bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair tıbbi kayıt bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca enjeksiyonun doğru yere yapılması durumunda da kanama, ödem gibi nedenlerle sinire baskı olabileceği dikkate alındığında gelişen mevcut durumun enjeksiyon uygulamalarının komplikasyonu olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme anılan rapora dayanarak sanığın görevi gereği başvurucuya yaptığı tıbbi müdahalede kusur ve ihmalinin bulunmadığı, başvurucuda meydana gelen arazın oluşumunda sanığa kusur atfının mümkün görülmediği gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararı vermiştir. Başvurucu anılan kararı temyiz etmiştir. Başvurucu vekili dilekçesinde; ön inceleme raporunda yer alan doktorlar ile uzmanların ifadeleri ve enjeksiyonun yanlış uygulandığı şeklindeki tespiti hatırlatarak Kurulun raporunun eksik olduğu ve ön inceleme raporunun tespitleri hakkında bir değerlendirme yapılmadığını, itirazlarına rağmen iki rapor arasındaki çelişki giderilmeden Kurul raporunun hükme esas alındığını belirtmiştir. Ayrıca bu çelişkinin giderilmesi için Adli Tıp Genel Kurulundan yeniden rapor alınması gerektiğini vurgulamıştır. Anılan kararı Yargıtay Ceza Dairesi, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 23/6/2015 tarihinde oyçokluğuyla onamıştır. Karara muhalif kalan iki üye, Kurul raporunda enjeksiyon sonrası siyatik sinir hasarının olduğuna dair tıbbi belgeleri hatırlattıktan sonra tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair kayıt bulunamadığı şeklinde şablon cümlelerden oluşan tespitler yapıldığını belirtmiş; sanık hemşirenin yanlış uyguladığı enjeksiyon sonucu başvurucunun sakat kaldığı, taksirle yaralama suçunun oluştuğunu vurgulamıştır.B. Bireysel Başvuruya Konu Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu ayrıca hatalı tıbbi müdahaleden kaynaklanan zararlarının giderimi istemiyle 28/10/2009 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu vekili, boyun tutulması şikâyetiyle hastaneye giden başvurucun hatalı yapılan iğne nedeniyle sol bacağının sinirlerinin zedelendiğini belirtmiş; hemşirenin iğneyi yanlış yere uygulaması, başvurucunun ikazına rağmen uygulamaya devam etmesi sonucu başvurucunun sol bacağında sinir zedelenmesi ve buna bağlı olarak bacakta zamanla incelme meydana geldiğini vurgulamıştır. Başvurucu bu şikâyetlerden kurtulmak ve eski sağlığına kavuşmak için özel hastanelerde tedavi gördüğünü ancak sağlığına kavuşmadığını, bacağındaki incelmenin devam ettiğini ve aksayarak yürümek zorunda kaldığını beyan etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/11/2010 tarihli ara kararıyla Sulh Ceza Mahkemesinden adli tıp raporunu istemiş ve 26/5/2011 tarihinde de bu rapordaki tespitlere dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ceza davası sürecinde hazırlanan 24/5/2010 tarihli bilirkişi raporunun kapsam ve içerik yönünden hükme esas alınabilecek nitelikte olduğu vurgulanmıştır. Bu rapor gözetilerek uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu, verilen sağlık hizmetinde idarenin kusurunun olmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu vekili anılan kararı temyiz etmiştir. Dilekçede; ön inceleme raporundaki enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına ilişkin tespitler ve ifadeler hatırlatılmıştır. Kurul raporunun eksik incelemeye dayandığı ve ön inceleme raporunu değerlendirmediği vurgulanarak hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. Mahkemenin ceza yargılamasında itiraz ettikleri ve yeterli olmayan bir rapora dayanmaması, yeni bir rapor alınarak raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca sıcağı sıcağına olaya müdahale eden doktorların enjeksiyonun yanlış yere yapıldığı iddiasını doğrulayan ifadelere ve tetkik raporlarına rağmen Kurulun enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair kayıt bulunamadığı yönündeki görüşünün gerçeği yansıtmadığı ifade edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 18/4/2016 tarihinde derece mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucunun temyiz itirazlarının karşılanmadığını vurgulayarak yukarıda belirtilen iddialarla yaptığı karar düzeltme talebi de anılan Dairenin 27/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 14/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17753", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, görevden alınıp görevine tekrar iade edilen kamu görevlisine sonradan ödenen aylıkları için hak ediş tarihlerinden itibaren faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 5/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 2/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9093", "Başvuru Konusu":"Başvuru, görevden alınıp görevine tekrar iade edilen kamu görevlisine sonradan ödenen aylıkları için hak ediş tarihlerinden itibaren faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/32079 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32079", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/2681", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Askerlik görevini ifa eden S.B. 16/8/2001 tarihinde arkadaşı İ. ile birlikte nöbet yerinden karakola döndükleri sırada askerî yasak bölge içinde kaçak göçmenler bulunduğu yönünde ihbar almıştır. Göçmenlerin sınırdan geçmelerine aracılık ettiği belirtilen başvurucuların babası Y.A., kendisini askerlere ihbar ettiğini düşündüğü U.nin üzerine yürümüş ve U.ye müdahale etmeye çalışmıştır. Y.A.yı durdurmak isteyen asker S.B., Y.A.ya önce tokat atmış; eylemin devam etmesi üzerine elindeki tüfeğin kasaturası ile Y.A.yı yaralamıştır. Y.A. sağ akciğer üst lobda meydana gelen kesi nedeniyle oluşan hemotoraks ve gelişen hipovolemik şok sonucu hayatını kaybetmiştir. Gelibolu Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından olayla ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Yürütülen soruşturma neticesinde S.B. hakkında kanunun ya da zaruretin tayin ettiği sınırı tecavüz etmek suretiyle adam öldürme suçundan Kara Kuvvetleri Komutanlığı İkinci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) kamu davası açılmış, Askerî Mahkeme 30/12/2002 tarihli kararıyla, S.B.nin terhis olması sebebiyle görevsizlik kararı vermiştir. Verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Edirne Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) yaptığı yargılama neticesinde 26/11/2008 tarihinde, S.B.nin eylemini meşru savunma sınırını mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aşması sonucu gerçekleştirdiğini kabul ederek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Hüküm, başvurucu vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 15/6/2010 tarihli kararında, S.B.nin eyleminin tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu düşünülmeden karar verildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 7/6/2013 tarihli kararıyla S.B.nin tahrik altında kasten öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan hüküm S.B.nin müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Daire 25/2/2015 tarihli kararıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile 26/9/2004 sayılı ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun tüm hükümlerinin olaya uygulanarak somut karşılaştırma yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği, asgari düzeyde tahrik indirimi yapılmak suretiyle fazla ceza tayin edildiği gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2015 tarihinde suçun meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aşılması suretiyle işlendiği gerekçesiyle, mahkûmiyet kararının bozulması düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca inceleme yapan Daire 24/6/2015 tarihinde itiraz nedenini yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay Başkanlığına göndermiş ve sonuç olarak dosya, değerlendirilmek üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulu önüne gelmiştir. Bu aşamada başvurucuların annesi -Y.A.nın eşi- R.A. 27/5/2016 tarihinde, yargılama sürecinin uzun zamana yayılmış olması nedeniyle yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 2016/10550 sayılı dosya üzerinden 17/7/2019 tarihinde verdiği karar ile 2001 yılında meydana gelen olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma makul bir sürede sonuçlandırılmadığından yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğü yönünden ihlal sonucuna ulaşmış ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine, kararın bir örneğinin de bilgi için ceza mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir. Devam eden ceza yargılamasında dosya hakkında değerlendirmesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulu 5/2/2019 tarihli kararıyla S.B.nin eyleminin haksız tahrik altında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeden hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu belirterek Ceza Mahkemesinin 7/6/2013 tarihli kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrası yargılama yapan Ceza Mahkemesi 16/7/2019 tarihli duruşmasında, S.B.nin haksız tahrik altında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu işlediğini sabit görerek neticeten 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar S.B.nin müdafii tarafından temyiz edilmiştir. Bu aşamada Y.A.nın çocukları olan başvurucular 21/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 21/1/2021 tarihinde 16/7/2019 tarihli Ceza Mahkemesikararını bozmuştur. Ceza yargılaması süreci henüz sonuçlanmamıştır. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38334", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin mevcut yetkilerinin kaldırılmasına, haklarında ceza soruşturması başlatılan -emekli olanlar da dâhil- 140 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki nihai hükmü 20/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 18/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36466", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; gözaltında tutma koşulları ile gözaltı ve tutuklama işlemleri sürecinde kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının, soruşturma kapsamında yapılan aramanın hukuka uygun olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlâl edildiğine ilişkindir. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1980 doğumlu olan ve Ankara'da yaşayan başvurucu, Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe teşebbüsü ertesinde ülke genelinde birçok yargı mensubu hakkında 16/7/2016 tarihinde verilen gözaltına alma kararına istinaden Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 19/7/2016 tarihinde evinde ve işyerinde yapılan aramanın ardından gözaltına alınmış, 22/7/2016 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna gönderilmiştir. Başvurucu gözaltına alınırken hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. 19/7/2016 tarihli raporda başvurucunun her iki bileğinin ön ve arka yüzünde kelepçe kullanımına bağlı hiperemi ve çizgisel izler bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun anlatımına göre evinde ve işyerinde hukuka aykırı arama yapılmış, gerekli olmadığı hâlde elleri arkasında kalacak şekilde kelepçe kullanılmış, buna bağlı olarak yaralanmıştır. İddiaya göre başvurucu, kolluk merkezinde kelepçeli şekilde yarım saat bekletilmiş; adliyede iş arkadaşları önünde teşhir edilmiş; ayrıca gözaltında kötü koşullarda tutulmuştur. Başvurucu 15/8/2016 tarihinde kolluk görevlilerinin görevlerini kötüye kullandıklarını ileri sürerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Soruşturma kapsamında il Emniyet Müdürlüğünden bilgi istenmiştir. Emniyet Müdürlüğü cevabında, darbe teşebbüsü sırasında bombalı saldırılardan dolayı Emniyet Müdürlüğü binasında ağır yıkım ve tahribat oluştuğundan başvurucunun tutulduğu nezarethaneyi gösterir kamera görüntülerinin bulunmadığı bildirilmiştir. Cevapta ayrıca çok sayıda şüpheli gözaltına alındığından nezarethanelerin yetersiz kalması sebebiyle spor salonları, halı sahalar vb. yerlerin gerekli güvenlik önlemleri alınarak gözaltı merkezlerine dönüştürüldüğü, bu sebeple nezarethanelerde yoğunluk yaşandığı, buna karşın gözaltına alınan kişilerin beslenmelerinin eksiksiz olarak karşılandığı, yapılan işlemlerin hukuka uygun olduğu açıklanmıştır. Savcılıkça 22/3/2017 tarihinde başvurucunun iddiaları ile ilgili olarak dava açmaya yeterli delil bulunmadığı değerlendirilmiş, kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun Savcılık kararına yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş; anılan karar başvurucuya 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakliMadde 93- (1) Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Muhafızın görevini kötüye kullanmasıMadde 295 - (1) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (2) Muhafaza veya nakli ile görevli olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75). AİHM tutukluların nakledilmesi sırasında kelepçe kullanımını incelediği Raninen/Finlandiya kararında, başvurucunun kelepçeli bir şekilde nakledilmesi onun tutumundan kaynaklanan gerekli bir tedbir olmasa hatta haksız bir tutma nedeniyle uygulansa dahi başvurucunun olaydan birkaç ay sonra alınan sağlık raporlarında belirtilen ruhsal durumu ile ilgili olumsuz gelişmeler ile kelepçeleme olayı arasında illiyet bağı kuramadığını belirterek yapılan bu muamelenin başvurucunun ruhsal durumu üzerindeki olumsuz etkisine ikna olmadığını açıklamış; olayda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi için aranan asgari eşik seviyesinin aşılmadığını değerlendirmiştir (Raninen/Finlandiya, §§ 52-59). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37375", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltında tutma koşulları ile gözaltı ve tutuklama işlemleri sürecinde kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının, soruşturma kapsamında yapılan aramanın hukuka uygun olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlâl edildiğine ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi aleyhine 7/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 16/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16057", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, idari işlemin iptaline yönelik yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Başvurucunun babası olan F.B. 1994 yılında Diyarbakır ili, Lice ilçesi, Kaniya Sipi mevkiinde güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınmış olup bu tarihten sonra kendisinden haber alınamamıştır. Başvurucunun ailesine bu olay sebebiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına giren maddi zararlarının karşılanması amacıyla 23/6/2016 tarihli Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu kararı ile 640,65-TL tazminat ödenmiştir. Bu karar çerçevesinde hazırlanan sulhname başvurucu ve ailesi tarafından imzalanmıştır. Başvurucu daha sonra Diyarbakır Valiliğinden, babasının vefatı nedeniyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ek maddesi uyarınca istihdam talebinde bulunmuştur. Yapılan başvuru Diyarbakır Valiliği Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bilgileri gerekçe gösterilerek 27/6/2018 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu hiçbir terör örgütü ile ilgisinin bulunmadığını ve hakkında herhangi bir adli soruşturma da olmadığını belirterek Valilik işleminin iptali talebiyle dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) görülen davada 15/3/2019 tarihli kararla işlemin iptaline hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde, yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında devletin güvenliğini tehlikeye düşürebilecek yasa dışı ideolojik bir görüşü benimsediği veya kurumun güvenliğini ihlal edebilecek tutum ve davranışlar içerisinde bulunduğunu ortaya koyan hukuken kabul edilebilir somut bir tespite yer verilmediği belirtilmiştir. Buna göre başvurucu hakkında sadece istihbari mahiyette bilgilerin gönderildiği, bu bilgilerin somut delillerce desteklenmediği sürece adli veya idari işlemlere dayanak teşkil etmeyeceği vurgulanmış ve başvurucunun 3713 sayılı Kanun'un ek maddesi uyarınca istihdam talebinin reddine yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Karara karşı Diyarbakır Valiliğince yapılan istinaf talebi Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 30/6/2021 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.B. Bireysel Başvuru Süreci İdare Mahkemesinin anılan kararı üzerine başvurucu 3713 sayılı Kanun'un ek maddesi kapsamında Devlet Personel Başkanlığınca 19/9/2019 tarihinde yapılan atama kurası sonuçlarına göre Diyarbakır Adliyesine memur olarak yerleştirilmiştir. Ancak başvurucunun atanması, Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği'nin \"Özel Şartlar\" başlıklı maddesinde öngörülen arşiv araştırması olumlu olmak şartını taşımadığı gerekçesiyle Adalet Bakanlığı (İdare) Personel Genel Müdürlüğünün 19/12/2019 tarihli işlemiyle uygun görülmemiştir. Başvurucu, İdare işleminin iptali ve dava konusu işlem nedeniyle mahrum kaldığı özlük ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi talebiyle 22/1/2020 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca adli sicil kaydının bulunmadığını da eklemiştir. Güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak sonuçlanmasına yol açacak herhangi bir durum olmamasına rağmen haksız ve hukuka aykırı bir şekilde atamasının gerçekleştirilmemesinden yakınmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 11/11/2020 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle mahrum kalınan parasal hakların ödenmesine yönelik talep hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Kararda, dava konusu işlemin 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine İlişkin Kanun hükmüne dayanılarak tesis edildiği belirtilerek Anayasa Mahkemesinin 19/2/2020 tarihli ve E.2018/163, K.2020/13 sayılı kararı ile anılan düzenlemenin iptal edilmesi nedeniyle bu düzenlemeye dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca, dava konusu işlemin iptali ile başvurucunun doğrudan atanması sonucunun doğmayacağını, başvurucunun durumunun davalı idarece makul bir süre içinde yeniden değerlendirmeye tabi tutulabileceğini ve bu değerlendirmenin sonucunda başvurucunun uyuşmazlığa konu kamu görevine atanıp atanamayacağına ilişkin yeniden bir işlem tesis edilebileceğini belirterek dava konusu işlem nedeniyle mahrum kalınan parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine yönelik talep hakkında bu aşamada karar verilmesine imkân bulunmadığının altını çizmiştir. Karara karşı İdare tarafından yapılan istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 8/9/2021 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. İdare, anılan Mahkeme kararı üzerine 4/12/2020 tarihli işlemle, kararın uygulanması için Atama İşlemleri Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasalaşmasına kadar bekleneceğini belirtmiştir. İdarenin belirtilen kararının başvurucuya 8/12/2020 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu yargı kararlarının uygulanmadığı iddiasıyla 16/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç 7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu 17/4/2021 tarihli ve 31457 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'u yürürlükten kaldırmıştır. 7315 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bu Kanun kapsamında yapılmaktadır. Mahkeme kararı gereğince İdare tarafından başvurucunun durumu 7315 sayılı Kanun'a göre yeniden değerlendirilmiş ve 21/12/2021 tarihli işlemle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunun olumsuz olması nedeniyle atanması uygun görülmemiştir. Başvurucunun, yeniden yapılan değerlendirme üzerine tesis edilen bu işlemin iptali talebiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesince 20/4/2022 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, 7315 sayılı Kanun kapsamında yapılan inceleme ile başvurucunun PKK/KCK terör örgütü adına kırsal alanda silahlı faaliyet yürüten örgüt mensuplarına bağlı olarak kurye/işbirlikçilik faaliyetinde bulunduğunun tespit edildiğinin altı çizilmiştir. Ayrıca İdarenin kişinin \"Görevin gerektirdiği niteliklerle ilgili kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerindeki olgusal verilerinin\" ve \"Terör örgütleri veya suç işlemek amacıyla kurulan örgütlerle eylem birliği, irtibat ve iltisak içinde olup olmadığının\" değerlendirilmesinde takdir yetkisinin bulunduğu vurgulanmıştır. Gerekçede son olarak, başvurucu ve ailesi hakkındaki bilgiler gözönüne alındığında PKK/KCK terör örgütüyle irtibat veya iltisakının bulunduğu belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu tarafından karara karşı yapılan istinaf talebi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 19/10/2022 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Kesinleşmiş bu karara karşı başvurucu tarafından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmamıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39653", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari işlemin iptaline yönelik yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile -İzmir hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle \"...üniversite için dershaneye gitmediğini, selçuk üniversitesi hukuk fakültesini kazandığını, ailesinin tek çocuğu olduğu için ailesi ile birlikte Konya'ya gidip kaldıklarını, herhangi bir yurtta ya da yapıya at evde kalmadığını, meslek hayatı boyunca sadece 2014 yılında yurt dışına gittiğini, mesleğe Salihli Hakim adaylığında başladığını, sırasıyla Ödemiş, Kozluk, Kale, Göle Hakimlikleri, Ermenek, Erzurum ve Aydın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlıkları, İzmir Hakimliği yaptığını, bu yapının illegal bir yapılanma olduğunu 17-25 Aralık sürecinde farkettiğini, 2014 yılı HSYK seçim sürecinde Aydın Komisyon Başkanı olduğu için seçim mahallinde bulunduğunu ancak müşahitlik yapmadığını, örgütle herhangi bir bağlantısı olmadığını, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini\" beyan etmiş ve FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyana katılma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı tarihte İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle Savcılık beyanını tekrar ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"... suçlarını işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olduğu, olaydan itibaren şüphelinin ifadesinin alındığı tarihe kadar geçen süre nazara alınarak kaçma şüphesini uyandıran somut olgular bulunduğu, delillerin henüz tam olarak toplanamamış olduğu, atılı suçun öngörülen cezasının alt ve üst sınırlarına göre tutuklamanın ölçülü olduğu ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı da dikkate alınarak şüphelinin CMK 100 ve müteakip maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]\" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\"İzmir Sulh Ceza Hakimliğinin şüpheli hakkında vermiş olduğu ... tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gibi, şüpheliye isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, soruşturma evrakındaki mevcut delil durumu ve tutuklama kararından bu yana şüpheli lehine bir değişme ve gelişme olmadığından şüpheli müdafiinin şüphelinin serbest bırakılması yönündeki talebinin reddine [karar verildi.] \" Anılan karar başvurucuya 19/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/3/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\" ... soruşturmanın geldiği aşama göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu, tutuklama tedbiri ile ulaşılmak istenen amaca Adli Kontrol hükümleri ile de ulaşılabileceği kanaatine varıldığından ... 5271 sayılı CMK'nun 103/1 maddesi gereğince tahliyesine ... [karar verildi.]\" Başsavcılık 29/5/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Başsavcılık aynı tarihte, başvurucu hakkında soruşturmaya konu edilen diğer suçlardan (bkz. § 12) ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. FETÖ/PDY'ye ve yargı yapılanmasına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı, akabinde HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Aydın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından Denizli Hâkimliğine atanan ve FETÖ/PDY üyeliği nedeniyle meslekten ihraç edilen Y.nin 23/2/2015 tarihinde Aydın Adliyesindeki görevinden ayrılmasına rağmen 14/8/2015 tarihine kadar lojmanda kalmaya devam ettiği ve Adalet Komisyonu başkanı olan başvurucu tarafından herhangi bir işlem yapılmadığı ileri sürülmüştür.iii. HSYK Dairesinde bir dönem görev yapan T.G.nin başvurucunun İzmir hâkimliğine atanmasına yerinde kalması gerektiği yönünde muhalefet şerhi koyduğu ileri sürülmüştür.iv. FETÖ/PDY ile iltisaklı oldukları için meslekten ihraç edilen eski HSYK üyelerinin yer aldığı Kurul zamanında başvurucunun çok önemli unvanlı görevlere getirildiği, eski HSYK Daire Başkanı İ.O. zamanında kollandığı, 1 yıl Aydın Komisyon Başkanlığına başkaca atama yapılmamasına neden olduğu ve atamasının beklendiği belirtilmiştir.v. İhraç edildikten ve tutuklandıktan sonra başvurucunun ev taşıma işlemlerini Aydın'da herkesçe bilinen ve tanınan FETÖ/PDY bağlantılı şahıslara yaptırdığı ileri sürülmüştür.vi. Başvurucunun 2014 yılı HSYK seçimlerinde Aydın Komisyon başkanı olmasına rağmen net bir duruş sergilemediği gibi paralel yapı adaylarıyla bağlantılı olduğu yönünde iddialar bulunduğu ve bu tarz davranış sergilediği belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak yapılan soruşturmalarda yargı mensupları olan bazı tanık beyanlarına dayanılmıştır. Bu beyanların içeriği özetle şöyledir: - A.Ö. beyanında \"... 2007-2015 yılları arasında Aydın Adliyesinde Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olarak görev yaptım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU'yu Aydın ilinde beraber görev yapmamız nedeniyle tanıdım. HSYK seçimleri öncesinde Mustafa MUTLU hangi adayları destekleyeceği konusunda renk vermemeye çalıştı. YBP çalışmaları için Aydın Adliyesine gelenlerle ben, E.K. ve E.Y. ilgilendik. Mustafa MUTLU'nun hem YBP adayları, hem de bağımsız görünümlü paralel yapı adaylarının seçim çalışmalarına katıldığını görmedim. Daha çok tarafsız duruyormuş izlenimi verme gayretindeydi. Seçim öncesinde o dönem Aydın Hakimi olan İ.K. ile birlikte YBP adaylarının tanıtımı için Muğla Adliyesine gitmeyi kararlaştırmalarına rağmen gitmediğini, ziyarete İ.K.nin tek başına gittiğini biliyorum. Mustafa MUTLU'nun Aydın ilinde Fetö yapılanması soruşturmasında isimleri geçen, halk arasında Almendolar olarak bilinen, A. ve A.T. isimli şahıslar ile samimi görüştüğünü herkesten duyardım.\" şeklinde anlatımda bulunmuştur.- E.K. beyanında \"... 2010 yılı Kasım ayında Aydın Adliyesine tayin oldum ve o tarihten bu yana Aydın Adliyesinde hakim olarak görev yapmaktayım. Benimle aynı kararname ile Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mustafa MUTLU ve eşi hakim A.de Erzurum Adliyesinden, Aydın Adliyesine tayin oldu. Mustafa MUTLU'dan önce mahkeme başkanı T. Bey noterliğe geçtiği için Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı yaklaşık 9 ay başkansız kalmış ve Mustafa MUTLU tayinen geldiğinde bize aslında geçen yıl geleceğini, aksilik olduğunu ama Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen İ.O.nun kendisine söz vermesi nedeniyle yaklaşık 9 ay mahkemenin boş bırakıldığını söylemişti. Daha sonra kendisi Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde kendisiyle komisyon görevlendirmeleri nedeniyle heyet halinde birkaç kez çalıştım. Daha sonra Komisyon Başkanı K. Bey'in Balıkesir Adliyesine tayini üzerine zannedersem 2012 tarihinde Mustafa MUTLU Komisyon Başkanlığına atandı ve İzmir Adliyesine tayin olana kadar bu görevi yaptı. HSYK seçim süreci başlayıncaya kadar Mustafa MUTLU ile adliye içerisinde ve dışında görüşmem olmadı. Bu nedenle seçim sürecine kadar kendisi hakkında hiç bir fikrim olmamıştır. Sadece Fetö soruşturması kapsamında tutuklanan, Aydın ilinde tanınmış nüfuslu bir iş adamı olan A.T. ve ailesi ile samimi olduğunu duyuyordum. O günlerde tanışık olmalarının sebebinin A.T.nin aslen Erzurumlu olması nedeniyle diye duydum. HSYK seçim sürecinde de YBP'nin adayları değişik tarihlerde Aydın Adliyesi'ne geldiler, Bu süreçte Aydın Cumhuriyet Başsavcısı Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından ihraç edilen E. idi. Kendisi kesinlikle YBP adaylarıyla ilgilenmedi. Cumhuriyet Başsavcı Vekilimiz E.S. misafirlerimizi karşılayan ve uğurlayan isimdi. Dolayısıyla Mustafa MUTLU'nun seçim sürecindeki tavrını çok iyi bilir. Misafirleri Mustafa MUTLU'ya bizler tanıştırdık. Mustafa MUTLU adliyede olmasına rağmen, akşamüzeri misafirleri E.Y. ve ben uğurladık. YBP adaylarına olan bu tavrı dışında bağımsız görünümlü paralel adaylarından Aydın'a gelenlere nasıl davrandığını bilmiyorum. HSYK seçimlerinde herhangi bir adaya oy istediğini yada liste dolaştırdığını ne duydum, ne de gördüm.\" şeklinde anlatımda bulunmuştur.- H.A. ifadesinde \"...10 Şubat 2015 tarihinden itibaren Aydın Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapıyorum. Aydın Adliyesinde göreve başladığımda Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanı Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından ihraç edilen Hakim Mustafa MUTLU idi. Kendisi ile yaklaşık 10ay Aydın Adliyesinde birlikte görev yaptık. Ben kendisinin komisyon çalışmalarına yansıyan olumsuz bir eylemine tanık olmadım. Ancak göreve başladığım günden itibaren çevremdeki meslektaşlardan edindiğim izlenim Mustafa MUTLU'ya özelilikle paralel yapıyla mücadele konusunda çok güvenmemem gerektiği yönündeydi. Sonrasında gözlemlerimle de bu kanaat bende pekişti. Özellikle Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının ... sayılı dosyasından Fetö Terör Örgütü üyesi olmak suçundan tutuklu olarak bulunan A.T. ile çok sıkı diyaloglar içerisinde olduğunu, ailece görüştüklerini duyuyordum. Hatta bir seferinde odamda misafir olarak bulunurken telefonla aranması üzerine ben misafirimi alıp oraya geleyim diyerek odamdan ayrıldı. Odama A.T.nin kardeşi A.T. ile geldi. Sonrasında biraz daha dikkatli olmaya gayret gösterdim. Özellikle bu örgütle yapılan mücadeleye ilişkin hususlarda kendisiyle bilgi paylaşmamaya çalıştım. 2014 HSYK seçimlerindeki tavrını araştırdığımda, daha çok ortada durmaya çalıştığını ancak kısmen bağımsız görünümlü paralel yapı adaylarına yakın durduğunu, hatta bu adaylardan ya da adaylar için çalışan Erzurum ilinden gelen ismini hatırlamadığım bir Hakim veya Cumhuriyet Savcısını misafir ettiğini duydum. Bunları duyduktan sonra kendisine olan güvenim iyice azaldı. Sonraki komisyon çalışmalarında da çok dikkatli davranmaya devam ettim. O da bunu fark etmiş olacak ki İzmir'e tayin olduktan sonra kendisine veda yemeği verilmesini dahi kabul etmedi..\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- İ.K. beyanında \"... İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanı olarak görev yapmaktayım. Burdan önce 2008-2016 yılları arasında Aydın Adliyesinde Hakim olarak görev yaptım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU ile Aydın ilinde 2010-2015 yılları arasında beraber görev yaptık. Ayrıca Mustafa MUTLU 1993 veya 1994 yılında benim staj yaptığım Ödemiş Adliyesine Hakim olarak atanmıştı. Orada 2-3 ay ben kura çekene kadar onun görev yaptığı Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinde de çalışmıştım ve o dönemde kendisi ile bir tanışıklığımda vardı ancak staj bittikten sonra Aydın iline gelene kadar kendisi ile hiç görüşmedik. Mustafa MUTLU'nun 2014 HSYK seçim sürecinde Komisyon Başkanı olmasına rağmen seçimlerde hangi adaylara oy vereceğine ilişkin hiç bir söylemini ve hareketini görmedim. Aydın ilindeki Fetö yapılanması soruşturmasında tutuklandığını duyduğum A.T. isimli şahıs ile ailecek görüştüğünü ve samimi olduklarını çevreden duymuştum.\" şeklinde anlatımda bulunmuştur.- beyanında \"..2007 yılı yaz kararnamesi ile atandığım Aydın Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevine, 2014 yılı Ocak ayına kadar devam ettim. 2010 yılı Aralık ayında Mustafa MUTLU Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından, Aydın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına atandı. Bir süre sonra da komisyon başkanlığı görevine atandı. Görev yaptığım süre içerisinde Mustafa MUTLU'nun Fetö Terör Örgütü ile ilişkisi konusundaki gözlem ve kanaatlerim şu şekildedir. Daha sonra Fetö Terör Örgütünün Aydın ilindeki yapılanmasında önemli bir konumunda olduğu ortaya çıkan ... A. ve A.T. kardeşler ile ailece samimiyeti de kapsayan dikkat çekici bir yakınlık içerisinde olduklarını müşahede ettim. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam, Aydın İl Jandarma Komutanlığı yapan ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan bilgi ve belgelerden Giresun Sıkı Yönetim Komutanı olarak görevlendirildiği belirtilen J.Kur. Alb. E.F. ile de samimi olduklarını hatırlıyorum. Bir diğer husus, YBP çalışmalarını yürütürken Aydın ilinde görev yapan İzmir BAM Daire Başkanı İ.K. ile Mustafa MUTLU yanıma gelerek, YBP'ye yardımcı olmak istediklerini söylemişlerdi. Biz de bunu memnuniyetle karşılamıştık ve planlamalar yapılırken İ.K. ile Mustafa MUTLU'ya Muğla ve Fethiye'de adliye ziyareti yapmalarını söylemiştik. Sonraki süreçte İ.K. bu ziyaretleri yaptı ancak Mustafa MUTLU bir takım gerekçelerle bu ziyaretlere katılmadığı gibi Aydın'daki arkadaşlardan aldığım habere göre orada da herhangi bir faaliyette bulunmadığını duydum...\" şeklinde anlatımda bulunmuştur.- K. ifadesinde \"..2013 yıl Temmuz ayında Erzurum Adliyesinden, Aydın Adliyesine atandım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraz edilen Mustafa MUTLU'yu Erzurum Adliyesinde kendisi ile 4 ay kadar çalışmamız nedeniyle tanırım. Kendisi orada Ağır Ceza Mahkemesi ve Komisyon Başkanıydı. Ben Aydın Adliyesine geldikten sonra Mustafa MUTLU'yu daha iyi tanıma fırsatı buldum. Erzurum da kısa çalışmıştık. 2014 yılı HSYK seçimleri öncesinde bağımsız görünümlü paralel yapı adaylarından Aydın Adliyesine ziyarete gelenler olduğu ve bu isimlerini bilmediğim adaylar ile Mustafa MUTLU'nun adliye dışında görüştüğü konuşuluyordu. Ayrıca Fetö irtibatı nedeniyle hakkında adli işlem yapılan Aydın ili iş adamlarında A.T. ile ailecek samimi görüştüğünü biliyorum. Aslen Erzurumlu olan bu şahısla 2014 veya 2015 yıllarında Erzurum'a kayak yapmaya gittiğini bizzat Mustafa MUTLU bana söylemişti. Mustafa MUTLU HSYK seçim sürecinde hangi adayı veya adayları desteklediğini bilmiyorum...\" şeklinde beyanda bulunmuştur.- Y.A. beyanında \"..2011-2016 yılları arasında Aydın Adliyesinde, Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptıktan sonra, 20 Temmuz 2016 tarihinde İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başladım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU'yu Aydın Adliyesinde birlikte çalışmamız nedeniyle tanırım. 2014 HSYK seçimleri öncesinde tarafsız bir görüntü çizme gayretindeydi. Aydın ilinde Fetö yapılanmasına ilişin yürütülen soruşturmada tutuklandığını duyduğum, ... işadamı A. ve A.T. ile çok samimi olduğu söyleniyordu. Hatta ben bir kaç sefer A. veya kardeşi A.T.nın araç ile lojmana gelip Mustafa MUTLU'yu aracına alıp gittiğini bizzat gördüm ...\" şeklinde anlatımda bulunmuştur.- E.Y. ifadesinde \"... 2013 Yaz Kararnamesi ile Aydın Adliyesine tayin oldum vehalen Ağır Ceza Mahkemesi ve Adli Yargı İlk Derece Adalet Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktayım. Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Mustafa MUTLU'yu Aydın Adliyesinde yaklaşık 3 yıl birlikte çalışmamız nedeniyle tanırım. 2014 yılındaki HSYK seçim döneminde YBP adaylarını desteklemedi. Komisyon Başkanı olmasına karşın Aydın Adliyesine ziyarete gelen YBP adayları ile ilgilenmedi. HSYK seçimlerinde hangi aday veya adaylara oy vereceğine/verdiğine ilişkin bir konuşması veya tavrı olmadı. Aydın Adliyesinde görevli olup, daha sonraki süreçte Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraçları yapılan bir kısım hakim savcılarla iyi görüşür, onların odasına ziyarete giderdi. Özellikle o dönemki tanımıyla paralel yapı aleyhinde konuşanlardan uzak duruyordu. Aydın ilinde, haklarında Fetö Terör Örgütü nedeniyle dava açılan A.T. ve kardeşi A.T. ile samimi görüşürdü. Özellikle A.T. gün aşırı adliyeye yanına gelirdi. Hakkında Fetö Terör Örgütü kapsamında yakalama kararı bulunan eski ağır ceza mahkemesi başkanlarından Denizli Hakimi iken Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen Ö. ile samimi arkadaş olduğunu ve ailecek görüştüğünü duydum. Ayrıca T. soyisimli kişilerin sahibi bulunduğu Mendo isimli restorantta adliye yemeklerini düzenlerdi. 2013 yada 2014 yılında bir önceki HSYK üyeleri Aydın iline geldiğinde yine Mendo'da yemek düzenledi. Aydın Adliyesinde Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen hakim ve savcılarla daha yakın görüşür, onlara daha samimi davranırdı. Komisyon Başkanı olduğu dönemde, Aydın eski Hakimi A.nin, Sulh Ceza Mahkemesi yetkisi Asliye Ceza Mahkemesi olarak değişince, bıraktığı mahkemedeki katiplerini yeni aldığı mahkemeye götürmesine müsaade etmiş, aynı durumda olan Aydın Hakimi Bey'in katip talebini geri çevirmişti. HSYK seçiminden sonra YBP üyesi oldu, ancak buna rağmen üyelik çalışmalarında hiçbir faaliyette bulunmadı. Kendisi Komisyon Başkanı olmasına rağmen Aydın Adliyesi mülhakatlarını Hakim K. ile ben dolaştım. Ayrıca Erzurum'da çalıştığı dönemlerde İ. Mağazası sahipleri ile samimiyet kurduğunu, bu kişilerin Fetö irtibatlı olduğunu, oradaki çevresinin de bu şekildeki insanlardan kurulu olduğunu, bu tarz insanlarla ilişkiler kurduğunu duydum. Ayrıca İ.nin tutuklandığında Erzurum Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanıydı. Aydın Ağır Ceza Mahkemesi'ne Mustafa MUTLU gelecek diye 1 yılın üzerinde başkan ataması yapılmadığını, Fetö irtibatı nedeniyle HSYK tarafından meslekten ihraç edilen İ.O. ile çok samimi olduğunu duydum. 2013 yılında Aydın Adliyesine atandığımda, Aydın için Komisyon Başkanlığı'na atanacak isim konuşulduğunda, İ.O.nun kendisini kastederek 'orada Mustafa var' dediğini, bu nedenle Komisyon Başkanının kendisi olacağını söylediğini duydum. Ayrıca tutuklandıktan sonra Aydın adliye lojmanında bulunan evinin eşyalarının taşınması sırasında T. ailesine mensup bir bayanın Mustafa MUTLU'nun ev eşyalarını taşıdığını biliyorum. Bununla ilgili bir güvenlik kamerası görüntüsü olduğunu ve bu görüntünün Aydın Emniyet Müdürlüğünde olup, çözümü yapıldıktan sonra soruşturma dosyasına ulaştırılacağını duydum. Aydın ilindeki Y. Yapı Market isimli iş yerinin sahibi A.Y. isimli şahıs hakkında Fetö Terör Örgütünün gizli kasası olduğu iddiası ile Aydın Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Mustafa MUTLU'nun bu kişiler ile de iyi görüştüğünü duydum. Ayrıca Aydın ili, Fetö Terör Örgütünün sözde imamı A.K. ile tanıştığını ve bazı bürokratik yemeklerde bu şahısla birlikte bulunduğunu duydum. Daha sonrasında kendisi ile ilgili başka bir dini cemaate mensup olduğu yönünde sözlerde duydum. HSYK seçim sürecinden sonra Fetö irtibatlı hakim ve savcılar Türkiyenin her yerinde olduğu gibi bir iş yavaşlatma, adalet hizmetini sekteye uğratma girişiminde bulundular. Görev yerlerine gitmemek, rapor almak, duruşmalara çıkmamak gibi eylemlere giriştiler. Aydın Adliyesinde de iş yavaşlatmak için rapor almalar oldu. Bu raporların merkezi Atatürk Devlet Hastanesiydi. Burada bir Fetö yapılanması olduğu sonradan ortaya çıktı. Hastane yapılanması ile ilgili Fetö Terör Örgütü soruşturması devam etmektedir. Mustafa MUTLU'nun eşi A. tekrar Aydın Adliyesine tayin olduğunda da Komisyon Başkanı olarak kadro durumunun yetersiz olduğunu, izin vesaire alması durumunda bazı mahkemelerde duruşmanın yapılamayacağını belirtmeme rağmen A. 10 gün rapor aldı. Bu raporda yine Atatürk Devlet Hastanesinden gelmişti. O gün tarihi itibariyle zor durumda kaldım. Ancak rapor süresi bitmeden 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu. Yukarıda anlattığım hususlar, sosyal çevresi ve HSYK seçim sürecindeki tavrını birlikte değerlendirdiğimde, Mustafa MUTLU'nun Fetö irtibatlısı olabileceği kanaatindeyim ...\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:\"FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarıyla yoğun paylaşımlar yaşayan ve sık sık bir araya geldiği iddia edilen, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile iltisaklı oldukları için meslekten ihraç edilen eski HSYK üyelerinin yer aldığı kurul zamanında çok önemli ünvanlı görevlere getirilen, eski HSYK Başkan Vekili İ.O. zamanında kollandığı ve 1 yıl Aydın Komisyon Başkanlığına başkaca atama yapılmamasına neden olduğu ve atamasının beklendiği yönünde iddialar bulunan, Aydın ilinden İzmire yapılan atama kararnamesinde en etkili kurul üyesi olan T.G. tarafından yerinde kalması yönünde lehe muhalefet şerhi konulan, komisyon başkanı olduğu dönemde FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle ihracına karar verilen ve daha önceden Denizli iline atanmasına rağmen ATGV kararına aykırı şekilde lojmanını boşaltmayan Y. hakkında işlem tesis etmeyen, ihraç edildikten ve tutuklandıktan sonra ev taşıma işlemlerini Aydında herkesçe bilinen ve tanınan FETÖ bağlantılı şahıslara yaptırdığı yönünde aleyhe ifade bulunan ve buna dair görüntüler elde edilen, Türk Hukuk Tarihinin dönem noktası olan 2014 yılı HSYK seçimlerinde Aydın Komisyon Başkanı olmasına rağmen net bir duruş sergilemediği gibi paralel yapı adaylarıyla bağlantılı olduğu yönünde iddialar bulunan ve bu tarz davranış sergileyen Şüphelinin, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kamu davası açmaya yeterli şüphe bulunduğu anlaşılmakla; \" İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/6/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/101 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 26/9/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Mahkemece 16/12/2019 tarihli duruşmada da iddia makamı başvurucu hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Mahkeme aynı tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:\"... sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan kamu davası açılmış ise de, yukarıda değerlendirilen tüm deliller nazara alındığında, toplanan delillerin sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyete yeterli delil olarak kabul edilemeyeceği, atılı suçun oluşabilmesi için gerekli olan süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik kriterlerinin gerçekleşmediği, bu deliller ile sanığın iradesini örgütün iradesine terk ederek örgüt hiyerarşisine girip girmediği noktasında tam bir kanaat oluşturamadığı, bu durumda Ceza Muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ... şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince sanığın üzerine atılı suçtan mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği, yapılan tüm araştırmalara rağmen bu şüphenin ortadan kalkmadığı, sanığın elkonulan dijital materyallerinin incelendiği ve herhangi bir suç unsurunun bulunmadığının, Uyap Bilgi Bankasında sanık hakkında yapılan araştırmada bu dosyamızdaki deliller dışında sanık aleyhine bir tanık beyanının bulunmadığının tespit edildiği anlaşıldığından sanık lehine yorumla atılı örgüt üyeliği suçunun oluşmayacağı sonuç ve kanaatine varılmış, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım suçu yönünden yapılan değerlendirmede ise, sanığın tahliye karşılığı para alarak bu parayı örgüte aktardığı ya da 17/25 Aralık sürecinden sonra örgüte yaptığı somut bir yardımın net olarak tespit edilemediği ve dosya kapsamına göre örgüte yardım kastıyla hareket ettiğinin de duraksamaya yer vermeyecek şekilde söylenmesinin mümkün olmadığı dikkate alındığında artık bu suçun da oluşmayacağı sonuç ve kanaatine varılmakla atılı suçtan beraatine karar vermek gerekmiş ve yukarıdaki açıklamaların ışığı altında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.\" Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı Başsavcılık ve başvurucu müdafii ayrı ayrı istinaf yoluna başvurmuştur. Başsavcılığın istinaf gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Mahkemenizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında sanığın beraatine karar verilmiş ise de, sanık ile aynı dönemde aynı adliyede çalışmış Cumhuriyet başsavcılarının konuyla ilgili tanık sıfatıyla beyanlarına başvurulup sanıkla ilgili bilgilerinin tespit edilmemiş olduğu, bu nedenle eksik araştırma ve soruşturma sonunda dosyanın karar bağlanmış olduğu anlaşılmıştır.\" Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/3121", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; milletvekili olan başvurucu hakkında yargılama yapılarak ceza verilmesinin başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını, yaptığı açıklama ve paylaşımlar gerekçe gösterilerek terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ise ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 1/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm 25/5/2022 tarihli toplantıda başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde yapılan seçimlerde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Şırnak milletvekili olarak seçilmiştir. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia edilen bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan \"Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.\" hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması talebiyle beş ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda bu yönde değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya geçici madde eklenmiştir. Söz konusu Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama donulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yukarıda anılan beş ayrı fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında \"gereğinin takdir ve ifası için\" Şırnak, Midyat, Silopi ve Cizre Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Midyat, Silopi ve Cizre Cumhuriyet Başsavcılıkları başvurucu hakkındaki soruşturma dosyalarını, isnat edilen suçların Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının görevi kapsamında olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek ya da fezleke düzenleyerek Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, kendisine gelen ve/veya uhdesinde bulunan soruşturma dosyalarını \"gerek tarafları gerekse de yapılan soruşturmaların niteliği ve içeriği itibari ile hukuki ve fiili irtibat bulunduğu ve usul ekonomisi açısından... soruşturmanın birlikte yürütülmesinin gerektiği\" gerekçesiyle birleştirmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 3/11/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda başvurucu, İstanbul'da bulunan evinde 3/11/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış; 4/11/2016 tarihinde ifadesi alınmak üzere Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. Başvurucunun ifadesini alan Başsavcılık 4/11/2016 tarihinde başvurucuyu tutuklanması talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği 4/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 18/11/2016 tarihinde iddianame düzenleyerek başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma, 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianamede PKK silahlı terör örgütüne ilişkin bazı değerlendirmeler yapıldıktan sonra başvurucu hakkında daha önce düzenlenen beş ayrı fezlekede yer alan olaylar suçlamaya konu edilmiştir. Ayrıca başvurucunun hâlen dönem HDP Şırnak Milletvekili olarak görev yaptığı ancak 6718 sayılı Kanun'la Anayasa'ya eklenen geçici madde uyarınca iddianameye konu edilen eylemler yönünden yasama dokunulmazlığının kaldırıldığı belirtilmiştir. Yargılamayı yürüten Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/2/2017 tarihinde yaptığı tutukluluk incelemesinde başvurucuyu tahliye etmiştir. Cumhuriyet savcısı bu tahliye kararına itiraz etmiş ve başvurucu, itiraz merciince 17/2/2017 tarihinde yeniden tutuklanmıştır. Mahkeme 9/6/2017 tarihli kararıyla, başvurucunun kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçundan beraatine, -değişen suç vasfına göre- terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûmiyetine, 5442 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan verilen 10 ay hapis cezasının ise ertelenmesine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin hükümle birlikte devamına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebinde bulunması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 17/10/2017 tarihli kararıyla istinaf talebinin esastan reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, böylelikle mahkûmiyet hükümleri kesinleşmiştir. Başvurucu, istinaf ilamından 3/11/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş ve 1/12/2017 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. 6/2/2018 tarihinde hakkındaki mahkûmiyet kararının TBMM Genel Kurulunda okunmasıyla başvurucunun milletvekilliği düşmüştür. Mahkûmiyet hükümleri kesinleştikten ve başvurucunun milletvekilliği düştükten sonra 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği, madde metninde belirtilen suçlar bakımından bölge adliye mahkemesi ceza daireleri kararlarının temyiz edilebilmesi mümkün hâle gelmiştir. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne esas olan terör örgütünün propagandasını yapma suçu da anılan madde metninde yer almaktadır. Başvurucunun talebi üzerine Mahkeme 7/11/2019 tarihinde, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasına karar vermiş ve dosyayı temyiz incelemesi yapılması için Yargıtaya gönderilmek üzere Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine göndermiştir. Başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtay henüz bir karar vermemiştir. B. Anayasa Mahkemesine Yapılan Diğer Bireysel Başvurular Başvurucu, Anayasa Mahkemesine 29/11/2016 tarihinde de bireysel başvuruda bulunmuştur. 2016/29925 numaralı söz konusu başvuru; milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedeniyle de ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi yaptığı incelemenin sonucunda (Ferhat Encu, B. No: 2016/29925, 11/6/2018) yakalama ve gözaltına almanın hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmediği (aynı kararda bkz. §§ 41-51), tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu (aynı kararda bkz. §§ 52-91), soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddianın ise açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle (aynı kararda bkz. §§ 92-101) kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca -başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası kapsamında yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında- başvurucunun ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli görmemiş ve bir ihlal bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 102-105). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Başvuru Başvurucunun 21/9/2016 tarihinde yaptığı başvuru üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvurucunun da aralarında olduğu kırk milletvekilinin başvurusunu birleştirerek verdiği Encu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 56543/16, 1/2/2022) kararında başvurucuların siyasi görüşleri nedeniyle milletvekili dokunulmazlıklarının 20/5/2016 tarihli Anayasa değişikliğiyle kaldırılması nedeniyle ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddialarını incelemiştir (Encu ve diğerleri/Türkiye, §§ 1-3). AİHM 20/5/2016 tarihli Anayasa değişikliğinin öngörülebilirliğine ilişkin Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2) (B. No: 14305/17, 22/12/2020) ve Kerestecioğlu Demir/Türkiye (B. No: 68136/16, 4/5/2021) kararlarında (bkz. §§ 23-25) vardığı sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığını belirterek Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Encu ve diğerleri/Türkiye, §§ 9-14). Yine başvurucunun24/3/2017 tarihinde yaptığı bir diğer başvuru üzerine AİHM, başvurucunun da aralarında olduğu on iki milletvekilinin başvurusunu birleştirerek verdiği Yüksekdağ Şenoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 14332/17, 8/11/2022) kararında başvurucu hakkında verilen tutuklama tedbiri ve eldeki başvuruda şikâyete konu edilen yargılamalar nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğünün, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, serbest seçim hakkının ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesiyle birlikte maddesinin ihlal edildiği şikâyetlerini incelemiştir. AİHM genel olarak Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2) kararı (bkz. §§ 23, 24) ile benzer şekilde yukarıda anılan hakların ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Yüksekdağ Şenoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 489-640). AİHM; Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2) kararında, milletvekili olan başvurucunun 20/5/2016 tarihli Anayasa değişikliği doğrultusunda yasama dokunulmazlığının kaldırılması, tutuklanması, tutukluluğunun devam ettirilmesi ve başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamaları nedeniyle başvurucunun çeşitli haklarının ihlal edildiğine dair şikâyetleri incelemiştir. AİHM, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği şikâyeti hakkında yaptığı incelemede 20/5/2016 tarihli Anayasa değişikliklerinin ilgili milletvekillerinin makul şekilde öngöremeyeceği bir durum yarattığını belirtmiştir. Bu nedenle müdahalenin öngörülebilirlik şartını sağlamadığı ve başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanunla öngörülmediği sonucuna ulaşmış, Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2), §§ 250-282). Aynı kararında AİHM (Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2)) milletvekili olan başvurucunun tutuklanması nedeniyle serbest seçim hakkının ihlal edildiği şikâyetini de incelemiştir. AİHM, Sözleşme'nin maddesi ile Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin birbiriyle ilişkili olduğunu ve birbirini güçlendirecek şekilde işlev gördüğünü belirterek bir milletvekilinin tutukluluk hâlinin Sözleşme'nin maddesiyle uyumlu sayılamayacağı durumlarda Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin de ihlal edileceğini ifade etmiştir. AİHM, görev süresi boyunca milletvekili statüsünü korumasına rağmen başvurucunun tutukluluğu nedeniyle TBMM faaliyetlerine katılmasının fiilen imkânsız olduğu gerçeğinin halkın görüşünü özgürce ifade etme hakkı ile Meclise seçilme ve orada yer alma hakkına haksız bir müdahale teşkil ettiği ve Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol’ün maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2), §§ 387-397). AİHM benzer bir başvuru olan Kerestecioğlu Demir/Türkiye kararında da milletvekili olan başvurucunun 20/5/2016 tarihli Anayasa değişikliği doğrultusunda yasama dokunulmazlığının kaldırılması nedeniyle başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edildiği şikâyetini incelemiştir. AİHM, Selahattin Demirtaş/Türkiye (No. 2) başvurusunda yaptığı değerlendirmelere atıfta bulunarak Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kerestecioğlu Demir/Türkiye, §§ 67-71). ", "Haklar":"Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38747", "Başvuru Konusu":"Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında yargılama yapılarak ceza verilmesinin başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını, yaptığı açıklama ve paylaşımlar gerekçe gösterilerek terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ise ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1981 doğumlu olup Mersin'de ikamet etmektedir. Başvurucu, Mersin ili Tarsus ilçesi İnceark Mahallesi'nde kâin 3564 ada 6 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki on bir bağımsız bölümü Koza Özel Eğitim Hizmetleri Kültür Turizm Yemekçilik İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinden (Şirket) 10/12/2015 tarihinde intifa hakkı Şirkette kalmak kaydıyla satın almıştır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve dershanelerin faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle Şirkete ait eğitim kurum ve kuruluşları ile öğrenci yurtları ve pansiyonlar kapatılmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca, kapatılan kurum ve kuruluşlar ile öğrenci yurtlarına ve pansiyonlara ait taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiştir. 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla da Şirketin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilmiştir. 29/10/2016 tarihinde yürürlüğe giren 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinde, OHAL kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait olan taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği, tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir. Mersin Valiliğince başvurucu ile Şirket arasındaki 10/12/2015 tarihli satış sözleşmesinin muvazaalı olduğu kabul edilerek 675 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına tescili için Tarsus Tapu Müdürlüğüne yazı yazılmış ve taşınmaz 11/11/2016 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. Başvurucu, taşınmazların Hazine adına tesciline ilişkin işlemin iptali talebiyle 3/4/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, satış işleminin muvazaalı olmadığını ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi 13/7/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Mersin idare mahkemelerine göndermiştir. Davaya bakan Mersin İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 21/9/2017 tarihinde, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 675 sayılı KHK'nın maddesine 29/4/2017 tarihinde yürürlüğe giren 17/4/2017 tarihli ve 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (689 sayılı KHK) maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla eklenen (3) numaralı fıkrasına yer verilerek sözü edilen 675 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında görülmekte olan davalarda konusuz kalma nedeniyle davanın esası ve yargılama giderleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedileceğinin düzenlendiği belirtilmiştir. Kararda, anılan (3) numaralı fıkra uyarınca dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 13/2/2018 tarihinde istinaf talebini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 15/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,...kapatılmıştır. (2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir ... (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır....\" 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır ...\" 675 sayılı KHK'nın maddesi şöyledir: \"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir.\" 675 sayılı KHK'nın maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. 689 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla 675 sayılı KHK'nın maddesine eklenen (2) ve (3) numaralı fıkralar şöyledir:\"(2) Birinci fıkrada belirtilen taşınmazların devredildiği üçüncü kişilerin terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya irtibatı olması halinde, taşınmaz üzerinde aynı faaliyete devam edildiğine bakılmaksızın devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir.(3) Bu madde kapsamında görülmekte olan davalarda konusuz kalma nedeniyle davanın esası ve yargılama giderleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilir.\" 689 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası 7/2/2018 tarihli ve 7088 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesine benzer bir hüküm içeren 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin iptali talebini incelemiş, 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.... Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir....\" Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarının iptali talebini incelemiş, 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla anılan fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:\"... Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) . Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10997", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine 8/10/2010 tarihinde açtığı işe iade davasında Yargıtay tarafından kesin nitelikte karar verilmesi gerekirken bozma kararı verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 26/12/2013 tarihinde Adana İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine, 8/10/2010 tarihinde İskenderun İş Mahkemesinde işveren şirket aleyhine işe iade davası açmıştır. Mahkeme, 3/4/2012 tarih ve E.2010/766, K.2012/374 sayılı kararla, davalı işveren tarafından fesih için sebep olarak gösterilen hususların ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne ve davacının işe iadesine hükmetmiştir. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 8/10/2012 tarih ve E.2012/13344, K.2012/21375 sayılı ilâmıyla, \"davacının, işveren vekili olup olmadığı hususu yeterince araştırılmadan eksik inceleme ile hüküm kurulduğu\" gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. İskenderun İş Mahkemesi bozma kararına uyarak 30/4/2013 tarih ve E.2012/788, K.2013/572 sayılı kararıyla, bozma kararında gösterilen hususlarda yapılan inceleme neticesinde, \"davacının, davalı şirketin iş yerinin bütünlüğünü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve çıkarma yetkisi bulunan iş veren vekili olması nedeniyle işe iade davası açma yetkisi bulunmadığı\" gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 24/9/2013 tarih ve E.2013/22129, K.2013/15421 sayılı ilâmıyla, hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucuya 26/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 26/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası (Bkz. B.No: 2014/1981, 18/9/2014, §§ 17–22). 4857 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası şöyledir:“İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu madde, 19 ve 21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son fıkrası uygulanmaz.” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır…” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9717", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine 8/10/2010 tarihinde açtığı işe iade davasında Yargıtay tarafından kesin nitelikte karar verilmesi gerekirken bozma kararı verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucu, olayların vuku bulduğu tarihlerde Bartın İl Millî Eğitim Müdürlüğü bünyesinde veri hazırlama kontrol işletmeni olarak görev yapmaktadır. Bartın'daki bir postaneden T.G. isimli şahsa içeriğinde DHKP-C terör örgütünün adı kullanılarak müstear isimle mektup gönderilmiştir. Bahse konu mektupta belli miktarda paranın örgüte ödenmesi gerektiği, ödenmediği taktirde kendisine ve yakınlarına örgüt tarafından zarar verileceğinin yazılı olduğu anlaşılmıştır. T.G. tarafından Bartın Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) olayın bildirilmesi neticesinde yapılan soruşturmada bahse konu mektubu başvurucunun gönderdiği tespit edilmiş, derinleştirilen soruşturmada başvurucunun T.G. isimli şahsa yukarıda belirtilen içerikte bir mektup daha gönderdiği, K.G. isimli şahsa da benzer içerikte ayrı bir mektup gönderdiği tespit edilmiştir. Sonraki iki mektuba Başsavcılık tarafından postada el konulmuştur. Başvurucu soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı huzurunda alınan 26/2/2013 tarihli savunmasında üzerine atılı suçu işlemediğini, birkaç kişinin kendisini kaçırdığını, kendisine G. isimli şirkete gönderilmek üzere bir mektup verildiğini, mektubu göndermediği taktirde kendisinin ve çocuklarının öldürüleceğinin söylendiğini, mektubu aldığını ancak kimseye göndermediğini, bunun üzerine bir müddet sonra kendisini daha önce kaçıranların aynı araçla tekrar gelerek kendisini yine kaçırdığını, ilk mektubu göndermediği için bir şahsın kendisine tecavüz ettiğini, diğerlerinin kendisini tuttuğunu ve bu sırada tecavüzün kameraya kaydedildiğini, yeni verilecek mektubu göndermezse bu görüntüleri internette yayımlayacaklarını ve çocuklarını öldüreceklerini söylediklerini, bunun üzerine mektubu G. isimli şirkete gönderdiğini, bir süre sonra yine aynı araçla gelen silahlı kişilerin kendisini kaçırdığını, aynı kişinin yine diğerlerinin yardımı ile kendisine tecavüz ettiğini, kamerayla görüntülerinin çekildiğini, aynı şekilde tehdit edildiğini ve gönderilmek üzere kendisine bu defa iki adet mektup ve mektupların gönderileceği adreslerin verildiğini, bu mektupları da mecburen göndermek zorunda kaldığını ifade etmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde başvurucu hakkında var olan veya varsayılan suç örgütlerinin oluşturduğu korkutucu güçten yararlanmak suretiyle yağmaya teşebbüs suçundan 11/3/2013 tarihinde iddianame tanzim edilmiştir. Başvurucunun soruşturma safhasındaki ifadesinde yer alan kendisine mektupları verdiğini iddia ettiği kimliği belirsiz kişiler hakkında ise nitelikli cinsel saldırı, birden fazla kişi ile birlikte cebir tehdit veya hile kullanarak cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından 11/3/2013 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili kısmı şöyledir: \"... aldırılan doktor raporunda fiili livata düşünüldüğüne dair rapor verildiği görülmüştür.Bahsedilen iddiaya konu aracın belirtilen tarihlerde ilgili köyde görülüp görülmediğine dair Kızılelma Jandarma Karakol Komutanlığına yazı yazılmış, yapılan araştırmada benzer herhangi bir araca rastlanılmadığının belirtildiği görülmüştür. Her ne kadar müştekinin raporunda fiili livata bulgularının olduğu belirtilmiş ise de, müştekinin anlatımlarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, böyle bir savunmanın üzerine atılı suçun tespit edilmesinden sonra yapılmış olması dikkate alınarak suçtan kurtulmaya yönelik ifadeler olduğu, müştekinin belirtilen eylemin mağduru olduğuna dair soruşturmayı devam ettirecek herhangi bir delil olmadığı anlaşılmakla;Açıklanan nedenlerle kimliği belirsiz şüpheliler hakkında atılı suçtan kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ...\" Başvurucu, Bartın Ağır Ceza Mahkemesindeki (Mahkeme) yargılamada yaptığı savunmalarda da soruşturma aşamasında verdiği ifadeleri tekrar etmiştir. Mahkemece yapılan yargılama neticesinde başvurucunun katılan T.G.ye ve mağdur K.G.ye karşı var olan veya varsayılan suç örgütlerinin oluşturduğu korkutucu güçten yararlanmak suretiyle yağmaya teşebbüs suçunu işlediğinden bahisle ayrı ayrı 2 yıl 9 ay 10 gün ve2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına 19/12/2013 tarihinde karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:\" sanık [H.B.nin] 01/02/2013 tarihinde Bartın merkez postanesi aracılığı ile katılan [T.G.ye] hitaben mektup gönderdiği, sanığın bahse konu mektubun içeriğinde DHKPC örgütü adına Bartın'da görev yaptığı, örgüt tarafından kendisine 16 kişilik liste verildiği ve bu listenin sırasında yer aldığını, kendisine 200 bin TL fatura kesildiğini, bu parayı ödemediği takdirde kendisine ve ailesine zarar verileceğini belirttiği, gönderilen bu mektubun içeriğine ilişkin olarak suç duyurusunda bulunması üzerine yapılan araştırmalar neticesinde sanık [H.B.nin] Bartın merkez postanesinden 26/2/2013 tarihli bir mektupla aynı parayı %50 arttırdığından bahisle katılan [T.G.den] talep ettiğinin tespit edildiği, yine postaneden mağdur [K.G.nin] alıcısı olduğu ve DHKPC örgütüyle bağlantısı bulunduğu belirtilen bir mektup gönderildiği, bahse konu iş bu mektubun da içeriği incelendiğinde sanığın DHKPC terör örgütü adına mağdur [K.G.den] 000 TL para talep ettiği, bu parayı ödememesi durumunda kendisine ve ailesine işyerlerine zarar vereceğini belirttiği, sanığın varsayılan suç örgütünün korkutucu gücünden yararlanmak suretiyle katılan ve mağdurdan bir miktar talep edildiği, katılan [T.G.nin] istenen parayı vermeyerek kolluğa durumu bildirdiği ve olayın bu şekilde gerçekleştiği mahkememizce kabul edilmiştir.Her ne kadar sanık savunmasında, müştekilere mektup gönderdiğini kabul etmekle beraber, bu mektupları başkalarının tehditleri ve şantajı neticesinde gönderdiğini, mektuplar neticesinde kendisinde menfaat temin etme amacının olmadığını belirterek atılı suçlamayı kabul etmemiş ise de; sanığın savunmasında belirttiği şekilde tehdit edilerek atılı suça azmettiren şahıslar hakkında herhangi bir somut delil sunamadığı ve bu kişilerin de tespitlerinin yapılamaması nedeniyle sanığın bu yöndeki savunmasının soyut olduğu anlaşılmakla, sanığın kendisini suçtan kurtarmaya yönelik soyut iddiadan ibaret savunmasına itibar edilmeyerek, üzerine atılı var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturduğu korkutucu güçten yararlanmak suretiyle yağma suçunu işlediği vicdani kanaatine mahkememizce ulaşılmış; ancak sanığın doğrudan doğruya icra hareketlerine başladığı iş bu eyleminin, elinde olmayan nedenlerle tamamlanamadığı, yine sanığın mağdur [K.G.ye] yönelik var olan suç örgütünün korkutucu gücünden yararlanmak suretiyle para talebinde bulunduğu mektubu Bartın merkez postanesine verdiği, iş bu suçun icra hareketlerine başlamakla birlikte, kolluk tarafından mektubun mağdura ulaşmadan ele geçirmesi nedeniyle sanığın eylemini elinde olmayan nedenlerle tamamlayamadığı, iş bu suçun da teşebbüs aşamasında kaldığı mahkememizce kabul edilmiştir.Her ne kadar sanık müdafisi aşamalardaki savunmalarında, sanığın başkasının tehditi ile atılı suçu işlediğini, bu suçu işlemesine neden olanların sanığa tecavüzde bulunarak görüntülü kayıt altına aldıkları, bu kayıtları yayma tehdidi ile sanığın bu mektupları göndermek zorunda kaldığını, hatta tecavüz iddialarına ilişkin olarak, sanıkta fiili livata bulgusu olduğuna dair doktor raporunun da dosyada bulunduğunu; ayrıca kolluk kuvvetleri tarafından mektupta belirtilen yere saklanan para poşetini de almaya gitmediği için olayda menfaat temin etme amacının olmadığını belirterek sanığın beraatine karar verilmesini, yahut TCK'nun maddesinde düzenlenen korkutma ve tehdit ile suç işlemesine ilişkin hükmün uygulanmasını talep etmiş ise de; sanığın maruz kaldığı tehdit, cebir, şiddet ve fiili livata eylemlerine uğramasını müteakip kolluk kuvvetlerine herhangi bir suç ihbarında bulunmadığı, iddia olunan eylemler neticesinde faillerin araştırılması ve kendi güvenliğinin temini için herhangi bir girişiminin bulunmaması hususları ile davaya konu ve emanette bulunan mektupları kendi rızası ve iradesi ile göndermesi hususu birlikte değerlendiriliğinde; yine sanığın bizzat vermiş olduğu kolluk ifadesinde PTT binası dışında başka birisinin gönderilmek üzere mektupları kendisine verdiğini ve yardım amacıyla bu mektupları postaladığını belirtmesi karşısında; sanığın ve sanık müdafisinin çelişkileri giderilemeyen ve maddi delillerle desteklenemeyen savunmalarına itibar edilememiştir.Her ne kadar sanık [H.B.] hakkında katılan [T.G.ye] yönelik gerçekleştirmiş olduğu eylemler nedeniyle \"iki kez\" nitelikli yağma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; sanığın 01/02/2013 ve 26/02/2013 tarihli katılan [T.G.ye] göndermiş olduğu her iki mektubunda da ilk talep edilen paranın ödenmesi konusunda tehdit eylemlerini sürdürdüğü, yani sanığın ikinci mektubu göndermesindeki amacının da ilk mektupta belirtilen hususların yerine getirilmesi olduğu; bu nedenle katılana karşı kül halinde tek bir nitelikli yağmaya teşebbüs suçunun oluştuğu anlaşıldığından, sanık [H.B.nin] katılan [T.G.ye] ve mağdur [K.G.ye] yönelik gerçekleştirmiş olduğu var olan suç örgütünün korkutucu gücünden yararlanmak suretiyle yağmaya teşebbüs suçundan eylemlerine uyan TCK'nun 149/1-f ve 35 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılmasına karar vermek gerekmiş...\" Başvurucu müdafii 19/12/2013 tarihinde, kararı temyiz ettiğine dair süre tutum dilekçesi vermiş ve ayrıntılı temyiz nedenlerini içeren dilekçesini mahkeme kararının gerekçesi tebliğ edildikten sonra vereceğini bildirmiştir. Gerekçeli karar başvurucu müdafiine 21/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu müdafii ayrıntılı temyiz sebeplerini içeren dilekçesi ile dilekçede bahsi geçen CD ve gazete kupürlerini Mahkemeye teslim etmiştir. 27/3/2014 havale tarihli gerekçeli temyiz dilekçesinde özetle sözde örgüt üyesi kişilerin başvurucu üzerinde karşı koyamayacağı ve sakınamayacağı ağır bir korku hâli oluşturduklarını ve bu nedenle iddianameye konu eylemin gerçekleştirildiğini, buna dair dosya içindeki en güçlü delilin daha önceki savunmalarda da belirtildiği üzere başvurucunun tecavüze uğraması ve buna dair fiilî livatayı gösterir raporlar olduğunu, savunmalarını haklı çıkaran en önemli delilin yerel mahkemece kovuşturma tamamlandıktan sonra ortaya çıktığını, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararından sonra, başvurucunun uğradığı tecavüzün görüntülerini içeren bir CD ile altı çizili harfler birleştirildiğinde \"bitti sanma\" şeklinde başlayan tehdit içerikli yazılı bir metin ortaya çıkan şifreli gazete kupürünün başvurucunun arabasının camına asılı şekilde bulduğunu, yerel mahkemede yargılama sonlandırıldığı için Mahkemece bu görüntüler değerlendirilmeden karar verildiğini, kararın bozulmasıyla yerel mahkemece bu delilin incelenmesine imkân tanınması gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 27/3/2018 tarihli kararla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"... dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, sanık [H.B.] savunmasının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve yasaya uygun bulunan hükmün isteme uygun olarak onanmasına ...\" Başvurucunun bireysel başvuru dilekçesinde belirttiği 27/3/2014 havale tarihli gerekçeli temyiz dilekçesi ve ekinde yer alan CD ile gazete kupürü, elindeki delilleri kopya almadan tamamıyla Mahkemeye sunduğunu belirtmiş olması nedeniyle Mahkemeden istenerek temin edilmiş ve dosya içine konulmuştur. Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama kararının infazı neticesinde ceza infaz kurumuna alındığı 4/6/2018 tarihinde nihai kararı öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 3/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20873", "Başvuru Konusu":"Başvuru, esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun Y.A. yayınevine ait basılı eserlerin alınması talebinin kabul edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Y.A. yayınlarına ait basılı eserlerin, emanet hesabına yatırılan paradan karşılanması koşuluyla Ceza İnfaz Kurumunca satın alınarak kendisine verilmesini istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) Y.A. yayınevine ait hiçbir basılı eserin kuruma alınmamasına karar vermiştir. Kurul; FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan tutuklu ya da hükümlü olanların aynı içerikte dilekçelerle özellikle anılan yayınevine ait eserleri istediklerini, bu şekilde aralarında örgütsel faaliyetleri canlı tutmayı ve haberleşmeyi sağlayarak motivasyonlarını yüksek tutmayı hedeflediklerini kabul etmiş ve anılan yayınevine ait hiçbir eserin Ceza İnfaz Kurumuna alınmamasına karar vermiştir. Başvurucu, Kurul kararı sonrasında Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği/Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun şikâyetini İdare ve Gözlem Kurulunun almış olduğu karar ışığında incelemiştir. Hâkimlik, Ceza İnfaz Kurumu uygulamasının mevzuata uygun olduğunu belirterek şikâyeti 1/11/2018 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme), İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek başvurucunun itirazının reddine 17/12/2018 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 25/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 26/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/367", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun Y. A. yayınevine ait basılı eserlerin alınması talebinin kabul edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, 23/3/1990 tarihinde Maliye Hazinesi tarafından murisi aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazını kullanamadığını, taşınmazının gelirlerinden yararlanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili, Savur ilçesi, Şenocak köyünde 1984 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 162 parsel numaralı taşınmazın başvurucunun murisi adına tespit edilmesi üzerine, Maliye Hazinesi tarafından tespitin iptali için 17/9/1984 tarihinde Mardin Kadastro Müdürlüğü Tapulama Komisyonuna itiraz edilmiş, itiraz 12/3/1990 tarihinde reddedilmiştir. Bunun üzerine Maliye Hazinesi, başvurucunun murisi aleyhine 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu, 27/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savur Kadastro Mahkemesi, 2/6/2014 tarih ve E.1990/3, K.2014/183 sayılı kararla davanın reddine ve dava konusu taşınmazın, başvurucunun da aralarında bulunduğu muris Şeyhmus Karakaş'ın mirasçıları adına tesciline karar vermiştir. Maliye Hazinesinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/4/2015 tarihli ve E.2014/14385, K.2015/4156 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Onama kararı tebliğ aşamasında olup karar henüz kesinleşmemiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7279", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 23/3/1990 tarihinde Maliye Hazinesi tarafından murisi aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazını kullanamadığını, taşınmazının gelirlerinden yararlanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz görevlilerince hukuka aykırı kuvvet kullanıldığı iddiasına ilişkin şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 3/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1979 yılı doğumlu olan başvurucu, Keskin T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) olay tarihinde tutuklu olarak bulunmaktadır. Anlatımına göre başvurucu 20/9/2018 tarihinde tutulduğu koğuş ile ilgili şikâyetlerini bir infaz koruma memuruna ilettikten sonra İnfaz Kurumu müdürüyle görüşmek istemesi üzerine yaklaşık 10-15 kadar infaz koruma memuru tarafından içinde kamera bulunmayan bir odaya zorla götürülerek burada darbedilmiş; hakaret ve tehdide maruz kalmıştır. Başvurucu hakkında aynı gün İnfaz Kurumu hekimliği tarafından alınan sağlık raporunda başvurucunun sol yanağında 2 cm'lik bir çiziğin mevcut olduğu belirtilmiştir. Ek olarak raporda başvurucunun çarpıntı şikâyetinin olduğu, nabzının yüksek ölçüldüğü ve anjiyo öyküsü nedeniyle taşikardi tanısıyla Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesine sevk edildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun hastanede bir kısım tetkiklerinin yapıldığı sunduğu tıbbi belgelerden anlaşılmıştır.A. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma İnfaz Kurumu tarafından 21/9/2018 tarihinde, başvurucunun 20/9/2018 tarihinde Kurum personeline karşı hakaret ve tehditte bulunduğu, kendi yüzüne çizik atarak Kurum personelinin kendisini darbettiğini iddia ettiği, dolayısıyla yalan beyanda bulunduğu gerekçesiyle hakkında Keskin Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç ihbarında bulunulmuştur. Söz konusu suç ihbarına ekli Kurum memurları tarafından imzalanmış olan 20/9/2018 tarihli tutanakta, D29 numaralı koğuşunun sürekli acil butonuna basılması nedeniyle koğuşa gidildiğinde koğuştakilerin Kurum müdürüyle görüşmek istedikleri, müdahale ekibine haber verilerek koğuşa girildiği, başvurucunun koğuş dışına çıkarıldığı belirtilmiştir. Tutanakta infaz görevlilerine karşı tehdit ve hakarette bulunan başvurucunun müdürle görüştürülmek üzere hazır kuvvet odasında bekletildiği sırada kalp rahatsızlığı olduğunu beyan etmesinden dolayı revire götürüldüğü, gerekli müdahale yapılarak acilen hastaneye sevk edildiği, Kurum güvenliği açısından olaydan sonra başvurucunun odasının değiştirildiği ifade edilmiştir. Başsavcılıkça başvurucunun hakaret ve tehdit suçlarını işlediğine dair yeterli şüphe olmadığı gerekçesiyle 27/9/2018 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. B. İnfaz Koruma Memurları Hakkında Yürütülen Soruşturma Diğer taraftan başvurucu 21/9/2018 tarihinde infaz koruma memurları hakkında Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Sekiz sayfadan oluşan şikâyet dilekçesinde başvurucu özetle koğuşta yaşanan su sıkıntısı nedeniyle bir infaz görevlisiyle tartışmasının ardından 10-15 infaz görevlisinin koğuşa gelerek herkesi havalandırma bahçesine çıkardığını, kendisini de zorla koridora çıkararak bir başka odaya götürdüğünü, başmemurun kendisine şikâyetini sorduğunu, bu arada diğer görevlilerin omuzlarına yumruk atmak suretiyle kendisini susturduğunu, boğazını sıktıklarını ve tırnaklarını yanağına batırdıklarını, kafasını duvara vurduklarını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca başmemura diğer infaz memurlarının kendisini darbetmesine engel olmaması nedeniyle suç işlediğini söylediğini, bunun üzerine hakkında tutanak tutmaya karar verdiklerini, kalp rahatsızlığı olduğu için bu esnada kalp çarpıntısı yaşadığını ve isteği üzerine daha sonra revire gittiğini, doktorun kendisini hastaneye sevk ettiğini, hastanede bazı tetkiklerinin yapıldığını, İnfaz Kurumuna döndüğünde odasının değiştirildiğini ileri sürmüştür. Başvuru konusu olayların 00-00 ile 20-00 saatleri arasında D29 koğuşu, bahçe ve koridor kameralarından tespit edilebileceğini belirten başvurucu, kamera görüntülerinin ve kapsamlı adli sağlık raporunun alınmasını talep etmiş, infaz koruma memurlarından şikâyetçi olduğunu dile getirmiştir. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/10/2018 tarihinde başvurucunun şikayetiyle ilgili soruşturmada olay yerinin bağlı olduğu savcılığın Keskin Başsavcılığı olduğu kanaatiyle yetkisizlik kararı verilmiştir. Başsavcılık yetkisizlik kararı üzerine devraldığı soruşturmada 14/11/2018 tarihinde şüpheli \"Keskin T Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü\" hakkında görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili mükerrer şikâyet/soruşturma sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun Başsavcılık kararına itirazı Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğinin (Sulh Ceza Hâkimliği) 4/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:\"...dosya kapsamının incelenmesinde Şikayetçinin başvurusu üzerine girişilen tahkikat sonucunda, toplanan delil, bilgi ve belgelerden Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından 2018/681 sayılı soruşturma numarasıyla müştekinin iddia ettiği hususlarla ilgili cezaevi personelleriyle ilgili olarak aralarında geçen hususlarla ilgili takipsizlik kararı verildiğinin anlaşıldığı, Müştekinin iddia ettiği hususlarla ilgili şikayet ve savunmasının 2018/681 sayılı soruşturmada araştırılıp karara bağlandığının anlaşıldığı, verilen şikayet dilekçesindeki hususların incelenmesinde yeni bir durumun olmadığı belirtilerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, yapılan incelemede müştekinin bir önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda şüpheli sıfatında olduğu, böylece mükerrer soruşturma olamayacağı, dosyanın esasına girilerek yapılan incelemede müştekinin Soyut beyanı dışında, şüphelilerin yüklenen Görevi Kötüye Kullanma suçu işlediğini gösterir, dava açmaya yeter kanıt ve emare bulunmadığından bahisle verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararda isabetsizlik olmadığından müştekinin itirazının reddine... \" Ret kararı başvurucuya 27/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Kasten yaralama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:\"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11354", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz görevlilerince hukuka aykırı kuvvet kullanıldığı iddiasına ilişkin şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, göreve son verilme işlemine karşı açılan davada hatalı karar verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Batman ili Sason ilçesi Yuvalar köyünde geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken 28/8/2008 tarihinde Sason Kaymakamlığına istifasını sunmuştur. Söz konusu talep değerlendirilmeden önce, ikametini İstanbul'a taşıdığı ve bir yıl içinde birden fazla olmak üzere maaş kesim cezası almış olduğu tespit edilen başvurucunun görevine 10/3/2009 tarihli işlemle son verilmiştir. Başvurucu, göreve son verme işleminin iptali istemiyle 23/7/2009 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi (Mahkeme) 15/4/2010 tarihli kararıyla başvurucunun, birlik komutanı tarafından bildirilen ve haber verilen operasyonel faaliyetler için geçici köy korucusu olarak her zaman hazır olarak beklemek ve çağrıldığında da operasyonlara katılmak zorunda olduğuna vurgu yapmıştır. Mahkeme; bu zorunluluğa rağmen başvurucunun mazeretsiz olarak göreve gitmediği, köyde bulunmadığı ve bir yıl içersinde birden fazla maaş kesim cezası aldığı hususlarının sabit olduğunu tespit etmiş, sonuç olarak da tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer vermek suretiyle davayı reddetmiştir. Söz konusu karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/2/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 10/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5396", "Başvuru Konusu":"Başvuru, göreve son verilme işlemine karşı açılan davada hatalı karar verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 19/2/2016 tarihli ve 2015/11311 Soruşturma sayılı yazısının incelenmesi neticesinde 13/8/2015 tarihinde Savcılığa yapılan ihbar sonrasında ismi belirtilmeyen şüphelilerin ikametinde arama yapıldığı, arama neticesinde çok sayıda senet, belge, doküman ve dijital materyallerin ele geçirildiği anlaşılmıştır. Ayrıca ele geçirilen 241 senedin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) birçok yurdunda barınmış öğrencilere ait olduğunun anlaşılması üzerine öğrencilerin ifadesi alınmıştır. Anılan FETÖ/PDY soruşturması kapsamında başvurucu şirketin de aralarında olduğu bazı şirketlerin yönetici ve ortaklarının FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettikleri gerekçesiyle bu şirketlerin kişilere devredilmesi ve satılmasının önlenmesi amacıyla şirketlerin mal varlığına 19/2/2016 tarihinde Savcılıkça el konulmuştur. Kararın gerekçesinde 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gecikmesinde sakınca bulunduğu belirtilerek şirketin kayıtlarına şerh düşülmesi ve menkul gayrimenkul malvarlıklarına el konulmasına karar verildiği açıklanmıştır. 19/2/2016 tarihinde Erzurum Sulh Ceza Hakimliğinden (Hâkimlik) Savcılığın elkoyma kararının onaylanması talep edilmiştir. Hâkimlikçe aynı gün elkoymanın onaylanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 5549 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak, şirketlerin FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun 29/2/2016 tarihinde elkoyma kararına yaptığı itiraz Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/3/2016 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinde usul ve yasaya aykırı bir durum görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Anılan soruşturma kapsamında Savcılıkça 11/5/2016 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucu Şirkete kayyum atanması talebinde bulunulmuştur. Hâkimlikçe 16/5/2016 tarihinde FETÖ/PDY kapsamındaki faaliyetleri nedeniyle başvurucu Şirkete yönetim organının tüm yetkilerini kullanmak üzere kayyum atanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"...1-Ufuk Nil Özel Eğ.Ve Yurt İşletmeciliği İnşaat Taah. Gıda Tur. Paz.Tic.San. A.Ş.2-Aziziye İnş. Taah.Özel Eğ. Tr. Tek.Gd. Bas.Yay. Dağ.Paz. Tic. ve Sanayi Aş.3-Halib Özel Eğitim Yurt İşletmeciliği Ticaret Pazarlama Sanayi A.Ş.4-Akif Eğitim Yayın Ve Ticaret Ltd. Şti yöneticisi ve ortaklarının örgüt mensupları arasında olduğu ve bu örgüt amaları doğrultusunda faaliyette bulundukları değerlendirilmiş, şirketlerin bir kısım tanık beyanları, belgelere göre birbirleri ile irtibatlı olduğu, KUDAKA ve SODES üzerinden hileli yollarla veya şartları oluşmadığı halde devlet hibesi aldıkları, bu şekilde kamunun zarara uğratıldığı, özellikle SODES projesinde maddi yoksulluk, okul eksik, eğitim kalitesizliği veya bilinçsizlik sebebiyle okula gönderilmek yerine erken yaşta evlendirilmeye çalışılan bireylere yönelik oluşturulan 'kızlarımıza yarınlar verelim' projesinde ücretsiz hizmet alması gereken öğrencilerin bu imkandan yararlandırılmadığı, aksine halen üniversitede okuyan öğrencilerden yine yurt ücreti bedeli karşılığı senetler alındığı, yurtta barındırıldığı, hem devletten teşvik alınıp hem de öğrencilerden barınma ücreti alındığı, bir kısım pansiyon ve yurtların Milli Eğitim Müdürlüğü ve Belediyelerden gelen müzekkere cevaplarına göre kayıtlarının bulunmadığı, şirket yetkili veya yurt kurucularının öğrenciler tarafından abi - abla olarak bilindikleri ve hitap edildiği, yurt hiyerarşik düzeni içerisinde kat, oda ve yurt abi-ablası şeklinde yapılanma olduğu, FETÖ/PDY örgüt faaliyetleri kapsamında yurt yönetiminde bu hiyerarşi içerisinde faaliyette bulunulup özellikle barınan bir kısım tanık olarak ifadesi alınan öğrencilerin beyanlarına göre örgüt lideri Fetulah Gülen'e ait kitapların okutulup CD'lerin izlettirildiği, bu amaçla yurtlarda sık sık toplantılar yapıldığı, bu faaliyetlerin amacının örgüte eleman temin edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Yurtta ücret mukabili kalan bir kısım öğrenci ve veli beyanlarına göre örgüte finans sağlamaya yönelik düzenlenen senetlerin tahsilinde taviz verilmediği, yurtlara verilen yardımların öğrencilere de ulaştırılmadığı, yine örgüt amacı doğrultusunda yayın yapan Zaman Gazetesi ve Sızıntı Dergisine aboneliklerin ikna süreciyle yönlendirme ve zorlamalarda bulunulduğu, öğrenciler tarafından kurban derisi toplanmasına yönelik yönlendirme ve zorlamaların yapıldığı, örgütün finans kaynaklarından olan esnaf toplantılarının yurtlarda düzenlendiği, yurt faaliyetlerinin örgüt liderinin yönlendirmesi ile gerçekleştirildiği, bahsi geçen şirketlerin yetkili ve ortağı oldukları, yurt yönetiminde bulunanlarında FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduklarından bahisle başlatılan soruşturmada CMK'nın 133/4-a8 maddesinde yer alan suçun bu şirket faaliyetleri çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını gösteren ele geçen senetler, tanık beyanları, belgelerin var olduğu maddi gerçeğin ortaya çıkartılabilmesi için gerekli görülmekle hakimliğimizce söz konusu şirketlere kayyım atanması yönünde kanaat oluşmuştur. Kayyım görevi yönünden dosya kapsamına göre yapılan değerlendirmede FETÖ/PDY terör örgütü faaliyetlerine katılan anılan şirketlere yönetim yetkilerinin tümünün delillerin toplanması ve maddi gerçeğin ortaya çıkartılması yönünde zaruri olduğu, bu nedenle hakimliğimizce anılan şirketlere yönetim organının yetkilerinin tümüyle kayyım tayini zorunlu görülmüştür...\" Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Müteaddit defa uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ekinde yer alan listelerdeki özel sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıf ve dernekler ile bunların iktisadi işletmeleri, vakıf yükseköğretim kurumları, sendika, federasyon ve konfederasyonlar kapatılmıştır. Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin olarak 667 sayılı KHK ekinde yer alan ve başvurucu Şirketin sahibi olduğu özel okulların kapatıldığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda, 12/11/2016 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi'nde 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince başvurucu Şirketin 17/8/2016 tarihinde resen terkin edildiği görülmüştür. 670 sayılı KHK'nın \"Devir işlemlerine ilişkin tedbirler\" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:\"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.\" Bireysel başvuru anında tüzel kişiliği haiz olan ancak bireysel başvurunun incelenmesi aşamasında tüzel kişiliğini yitiren ticaret şirketler hakkında yapılan değerlendirmelerde kullanılan ulusal hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 12/6/2018, §§ 8- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7284", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu aleyhine verilen mahkeme kararına yaptığı itirazı inceleyen mahkemenin, karar kesin olmadığı halde kararın kesin olduğundan bahisle aleyhindeki kararı incelememesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve maddi tazminata karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 22/5/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 23/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 31/10/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucunun basit yaralama suçundan cezalandırılması için Adana Sulh Ceza Mahkemesine ceza davası açılmıştır. Adana Sulh Ceza Mahkemesi, 18/3/2013 tarihli kararı ile başvurucunun kasten yaralama suçundan 1000,00-TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu Adana Sulh Ceza Mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı Adana Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Adana Asliye Ceza Mahkemesi, 25/4/2013 tarihli kararında, [başvurucu] “Emine Karagülmez ve … haklarında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına sanıklar … ile Emine Karagülmez tarafından itiraz edilmiş ise de Adana Sulh Ceza Mahkemesinin ilgili kararı kesin olmakla sanıklar tarafından yapılan itirazın reddine” karar vermiştir. Karar başvurucuya 2/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve bireysel başvuru 22/5/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5), (6), (8), (10) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:“(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.  (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,  c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. (7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.  (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak; a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,  b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,  c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine, karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. …  (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. … (12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. …” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3673", "Başvuru Konusu":"Başvurucu aleyhine verilen mahkeme kararına yaptığı itirazı inceleyen mahkemenin, karar kesin olmadığı halde kararın kesin olduğundan bahisle aleyhindeki kararı incelememesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve maddi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucuya (sanığa) dosyadaki mahkûmiyet için önemli ağırlıkta bir delile karşı beyanda bulunma imkânı tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan ilkelere ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Şikâyetçi R.A.nın karakola müracaat ederek 29/5/2018 tarihinde ikametgâhının yanına park ettiği motosikletini 30/5/2018 günü işe gitmek için evden çıktığında bulamadığını ve motosikletinin çalındığını beyan etmesi üzerine Demre Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Kolluk görevlilerince yapılan araştırma üzerine düzenlenen 7/6/2018 tarihli tutanakta, olay yeri yakınındaki bir işyerine ait kamera kayıtlarının temin edildiği, çözünürlüğü düşük olduğu belirtilen bu kayıtlara göre olay anında motosikletin yanına gelen 16-17 yaşlarında, zayıf, uzun boylu ve üzerinde atlet tarzında bir kıyafet bulunan bir kişinin motosikleti eliyle ittirerek götürdüğü ancak bu kişinin kimliğinin belirlenemediği açıklamalarına yer verilmiştir. Kamera kayıtlarının aktarıldığı CD'nin kolluk tarafından izlenmesi üzerine düzenlenen 8/6/2018 tarihli tutanakta da diğer tutanaktaki açıklamalara ek olarak olayın 30/5/2018 günü saat 27 sıralarında gerçekleştiği belirtilmiştir. Şikâyetçi ile aynı apartmanda oturan R.E., Bilgi Alma Tutanağı adı altında kollukta alınan ifadesinde, olay saatinde uyanık olduğu sırada binanın dışında ses duyması üzerine balkona çıktığında arkası dönük olduğu için yüzünü göremediği 18-20 yaşlarındaki bir kişiyi şikâyetçinin motosikletini çalıştırmak için uğraşırken gördüğünü, bu kişinin şikâyetçi R.A. olabileceğini düşünerek içeri girdiğini söylemiştir. Kolluk araştırmalarına karşın olayı gerçekleştiren kişi tespit edilememişse de şikâyetçi R.A. 3/10/2018 tarihinde yeniden kolluğa gelmiş ve çalınan motosikletini Demre ilçesinde faaliyet gösteren bir lastik tamir dükkânı önünde plakasız şekilde park hâlinde gördüğünü, motosiklette önceden yaptırdığı tamirat işlemlerine ait izler ve motosikletin şase numarasının ruhsatındaki bilgilerle uyumlu olması nedeniyle kendisine ait olduğunu anladığını beyan etmiştir. Kolluk tarafından şase numarasının kontrol edilmesi sonucu şikâyetçiye ait olduğu anlaşılan motosiklet kendisine teslim edilmiştir. Şikâyetçi aynı tarihte kollukta yeniden alınan ifadesinde; olay yerine gelen kollukla birlikte yaptıkları araştırmada lastik tamircisi olan A. ile konuştuklarını, A.nin kendilerine kardeşi E.nin bu motosikleti Kumluca'da bir kişiden 500 TL karşılığında satın aldığını söylediğini aktarmıştır. Kimlik bilgileri tespit edilerek karakola davet edilen E. kollukta şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; K.O.'yla kendisine ait olduğunu söylediği motosikleti satın almak üzere 2018 yılının yaz aylarında anlaştığını, o sırada motosikletin üzerinde plaka bulunduğunu ancak K.O.nun motosikletin trafikten men edildiğini söylediğini, iki hafta sonra K.O. ile yeniden buluştuklarında motosiklet üzerinde plaka olmadığını, aradan geçen sürede kardeşinin motorun silindirlerini dağıttığını söyleyen K.O.dan motosikleti bu hâlde 350 TL karşılığında satın aldığını ve tamir edilmesi için ağabeyi A.nin işyerine getirdiğini, motosikletin çalıntı olduğunu bilmediğini savunmuştur. E.nin beyanları, ağabeyi A.nin Bilgi Alma Tutanağı adı altında kollukta alınan ifadesiyle benzer mahiyettedir. Kolluk tarafından düzenlenen 4/10/2018 tarihli tutanakta; aynı tarihte kendiliğinden karakola gelen K.O.nun kimlik bilgilerine göre 18 yaşından küçük olduğunun tespit edildiği, bu kişiyle yapılan görüşmede motosikleti Finike ilçesinde ikamet ettiğini ve aynı zamanda komşusu olduğunu belirttiği başvurucudan 2018 yılının Temmuz ayında 500 TL karşılığında satın aldığını söylediği, başvurucu hakkında yapılan araştırma sonucunda başvurucunun hırsızlık suçundan hükümlü olarak açık ceza infaz kurumunda bulunmakta iken firar ettikten sonra yakalanarak kapalı ceza infaz kurumuna gönderildiği, 2/10/2018 tarihi itibarıyla da Seydikemer-Eşen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) sevk edildiği bilgilerine yer verilmiştir. K.O. suça sürüklenen çocuk sıfatıyla Başsavcılıkta alınan ifadesinde de E.nin beyanlarını ve kolluk tarafından düzenlenen 4/10/2018 tarihli tutanak içeriğini tekrar ederek suça konu motosikleti çalıntı olduğunu bilmeden başvurucudan satın aldığını savunmuştur. Başvurucu; Başsavcılıkta alınan savunmasında K.O.ya motosiklet satmadığını ve şikâyetçiye ait motosikleti çalmadığını, hafızasında sorunlar olduğu için böyle bir olayı da hatırlamadığını beyan etmiştir. Soruşturmanın tamamlanması üzerine Başsavcılık 3/12/2018 tarihinde düzenlediği iddianame ile başvurucu hakkında hırsızlık suçundan Demre Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Yargılamanın 6/3/2019 tarihli ilk oturumunda hazır edilen R.A. soruşturma evresinde alınan beyanlarını tekrar ederek motosiklet nedeniyle oluşan zararının giderilmediğinden bahisle davaya katılma talebinde bulunmuş, Mahkemece R.A.nın katılan sıfatıyla davaya kabulüne karar verilmiştir. 13/3/2019 tarihli ikinci celsede Mahkeme, katılan R.A. ile aynı binada oturan ve duruşmada hazır bulunan R.E.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. R.E. ifadesinde, soruşturma evresindeki beyanını tekrar etmiştir. Başvurucu 22/3/2019 tarihli son celsede Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır edilmiş ve savunmasında K.O.nun kendisine iftira attığını, olay tarihinde Adrasan'da tur düzenleyen bir teknede çalıştığını, olay yerine gelmediğini, Adrasan'da tanımadığı bir kişiden 250 TL karşılığında motosiklet satın aldığını ancak aldığı motosikletin katılanın motosikletinden farklı renkte olduğunu, katılanın motosikletini çalmadığını beyan etmiştir. Mahkeme 22/3/2019 tarihli kararıyla başvurucuyu hırsızlık suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Gerekçeli kararda kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara, tanık R.E.nin ve motosikletin bulunması üzerine beyanları alınan A. ve E.nin soruşturma evresindeki ifadelerine değinildikten sonra şu tespite yer verilmiştir:\"Mahkememizce yapılan yargılama sonucu toplanan deliller, iddia, savunma, katılan ve tanık beyanları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; suç tarihinde saat 01:21 sıralarında müştekinin ... ikametin[in] önüne park ettiği ... plaka sayılı kırmızı renkli ... motosikleti sanığın çaldığı, sanığın katılanın zararını gidermediği ve sanıktan şikayetçi olduğu, sanığın motosikleti çaldıktan sonra [suça sürüklenen çocuk K.O.ya] motosikleti sattığı, [suça sürüklenen çocuk K.O.nun da] motosikleti [E.] isimli kişiye sattığı, müştekinin de tesadüf eseri [E.nin] iş yerinde kendi çalınan motosikletini görerek tanıdığı ve hırsızlık suçunun bu şekilde ortaya çıktığı anlaşılmakla her ne kadar sanık atılı suçu işlemediğini savunmuş ise de, tanık [R.E.nin] beyanı ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığından sanığın üzerine atılı müsnet suçu işlediği vicdani kanaatine varıl[mıştır.]\" Anılan hükme karşı Başsavcılık, başvurucunun fotoğrafları çektirilerek olay anına ilişkin CD görüntüleriyle karşılaştırılmak suretiyle görüntülerdeki kişinin başvurucu olup olmadığının belirlenmesi ve katılan ile aynı binada oturan tanık R.E.ye teşhis yaptırılması gerektiğinden bahisle, başvurucu da atılı suçu işlemediğine dair savunmasını tekrar ederek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) başvurucunun başka suçtan hükümlü olarak bulunduğu Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği müzekkere ile başvurucunun teşhise elverişli fotoğraflarının çektirilerek Daireye gönderilmesi talimatı vermiştir. Bu talimat doğrultusunda temin edilen fotoğrafların gönderilmesi üzerine Daire 2/12/2019 tarihli ara kararı ile olay anına ilişkin görüntüleri içeren CD ve başvurucuya ait fotoğrafların karşılaştırılarak rapor düzenlenmesi hususunda bilirkişi atamıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenerek Daireye sunulan 18/12/2019 tarihli raporda; başvurucuya ait fotoğraflar ile kamera kayıtlarından temin edilen kişiye ait görüntülerin karşılaştırılması sonucunda boy, kilo, vücut kısımlarının diziliş ve düzeni ile morfolojik açıdan bu kişilerin benzerlik gösterdiği, dolayısıyla fotoğrafları çekilen başvurucunun kamera görüntülerindeki kişi olduğu mütalaa edilmiştir. Daire 27/12/2019 tarihli kararında, bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapordaki değerlendirmeye de yer vererek istinaf başvurularını kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 13/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5353", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucuya (sanığa) dosyadaki mahkûmiyet için önemli ağırlıkta bir delile karşı beyanda bulunma imkânı tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 13/3/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Aydın Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 21/3/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda, tutuklu olan başvurucunun duruşma gün ve saatinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasının istenmesine ve duruşmanın 17/5/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Duruşmanın ilk celsesinde Mahkeme, başvurucunun Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunduğunu, duruşma saati itibarıyla Ceza İnfaz Kurumunun nöbetçi görevlileriyle bağlantı kurulamadığını tespit ederek başvurucunun yokluğunda yargılamaya devam etmiştir. Bu celsede başvurucu hakkında beyanda bulunan tanıklar dinlenmiş, tanık beyanlarına karşı başvurucu müdafiine soru sorma hakkı tanınmıştır. Başvurucu tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkemeye gönderdiği 18/5/2017 tarihli dilekçede ilk celsede yapılan işlemlerden haberinin olmadığını, SEGBİS aracılığıyla bile savunmasının alınmadığını belirtmiş ve duruşma tutanağının bir örneğinin kendisine gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderdiği 22/5/2017 tarihli diğer dilekçesiyle de SEGBİS arızası nedeniyle duruşmada savunma dahi yapamadığını, duruşmaların tamamına katılmak istediğini, bu nedenle Nazilli E tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin sağlanması gerektiğini ve yapılacak duruşma gününde duruşmada bizzat hazır edilmek istediğini belirtmiştir. Başvurucu, duruşmanın 12/6/2017 tarihli ikinci celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun ve müdafiinin duruşmada hazır bulunma talepleri hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamış, başvurucunun SEGBİS vasıtasıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı da yer almamıştır. Başvurucunun savunma yaptığı bu duruşmada başvurucu hakkındaki suçlamaya konu deliller okunmuş ve tanık dinlenilmiştir. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmada hazır edilmesi için bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 18/9/2017 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, üçüncü ve dördüncü celseye de SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. ByLock programına ilişkin belgelerin okunduğu ve başvurucuya sorulduğu, celselerin sonunda Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun SEGBİS vasıtasıyla duruşmada hazır edilmesi için bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 20/2/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkemeye gönderdiği 7/12/2017 tarihli dilekçe ile ilk duruşmaya hiç katılamadığını, SEGBİS aracılığı ile katıldığı ikinci ve üçüncü duruşmalarda savunmasını kısıtlı şekilde yapabildiğini, duruşmaya katılan diğer sanık ve tanıkların beyanlarını tam olarak anlayamadığını, dördüncü duruşmaya ise bir kaç dakikalığına yine SEGBİS ile katılabildiğini, duruşmayı baştan sona takip etme hakkının kısıtlandığını vurgulamıştır. Başvurucu ayrıca bu dilekçesinde yüz yüzelik ilkesi gereğince savunmasını daha sağlıklı yapabilmek adına 20/2/2018 tarihli duruşmada bizzat hazır edilmesinin sağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu, duruşmanın 20/2/2018 tarihli beşinci celsesine tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS aracılığıyla katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Bu celsede Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasını açıklamıştır. Başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapabilmek için süre talep etmiştir. Celse sonunda mütalaaya karşı diyeceklerini bildirebilmesi ve son savunmasını hazırlayabilmesi için başvurucu ve müdafiine gelecek celseye kadar süre verilmesine karar verilirken başvurucunun 16/3/2018 tarihindeki duruşma gün ve saatinde SEGBİS vasıtasıyla hazır edilmesi için bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna yazı yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, duruşmanın 16/3/2018 tarihli altıncı ve son celsesine tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Bu celsede başvurucu mütalaaya karşı diyeceklerini bildirdikten ve son savunmasını yaptıktan sonra Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda da başvurucunun duruşmalara SEGBİS vasıtasıyla katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu, gerekçeli istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini celse arasında Mahkemeye ilettiği hâlde talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan duruşmalara SEGBİS vasıtasıyla katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18178", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/1/2018 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İzmir Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 24/11/2017 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 18/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 20/2/2018 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1627", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın özel statülü mahkemece yapılması, parmak izi incelemesi yapılması talebinin reddedilmesi, deliller hatalı değelendirilerek hüküm kurulması, onama kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 tarihinde doğmuş olup olayların gerçekleştiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu hakkında suç örgütü yöneticisi olma, suç örgütü faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet yapma suçlarından soruşturma açılmış ve 18/6/2009 tarihinde başvurucunun evinde arama yapılmıştır. Başvurucu, müsnet suçlardan 18/6/2009 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddeyle görevli) tarafından 20/6/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK maddeyle görevli) suç örgütü kurma, yönetme ve suç örgütü faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından 22/10/2009 tarihli iddianameyle kamu davası açılmıştır. Sanıklar müdafileri tarafından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddeyle görevli) (Mahkeme) nezdindeki yargılamanın 3/3/2011 tarihli celsesinde, ele geçen uyuşturucuda parmak izi incelemesi yapılması talep edilmiş; talep etkin pişmanlık hükümlerinin bu hususlara bağlı kalınmadan da mahkemece değerlendirileceği ve söz konusu incelemenin davaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkeme 19/6/2012 tarihli kararla başvurucunun müsnet suçlardan mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemenin başvurucu hakkındaki uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin mahkûmiyet kararının gerekçesi şöyledir: \"... malın sahibi olup, organizasyonu yönlendiren, lider konumundaki \"Abi\" lakaplı kişinin sanık İslam Yakut olduğu ve sanığın yurt dışına gönderilmek üzere belirlenemeyen bir kaynaktan temin ettiği suça konu uyuşturucu maddeyi, sevk edilmek üzere diğer sanıklar [Y.] ve [İ.ye] teslim ettiği, bu sanıklarla yüz yüze görüşmeler ile talimatlar verip yönlendirdiği ve sanığın ayrıca ana uyuşturucu madde sevkiyatından önce test amaçlı örgüte zarar vermeyecek küçük bir miktarda uyuşturucu maddenin de İngiltere'ye tekstil kolileri içerisinde gönderilmesini sağladığı, ancak bu uyuşturucunun ele geçirilmemiş bulunduğu ve bu şekilde üzerine atılı bulunan uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği iddia, olay, yakalama ve arama tutanakları ile fiziki takip tutanakları içerikleri, ekspertiz ve Adli Tıp Kurumu rapor içerikleri, iletişimin tespiti tutanakları ile bağlantılı fiziki takip tutanakları içerikleri, tutanak düzenleyicisi görevlilerin tanık olarak verdikleri ifade içerikleri, tanık [G.nin] olayın sıcağı ile verdiği soruşturma aşamasındaki ifade içeriği ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup...\" Mahkemenin başvurucu hakkındaki suç işlemek amacı ile örgüt kurma suçuna ilişkin mahkûmiyet kararının gerekçesi ise şu şekildedir: \"...iletişimin tespiti tutanaklarına göre \"Abi\" lakaplı sanık İslam Yakut'un diğer sanıkları yönlendirdiği ve talimatlar verdiği ve diğer sanıkların da bu talimatlar doğrultusunda hareket ettikleri, hatta sanıklar [Y.], [İ.] ve [A.Y.ın] lider konumundaki \"Abi\"lerini suçtan kurtarmak yada daha az ceza almasını sağlamak amacı ile sanık [A.nın] konum itibarı ile suç üslenmiş bulunması dikkate alındığında sanıklar arasında hiyerarşik ilişki bulunduğu ... uyuşturucu madde ticareti suçu açısından sübut koşullarından olan uyuşturucu maddenin ele geçirilmiş olması şartı gerçekleşmemekle beraber suç işleme iradesinde devamlılığı göstermesi açısından 15 Mayıs tarihi itibarı ile İngiltere'ye deneme amaçlı bir miktar uyuşturucunun gönderilmesi ve parasının tahsil edilmiş bulunması, ayrıca sanık İslam Yakut'un sahte isimlerle ikamet ettiği her iki evde birden çok suç işleme, yakalanmama, gizlenme ve kaçma olgularını gösteren sahte kimlikler, sahte sürücü belgeleri ile çok sayıda kullanılmamış cep telefonu, sim kart ve sim kart yuvası ile şifreli el yazısı notların ele geçirilmiş bulunması nedeni ile suç işleme iradesinde devamlılık unsurunun gerçekleşmiş bulunduğu...\" Yargıtay Ceza Dairesinin 7/3/2013 tarihli kararıyla hükmün bozulması üzerine Mahkemenin E.2013/85 sayısına kayden yürütülen yargılamada 9/7/2013 tarihli kararla \"sanıkların örgüt oluşturmak için sayısal yeterlikte olduğu anlaşılmakta ise de, aralarında hiyerarşik ilişki ve suç işleme iradelerinde devamlılık saptanmadığı, açıklanan durum karşısında sanıklar hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin uygulanmasının koşulları bulunmadığı\" gerekçesiyle başvurucunun suç örgütü kurup yönetme suçundan beraatine, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçundan ise ilk hükümdekiyle aynı gerekçeyle mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun hükmen tutukluluk kararına yaptığı itiraz 26/7/2013 tarihinde reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 25/9/2014 tarihli kararıyla iddia ve savunmaların tüm delillerle birlikte kararda tartışıldığı, sanıklarca işlendiği saptanan eyleme uygun suç tipi ile yaptırımların doğru belirlendiği ve vicdani kanının dosyadaki belge ve bilgiler doğrultusunda kesin verilere dayandırıldığı gerekçesiyle hükmü onamıştır. Başvurucu nihai karardan 25/9/2014 tarihinde haberdar olduğunu bildirmiştir. Başvurucu 27/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hükme dayanak oluşturan bir kısım tutanaklara ilişkin sahtecilik iddiasıyla yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Talep Mahkemece kabule değer görülmüş, yapılan yargılamada belgeler üzerindeki sahtecilik iddiasına ilişkin Ankara Jandarma Kriminal Daire Başkanlığından rapor temin edilerek değerlendirilmiş ve 16/12/2016 tarihli kararla yargılamanın yenilenmesi talebi reddedilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16925", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın özel statülü mahkemece yapılması, parmak izi incelemesi yapılması talebinin reddedilmesi, deliller hatalı değelendirilerek hüküm kurulması, onama kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2001 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay sınıfında göreve başlamış, pilot yüzbaşı olarak görev yapmıştır. Evli değildir. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelen isimsiz bir ihbar üzerine bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 31/7/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade tutanaklarında \"ifadeyi alan\" ve \"ifadeyi yazan\" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya ait ifade tutanağında bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, bugüne kadar maddi sıkıntı yaşayıp yaşamadığı, bu sıkıntıları aşmak için neler yaptığı sorulmuştur. Ayrıca bir astsubayın ismi belirtilerek onunla nasıl tanıştığı ve ilişkilerinin boyutu hakkında sorular sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. Başvurucu 14/1/2013 tarihinde bilgi edinme başvurusunda bulunarak söz konusu ifade tutanağının bir nüshasının kendisine verilmesini talep etmiştir. İfade tutanağının bir örneği Hava Kuvvetleri Komutanlığının 6/2/2013 tarihli yazısı ile başvurucuya verilmiştir. Söz konusu tahkikat üzerine sıralı sicil üstleri tarafından disiplin ve ahlaki durumu nedeniyle “Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir.” ortak kanaatli sicil belgesi düzenlenerek başvurucu hakkında ayırma işlemi süreci başlatılmıştır. Sonuç olarak 13/5/2013 tarihinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu 10/7/2013 tarihinde TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde psikolojik baskı altında yorma ve aldatma teknikleri kullanılarak ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu, özel hayatın gizliliğine müdahale eden sorular sorularak alınan ifadenin hukuka aykırı şekilde elde edilen delil olduğunu ve işlem tesisine esas alınamayacağını belirtmiştir. Sicil Yönetmeliği'ne göre aşırı borçlanma dolayısıyla ayırma işlemi yapılabilmesi için birden fazla uyarılması ve hareketlerini düzeltmemesi hâlinin gerçekleşmesi gerektiğini, oysa aşırı borçlanmadan dolayı hiç bir uyarı veya ceza verilmediğini belirtmiştir. Ayrıca özel hayatına ait hususlar nedeniyle en ağır disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ölçülü olmadığını ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, çok sayıda takdir belgesinin bulunduğunu, hiç bir disiplin cezası bulunmadığını, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplinini ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. Davalı Millî Savunma Bakanlığı tarafından 6/9/2013 tarihinde sunulan savunma dilekçesinde, başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu kanaatiyle ayırma işlemi tesis edildiği bildirilmiştir. Ayrıca4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. Başvurucu vekili 26/9/2013 tarihli cevap dilekçesinde İstihbarat Başkanlığı tarafından özel yaşam alanına giren konularda sorular yöneltilmek suretiyle usulsüz olarakbaşvurucunun ifadesinin alındığını belirtmiştir. Özel hayatın gizliliğine müdahale eden sorular sorularak alınan ifadenin hukuka aykırı şekilde elde edilen delil olduğunu, işlem tesisine esas alınamayacağını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu vekili söz konusu dilekçede, davalı idarece gönderilen gizli nitelikli belgeleri incelemesi ve belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi yönünde talepte bulunmuştur. AYİM Birinci Dairesince (Daire) 25/3/2014 tarihli görüşme tutanağında, \"gizli belgelerin davacı vekilinin müracaatı halinde üçüncü kişilere ait makam, ad, soyad bilgilerinin karartılması suretiyle Bilgi Edinme Kanunu kapsamında incelettirilmesine\" karar verilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesine sunulan dava dosyası belgeleri arasında bu yönde yazılmış bir karar bulunmadığı gibi başvurucuya bu konuda tebliğ yapıldığını gösteren belge de bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucunun da gizli belgelerin incelettirilmesi için başkaca talepte veya müracaatta bulunmadığı, 26/5/2014 tarihli ek beyan dilekçesinde ve 8/7/2014 tarihli karar düzeltme dilekçesinde bu yönde bir iddia ileri sürmediği görülmüştür. Daire, başvurucu vekilinin ve idare vekilinin katılımıyla duruşma yapmış ve 14/5/2014 tarihli kararla oybirliğiyle davayı reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ve iki personelin ifadeleri dikkate alındığında başvurucuya isnat edilen davranışların, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesinin uygun olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 18/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 16/12/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir. 1602 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “…Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19584", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; tutukluluğun hukuki olmaması ve makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ali Yüce tutuklandığı tarihte Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır Bağlar ilçe başkanıdır. Başvurucu Heybet Yüce de tutuklandığı tarihte BDP üyesidir. Başvurucular, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga madde ile görevli) yürütülen KCK Kent yapılanması soruşturması kapsamında 22/11/2011 tarihinde gözaltına alınmışlardır. 25/11/2011 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuları tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk etmiştir. Tutuklamaya sevk yazısınının ilgili bölümü şöyledir:\"Kent meclislerinin, örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın talimatları doğrultusunda kurulduğu, örgüt liderinin projesi olduğu, amacının ise Kürdistan devletini kurarak Abdullah Öcalan'ı özgürleştirme olduğu, Abdullah Öcalan'ı lider olarak benimsedikleri, Abdullah Öcalan'ın görüşme notlarını kendilerine yol haritası olarak gördükleri, bu notlar incelendiğinde Öcalan'ın gitmek istediği hedef ve çizdiği yol için örgüte müzahir kadrolara yol gösterdiği ve onları nasıl davranmaları hususunda yönlendirdiği, bu durumunda yapılan toplantının tamamen PKK/Kongra-Gel terör örgütünün hedefleri doğrultusunda yapıldığının açık bir göstergesi olduğu, örgüt elebaşısının talimatları doğrultusunda hareket ettikleri, yapılan kent meclisi toplantılarının içerikleri ile örgüt elebaşısının talimatları doğrultusunda gerçekleştirildiği ve yasadışı sözleşmelere (KCK, DKM vb.) temelini dayandıran bir oluşum olduğu birlikte değerlendirildiğinde söz konusu kent meclisi toplantılarının yasadışı olduğu anlaşılmış olup;  Şüphelinin de yapılan bu yasadışı toplantılara katılmak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği, yukarıda açık kimlik bilgileri ile suçları yazılı bulunan şüphelilerin üzerine atılı suçtan dolayı sorgularının icrası ile üzerine atılısuçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığı ve şüphelilere isnat edilen suçun 5271 sayılı CMK' nun 100/3-a maddesinde sayılı olan katalog suçlardan olması hususları dikkate alınark şüphelilerin 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına[karar verilmesi kamu adına talep olunur]\". Başvurucular, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 25/11/2011 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmışlardır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:\" ... terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, yüklenen suçun niteliği, mevcut delil durumu, üzerlerine atılı suç için kanunda öngörülen cezanın miktarı, isnat edilen suçun CMK 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması göz önüne alınarak CMK 100-101 maddeleri gereğince şüphelilerin tutuklanmalarına [karar verildi]\". Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucuların terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucular ile birlikte toplam doksan beş sanığın cezalandırılması talep olunmuştur. İddianamede; başvurucu Ali Yüce'nin PKK terör örgütü adına Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde KCK Kent Meclisi yürütmesinde yer aldığı, bu kapsamda yapılan birçok yasa dışı toplantıya katıldığı ileri sürülmüştür. İddianamede gizli tanık beyanlarına da yer verilmiştir. Bu beyanlarda başvurucunun Bağlar Kent Meclisinin üyesiolduğu, Kent Meclisi toplantılarında alınan kararlarla ilgili yapılan çalışmaları koordine ettiği, molotof kokteyli kullanılan gösteri yürüyüşlerini, terörist cenazelerinin sahiplenilmesi eylemlerini organize ettiği ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun PKK'nın çağrısıyla yapılan, terör örgütünün propagandasına dönüşen, bazılarında şiddet eylemlerinin de olduğu gösteri yürüyüşlerini Kent Meclisinin yöneticisi olarak tertip ettiği, bunlara katıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun telefon dinleme kayıtlarına da yer verilmiştir. Bu kayıtlarda başvurucunun operasyonlarda öldürülen teröristlerin cenazeleri ile ilgilenilmesine, cenazelere araç temin edilmesine yönelik konuşmalarının olduğu ifade edilmiştir. İddianamede, başvurucuyla ilgili hukuki değerlendirme bölümü şöyledir:\"... Dosyada mevcut ortam tapeleri, olay tespit tutanakları ve fotoğraflar, tanık beyanları, dökümanlar, savunması birlikte değerlendirildiğinde, Şüphelinin, PKK terör örgütünün sözde sözleşmeleri örgüt liderinin ve terör örgütünün Irak ülkesinin kuzeyinde yerleşen yöneticilerinin talimatları doğrultusunda kurulan ,ayrıntısıylaiddianamenin giriş bölümünde yasadışı terör örgütüne bağlı biryapılanma olduğu açıklanan , başkanlık divanı, yürütmesi ve disiplin kurulundan oluşan organları bulunan, PKK/KCKterör örgütü yapılanmasının ana unsurlarından ve sözde demokratik özerkliği gerçekleştirmenin bir aracı olarak kabul ettikleri, kentte bulunan tüm kurumların bağlı olduğu, vatandaşların devletin idari ve adli kurumlarıyla irtibatını ortadan kaldırmayı amaç edinen, öldürülen teröristleri için saygı duruşunda bulunularak toplantılarına başlanılan, Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığıyla gönderdiği 'Görüşme notlarının' ve KCK yürütme konseyi başkanlığının görüş ve talimatlarının okunduğu, bu görüş ve talimatlar doğrultusunda değerlendirme ve alan çalışmasının yapıldığı, gündeme göre değişik tarihlerde PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı yasadışı gösterilerin düzenlenmesi kararlarının alındığı yasadışı kent Meclisinin toplantılarına bu özelliğini bilerek yürütme sıfatıyla katıldığı (Gerek toplantıdaki konuşmalarından, gerekse gizli tanık beyanlarından kent meclisi yürütmesinde ve divanında yer aldığı anlaşılmıştır.) şüphelinin örgütün yönetici kadrosunda olduğunun anlaşıldığı, Silahlı örgütü yönetmek; örgütün genel stratejisini belirlemek, örgüt faaliyet planlarını yapmak, iş bolumunu belırlemek, uyelerıne görev ve talimat vermek, koordinasyonu sağlamak gibi davranışlardır. Bu şekil davranışlarda bulunan örgütün hıyerarşık yapısı ıçınde gorevlendırılen, başkanlık eden, emir verıp komuta eden kişi veya bu faaliyetlerde bulunan yonetım grubu uyesı olan kışı, yoneten sıfatıyla 314/1 maddeye gore cezalandırılır hükmü,Yasadışı Kent Meclisi Sözleşmesinin 23/a maddesinde tanımı ve kapsamı anlatılan 'Kent Meclisi Yürütmesinin Kent Konseyi olarak tanımlandığı ve halkın demokratik işlerini yürüten en üst icra organdır. Alanın DTM'nin ve Demokratik Kent Meclisinin kararlarını yaşama geçirir. Demokratik Kent Meclisi toplantılarında faaliyetleri hakkında rapor sunar, çalışmalarım meclisin denetimine açar.' şeklindeki görevleri ,yine sözleşmenin maddesinde DKM Başkanlık Divanının 'Meclis çalışmalarını düzenleyip yürütmekten sorumludur. Genel Kurul toplantılarını ve ara dönem kurul toplantılarını organize eder ve yönetir. Komisyon çalışmalarını koordine eder, düzenler' şeklindeki hükmü göz önüne alındığında şüphelinin üzerine atılı terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle terör örgütünü yönetme suçunu işlediğinin anlaşıldığı, Ayrıca şüphelinin 2011, 2011, 2011, 2011, 2011, 2011, 2011, 2011 ve 2011 tarihli eylemleri nedeniyle 9 (dokuz) KEZ 2911 Sayılı Kanunun 28/1 maddesinde yazılı suçu ile;Yine 2011 tarihinde şüphelinin başkanı olduğu Bağlar BDP ilçe binasında yapılan aramada ele geçirilen malzemelerinbulundukları yer ve sayısal olarak çoklukları gözönüne alındığında terör örgütünün propgandası amacıyla bulundurulup sergilendiği anlaşıldığından şüphelinin terör örgütünün propagandasına yapma suçunu işlediğinin anlaşıldığı...\" İddianamede, başvurucu Heybet Yüce'nin Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde Kent Meclisi bünyesinde örgütsel faaliyetler yürüttüğü, bu kapsamda yapılan birçok yasa dışı toplantıya katıldığı ileri sürülmüş; başvurucunun ikametinde yapılan aramada yaşadığı bir sorundan dolayı örgütsel hiyerarşi gereği Bağlar ilçe yürütmesine öz eleştiri verdiğine dair bir belgenin ele geçirildiği belirtilmiştir. İddianamede gizli tanık beyanlarına da yer verilmiştir. Bu beyanlarda; başvurucunun gençler üzerinde etkili bir durumunun olduğu, özellikle mahalle içinde örgütlenen gençlerin molotof kokteyli hazırlamasına yardımcı olduğu, mahalle içinde meydana gelen her türlü örgütsel eylem ve faaliyetlerin başvurucunun bilgisi doğrultusunda yapıldığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun terör örgütünün çağrısıyla yapılan, terör örgütünün propagandasına dönüşen ve bazılarında şiddet eylemlerinin de olduğu toplantılara katıldığı ileri sürülmüş; başvurucunun telefon dinleme kayıtlarına da yer verilmiştir. Bu kayıtlarda başvurucunun operasyonlarda öldürülen teröristlerin cenazelerine katılımın sağlanmasına, bu cenazelerde yapılacak gösterilerin koordine edilmesine ilişkinkonuşmalarının olduğu ifade edilmiştir. İddianamede, başvurucuyla ilgili hukuki değerlendirme bölümü şöyledir:\" ... Dosyada mevcut ortam tapeleri, olay tespit tutanakları ve fotoğraflar, tanık beyanları, dökümanlar, savunması birlikte değerlendirildiğinde, Şüphelinin, PKK terör örgütünün sözde sözleşmeleri örgüt liderinin ve terör örgütünün Irak ülkesinin kuzeyinde yerleşen yöneticilerinin talimatları doğrultusunda kurulan ,ayrıntısıylaiddianamenin giriş bölümünde yasadışı terör örgütüne bağlı biryapılanma olduğu açıklanan , başkanlık divanı, yürütmesi ve disiplin kurulundan oluşan organları bulunan, PKK/KCKterör örgütü yapılanmasının ana unsurlarından ve sözde demokratik özerkliği gerçekleştirmenin bir aracı olarak kabul ettikleri, kentte bulunan tüm kurumların bağlı olduğu, vatandaşların devletin idari ve adli kurumlarıyla irtibatını ortadan kaldırmayı amaç edinen, öldürülen teröristleri için saygı duruşunda bulunularak toplantılarına başlanılan, Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığıyla gönderdiği 'Görüşme notlarının' ve KCK yürütme konseyi başkanlığının görüş ve talimatlarının okunduğu, bu görüş ve talimatlar doğrultusunda değerlendirme ve alan çalışmasının yapıldığı, gündeme göre değişik tarihlerde PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı yasadışı gösterilerin düzenlenmesi kararlarının alındığı yasadışı kent Meclisinin toplantılarına bu özelliğini bilerek, 5 nisan mahalle meclisi temsilcisi olarak katıldığı, bu şekilde üzerine atılı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinin anlaşıldığı...\" Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) E.2012/198 sayılı dosyası üzerinden başvurucular yönünden tutuklu olarak görülmüştür. Mahkeme 21/1/2014 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tutuklu sanıkların tutukluluk durumunu resen incelemiş ve başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucular karara itiraz etmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin31/1/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular, anılan kararı 17/2/2014 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) mülga madde ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/191) devredilmiştir. Anılan Mahkemece 4/4/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucuların tahliyesine karar verilmiş, başvurucular aynı gün serbest bırakılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 64- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2132", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun hukuki olmaması ve makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 15/12/2006 tarihinde alacak davası açılmıştır. Kayseri Asliye Ticaret Mahkemesi 23/12/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/4/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/12/2012 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 18/7/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/1/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19437", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ihalenin feshi davasında aleyhe hükmedilen para cezası nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu tarafından İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan ihalenin feshi davasında başvurucu aleyhine ihale bedeli olan 000 TL üzerinden %10 para cezasına hükmedilmiştir. Başvurucunun istinaf istemi, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından 20/12/2018 tarihinde; temyiz istemi de Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 30/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 27/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 26/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22746", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ihalenin feshi davasında aleyhe hükmedilen para cezası nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Diyarbakır Kayapınar Belediyesine bağlı taşeron firmada işçi olarak çalışmakta iken iş akdinin fesih edilmesi üzerine işe iade davası açmıştır. Yerel mahkeme, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'de (667 sayılı KHK) yer alan devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunan kişilere ait listede başvurucunun da adının geçtiği, hakkında terör propagandası yapma suçundan ceza davası açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. İstinaf mahkemesi, iş sözleşmesinin feshinin asıl işverenin yazısı ile istendiğini, bu talep karşısında alt işverenin başka türlü hareket etme seçeneği bulunmadığının, fesih tarihi itibarıyla alt işveren açısından feshin zorunlu hâle gelmiş olması sebebi ile feshin geçerli nedenle yapıldığının kabulü gerektiğinden istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 30/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 24/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. COVID-19 pandemisi nedeniyle bireysel başvuru süresinin 13/3/2020 ile 15/6/2020 tarihleri arasında durduğu dikkate alındığında başvurunun süresinde yapıldığı değerlendirilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18961", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 5/4/2019 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle başvurucunun ByLock kullanıcısı olması ve tanık ifadelerine göre atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Kayseri Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 12/4/2019 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- Başsavcılık ve İl Emniyet Müdürlüğüne ayrı ayrı müzekkere yazılarak sanığın ByLock programı kullanıp kullanmadığı konusunda ellerinde bulunan bütün bilgi, belge, yazışma içeriklerinin istenmesine, ByLock tespit edilememesi hâlinde dosya içinde bulunan, başvuruya ait olan GSM hattına ilişkin HTS ve HIS kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına, tanık H.G.nin istinabe yoluyla dinlenilmesine, tanık B.T.nin adresine göre işlem yapılmasına karar verilmiştir. Duruşma beş celsede bitirilmiştir. Birinci celsede, başvurucu hakkında düzenlenen ByLock raporu mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu rapora göre ID eşleştirmesi yapılamadığı ve içeriklerine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun kullandığı GSM hattına ilişkin HTS ve HIS kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenen rapora göre başvurucuya ait 530 ... 97 No.lu GSM hattıyla 16/4/2015-17/2/2016 tarihleri arasında toplamda 018 kez ByLock sunucusuna erişim sağlandığı tespit edilmiştir. Tanık H.G.nin dinlenilmesi için yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Tanık H.G.nin duruşmada okunan beyanının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:\"Ben sanığı Kayseri'de lisede okuduğum dönemden tanırım, Kayseri Mimar Sinan Anadolu Meslek Lisesinde okuyordum ve ailem Gemerek'te yaşadığından okulun yurdunda kalıyordum, 2010 yılında Sınıfı bitirdim ve yazın Kayseri'de kalıp çalışmaya karar verdim, bunun için Kayseri'de kalacak bir yer ayarlamak amacıyla okuldan bir öğretmenimle görüştüm, o da bana bir kaç gün içerisinde kalacak bir ev ayarladı, bu evde kalmaya başladım, ev cemaate ait bir evdi, başlarda bizimle yanlış hatırlamıyorsam [F] kod [F] isimli şahıs ilgilendi, lise son sınıfın sonlarına doğru [F] kod [F] isimli şahıs beni dosyanız sanığı olan Hamza kod Günay Kaya ile tanıştırdı ve beni sanığa devretti, sanık beni ve emniyette isimlerini verdiğim diğer kişileri askeri okul sınavlarına hazırladı, aynı zamanda bize sohbetler verdi, sohbetlerde kitap okuyor ve bize Fetullah Gülen CD'lerini izletiyordu, YGS'ye girip askeri okula yetecek puanı aldıktan sonra sanık bize ağırlıklı olarak spor yaptırdı, askeri okul mülakat sınavında çıkabilecek sorulara ilişkin bizi çalıştırdı, prova şeklinde mülakatlar yaptırdı, daha sonra ben sınavı kazandım ve Balıkesir Astsubay MYO'ya başladım, burda iki sene eğitim gördüm, bu süre içerisinde de sanık Günay Kaya 2-3 haftada bir Balıkesir'e gelerek benimle görüşüyordu, yine burada bir grubumuz vardı bunların isimlerini de emniyette vermiştim, Balıkesir'de zamanımız kısıtlı olduğundan örgüte ait bir evde toplanırdık, sanık Günay burada bize sohbet verirdi, sohbette aynı şekilde Fetullah Gülen kitapları ve CD'leri olurdu, 2013 yılında askeri okulu bitirip Kayseri'ye geldim, burada sanık Günay beni eve çağırdı, Ankara ilinde sınır eğitimi göreceğim dönem içerisinde benimle ilgilenecek olan şahıs ile beni tanıştırdı, ben 15 günlük mehil sürem bittikten sonra Ankara'ya gittim, ancak Ankara'da başka kişilerle bir ev tuttum ve sanığın benimle tanıştırmış olduğu kişi ile de görüşmedim, bunun üzerine sanık bir kaç kez Ankara'ya gelerek benimle görüştü, neden başka evde kaldığımı, onlarla birlikte hareket etmediğimi sordu, bizim bu aykırı hareketlerimiz nedeniyle şefkat tokatı yiyebileceğimizi söyledi, Ankara'da eğitim bittikten sonra kura çektik, 2014 yılı temmuz ayında Çanakkale'ye gittim, sanık Hamza kod Günay Kaya Çanakkale'ye gelerek benimle görüştü, bu görüşmede kalacak yer, arkadaş ortaındaki durumlar gibi genel konulardan konuştuk, hatırladığım kadarıyla bu tarihten sonra da sanık ile bir [daha] görüşmem olmadı.\" Yine aynı celsede başvurucu, avukatı mazeret dilekçesi sunduğu için müdafiinin de hazır bulunacağı duruşmada savunma yapmak istediğini belirtmiştir. İkinci celsede tanık B.T. duruşmada hazır edilmiştir. Tanığın beyanının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:\"Şu an huzurda bulunan sanık Günay Kaya'yı tanırım, şöyle ki ben 2011-2013 yılları arasında Balıkesir ilinde faaliyette bulunan Astsubay Meslek Yüksek Okulunda öğrencilik yapıyordum, kendisi de bizimle ilgilenen ve abi tabir edilen şahıstır.\" Yine aynı celsede başvurucu; alınan savunmasında ByLock kullanmadığını, tanıkların beyanlarını kabul etmediğini ve örgüt üyesi olmadığını savunmuştur. Yine aynı celsede iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Mahkeme başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne ve duruşmaya ara verilmesine, yeni oturumun 10/9/2019 tarihinde yapılmasına, tanık H.G.nin beyanında bahsi geçen ve F. kod adını kullandığı bildirilen F. isimli (F.Ç.) kişinin tanık olarak dinlenilmesine karar vermiştir. Üçüncü celsede tanık H.G.nin beyanında bahsi geçen ve F. kod adını kullandığı bildirilen F. isimli (F.Ç.) kişinin dinlenilmesi için celse arasında yazılan talimata cevap verilmemiştir. Mahkeme, talimat evrakının dönüşünün beklenmesine karar vermiştir. Dördüncü celsede, tanık F.Ç.nin dinlenilmesi için yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Anılan tanık istinabe yoluyla alınan beyanında; başvurucuyu tanımadığını, Günay isimli bir kişiyi bildiğini ancak soy adını hatırlamadığını, bu kişinin ilahiyatta okuduğunu en son 2012 yılında gördüğünü ifade etmiştir. Yine aynı celsede başvurucu, önceki savunmalarını tekrar etmiştir. Başvurucunun yeni müdafii dosyaya vekâletname sunmuş, esasa ilişkin savunma hazırlamak üzere süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme; süre talebinin kabulüne, duruşmaya ara verilmesine ve yeni celsenin 22/10/2019 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Beşinci celsede Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"[S]anığın amacını benimsediği silahlı terör örgütü FETÖ/PDY yapılanması içerisine dahil olduğu, örgüt ile organik bağ kurarak süreklilik gösteren faaliyetlerde bulunduğu, örgütün askeriyeye sızma amacı doğrultusunda örgüt içerisinde mahrem imam olarak faaliyetlerde bulunduğu, öğrencileri askeri okullara yönlendirdiği ve askeri sınavlara hazırladığı, askeri sınavları kazanan şahısları gerek askeri öğrencilik döneminde gerekse göreve atandıktan sonra takip ettiği ve örgütsel talimatlar verdiği, örgütün kriptolu haberleşme programı ByLock'u kullandığı anlaşılmakla sübut bulan çeşitlilik ve süreklilik gösteren yukarıda ayrıntılarıyla izah edilip tartışılan eylem ve faaliyetlerinin sanığın atılı olan silahlı örgüt üyeliği suçunu oluşturacağı, zira silahlı örgüte üye olmanın örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade ettiği, sanığın silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyeliği suçu[nu işlediği anlaşılmıştır].\" Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- tanık H.G.nin mahkeme huzurunda dinlenilmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını ve soru sorma hakkının kullandırılmadığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 28/9/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Yargıtay onama kararında \"sanık ile ilgili dosyada mevcut diğer delillerin atılı suçun sübutu için yeterli olduğu görülmekle, sanığın ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının dosyaya gelmesi beklenilmeden karar verilmesi sonuca etkili bulunmamış\" kabulüne yer verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 12/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 24/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36504", "Başvuru Konusu":"Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yanlış tıbbi müdahaleden dolayı felç kalma nedeniyle açılan davalarda hükmedilen tazminatın idarece ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddialarına ilişkindir. Başvurular, 15/4/2013 tarihinde Van İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından 26/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığa başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 15/1/2014 ve 4/4/2014 tarihli görüşlerine karşı, başvurucular herhangi bir beyanda bulunmamışlardır. 17/5/2015 tarihinde 2013/2628 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2013/2627 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/2627 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile kamu kurumlarından elde edilen bilgiler ışığında tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 2005 yılında “kifoskolyos” şikâyeti ile başvurdukları Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavileri amacıyla yapılan ameliyatlar neticesinde felç kalmışlar, oluşan zararın giderilmesi amacıyla 28/9/2006 tarihinde Atatürk Üniversitesi Rektörlüğünden (Rektörlük) maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Rektörlüğün 28/09/2006 tarihli başvuruya cevap vermemek suretiyle reddi üzerine başvurucular, 11/1/2007 tarihinde Erzurum İdare Mahkemesinde idare aleyhine ayrı ayrı tam yargı davası açmışlar, yasal faizi ile birlikte lehlerine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Erzurum İdare Mahkemesi, 30/9/2011 tarihli ve E.2007/53, K.2011/1256 sayılı kararı ile başvurucu Ramazan Kılıç’ın %100 oranında, meslekte kazanma gücünden yoksun kaldığını ve olayda İdarenin %100 oranında hizmet kusuru bulunduğunu belirtmiş; davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve başvurucu lehine 968,50 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihi olan 28/9/2006’dan itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Erzurum İdare Mahkemesi, başvurucu Nurcan Fırat yönünden yaptığı yargılama sonucunda ise başvurucunun %100 oranında meslekte kazanma gücünden yoksun kaldığını ve olayda idarenin %100 oranında hizmet kusuru bulunduğunu belirtmiş; 30/9/2011 tarihli ve E.2007/54, K.2011/1257 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, başvurucu lehine 138,21 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihi olan 28/9/2006’dan itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Erzurum İdare Mahkemesinin kararları üzerine 1/11/2011 tarihinde başvurucu Ramazan Kılıç Van İcra Müdürlüğünün 2011/11554–11556–11558 dosya numaralarında, başvurucu Nurcan Fırat da aynı icra müdürlüğünün 2011/11555–11557–11559 dosya numaralarında maddi tazminat, manevi tazminat ve vekâlet ücretleri yönünden ayrı ayrı ilamlı icra takibi başlatmıştır. Başlatılan icra takipleri üzerine Rektörlük, 9/12/2011 tarihinde 2011/11556 ve 2011/11557 numaralı icra dosyalarına ayrı ayrı 000 TL ödeme yapmış ayrıca 14/11/2011 tarihli yazısı ile Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğüne başvurarak ilgili takip dosya borçlarının ödenebilmesi için ödenek talebinde bulunmuştur. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Rektörlüğe gönderdiği 30/12/2011 tarihli cevap yazısı ile söz konusu ödemelerin -sorumlulara rücu hakkı saklı kalmak kaydıyla- Rektörlüğün döner sermaye bütçesinden karşılanması gerektiğinin düşünüldüğünü belirtmiştir. Bununla birlikte İdare Mahkemesi kararları davalı idarece temyiz edilmiş, Danıştay Dairesi 28/3/2012 tarihli E.2011/11311, K.2012/1213 ve E.2011/11312, K.2012/1212 sayılı ilamları ile kararları onamıştır. Karar düzeltme istemleri de 26/12/2012 tarihli E.2012/4714, K.2012/6965 ve E.2012/4715, K.2012/6964 sayılı ilamlar ile reddedilmiştir. Van İcra Müdürlüğünce, ilgili dosya alacaklarının tahsili için Rektörlüğe çeşitli tarihlerde gönderilen yazılara cevaben Rektörlük, dosya borçlarına ilişkin olarak ödenek temin etme çalışmalarının devam ettiği, Maliye Bakanlığından ödenek talep edildiği ancak henüz sonuç alınamadığı açıklamalarında bulunmuştur. Başvurucular, alacaklarını tahsil edememeleri üzerine Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına, Rektör ve yardımcıları hakkında görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuşlar, Savcılık yaptığı değerlendirme sonucu 18/6/2012 tarihinde S.2012/3081, K.2012/4223 sayılı kararı ile ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Savcılık kararının kaldırılması için Oltu Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz da Mahkemenin, 25/7/2012 tarihli ve 2012/437 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundukları 15/4/2013 tarihi itibarıyla hâlen alacaklarının tamamını tahsil edemediklerini, ilgili icra dosyalarına düşük miktarlarda ödemelerin yapıldığını ifade etmişlerdir. Ancak başvurucular, Anayasa Mahkemesine sundukları 3/8/2015 tarihli dilekçe ile borçlu idarenin 24/7/2013 tarihinde yaptığı ödemeler neticesinde alacaklarını tahsil edebildiklerini bununla birlikte şikâyetlerine devam ettiklerini belirtmişler; ihlalin tespit edilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun “Kararların sonuçları:” kenar başlıklı maddesinin ve fıkraları şöyledir:“ Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, ancak disiplin hükümleri saklıdır. Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur” 2577 sayılı Kanun’un “Temyiz veya istinaf istemlerinde yürütmenin durdurulması:” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Temyiz veya istinaf yoluna başvurulmuş olması, hakim, mahkeme veya Danıştay kararlarının yürütülmesini durdurmaz. …” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun “Haczi caiz olmayan mallar ve haklar:” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Aşağıdaki şeyler haczolunamaz: Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar, …” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2627", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yanlış tıbbi müdahaleden dolayı felç kalma nedeniyle açılan davalarda hükmedilen tazminatın idarece ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 8/12/2009 tarihinde taksirle yaralama suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 22/3/2010 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Konya Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/153, K.2010/230 sayılı kararıyla Mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının Konya Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Konya Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine yargılamaya Konya Asliye Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemenin 5/3/2015 tarihli kararıyla başvurucunun adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. İtiraz üzerine Konya Ağır Ceza Mahkemesince 1/4/2015 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4338", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru18/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 14/2/2012 ile 16/1/2013 tarihleri arasında kullandığı elektriğe ilişkin olarak düzenlenen elektrik faturalarına normal kullanımın dışında elektrik enerjisinin nakli sırasında meydana gelen veya başka kişilerin kaçak kullanımından kaynaklanan kayıplara ilişkin bedel de yansıtılmıştır. Başvurucu 14/2/2012 ile 16/1/2013 tarihleri arasında tahakkuk ettirilen 21 elektrik faturasına yansıtılan toplam 850 TL kayıp kaçak bedelinin tarafına ödenmesi talebiyle Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) aleyhine 5/5/2016 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) belirsiz alacak davası açmıştır. Mahkemece 13/4/2017 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun davayı açtığı tarihteki içtihada göre davayı açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici madde uyarınca Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından onaylanan tarifelerin uygulanmasının zorunlu olduğu ve mahkemelerin denetim yetkisinin bedelin EPDK'nın düzenleyici işlemlerine uygunluğu ile sınırlı olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 27/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/8/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33827", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, hakaret suçundan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda bildirilen görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Barosu Başkanlığına (Baro) bağlı olarak çalışmakta olan bir avukattır. Başvurucunun bir dönem çalıştığı büronun sahibi olan kadın Avukat A., başvurucunun İstanbul Barosu, Türkiye Barolar Birliği, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Cumhuriyet savcılıklarına kendisi aleyhine verdiği şikâyet dilekçelerinde hakaret, tehdit, şantaj ve suç isnadı içeren ifadelerde bulunduğu gerekçesiyle ve başvurucunun cezalandırılması talebiyle Baroya şikâyette bulunmuştur. Şikâyet üzerine Baro başvurucudan hakkındaki iddialara karşı savunmasını göndermesini talep etmiştir. Başvurucu 23/9/2013 tarihinde, hem yazılı savunmasını içerir hem de A. hakkında karşı şikâyetlerde bulunduğu dilekçeyi Baroya sunmuş; kendisi hakkında yapılan şikâyetin reddine ve A. hakkında kovuşturma açılarak dosyanın disiplin kuruluna gönderilmesine karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur. 23/9/2013 tarihli söz konusu dilekçenin ilgili kısımları şu şekildedir:\" Şikâyetçi, kendisinin suç teşkil eden eylemlerini açığa çıkarmam nedeniyle şahsıma beslediği yüksek dozajdaki husumet, kin ve nefret duygularıyla, intikam hırsının ateşiyle şahsıma fahiş miktarlarda tazminat davası açmayı ve şikâyet etmeyi alışkanlık haline getirmiş, söz konusu davaları ve şikâyetleri bir gelir kapısı olarak benimsemiş, artık şikâyet edecek bir şey bulamadığı için resmi kurumlara sunduğu ve istediği bir şekilde cevap alamadığı konuları ısıtıp ısıtıp gündeme getirmiş, iddia ve savunma dokunulmazlığı çerçevesinde mahkemeye sunulan dilekçelerden medet dilenecek seviyeye düşmüş, bir zamanlar evrakta sahtecilik suçuyla aldatmaya teşebbüs ettiği (ekte sunulan belgelerden sabit) hâkim ve savcıların avukatı olmaya soyunmuş ve bu surette Sayın Başkanlığınızı sözde kandıracağını ummuş ve böylece haksız kazanç sağlamayı ilke ve hedef edinmiş, hakkında son soruşturmanın açılmasına karar verilmiş, ileride yüz kızartıcı suçlardan biri olan evrakta sahtecilikten hükümlü olması muhtemel bir sanıktır.... Sanık olan şikâyetçi, şikâyet dilekçesinin altıncı paragrafında tabir-i caizse ipin ucunu kaçırmış, avukatlık mesleğinin etik ilke ve kurallarından bahsetmeye kalkmıştır. Meslektaşlarının imzalarını taklit ettiği veya ettirdiği bilirkişi raporuyla sabit olan birinin, meslektaşlarını sigortasız çalıştırarak mağdur eden birinin avukatlık mesleğinin etik ilke ve kurallarından bahsetmeye hakkı yoktur. ... Şikâyetçi sanık hakkımda suç duyurusunda bulunulmasını istemiş olsa da Sayın Mahkeme dikkate almamış ve dilekçemiz doğrultusunda suçun hukuki niteliğini değiştirmiştir (A. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan yürütülen yargılamayı yapan mahkemeye başvurucu tarafından sunulan dilekçe). Söz konusu dilekçemizde şikâyetçi sanığı hedef alan doğrudan ve dolaylı hiçbir açıklama yoktur. Şikâyetçi sanık, hâkim ve savcılar suç duyurusunda bulunmayınca ve tazminat davası açmayınca 18 yıllık tecrübesiyle kendisini hadsiz bir şekilde hâkim ve savcıların avukatı olarak yetkilendirmiş, kendisinin çirkin ve haksız çıkarları uğruna hâkim ve savcıları kullanmaya teşebbüs etmiş, onlar adına beyanda bulunmuş ve Sayın Başkanlığınızı da bu şekilde etkilemeyi ummuştur. ... Sonuç olarak dilekçelerinde kendi tabiriyle evrene verdiği pozitif mesajdan medet bekleyen, kadın olduğunu, çocuğu olduğunu, çocuğun adının Emek olduğunu, çocuğunu dövmediğini, 40 yaşında olduğunu, mavi döpiyesli savcıyı, erkek çocuk doğuramadığı için her an kuma tehlikesi yaşayan bir ailesi olduğunu dosyayla ilgisi olmamasına rağmen belirten, hakkında hakim ve savcılar ile münasebetsiz ilişkiler yaşadığı belirtilen, yer altı dünyasının topuk sesleri benzetmesi ile anılan, ünlülerin boşanma avukatı olarak da ün kazanmış ve medyatik olduğu ifade edilen tekzip edilmemiş haberler yayınlanan sanık hakkında, evrakta sahtecilik suçu ekte de sunulan bilirkişi raporuyla da sabit olmasına rağmen iddianamenin sadece görevi kötüye kullanma suçundan hazırlanmış olması haksızlığı ve hukuksuzluğu karşısında hukuki tükenmişlik içerisinde ne sanık olan şikâyetçiye ne de hâkim veya savcılara hakaret kastı içerisinde hareket edilmeden, iddia ve savunma dokunulmazlığı çerçevesinde haklı ve doğal şüpheler ile sisteme eleştiri ve sitem dile getirilmiştir. Söz konusu dilekçenin verilmesinin ardından sayın Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının suçun hukuki niteliğini değiştirerek iddialarımızın haklılığını ortaya koyması da 3/7/2013 tarihli dilekçenin niteliğini ve önemini göstermektedir....Maalesef şikâyetçi Av. A. tarafından hem sayın Başkanlığınıza sunulan dilekçelerinde hem de Mahkeme ve Savcılıklara sunulan dilekçelerinde yukarıda bahsettiğimiz davalarla ve şikâyetlerle ilgili olmayan konuları ve unsurları kullanarak ayrıcalık beklemiş ve beklemeye devam etmektedir. Tarafımca da şikâyetçinin bu yolla haksız bir şekilde amaçlarına ulaşmasından endişe etmem ve bunları da dile getirmem son derece olağan, doğal ve yerindedir.... \" Söz konusu dilekçedeki ifadelerin A. yönünden hakaret oluşturduğundan bahisle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucu 6/10/2015 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 500 TL adli para cezasına mahkûm edilmiş ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının gerekçesinde Mahkeme, dava konusu 23/9/2013 tarihli dilekçede yer verilen \"hakkında hakim ve savcılarla münasebetsiz ilişkiler yaşadığına dair haberler yayımlanmıştır\", \"yüz kızartıcı suçlardan biri olan sahtecilik suçundan yargılanıyor\", \"meslektaşlarının imzalarını taklit ettiği veya ettirdiği bilirkişi raporuyla sabit olan birisi\", \"kendisini hadsiz bir şekilde hakim ve savcıların avukatı olarak yetkilendirmiş, çirkin ve haksız çıkarları uğruna hakim ve savcıları kullanmaya teşebbüs etmiş, hakkında hakim ve savcılarla münasebetsiz ilişkiler yaşadığı belirtilen, yeraltı dünyasının topuk sesleri benzetmesi ile anılan\" şeklindeki ifadeler nedeniyle başvurucunun üzerine atılı hakaret suçunun yasal unsurlarının oluştuğu sonuç ve kanaatine varıldığını ifade etmiştir. Başvurucu, hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 25/11/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 8/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Hakaret\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir....(3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.\" 5237 sayılı Kanun'un \"İddia ve savunma dokunulmazlığı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir.\" ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19664", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hakaret suçundan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, adli yargıda açılan alacak davasının idari yargının görev alanına girdiğinden davanın reddine karar verilmesinden sonra bu karara dayalı olarak idari yargı yerinde açılan ikinci davanın, idari işlem yokluğundan reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan başvurucu ile Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi (Üniversite) arasında hizmet sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşme 19/8/2008 tarihinde Üniversite tarafından feshedilmiştir.A. Adli Yargı Süreci Başvurucu; 8/10/2008 tarihli dava dilekçesiyle 30/6/2010 tarihine kadar görev yapması gerekirken hizmet sözleşmesinin bu tarihten önce gerekçe gösterilmeden feshedildiğini ve anılan sözleşme uyarınca belirlenen ücret üzerinden ödenmesi gereken son üç aya ilişkin maaş alacağının ödenmediğini belirterek maaş alacağı, mahrum kalınan gelir, kıdem tazminatı ve ulusal tatil günleri ile ücretli izin alacağından oluşan toplam 300 TL'nin Üniversiteden tahsiline karar verilmesini istemiştir. Başvurucu 21/3/2011 tarihli dilekçeyle talebini 27/1/2011 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah etmiştir. Ankara İş Mahkemesi 19/4/2011 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 173,19 TL kıdem tazminatı, 875,41 TL ödenmeyen aylık ücreti, 217,42 TL bakiye süre ücreti ve 164,62 TL yıllık izin ücreti alacağının davalı Üniversiteden tahsiline karar vermiştir. Hüküm davalı Üniversite tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 26/9/2013 tarihli kararla iki kurumun da devlet üniversitesi olduğu, başvurucunun bu üniversitelerde statü hukukuna göre çalıştığı ve dolayısıyla uyuşmazlığa bakma görevi idari yargıya ait olduğundan davanın usulden reddine karar vermek gerektiğine işaret ederek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi 23/1/2014 tarihli kararla davanın usulden reddine karar vermiş, hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.B. İdari Yargı Süreci Başvurucu 11/3/2014 tarihli dilekçesiyle adli yargıda öne sürdüğü taleplerini idari yargıda ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi 21/3/2014 tarihli kararla başvurucu hakkında idari tasarrufta bulunan Üniversitenin Türk idare teşkilatında yer almadığı ve dolayısıyla bu üniversite tarafından yapılan işlemlere karşı açılan davaların esasının incelenmesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın esastan incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 29/4/2015 tarihli karar ile itirazın reddine karar vermiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi Süreci Başvurucu, hizmet sözleşmesinin feshinden kaynaklanan alacağın tahsili istemiyle adli ve idari yargıda açmış olduğu her iki davanın görevden reddiyle meydana gelen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi talebinde bulunmuştur. Uyuşmazlık Mahkemesi 26/10/2015 tarihli kararla Ankara İş Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli kararı görevsizlik kararı niteliğindeyken Ankara İdare Mahkemesinin 21/3/2014 tarihli kararının davanın usulden reddine ilişkin olup yargı yolunu değiştiren ve adli yargının görevli olduğunu belirler nitelikte bir görevsizlik kararı olmadığını belirterek isteğin reddine karar vermiştir. Nihai karar 27/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20000", "Başvuru Konusu":"Başvuru, adli yargıda açılan alacak davasının idari yargının görev alanına girdiğinden davanın reddine karar verilmesinden sonra bu karara dayalı olarak idari yargı yerinde açılan ikinci davanın, idari işlem yokluğundan reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun kurum içinde atmış olduğu bir slogan nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör suçundan hükümlü olarak Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. 24/12/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesi ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a ek bir madde eklenerek terör suçlularına tek tip kıyafet giydirilmesi uygulamasına ilişkin bir düzenleme yapılmıştır. Söz konusu düzenlemede terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olanların duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda ceza infaz kurumlarının verdikleri elbiseleri giymek zorunda oldukları belirtilmiştir. Düzenlemenin devamında giyilecek elbiselerin bazı niteliklerine yer verilmiş, tek tip kıyafet giydirilmesi uygulamasına ilişkin hususların yönetmelikle düzenleneceği açıklanmıştır. 11/1/2018 tarihinde saat 45 civarında, başvurucunun da aralarında olduğu terör suçlarından hükümlü ve tutuklu olan yirmi sekiz kişi \"Tek Tip Elbise Giymeyeceğiz, Direneceğiz\" şeklinde slogan atmıştır. Söz konusu eylem sonrasında slogan atan yirmi sekiz kişi hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen \"gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak\" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında 1 ay haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu kararında; ceza infaz kurumlarının yapıları gereği özgürlüklerin sınırlandırıldığı yerler olduğu, bu yerlerde kurum idarelerinin kurumlarda bulunan tutuklu ve hükümlülerin güvenliğini ve sağlığını koruma yükümlülüğü yanında disiplini sağlama yükümlülüğünün bulunduğu belirtilmiştir. Bundan başka Disiplin Kurulu, tutuklu ve hükümlülerin kurumlarda diledikleri gibi eylem yapamayacaklarını, bu kişilerin güvenliğe ve iyileştirme programlarına uymalarının zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Söz konusu değerlendirmeler sonrasında Disiplin Kurulu, başvurucu ve diğer mahpusların gereksiz yere slogan attıkları sonucuna varmıştır. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazını 15/10/2018 tarihinde reddetmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Önemli olan sloganın gerekli olup olmaması değil, slogan atma eylemi nedeni ile ceza infaz kurumunda güvenliğin, disiplin ve düzenin bozulup bozulmadığıdır. Eğer slogan atılması eylemi nedeni ile (söylenen sözler ayrı bir suç oluşturmuyorsa) ceza infaz kurumunda güvenlik, düzen ve disiplin zarar görmüyorsa, sloganın konusu ne olursa olsun ilgilinin cezalandırılması mümkün değildir. Ancak içeriği suç teşkil etmese bile atılan slogan nedeni ile belirtilen kavramlar zarar görüyorsa ilgilinin cezalandırılması yoluna gidilecektir.Slogan atma olayının ceza infaz kurumunda güvenlik, düzen ve disiplini ihlal edip etmediği, olayların gelişimi, hükümlünün tüm davranışları, eylemin gerçekleştiği nokta ve şartlar ve söylenen sözler bir bütün olarak değerlendirilerek tespit edilecektir. ...Yukarıda belirtilen kıstaslar dikkate alınarak yapılan incelemede, örgütlü bir şekilde hareket edilmesi ve fiziksel direnç gösterilmesi dikkate alındığında, eylem nedeniyle kurumda düzen, güvenlik ve disiplinin bozulduğu sonucuna varılmış ve şikayet edenlerin slogan attıkları gerekçesiyle cezalandırılmaları yerinde görülmüştür.\" Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 8/11/2018 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, mahkeme kararını 23/11/2018 tarihinde öğrenmiş; 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.\" 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen ve \"Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama\" cezasını gerektiren eylem şudur:\"...e) Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak. \" ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38006", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun kurum içinde atmış olduğu bir slogan nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, hükümlü olan eşlerin ziyaret hakkı olan çocuklarıyla aynı anda görüş yapabilmelerine izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihlerde, hükümlü olarak Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucunun hükümlü/tutuklu eşi de aynı yerleşkededir. Çiftin şikâyet konusu olay tarihinde beş ve yedi yaşlarında iki çocuğu bulunmaktadır. Başvurucu ve eşi, ayrı dilekçelerle Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) eşleri, çocukları ve çocuklarının refakatçisi ile aynı anda görüş yapabilmelerine izin verilmesi talebinde bulunmuştur. Başsavcılık 5/2/2020 tarihli kararı ile başvurucunun eşi tarafından yapılan talebi reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 5/12/2018 tarihli ve 30616 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (Ziyaret Yönetmeliği) ile değişik maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca aynı yerleşke içinde yer alan hükümlü/tutukluların birbirleriyle görüştürülebilecekleri ancak aynı anda dışarıdan ziyaretçi kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucu sonucundan doğrudan etkilenmesi nedeniyle eşinin talebi hakkında verilen Başsavcılık kararı sonrası Bandırma İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 5/6/2020 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun aynı yerleşke içinde hükümlü/tutuklu bulunan eşi, çocukları ve çocuklarının refakatçisiyle aynı anda görüşmek istediği ancak Ziyaret Yönetmeliği'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının aynı yerleşke içindeki hükümlü/tutuklular ile dışarıdan gelecek ziyaretçilerin aynı anda görüşme yapmasına imkân vermediği ifade edilmiştir. Başvurucu İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Bandırma Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Karara karşı yapılan itiraz usule ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 19/6/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 23/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26121", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hükümlü olan eşlerin ziyaret hakkı olan çocuklarıyla aynı anda görüş yapabilmelerine izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen intihar olayı nedeniyle yaşam hakkının, bu olay üzerine açılan tam yargı davası sonucunda aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular İsrafil Şimşek, Saliha Şimşek, Metin Şimşek ve Sinan Şimşek, Foça 7'nci Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığında (Alay Komutanlığı) zorunlu askerlik hizmetini ifa etmekteyken 22/1/2013 tarihinde vefat eden Y.Ş.nin sırasıyla babası, annesi ve kardeşleridir. Y.Ş. aldığı acemi askerlik eğitimini müteakip 7/8/2012 tarihinde Alay Komutanlığına katılmış, askerlik hizmeti öncesinde marangozluk yaptığını bildirmesi üzerine de marangozhanede görevlendirilmiştir. Y.Ş.ye, emniyet ve nöbetle ilgili talimatların yanında mesai saatleri içinde ve dışında bölük komutanının emri olmadan iş birimini açık bulundurmayacağına, izinsiz işe başlamayacağına ve marangozhanede mesai saatleri dışında kesinlikle çalışmayacağına ilişkin emirleri içeren görev talimatları tebliğ edilmiştir. Y.Ş. ile aynı yerde zorunlu askerlik hizmetini yapan J. Çvş. A.E.nin yastığının altına koyduğu cüzdanı 21/1/2013 tarihi akşamında çalınmıştır. Aynı gün saat 00'e kadar aramasına rağmen cüzdanını bulamayan J. Çvş. A.E., 22/1/2013 tarihinde saat 00-00 arasında Y.Ş. ile birlikte su deposu mevkiinde nöbet tutmuştur. J. Çvş. A.E.ye göre nöbet esnasında Y.Ş. cüzdanı kendisinin çaldığını söyleyip cüzdanı tuvalete atmasından sonra sifonu çektiğini anlatmıştır. Y.Ş. saat 10 sıralarında, tüfeğine ait iki şarjörü doldur-boşalt işlemini yapmadan şarjör dolabının üzerine bırakmış, tüfeği de sözlü şekilde silahlık nöbetçisi olarak görevlendirilen J. Çvş. S.A.ya teslim etmiştir. Koğuş içinde J. Çvş. A.E., Y.Ş.nin cüzdanı çaldığını ikrar ettiğini ve cüzdanı bulamadıklarını söyleyip ona bir tokat atmıştır. J. Çvş. A.K. de duruma kızıp Y.Ş.nin ensesine bir tokat atmıştır. J. Er. U.E. ve A.E. yanlarına Y.Ş.yi de alarak o günün nöbetçisi olan J. Uzm.Çvş. A.nın yanına gidip olayı anlatmışlardır. J. Uzm.Çvş. A., konuyla sabah ilgileneceğini söyleyerek devriye görevine çıkmıştır. Y.Ş. sonraki nöbetçinin yerine de nöbet tutacağını beyan ederek silahlık nöbetçisi J. Çvş. S.A.dan tüfeğini alıp marangozhaneye girmiş ve kapıyı arkadan kilitlemiştir. Silah takip defterine göre su deposu mevkiinde 00-00 saatleri arasında nöbet tutacak askerler tüfeklerini saat 30'da teslim almışlardır. J. Uzm.Çvş. A.nın konuşmak için çağırtması üzerine Y.Ş.nin yokluğu fark edilmiştir. Kim olduğu tespit edilemeyen bir askerin Y.Ş.yi marangozhaneye girerken gördüğünü söylemesi üzerine kapısı kilitli olan marangozhane, temin edilen anahtar yardımıyla saat 50 sıralarında açılmıştır. Y.Ş. başından yaralı olarak, bir sandalye üzerinde oturur vaziyette bulunmuş; kendisine ait tüfeğin de bahsedilen sandalyeye dayalı olduğu fark edilmiştir. Aliağa Devlet Hastanesine sevk edilen Y.Ş. saat 20 sıralarında vefat etmiştir. Olaydan haberdar edilen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Turan/Bayraklı/İzmir Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) ölüm olayı hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır. Yürütülen ceza soruşturması kapsamında;i. Olay yeri incelenmiş, olay yerinin krokisi çizilmiş ve olay yerinin resimleri çekilmiştir. Yapılan olay yeri incelemesi neticesinde bir tüfek, bir mermi kovanı ve bir mermi çekirdeği gömlek parçası ile bir sigara izmariti bulunmuştur. Tüfekte parmak izine rastlanmamıştır. ii. Olay yerinden elde edilen bir kovan ile bir mermi çekirdeği gömlek parçasının başvurucuların yakınına ait tüfekten atıldığı ve söz konusu tüfeğin çalışır vaziyette olduğu saptanmıştır. iii. Y.Ş.nin sağ el üstü ve sağ yüz yan svaplarında atış artığı bulunduğu tespit edilmiştir.iv. Olay yerindeki koltuk, zemin ve olayda kullanılan tüfek üzerinden alınan kan örnekleri ile olay yerinden elde edilen sigara izmaritinden elde edilen DNA profillerinin Y.Ş.ye ait DNA profilleriyle aynı olduğu anlaşılmıştır. v. Y.Ş.nin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanması sonucu öldüğü belirlenmiştir. Otopsi raporuna göre atış, bitişik atış mesafesinden yapılmıştır. vi. Y.Ş.ye ait taşınabilir bellek incelenmiş ancak soruşturmaya konu olabilecek herhangi bir veri bulunamamıştır.vii. Y.Ş.ye ait Rehabilitasyon ve Danışmanlık Merkezi kaydının bulunmadığı saptanmıştır. Askerî Savcılığın istinabe yoluyla beyanına başvurduğu başvurucular, yakınlarının maddi ve manevi herhangi bir probleminin olmadığını beyan etmişlerdir. Askerî Savcılık; Bölük Komutanı Ö.A.nın, marangozhane ile ilgili kısmın komutanı J. İs. Bçvş. Ç.nın, J. Çvş. A.nın,olay günü doldur-boşalt işlemi yaptırmakla ve nöbetçi askerlere şarjör teslim edip nöbet bitiminde nöbetçi askerlerden şarjör teslim almakla görevli J. Uzm. Çvş. H.A.nın, J. Çvş. A.E.nin, başvurucuların yakını ile birlikte marangozhanede çalışan J. Er B.nin, başka askerlere nazaran başvurucuların yakını ile daha çok iletişim hâlinde olan J. Er B.U. ile J. Er So.A.nın ifadelerini almıştır. J. Er B., mesai başlangıcında komutanlarından aldıkları marangozhanenin anahtarını mesai sonrasında yine komutanlarına verdiklerini, J. Uzm. Çvş. H.A. ise nöbet sonrasında Y.Ş.den teslim aldığı mühimmatın eksik olmadığını söylemiş ancak ifadesine başvurulanlardan hiçbiri Y.Ş.nin sıkıntılı bir hâletiruhiye içinde olduğuna veya anormal davranışlar sergilediğine ilişkin bir beyanda bulunmamıştır. Yürüttüğü soruşturma sonunda Askerî Savcılık, başvurucuların yakınının kendi iradesi ile intihar ettiği gerekçesiyle olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Kovuşturmasızlık kararı başvurucular İsrafil Şimşek ve Saliha Şimşek'e 12/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Olaydan hemen sonra askerî yetkililerce oluşturulan İdari Tahkikat Heyeti de olay hakkında bir idari soruşturma yürütmüştür. İdari Tahkikat Heyeti, yürüttüğü idari soruşturma kapsamında bazı subay, astsubay ve uzman çavuş ile birtakım er ve erbaşın ifadelerine başvurmuştur. J. Er B., ceza soruşturması kapsamında verdiği ifadesinin aksine mesai dışındaki bakım ve onarım faaliyetleri için marangozhanenin anahtarının kendisinde ve Y.Ş.de bulunduğunu, olay günü de marangozhanenin kendisinde bulunan anahtar yardımıyla açıldığını beyan etmiştir. Bununla birlikte Y.Ş.nin psikolojik sorunlarının bulunduğuna veya normal davranmadığına yönelik beyanda bulunan kimse olmamıştır. İdari Tahkikat Heyetince hazırlanan idari tahkikat raporunda, Y.Ş.nin tüfeği ile kafasına ateş ettiği ve olayın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğu belirtilmiştir. Onayına sunulan idari tahkikat raporuna J. Komd. Okl. veEğt. Mrkz. Komutanı; olay günü nöbetçi olan nöbetçi astsubayın, doldur-boşalt istasyonu nöbetçi astsubayının ve iş ocağı anahtarının verilen emir ve talimatlara aykırı olarak müteveffanın üzerinde olması nedeniyle takım komutanı ile bölük komutanının birlik komutanınca ikaz edilmesinin uygun olacağına dair kanaatini not etmiştir. Bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı, başvurucular İsrafil Şimşek ile Saliha Şimşek'e ayrı ayrı 000 TL ölüm yardımı yapılmasına karar vermiştir. Başvurucular, somut herhangi bir husus belirtmeden yakınlarının ölmemesi için gerekli tedbirlerin alınmadığını ve devletin olayın meydana gelmesinden hem kusuru nedeniyle hem de kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince sorumlu olduğunu belirterek Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi nezdinde tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular 28/3/2014 havale tarihli dava dilekçelerinin reddi üzerine hazırladıkları 3/7/2014 havale tarihli dava dilekçelerinde baba ve anne için ayrı ayrı 000 TL maddi, 000 TL manevi; kardeşler için ise ayrı ayrı 500 TL maddi, 500 TL manevi tazminat talep etmişlerdir. AYİM İkinci Dairesi başvurucuların yakınının intihara yönlendirildiğine dair delil bulunmadığı, ölüm olayına bir başkasının da dâhil olmadığı, başvurucuların yakınına yönelik olarak amirlerinin ve arkadaşlarının kötü bir yaklaşım ve davranışlarının bulunmadığı ve olayda idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğunu gerektirir bir illiyet bağının söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararda, davanın reddi nedeniyle başvurucuların davalı idareye maddi tazminat yönünden 400 TL, manevi tazminat yönünden ise 500 TL vekâlet ücreti ödemesine hükmedilmiştir. AYİM İkinci Dairesinde görevli iki üye, öz itibarıyla nöbet öncesi ve sonrasında nöbetçi arkadaşı ile yaşadığı hırsızlık olayının arkadaşları tarafından duyulmasının müteveffada yaratmış olduğu bir anlık psikolojik durum sebebiyle intiharın gerçekleşmiş olabileceği, hırsızlık olayının duyulmasına rağmen gerekli işlemlerin başlatılmaması ve müteveffanın o anki psikolojik durumu dikkate alınarak kendisine zarar vermemesi için gerekli tedbirlerin alınmaması, nöbetçi olmamasına rağmen müteveffaya silah verilmesi ve mesai sonrasında marangozhanenin anahtarının müteveffada bulunması nedenleriyle olayda hizmet kusurunun bulunduğu düşüncesiyle karara muhalif kalmışlardır. Başvurucuların karar düzeltme istemini AYİM İkinci Dairesi 7/4/2016 tarihinde reddetmiştir. Anılan karar başvuruculara 6/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvuru2/6/2016 tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk Başvuruya konu yargılamanın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.\" 1602 sayılı mülga Kanun’un \"Tebligat ve cevap verme\" kenar başlıklı maddesinin başvuruya konu yargılama sürecinde yürürlükte olan dördüncü fıkrası şöyledir: \"Taraflar sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/1 md.) Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir. \" 1602 sayılı mülga Kanun'un \"İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun uygulanacağı haller\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ... yargılama giderleri[ne] ... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 2/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun \"Yargı giderlerinin kapsamı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti....\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu askerlik hizmeti sırasında intiharı önleyici tedbirler alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bir başvuruda (Tanışma/Türkiye, B. No: 32219/05, 17/11/2015, §§ 65-67); emri altındaki erlerin vücut ve ruhsal bütünlüğünü koruması gereken başçavuşun profesyonel bir ordunun sorumluluklarını yerine getirmekle görevli olduğu bilinse de öleni darbetmesi eyleminin münferit ve öngörülemez bir eylem olduğunu, hiyerarşik üstlerinin davranışları ile belirgin ve ciddi bir ruhsal bozukluğu bulunmayan erin iki gün sonraki intiharı arasında bir nedensellik bağı kurulamayacağını, olay günü müteveffa ve başçavuş arasında bir sorun yaşanmış olsa da söz konusu gerginliğin disiplin sorunundan ve başçavuşun mesleki yetersizliğinden kaynaklanmış olabileceğinden başka bir şekilde anlaşılmayacağını ve o aşamada intihar ihtimalini öngöremedikleri için askerî yetkilileri suçlamanın askerî yetkilere gerçekçi olmayan ve aşırı bir yük yüklemek anlamına geleceğini belirterek yaşam hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10673", "Başvuru Konusu":"Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen intihar olayı nedeniyle yaşam hakkının, bu olay üzerine açılan tam yargı davası sonucunda aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, gözaltında güvenlik güçlerinin sözlü ve fiziksel şiddetine maruz kalınması, olumsuz tutulma koşullarında tutulması ve bu iddialar hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 13/8/2016 tarihinde PKK/KCK silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla gözaltına alınmış, 28/8/2016 tarihinde müsnet suçtan tutuklanmıştır. Başvurucunun gözaltına girişi sırasındaki muayenesi sonrası temin edilen 13/8/2016 tarihli (saat 47) genel adli muayene raporunda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu tarihten sonra gözaltında bulunduğu süre zarfında her gün genel adli muayene raporu temin edilmiştir. Bu raporların hepsinde darp ve cebir izine rastlanmadığı kaydı mevcuttur. Başvurucunun İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) sunduğu şikâyet dilekçesi ekindeki 17/8/2016 tarihli genel adli muayene raporunda yer alan ve doktor tarafından yazılan bir kısım notun okunamadığı fakat raporda darp ve cebir izine rastlanmadığının yazılı olduğu görülmüştür. Bunun dışında yine şikâyet dilekçesi ekinde sunduğu 22/8/2016 tarihinde hazırlanan genel adli muayene raporunun lezyonlar ile ilgili bulgular kısmında \"sağ el bileğinde şüphe ağrı+hematom duvara [Vurmuş ya da vurma yazmakta olup tam olarak okunamamaktadır.]\" tespitine yer verilmiş, bu raporun sonuç kısmında darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 14/10/2016 tarihinde 17/8/2016 ve 22/8/2016 tarihli genel adli muayene raporlarını da sunarak Cumhuriyet Başsavcılığına polis memurları hakkında işkence, kötü muamele, hakaret, tehdit, görevi kötüye kullanma suçlarından suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı; Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosundan 19/10/2016 tarihli yazı ile başvurucunun yakalanmasına, gözaltına alınmasına, tutuklanmasına yönelik verilen kararların, polis memurlarınca düzenlenmiş tutanakların ve yakalanmasından ceza infaz kurumuna teslim edilene kadar geçen sürede alınan tüm adli raporların okunaklı örneklerinin iletilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte, yukarıda talep edilen belgelerin yanı sıra şikâyet dilekçesinde yaşlı, kısa boylu, kafasının ortası hafif kel, gözleri iri ve göbekli olarak tarif edilen polis memurunun kim olduğunun tespit edilerek bu aşamada sadece sicil numarasının bildirilmesini, kamera görüntüleri varsa bunların iletilmesini İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü 13/12/2016 tarihli yazısıyla, başvurucunun Oto Hırsızlık Büro Amirliği nezarethanesinde 13/8/2016 ile 28/8/2016 tarihleri arasında gözaltında kaldığını, 12/12/2016 tarihinde yapılan teknik incelemede kamera cihazında 19/11/2016 tarihinden itibaren kamera kaydının olduğunun, talep edilen tarihlere ait kaydın olmadığının tespit edildiğini, 16/12/2016 tarihli yazısıyla da şikâyet dilekçesinde yaşlı, kısa boylu gibi özelliklerle tarif edilen polis memurunun kim olduğuna yönelik tespit yapılamadığını bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte İstanbul Valiliğinden olayla ilgili olarak yürütülen disiplin soruşturmasına dair evrakın iletilmesini talep etmiştir. İl Emniyet Müdürlüğünün 17/9/2017 tarihli yazısıyla disiplin soruşturması açılmasına yer olmadığı değerlendirilerek dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Yazının ilgili kısmı şöyledir:\"...Müşteki vekilinin iddiasının 13-2016 tarihi itibariyle TEM Şube Müdürlüğü Bürosunda gece görev yaptığı İl Emniyet Müdürlüğünce bildirilen görevlilerin fiziksel özelliklerine uymadığı, görevlilerin en kısasının 174 cm olduğu, bu ölçünün kısa boylu olarak değerlendirilmeyeceği, görevlilerden en yaşlı olanın ise 1976 doğumlu olduğu bunun da yaşlı olarak değerlendirilmesinin güç olduğunun değerlendirildiği, ifadesi alınan görevlilerden [Ç.nin] saçının başının üst bölgesini tamamen açıkta bırakacak şekilde dökülmüş olduğu, bunun 'kafasının ortası hafif kel' şeklinde tasvir edilemeyeceği, Müşteki vekilinin dilekçesinde şikayetçinin gördüğünde belirttiği şahısları kesin olarak tespit edeceğini ileri sürmesine karşın müşteki vekilinin bürosuna telefonla ulaşılarak müvekkiliyle birlikte yada tek başına şikayetçi sıfatıyla ifade vermek üzere davet edilmesine ve ifade için gün ve saat verilmesine rağmen bu davete icabet etmediği, ...Şikayetçinin ileri sürdüğü hususları ortaya koyacak açık kanıtlar bulunmadığı, nezarethane girişi çıkışı ve nezarethanede bulunduğu sürede alınan adli raporların tamamında darp cebir izine rastlanmadığının belirtildiği, iddiaları kanıtlayacak bir bulguya rastlanılmadığı anlaşıldığından... bir işlem yapılmasına yer olmadığı kanaati bildirilmiştir...\" Cumhuriyet Başsavcılığı 8/11/2016 tarihinde İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünden (Şube Müdürlüğü) başvurucuya ait genel adli muayene raporlarının incelenerek başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına dair bir bulgu olup olmadığının bildirilmesini, bulgulara göre kesin rapor düzenlenmesini talep etmiştir. Şube Müdürlüğünün 10/11/2016 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:\"...Haseki E.A. Hastanesinin 2016 tarih... raporunda ve Beşiktaş Sait Çiftçi Devlet Hastanesinin 2016 tarih saat 17:43 ibareli raporunda haricen bir lezyon bildirilmediği, Sarıyer Devlet Hastanesinin 2016 tarih saat 18:29 ibareli, Sarıyer Devlet Hastanesinin 2016 tarihli... saat 15:52 ibareli raporunda, 2016 tarih saat 15:53 ibareli raporunda, aynı hastanenin 2016 tarih saat 17:04 ibareli raporunda, aynı hastanenin 2016 tarih saat 16:58 ibareli raporunda, haricen bir lezyon bildirilmediği, haricen bir lezyon bildirilmediği, Beşiktaş Sait Çiftçi Devlet Hastanesinin 2016 tarih saat 17:03 ibareli raporda, sağ el bileğinde şişlik, ağrı ve hematom olduğunun belirtildiği, arızasının, Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu...\" Cumhuriyet Başsavcılığı 21/11/2017 tarihinde polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşma suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"... Müştekinin yargılanmakta olduğu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin ... dosyasının bir sureti soruşturma evrakının içerisine konulmuştur.Müştekinin gözaltı süresince alınan raporlarına ilişkin düzenlenen İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün... 10/11/2016 tarihli raporunda, ... haricen bir lezyon bildirilmediği, Beşiktaş Sait Çiftçi Devlet Hastanesinin 2016 tarih saat 17:03 ibareli raporda, sağ el bileğinde şişlik, ağrı ve hematom olduğunun belirtildiği, arızasının, kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu belirtilmiştir.İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 16/12/2016 tarihli yazısında olaya ilişkin kamera görüntüsü olmadığı belirtilmiştir.Yapılan soruşturma sonunda;...2-Müştekinin gözaltında kaldığı sürece alınan adli raporlarında sadece 22/08/2016 tarihli raporda sağ el bileğinde şişlik olduğunun belirtilmesi, bu yaranın basit nitelikte olması ve raporda bunun duvara çarpma sonucu oluştuğunun belirtilmiş olması,Dikkate alındığında müştekinin soyut iddiası dışında polis memurlarının gözaltında kaldığı süre zarfında müştekiye yönelik suç teşkil eden bir eylemde bulunulduğuna ilişkin soruşturmaya devam edilmesi ve kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmıştır...\" Başvurucu; anılan karara itirazında kendisine şüphelileri teşhis etme imkânı tanınmadığını, kamera kayıtlarının iletilmemesinin suçu gizlemeye yönelik olduğunu, bir kişinin sinirlendiğinde bileğini duvara vurmasının olağan olmadığını ancak elin duvara vurulabileceğini, kolluk görevlilerinin ifadelerinin alınmadığını, emniyetin raporuna dayanarak kovuşturmasızlık kararı verildiğini belirtilmiştir. İtiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:\"... müşteki hakkında Beşiktaş Sait Çiftçi Devlet Hastanesince düzenlenen 22/08/2016 tarihli raporda müştekinin sağ el bileğinde şişlik, ağrı ve hematom bulguları olduğunun belirtildiği, bulguların altında 'duvara' vurduğu şeklinde tespitin bulunduğu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün... konu ile ilgili tahkikat yazısında müştekinin tarif ettiği eşkale uygun herhangi bir polis memurunun tespit edilemediğinin ve müştekinin kaldığı nezarethane kısmı ile ilgili herhangi bir görüntü kaydının bulunmadığın belirtildiği, ... dikkate alındığında, müşteki vekilinin itirazının reddine...\" Ret kararı, başvurucuya 16/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 15/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-69; Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018, §§ 24, ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5010", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltında güvenlik güçlerinin sözlü ve fiziksel şiddetine maruz kalınması, olumsuz tutulma koşullarında tutulması ve bu iddialar hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde uzman erbaş olarak görev yapmaktayken 25/7/2011 tarihinde, bağlı olduğu birlik komutanlığı tarafından yürütülen spor ve eğitim faaliyetleri sırasında kolunda ağrı meydana gelmesi üzerine faaliyetten ayrılmıştır. Kayseri Asker Hastanesinde 26/7/2011 tarihinde yapılan muayenesi sonucunda başvurucuya sağ omuz ağrısı, sol omuz yumuşak doku travması tanısıyla üç gün yatak, yedi gün spor istirahati verilmiştir. Aynı Hastanenin 9/8/2011 tarihli raporu ile başvurucunun sağ omuz bankart lezyonu, hill-sachs lezyonu tanısı nedeniyle yirmi gün belirli faaliyetlerden muaf tutulması uygun görülmüştür. Kolundaki ağrı şikâyeti artarak devam eden başvurucu, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Burada yapılan muayenesi neticesinde başvurucuya sağ habitüel omuz çıkığı tanısı konulmuş ve 18/8/2011 tarihinde artroskopik bankart omuz onarımı ameliyatı yapılmıştır. Başvurucuya, anılan Hastanenin sağlık kurulu tarafından düzenlenen23/8/2011 tarihli raporla kırk beş gün; 11/10/2011 tarihli raporla otuz gün istirahat verilmiştir. İstirahatinin bitmesini müteakiben Kayseri Asker Hastanesi tarafından yapılan muayenesi neticesinde düzenlenen 22/11/2011 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun sağ omuz eklem çıkığı tanısıyla sınıfı görevine devam edeceğine, altı ay süreyle bazı sportif faaliyetlerden muaf tutulması gerektiğine karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu rapora istinaden aynı sınıfta TSK emrindeki görevine devam etmiştir. Görevine devam eden başvurucuya Etimesgut Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 19/9/2012 tarihli raporu ile aynı rahatsızlık nedeniyle kırk beş gün hava değişimi verilmiştir. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından düzenlenen 14/11/2012 tarihli raporla başvurucu hakkında, sağ omuz eklem hareket kısıtlılığı teşhisine istinaden \"TSK'da görev yapamaz\" kararı verilmiştir. Söz konusu raporun Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) onaylanıp kesinleşmesinin ardından 27/12/2012 tarihinde başvurucunun sağlık nedeniyle TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, TSK'da görev yapma niteliğini kaybetmesine ve ilişiğinin kesilmesine sebep olan rahatsızlığın görev sırasında ve görev nedeniyle meydana geldiğini belirterek bu sebeple uğradığı maddi ve manevi zararların karşılanması talebiyle 7/10/2013 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 17/12/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/11/2015 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun eylemi ve eylemden doğan zararı 22/11/2011 tarihli sağlık kurulu raporu ile öğrendiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca bir yıl ve her hâlükârda beş yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise bu süreleri geçirdikten sonra 7/10/2013 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 17/12/2013 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, başvurucu hakkında 2012 ve 2013 yıllarında düzenlenen sağlık kurulu raporlarının zararın öğrenilmesine ve dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığı da vurgulanmıştır. Karşıoy gerekçesinde ise 2011 yılında düzenlenen raporda başvurucu hakkında sınıfı görevine devam edeceğine karar verildiğinden bu tarih itibarıyla TSK'dan ilişiğin kesilmesinden kaynaklanan zararların oluşmasının ve dolayısıyla öğrenilmesinin söz konusu olamayacağı ifade edilmiştir. Başvurucunun TSK'da görev yapamayacağının 14/11/2012 tarihli sağlık raporu ile tespit edilmesi nedeniyle dava açma süresinin bu rapor esas alınarak hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.\" 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.\" Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmî yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.\" Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılıkararının ilgili kısımları şöyledir:\"[2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde], idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. ...Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.\"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017,§§ 19- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19043", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, arama ve el koyma işlemlerinde usulsüzlükler yapıldığı iddiasıyla yapılan suç duyurusu neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; aramanın hukuka aykırı olarak yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; bazı evraka ve bilgisayar kütüklerine el konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı), 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa aykırılık ile kamu kurum ve kuruluşları zararına dolandırıcılık suçları kapsamında yürütülen bir ceza soruşturmasında 1/6/2015 tarihinde başvurucu şirkete ait işyerleri ile bu şirkete bağlı olarak Elazığ'da faaliyet gösteren FEM Dershanesinde arama yapılması ve el koyma talebinde bulunulmuştur. Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/6/2015 tarihli kararları ile söz konusu arama ve el koyma talepleri kabul edilmiştir. Kararlarda, talepler doğrultusunda ilgili açık adresleri belirtilen işyerlerinde 3/6/2015 tarihinde saat 00 ile 00 arasında arama yapılabilmesine izin verilmiştir. Bu karar uyarınca kolluk görevlilerince ilgili işyerlerinde arama işlemleri yapılmış, delil olduğu şüphesiyle başvurucu şirkete ait bazı evraka ve sabit disklere el konulmuştur. Başvurucu şirket aramanın kararlarda belirtilen saatte bitirilmediği, yapılan işlemlerde usulsüzlükler yapıldığı, ayrıca arama ve el koyma işlemleri nedeniyle zarara uğratıldığı gerekçeleriyle kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde kolluk görevlilerinin yargı kararlarına dayalı olarak arama ve el koyma işlemini gerçekleştirdikleri vurgulanmıştır. Ayrıca aramanın gündüz yapılmasının aramaya gündüz vakti başlanılması anlamına geldiği, buna göre gündüz vakti başlanan aramaya gece de devam edilebileceği belirtilmiştir. Son olarak yapılan arama ve el koyma nedeniyle işyerinin bir gün kapalı kalması yüzünden zarara uğratıldığı şikâyetiyle ilgili olarak ise bunun bir hukuki uyuşmazlık olup hukuk mahkemelerinde dava açılabileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun yaptığı itiraz ise Sulh Ceza Hâkimliği tarafından itiraza konu kararın usule ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle 17/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar 25/11/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini gerçekleştirebilir.... (3) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/16 md.) Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar. (4) Zilyedliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu konuda bir karar verilmesini isteyebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Şüpheliye, sanığa veya üçüncü kişilere ait elkonulmuş eşyanın, soruşturma ve kovuşturma bakımından muhafazasına gerek kalmaması veya müsadereye tabi tutulmayacağının anlaşılması halinde, re'sen veya istem üzerine geri verilmesine Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından karar verilir. İstemin reddi kararlarına itiraz edilebilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilir. (Ek üç cümle: 25/7/2018-7145/16 md.) Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde çıkarılan kopyalar ve çözümü yapılan metinler derhâl imha edilir.  (2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması ya da işlemin uzun sürecek olması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir. (3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır. (4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır. ...\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19961", "Başvuru Konusu":"Başvuru, arama ve el koyma işlemlerinde usulsüzlükler yapıldığı iddiasıyla yapılan suç duyurusu neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; aramanın hukuka aykırı olarak yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; bazı evraka ve bilgisayar kütüklerine el konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru ceza soruşturmasında kaçak akaryakıt ve gizli yer altı tankı bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yapılan arama sırasında maddi zarara uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu şirket 7/3/2012 tarihinden itibaren faaliyet göstermekte olup motorlu kara taşıtı ve motosiklet yakıtı perakende ticareti ile iştigal etmektedir. Tokat'ın Reşadiye ilçesinde faaliyet gösteren başvurucu şirket 13/9/2013 tarihinde merkezini İstanbul'un Avcılar ilçesine aldırmıştır. Başvuru formuna göre şirketin temsilcisi B.A.dır. Diğer taraftan R... Ltd. Şti., Tokat'ın Reşadiye ilçesi Karaağaç köyü Çadırkaya mevkiinde -Reşadiye Erzincan karayolunun kilometresinde- Hancı Petrol unvanlı bir akaryakıt istasyonu işletmektedir. Bu şirket de B.A. tarafından kurulmuş olup bu kişi 13/1/2012 tarihinde şirketteki hissesini üçüncü kişilere devretmiştir. Başvurucu şirket Hancı Petrol istasyonunu devralmış ve 8/10/2012 tarihinde aldığı lisansla bu akaryakıt istasyonunu işletmeye başlamıştır. B. Arama ve El Koyma Süreci 2012 Yılında Yapılan Arama, El Koyma ve Tasfiye İşlemleri Osmancık Cumhuriyet Başsavcılığınca organize suç örgütü faaliyeti çerçevesinde petrol kaçakçılığı yapıldığı gerekçesiyle 8/11/2010 tarihinde söz konusu akaryakıt istasyonu ile Amasya ili Gümüşhacıköy ilçesi, Samsun ili Kavak ilçesi ve Çorum ili Osmancık ilçesinde bulunan diğer bazı akaryakıt istasyonlarını işleten şüpheliler hakkında ceza soruşturmasına başlanmıştır. Yapılan teknik takip kapsamında kolluk görevlilerince 10/3/2012 tarihinde saat 00 civarında karışımlı akaryakıtın Hancı Petrol istasyonuna götürüldüğü tespit edilmiş, boşaltım esnasında Reşadiye Cumhuriyet Başsavcılığınca arama ve el koyma kararı verilmiştir. Arama neticesinde iki tankerdeki akaryakıta el konulmuştur. Ayrıca bir adet gizli tank ve çeşitli araç ve aletlere de el konulmuştur. Tankerlerden ve işyerinde bulunan tanktan alınan numuneler üzerinde yapılan inceleme sonucu İnönü Üniversitesi Akaryakıt Analiz Laboratuvarının 28/3/2012 tarihli raporu ile numunenin çeşitli oranlarda mineral yağ ve white spirit tabir edilen madde içerdiği tespit edilmiştir. Reşadiye Sulh Ceza Mahkemesinin 18/5/2012 tarihli kararı ile el konulan 129 litre akaryakıtın tasfiyesine karar verilmiştir. Soruşturma devam ederken iletişimin tespiti kararları alınmış ve teknik takip yapılmıştır. Osmancık Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada alınan arama kararı uyarınca söz konusu akaryakıt istasyonunda 23/4/2012 tarihinde bir defa daha arama yapılmıştır. Bu arama sırasında istasyonun inşaat hâlinde olduğu ve bir kepçenin çalışır vaziyette olduğu tespit edilmiş, bu defa 24/4/2012-27/4/2012 tarihlerinde Sulh Ceza Mahkemesinin kararlarına istinaden arama işlemine devam edilmiştir. Yapılan aramada bazı tankların altında gizli başka tanklar tespit edilmiş ve bu tankların içerisinden alınan numunelerin yapılan kontrolünde ulusal marker seviyesinin geçersiz çıktığı belirlenmiştir. Ayrıca kaçak akaryakıt düzeneğinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla yazar kasa uyarı sistemindeki otomasyonun devre dışı bırakıldığı görülmüştür. Tankerlerden ve işyerinde bulunan tanktan alınan numuneler üzerinde İnönü Üniversitesi Akaryakıt Analiz Laboratuvarınca analiz yapılmıştır. Laboratuvarın 5/6/2012 tarihli analiz raporlarında, numunenin değişik oranlarda çözücü (solvent) karışımından oluştuğu ve mineral yağ içerdiği belirlenmiş ve bu akaryakıtın teknik düzenlemelere uygun olmadığı belirtilmiştir. Arama sırasında tespit edilen tank, pompa ve vanalar ile ulusal marker seviyesi geçersiz çıkan yaklaşık 000 litre kaçak akaryakıta el konulmuştur. Sulh Ceza Mahkemesi 21/6/2012 tarihinde kaçak akaryakıtın tasfiyesine karar vermiştir. Başvuruya Konu Arama ve El Koyma İşlemleri Başvurucu şirket Hancı Petrol istasyonunu devralmış ve 8/10/2012 tarihinde aldığı lisansla bu akaryakıt istasyonunu işletmeye başlamıştır. Osmancık Cumhuriyet Başsavcılığının 8/10/2012 tarihli talimatı üzerine Reşadiye Cumhuriyet Başsavcılığı Hancı Petrol akaryakıt istasyonunda kaçakçılık yapıldığı, hileli ve karışımlı akaryakıt satıldığı şüphesiyle Reşadiye Sulh Ceza Mahkemesinden arama talebinde bulunmuştur. Sulh Ceza Mahkemesi 8/10/2012 tarihinde bu talebi kabul ederek söz konusu akaryakıt istasyonunda arama yapılmasına karar vermiştir. 9/10/2012 ile 12/10/2012 tarihleri arasında bu akaryakıt istasyonunda arama işlemleri yapılmış ve bu kapsamda kazı faaliyetleri yürütülmüştür. Yapılan kazı çalışmaları neticesinde daha önce adli işlem yapılan gizli yer altı tanklarına ait boruların bulunduğu ancak bunların pasif durumda olduğu ve kullanılmadığı tespit edilmiştir. 9/10/2012 tarihinde yapılan arama sırasında faturasının ibraz edilemediği gerekçesiyle 300 litre mazota el konulmuştur. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından düzenlenen 9/10/2012 tarihli tutanağa göre on iki adet akaryakıt pompası ile bir adet yer altı tankından alınan numunelerin ölçümü yapılmış ve söz konusu numunelerin ulusal marker seviyelerinin geçerli olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu işyerinden alınan numuneler üzerinde yaptırılan inceleme neticesinde tanzim edilen Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Marmara Araştırma Merkezi (TÜBİTAK MAM) Enerji Enstitüsünün 28/11/2012 tarihli analiz raporunda, numunenin ulusal marker seviyesi geçersiz bulunmuştur. Kolluk görevlilerince düzenlenen 28/11/2012 tarihli tutanakta şu ifadelere yer verilmiştir:\"...28/11/2012 günü 55 sıralarında ... numaralı telefonda bulunan EPDK yetkilisi ... ile yapılan telefon görüşmesi ile MRX-151 numaralı ulusal marker saha kontrol cihaz analizinde yapılan testte cihazın kalibrasyon ayarının yerinde olduğu ve doğru sonuçlar verdiği konusunda mutabık kalınmış[tır]...\" Delil Tespiti Başvurucu şirket arama işlemleri sırasında uğradığı zararların tespiti amacıyla Reşadiye Asliye Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Yapılan delil tespiti kapsamında düzenlenen inşaat uzmanı teknik bilirkişi raporunda, petrol istasyonunun arka tarafından depolama alanında çeşitli derinlik ve uzunluklarda çukurlar ve kanallar açıldığı belirtilmiştir. Bu raporda, istasyonun eski hâline gelmesi için 578 TL harcanması gerektiği görüşü bildirilmiştir. Makine uzmanı teknik bilirkişinin 30/10/2012 tarihli raporunda ise yapılan kazı çalışmaları neticesinde yer altı tanklarının, dalgıç pompaların ve akaryakıt borularının hasara uğradığı tespit edilmiştir. Raporda başvurucu şirketin uğradığı toplam zararın 848 TL olduğu ve istasyonun eski hâline getirilip faaliyete geçmesi için asgari otuz iş günü gerektiği belirtilmiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucu şirket 7/1/2013 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Tokat Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Hancı Petrol akaryakıt istasyonunda 9/10/2012-12/10/2012 tarihleri arasında yapılan aramaların ölçüsüz olarak uygulanması neticesinde zarara uğranıldığı belirtilerek 000 TL tutarında tazminat talebinde bulunulmuştur. Mahkeme 16/4/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Dosyadaki tüm deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde; Osmancık Başsavcılığının 2010/1489 soruşturmasıyla bağlantılı olarak Reşadiye Başsavcılığına yazılan talimat doğrultusunda Sulh Ceza Mahkemesi kararına istinaden Hancı Petrol adlı işyerinde 2012-2012 tarihleri arasında yapılan kazı çalışmalarıyla vaziyet planında bulunmayan iki adet kaçak tank ve bu tanklara takılı dalgıç pompası, elektrik bağlantısı ve bu tankların vaziyet planlarında bulunan tanklarla bağlantısını gösterir tesisatların ele geçirildiği, buna ilişkin ayrıntılı raporların alındığı, yapılan işlemde herhangi bir usulsüzlük bulunmadığı, suça konu iddiaların ortaya çıkarılabilmesi için kazı yapılıp tankların çıkartılmasının bir zorunluluk arz ettiği, yapılan işlemlerde bir usulsüzlük bulunmadığı gibi ölçünün kaçırılmasından da bahsedilemeyeceği, soruşturma ve kovuşturma sonucu verilecek takipsizlik veya beraat kararlarından sonra şartların bulunması durumunda tazminat davası açılabileceğinden açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.\" Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Ceza Dairesinin 20/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Kararın gerekçesinde, yürütülen soruşturmada proje kapsamında yer almayan gizli yer altı yakıt tankının varlığı ve bunların akaryakıt pompaları arasındaki bağlantısının tespiti için kazı faaliyetlerinin yapılmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Daireye göre arama kararlarının ölçüsüz gerçekleştirildiğinin kabulü mümkün olmayıp, bu sebeple davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Nihai karar başvurucuya 9/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.E. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Osmancık Cumhuriyet Başsavcılığı, Y.Ö.nün liderliğinde karışımlı ve gümrük kaçağı akaryakıt satışına yönelik olarak bir suç örgütü teşekkül ettiği belirtilerek konu hakkında Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca (MASAK) rapor düzenlenmesi istenilmiştir. MASAK tarafından düzenlenen 25/4/2014 tarihli raporda şu hususlara yer verilmiştir: i. Şüphelilerin kaçak ve karışımlı akaryakıt satışından 238,81 TL tutarında gelir elde ettikleri ve bu gelirleri aklamak için özellikle 1/1/2010 tarihinden itibaren üçüncü kişiler adına paravan şirketler kurulmaya başlandığı belirtilmiştir. Bu tarihten sonra şüpheliler Y.Ö. ve T.S. ile bağlantılı kişilerin hesap hareketlerinin arttığı vurgulanmıştır. ii. Yapılacak denetimler neticesinde oluşan lisans iptallerini önlemek için aynı adreste birden çok şirket kurulduğu, karışımlı akaryakıt satışı sonucu elde edilen suç gelirlerinin nihai olarak şüphelilerin banka hesaplarına aktarıldığı ifade edilmiştir. Raporda karışımlı akaryakıt oluşturmak için gerekli ham maddelerin bedelinin de bu hesaplardan ilgili kişi ve şirketlere ödendiği belirtilmiştir. iii. Malatya, Mersin, Batman ve Ankara merkezli lisans sahibi şirketlerin ithal ettikleri ürünleri bu yerlerdeki istasyonlara taşıtmak üzere Kocaeli'nde mevcut liman antrepolarından taşıtlara yüklettikleri, ancak söz konusu ürünlerin Tokat, Çorum, Samsun ve Amasya illerinde bulunan akaryakıt istasyonlarına nakledildiği tespit edilmiştir.iv. Raporda sonuç olarak 1/1/2010 tarihinden itibaren bağlantılı şirketler bünyesinde elde edilen 238,81 TL tutarındaki gelirlerin suç geliri olduğu, bu gelirin gayrimeşru kaynağını gizlemek amacıyla örgütlü olarak aklama suçunun işlendiği, Y.Ö., T.Ö., Ş.Ö., Ö., T.S. ve A.nın bu suçu işledikleri, diğer şüphelilerin ise fer'i olarak suça iştirak ettikleri ifade edilmiştir.v. Hancı Petrol istasyonu yönünden ise bu istasyonun gerçek sahibinin şüpheliler Ö. kardeşler olduğu ve istasyonun bu kişilerin eniştesi olan İ.P. tarafından işletildiği belirtilmiştir. Şirket bünyesinde satışı yapılan kaçak ve karışımlı akaryakıtın gelirlerinin ise şüpheliler ve ilgili diğer kişiler adına yatırıldığına vurgu yapılmıştır. Osmancık Cumhuriyet Başsavcılığının 11/8/2017 tarihli iddianamesiyle B.A.nın da aralarında olduğu şüphelilerin petrol kaçakçılığı, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve suç örgütü kurma ve yönetme, suç örgütüne üye olma, suç örgütüne yardım etme gibi suçlardan cezalandırılması talep olunmuştur. İddianamede ayrıca başvurucu şirketin de aralarında olduğu çok sayıda şirketin hisselerinin arama ve el koyma tarihlerinden hemen önce veya bu işlemler devam ederken üçüncü kişilere devredildiği belirtilerek suçta araç olarak kullanıldığı gerekçesiyle bu şirketlerin ve suçun işlenmesiyle elde edilen gelirler kapsamında el konulan taşınmaz, hak ve alacaklar ile suçta kullanılan eşyanın da müsaderesine karar verilmesi talep edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminden (UYAP) sorgulama sonucuna göre yargılamaya Osmancık Asliye Ceza Mahkemesinde devam edilmektedir. A. Ulusal Hukuk 12/11/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir. (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. (3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir. (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir. (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir. (6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur…” 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir. (2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir. (3) (Ek: 26/6/2009 – 5918/2 md.) Bu madde kapsamına giren eşyanın müsadere edilebilmesi için, eşyayı sonradan iktisap eden kişinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun iyiniyetin korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanamıyor olması gerekir.\" 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır. (4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur. (5) Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır. (6) (Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.(Ek cümle: 11/4/2013-6459/11 md.) Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır. (7) (Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir....\" 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) (Değişik: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.... (4) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır....\"3 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan mülga ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Kaçak petrolün; bu Kanun hükümleri dışında satışa arz edilmesi, satılması, bulundurulması, bu özelliğini bilerek ticarî amaçla satın alınması, taşınması veya saklanması yasaktır.Kaçak petrol yakalandığında, kaçak petrole derhal el konulur ve yakalandığı ildeki il özel idaresine miktarını, cinsini ve özelliklerini gösterir bir tutanakla teslim edilir.Kaçak petrol hakkında tasfiye kararı, soruşturma evresinde hâkim tarafından verilir. Bu karar, kaçak petrole el konulduğu tarihten itibaren onbeş gün içinde, eşyadan numune alınmasının mümkün olduğu durumlarda numune alınarak, mümkün olmaması halinde ise gerekli tespitler yaptırılarak verilir.Kaçak petrolden alınacak numunelere ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Kaçak petrolün teknik düzenlemelere uygunluğunun tespiti, Kurum tarafından belirlenen akredite laboratuvarlar tarafından yapılır. Bu çerçevede gönderilen numunelerin tetkik ve tahlil giderleri Kurumca karşılanır. Laboratuvarlar, bunlara ilişkin tetkik ve tahlil işlemlerini öncelikle ve ivedilikle sonuçlandırır....\" 5015 sayılı Kanun'un olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan mülga ek maddesi şöyledir:\"Kaçak petrolü satışa arz eden, satan, bulunduran, bu özelliğini bilerek ticarî amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Kaçak petrolün ve kaçakçılıkta kullanılan suç araç ve gereçlerinin müsaderesine de hükmolunur.Ulusal markeri yetkisiz olarak üreten, satışa arzeden, satan, yetkisiz kişilerden satın alan, kabul eden, bu özelliğini bilerek nakleden veya bulunduran kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Ulusal markerin kimyasal özelliklerini taşımasa bile, bu madde yerine kullanılmak amacıyla üretilen kimyasal terkipler hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır.. ..\" 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Bu Kanunda geçen;...f) Suç geliri: Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini,g) Aklama suçu: 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 282 nci maddesinde düzenlenen suçu,ifade eder.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün \"Mülkiyetin korunması\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), arama ve el koyma gibi ceza hukuku araçlarından olan koruma tedbirlerinin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, §§ 50-51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05, 27/6/2015, §§ 57, 58). AİHM'e göre mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu gibi tedbirlerin muhakkak bir zarara yol açtığı ortadadır. Ancak AİHM, müdahalenin Sözleşmeye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61). Bu bağlamda Raimondo/İtalya kararında mafya gibi organize suç örgütleriyle mücadelenin zorluğuna dikkat çeken AİHM, şüphelinin bazı malları ile ilgili olarak uygulanan el koyma ve müsadere tedbirlerinin kaçınılmaz olandan aşırı bir zarara yol açmadığını belirterek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğuna karar vermiştir (Raimondo/İtalya, §§ 27-33). Bununla birlikte aynı karar ile iyi niyetli üçüncü kişilere ait araçların geç teslim edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır (Raimondo/İtalya, §§ 34-36). Borzhonov/Rusya kararında ise el konulan otobüsün, yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20", "Başvuru Konusu":"Başvuru ceza soruşturmasında kaçak akaryakıt ve gizli yer altı tankı bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yapılan arama sırasında maddi zarara uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yaptığı başvuruda talebinin kısmen kabul edildiğini ve idare ile sulhname imzalandığını, talebinin kabul edilmeyen kısmı için açmış olduğu davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesine, bunun mümkün olmaması durumunda maddi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.                Başvuru, 8/10/2013 tarihinde Ağrı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde tespit edilen eksikliklerin giderilmesinin ardından Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.         Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.         Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.         Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/3/2015 tarihli yazısı ile benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak, ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.      A.       Olaylar         Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:         Başvurucu, 14/3/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Ağrı Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuştur.          15/1/2008 tarihli ve 1347 sayılı Zarar Tespit Komisyonu kararında, \"... Zübeyt KAYA'nın  Ağrı İli Taşlıçay İlçesi Yeltepe (Gümüşlü) köyünde ikamet ederken 1993-1994 tarihlerinde yasadışı PKK terör örgütü mensupları ile meydana gelen olaylar nedeniyle ikamet ettikleri köylerinden ayrılarak göç ettikleri, babası Reşit KAYA 'nın kaçırıldığı ve daha sonra fidye istemiyle serbest bırakıldığı iddia edilmiştir. Bakanlıklara ve ilgili birimlere yapılan idari araştırmada Zübeyt KAYA' nın babası Reşit KAYA'nın PKK örgüt mensuplarınca kaçırıldığı ve akabinde serbest bırakıldığı anlaşılmıştr.... kaçırılma olayından sonra başvurucuların köylerini terk ederek İzmit iline göç ettikleri burada bir yıl kaldıktan sonra tekrar Taşlıçay ilçesine geri döndükleri kendi ifade tutanaklarından anlaşılmış olup, Reşit KAYA ve oğullarına ait köyde 4 adet evlerinin bulunduğu bir tanesini sattıkları diğer 2 evde kardeşlerden Zeki KAYA ve Zübeyt KAYA’nın ikamet etmekte olduduğu arazilerini ekip biçtikleri… Başvurucunun gayrimenkul hasar ve taleplerinin ise yörenin yaşam şekli itibariyle insanların konut algılamaları değerlendirildiğinde ev standardının aynı taş yapı ve kerpiçten ibaret olduğundan İl Bayındırlık Müdürlüğümüzce 2002 yılında çıkarılan 2 Oda 1 Salondan ibaret keşif özetinde 957,-YTL belirlenmiş olup bu miktar yeniden değerleme oranlarına tabi tutularak 5233 Sayılı Kanunun maddesine göre verilecek olan tazminatın Zarar Tespit Komisyonunca belirlenen 000,-YTL \" ödenmesine karar verilmiştir.          Zarar Tespit Komisyonu kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.      “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda, komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim” beyanını içeren sulhname, 6/2/2008 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.      Başvurucu tarafından, Zarar Tespit Komisyonu kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle Erzurum İdare Mahkemesinde tazminat davası açılmıştır.      Erzurum İdare Mahkemesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/837, K.2008/1358 sayılı kararında, “… davacı ile davalı idare arasında sulhname imzalandığı, 2008 tarih ve 172 sayılı Sulhname ile davacı vekili tarafından; terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle müvekkilinin uğramış olduğu aynı/nakdi tüm zararlarının karşılandığının kabul ve taahhüt edildiği anlaşılmaktadır.                    Hukukumuzda sulh, feragat ve kabul, görülmekte olan davaları sona erdiren işlemler olup, sulh işlemi dava öncesinde yapılmış ise dava açılmasını engelleyici özelliktedir. 5233 sayılı Kanun’daki sulh müessesesinin, taraflar arasındaki uyuşmazlığı onların rızası ile çözmeye yarayan ve terör olayları nedeniyle zarar gören gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin kanun kapsamındaki maddi zararlarının yargı yoluna gidilmeksizin, kısa sürede, daha ucuz ve daha basit çözüm yolu ile tatmin edici şekilde karşılama amacına hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki sulh yoluyla çözülmeyen uyuşmazlıklar için yargı yolunun saklı olduğu yukarıda adı geçen Kanunun açık hükmü gereğidir. Sulhname ise taraflar arasındaki uyuşmazlığı kesin olarak ortadan kaldıran, her iki taraf için bağlayıcı metin niteliğindedir. Sulh yoluyla çözülmüş bir uyuşmazlığın daha sonra yargı mercilerine taşınması sulh müessesesinin yapısıyla bağdaşmayacağı gibi 5233 sayılı Kanun’un maddesi hükmüne de uygun düşmeyecektir.                    5233 sayılı Kanun’da öngörülen sulh müessesesi Kanunda ayrıntılarıyla düzenlenmiş, idareye ve ilgililere yapılacak iş ve işlemler için ayrıntılı çözümler getirmiştir. Nitekim ilgililerin sulhnameyi kabul etmeme hakları bulunmakta olup, bu hakkın kullanılış şekli ve dava açma hakkı da Kanun’da düzenlenmiştir. Buna göre başvuru sahiplerinin sulhname imzalarken maddi hataya düştükleri, idare tarafından yanıltıldıkları veya sulhnameyi kısmen kabul ettikleri yönündeki iddialarına itibar etmeye hukuki olanak bulunmamaktadır.                   Bu durumda, sulhname tutanağını imzalayarak, tespit edilen zararları, ödenecek tazminat miktarını ve ifa tarzını kabul eden tarafların, sulhnamenin gereğini aynen yerine getirmek zorunda oldukları ve uyuşmazlığın temelinden çözüldüğü anlaşıldığından, sulhname ile uzlaşılan hususların dayanağı olan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.     Kararın temyiz edilmesi üzerine,  Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/11/2012 tarihli ve E.2011/7040, K.2012/11387 sayılı kararı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.      Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/6/2013 tarihli ve E.2013/8508, K.2013/4400 sayılı kararı ile reddedilmiştir.      Ret kararı 12/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 8/10/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.      Başvurucu vekilinin ilamsız icra takibi başlatması üzerine, sulhname kapsamında belirlenen tazminat miktarı 17/4/2009 tarihinde icra dosyası hesabına aktarılmıştır. B.       İlgili Hukuk     5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, § 15-21, 23).      5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” kenar başlıklı maddesi şöyledir:       “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.        Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.        Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.        Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.        Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”     5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanması” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:       “Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”     Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in “Nakdî ödemenin şekli ve tutarı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:        “Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.       Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”     ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7674", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yaptığı başvuruda talebinin kısmen kabul edildiğini ve idare ile sulhname imzalandığını, talebinin kabul edilmeyen kısmı için açmış olduğu davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın 19. , 35. , 36. ve 45. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesine, bunun mümkün olmaması durumunda maddi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 31/1/2018 tarihinde öğrendikten sonra 1/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Saniye Polat başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı Aycan Dere başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6828", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; akaryakıt rafinerisinde meydana gelen patlama sonucunda gerçekleşen ölüm olayı dolayısıyla açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, dava dilekçesinde saklı tutulan fazlaya ilişkin haklarla ilgili olarak karar verilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve patlama sırasında çay ocağında meydana gelen hasarın karşılanmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.4 Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru formunda Batman Toptancılar Sitesinde bulunan çay ocağında 3/5/2004 tarihinde meydana gelen patlama sonrasında başvurucuların murisi S.E. ile yakın akrabaları E. ve İ.E.nin öldüğü belirtilmiştir. Başvuru formunda başvurucuların S.E. ile olan yakınlık durumu tek tek açıklanmamıştır. Ancak başvuru formuna eklenen mahkeme kararları ile bilirkişi raporundan Gülseren Kanat'ın S.E.nin -resmî nikah bağı olmaksızın- birlikte yaşadığı kişi, Hamza Kanat'ın ise bu birliktelikten olan çocuğu, Eyüp Elboğa'nın S.E.nin babası, Kasım Elboğa, Şükriye Elboğa, Leyla Elboğa, Asiye Elboğa ve Metin Elboğa'nın S.E.nin kardeşleri, Hanım Elboğa'nın S.E.nin babaannesi, Vesile Yatap, Şemsinan Bediz, Menice Kanat ve Nuriye Üner'in ise S.E.nin halaları olduğu anlaşılmaktadır. Başvuru formunda açıklama yapılmamakla birlikte formun eklerinden E.nin başvuruculardan Eyüp Elboğa'nın kardeşi ve müteveffa S.E.nin amcası olduğu görülmektedir. Yine patlamada hasar gördüğü ileri sürülen çay ocağının E. tarafından işletildiği ve S.E.nin de anılan çay ocağında çalıştığı başvuru formunun eklerinden tespit edilmektedir. Başvuru formunun eklerinden anlaşıldığı kadarıyla S.E.nin ölümü nedeniyle Türkiye Petrol Rafinerileri Anonim Şirketi (TÜPRAŞ) tarafından 22/7/2004 tarihinde Eyüp Elboğa'ya 721,83 TL ödeme yapılmıştır. Başvurucular 19/1/2007 tarihinde TÜPRAŞ'a karşı Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, patlamanın TÜPRAŞ tesisinden kaynaklandığı belirtilmiş; meydana gelen ölümlerin yol açtığı manevi ızdıraptan söz edilmiştir. Dilekçede, S.E.nin ailede gelir elde eden tek kişi olduğu ve onun ölümüyle başvurucuların onun desteğinden yoksun kaldıkları ifade edilmiştir. Ayrıca tüm başvurucular için toplam 000 TL manevi tazminatın yanı sıra Gülseren Kanat, Hamza Kanat ve Eyüp Elboğa için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere ayrı ayrı 500 TL maddi tazminat talep edilmiştir. Başvurucular, çay ocağında oluştuğunu iddia ettikleri maddi zararla ilgili olarak herhangi bir tazminat talep etmemiştir. Mahkeme 22/5/2009 tarihli kararıyla zamanaşımı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Mahkeme bir yıllık zamanaşımı süresinin olay tarihinden itibaren başlayacağını kabul etmiştir. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 14/6/2011 tarihli kararıyla onanmıştır. Ancak Daire karar düzeltme aşamasında verdiği 21/12/2011 tarihli kararıyla onama kararını kaldırmış ve mahkeme kararını bozmuştur. Daire zarar verenin kim olduğunun başvurucular tarafından ne zaman öğrenildiğine ilişkin olarak dosyada bir verinin bulunmadığına işaret etmiş ve ceza davasındaki dosyanın getirtilerek sonucuna göre değerlendirme yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkemece hesap bilirkişisine inceleme yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenen 24/4/2014 tarihli ek raporda S.E.nin vefatı nedeniyle uğranılan destekten yoksun kalma zararı Gülseren Kanat için 032,91 TL, Hamza Kanat için 289,98 TL ve Eyüp Elboğa için 055,09 TL olarak hesaplanmıştır. Raporda ayrıca daha önce TÜPRAŞ tarafından 22/7/2004 tarihinde Eyüp Elboğa'ya ödenen 721,83 TL'nin faiz giydirilmiş hâlinin (toplam 033,52 TL) mahsup edilmesi önerilmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 20/10/2014 tarihli ek raporda ise başvuruculara Batman Valiliği ve TÜPRAŞ tarafından yapılan ödemelerin toplam tutarının 205,34 TL olduğu, bu sebeple başvuruculara ödenmesi gereken maddi tazminatın bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme 14/1/2015 tarihli kararıyla manevi tazminat talebi yönünden davayı kısmen kabul etmiş, maddi tazminat talebi yönünden ise davayı reddetmiştir. Mahkeme başvurucuların ceza davasına sunulan 31/7/2006 ve 7/11/2006 tarihli bilirkişi raporlarıyla faili ve zararı öğrendiklerini kabul etmiş, buna göre 19/1/2007 tarihinde açılan davanın süresinde olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, maddi tazminat istemi yönünden Eyüp Elboğa'ya ödenen 586,20 TL'nin faizi ile birlikte güncellenmesi neticesinde 170,32 TL olduğunu belirtmiş ve bu tutarın başvurucular için hesaplanan 377,98 TL maddi zarardan fazla olduğunu, bu nedenle maddi tazminat isteminin reddi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu 12/2/2015 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, maddi zararın ödendiği kabulüyle buna ilişkin tazminat istemi reddedilmiş ise de idare tarafından herhangi bir ödeme yapılmadığı belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca hükmedilen manevi zararların da düşük olduğu ileri sürülmüştür. Daire 18/5/2015 tarihli kararıyla maddi tazminata ilişkin hüküm fıkrası yönünden mahkeme kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde, mahkeme kararı ile hükme esas alınan bilirkişi raporu arasındaki rakamsal farklılıklar nedeniyle raporun hükme esas alınmaya elverişli olmadığı kabul edilmiştir. Daire yeni bir bilirkişi raporu alınması gerektiğine işaret etmiştir. Karar düzeltme istemi Dairenin 20/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme yeniden bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan 6/4/2017 tarihli raporda Gülseren Kanat için 595,20 TL, Hamza Kanat için 482,20 TL destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi, Eyüp Elboğa için ise önceden aldığı tutarlar gözetilerek hiç tazminata hükmedilmemesi gerektiği kanaati açıklanmıştır. Mahkeme 31/10/2017 tarihli kararla davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme başvurucular lehine toplam 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme; Eyüp Elboğa'nın maddi tazminat talebini daha önce kendisine ödeme yapıldığı gerekçesiyle reddetmiş, Gülseren Kanat ve Hamza Kanat için ise talepleriyle bağlı kalarak her biri lehine 500 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararı 5/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna başvurmamıştır. Başvurucular 31/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4431", "Başvuru Konusu":"Başvuru, akaryakıt rafinerisinde meydana gelen patlama sonucunda gerçekleşen ölüm olayı dolayısıyla açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, dava dilekçesinde saklı tutulan fazlaya ilişkin haklarla ilgili olarak karar verilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve patlama sırasında çay ocağında meydana gelen hasarın karşılanmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, internet trafik bilgilerinin mevzuatta belirlenen süreden fazla tutulması ve bu bilgilerin yargı makamına gönderilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak oybirliği sağlanamaması nedeniyle incelemenin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen yargılamada İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 7/12/2017 tarihinde mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin hükümle birlikte devamına dair karar verilmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Yargıtay Ceza Dairesinin 2/7/2020 tarihli bozma kararının ardından yargılamaya ilk derece mahkemesi nezdinde devam edilmektedir. Başvurucu, 30/7/2020 tarihinde Mahkeme tarafından tahliye edilmiştir. Derece Mahkemesince başvurucunun kullandığı iddia edilen cep telefonuyla Litvanya'da yer alan birtakım IP adreslerine sahip sunuculara 11/8/2014 ile 9/10/2016 tarihleri arasında bağlanılıp bağlanılmadığına ilişkin olarak 25/4/2017 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) bilgi istenmiştir. Daha sonra başvurucu 25/4/2018 tarihli dilekçesiyle BTK yetkililerinin kişisel verileri hukuka aykırı olarak işleme, ele geçirme, yayma ve verileri yok etmeme suçlarını işlediğinden bahisle şikâyetçi olmuştur. Bu kapsamda IP trafik bilgilerinin mevzuatta öngörülen süreden fazla saklanılmaması gerektiğini ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kendi adına kayıtlı cep telefonu hattına ilişkin olarak istediği IP trafik bilgilerinden iki yıl öncesine ait verilerinin de gönderilmesi suretiyle söz konusu suçun işlendiği iddia edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı soruşturma sonucunda ilgili mevzuat hükümlerine yer vermek suretiyle 8/11/2017 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yapmış olduğu itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/12/2018 tarihinde Başsavcılık kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 25/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru yapmak amacıyla başvurucu 1/1/2019 tarihinden önceki başvurularda kullanılan bireysel başvuru formunu, ceza infaz kurumuna 22/2/2019 tarihinde teslim etmiştir. Başvurucu daha sonra belgelerin kendisine işlemsiz olarak iade edildiğini belirtmektedir. Bunun üzerine başvurucu -1/1/2019 tarihinden sonra kullanılması gereken- yeni başvuru formu ile 1/3/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucu, başvurunun süresinde yapılamamasına ilişkin olarak mazeret isteminde de bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ertan Erçıktı (3), B. No: 2018/14040, 30/6/2021, §§ 16- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7831", "Başvuru Konusu":"Başvuru, internet trafik bilgilerinin mevzuatta belirlenen süreden fazla tutulması ve bu bilgilerin yargı makamına gönderilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde piyade uzman çavuş olarak görev yapmakta iken 3/8/2012 tarihinde terör örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen saldırı sırasında içinde bulunduğu askerî aracın mayınla teması nedeniyle meydana gelen patlama sonucunda yaralanmıştır. Gördüğü tedaviler sonucunda Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi tarafından düzenlenen 10/4/2013 tarihli sağlık raporuyla başvurucu hakkında kaburga kırığı, sağ omuz bölgesi eski kırık ameliyatlısı, sağ omuz eklemde hareket kısıtlılığı tanısına istinaden \"TSK'da görev yapamaz.\" kararı verilmiştir. Söz konusu raporun Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) 22/4/2013 tarihinde onaylanıp kesinleşmesinin ardından 15/4/2014 tarihinde sağlık nedeniyle başvurucunun TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, TSK'da görev yapma niteliğini kaybetmesine ve ilişiğinin kesilmesine sebep olan rahatsızlığının görevi sırasında ve görevi nedeniyle geçirdiği kaza sonucu meydana geldiğini belirterek bu olaydan ötürü uğradığı zararların karşılanması talebiyle 3/6/2014 tarihinde idareye başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 8/8/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmış, anılan Mahkemenin 19/11/2014 tarihli kararı ile davanın görev yönünden reddine hükmedilmiştir. Başvurucu görevsizlik kararı üzerine 5/12/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Daire) 3/6/2014 tarihli idari müracaat sonucu ile Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava açma tarihinin belirtilmediği ve Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşme şerhine havi kararının dilekçe ekinde yer almadığı gerekçesiyle 7/1/2015 tarihinde dilekçenin reddine karar vermiştir. Dilekçenin reddedilmesi üzerine başvurucu otuz günlük süresi içinde davasını yenilemiştir. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. 7/10/2015 tarihli kararın gerekçesinde özetle AYİM'in yerleşik içtihadına göre başvurucunun TSK'da görev yapamayacağının tespit edildiği sağlık raporunun kesinleştiği 22/4/2013 tarihinden itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca bir yıllık süre içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise bu süreyi geçirdikten sonra 3/6/2014 tarihinde idareye başvurduğundan bu başvurunun zımnen reddi üzerine ilk olarak 8/8/2014 tarihinde adli yargıda açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoyda ise dava açma süresinin zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren başlatılması gerektiği belirtilmiştir. Sağlık raporunun onaylanması ile başvurucunun rahatsızlığının tespit edildiği ancak bu rapora rağmen idarenin tasarrufu ile göreve devam etmesi mümkün olabileceğinden henüz zararın oluşmuş sayılamayacağına dikkat çekilmiştir. Başvurucunun TSK'dan ilişiğinin kesildiği 15/4/2014 tarihi itibarıyla zararın oluştuğunu öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren bir yıllık süre içinde yapılan zorunlu idari başvurunun ve akabinde açılan davanın süresinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 23/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 19/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Tolgahan Orhon (B. No: 2015/11349, 14/11/2018, §§ 21-29) kararı. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9491", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kantin ve ziyaretçi hakkının kullandırılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma, PKK terör örgütüne üye olma suçlarından hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu Bursa İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak çeşitli gerekçelerle engellenen ziyaretçilerinin ziyaretlerini gerçekleştirebilmeleri için gerekli tedbirlerin alınmasını ve belirli aralıklarla kullandırılan kantinden yararlanma hakkının sürekli kullandırılmasını talep etmiştir. Başvurucu ayrıca telefon ile haberleşme hakkından yararlandırılmadığını belirterek telefonla görüşmesinin kısıtlanmasına itiraz etmiştir. İnfaz Hâkimliği 12/10/2015 tarihli kararıyla taleplerin ve itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; yaz dönemi kantin ihtiyacının karşılanmasında kısa süreli olarak yaşanan aksaklıkların personel yetersizliğinden kaynaklandığı ve sorunların giderildiği, İnfaz Kurumuna ziyaretçi gidişlerinin düzenli olarak sağlanamamasının da hava muhalefeti nedeniyle olduğu tespiti yapılmıştır. Gerekçede, yaşanan aksaklıkların kasti olarak oluşturulduğuna dair bir delil olmadığı da vurgulanmıştır. Ayrıca kararda, İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun 29/6/2015 tarihli ve 2015/52 sayılı karar ile başvurucunun telefonla haberleşmesinin kısıtlanmasına karar verildiği, anılan karara itirazın İnfaz Hâkimliğinin30/7/2015 tarihli ve Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 21/8/2015 tarihli kararlarıyla reddedildiği hatırlatılarak itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 21/8/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 5/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İnfaz Kurumu tarafından gönderilen 1/11/2018 ve 12/11/2018 tarihli yazılarda, başvurucunun kantin kullanım hakkı ile ziyaretçi hakkına dair kısıtlama kararı olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun, İnfaz Kurumunda kaldığı sürece anılan haklardan yararlandığı vurgulanmıştır. Öte yandan İnfaz Kurumunda bulunan hükümlü sayısının az olması nedeniyle hükümlülerin yazmış olduğu listelerde bulunan istek belgesine göre dış kantin yolu ile ihtiyaçların temin edildiği ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hükümlüyü ziyaret” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir…… (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır.” 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün beslenmesi” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(2) Hükümlü, kendisine verilen günlük besin ve ihtiyaç maddeleri dışındaki ihtiyaçlarını kurum kantininden sağlayabilir. Kantini bulunmayan kurumlarda, bu maddeler, idarenin izin ve kontrolü altında dışardan sağlanabilir…” 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik’in (Ziyaret Yönetmeliği) “Ziyaret gün ve saatleri” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Ziyaret günleri ve saatleri ile bir hükümlü ve tutuklunun görüşebileceği ziyaretçi sayısı, kurumun fiziki yapısı ve kapasitesi dikkate alınarak, kurumca belirlenir…”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM’e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM’e göre hükümlü ve tutukluların özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2) B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18990", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kantin ve ziyaretçi hakkının kullandırılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, beyanları mahkûmiyete belirleyici olarak esas alınan tanıkların kovuşturma aşamasında sorgulanmalarına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama veya sorgulatma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İran uyruklu müştekiler R. ve S., turist olarak İstanbul'da bulundukları sırada kendisini A. olarak tanıtan bir şahıs yanlarına gelip Farsça konuşarak çay içmek üzere müştekileri J. isimli bir bara götürmüştür. J. isimli barda yüklü bir hesap gelmesi üzerine müştekiler hesaba itiraz etmiş ve hesap konusunda tartışma çıkmıştır. Daha sonra müştekiler başvurucunun da aralarında bulunduğu diğer sanıkların gelerek kendilerini tartakladıklarını, tehdit edip ceplerindeki paraları çıkarmalarını sağladıklarını, paraları alıp kendilerini dışarı attıklarını iddia ederek şikâyetçi olmuşlardır. Müştekiler R. ve S.nin 2/4/2015 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünde tercüman olduğu belirtilen S.K. eşliğinde beyanları alınmıştır. Müştekiler beyanlarında J. İsimli barda başvurucunun üstlerini arayarak ceplerindeki paraları çıkarıp masaya koyduğunu, başvurucunun kendilerini sarstığını, elleri ile duvara iterek tartakladığını, karakolda şikâyetçi olduklarını, polisler ile mekâna dönerek başvurucuyu gösterdiklerinibelirtmişlerdir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) başvurucu hakkında soruşturma başlatılmış, başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucunun İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince alınan 2/4/2015 tarihli ifadesi şöyledir:\"...Ben suça konu lokantada garsonum, iddia edildiği gibi bir olay yaşanmadı, müştekileri tanıyorum, işyerimize müşteri olarak geldiler, yediler içtiler, ücretini ödeyip, ayrıldılar. Sonra neden bu şekilde iftirada bulundular bilmiyorum, iddia edildiği gibi biz paralarını zorla almadık, buna ilişkin güvenlik kamera kayıtları savcılığa sunulacaktır, atılı suçlamaları kabul etmiyorum ...” Savcılık 3/10/2015 tarihli ve 2015/3142 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında yağma suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır. Başvurucunun İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) alınan 16/2/2016 tarihli ifadesi şöyledir:\"...Ben olayla ilgili sulh ceza hakimliğinde savunmamı yapmıştım, aynısını tekrar ediyorum. Ben suç tarihinde ismi geçen barda garson olarak çalışıyordum. Müştekilere hesabı ben götürdüm. Kendi rızalarıyla hesabı ödediler ancak bardan bayanları dışarıya çıkarmak istediler. Müsaade etmedik. Bu nedenle bizi şikayet etmişler. İddia edildiği gibi zorla müştekilerden 100 TL ve 700 Dolar almış değiliz, suçsuzum...\" Kovuşturma aşamasında müştekilerin beyanları alınmamıştır. Mahkemece müştekilerin beyanlarının alınmama sebebi tartışılmadığı gibi başvurucunun da müştekilerin beyanlarının alınması yönünde herhangi bir talepleri olmamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 29/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun müştekilere yönelik yağma suçundan ayrı ayrı 4 yıl 7 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:\"...Sanıkların eyleme bizzat katıldıkları, [J.] isimli bara bir şekilde ikna etmek suretiyle getirilen mağdurları baştan itibaren yağma saiki ile hareket ederek getirilen içki vs. Ücretleri aşırı fahiş göstermek istemedikleri içkileri servis edilmiş ve arada hukuki ihtilaf varmış görüntüsü vermek suretiyle gerçek amaçlarını gizlemek suretiyle cebir ve tehditle üzerlerinde bulunan paraları aldıkları, [Y.] ve [K.A.nın](başvurucu) bizzat zor kullanarak mağdurların üzerlerini aradıkları, ceplerini boşalttıkları ve tehdit ettikleri sanık [H.Ç.nin] işletmeci pozisyonunda olup daha sonra mağdurların polise gitmemeleri için 200 dolar paralarını iade eden kişi olduğu, olay tutanağı, mağdur beyanı, teşhis tutanağı, yukarıda belirtilen deliller ve tüm dosya kapsamından eylemin birden fazla kişiyle birlikte işyerinde yağma suçunu oluşturduğu subut bulmuş, sanıklar savunmalarında her ne kadar suçlamayı kabul etmeseler ve kamera kayıtlarını soruşturma aşamasında dosyaya sunacaklarını beyan etmiş iseler de kamera kayıtlarını dosyaya sunmadıkları, tevil yollu olayı doğruladıkları, aradaki meseleyi hukuki ihtilaf gibi göstermeye çalıştıkları, dolayısıyla oluşa ve dosya içeriğine aykırı savunmalarına itibar edilmemiş, işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde suçun işleniş biçimi, kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, oluşan zarar, tehlikenin ağırlığı, kastın ağırlığı, güdülen amaç ve saik dikkate alınarak her iki mağdura yönelik gerçekleştirilen eylem nedeniyle TCK 43/3 maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verilmiştir...\" Başvurucu; müştekilere soru sorma hakkının kısıtlandığını, anılan karara karşı müştekilerin atfı cürüm niteliğindeki beyanları dışında delil olmadığını, müştekilerin beyanlarının gerçekte tercüman olmayan bir şahıs eşliğinde alındığını, teşhis işleminin usulsüz olduğunu belirterek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 5/5/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 23/6/2017 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:\"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:(...)d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın tanık kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, §§ 7, 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda [GK], B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40). AİHM, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkûmiyet hükmüne esas alındığı bir yargılamanın adilliğini değerlendirirken iki hususa vurgu yapmaktadır. AİHM ilk olarak tanığın duruşmaya katılmaması için geçerli nedenlerin olup olmadığını incelemektedir. İkinci olarak -makul bir gerekçenin olduğu durumda bile- sanığın sorgulama imkânına sahip olmadığı bir tanık tarafından verilen ifadenin hükmün dayandığı tek veya belirleyici temel olup olmadığını değerlendirmektedir. Hükmün büyük ölçüde veya yalnızca bu nitelikteki tanığın ifadesine dayanması durumunda yargılamalar detaylı incelemelere tabi tutulmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık [BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011, §§ 119, 147; Cevat Soysal/Türkiye, B. No: 17362/03,23/9/2014, § 75). AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/.., 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/7/2012, § 38). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29811", "Başvuru Konusu":"Başvuru, beyanları mahkûmiyete belirleyici olarak esas alınan tanıkların kovuşturma aşamasında sorgulanmalarına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama veya sorgulatma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. 2020/9164 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/20694 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine 26/3/2020 gününde karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, idare mahkemelerinde açtıkları davalarda delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Adem YILMAZ 23/5/2011 tarihinde dava açmıştır. Karar düzeltme talebinin 21/3/2019 tarihinde reddi üzerine hüküm kesinleşmiştir. Diğer başvurucular 2/7/2013 tarihinde dava açmıştır. Karar düzeltme talebinin 11/11/2019 tarihinde reddi üzerine hüküm kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20694", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun söylemleri nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Yüksek Öğrenim Kredi Yurtlar Kurumu Aksaray İl Müdürlüğüne bağlı Gülşah Hatun Yurt Müdürlüğünde yurt yönetim memuru olarak görev yapmaktadır. Başvurucu aynı zamanda anılan Yurt Müdürlüğünün yetkili harcama mutemetliği görevini de sürdürmektedir. Görev alanında kalan bazı belgeleri hazırlamadığı, konuya ilişkin olarak Yurt yönetimince hazırlanan belgeleri imzalamadığı, sürekli rapor ve izin kullandığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 2016 yılının muhtelif aylarına dair bir tutanak tanzim edilmiştir. Anılan tutanakta, başvurucunun idarenin işleyişini kasten sekteye uğratarak çalışma düzenini bozduğu iddia edilmiştir. Bu çerçevede başvurucunun idarenin iş ve işlemlerinin yürütülmesini engelleyecek davranışlarda bulunduğu, devlet memuru olarak görevlerini yerine getirmekten imtina ettiği, çalışmaktan ve sorumluluktan kaçtığı, çalışma ortamındaki düzeni bozduğu, personel sıkıntısının olduğu dönemlerde sık sık rapor aldığı, izin işlemlerini dahi iletişim yollarını tıkayarak, amiri ile görüşmeden yazılı şekilde talep ettiği, sürekli çevresindeki çalışanları suçlayan, çalışma ortamındaki huzur ve güveni bozmaya yönelik tutum ve davranışları olduğu ve işleri kasıtlı olarak güçleştirdiği iddialarıyla başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.A. Disiplin Soruşturması Süreci Disiplin soruşturması sürecinde başvurucunun \"ödeme evraklarını imzalamadığına ve görevini yapmayarak işleri zorlaştırdığına\" ilişkin iddialar hakkında başvurucu ile aynı yurtta görev yapan personel S.G. ve S.Ç.nin ifadelerine başvurulmuştur. S.G. ve S.Ç. ifadelerinde genel olarak başvurucunun görev ve sorumluluklarını yerine getirmediğini, izin ve rapor kullanarak iş ve işlemlerin durmasına neden olduğunu, bu sorunlar nedeniyle işyerinde huzursuz bir ortam oluştuğunu ve verimlilik kaybı yaşandığını belirtmiştir. Anılan ifadeleri Yurt Müdür Vekili G.E.A. raporlaştırmış ve raporunda kendisinin başvurucu tarafından tarafsız olmamakla itham edildiğini de belirtmiştir. Soruşturma raporunda öncelikle başvurucu hakkında ileri sürülen sağlık raporu ve izin taleplerinin konu edildiği iddialar değerlendirilmiş olup kanuna ve kurum mevzuatına aykırı bir durum bulunmadığından yapılacak herhangi bir işlem olmadığı sonucuna varılmıştır. Raporun teklif kısmında ise başvurucunun görevi kapsamında imzalaması gereken belgeleri imzalamadığı, kasıtlı olarak görevini yerine getirmeyerek idarenin işleyişini güçleştirdiği sonucuna ulaşıldığından 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (C) bendinin (a) alt bendi uyarınca 1/8 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılması, başvurucunun personel sıkıntısının olduğu dönemlerde bile \"Sürekli istifa edeceğim, diyerek izin talebinde bulunduğu\", izin verilmediği durumlarda da sürekli rapor alarak çalışmaktan ve sorumluluktan kaçtığı, \"sürekli çevresindeki çalışanları suçladığı\", idareye karşı cephe alarak söz ve davranışlarıyla iletişimi kopardığı, amirleri ve iş arkadaşlarıyla uyum içinde çalışmadığı, iş arkadaşları üzerinde yılgınlık oluşturduğu, bu ve benzeri hareketleri nedeniyle çalışma ortamının huzurunu bozduğu sonucuyla yine aynı Kanun'un (B) bendinin (l) alt bendi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılması gerektiği belirtilerek sonuç itibarıyla anılan cezalardan en ağırı olan aylıktan kesme cezası teklif edilmiştir. Başvurucu savunmasında soruşturmanın tarafsız olarak yürütülmediğini, görevlendirmeye ilişkin belgelerin tarafına tebliğ edilmediğini, \"il müdürü tarafından baskıya maruz kaldığını ve baskılar sonucu kanunen hakkı olan memuriyetten çekilme hakkını kullanmayı düşündüğünü, bu durumu ise sadece yurt müdür vekili Ş.G. ile paylaştığını ve anılan hakkı dile getirmenin suç teşkil etmediğini\", personel sıkıntısı veya planlamasının görevi olmadığını, izin alamadığı dönemlerde rapor almadığını, rahatsızlığından dolayı rapor kullandığını, bu konuda bir soruşturma geçirmediğini, memurlar ve idare ile farklı konulardan kaynaklanan fikir ayrılıkları olduğunu belirtmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş olup başvurucunun itirazı üzerine görevlendirmeye ilişkin herhangi bir yazının başvurucuya tebliğ edilmediği gerekçesiyle anılan cezanın kaldırılmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun soruşturma raporuna konu diğer ceza olan kınama cezası ile cezalandırılmasına disiplin amirince karar verilmiş olup anılan karara karşı yapılan itiraz Disiplin Kurulunca reddedilmiştir.B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Aksaray İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Olayda, davacının izin talebinde bulunması ve rapor almasının mevzuat hükümleri uyarınca bir hak olması, yıllık izinlerin amirinin uygun bulacağı zamanlarda toptan ve ihtiyaca göre kısım kısım kullanılabileceği, ayrıca hastalık raporlarının gerçekliği konusunda tereddüt edilmesi durumunda hakem hastaneye sevk etme imkanı olması nedeniyle çalışmaktan ve sorumluluktan kaçma şeklinde değerlendirilemeyeceği, öte yandan disiplin cezasına dayanak teşkil eden diğer iddiaların sübut bulmadığının anlaşılması karşısında, bu yönleriyle davacının eylemlerinin çalışma ortamındaki düzen, huzur ve güveni bozmaya yönelik tutum ve davranışlar olmadığı sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir\". Davalı idare, davanın kabulü kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (BİM) istinaf başvurusunun kabulüne, istinafa konu kararın kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: \"Uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar davacının muayene ve kabul komisyonunda görevlendirilmesinin bulunmadığı anlaşılmakta ve yıllık izin, sağlık raporu kullanmasına yasal bir engel bulunmamakta ise de soruşturma kapsamında alınan ifadeler ve yapılan tesbitlerden, davacının personel ihtiyacı olduğu dönemlerde sürekli olarak istifa edeceğini söylemek ve sık sık yıllık izin, rapor almak ve bazı ödeme evraklarını imzalamaktan imtina etmek, çevresindekileri suçlamak şeklindeki tutum ve davranışları nedeniyle mesai arkadaşlarında yılgınlık oluşturduğu, davacının tutum ve davranışlarıyla çalışma ortamını ve huzurunu bozduğu anlaşıldığından, 657 sayılı Kanunun 125/B-l maddesi kapsamına giren fiili nedeniyle verilen kınama cezasında mevzuata ve hukuka aykırılık, dava konusu işlemin iptaline ilişkin istinafa konu mahkeme kararında ise hukuka uyarlık bulunmamaktadır\". A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir. Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…l) Kurumların huzur, sükün ve çalışma düzenini bozmak.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§ 48, 49). ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17029", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun söylemleri nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 23/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2017/14890 numaralı başvurunun, kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/14888 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/14888 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirketin ortakları, Ahmet Korkmaz ve K.dır. Başvurucu Ahmet Korkmaz Şirketin 2/3 hissedarıdır. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında Suluova Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 6/9/2016 tarihli ve K.2016/328 sayılı kararıyla başvurucu Şirket adına kayıtlı gayrimenkullere, vasıtalara ve maaş hesapları dışındaki her türlü mevduatına tedbir, satılamazlık şerhi, bloke konulmasına karar verilmiştir. Anılan soruşturma kapsamında Hâkimliğin 11/8/2016 tarihli ve K.2016/253 sayılı kararıyla başvurucu Ahmet Korkmaz adına kayıtlı gayrimenkullere, vasıtalara ve maaş hesapları dışındaki her türlü mevduatlara tedbir, satılamazlık şerhi, bloke konulmasına karar verilmiştir. Başvurucu Şirketin ve şirket müdürü şüpheli K.nın vekili tarafından elkoyma kararlarına 11/1/2017 tarihinde itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Amasya Sulh Ceza Hâkimliği 31/1/2017 tarihli ve K.2017/245 sayılı kararıyla itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Şirketin ortağı K. hakkında yürütülen soruşturma dosyası kapsamında şüphelilerin atılı suçu işlediğine dair somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu belirtilmiştir. Amasya Sulh Ceza Hâkimliğinin itirazın reddi kararına karşı şüpheli K.nın vekili tarafından itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Vezirköprü Sulh Ceza Hâkimliği 2/2/2017 tarihli ve K.2017/324 sayılı kararıyla itirazı reddetmiştir. Nihai karar, başvurucu Şirket vekiline 21/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket adına avukata verilen 21/3/2017 tarihli vekâletnamede başvurucu Ahmet Korkmaz'ın 25/1/2008 tarihinden itibaren münferiden on yıl süreyle başvurucu Şirketi temsile yetkili olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucu Şirket tarafından başvuru formu ekinde sunulan 3/6/2015 tarihli ve 8833 sayılı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi'nde Şirket Müdürü K.nın on yıl süreyle münferiden şirketi temsile yetkili olduğu tespit edilmiştir. Başvurucular 23/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14888", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, başvurucunun bildiri dağıtarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve arkadaşları 5/2/2019 tarihinde Ankara'nın Natoyolu Caddesi'ndeki Açıkalın otobüs durağına gelerek ekonomik kriz ile ilgili düşüncelerini açıklamak amacıyla Halkevleri Derneğine ait bildiriyi vatandaşlara dağıtmaya başlamıştır. Kolluk Tutanağı'na göre polis ekiplerinin olay yerinde rutin kontrollerini yaptıkları esnada bir vatandaşın otobüs durağında bildiri okunduğunu beyan etmesi üzerine kolluk kuvvetleri tarafından olay yerine gidilmiş ve -başvurucu hariç- dört şahsın üzerine \"halk evleri\" yazılı tişörtleri giydiği görülmüştür. Akabinde şahıslar hakkında üst araması yapılmış ve gerekli idari işlemlerin yapılması amacıyla şahıslar polis merkezine götürülmüş ve haklarında çevreyi rahatsız ettikleri gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 153 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun kolluk kuvvetlerinin olay yerine gelmeden yaklaşık bir saat önce olay yerinden ayrıldığının tespit edilmesi üzerine gerekli idari işlemlerin yapılması amacıyla başvurucu, polis merkezine davet edilmiş ve çevreyi rahatsız ettiği gerekçesiyle onun hakkında da 153 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu söz konusu eylemin 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve gerçekleştirdiği eylemin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun itirazını \"idari yaptırımın yasa ve usule uygun olduğu\" gerekçesiyle 13/3/2019 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Karar 18/3/2019 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13361", "Başvuru Konusu":"Başvuru, başvurucunun bildiri dağıtarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucular, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığı, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, davalı maden şirketinin faaliyetinin tedbiren durdurulmasını ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 8/1/2015 tarihli görüş yazısına karşı başvurucular, 27/1/2015 tarihinde beyanlarını sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada, siyanür kullanılarak işletilmekte olan Uşak ili Ulubey ilçesi yakınlarındaki altın madeninden 26/6/2006 tarihinde çevreye yayılan siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını, aynı günlerde Eşme ilçesi ve yaşadıkları köyde birçok kişinin benzer belirtileri göstererek hastalanması üzerine kanlarındaki siyanür oranını ölçtürdüklerini ve ölüm tehlikesi atlattıklarını belirterek, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde E.2006/465, E.2006/466, E.2006/467 ve 2006/468 sayılı dosyalarda açtıkları davalarda uğradıkları maddi ve manevi zararların tazminini talep etmişlerdir. Başvurucu Mehmet Horuş tarafından ise herhangi bir tazminat davası açılmamıştır. Mahkemece davaların E.2006/465 sayılı dosyada birleştirilmesine karar verilmiştir. Eşme ilçesinde meydana gelen toplu rahatsızlanmalar ve siyanür zehirlenmeleri iddiaları üzerine Eşme Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/492 sayılı dosyasında soruşturma başlatılmış, alınan bilirkişi raporuna göre, meydana gelen toplu rahatsızlanmalara şebeke suyundaki koliform bakteri sayısındaki artışın neden olduğu, maden faaliyetlerinin somut olayla bir ilgisinin bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. İtiraz üzerine Salihli Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2006 tarihli kararıyla Eşme Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/6/2008 tarih ve E.2006/465, K.2008/247 sayılı kararıyla, Eşme Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında davalı maden şirketinde keşif yapıldığı, yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporuna göre davalı maden şirketinin çalışması sonucu toprakta ve suda herhangi bir kirlenmenin meydana gelmediğinin tespit edildiği, başvurucuların kanlarındaki siyanür düzeyinin normalin üzerinde çıkmasına rağmen, test edilen kan örneklerinin nasıl alındığının bilinmediği, başvurucularda meydana gelen rahatsızlık ile davalı madenin faaliyetleri arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda ise Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarih ve E.2009/442, K.2009/13091 sayılı ilâmı ile, İlk Derece Mahkemesince benimsenen ve Eşme Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan bilirkişi raporunda, su ve toprak örnekleri üzerinde araştırma yapılarak sonuca varıldığı, oysa davada maden şirketinin siyanür kullanarak yaptığı çalışmaların insan sağlığını olumsuz etkilediğinin iddia edildiği, siyanürün başvurucuların sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olup olmadığının ve bu durumun davalı maden şirketinin siyanür kullanarak altın madeni işletmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının üniversitelerin toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi kurulundan alınacak bir raporla tespit edilmesi gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 15/4/2010 tarih ve E.2010/2186, K.2010/4491 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, 29/1/2014 tarih ve E.2010/126, K.2014/23 sayılı kararla; toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, toksisite konusunda güvenilir veriler elde edilmesine yönelik gerekli örnek alınma yöntemlerinin kullanılmaması nedeniyle siyanür zehirlenmesine kanıt olarak sunulan siyanür kan düzeyi raporlarının bilimsel olarak akut siyanür zehirlenmesine kanıt olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığının belirtildiği, tüm deliller, bilirkişi raporu ve ek bilirkişi raporu karşısında, tanıkların soyut beyanlarına itibar edilemeyeceği, başvurucularda meydana gelen rahatsızlık ve başvurucuların kanlarındaki siyanür düzeyinin yüksek çıkması ile davalı maden şirketinin faaliyetleri arasındaki illiyet bağının ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir. Başvurucular, 30/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Karar, 8/8/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun , ve maddeleri, (Mukaddes Özen ve Diğerleri, B. No: 2013/7740, 8/5/2014, §§ 15-22). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7318", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığı, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, davalı maden şirketinin faaliyetinin tedbiren durdurulmasını ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gözaltına alınırken hastaneye götürülme esnasında gerekmediği hâlde kelepçe takılması ve buna ilişkin görüntülerin basında yayımlanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1976 doğumlu olan başvurucu, hâkim olarak görev yapmaktayken 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, gözaltında kendisine kelepçe takıldığını ve sağlık kontrolü için götürüldüğü hastaneye giriş ve çıkışı sırasında basın mensuplarınca fotoğraflarının çekildiğini belirterek görevli polis memurları hakkında Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığına 11/8/2016 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık, söz konusu şikâyet hakkında görevi kötüye kullanma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...müştekinin savcılığımıza yazmış olduğu dilekçesinde, kendisine gözaltı işlemi yapıldığı sırada kanuna aykırı olarak kelepçe takıldığını beyan ederek görevli memurlar hakkında şikayetçi olmuş ise de, emniyet güçlerince gözaltı işlemi sırasında müştekiye kelepçe takılmış olmasının suç teşkil edecek bir durum olmadığı, emniyet güçlerinin tedbir amaçlı olarak böyle bir uygulama yapabileceği anlaşılmakla,Kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...\" Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Kahramanmaraş Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 6/6/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 10/7/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 9/8/2017 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakliMadde 93- (1) Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Muhafızın görevini kötüye kullanmasıMadde 295 - (1) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (2) Muhafaza veya nakli ile görevli olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat 1955 tarihli Suçların Önlenmesi ve Suçluların Islahı Üzerine Birinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen ve Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından 31/7/1957 tarihli ve 663 C (XXIV) sayılı, 13/5/1977 tarihli ve 2076 (LXII) sayılı kararları ile onaylanan Mahpusların Islahı için Asgari Standart Kurallar kısıtlama araçlarına ilişkin aşağıdaki temel ilkeyi içermektedir: “ Kelepçe, zincir, demir ve dar gömlek gibi kısıtlama araçları bir cezalandırma vasıtası olarak hiçbir zaman kullanılamaz. Ayrıca, zincir ve demir kısıtlamak için kullanılamaz. Aşağıdaki haller dışında, diğer kısıtlama araçları da kullanılamaz: (a) Mahpusun yargısal ya da idari bir makam önüne getirildiği zaman çıkarılması koşuluyla, nakil sırasında kaçmasına karşı bir önlem olarak kullanılması;...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez. Bu bağlamda söz konusu kişinin yakalamaya direneceğine ya da kaçmaya yelteneceğine, zarara yol açacağına ya da delil karartacağına inanmak için bir nedenin var olup olmadığı önem taşımaktadır (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; ayrıca bkz. Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32107", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltına alınırken hastaneye götürülme esnasında gerekmediği hâlde kelepçe takılması ve buna ilişkin görüntülerin basında yayımlanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; idari işlemden kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun mal varlığı ve üçüncü kişilerdeki alacakları üzerinde davalının talebi ile tedbir kararı alınması sonucu tedbir kararının kalkmasına kadar geçen süre içinde işsiz kalmasından dolayı zararlarının tazmini istemiyle 9/10/2009 tarihinde açtığı dava esastan reddedilmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından karar 27/12/2018 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan gerekçesiz bir karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10283", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari işlemden kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, karar düzeltme talebinin davanın değer itibarıyla yasal sınırın altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 13/10/2007 tarihinde meydana gelen bir olayla ilgili olarak Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve tecziyesine karar verilmiştir. Ceza yargılamasına konu olayda ölenin mirasçıları, Vize Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya karşı maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Mahkeme 17/6/2014 tarihli kararında başvurucu aleyhine toplam 892,89 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 18/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi üzerine Daire 20/6/2016 tarihli kararında, karar düzeltmeye konu bölümünün 690 TL’den az olduğunu belirterek dilekçeyi reddetmiştir. Karar 2/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 1/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesi şöyledir:\"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır....\" Olay tarihinde yürürlükte bulunan 8/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun (HUMK) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \" Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:... (Değişik: 26/2/1985 - 3156/22 md.) Yargıtayın aşağıdaki kararları hakkında karar düzeltmesi yoluna gidilemez1 – Miktar veya değeri altımilyar liradan az olan davalara ait hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin kararlar...\" Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı mülga Kanun'un ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır......\" 10/11/2015 tarihli ve 29528 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak ilan edilen Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği'nin ilgili kısmı şöyledir:\"Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesinin (B) fıkrasında, 'Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dâhil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Türkiye İstatistik Kurumunun Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksinde meydana gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile ilan edilir.' hükmü yer almaktadır.Bu hüküm uyarınca yeniden değerleme oranı 2015 yılı için % 5,58 (beş virgül elli sekiz) olarak tespit edilmiştir....\".B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (bkz. Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/ Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir. Yine AİHM, Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını, ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda bu incelemeyi yapan mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, §§ 25, 26). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddenin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık,B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). Mahkemeye etkili erişim hakkı; mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını, dava açmak veya kanun yoluna başvurmak isteyen kişilerin ilgili mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilmektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 21). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No. 36998/02, 27/7/2006,§ 24). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15514", "Başvuru Konusu":"Başvuru, karar düzeltme talebinin davanın değer itibarıyla yasal sınırın altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işleme karşı açılan davada idare mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmaması, Danıştay tetkik hâkimi ile Danıştay savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi, onama kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/4/2007 tarihinde Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. İki yıllık süre sonunda başvurucunun görev süresi uzatılmayarak 14/4/2009 tarihli işlem ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 14/5/2009 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 16/12/2009 tarihli kararıyla davayı reddetmiş, karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 28/12/2010 tarihli kararıyla eksik incelemeye dayandığı gerekçesiyle bozulmuştur. Danıştayın bozma kararına uyan Mahkeme gerekli incelemeyi yaptıktan sonra 18/5/2011 tarihli kararıyla\"...öğretim görevlileri, öğretim üyesi bulunmayan dersler için veya özel bilgi ve uzmanlık isteyen konuların eğitim-öğretim ve uygulamaları için atanmakta olduğundan, dosyada yer alan bilgi ve belgelerden de, davacının görev yaptığı Zooloji alanında, öğretim görevlisi ihtiyacına binaen öğretim üyesi bulunmayan dersin bulunmaması, özel bilgi ve uzmanlık isteyen eğitim-öğretim ve uygulamalara girmemesi ve mevcut ders yükleri itibariyle davacının hizmetine ihtiyaç bulunmadığından, davacının görev süresinin uzatılmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.\" gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/3/2013 tarihli ilamıyla kararın dayandığı gerekçenin usul ve yasaya uygun olup bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 2/7/2014 tarihli ilamıyla karar düzeltme nedenlerinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 13/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Öğretim görevlileri; üniversitelerde ve bağlı birimlerinde bu Kanun uyarınca atanmış öğretim üyesi bulunmayan dersler veya herhangi bir dersin özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim - öğretim ve uygulamaları için, kendi uzmanlık alanlarındaki çalışma ve eserleri ile tanınmış kişiler, süreli veya ders saati ücreti ile görevlendirilebilirler. Öğretim görevlileri, ilgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak fakültelerde dekanların, rektörlüğe bağlı bölümlerde bölüm başkanlarının önerileri üzerine ve rektörün onayı ile öğretim üyesi, öğretim üye yardımcısı ve öğretim görevlisi kadrolarına atanabilirler veya kadro şartı aranmaksızın ders saati ücreti veya sözleşmeli olarak istihdam edilebilirler. Öğretim üyesi kadrolarına öğretim görevlileri en çok iki yıl süre ile atanabilirler; bu süre sonunda işgal ettikleri kadroya başvuran öğretim üyesi bulunmadığı ve görevlerine devamda yarar görüldüğü takdirde aynı usulle yeniden atanabilirler. Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunların yeniden atanmaları mümkündür. Bu takdirde ilk atama usulü uygulanır. Konservatuvarlar ile meslek yüksekokullarına gerektiğinde sürekli olarak öğretim görevlisi atanabilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13769", "Başvuru Konusu":"Başvuru, görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işleme karşı açılan davada idare mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmaması, Danıştay tetkik hâkimi ile Danıştay savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi, onama kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, başvurucunun afiş asarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1975 doğumlu olup olayın meydana geldiği tarihte İnşaat İşçileri Sendikası (Sendika) Yönetim Kurulu üyesidir. Başvurucu ve sendika üyesi diğer kişiler, 11/11/2018 tarihi saat 30 sularında İstanbul Fikirtepe'de yer alan bir sokak üzerinde \" Havalimanında Tutuklanan Direnişçi İşçiler ve Sendika Yöneticileri Serbest Bırakılsın\" başlıklı bir afişi asmaya başlamıştır. Başvurucu hakkında afiş asmak suretiyle çevreyi rahatsız ettiği gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 124 TL idari para cezası uygulanmış ve aynı gün kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, afiş asma eyleminin 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve sendikal kapsamda barışçıl bir şekilde gerçekleştirdiği eylemin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun itirazını \"muteriz hakkında afiş asmak suretiyle rahatsız etme nedeniyle idari yaptırım kararı verildiği, ihlalin tutanak ile tespit edildiği itiraza konu idari yaptırım kararının usule, yasaya ve oluşa uygun olduğu\" gerekçesiyle 27/9/2019 tarihinde reddetmiştir. Karar 22/10/2019 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37825", "Başvuru Konusu":"Başvuru, başvurucunun afiş asarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; ihalenin feshi davasında, başvurucunun mazereti nedeniyle katılamadığı duruşmada verilen yeni oturum gününün başvurucuya tebliğ edilmeden ve delillerin toplanmadan karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesinin, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/8/2013 tarihinde Bursa Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 29/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile başlatılan icra takibi kapsamında Yenişehir İcra Müdürlüğünün 2009/544 talimat sayılı dosyasında taşınmazının satışına ilişkin 16/3/2012 tarihinde yapılan ihalenin usulüne uygun olmadığını belirterek feshi talebiyle Yenişehir İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/15 esasına kayden şikâyette bulunmuştur. Taraf vekilleri 31/5/2012 tarihli ilk duruşmaya katılarak beyanda bulunmuş; Mahkeme, davacı şirket temsilcisinin isticvabı için davetiye çıkartılmasına karar vererek duruşmayı ertelemiştir. 19/7/2012 tarihli duruşmaya yalnızca davalı vekilinin katılmasıyla Mahkeme, isticvabın hukuki neticelerini ara kararında belirterek duruşmayı ertelemiştir. Başvurucu vekili 20/9/2012 tarihli üçüncü duruşma için mesleki mazeret bildirmiş; 19/9/2012 tarihli dilekçesinde belirttiği delillerin toplanması ve mazeretinin kabulüne karar verilmesini, yeni duruşma gününün de dosyaya yatırmış oldukları masraf avansından karşılanarak tarafına tebliğ edilmesini istemiştir. Mahkeme; söz konusu oturumda davalı vekilinin de beyanını aldıktan sonra başvurucu vekilinin mazeretinin kabulüne, duruşma gününü Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) vasıtasıyla öğrenmesine, hâkim değişikliği nedeniyle dosyanın incelemeye alınmasına, delil listesi hususunun bir sonraki celsede değerlendirilmesine karar vererek yeni bir duruşma günü belirlemiştir. 29/11/2012 tarihli son duruşmaya ise başvurucu ve vekili katılmamıştır. Mahkeme, davalı vekilinin beyanını aldıktan sonra başvurucunun talebine yönelik herhangi bir işlem tesis etmeksizin yargılamaya son vermiş ve davanın reddine hükmetmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları şöyledir:“…DELİLLER: 1-Yenişehir İcra Müdürlüğünü 2009/ 544 talimat sayılı takip dosyası 2-Davacı vekilinin 2012 tarihli delil listesi 3-Davalı Baki Şahan' ın 2012 tarihli yazılı beyan dilekçesi Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda; hangi nedenlerle, ihalenin bozulmasının İcra Mahkemesinde istenebileceği, İİK nın madde 134’de bozulma nedenleri teker teker belirtilerek gösterilmemiş olup, İhalenin bozulma nedenleri; A-İhaleye fesat karıştırılmış olması. B-Artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemlerle ilgili bozma nedenleri. C-İhalenin yapılması sırasında doğan, ihalenin yapılması sırasındaki işlemlerle ilgili bozma nedenleri. D-Alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması şeklinde sıralanabileceği anlaşılmış olup, Davaya konu somut olayda; davacı şikayetçinin ihalenin feshi sebebi olarak ileri sürdüğü şikayetlerin ihalenin feshi nedeni olarak ileri sürülemeyeceğinden reddine karar verilmiş olup, ihale şartnamesi ve ilanın icra dosyasında, usulüne uygun hazırlandığı, ihalenin usulüne uygun olarak gerçekleştirildiği, ihalenin başlama ve bitiş saatlerinde bir çelişkenin bulunmadığı ve yasanın aradığı şartlara uygun olarak ihalenin gerçekleştirildiği, ihalenin ilanın genel düzeydeki ilanların yapılarak icra divanhanesine ilanın asıldığı yine Belediye vasıtası ile ilanın yapıldığı, yapılan artırmada tellalın üç defa bağırdığı ve imzasının alındığı tutulan tutanakta görülmekle açılan davanın takibi uzatma amaçlı olduğu anlaşıldığından, bu yöndeki iddialarının yerinde görülmediğinden reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.…” Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2013 tarihli ve E.2013/5665, K.2013/12180 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 4/7/2013 tarihli ve E.2013/16363, K.2013/25131 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı 29/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 27/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 21/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.” 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Ticaret şirketleri tüzel kişiliği haizdir. (2) Ticaret şirketleri, Türk Medenî Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler. Bu husustaki kanuni istisnalar saklıdır.” 6102 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Şirket, ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanır.” 6102 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Limited şirket aşağıdaki hâllerde sona erer:a) Şirket sözleşmesinde öngörülen sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesiyle.b) Genel kurul kararı ile.c) İflasın açılması ile.d) Kanunda öngörülen diğer sona erme hâllerinde.” 6102 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Sona erme, iflastan ve mahkeme kararından başka bir sebepten ileri gelmişse müdür, birden fazla müdürün bulunması hâlinde en az iki müdür, bunu ticaret siciline tescil ve ilan ettirir.” 18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Odalara kayıt zorunluluğu bulunanlar, durumlarında meydana gelen ve Türk Ticaret Kanununa göre tescil ve ilânı gereken her türlü değişikliği, gerçekleşmesinden itibaren bir ay içinde, kayıtlı oldukları odalara bildirmek zorundadır. Ticaret siciline tescili zorunlu olup da yasal şekil ve sürede tescil ettirilmemiş olan bir hususu haber alan ilgili oda, bu yasal zorunluluğu yerine getirmeyenlerin durumlarını gerekli sicil değişikliklerinin yapılması için ilgili ticaret sicil memurluğuna bildirir. Ticaret sicil memurluğu, bu bildirim üzerine gerekli işlemleri yapmakla yükümlüdür. İçinde bulunulan yıldan önceki iki yıldan itibaren adresleri ve durumları tespit edilemeyenler ile bu süre zarfında aidat ödemeyen üyelerin isimleri, oda yönetim kurulu kararıyla, meslek grupları ve seçmen listelerinden silinir; aidat tahakkukları durdurulur. Bu fıkra hükmünün gereğinin her yılın ocak ayı içinde yerine getirilmesinden oda yönetim kurulu sorumludur. Yukarıdaki fıkrada anılan oda yönetim kurulu kararını takip eden yılbaşından itibaren iki yıl içinde, ilgilinin üyesi bulunduğu odaya müracaatla adres ve durumunu bildirmemesi halinde, oda yönetim kurulunun teklifi ve meclis kararıyla ticaret sicil kaydının re’sen silinmesi için ticaret sicil memurluğuna ihbarda bulunulur. İhbarı takip eden ayın ilk günü itibarıyla oda kaydı silinmiş sayılır. Bu süre içerisinde durumunu bildiren üyelerin aidat tahakkukları başlatılır. Ancak bu durumda olanlar tüm aidat borçlarını ödemedikçe seçmen listelerine tekrar kaydedilemezler.Ticaret sicilinden re’sen veya işin bırakılması halinde üyenin talebi üzerine kayıt silinmesine ilişkin ilânlar Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ücretsiz olarak yayımlanır.” 6102 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) 1/7/2015 tarihine kadar aşağıdaki hâlleri tespit edilen ya da bildirilen anonim ve limited şirketler ile kooperatiflerin tasfiyeleri ve ticaret sicilinden kayıtlarının silinmesi, ilgili kanunlardaki tasfiye usulüne uyulmaksızın bu madde uyarınca yapılır.a) 24/6/1995 tarihli ve 559 sayılı Türk Ticaret Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname gereğince, sermayelerini anılan Kanun Hükmünde Kararname ile öngörülen tutarlara çıkarmamış anonim şirketler ile limited şirketler.b) Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce veya 1/7/2015 tarihine kadar münfesih olan anonim ve limited şirketler.c) Kooperatifler Kanunu hükümlerine göre herhangi bir nedenle dağılmış olan kooperatifler.d) Sebebi ne olursa olsun aralıksız son beş yıla ait olağan genel kurul toplantıları yapılamayan anonim şirketler ile kooperatifler.e) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce tasfiye işlemlerine başlanılmış ancak genel kurulun toplanamaması nedeniyle ara bilançoları veya son ve kati bilançosu genel kurula tevdi edilemediği için ticaret sicilinden terkin işlemi yapılamayan şirket ve kooperatifler.(2) Davacı veya davalı sıfatıyla devam eden davaları bulunan şirket veya kooperatiflere bu madde hükümleri uygulanmaz.(3) Bu madde kapsamındaki şirket ve kooperatifler; ilgili ticaret sicili müdürlüğünce resen veya herhangi bir kişi, kurum veya kuruluş tarafından kanıtlarıyla birlikte yapılacak bildirimleri de kapsayacak şekilde, ticaret sicili kayıtları üzerinden yapılacak incelemeyle tespit edilir.(4) Ticaret sicili müdürlüklerince;a) Kapsam dâhilindeki şirket ve kooperatiflerin ticaret sicilindeki kayıtlı son adreslerine ve sicil kayıtlarına göre şirket veya kooperatifi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere bir ihtar yollanır. Yapılacak ihtar, ilan edilmek üzere Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi Müdürlüğüne aynı gün gönderilir. İlan, ihtarın ulaşmadığı durumlarda, ilan tarihinden itibaren otuzuncu günün akşamı itibarıyla, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılmış tebligat yerine geçer. Ayrıca anılan ilan, bildirici niteliği haiz olarak ilgili ticaret ve sanayi odası veya ticaret, sanayi ya da deniz ticaret odasının internet sitesinde aynen yayımlanır.b) 559 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince sermaye artırımında bulunmayarak münfesih olan şirketlere yapılacak ihtarda; ortaklarından, yönetici veya denetçilerden ya da müdürlerinden tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde tasfiye memurunun bildirilmesi, aksi takdirde, bu madde hükümlerine göre ticaret sicili kayıtlarından unvanın silineceği, şirkete ait malvarlığının unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal edeceği ve bunun kesin olduğu açıkça yazılır.c) Bu fıkranın (b) bendinde belirtilen şirketler dışında kalan kapsam dâhilindeki diğer münfesih şirketler ile kooperatiflerden ayrıca, faaliyetlerine devam etme isteğinde bulunmaları hâlinde münfesih olma nedenini ortadan kaldıran işlemlerin yapılarak ispat edici belgelerin bildirilmesi istenir.… (9) Tasfiye memurlarına beşinci fıkranın (c) bendinde belirtilen bilgi ve belgelerin verilmemesi veya tasfiye memurlarınca da bu bilgi ve belgelere erişilememesi hâlinde durum ticaret sicili müdürlüğüne bildirilerek, başka bir işleme gerek kalmaksızın unvan silinir ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilir.…(11) Dördüncü fıkra uyarınca yapılan ihtar ve ilana rağmen, süresi içinde cevap vermeyen veya tasfiye memurunu bildirmeyen yahut durumunu kanuna uygun hâle getirmeyen veya faaliyette bulunduğunu adres ve kanıtlarıyla birlikte bildirmeyen şirket ve kooperatiflerin unvanı ticaret sicilinden resen silinir. Resen unvanı silinen şirket ve kooperatifler, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi ile ilgili odanın internet sitesinde ilan edilir.… (15) Bu maddede düzenlenmeyen hususlarda ilgili kanun ve esas sözleşmelerde öngörülen usullere göre hareket edilir. Bu madde gereğince tasfiye edilmeksizin unvanı silinen şirket veya kooperatiflerin ortaya çıkabilecek malvarlığı, unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal eder. Hazine bu şirket ve kooperatiflerin borçlarından sorumlu tutulmaz. Tasfiye memurlarının sorumlulukları konusunda, özel kanunlardaki sorumluluğa ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu Kanun veya Kooperatifler Kanunu hükümleri uygulanır. Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir.…” 30/12/2012 tarihli ve 28513 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Münfesih Olmasına veya Sayılmasına Rağmen Tasfiye Edilmemiş Anonim ve Limited Şirketler ile Kooperatiflerin Tasfiyelerine ve Ticaret Sicili Kayıtlarının Silinmesine İlişkin Tebliğ’in (Tebliğ) maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Kendi kayıtları üzerinden aşağıdaki hallerden en az birinin varlığının tespit edilebildiği durumlarda, Müdürlüklerce aşağıdaki sebeplerle münfesih olan veya sayılan şirket ve kooperatifler 31/3/2013 tarihine kadar resen belirlenir:…18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununun 10 ve 32 nci maddelerine göre adreslerinin ve durumlarının tespit edilememesi nedeniyle ilgili odadaki üyelikleri askıya alınan ve oda yönetim kurulu kararını takip eden yılbaşından itibaren iki yıl sonunda oda kaydı silinerek, sicil kaydı silinmek üzere Müdürlüklere bildirilen şirketler ve kooperatifler.…(4) Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten 1/7/2014 tarihine kadar münfesih olacak veya sayılacak şirket ve kooperatifler için herhangi bir kişi, kurum ya da kuruluş tarafından kanıtlarıyla yapılacak başvurular da bu madde hükümlerine göre değerlendirilecektir(5) 1/7/2014 tarihine kadar münfesih olunduğuna dair kanıtlayıcı belgeler ile şirket ya da kooperatifin davalı veya davacı sıfatıyla devam eden davalarının bulunmadığına ilişkin yazılı beyanla birlikte;…” Anılan Tebliğ’in maddesi şöyledir: “(1) Müdürlüklerce resen ya da yapılacak bildirim üzerine tespit edilen şirket ve kooperatiflerin ticaret sicilinde kayıtlı son adreslerine ve sicil kayıtlarına göre şirket veya kooperatifi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere 7 nci maddeye göre hazırlanacak ihtar gönderilir. Bu ihtar, sermayelerini 31/12/1998 tarihine kadar 000 TL’ye çıkarmayarak münfesih olan anonim şirketlerin ayrıca en son tescil edilmiş denetçisine de gönderilir.(2) Gönderilen ihtarlar, ilan edilmek üzere Müdürlükler tarafından Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi Müdürlüğüne aynı gün gönderilir.(3) Sicil Gazetesinde yapılan ilan, ilgili odanın internet sitesinde 7 nci maddeye uygun olarak aynen yayımlanır. İlgili odanın internet sitesinin bulunmaması durumunda ilan TOBB’un internet sitesinde yayımlanır.” Anılan Tebliğ’in maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Müdürlüklerce;…b) Birinci fıkranın (a) bendinde belirtilenlerin dışındaki şirketler ile kooperatiflere yapılacak ihtarda tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde; münfesih olma sebepleri de gösterilerek, bu sebepleri ortadan kaldıran işlemlerin yapılıp ispat edici belgelerin Müdürlüğe verilmesi ya da tasfiye memurunun Müdürlüğe bildirilmesi gerektiği, bildirimde bulunulmaması halinde ise bu sürenin sonunda ticaret sicili kayıtlarından unvanının silineceği, şirkete/kooperatife ait malvarlığının unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal edeceği ve bunun kesin olduğu açıkça yazılır. (Ek-2)c) Bu madde uyarınca yapılacak ihtarlarda şirket ya da kooperatifin davalı veya davacı sıfatıyla devam eden davalarının bulunup bulunmadığının yazılı şekilde beyan edilmesi de istenir.” Anılan Tebliğ’in maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Müdürlük tarafından 6 ncı madde uyarınca yapılan ihtara ve ilanlara rağmen iki ay içerisinde cevap vermeyen veya tasfiye memurunu bildirmeyen yahut durumunu Kanuna uygun hale getirmeyen veya faaliyette bulunduğunu adres ve kanıtlarıyla birlikte bildirmeyen şirket veya kooperatiflerin unvanı ticaret sicilinden resen silinir.(2) Resen unvanı silinen şirket veya kooperatifler Sicil Gazetesinde ve ilgili odanın veya TOBB’un internet sitesinde ilan edilir.” Anılan Tebliğ’in maddesi şöyledir: “1) Müdürlük tarafından 12 nci maddenin dokuzuncu ve onuncu fıkraları ile 13 üncü madde uyarınca ticaret sicilinden unvanları silinecek şirket veya kooperatiflerin borçları unvanların silinmesine engel teşkil etmez.” Anılan Tebliğ’in maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Tebliğ hükümlerine göre, ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatiflerin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hukuki işlemden doğan temsil yetkisi, aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça veya işin özelliğinden anlaşılmadıkça, temsil olunanın veya temsilcinin ölümü, gaipliğine karar verilmesi, fiil ehliyetini kaybetmesi veya iflas etmesi durumlarında sona erer.Bu hüküm, bir tüzel kişiliğin sona ermesi durumunda da uygulanır.Tarafların karşılıklı kişisel hakları saklıdır.” 6098 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça sözleşme, vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile kendiliğinden sona ermiş olur. Bu hüküm, taraflardan birinin tüzel kişi olması durumunda, bu tüzel kişiliğin sona ermesinde de uygulanır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6825", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ihalenin feshi davasında, başvurucunun mazereti nedeniyle katılamadığı duruşmada verilen yeni oturum gününün başvurucuya tebliğ edilmeden ve delillerin toplanmadan karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesinin, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/9/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 5/10/2021 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1946 doğumlu olan başvurucuya meme malign neoplazmı, karaciğer sakonder malign neoplazmı tanısı konulmuştur. Doktor raporunda başvurucunun tedavisi için kullanılmasının gerekli olduğunun belirtilmesi sonrasında başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine neratinib etken maddeli Nerlynx isimli ilacın 6 aylık kullanım dozunun ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ret işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açıp idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir. İdare Mahkemesi 9/9/2021 tarihinde dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Yürütmenin durdurulması kararı sonrasında ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için başvurucunun SGK'ya yeniden yaptığı başvuru sonucunda, SGK başvurucu tarafından Sağlık Bakanlığı ilaç kullanım onay belgesi, fatura asılları ve kullanılan ilaca ait boş ilaç kutuları, ilaca ait reçetelerin asılları, ilaç kullanım raporunun ibraz edilmesi hâlinde ilaç bedelinin geri ödenebileceğini bildirmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 5/10/2021 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İdare Mahkemesi tarafından davanın kabulüne ve davaya konu ret işleminin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. Karar taraflara tebliğ aşamasındadır. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:\"...Olayda, İstanbul Onkoloji Hastanesi Tıbbî Onkoloji Uzmanı tarafından davacının 'Nerlyx' isimli ilacı kullanması gerektiğine dair rapor verildiği, Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu tarafından da bu ilacın kullanımının uygun görüldüğü, kanser hastalığının hızla yayılan bir hastalık olduğu, tedavide normal prosedürün takip edilmesi halinde şu an talep edilen tedavi sürecine ulaşılamayacağı, normal tedavi sürecinde geçen zaman kaybının hasta yönünden hayatını kaybetme gibi telafisi imkânsız sonuçlar doğurabileceği hususları dikkate alındığında uygulanmasında yasal bir engel bulunmayan ilacın bedelinin kesinti yapılmaksızın karşılanması yönündeki davacı başvurusunun reddedilmesine ilişkin işlemin, sağlıklı yaşam hakkı ve sosyal devlet ilkesi ile de bağdaşmayacağı açıktır.Bu durumda tedavi sürecini takip eden doktorlar tarafından, hastalığın tedavisinde kullanılması uygun görülen ve kullanılması hastanın tercihine bırakılmayan 'Nerlyx' isimli ilaç bedelinin kesinti yapılmaksızın karşılanmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle; dava konusu işlemin iptaline,...\" ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38569", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 13/3/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/9/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 6/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış, 9/2/2012 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/28 sorgu sayılı kararıyla \"Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, birden fazla kişi tarafından var olan suç örgütünün oluşturduğu korkutucu güçten yararlanarak yağma\" suçlarından dolayı tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 7/12/2012 tarih ve E.2012/715 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun çek senet tahsilâtçılığı başta olmak üzere tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, kasten yaralama ve tefecilik suçlarını işleyen organize bir suç örgütünün lideri olduğu belirtilerek \"Çıkar amaçlı suç örgütü kurma, ruhsatsız silah bulundurma, yağma, tehdit, işyeri konut dokunulmazlığını bozma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, hakaret, kasten yaralama, görevi kötüye kullanma ve bankacılık kanuna muhalefet\" suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi E.2012/109 sayılı dosya kapsamında 24/12/2012 tarihinde tensip zaptını düzenlemiş, 2/4/2013 tarihinde yapılan celsede sanık savunmaları alınmaya başlanmış, 3/4/2013 tarihli ve celselerde ve 4/4/2013 tarihli celsede sanık savunmaları alınmaya devam edilmiş, verilen ara kararla savunmaları ve ifadeleri alınmayan bazı sanık ve müştekiler için bulundukları adreslere talimat yazılması, bir kısım müştekilerin zorla getirilmesi, 2 tutuklu sanığın tahliyesi ve \" ...atılı suçların niteliği, öngörülen ceza miktarı, atılı suçlardan çoğunun CMK maddede belirtilen ve tutuklanma nedeni varsayılan suçlardan sayılması, müşteki ve tanık beyanları, tape kayıtları gibi somut olguların bulunması, iddia edilen örgüt bağlantısı nedeniyle sanıkların kaçma, müşteki ve tanıkların büyük bölümünün dinlenmemiş olması nedeniyle bu kişiler üzerinde baskı kurularak delillerin karartılma ihtimali, dolayısıyla adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, tutukluluk şartlarının devam ettiği kanaatine varıldığından ...\" başvurucu ile birlikte 6 tutuklu sanığın tutukluluk hallerinin devamına, tutukluluk incelemelerinin 30/4/2013, 28/5/2013, 25/6/2013 ve 16/7/2013 tarihlerinde yapılmasına, duruşmanın 26/7/2013 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. 30/4/2013, 28/5/2013, 25/6/2013 ve 16/7/2013 tarihlerinde dosya üzerinde yapılan tutukluluk incelemelerinde tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. 26/7/2013 tarihli oturumda bir kısım sanıkların savunması ile müşteki ve tanıkların beyanları alınmış, verilen ara kararla savunmaları alınmayan bazı sanık ve müştekilerin zorla getirilmesi, bilirkişi incelemesi yapılması, 2 tutuklu sanığın tahliyesi ve \" ...atılı suçların niteliği, öngörülen ceza miktarı, suçların CMK maddede belirtilen ve tutuklanma nedeni varsayılan suçlardan sayılması, birçok suçtan yargılanmakta oluşları, kuvvetli suç şüphesini gösterir dosyaya yansımış iletişimin tespiti tutanakları, müşteki, mağdur ve tanık beyanları, telefon görüşme kayıtları gibi somut olguların bulunması, iddia edilen örgüt bağlantısı nedeniyle sanıkların kaçma, müşteki ve tanıkların büyük bölümünün dinlenmemiş olması nedeniyle bu kişiler üzerinde baskı kurularak delillerin karartılma ihtimali, dolayısıyla adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, tutukluluk şartlarının devam ettiği kanaatine varıldığından ...\" başvurucu dahil 4 tutuklu sanığın tutukluluk hallerinin devamına, tutukluluk incelemelerinin 22/8/2013, 19/9/2013, 10/10/2013, 7/11/2013 ve 5/12/2013 tarihlerinde yapılmasına, duruşmanın 17/12/2013 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. 22/8/2013, 19/9/2013, 10/10/2013, 7/11/2013 ve 5/12/2013 tarihlerinde dosya üzerinde yapılan tutukluluk incelemelerinde tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. İlgili kararların ortak olan gerekçesi şöyledir: “… üzerlerine atılı suçları işlemiş olabileceklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesini oluşturabilecek yeterli delilin bulunması ve tutukluluğun devamına ilişkin kararda belirtilen hususlarda yeni bir değişikliğin olmaması nedeniyle tutuklama şartlarının devam ettiği, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olmayacağı kanaatine varıldığından TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA,” 17/12/2013 tarihinde yapılan celsede bir kısım mağdur, müşteki, tanık ve sanık beyanları alınmış, ifadeleri alınamayan müşteki ve tanıkların beyanlarının alınabilmesi için ihzar çıkartılmasına ve talimat yazılmasına, yine ifadesi alınamayan bir sanık hakkında da yakalama kararı çıkartılmasına ve diğer eksikliklerin giderilmesine karar verilerek duruşmanın ertelenmesine ve başvurucu ile birlikte 4 tutuklu sanığın yukarıda belirtilen aynı gerekçe (Bkz. § 12) ile tutukluluk halerinin hallerinin devamına, tutukluluk incelemelerinin 16/1/2014, 14/2/2014, 14/3/2014 ve 11/4/2014 tarihlerinde yapılmasına, duruşmanın 6/5/2014 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. 16/1/2014 ve 14/2/2014 tarihlerinde dosya üzerinde yapılan tutukluluk incelemelerinde aynı gerekçe ile (Bkz. § 13) tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 26/2/2014 havale tarihli dilekçesi ile 6352 sayılı Kanun ile tutukluluk süresinin azami 5 yıl olarak öngörülmüş olması, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmış olması, başvurucunun üzerine atılı suçları işlememiş olması ve dinlenen müştekilerin şikâyetçi olmadıklarına ilişkin beyanları, kanıtların toplanmış olması gerekçesiyle tahliyesine veya adli kontrol hükümlerinin uygulanması talebinde bulunmuş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, talebin 14/2/2014 tarihinde verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara itiraz niteliğinde olduğunu belirterek “tutukluluk hallerinin devamı yönünde verilen ara kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, itirazın yerinde olmadığı” gerekçesiyle itirazı reddetmiş ve dosyayı itiraz incelemesi yapılmak üzere İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2014 tarih ve 2014/102 İş sayılı kararında \" ... itiraz konusu kararın ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu, kararda bir isabetsizliğin bulunmadığı, yapılan itirazın bu nedenle yerinde olmadığı kanaatine varılmakla ...\" gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu bu karardan 5/3/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 7/3/2014 tarih, E.2012/109, K.2014/68 sayılı kararla 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2014/164 sırasına kaydedilmiş olup halen derdesttir. Mahkeme 1/4/2014 tarihli tensip tutanağı ile bir kısım tanık ve müştekilerin zorla getirilmelerine, tutuksuz sanıkların çağrı kâğıdı ile duruşmaya çağrılmalarına, duruşmanın 6/6/2014 tarihine bırakılmasına ve “.. tutuklu sanıklar … üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının üst sınırı, tutuklamanın mevcut somut delillere göre ölçülü oluşu dikkate alındığında CMK.nun 109/1 maddesindeki adli kontrol hükümlerinin sanık lehine uygulanmasına dosya içeriğine göre şu aşamada yer olmadığına …” gerekçesiyle başvurucu dahil 4 sanığın tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/164 sayılı dosyasında 6/6/2014 tarihinde yapılan celsede bir kısım müştekilerin beyanı alınarak, bir kısım müştekilerin zorla getirilmesine, bir sanığın tahliyesine, duruşmanın 18/9/2014 tarihine bırakılmasına ve “Dosya içeriğine göre sanıkların üzerine atılı suçu işlediği yönünde görüşme tapeleri, tanık beyanları, şikayetçilerin anlatımları gibi somut delillerin bulunması CMK.nun 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve sevk maddesine göre ceza miktarı ve tutuklu kaldıkları süreye göre ölçülü olduğu dikkate alındığında CMK.nun 109/1 maddesindeki adli kontrol hükümlerinin sanık lehine uygulanmasına dosya içeriğine göre yer olmadığına …” gerekçesiyle başvurucunun dahil olduğu 3 sanığın tutukluluk hallerinin devamına, tutukluluk incelemelerinin 27/6/2014, 25/7/2014, 21/8/2014 tarihlerinde yapılmasına ve duruşmanın 18/9/2014 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin 18/9/2014 tarihli celsesinde de bir müştekinin beyanı alınmış, dinlenilmeyen bir tanık ve bir müştekinin adreslerinin tespiti ile zorla getirilmelerine, başvurucu dahil tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin yukarıda belirtilen aynı gerekçe (Bkz. § 20) ile devamına, tutukluluk durumunun 17/10/2014 tarihinde incelenmesine ve duruşmanın 14/11/2014 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin 14/11/2014 tarihli celsesinde başvurucu, 34 aydır tutuklu olduğunu, müştekilerin ifadelerinin alındığını, tutuklamadan beklenen gayenin hasıl olduğunu, gerekirse adli kontrol hükümleri uygulanarak tahliyesini talep etmiştir. Mahkeme, dinlenilmeyen bir tanık ve bir müştekinin adreslerinin tespit edilememesi nedeniyle dinlenilmelerine ilişkin ara karardan vazgeçilmesine, bir kısım sanık ve müdafilerinin mazeret taleplerinin kabulü ile duruşma gününün bildirilmesine, bir sanık hakkında görevlendirme için Baro başkanlığına yazı yazılmasına, dosyanın soruşturmanın genişletilmesi talebi yok ise mütalaa hazırlamak üzere Savcılığına tevdiine ve “ Dosya içeriğine sanıklar … üzerlerine atılı suçu işlediği yönünde somut delillerin bulunması, CMK.nun 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve sevk maddesine göre ceza miktarı ve tutuklu kaldığı süre sevk maddesine göre tutuklamanın ölçülü olduğu dikkate alındığında CMK.nun 109/1 maddesindeki adli kontrol hükümlerinin sanık lehine uygulanmasına dosya içeriğine YER OLMADIĞINA, sanık ve müdafilerinin tahliye taleplerinin REDDİNE, sanıkların TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA,…”, tutukluluk durumunun 12/12/2014 ve 9/1/2015 tarihinde incelenmesine ve duruşmanın 6/2/2015 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, toplanan deliller, isnat edilen suçların vasıf değiştirme ve beraat etme ihtimali, tutuklamanın tedbir mahiyetinde olması, tutuklama için somut gerekçeler bulunması mecburiyeti ve 2 yılı aşkın süredir tutuklu oluşunun dikkate alınarak bihakkın veya adli kontrol hükümleri uygulanarak tahliye edilmesi talebiyle 21/11/2014 tarihli dilekçe ile Mahkemenin 14/11/2014 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 27/11/2014 tarih ve 2014/1037 değişik iş sayılı karar ile “sanığa isnat olunan suçun vasfı ve mahiyetine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin ara kararında belirtilen gerekçelere ve tüm dosya kapsamına göre sanıklar … hakkındaki tutukluluk halinin devamına dair kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla vaki itirazın reddine” karar vermiştir. Başvurucu anılan dosya kapsamında halen tutuklu olarak yargılanmaktadır. Başvurucu 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),...  Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),…” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini,  b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,  c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,  gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddenin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “(2) Tehdidin;  a) Silâhla,  b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi hâlinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Aynı Kanun’un maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Bu suçun;  a) Silâhla,  b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,  ..... İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” Aynı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silâhla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,....f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, ...İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Aynı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” Aynı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 19/10/2005 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Bu Kanunun 73 üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında belirtilen yükümlülüğe uymayanlar için bir yıldan üç yıla kadar hapis ve bin günden ikibin güne kadar adlî para cezası hükmolunur. Banka ve müşterilere ait sırları açıklayan üçüncü kişiler hakkında da aynı cezalar uygulanır.Yukarıdaki fıkrada belirtilen kimseler sırları kendileri ya da başkaları için yarar sağlamak amacıyla açıklamış olursa verilecek cezalar altıda bir oranında artırılır. Ayrıca, fiilin önemine göre sorumluların bu Kanun kapsamına giren kuruluşlarda görev yapmaları, iki yıldan aşağı olmamak üzere geçici veya sürekli olarak yasaklanır.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3508", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; kamu makamlarının yaşamsal tehlike meydana getirecek şekilde yaralamaya sebep olan araç sürücüsüne geçiş üstünlüğüne sahip araçların sürülmesi ve geçiş üstünlüğünün kullanılmasına ilişkin kurallar ile esaslar hakkında gerekli eğitimi aldırmaması, sözü edilen trafik kazasından doğan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan tazminat davasında Anayasa'nın maddesinin gerektirdiği özenle inceleme yapılmaması ve anılan davada hükmedilen tazminatların yetersiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca oybirliği sağlanamaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Yargıtay Birinci Başkanlığına ait olup trafik tescil kaydında cankurtaran olarak gözüken bir araç 2/6/2008 tarihinde başvurucuların yaklaşık 83 yaşındaki babaları H.A.ya çarparak H.A.nın ağır bir şekilde yaralanmasına neden olmuştur. H.A. kendisine çarpan araçla Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Acil Servisine götürülmüştür. Olayın meydana geldiği sırada kazaya neden olan H.G. yönetimindeki araç, Yargıtay da zabıt kâtibi olarak görevli S.P.yi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Kalp Merkezine (Kalp Merkezi) götürmektedir ve kazanın meydana geldiği sırada yayalar için yeşil ışık yanmaktadır. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinin birinde görevli olan bir doktorun H.A. hakkında olay günü yazdığı geçici raporda başka hususlar yanında intrakraniyal (kafatası içinde bulunan) kanama tanısı konulduğu ve H.A. için yaşamsal tehlikenin bulunduğu belirtilmiştir. İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 20/10/2008 tarihli sağlık kurulu raporuna göre H.A.ya hemipleji (yan inme), quadripleji (kuadripleji, kol ve bacakların tümünü tutan felç) ve travmatik beyin hasarı tanısı konulmuştur. Başvurucu Kadri Cemil Apaydın'ın talebi üzerine Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi H.A.nın kısıtlanmasına ve başvurucu Rahmiye Ertan'ın H.A.ya vasi olarak atanmasına 25/8/2009 tarihinde karar vermiştir. H.A. 5/7/2017 tarihinde vefat etmiştir. A. Trafik Kazası Hakkında Yürütülen Ceza Yargılamasıyla İlgili Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) trafik kazasının meydana gelmesinden sonra olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır. H.A.nın kardeşi F.A. olay günü kollukça alınan ifadesinde duyma ve görme sorunu yaşaması nedeniyle ağabeyi H.A.nın işitme cihazı ile gözlük kullandığını ancak olay anında ağabeyinin üzerinde işitme cihazı ve/veya gözlük bulunup bulunmadığını ve kazanın nasıl meydana geldiğini bilmediğini, ağabeyinin bilincinin kapalı olduğunu beyan etmiştir. H.G. olay günü kollukça alınan ifadesinde tepe lambası açık ve siren çalar şekilde sol şeritte ilerlediği sırada aracın önüne atlayan H.A.ya çarptığını, o esnada araçlar için sarı ışık yandığını ve aracın içine aldığı H.A.yı Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Acil Servisine götürdüğünü savunmuştur. Başsavcılık 9/10/2008 tarihinde tanık S.K.nın ifadesine başvurmuştur. Tanığın ifadesi şöyledir:\"Ben olay tarihinde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesine gidiyordum, yaya idim. Bir ambulans sesi duydum. Ambulansa baktım, başımı tekrar önüme çevirdiğimde bir kişinin ışıktan geçtiğini gördüm. Bir tehlike hissettim. Yaya henüz yola çıkmıştı. Yolun yaklaşık 1/3'ünü katt ettiğinde soluna baktı ve ambulansı gördü. Ancak geçebileceğini düşünerek yürümeye devam etti, ambulans da onu fark etti, yavaşlar gibi oldu, ancak ambulans ya[ya]yı duracak zannetti, yoluna devam etti. Yaklaşık tereddüt oldu. Yolun sonuna doğru, sol bankete bir metre mesafede çarpışma oldu, ancak şiddetli değildi. İçimden ucuz atlattığını düşündüm. O anda trafik ışıklarına baktığımda ambulansa kırmızının yandığını gördüm. Daha doğrusu ben tam çarpışma anında trafik ışıklarına baktığımda araçlar için kırmızı ışığın yandığını gördüm. Yaya geçitinin olduğu yer butonlu bir yaya geçitidir. Yayalar butona basar geçer... [A]mbulans şoförü ambulanstan bir sedye çıkardı, sedyeye çarptığı kişiyi koyup götürdü...” Başsavcılığın bir bilirkişiden aldığı kusur durumuna ilişkin 16/10/2008 tarihli raporda kazaya karışan aracın olay anında tepe lambası açık ve sireni çalar vaziyette hasta taşıdığı, bu nedenle söz konusu aracın trafikte geçiş üstünlüğü olduğu, aracı gören H.A.nın yaya geçidinden yolun karşına geçerken önce durduğu ve daha sonra aniden hareket ederek duramayacak kadar kendisine yaklaşmış olan aracın kendisine çarpmasıyla neticelenen olaya sebebiyet verdiği belirtilerek aniden hasta taşıyan aracın önüne çıkmak suretiyle aracın geçişine engel olan H.A.nın olayın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğu açıklanmıştır. Başvurucu Kadri Cemil Apaydın anılan bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Yargıtay Başkanlığı 20/11/2008 tarihli yazıyla kazaya karışan aracın olay günü görevli olup hastaneye hasta nakli yaptığı yönünde Başsavcılığa bilgi vermiştir. 25/11/2008 tarihinde Başsavcılıkça şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan H.G. olay sırasında aracın tepe lambası ile sireninin açık olduğunu, hizmetçisi ya da bakıcısından duyduğuna göre H.A.nın olay günü işitme cihazını almadan evden çıktığını, korna ve siren sesine rağmen H.A.nın kendisine bakmadığını, H.A.yı yol üzerinde gördüğünde H.A.nın orta şeritte, kendisinin ise sol şeritte olduğunu söylemiştir. Başsavcılığın 26/11/2008 tarihinde ifadesini aldığı E. başka hususlar yanında hastanede görevli polis memurunun söylediğine göre H.G.nin görev emrinin bulunmadığını ve cankurtaranda hastaya eşlik eden bir doktorun olmadığını, hastanın sevk evrakının da bulunmadığını, söylediğine göre H.G.nin Kurtuluş'ta zaman kaybettiği için biraz hızlandığını ve H.A.ya çarpıp çarpmadığını bile fark etmediğini beyan etmiştir. Başsavcılık 27/11/2008 tarihinde S.P. ile olay sırasında araç içinde S.P.ye refakat eden H.P.nin ifadelerini almıştır. Anılan kişilerin ifadeleri şöyledir:i. S.P.: “Olay tarihinde ben hastaydım. Sabah Yargıtaya işe geldim. Çarpıntım başlayınca revire gittim. Orada bulunan doktorumuz [ Bey] beni yatırdı. Dinlendim. Çarpıntım geçmedi. [ Bey] ‘burada yapacağım birşey yok sizi hastaneye sevk edelim. Bir yakınınıza haber verelim’ diyince ablamı çağırdım. Ablam ile beraber ambulansa bindik. Biz arkadaydık. Ambulansı şüpheli kullanıyordu. Benim çarpıntım vardı. Yolda bir süre gittikten sonra ani fren yapıldı. Ben yere düştüm. Ne olduğunu anlamadım. 1-2 dk sonra kapı açıldı. Ambulansın içine kanamalı bir hasta bindirdiler. Hemen acil olduğu için o hastayı hastaneye yetiştirdik... Ambulans giderken sürekli siren çalıyordu. Yargıtaytan çıkarken çalmaya başlamıştı...”ii. H.P.: “Ben olay tarihinde kız kardeşime refakatçi olarak ambulansta bulunuyordum. Ambulansın arkasında kız kardeşimle beraberdik. Yanımızda doktor veya hemşire yoktu. Kazayı görmedim. Şoförün fren yaptığını duydum. O zaman savrulduk. Şoför yolda girderken sireni sürekli açıktı. Kardeşimin kalbinde ritim bozukluğu vardı. Hastaneye acil gidiyorduk. Olay günü ben Türkiye İş Kurumunda çalıştığım sırada kardeşimin durumunu bildirdiler. Ben Yargıtaya gittiğimde kardeşim ambulansta idi. Niçin doktor olmadığını bilmiyorum. Kazadan sonra yaralanan kişiyi bizim ambulansa bindirdiler. Beraberce hastaneye gittik. Daha doğrusu önce onu götürdük. O nun kanaması vardı...” Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi (İhtisas Dairesi) 28/1/2009 tarihinde olayın meydana gelmesindeki kusur durumu hakkında bir rapor hazırlamıştır. Sözü edilen rapora göre; -Geçiş üstünlüğü olan, sireni ve tepe lambaları açık vaziyetteki cankurtaranı görmesine rağmen cankurtarana geçiş üstünlüğü tanımaması nedeniyle H.A. olayın meydana gelmesinde birinci derecede kusurludur.-Cankurtaran geçiş üstünlüğüne sahip olsa da cankurtaranın sürücüsü H.G. ışık kontrollü yaya geçidine geldiğinde geçiş üstünlüğünü halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye sokmayacak şekilde kullanması gerekirdi. Oysa H.G. yeşil ışıkta yaya geçidinden yolun karşısına geçmeye çalışan başvurucuların babasına önlem almadan çarpmıştır. Bu nedenle H.G. olayın meydana gelmesinde ikinci derecede kusurludur. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 22/4/2009 tarihli raporda H.A.nın yaşamının olay nedeniyle tehlikeye girdiği, yaralama eyleminin H.A.da meydana getirdiği etkinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği, vücudundaki kemik kırığının H.A.nın yaşam fonksiyonlarını ağır derecede (etki derecesi 4) etkilediği ve H.A.nın maruz kaldığı eylemin iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına ya da işlevini yitirmesine neden olup olmadığı hakkında görüş bildirebilmek için olay tarihinden 18 ay sonra yapılacak kontrol muayenesine ilişkin raporun gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir. 7/9/2009 tarihinde Başsavcılık, H.G. hakkında Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) taksirle yaralama suçundan kamu davası açmıştır. Yargılama sırasında tanıklar S.K., S.P. ve H.P. soruşturma aşamasındaki ifadeleriyle uyumlu beyanlarda bulunmuştur. H.P. ek olarak kardeşi S.P.nin olay günü Kalp Merkezine sevk edildiğini, kazadan sonra öncelikle H.A.nın Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Acil Servisine götürüldüğünü, daha sonra kardeşinin tedavisi için Kalp Merkezine gittiklerini ancak acil servis birimi olmadığı için Kalp Merkezinin kardeşini Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinin Acil Servisine sevk ettiğini ve duyduğuna göre H.A.nın olay günü işitme cihazı takmadığını söylemiştir. 8/4/2010 tarihli celsede tanıklar S. ve H.K. dinlenmiştir. i. S.nin ifadesi şöyledir: “Ben suç mahalli cebecide esnafım. Olay günü [H.K. ile] bankaya giderken ambulansın siren sesini duydum. Arkaya dönüp baktığımda kazada yaralanan yaşlı amca yoldan geçmek üzereydi. Geçtiği bölüm yaya geçidi olup buton vardır. Hatta yolda bekler vaziyette iki tane araç var idi ve yaya bu araçları geçmiş ve yol geçişini de tamamlamak üzereydi. Yani araçlar yayanın geçmesini bekliyorlardı. Araçlara kırmızı yanıyordu. Bu halde iken ambulans hızlı idi. Fren yapmasına rağmen duramadı ve çarpma meydana geldi...”ii. H.K., S.nin beyanlarını doğrulamıştır. Ankara İl Sağlık Müdürlüğü H.G.nin yönetimindeki aracın cankurtaran uygunluk belgesinin bulunmadığı konusunda, Yargıtay Birinci Başkanlığı ise trafik kazasına karışan aracın hasta nakil aracı olarak kullanıldığı ve olay günü görevli olarak hastaneye hasta taşıdığı konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. Ceza Mahkemesi H.A.da meydana gelen yaralanma hakkında Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünden rapor almıştır. Bahsi geçen 8/7/2010 tarihli rapora göre H.A.nın yaralanması organ işlevinin sürekli yitirilmesi niteliğindedir. Ceza Mahkemesi, kazaya karışan aracın donanımı ve teknik özellikleri itibarıyla hasta nakil aracı ve/veya cankurtaran niteliğinde olup olmadığı hususunda ek rapor almıştır. Sözü edilen raporun içeriği saptanamamıştır. Ceza Mahkemesi üç kişilik bilirkişi heyetinden kusur durumu hakkında rapor almıştır. Anılan heyetin 20/1/2011 tarihli raporunda varılan sonuç İhtisas Kurulunun hazırladığı rapordaki sonucun aynısıdır. 5/7/2011 tarihinde Ceza Mahkemesi, cankurtaranın olay sırasında geçiş üstünlüğü olsa da tedbirsiz ve dikkatsiz davranışı sonucunda sevk ve idare ettiği araçla yeşil ışıkta yolun karşısına geçmekte olan H.A.ya çarptığı için H.G.nin taksirle yaralama suçundan neticeten aylık on eşit taksitle ödenmesi koşuluyla 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar hem H.A. hem H.G. tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde H.A. cankurtaran niteliğinde olmadığı için kazaya neden olan aracın geçiş üstünlüğünün bulunmadığını ve kırmızı ışıkta durmayan sanığın olayın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğunu iddia etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) H.G.nin temyiz itirazları ile H.A.nın aracın hasta nakil aracı olup geçiş üstünlüğünün bulunmadığına ve sanığın olayda tam kusurlu olduğuna ilişkin temyiz sebeplerini yerinde görmemiş ancak şeklî bir bozma nedenine ek olarak adalet ve hakkaniyet kuralları uyarınca alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerektiği gerekçesiyle Ceza Mahkemesince verilen hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararına uyulması sonrasında Ceza Mahkemesi, H.G.nin neticeten aylık 10 eşit taksitle ödenmesi koşuluyla 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Bahsedilen kararın gerekçesi şöyledir:“...Dosyada bulunan adli tıp trafik ihtisas dairesi raporu ve ayrıca 20/01/2011 tarihli bilirkişi raporuna göre sanık sürücünün sevk ve idaresineki ambülans ile hasta taşıdığı sırada her ne kadar geçiş üstünlüğüne haiz ise de yaya geçidine geldiğinde yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçmekte olan yayaya çarpmasında dikkatsizliği ve tedbirsizliği bulunduğundan derecede kusurlu bulunmakla, müştekinin tıbbi raporu dikkate alınarak TCK 89/1, 89/3-b maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.Sanığa asgari haddin üzerinde ceza tayin edilirken yaralamanın derecesi gözetilmiştir.Müştekinin zararı giderilmediğinden CMK 231 madde tatbik edilmemiştir....” Ceza Mahkemesince verilen karar yalnızca H.G. tarafından temyiz edilmiştir. Daire 6/4/2015 tarihinde Ceza Mahkemesince verilen kararı onamıştır.B. Trafik Kazasından Doğan Zararların Tazmini İstemiyle Açılan Davayla İlgili Süreç H.A. trafik kazasından doğan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Yargıtay Birinci Başkanlığı ve H.G. aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Hukuk Mahkemesi) nezdinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde olaya neden olan aracın hasta nakil aracı olduğu ve bu aracın geçiş üstünlüğünün bulunmadığı, olayın meydana gelmesinde H.G.nin tam kusurlu olduğu ve ceza yargılamasında kazaya karışan aracın niteliğiyle geçiş üstünlüğü olup olmadığı konusunda doğru bir tespit yapılmadığı gibi ehliyetli bir bilirkişi heyetinden de rapor alınmadığı iddia edilmiştir. Dava dilekçesinde ayrıca H.A.nın evine özel bir hastanede altı ay süreyle gördüğü yoğun ve devamlı bakım sonrasında -2008 yılı Kasım ayında- ayakta duramaz ve sadece karnından sıvı ile beslenebilir bir hâlde gelebildiği, altı ay süreyle iki fizyoterapistten aldığı tıbbi destekle ağızdan beslenebilir ve yardım alarak yürüyebilir hâle gelse de H.A.nın daimî surette 24 saat süreyle bakıcı hizmetine muhtaç durumda kaldığı, H.A.nın alzaymır hastası olan eşinin de bakıma muhtaç olduğu, H.A.nın evde bakımı için iki bakıcı ile bir yardımcının çalıştığı, evde yaşamının kolaylaşması için bazı tıbbi malzemelerin alındığı, her ay çeşitli ilaçlarla tedavi ve bakım için bazı malzemenin alınması gerektiği öne sürülerek fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla maddi tazminat olarak 000 TL, manevi tazminat olarak 000 TL talep edilmiştir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dâhili Tıp Bilimleri Bölümü Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından alınan 8/7/2013 tarihli raporda yaralanması sonrasında H.A.nın genel çalışma gücünü %100 oranında kaybettiği, sürekli iş göremezlik hâlinde kaldığı ve Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü'nün maddesine göre devamlı surette başka birinin bakımına muhtaç olduğu belirtilmiştir (Bakıma muhtaçlık konusunda bahsi geçen norm 11/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği'nin maddesidir ve söz konusu maddeye göre kuadripleji, parapleji, dipleji ve sigortalının yaşamını kendi başına yürütmesine engel hemipleji veya merkezî sinir sisteminin sfinkter bozuklukları ile birlikte olan diğer hastalık ve arızalar, sigortalıların ve özürlü çocuklarının başka birinin sürekli bakımına muhtaç durumda sayılacağı hâllerdendir.). Hukuk Mahkemesince dinlenen iki tanık, H.A.nın alzaymır hastası olan eşine kazadan önce H.A. ile bir bakıcının baktığını ancak kazadan sonra H.A. ile eşi için üç bakıcının çalıştığını söylemiştir. Hukuk Mahkemesi, olayın meydana gelmesindeki kusurun kime ait olduğu konusunda bir bilirkişiden rapor almıştır. 7/10/2013 tarihli bu raporda H.A.nın kusursuz olduğu, araçla kırmızı ışıkta geçen H.G.nin ise %100 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Bilirkişiye göre kazaya neden olan aracın cankurtaran uygunluk belgesinin bulunmaması, araçtaki kişinin hayati tehlikesi bulunan yaralı ve kanaması olan biri olmaması, araçtaki kişiye tıbbi yardımda bulunabilecek bir sağlık görevlisinin bulunmaması ve geçiş üstünlüğü olan araçların halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye sokmayacak şekilde kullanılması gerektiği dikkate alındığında H.G., kırmızı ışığı gördüğünde aracın hızını yavaşlatarak yaya için yanan yeşil ışıkta yolun karşısına kurallara uygun bir şekilde geçen ve bu geçişini tamamlamak üzere olan H.A.ya ilk geçiş hakkını verseydi kaza yaşanmazdı. Bu bakımdan H.G. geçiş üstünlüğü ile ilgili kurallara uymamıştır. Hukuk Mahkemesi, sözü edilen bilirkişi raporundaki tespit ile İhtisas Kurulunca hazırlanan rapordaki (bkz. § 23) tespitin çeliştiği gerekçesiyle daha önce Polis Akademisinde trafik hukuku alanında öğretim elemanlığı yapmış bir trafik kusur uzmanı, Karayolları Genel Müdürlüğünden emekli olmuş bir makine mühendisi-trafik kusur uzmanı ve teknik eleman olan bir trafik kusur uzmanından oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden kusur durumu hakkında rapor almıştır. 6/1/2014 tarihli bu raporda hasta taşıması nedeniyle cankurtaranın olayda 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ile18/7/1997 tarihli ve 23053 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği'ndeki trafik kısıtlama ve yasaklarına bağlı olmadan geçiş üstünlüğüne sahip olduğu, bu nedenle H.A.nın kendisi için yeşil ışık yansa bile cankurtaranın duyulur ve görünür işaretlerini alınca cankurtaranın geçiş üstünlüğüne saygı göstermesi gerektiği ve H.G.nin cankurtaranın halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye sokmayacak şekilde kullanılmasına ilişkin gerekliliğe riayet etmediği belirtilerek olayın meydan gelmesinde H.A.nın asli derecede ve %75 oranında, H.G.nin ise tali derecede ve %25 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. H.A.; kazaya neden olan aracın cankurtaran için uygunluk belgesine sahip olmadığını, bu sebeple söz konusu aracın siren ve tepe lambası kullanamayacağı gibi geçiş üstünlüğüne sahip olmadığını, yaşından dolayı duyma sorununun olduğunu ve hareketlerinin sınırlı olduğunu, araçta acil ve kanamalı bir hasta olmadığı için H.G.nin trafik kurallarına uygun surette hareket edip yayaya öncelik vermek suretiyle kazayı önlemesinin mümkün olmasına rağmen keyfî sayılabilecek şekilde dikkatsiz ve tedbirsiz davrandığını, bu bakımdan bilirkişi heyetince yapılan değerlendirmelerin nesnellikten uzak olduğunu ve somut olaya uygun düşmediğini, ayrıca Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporlarının birbiriyle çeliştiğini iddia ederek 6/1/2014 tarihli bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Hukuk Mahkemesi H.A.nın trafik kazasından kaynaklanan maddi zararının tespiti için bilirkişi incelemesine başvurmuştur. İki bilirkişi tarafından hazırlanan 9/5/2014 havale tarihli raporda özel hastanedeki tedaviye ilişkin faturada yazılı tutarın ne kadarının Sosyal Güvenlik Kurumunca(SGK) karşılanması gerektiği konusunda yazışma yapılarak gelecek cevaba göre yeni bir hesaplama yapmak gerektiği, H.A.nın bakıcı gideri ve fizyoterapist hizmet gideri ile hasta yatağı, tekerlekli sandalye ve oksijen tüpü gibi gereç ve temizlik malzemesi için harcanan tutarla ilgili belge sunmadığı, evde fizyoterapi tıbben uygun olmadığından fizyoterapist için ödenen ücretin kabul edilebilir olmadığı, H.A.nın olayın meydana gelmesinde %75 oranında kusurlu olması nedeniyle yatak, yatak altı bezi ve temizlik malzemesi giderleri için ancak 750 TL talep edebileceği, kusur durumu dikkate alındığında başka birinin sürekli bakımına muhtaç olan H.A.nın bakıcı yönünden talep edebileceği tazminat miktarının 160,99 TL olduğu belirtilmiştir. H.A. delilleri tam olarak toplanmadan maddi zarar yönünden bilirkişi incelemesine başvurulduğunu belirterek Hukuk Mahkemesine bazı delillerin toplanmasına ilişkin talebini iletip sağlık ve bakım giderlerine ilişkin bazı belgeleri Hukuk Mahkemesine sunmuştur. H.A.nın talebi doğrultusunda yapılan yazışmalar H.A.ya çarpan aracın hasta nakli için kullanıldığını, aracın tıbbi donanımı için 1999 yılında fatura kesildiğini, Yargıtay Birinci Başkanlığının 12/5/1999 tarihinde aracın tıbbi donanımlı cankurtaran olarak trafik kaydına tescilini istediğini, aracın cankurtaran uygunluk belgesine sahip olmadığını, araç sürücüsü H.G.nin ilk yardım eğitimi aldığına ilişkin sertifikasının olmadığını ve aracın olay günü hastaneye hasta nakli ile görevli olduğunu ortaya koymuştur. Dava dosyasına sunulan harcama belgeleri üzerinden iki bilirkişi tarafından hazırlanan 15/9/2015 havale tarihli raporda H.A.nın uğradığı toplam maddi zararın 730,87 TL ve 250 Amerikan doları olduğu, olay tarihinden itibaren faiz talep edildiği için olay tarihinde geçerli olan döviz kuru dikkate alınıp H.A.nın olayın meydana gelmesinde %75 oranında kusurlu olduğu gözetildiğinde H.A.nın talep edebileceği maddi tazminatın 010,74 TL olduğu belirtilmiştir. H.A. olay sonrasında altı ay süreyle özel bir hastanede alınan yoğun bakım hizmeti için ödenen ücretin hesaplamaya dahil edilmediğini, söz konusu ücretin SGK tarafından karşılanmasına ilişkin yasal gerekliliğin davalıları sorumluluktan kurtarmadığını, bakıcı için hâlen dövizle ödeme yapılması nedeniyle mevcut döviz kurunun dikkate alınması gerektiğini, kazaya neden olan aracın cankurtaran/acil sağlık aracı uygunluk belgesinin olmadığını, araçta ilk yardım hizmeti için gerekli malzeme ve sağlık personelinin bulunmadığını, bu nedenle söz konusu aracın trafikte geçiş üstünlüğünün olmadığını ve olayın meydana gelmesinde davalı H.G. tam kusurlu olduğu için maddi tazminatta kusur indirimi yapılmaması gerektiğini belirterek bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. H.A.nın SGK'nın tedavi giderlerinden sorumlu olduğunu ileri sürmesi üzerine Hukuk Mahkemesi, 19/11/2015 tarihli ara kararıyla SGK'nın davaya dâhil edilmesine ilişkin dilekçenin SGK'ya tebliğine karar vermiştir. H.A. 1/2/2016 tarihli dilekçeyle kusur durumuna ve maddi zarar hesabına ilişkin bilirkişi raporlarındaki itirazlarını sürdürmüş ancak fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak maddi tazminat istemini 010,74 TL'ye yükseltmiştir. Hukuk Mahkemesinin talebi üzerine biri sosyal güvenlik uzmanı, biri tıp doktoru, biri de hukukçudan oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti dava dosyasında bulunan başka harcama belgelerindeki tutarlar yanında özel hastanede alınan yoğun bakım hizmet karşılığında ödenen ücreti, olay tarihinden itibaren faiz talep edilmesi nedeniyle olay tarihindeki döviz kurunu ve SGK Sağlık Uygulama Tebliği'ndeki fiyatları dikkate alarak H.A.nın uğradığı maddi zararı hesap etmiştir. Bu hesaplamaya ilişkin 28/11/2016 tarihli raporda H.A.nın maddi zararının 013,14 TL olduğu ve kusur durumuna göre H.A.nın zararın 759,78 TL'sinden sorumlu olduğu açıklanmıştır. H.A. 23/12/2016 tarihinde bilirkişi raporuna itiraz etmiş ve öncelikle kazaya karışan aracın cankurtaran veya acil sağlık aracı olup olmadığı ve bu aracın görevlendirme amacına uygun olarak olay esnasında geçiş üstünlüğü olup olmadığı hususlarında konusunun uzmanı bilirkişilerden rapor alınmasını ve ardından kusur durumu hakkında Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden, gerçek maddi zararın tespiti konusunda ise aktüer, sosyal güvenlik uzmanı, adli tıp uzmanı ve uzman bir hukukçu arasından oluşturulacak bilirkişi heyetinden rapor alınmasını talep etmiştir. Sözü edilen itirazla ilgili dilekçede H.A. özetle kusur değerlendirmesine ilişkin 6/1/2014 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlerin hatalı olduğunu, kusur konusunda Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğunu ve bu çelişkinin giderilmediğini, maddi zararın tespiti konusunda alınan bilirkişi raporlarının birbiriyle çeliştiğini ve hüküm kurmaya elverişli olmadığını, maddi zarar hesabında sadece bir bakıcının ücretinin dikkate alındığını oysa 24 saat süreyle bakıma muhtaç olduğunu, çalışan bakıcılar için sigorta ücretleri ile vergi ödendiğini, ayrıca bakıcıların mazeret ve yıllık izin haklarının bulunduğunu, hukuki açıdan tüm sağlık harcamalarının herhangi bir indirime tabi tutulmadan ödenmesi gerektiğini, uygulanacak faizin gerçek zararı karşılamaktan uzak olduğunu, yeni bir davaya sebebiyet verilmeden gerçek zararın tespitinin gerekli olduğunu, bilirkişi heyetinin konunun uzmanı olmadığını ve rapor hazırlarken vesayet dosyasındaki gerçek harcama belgelerine göre hesaplama yapmadıklarını öne sürmüştür. Yaptığı yargılama sonunda kusur durumuna ilişkin 6/1/2014 tarihli bilirkişi raporunu dikkate alarak davalı sürücünün olayın meydana gelmesinde %25 oranında kusurlu olduğu ve SGK'nın taraf sıfatının bulunmadığı sonucuna varan Hukuk Mahkemesi, SGK yönünden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verip H.A.nın uğradığı maddi zarar yönünden 28/11/2016 tarihli bilirkişi raporunu gözeterek H.A. lehine olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle beraber 253,26 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Hem H.A. hem davalılar, anılan karar aleyhine istinaf başvurusu yapmıştır. H.A. istinaf istemine ilişkin dilekçesinde özetle şu iddiaları ileri sürmüştür: - Hukuk Mahkemesi, yargılama sırasında kusur durumu yönünden alınan iki bilirkişi raporu arasında olaya neden olan aracın geçiş üstünlüğünün olup olmadığı ve geçiş üstünlüğü varsa bu üstünlüğün doğru kullanıp kullanılmadığı hususunda çelişki bulunmasına rağmen söz konusu çelişkiyi gidermeden karar vermiştir. - Olaya karışan aracın geçiş üstünlüğü yoktur zira olaya karışan araç cankurtaran olarak Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne tescil ettirilmediği gibi söz konusu aracın cankurtaran uygunluk belgesi bulunmamaktadır. Ayrıca cankurtaranda bulunması gereken teknik ve tıbbi donanım ile acil sağlık personeli araçta mevcut değildir. Sözü edilen aracın geçiş üstünlüğü olduğu kabul edilse bile davalı sürücü, araçta kanamalı ve acil bir hasta olmamasına ve geçiş üstünlüğünün kullanılması için zorunluluk bulunmamasına rağmen aracı halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde kullanmıştır. Bu sebeple davacı sürücü olayın meydana gelmesinde %100 kusurludur.- Yayalar geçiş üstünlüğü olan araçlara yol vermek zorunda değildir.- Olayın meydana geldiği sırada yaya açısından yeşil ışık yandığı için yayanın asli kusurlu kabul edilmesinin nesnel ve hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca hükme esas alınıp özensizce hazırlanan kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporunda kusur değerlendirmesinin gerekçeleri ile hukuki dayanakları gösterilmemiştir.- Maddi zarar hesabı, konusunda uzman olmayan bilirkişi heyetine yaptırılmıştır ve bu heyet doğru hesaplama yapmamıştır. Hesaplama yapılırken kazadan önce alzaymır hastası eşine bakan H.A.nın kazadan sonra bakıma muhtaç hâle geldiği, H.A. ve 16/2/2013 tarihinde vefat eden eşi için yedi gün yirmi dört saat süreyle iki yabancı işçi çalıştırıldığı, bu işçilere dövizle ödeme yapıldığı ve tüm sağlık harcamaları ile bakım giderlerinin kazadan kaynaklandığı dikkate alınmamıştır. Oysa sağlık harcamaları ile bakım giderleri vesayet dairesinin denetiminde yapılmıştır. Ayrıca yabancı işçilere ödenen ücretin olay tarihi itibarıyla Türk lirasına çevrilmesi hatalıdır.- Davalılar tüm sağlık harcamalarından sorumludur ve 2918 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca trafik kazası nedeniyle sunulan sağlık hizmetlerinin bedeli SGK tarafından karşılanması gerektiği için kendilerince yapılan sağlık harcamalarında kusur indirimi yapılmamalıdır.- SGK davada kanuni hasımdır.- Hükmedilen manevi tazminat manevi tatmin sağlamaktan uzaktır. Ankara Bölge Adiye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Mahkemesi) H.A. ile davalıların istinaf istemlerini esas yönünden 16/3/2018 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Bölge Mahkemesine göre kesinleşen ceza yargılaması kapsamında davalı sürücünün kullandığı aracın geçiş üstünlüğü olduğunun tespiti Hukuk Mahkemesi hâkimini bağlamaktadır ve hükmedilen manevi tazminat yönünden istinaf istemine konu kararda bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Sözü edilen kararın ilgili kısmı şöyledir: “......[A]ynı olayla ilgili olarak Ankara ACM nin 2009/ 1282 Esas- 2011/621 Karar sayılı dosyasında (Yargıtay Ceza Dairesinin sanık ve katılan vekilinin temyizi üzerine 2013/5188-14994 sayılı ilam ile, sanığa alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayini gerektiğinden bahisle bozulması nedeniyle mahkemenin 2013/1086 Esasına kaydedilen) davalı sürücü hakkında taksirle yaralamaya sebebiyet vermek suçundan açılan davada kusur yönünden hükme esas alınan ATK Trafik İhtisas Dairesi raporu ile 2011 tarihli raporda, sanık sürücünün yönetimindeki ambulans ile hasta taşıdığı sırada her ne kadar geçiş üstünlüğü var ise de, yaya geçidine geldiğinde yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçmekte olan yayaya çarpmasında dikkatsizliği ve tedbirsizliği bulunduğundan tali ve derecede kusurlu bulunduğunun tespit edilmesine, bu kusur durumuna itibar edilerek neticeten sanık hakkında 2014 tarihli, 2014/76 Karar sayılı karar ile000,00TL adli para cezası ile tecziyesine karar verilmesine, hükmün sanık tarafından temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 2015 tarihli, 2014/13366 Esas- 2015/5923 Karar sayılı ilamı ile onanmasına, derecattan geçerek kesinleşen ceza mahkemesi dosyasında tespit edilen maddi vakıaların, kazanın oluş şeklinin, davalı tarafa ait aracın geçiş üstünlüğü bulunduğu gibi hususların hukuk hakimini bağlamasına, soruşturma aşamasında Ankara ATK Grup Başkanlığından alınan rapor ile iş bu tazminat dosyasında konusunda uzman bilirkişi kurulundan alınan 2014 tarihli raporun kazanın oluş şekline, dosya kapsamına uygun, denetime ve hüküm kurmaya elverişli olmasına ve hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmamasına, [Türk Borçlar Kanunu] hükümleri gereğince zarar verenin kusuru oranında zarardan sorumlu bulunmasına, birden çok kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermesi yada aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanmasının gerekmesine, davalı sürücünün haksız fiil faili (TBK hükümleri gereğince), davalı Yargıtay Başkanlığının araç işleteni sıfatı (2918 Sayılı KTK nun Maddesi hükmü gereğince) ile zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu bulunmasına, hükme esas alınan aktüerya bilirkişi raporunda bakıcı gideri, fizyoterapist ücreti, ulaşım gideri, ilaç bedeli, sarf malzeme bedeli, özel hastane masrafları, medikal giderleri vs. yöntemine uygun şekilde hesaplanmasına, zarar olay tarihi itibari ile doğduğundan bakıcı giderinin olay tarihindeki kur üzerinden hesaplanmasında usulsüzlük bulunmamasına, davacının maluliyetine ilişkin raporun usulüne uygun olarak düzenlenmesine, davacının tedavisini en iyi şekilde istediği hastanede (özel veya devlet) yaptırma hakkının bulunmasına, kişinin devlet hastanesinde tedavi yaptırmaya zorlanmasının mümkün olmamasına, davalı sürücü ve davacı hakkında sosyal ve ekonomik durum araştırmasının yapılmış olmasına, davalı sürücü ve işletenin kusur oranına isabet eden zararın tamamından müteselsilen sorumlu bulunmasına, meydana gelen kazada, davacı [H.A.nın] vücut genel çalışma gücünden %100 oranında kaybetmesine, devamlı süre ile iş görmezlik halinde kalmasına ve devamlı surette bir başkasının bakımına muhtaç olduğunun belirlenmesine, davacı lehine manevi tazminat şartlarının oluşmasına ve lehine hükmedilen manevi tazminat miktarının; olay tarihi, kazanın oluş şekli, kusur durumu, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, davacının olay tarihinde 83 yaşında olması, maluliyet derecesi, yaşadığı üzüntü, acı, elem, ülkenin ekonomik koşulları, paranın satın alma gücü, manevi tazminatın, cezalandırma ve mamelek hukukuna ilişkin tazmin amacının da bulunmaması, tarafların zenginleşmesi ya da fakirleşmesi durumuna sebebiyet vermeyecek miktarda olmasının gerekmesi, caydırıcılık ve huzur duygusunu oluşturması ile manevi tazminatın amacı ve ölçütleri gözetilerek tayin ve takdir edilmiş olmasına ve mahkemenin gerekçesine göre (HMK'nın maddesi gereğince davacı ve davalı Yargıtay Başkanlığı vekili ile davalı [H.G.nin] istinaf sebepleri ile bağlı kalınarak yapılan inceleme sonunda) yerel mahkeme kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan, davacı vekili ve davalı Yargıtay Başkanlığı vekili ile davalı [H.G.nin] yerinde görülmeyen istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar verilmesi gerekmiş[tir]......” H.A.nın 5/7/2017 tarihinde ölümü üzerine Bölge Mahkemesince verilen kararı başvurucular temyiz etmiştir. Ayrıca anılan karar aleyhine Yargıtay Birinci Başkanlığı da temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucular temyiz istemlerine ilişkin dilekçelerinde dava değeri gözetildiğinde Bölge Mahkemesince verilen kararın kesin olmadığını belirtip istinaf isteminde dile getirdikleri iddiaları yinelemişlerdir. Hukuk Mahkemesi, kesin kararlara karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle başvurucuların temyiz istemlerini reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucular, temyiz istemlerinin reddine dair karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi reddedilen maddi ve manevi tazminat istemlerinin toplamının temyiz sınırını aştığı ve temyiz dilekçesini reddetme yetkisinin Bölge Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle başvurucuların temyiz isteminin reddine dair Hukuk Mahkemesi kararını kaldırmış ancak Bölge Mahkemesinin istinaf isteminin esastan reddine ilişkin kararını 27/3/2019 tarihinde onamıştır. Anlaşıldığı kadarıyla Hukuk Mahkemesince hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla başlatılan icra takibine ilişkin dosya 25/10/2019 tarihinde kapatılmıştır. A. Ulusal Hukuk 2918 sayılı Kanun'un “Yayaların uyacakları kurallar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Yayaların uyacakları kurallar aşağıda belirtilmiştir....c) Yaya yollarında, geçitlerde veya zorunlu hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek veya tehlikeye düşürecek şekilde davranışlarda bulunmaları veya buraları saygısızca kullanmaları yasaktır....” 2918 sayılı Kanun'un “Geçiş üstünlüğüne sahip araçlar ve sürme kuralları” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Geçiş üstünlüğüne sahip araçlar öncelik sırasıyla şunlardır:a) Cankurtaran araçları, yaralı veya acil hasta taşıyan araçlar,...Bu araçlar görev halinde iken geçiş üstünlüğü hakkına sahiptir.Bu hak, halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye sokmamak, duyulur ve görünür geçiş üstünlüğü işaretini vermek şartı ile kullanılır.Bu araçlar, bu Kanun ve yönetmelikte yazılı trafik kısıtlama ve yasaklarına bağlı değildir....Zorunluluk olmadığı hallerde geçiş üstünlüğünü kullanmak yasaktır....” Başvuruya konu edilen yargılama sürecinin başladığı tarihte yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesiyle aynı düzenlemeyi içeren 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin “Yayalar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Yayaların uyacakları kurallar aşağıda belirtilmiştir....b) Karşıdan karşıya geçişler;Taşıt yolunun karşı tarafına geçmek isteyen yayalar, taşıt yolunu yaya ve okul geçidiyle kavşak giriş ve çıkışlarından geçmek zorundadırlar.1) Yaya ve okul geçitlerinin bulunduğu yerlerde yayalar için ışıklı işaret varsa bu işaretlere uymak,...Zorundadırlar....d) Yaya yollarında ... bulunan yayaların, trafiği engelleyecek, tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunmaları, dikkatsiz hareket etmeleri, oynamaları veya bu yerleri saygısızca kullanmaları yasaktır.” Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin “Geçiş Üstünlüğüne Sahip Araçlar” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükten olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Geçiş üstünlüğüne sahip araçlar ile bunların sürülmesi hakkında uygulanacak esas, usul ve kurallar aşağıda gösterilmiştir.a) Geçiş üstünlüğüne sahip araçlar;1) Yaralı veya acil hastaların taşınması ve bunlara ilk ve acil yardımın yapılması için kullanılan cankurtaran ve özel amaçlı taşıtlarla, yaralı ve acil hasta taşıyan diğer araçlar,...b) Sürülmelerine İlişkin esas ve kurallar;1) Bu araçlar, görev halinde iken geçiş üstünlüğü hakkına sahiptir.Bu hak, halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye sokmamak, ışıklı ve sesli uyarı işaretlerini bir arada vermek şartı ile kullanılır.2) Bu araçlar, hizmetin yerine getirilmesini sağlamak amacına uygun olması şartıyla, Karayolları Trafik Kanunu ve bu Yönetmelikte gösterilen trafik kısıtlamalarına ve yasaklarına bağlı değildir....4) Bu araçların görev hali dışında geçiş üstünlüğü işaret ve hakkını kullanmaları yasaktır.c) Geçiş üstünlüğü hakkının kullanılması esasları;Özel amaçlı taşıtlardan cankurtaran ve itfaiye araçları ile emniyet ve asayiş hizmetlerinde kullanılan, boyama şekilleri ve ayırım işaretleriyle tanınan geçiş üstünlüğüne sahip oldukları açıkça belli olan araçlar dışındaki ayırım işareti bulunmayan ancak, geçiş üstünlüğüne sahip olan diğer araçlardan,...2) Cankurtaran dışında, yaralı ve acil hasta taşıyan ve geçiş üstünlüğüne sahip oldukları ayırım işaretiyle belirlenmemiş olan araçlar geçiş üstünlüğü hakkını, gereksiz olmamak şartı ile kendilerine taşıt yolu üzerinde yer açılmasını sağlamak üzere yeterli şekilde ses cihazlarını ve ışıklı işaretlerini kullanarak, gerektiğinde el ve kol işareti yaparak, karayolunu kullananları uyarmak suretiyle kullanılır.Bu hakkı gereksiz yere kullananlar hakkında Karayolları Trafik Kanununa göre işlem yapılmakla birlikte Türk Ceza Kanunu hükümleri de uygulanır....” Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/11/2019 tarihli ve E.2018/1204, K.2019/5097 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...Mahkemece, 15/04/2015 tarihli trafik bilirkişi raporunda davacılar murisinin %75 oranında kusurlu olduğuna ilişkin tespit dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (TBK m. 74) maddesi gereği ceza mahkemesinde verilen beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz ise de, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız olmayıp ceza mahkemesinin maddi vakıaların belirlenmesine ilişkin mahkumiyet kararı hukuk hakimi yönünden bağlayıcı olup taraflar yönünden kesin delil niteliği taşıyacaktır.Dosyanın incelenmesinde; davalı [G.Y.nin] trafik kazası sebebiyle birden fazla kişinin yaralanması ve ölümüne sebebiyet verilmesinden dolayı ceza yargılaması yapıldığı, yargılama esnasında 03/08/2012 tarihli Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi’nden alınan raporda davalı [G.Y.nin] kırmızı ışıkta geçmesi sebebiyle tam ve asli kusurlu bulunduğunun tespit edildiği ve mahkemece bahsi geçen rapor dikkate alınarak davalı hakkında bilinçli taksirden mahkumiyet hükmü tesis edildiği, kararın derecattan geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Şu halde; mahkemece, ceza yargılamasında hükme esas alınan raporda davalının kırmızı ışıkta geçmek suretiyle tam ve asli kusurlu olduğu hususunun maddi vakıa olarak belirlenmesi karşısında aksi yönde kusur belirlemesi yapan 15/04/2015 tarihli bilirkişi raporu hükme esas alınarak karar verilmiş olması doğru olmamış kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir....”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü, sadece bireylerin güvenliğini sağlamak üzere gerekli olan makul tedbirlerin alınmasını içermemekte, aynı zamanda ciddi bir yaralanma veya ölüm durumu söz konusu olduğunda mağdura uygun tazminat sağlanması, olay hakkındaki gerçeklerin açığa çıkarılması, faillerin olay nedeniyle sorumluluklarının tespit edilmesini sağlayacak nitelikte etkin ve bağımsız yargı sisteminin kurulmasını da içermektedir. Bu usul yükümlülüğü, sonuç yükümlülüğü değil sadece araç yükümlülüğüdür. Buna karşın iç hukuk tarafından sağlanan koruma mekanizmalarının yalnızca teorik olarak kalması ve uygulamada etkin biçimde işlememesi hâlinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesi kapsamında yer alan pozitif yükümlülüklerin gerekleri yerine getirilmiş sayılmayacaktır (birçok karar arasından bkz. Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 53; Banel/Litvanya, B. No: 14326/11, 18/6/2013, § 66; Cevriloğlu/Türkiye, B. No: 69546/12, 4/10/2016, § 53). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20168", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu makamlarının yaşamsal tehlike meydana getirecek şekilde yaralamaya sebep olan araç sürücüsüne geçiş üstünlüğüne sahip araçların sürülmesi ve geçiş üstünlüğünün kullanılmasına ilişkin kurallar ile esaslar hakkında gerekli eğitimi aldırmaması, sözü edilen trafik kazasından doğan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan tazminat davasında Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özenle inceleme yapılmaması ve anılan davada hükmedilen tazminatların yetersiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunca yaşlılık aylığı bağlanması işleminde sigortalı çalışmaya başlandıktan sonra yapılmış yaş tashihine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının dikkate alınmaması üzerine emeklilik hakkının tespiti için açılan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/10/2018 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) müracaat ederek emeklilik talebinde bulunmuştur. Emeklilik talebi; başvurucunun 1/12/1985 tarihinde sigortalı olarak çalışmaya başladığı, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'na tabi olduğu, ilgili Kanun'un geçici maddesinin (B) ve (C) bentlerinde emeklilik için 25 yıllık sigortalılık süresi, 300 günlük malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş ve 49 yaşını doldurmuş olma şartlarının öngörüldüğü, başvurucunun ise 49 yaşı doldurma şartını yerine getirmediği belirtilerek reddedilmiştir. Başvurucu, Kocaeli İş Mahkemesinde (Mahkeme) 7/1/2019 tarihinde SGK kayıtlarında 1/1/1972 olan doğum tarihinin 1/1/1969 olarak düzeltilmesi ve emeklilik şartlarının buna göre değerlendirilmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/4/1987 tarihli kararıyla 1/1/1972 olan doğum tarihinin 1/1/1969 olarak tashih edildiğini ve yaşının 1/1/1969 tarihi dikkate alınarak hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 13/3/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda öncelikle uyuşmazlığın çözümüne tatbik edilmesi gereken normlar ele alınmıştır. 506 sayılı mülga Kanun'un maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesinin uyuşmazlığa tatbik edilmesi gerektiğine işaret eden Mahkeme, anılan mevzuatta yaş tashihinin sigortalılık tescil işleminden sonra yapılması hâlinde dikkate alınmayacağı hususunun açıkça belirtildiğini vurgulamıştır. Başvurucu hakkındaki yaş tashihi kararının sigortalılık başlangıç tarihinden sonra 21/4/1987 tarihinde verildiğini hatırlatan Mahkeme davanın ret gerekçesini bu sebebe dayandırmıştır. Başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde doğum tarihinin sehven 1/1/1972 olarak yazıldığını, gerçek doğum tarihi olan 1/1/1969 ile yaşamına dair maddi olguların tutarlılık arz ettiğini belirten başvurucu, Mahkeme tarafından uyuşmazlığa tatbik edilen 5510 sayılı Kanun'un maddesinin hak kayıplarına sebep olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Anayasa'nın hukuk devleti ilkesi ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemelerinin ihlal edildiğini belirterek istinafa konu kararın kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İstinaf talebi, Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 2/5/2019 tarihinde reddedilmiştir. Daire, Anayasa Mahkemesinin benzer bir uyuşmazlığa yönelik olarak karara bağladığı Ali Çakmak ve Şerefnaz Aygül (B. No: 2013/5961, 1/12/2015) başvurusunda yer verdiği ilkelere atıf yapmıştır. Kararda, uygulamada uyuşmazlığa tatbik edilen düzenlemelere paralel farklı düzenlemelerin de bulunduğuna dikkati çeken Daire, ilgili düzenlemelere ve bu hususa ilişkin Yargıtay kararına da atıf yaparak istinaf talebini esastan reddetmiştir. Başvurucu, istinaf kararına karşı -istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü aynı nedenlerle- temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yapılan temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Hukuk Dairesi 27/11/2019 tarihinde başvurucunun temyiz talebini reddederek kararı onamıştır. Nihai karar başvurucuya 9/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun \"Kayıt düzeltilmesi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.\" 5510 sayılı Kanun'un;i. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: \"Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.\"ii. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:\"Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına ilişkin yaş ile ilgili hükümlerin uygulanmasında, sigortalıların ve hak sahibi çocuklarının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı Kanun ve mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Kanun ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlara, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine tâbi sandıklara veya bu Kanuna göre ilk defa malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olduğu tarihte, nüfus kütüğünde kayıtlı bulunan doğum tarihleri, sigortalının bu Kanuna göre ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonra doğan çocuklarının ise nüfus kütüğüne ilk olarak yazılan doğum tarihleri esas alınır.İş kazası, meslek hastalığı, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından gelir ve aylık tahsisleri ile sermaye değerinin hesabında, iş kazasının olduğu veya meslek hastalığının hekim raporuyla ilk defa tespit edildiği veya sigortalıların bu Kanuna ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılmış kanunlara tâbi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonraki yaş düzeltmeleri dikkate alınmaz.\" 506 sayılı mülga Kanun’un;i. maddesinin (G) bendi şöyledir: \"Yaşlılık aylığından yararlanma esas ve şartları aşağıda gösterilmiştir: …G) Bu maddenin uygulanmasında; 18 yaşından önce Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak, bu tarihten önceki süreler için ödenen Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.\"ii. Geçici maddesi şöyledir: \"01/04/1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescil edilmiş olanlar hakkında 60 ıncı maddenin (G) fıkrası hükmü uygulanmaz.\"iii. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:\"Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına ilişkin yaş ile ilgili hükümlerin uygulanmasında, sigortalıların ve hak sahibi çocuklarının, sigortalının yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte nüfus kütüğünde kayıtlı bulunan doğum tarihleri, sigortalının sigortaya tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonra doğan çocuklarının da nüfus kütüğüne ilk olarak yazılan doğum tarihleri esas tutulur.İş kazalarıyla meslek hastalıkları, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasından gelir ve aylık tahsisleri ile sermaye değerinin hesabında, iş kazasının olduğu veya meslek hastalığının hekim raporuyla ilk defa tespit edildiği veya sigortalıların yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya 506 sayılı Kanun ile diğer sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonraki yaş tashihleri dikkate alınmaz.\"B. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 506 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bir itiraz başvurusunda verdiği 18/1/2005 tarihli ve E.2005/4, K.2005/7 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Devletin, personel politikasını belirlemede büyük önemi olan emeklilik düzenini, aktüeryal dengeleri gözeterek bilimsel verilere göre belirlemesi ve buna göre gerekli yasal düzenlemeleri yapması doğaldır. Devletin bilimsel verilere dayanarak kurduğu bu düzenin korunması Anayasa'nın maddesinde yer alan sosyal güvenlik hakkının güvenceye alınması için de zorunlu bir gerekliliktir. Nesnel ve sürekli kurallarla sağlam ve sağlıklı temellere oturtulmayan bir sosyal güvenlik kuruluşunun, mahkeme kararları ile alınan yaş düzeltmeleri sonucu ortaya çıkan erken emeklilik gibi nedenlerle aktüeryal dengesinin bozulması, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülemez bir duruma gelmesine sebep olabilir. Sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak çalışılmaya başlanıldığı tarihten sonraki yaş düzeltmelerinin dikkate alınmayacağını öngören itiraz konusu kuralın, sosyal güvenlik sisteminin kimi aksaklıklara yol açmadan sürdürülmesi amacına yönelik olarak düzenlendiği kuşkusuzdur. Burada yargı kararı hukuksal olarak değerini ve geçerliliğini korumakta, sadece emeklilik yönünden sonuç doğurmamaktadır.Öte yandan, yasa önünde eşitlik ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.İtiraz konusu kural, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olarak çalışanlardan ilk defa çalışmaya başladıkları tarihten sonra yaş düzeltmesi yaptıranlar arasında farklılık yaratmadığından eşitlik ilkesine aykırılık görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa'nın , ve maddelerine aykırı olmadığından istemin reddi gerekir.” Anayasa Mahkemesinin 5510 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bir itiraz başvurusunda verdiği 11/4/2019 tarihli ve E.2019/5, K.2019/24 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\" Anayasa’nın maddesinin son fıkrasında yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ile idarenin mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurala bağlanmıştır. Bu maddede öngörülen mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ilkesi, kanun koyucunun Anayasa’ya uygun olması koşuluyla genel düzenleme yapma yetkisini ortadan kaldırmaz. Kesin hüküm niteliği taşıyan bir yargı kararının yerine getirilmesi sonucunda oluşan yeni durumların bazı hukuksal konular yönünden sonuç doğurmaması bu yargı kararının uygulanmadığı anlamına gelmemektedir. Kural mahkeme kararlarının geçersiz kılınmasına yönelik bir düzenleme olmayıp sosyal güvenlik sisteminin işleyişinde belirliliği ve öngörülebilirliği sağlama ile kamu yararı amacıyla sadece emeklilik işleminde yaş düzeltilmesini daha sıkı koşullara bağlamakta, sonuçta sigortalı olarak işe başladıktan sonra yapılan yaş değişikliğinin emeklilik aylığına ilişkin işlemlerde dikkate alınmaması sonucunu doğurmaktadır. Bu bakımdan yargı kararı hukuksal olarak değerini ve geçerliliğini korumakta, sadece bu karara emeklilik yönünden sonuç bağlanmamaktadır. İşe başlamadan önce yapılan yaş değişiklikleri ise emeklilik işlemleri dâhil tüm yönlerden hukuksal sonuç doğurmaya devam etmektedir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın , , , ve maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1617", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunca yaşlılık aylığı bağlanması işleminde sigortalı çalışmaya başlandıktan sonra yapılmış yaş tashihine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının dikkate alınmaması üzerine emeklilik hakkının tespiti için açılan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 2/2/2010 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 29/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 14/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2/2/2010 tarihinde işçi alacaklarının tahsili istemiyle işveren aleyhine dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/87 sayılı dosyasına kaydedilen davanın ilk duruşmasında, işveren şirketten, davacı ile aralarında yapılan sözleşme örneği ile sözleşmenin feshine ilişkin kurum nezdinde bulunan evrakların Mahkemeye sunulması istenmiştir. Anılan evrakların asıllarının 2/11/2011 tarihli duruşmada sunulmasını takiben dosya incelemeye alınmış, bir sonraki duruşmaya davacı vekili mazeret dilekçesi sunarak katılmamıştır. 18/4/2012 tarihli duruşmada dosyanın bilirkişiye gönderilmesine karar verilmiş, davacının bilirkişi masrafını 5/3/2014 tarihli duruşmadan sonra yatırmasının ardından dosya bilirkişiye tevdi edilmiştir. Bilirkişi raporunun okunduğu 26/11/2014 tarihli duruşmaya davacı vekili mazeret dilekçesi sunarak katılmamış, bir sonraki duruşmada, bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere davacı vekiline süre verilmiştir. Yargılama halen Mahkemenin E.2010/87 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7677", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 2/2/2010 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esasının incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/22768 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/22768 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonrasında kanunlaşmıştır.B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda yer alan kurumlarda işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduğunun bildirilmesi üzerine başvurucuların iş akdi feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle kurumlar aleyhine dava açmıştır. Davalı kurumlar cevap dilekçesinde genel hatları itibarıyla iş akitlerinin ilgili kanun ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde ve usulüne uygun olarak feshedildiğini belirtmiş; davaların reddini talep etmiştir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı davaları reddetmiştir. Kararlarda ağırlıklı olarak başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayanılarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklanan nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı ise davaların kabulüne ve başvurucuların işe iadesine karar vermiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) davanın reddi kararlarına yönelik başvurucuların istinaf istemleri reddedilmiştir. Kararlarda şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Davanın kabulüne yönelik hükümler yönünden davalıların istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemelerde ise anılan hükümler kaldırılarak davaların reddine karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde yine başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle ve KHK'ya dayanılarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklanan nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, iş akitlerinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirilmesi nedeniyle geçersizlik koşullarının aranmayacağı, bu sebeple fesih işlemlerinin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22768", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esasının incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, şirkete ait sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borcundan şirket ortağının mirasçılarının sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucunun sağ kalan eş sıfatıyla mirasçısı olduğu Y. 20/4/2004 tarihinde tescil edilen bir limited şirketin (Şirket) 1/2 oranında ortağı ve Şirketi temsile yetkili müdür iken 6/7/2004 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu vekilinin İstanbul Anadolu İş Mahkemesine sunduğu14/10/2015 tarihli beyana göre başvurucunun kanuni süresi içinde mirasın reddi yönünde bir talebi bulunmamaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 2007 yılı Mart ayından 2008 yılı Aralık ayına kadar Şirket tarafından ödenmeyen prim, işsizlik sigortası primi ve damga vergisinden oluşan borcun ödenmesi amacıyla icra takibi başlatmıştır. Ödeme emirleri Şirket ve ortakları adına ayrı ayrı düzenlenmiş, ancak Şirketin adresinin kapalı olması nedeniyle Şirkete tebligat yapılamamıştır. 21/5/2012 tarihinde başvurucu adına düzenlenen yeni ödeme emri 30/5/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru formuna ek belgeler arasında Şirketin hangi tarihte sicilden terkin edildiğine ilişkin bir belge bulunmamakla beraber başvurucu vekilinin yargılama aşamasında Yargıtaya gönderilmek üzere sunmuş olduğu 25/7/2016 tarihli dilekçeden söz konusu Şirketin 24/9/2013 tarihinde sicilden terkin edildiği anlaşılmıştır.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu 6/6/2012 tarihinde ödeme emirlerinin iptali istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde, ödeme emrinin konusu olan borcun müteveffa eşin ortak olduğu Şirkete ait olduğu ve eşin vefatından sonra meydana geldiği, başvurucunun Şirketten haberdar olmaması nedeniyle Şirket içinde herhangi bir görev almadığı ve bu itibarla borçtan sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, Şirket ortağı murisin ölümünden sonra başvurucunun ortak sıfatını kazandığı ispatlanamadığından bu tarihten sonra meydana gelen borçlardan sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle 24/10/2013 tarihinde davayı kabul etmiştir. Hüküm, davalı SGK tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 24/10/2014 tarihli kararla söz konusu borcun 11/9/2014 tarihinde yürürlüğe giren yeni yasal düzenleme uyarınca yapılandırılıp yapılandırılmadığının belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi amacıyla hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan mahkeme, başvurucudan yapılandırma isteğinde bulunup bulunmadığını sorduktan sonra 24/10/2013 tarihli kararındaki gerekçeyle davayı ikinci kez kabul etmiştir. Bu hüküm de davalı SGK tarafından temyiz edilmiştir. Daire 14/5/2015 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını ikinci kez bozmuştur. Daire ikinci bozma kararında başvurucunun mirası reddedip etmediği, limited şirket ortağı olan eşin payını miras yoluyla devralarak ortak sıfatını kazanıp kazanmadığı ve buna göre borçtan sorumlu olup olmadığı hususunda araştırma yapılması gerektiğine işaret etmiştir. Mahkeme bozma ilamı doğrultusunda yaptığı yargılama neticesinde başvurucunun Şirket ortağı iken ölen eşinin mirasını reddetmeyerek ortak sıfatını kazandığı ve dolayısıyla Şirketin ödenmeyen borcundan sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın reddine, ayrıca davanın reddi nedeniyle 459,19 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar vermiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiş; Daire tarafından onanarak 1/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 23/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 23/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun \"Prim alınması zorunluluğu\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır.\" 5510 sayılı Kanun'un \"Primlerin ödenmesi\" kenar başlıklı maddesinin birinci ve onaltıncı fıkraları şöyledir:\"4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi prim tutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma öder.''''Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır\" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Sağ kalan eş, birlikte bulunduğu zümreye göre mirasbırakana aşağıdaki oranlarda mirasçı olur: Mirasbırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte biri, Mirasbırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısı, Mirasbırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.” 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Bir payın miras yoliyle veya karı koca mallarının idaresine ait hükümler gereğince iktisabı için, ortakların, muvafakatine lüzum yoktur.Mukavelede aksine bir şart varsa ortaklar, payı hakiki değeri üzerinden satınalınacak üçüncü bir şahsı göstermedikçe muvafakatten imtina edemezler. İlgililerin muvafakat için şirkete müracaatları tarihinden itibaren bir ay içinde üçüncü şahıs gösterilmediği takdirde muvafakat edilmiş sayılır.” 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun maddesişöyledir:  “(1) Esas sermaye payının, miras, eşler arasındaki mal rejimine ilişkin hükümler veya icra yoluyla geçmesi hâllerinde, tüm haklar ve borçlar, genel kurulun onayına gerek olmaksızın, esas sermaye payını iktisap eden kişiye geçer. (2) Şirket, iktisabın öğrenilmesinden itibaren üç ay içinde esas sermaye payının geçtiği kişiyi onaylamayı reddedebilir. Bunun için, şirketin, payları kendi veya ortağı ya da kendisi tarafından gösterilen üçüncü bir kişi hesabına, gerçek değeri üzerinden devralmayı, payın geçtiği kişiye önermesi şarttır. (3) Red kararı, devrin gerçekleştiği günden itibaren geçerli olmak üzere geriye etkilidir. Red, bu konudaki kararın verilmesine kadar geçen süre içinde alınan genel kurul kararlarının geçerliliğini etkilemez. (4) Şirket, üç ay içinde esas sermaye payının geçişini açıkça ve yazılı olarak reddetmemişse onayını vermiş sayılır.” 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:  “Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.”B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin ölen ortağın mirasçılarının durumunu irdelediği4/11/2008 tarihli ve E.2007/8829, K.2008/12285 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Oysa, Türk Ticaret Kanunu’nun maddesinin 1 ve fıkraları uyarınca, bir payın miras yolu ile kazanılması için, aynı kanunun maddesinde öngörülen koşulların oluşmasına ve diğer tüm ortakların oluruna gerek bulunmadığı gibi, ana sözleşmede miras yolu ile kendiliğinden devri engelleyen bir hüküm olduğu taktirde de, ortaklarca bir ay içinde gerçek değer üzerinden satın alacak üçüncü kişi önerilmedikçe, mirasçılar kendiliğinden şirket paydaşı sıfatını kazanırlar.Somut olayda, şirket ana sözleşmesinde tersine bir koşul bulunmadığı gibi, ortaklarca payı gerçek değer üzerinden satın alacak üçüncü kişi gösterilmesi de söz konusu olmadığına göre, T.T.K.nun yukarıda belirtilen açık hükmü uyarınca, payın miras yolu ile kazanılması için ortakların izni ve diğer ortağın davetine de gerek yoktur. Bu itibarla davalıların, miras yolu ile dava dışı limited şirketin ortağı olduklarının kabulü gerekir.” Yargıtay Hukuk Dairesinin benzer mahiyetteki 12/1/2015 tarihli ve E.2014/14112, K.2015/150 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Mahkemece, iddia ve tüm dosya kapsamına göre, diğer ortağın ölüm tarihinde yürürlükte bulunan Türk Ticaret Kanunu’nun maddesinin 1 ve fıkraları uyarınca, bir payın miras yolu ile kazanılması için, aynı kanunun maddesinde öngörülen koşulların oluşmasına ve diğer tüm ortakların oluruna gerek bulunmadığı gibi, ana sözleşmede miras yolu ile kendiliğinden devri engelleyen bir hüküm olduğu taktirde de, ortaklarca bir ay içinde gerçek değer üzerinden satın alacak üçüncü kişi önerilmedikçe, mirasçıların kendiliğinden şirket paydaşı sıfatını kazandıkları, ortak H.B.Ü. nin ölümü ile şirketteki payının veraset ilamındaki hisseler oranında davacı ile müşterek çocuklarına geçmesi gerektiği, salt bu nedenle ölüm tarihinde şirketin kendiliğinden sona erdiğinin kabul edilemeyeceği, mirasçıların mirası reddettikleri sabit ise de şirket hisselerinin TMK tarafından belirlenmiş diğer yasal mirasçılara ve en son ihtimalde de Hazine’ye geçecek olması nedeniyle davalı şirket yönünden fesih koşullarının bulunmadığı, 6103 sayılı TTK'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un maddesinin 'Tarafların iradelerinden bağımsız olarak, kanunla düzenlenen hukukî ilişkilere, bunlar Türk Ticaret Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanır' hükmü uyarınca tek kişilik limited şirketin varlığını kabul eden 6102 sayılı TTK hükümlerinin yürürlükten önceki olaylara da uygulanmasını mümkün kıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir..” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/74015", "Başvuru Konusu":"Başvuru, şirkete ait sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borcundan şirket ortağının mirasçılarının sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuki olmaması ile tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). İzmir'de bulunan Diriliş Kilisesi'nde pastör (yönetimindeki belirli bir bölgede veya kilisede rahiplik yapan kimse) sıfatıyla faaliyette bulunan ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılık tarafından 9/12/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık, başvurucuyu 9/12/2016 tarihinde, silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Şüpheli ANDREW CRAIG BRUNSON'a isnat edilen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, delillerin henüz toplanamamış olması, dolayısıyla yasada belirtilen bir tutuklama nedeninin var olması, atılı suç için belirlenen ceza miktarı dikkate alındığında şüphelinin kaçma şüphesinin bulunduğu, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın ölçülü olduğu ve tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol değerlendirildiğinde tutuklamanın ölçülü olduğu ve tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacak olması dikkate alınarak şüphelinin CMK 100 ve müteakip maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA... [karar verildi.]\" Soruşturma ilerledikçe başvurucu hakkındaki suçlama genişletilmiş ve Başsavcılık, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu 24/8/2017 tarihinde İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine (yeniden) sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun isnat edilen suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Dosyada mevcut bilgi alma tutanakları, İl Emniyet Müdürlüğü raporu, emniyet araştırma raporu, arama el koyma tutanakları, inceleme tutanakları, gizli tanık beyanları ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde şüpheli ANDREW CRAIG BRUNSON'ın devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Anayasal Düzeni Ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin olduğu, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, soruşturmanın genişliği ve kapsamı itibariyle delillerin toplanma aşamasında olduğu, şüpheliye isnat edilen suçun alt ve üst hadleri, atılı suçun CMK'nın 100 maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, atılı suça nazaran tutuklama tedbirinin ölçülü bulunması ve adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı dikkate alındığında CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA...[karar verildi.]\" Başvurucu, soruşturma sürecinde farklı tarihlerde verdiği ifadelerinde özetle kendisinin Amerika Birleşik Devletleri'nde rahip olduğunu, bağlı bulunduğu kilisenin gönüllülük esasına göre Türkiye'de görev yapacak din adamına ihtiyaç olduğunu bildirilmesi üzerine 1993 yılında eşiyle önce İstanbul'a daha sonra da İzmir'e geldiğini, burada Diriliş Kilisesi'ni faaliyete geçirdiğini, amacının belirli bir mezhebe hitap etmekten ziyade kutsal kitap olan İncil'i herkese anlatmak olduğunu, kilise dışında herhangi bir faaliyetinin olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca -iddiaların aksine- belli bir etnik yapıya özel amaçla vaaz vermediğini, Önderler Toplantısı diye bir toplantı hatırlamadığını ancak bir kısım konferansa katıldığını, bu toplantılarda veya başka bir konferansta FETÖ/PDY yapılanması ile ilgili olarak diyalog kurulmasının faydalı olabileceği şeklinde bir konuşma yapmadığını dile getirmiştir. Başvurucu bunların yanı sıra FETÖ/PDY üyesi olan herhangi bir kişiyle görüşmediğini, böyle bir kişiyle irtibatı görülmüşse de bu kişinin anılan terör örgütü ile bağlantısından haberinin olmadığını, işi gereği bazı avukatlarla görüştüğünü fakat bunların FETÖ/PDY üyesi olduğunu bilemeyeceğini, bu görüşmelerin bir kısmının eşinin özel hukuka ilişkin sorunları nedeniyle olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu son olarak askerî darbe girişiminden haberi olmadığını, askerî darbe girişiminin başarısız olması nedeniyle üzülmediğini, bu yönde arkadaşına çektiği mesajın yanlış anlaşıldığını, mesajın yalnızca toplumun yaşadığı kaos sonucu dine yönelmesi ile ilgili bir beklentiyi konu edindiğini, ayrıca Suruç ve Kobani bölgelerindeki tüm etnik gruplara yardım ettiklerini, bu faaliyetlerin yalnızca insani amaçlarla yürütüldüğünü ve terörle ilişkilendirilemeyeceğini beyan etmiştir. Başsavcılık 5/3/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Bununla birlikte başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin dayanılan olgular şöyle özetlenebilir: i. Başvurucunun İzmir'deki Protestan Kilisesi önderlerinin katılımıyla 9/10/2013 tarihinde gerçekleştirilen Önderler Toplantısı'nda FETÖ/PDY ile diyalog kurulmasının faydalı olacağını söylediği ifade edilmiştir. ii. İddianamede Dua kod adlı gizli tanığın beyanlarına yer verilmiştir. İzmir'de bulunan bazı kiliselerde ülke güvenliği aleyhine faaliyette bulunulduğu ve FETÖ/PDY ile PKK silahlı terör örgütleriyle bağlantılı çalışmalar yapıldığı iddiasıyla bu kişinin daha önceden de kolluk birimlerine müracaat ettiği belirtilmiştir. Gizli tanık Dua'nın iddianamede yer alan beyanının ilgili kısmı şöyledir:\"...2003-2004 yıllarında PKK'lıların ve ayrımcı Kürtlerin kiliseler vasıtasıyla kendilerini akladıkları ve bu yolla yurt dışına iltica ettiklerine dair yaygın bir inanış vardı. Özellikle cezaevinden çıkan PKK'lılar, takipten kurtulmak amacıyla kiliselere başvurup 'biz Hristiyan olduk' diyerek kilisenin sağladığı örtüyle yurt dışına iltica ediyorlardı. Andrew Craig Brunson [başvurucu] da bu faaliyetlerin içindeydi. Lozan Antlaşmasına göre Türkiye'de kilise açılması yasaktır. Bu nedenle daha sonradan FETÖ/PDY örgüt üyesi olduğunu öğrendiğim, fotoğraflarını görürsem teşhis edebileceğim Ramazan isimli bir avukat bunlarla toplantı yaptı ve onlara bu yasağı aşmanın yolunun dernekleşmek olduğunu söyledi. Bunlar da çözümün FETÖ'nün elemanları tarafından sağlanacağını düşünerek, kendi aralarında 'bizim işimizi bunlar çözer' şeklinde konuşuyorlardı. Bu tarihten sonra Türkiye'nin dört bir tarafında çeşitli kiliseler açılmaya başladı. Bu kiliseyi F.B. satın aldı ve adı İzmir Protestan Kilisesi oldu. Bir müddet sonra o da Andrew Craig Brunson'a satarak devretti. Andrew Craig Brunson kilisesinde ve evlerde yapılan özel toplantılarda Kürtlere yönelik özel ayinler düzenlemektedir ... Diriliş Kilisesinin Güneydoğuda Kürtlere yönelik ayrı bir cemaati vardır. Andrew yönetici olduğu için kendisi kontrol eder. Kürtlerin özellikle bu şekilde Hıristiyanlık dinine yönlendirilmesindeki amaç Kürdistan'ın kurulmak üzere olduğu inancıyla Kürtleri Hıristiyanlaştırarak ayrıştırmaktır ......Ayrıca ben Andrew'in FETÖ terör örgütü ile birleşmek lazım şeklinde bir konuşma yaptığına dair bir şey duymadım. Ancak zaten bu yapı, yukarıda izah ettiğim gibi FETÖ/PDY yapılanmasıyla yakın ilişkidedir. Dinler arası diyalog adı altında her türlü karşılaştıkları problemi cemaat vasıtasıyla çözüyorlardı ...\"iii. Ayrıca 9/12/2016 tarihinde yapılan fotoğraf teşhisi sonucunda gizli tanık Dua'nın Ramazan ismiyle tanımış olduğu B.B. isimli kişiyi teşhis ettiği, adı geçen bu kişinin ise FETÖ/PDY'nin geçmişte Ege Bölgesi imamı olduğu, ülke genelinde yürütülen birçok soruşturma kapsamında firari (kaçak) olarak arandığı, il imamları haricinde hiçbir örgüt üyesinin kendisiyle görüşemediği ve örgüt lideri Fethullah Gülen'le doğrudan görüşebilen beş kişiden biri olduğu ifade edilmiştir.iv. Başvurucunun mobil telefonu ve bu telefona takılı SIM kart üzerinde yapılan inceleme sonucunda tespit edilen bazı mesajlara değinilmiştir. Söz konusu mesajların içerikleri -İngilizce'den tercüme edildiği şekliyle- şöyledir:- Dan S. Adlı Kişiyle Yapılan Yazışmaların İçeriği:22/4/2015 tarihinde [başvurucu]: Merhaba Dan. Sanıyorum ki bir merasim veya uzlaşma toplantısı sebebiyle orada olacak. Ermeni soykırımının Yıldönümü. Bugün Suriyeli Kürt işini bitirdik. 15 erkek ve kadın var. Ihop’ta sana hürmetler. Andrew.22/4/2015 tarihinde [Dan S.]: Çok iyi.22/4/2015 tarihinde [başvurucu]: Whatsapp’a bak. Bir fotoğraf gönderdim.23/4/2015 tarihinde [Dan S.]: İnanılmaz. Bunu basabilir miyiz?26/6/2015 tarihinde [Dan S.]: Selam Andrew. Kobani’deki son saldırıda bağlantılarımız ne durumda?26/6/2015 tarihinde [başvurucu]: Öldürülenlerden en az beş tanesi yeni inananların yakınlarıydı. Diğer yakınlar ya yaralı ya da kayıp.26/6/2015 tarihinde [Dan S.]: Tanrım, onlara yardım et. Bana haber vermeye devam et.16/9/2015 tarihinde [Dan S.]: Hassan’dan bir mesaj aldım. Bu hafta ABD’den bir çok kişi gelecekmiş. Karşılaşma ve çatışma olacağını söylüyor.16/9/2015 tarihinde [başvurucu]: Hat çok çekmeyen bir yerdesin sanırım. Ghassan ile görüştün mü? Acaba bu onunla anlaştığımızdan sonra mı oldu. Bu iptal edeceğimiz anlamına mı geliyor?28/1/2016 tarihinde [başvurucu]: General Dan. Neredesin? Seni birkaç dakika yakalayabilir miyim? Seni bir saat içinde ararım. Türkiye’de misin yoksa ABD’de mi?28/1/2016 tarihinde [başvurucu]: Türkiye28/1/2016 tarihinde [Dan S.]: Tamam28/1/2016 tarihinde [Dan S.]: Kasım 1-4 arası benim için uygun. Senin için de uygun olduğunu görüyorum. 1 saate kadar arayacağım.17/3/2016 tarihinde [başvurucu]: Merhaba Albay Dan. Neredesin? Factime’ı gördüm ve geri aradım ancak ulaşamadım.16/7/2016/ tarihinde saat 06'da [Dan S.]: Çocuklar iyi misiniz? Evet. Bu durumda kim kazandı bellki değil. Sizin ziyaretiniz için hazırlanıyoruz.16/7/2016/ tarihinde saat 09'da [Dan S.] Sizi düşünüyorum çocuklar. Güvende kalın.21/7/2016 tarihinde [Dan S.]: Size ulaşmaya çalışıyorum. İyi misiniz?21/7/2016 tarihinde [başvurucu]: Merhaba Dan. Teşekkürler. Evet. Ben iyiyim. Sana cevap veremediğim için üzgünüm. Dün Norine’le [başvurucunun eşi] buluşmak için Amerika’ya uçuyordum. Üç haftalığına çocuklarla olmak için Amerika’ya gelmeyi aylar önce programladık ve Türkiye için ilginç bir zamanda bu oldu. Türkleri sallayacak bazı olayları bekliyorduk-İsa’ya dönmek için gerekli koşullar oluştu. Darbe teşebbüsü bir şoktu. Birçok Türk geçmişte de olduğu gibi askeriyeye güvendi ancak bu sefer çok geçti. Ve darbe teşebbüsünden sonra bu başka bir sallama. Sanırım olaylar daha da kötüye gidecek. Sonunda biz kazanacağız. Seninle yakında iletişime geçmek üzere. Merhaba Dan. Kanada’da mısın? Ne zaman konuşabiliriz.- Mau Adlı Kişiyle Yapılan Yazışmaların İçeriği:21/7/2015 tarihinde [Mau]: Dün Suruç’ta olanları yeni öğrendim. Herkese dua ediyorum.22/7/2015 tarihinde [Mau]: Nasılsınız ?23/7/2015 tarihinde [başvurucu]: Merhaba Mau. İyiyiz. Dairemiz saldırının olduğu binanın birkaç bina ötesinde. O dönemde kilise kampımızı yapıyorduk. Soru sonuçlar ne olacak. Doğuda yüksek tansiyon var. Tabi ki dünyanın bu kısmında her zaman zorun var. Bazıları Kürtleri şiddet için provake ediyor, yani burada bir müdahale olabilir. Kim bilir? Umarım seninle ilgili herşey yolundadır. Tarihler kesinleştiğinde haber ver. Esenlikler. Andrew. v. İddianamede bu görüşmeler ve bunların yapıldığı sırada başvurucunun kullandığı cep telefonunun sinyal bilgisi gözönüne alınarak şu değerlendirmelere yer verilmiştir:- Başvurucunun darbe girişiminin ardından Dan S. adlı kişiyle yaptığı yazışmalar yönünden \"... şüphelinin askeri darbe girişiminin başarısız olmasından üzüntü duyduğunu, 'sonunda biz kazanacağız' ibaresiyle, ileride ülke içinde çıkması muhtemel iç karışıklıktan, bağlı bulunduğu illegal yapılanmanın stratejisi kapsamında faydalanmayı düşündüğünü umduğu ve bunu belirttiği şeklinde değerlendirilmiştir.\"- Başvurucunun yazışmalarının yanı sıra telefon sinyal bilgileri yönünden \"... Şüphelinin soruşturma aşamasında ele geçirilen ve üzerinde taşıdığı 0532 .. Numaralı telefon hattından alınan HTS dökümünde; 2014-2017 yılları arasında 1306 kez Urfa ilinin Suruç ilçesinde, 192 kez Urfa ilinin başka ilçelerinde, 2 kez Diyarbakır ilinde olduğu anlaşılmaktadır... 2015 günü Andrew BRUNSON’un Suruç’ta bulunmakla birlikte, Kobani’deki şiddet olaylarının ve Diyarbakır ili Sur ilçesindeki hendek operasyonlarının olduğu zaman diliminde de, kendisinin İzmir ilinde görevli bulunmasına rağmen, bu bölgeden çok uzaklarda yer alan, kendi görevi ile hiçbir bağlantısı olmayan Sur ilçesinde bulunduğu, yine bölgede PKK terör örgütünün oluşturmaya çalıştığı kaotik ve şiddet ortamına rağmen bu bölgede bulunmakta ısrar etmesi karşısında iddianamenin genelinde irdelenen, şüphelinin bağlı olduğu illegal yapılanmanın hedef ve stratejisi kapsamında görev yaptığı anlaşılmıştır.\" vi. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamayla ilgili olarak çok sayıda tanığın beyanlarına yer verilmiştir. Bu beyanların ilgili kısmı şöyledir:- Tanık nin Beyanı:\"...Ben bundan yaklaşık 13 yıl önce İzmir ilinde bulunan Yeni Doğuş Kilisesinde Hıristiyan oldum. O tarihten bugüne kadar düzenli olarak kiliseye gitmekteyim ve ibadetimi yapmaktayım. Ben Alsancak semtinde bulunan Diriliş Kilisesinde 2007 yılında Andrew Craig Brunson ve Erik W. ile tanıştım. Bu şahıslardan Andrew’in 23 yıldır Türkiye’de papazlık yaptığını, Erik W’nin ise sürekli yurt dışına gidip geldiğini biliyorum. Türkiye’ye geldiğinde ibadet dışında kilisede Kürt Kilisesi oluşturup, Kürtlere ibadet yaptırıp, Kürt şahısları Hristiyan yapıyordu. Bu şahısların Kürt Halkına yönelik çok ciddi planlarının olduğunu gitmiş olduğum ibadetlerde açıkça görüyordum. Kürt Halkıyla çok ilgileniyorlardı. Ayrıca Erik W. ileri derecede Kürtçe ve Osmanlıca bilmektedir. Hatta ben Erik W’nin özel yetiştirilip Türkiye’ye gönderildiğini düşünüyorum, çünkü çok donanımlı ve bilgili bir kişi. Bu şahsın Andrew’den de yetkili olduğunu düşünüyorum. Erik W. Türkiye’ye geldiğinde özellikle Güneydoğu illerinde faaliyet yürütmektedir. Bunu da bu şahsın Türkiye’de görüştüğü ve kendisinin de Hıristiyan olduğu, ayrıca Deniz Kuvvetlerinde subay veya uzman olarak hatırladığım T.den duydum ... Ben yukarıda isimlerini vermiş olduğum Andrew Craig BRUNSON ve Erik W. isimli şahısların Amerikan İstihbarat birimlerine çalıştığını düşünüyorum. Bu şahıslar Türkiye’de bulunan Kürtlere her zaman destek oluyor ve Güney Kürdistan’ın kurulacağını söylüyorlardı...\"- Tanık K.nın Beyanı:\"...İlk olarak yerini kendim öğrendiğim Basmane semti yakınlarında bulunan Yenidoğuş Kilisesine gitmiştim. Buraya beni herhangi bir kimse davet etmedi. Burada ayinler ve tapınmalara katılmaya başladım. Yaklaşık olarak 3-4 sene bu kiliseye gitmeye devam ettim. Bu kilisede Pastör olan kişi ilk gittiğimde Andrew Brunson isimli şahıstı. Bu şahsın 3 vatandaşlığı bulunmaktaydı. Bunlar İspanya, Amerikan ve Alman vatandaşlıklarıydı. Macaristan asıllı bir bayan ile evliydi ve ismi Norin idi... Bu topluluk içerisinde benim gibi Türk kökenli kişiler olduğu gibi Kürt kökenli ve her ulustan insanlar da bulunuyordu. Kürt kökenli olan kişiler arasında yaşadığımız ülkeyi seven insanlarolduğu gibi bölücü görüşe sahip, terör sempatizanı olan 8-10 kişilik bir grup da bulunuyordu. Bu grupta yer alan şahısların isimleri: B.K., Salih isimli soy ismini bilmediğim şahıs, isimli şahıs, H. ve Ö. isimli bayanlar, soyadını bilmediğim Agit isimli şahıs ile yabancı uyruklu B. isimli şahıs ile yine yabancı uyruklu Elizabeth isimli bayandır. Kilise pastörü olan Andrew Brunson’un bu bölücü görüşe sahip kişilere özel bir ilgisi vardı. Hatta bir suç işleseler bile bu kişilere sahip çıkmaya, kiliseden uzaklaştırmamaya çalışıyordu... Andrew 2008-2009 yıllarında Yenidoğuş Kilisesinden teröre destek olduğu için kovuldu. Çünkü Yenidoğuş prespiteryan bir kiliseydi ve teröre destek verilmesini istemiyordu...Andrew Brunson buradan kovulduktan sonra yaklaşık olarak 1-5 ay yurtdışında kaldı...Andrew Türkiye’ye geldikten sonra 1 hafta içerisinde Alsancak’ta bulunan Bornova sokağında yeni bir kilise açtı. Andrew açtığı bu kiliseye Diriliş adını verdi. Ben bu adamın ne amaçta olduğunu öğrenmek, ne yapmak istediğinin boyutlarını görmek için bu kiliseye gitmeye başladım. Bölücü görüşe sahip grupta aynı şekilde Diriliş kilisesine gelmeye başladı. Hatta Yenidoğuş Kilisesine giden grubun yüzde 80 gibi bir oranı Diriliş kilisesine gelmeye başladı. Bu kiliseye yeni gelmeye başlayan bizlere Agit ve Mehmet olarak tanıtılan ancak gerçek isimlerinin bunlar olmadığını bilmediğim şahıslar ve bizimle Yenidoğuştan beri birlikte olan B. isimli 3 şahıs vardı. Bunlardan ilk ikisi Suriyeli şahıslardı ve bunların Suriye’de terör örgütüne üye olduğunu öğrendik. Hatta Agit’in Bomba eğitimi almış bir terörist olduğunu da duymuştuk. Yine bu şahıslardan Agit, Mehmet, Salih Abi diye bilinen bir şahıs ve Andrew ile eşi Norin dönem dönem gündemdeki olaylara göre Kobane, Suruç gibi yerlere gidiyorlardı. Bu şahıslar çekinmeden Facebook hesaplarından bu geziler ve örgüt ile ilgili paylaşım yapıyorlardı. Bu resimlerde Mehmet, Agit ve tanımadığım terör örgütü üyeleri Leşker diye tabir ettiğiniz terörist kıyafetlerini giymiş, 'Kürdistan' bayrakları açmış, zafer işaretleri yapıyorlardı. Andrew de aralarında poz vermiş olarak duruyordu. Ben bu paylaşımları Facebook isimli siteden indirerek aldım. Şu an yanımda olan bu fotoğraf ve görüntüleri sizlere kendi rızam ile teslim ediyorum....Ben bu kiliselerde kaldığım süre içerisinde Andrew in temel görevinin bölücü kesimi toplamak, korumak ve beslemek olduğunu anladım. Kilisenin alt katında ayin yapılırdı, üst katta ise iki oda bulunmaktaydı. Bu odalara cemaatin girmesi kesinlikle yasak olduğu halde Kürt olan cemaate bu odalarda toplantılar düzenlenirdi. Ben bu toplantılara katılamadığımdan toplantıya katılanları takip etmeye başladım. Bir gün yine Agit, B.K., Bedros, Mehmet, K.T. ile isimlerini bilmediğim birkaç kişinin kilise üst katında yapılacak toplantıya katılacaklarını ayinden önce öğrenince, ayin bitiminde dışarı çıktım. Üst kattaki odanın ışığı haricinde kilisenin bütün ışıkları söndürüldü, yaklaşık 4 saat kadar bu toplantı sürdü, çıkışta isimlerini verdiğim şahıslar tek tek kiliseden ayrılmaları üzerine benim toplantının yapıldığı bu odaya karşı ilgim artı. İlerleyen süreçte yasak olan bu odaya girmek için fırsat aradım. İlk fırsatta kilise üst katında tuvaletin karşısında bulunan bu odaya girdiğimde, sağ tarafta kitapların bulunduğu raflar olduğunu, masa ve sandalyelerin bulunduğunu, masa üzerinde katlanmış Türkiye haritalarının olduğunu, bu haritaların bazılarının üzerlerinde elle çizim ve işaretlerin yapılmış olduğunu, sınırların değiştirilmiş olduğunu gördüm. Masanın ilerisinde oda içerisinde yerde kolilerin olduğunu gördüm. Merak ederek ağzı kapalı olan kolilerden bir tanesini açtığımda, içerisinde PKK’ya ait yasadışı broşürlerin bulunduğunu gördüm. Bu broşürlerden masa üzerinde de vardı. Ben aşağıdan ayak seslerinin geldiğini duyunca hemen odadan telefonla görüşüyormuş gibi çıktığımda Norin’e yakalandım. Sonradan Norin’e özel telefonda görüşme yaptığımı bu odaya ondan girdiğimi anlattım. Bu odaya girenlere ceza verildiği halde bana bu söylemimden dolayı ceza vermedi. Ancak bana bu olayda Norin çok kızdı. İlk ayinde bununla ilgili olarak cemaatte bulunan herkese o odaya bir daha girilmeyeceğini söylediler. ...Bu kiliseye ait Konak ilçesinde Diş Hastanesinden yukarıya doğru, varyant olarak bilinen yere çıkarken eski bir konak vardı. Burayı Koreli bir iş adamının alarak kilisenin kullanımına verdiği söylendi. Burada yurtdışı veya şehir dışından gelen misafirler konaklardı. Ben bunları oranın görevlisi olan A.R.Ç. isimli şahıstan öğrendim. A.R.Ç. bir keresinde konuşma sırasında istemeden burada toplantı düzenlendiğini ağzından kaçırdı. Bende bu durumdan şüphelendiğim için bu eve ilgi göstermeye başladım. Burada düzenleneceği söylenen kutsal kitap seminerine neler olup bittiğini anlamak için gönüllü olarak yazıldım ve burada yaklaşık 5 ay kadar kaldım. Bu süre zarfında eğitim verildiği gibi yine PKK lehine olabilecek çalışmalar düzenleniyordu. Bu toplantılarda Andrew konuşmacı olarak Kürt halkının Türkiye’de ezilen halk olduğunu, Kürt halkından ziyade PKK’nın özgürlük mücadelesi verdiğini ve buna destek verilmesi gerektiğini söylüyordu. Ben daha yakından faaliyetlerini görebilmek için Suruç ve Kobane’ye de gelmek istediğimi söylediğimde örgüt ile bağlantılarını açık olarak göreceğimizi, belki görüntü alabileceğimizi bildikleri için bana gelmemin mümkün olmadığını söylediler... 2015 yılında bu kiliseden ayrılmış olsam da 2016 yılında yaşanan darbe girişiminden sonra firari olan FETÖ üyelerinin bu kilise yöneticileri olan Andrew’in ekibi tarafından konakta yani size yerini tarif ettiğim evde bir dönem saklandığını, evin çok yakınında oturan Tuncay isimli 24-25 yaşlarındaki arkadaşımdan duymuştum. Bu şahsın soyadını bilmiyorum ancak konu ile ilgili olarak kendisini sizlere bilgi vermesi adına temin edebilirim. ...Özetlemem gerekirse Kilisenin Pastörü olan Andrew BRUNSON, bu şahsın eşi olan Norin, Pastör yardımcısı K.T., Suriyeli B. ve Agit olarak tanıtılan kişiler, B.K. isimli şahıs, Ö. isimli şahıs, Salih isimli soy ismini bilmediğim şahıs, B. ve H., Elizabeth isimli yabancı uyruklu şahıs, Abdullah isimli soy ismini bilmediğim şahıs, Creise ve Per isimli yabancı uyruklu şahısların bu kiliseyi paravan olarak kullanmak suretiyle PKK adına faaliyet yürütüp, örgüte yardım ve yataklık ettiklerine şahit oldum. Benim burada bulunduğum süre içerisinde defalarca örgütün propagandasını yaptıklarına ve örgütsel seyahatler yaptıklarına şahit oldum. Ancak örgütün hangi eyleminde nasıl görev aldıkları hakkında bir bilgiye sahip değilim.\"- Tanık G.nin Beyanı (İddianamede Aktarıldığı Şekliyle):\"...Kendisinin 2005 yılında Bayraklı’da bulunan St. Antuan Kilisesinde Yardımcı Papaz olarak görev yapmaya başladığını, bu kilisede 2011 yılına kadar görev yaptığını, bu süreçte diğer kiliselerle ve önderleri ile ilişki içerisinde bulunduğunu, İzmir merkezindefaaliyet yürüten Diriliş Kilisesinde Papaz olan Andrew Craig Brunson isimli şahıs ile de bu sebepten 2006 yılından 2011 yılına kadar bir arkadaşlığının söz konusu olduğunu, şüpheli ile Diriliş Kilisesinde ve farklı başka yerlerde bir çok kez karşılaşarak sohbet etme fırsatı bulduğunu, esasında birbirlerini pek sevmediklerini, bunun sebebinin şüphelinin bir defasında Diriliş Kilisesindeki sohbet esnasında Diyarbakır’dan Kürdistan diye söz etmesi üzerine kendisinin bu cümleye tepki göstermesi ve orası Türkiye Cumhuriyet toprağıdır demesi üzerine, şüphelinin kendisine 'Asimile ettiğiniz için öyle' demesi olduğunu, bu nedenle sadece mesleki saygı nedeni ile görüştüklerini, kendisinin tarihini tam hatırlamamakla beraber 2009 veya 2010 yıllarında Tunceli’den ... bir grubu İzmir’de misafir ettiğini ve bu şahısları Vaftiz ederek Hıristiyanlığı girişlerini sağladığını, bunutüm Hristiyan cemaatinin bildiğini, hatta bu 25 kişiden 5 veya 6 tanesinin daha sonra İltica yoluyla Kanada ve Amerika’ya gittiğini bildiğini, bu şahısların isimlerini bilmediğini ancak araştırılması durumunda her kilisenin vaftiz ettiği şahısların isimlerini tuttuğu bir Vaftiz Kayıt Defteri olduğunu bu isimlere oradan ulaşılabileceğini, şüphelinin Doğu kökenli vatandaşlara yönelmek için PKK terör örgütünü benimseyerek bu şahıslara daha kolay ulaştığını, çünkü kendisinin ayin yaptığı Diriliş Kilisesinde bu ayinler PKK terör örgütünün sembolü olan sözde bayrakları ve flamalarını giyen, bu sözde bayraklarının ve renklerinin bulunduğu tişörtlerle ayinlere gelen birçok cemaat üyesinin mevcut olduğunu, ayinlerinde birkaç defa bu konulara şahit olduğunu, ayinler harici kilisede ara ara konserler verildiğini, bu konserlerde yine PKK sempatizanı şahısların örgüt lehine konuşmalarda ve sloganlarda bulunarak katılımları olduğunu belirtmiştir. Şüpheli Andrew Craig BRUNSON ile ilgili dikkatini çeken diğer bir hususun ise, şüpheliyi bir çok kez Kilisede, Alsancak’ta ismini şu anda hatırlamadığı farklı kafelerde ve birkaç defa da sahilde kendisi kilise cemaati olmayan ama şekil, görünüm itibari ile Fetöcü olarak nitelenen kimselerin dış görünümlerine benzeyen şahıslar ile gezdiğini veya oturduğuna şahit olduğunu belirttiği, bir seferinde merakı nedeniyle kendisine bu arkadaşlar kim diye sorduğunda Hıristiyanlığı merak eden arkadaşlar dediğini, ancak kendisinin bu şahısların FETÖ/PDY terör örgütünden olabileceklerine kanaat getirdiğini ... [ifade etmiştir.]\"- Gizli Tanık Göktaşı'nın Beyanı (İddianamede Aktarıldığı Şekliyle):\"Şüpheli Andrew’in Başpastörlüğünü yaptığı Diriliş Kilisesine Suriye Devleti vatandaşları ile Kürt şahısların dikkat çekici bir yoğunlukla geldiğini, bu şahısların liderliğini açık kimliğini bilmediği Suriyeli Mehmet olarak bilinen bir şahıs ile B.Y. isimli birkişinin yaptığını, ilerleyen zamanda bu iki şahsın PKK sempatizanı olduğunu, dağdan indiklerini öğrendiğini, bu şahısların aleni olarak her konuşmalarında PKK’lı olduklarını beyan ettiklerini, bu şahısların haftanın hemen hemen her günü kiliseye geldiklerini, hatta bazılarının (özellikle Suriye uyruklu, Türk vatandaşlığı alamayan şahısların) kilisede kaldıklarını, bu şahısların niçin bu kiliseye geldiklerine ilk başta bir anlam veremediğini, sürekli PKK yanlısı, Kürt yanlısı konuşmalar yaptığını, bu şahısları koruduğu ve PKK’ya ilgi duyduğunu anladığını, Kilisede sürekli PKK yanlısı şahısların gelerek siyasi konuşmalar yaptıklarını, Türk Devleti, askerimiz ve polisimiz hakkında olumsuz konuşmaların kendisinin ve kiliseye gelen bazı arkadaşların hoşuna gitmediğini, bu durumdan çok rahatsız olduğunu...kilisede aralıklarla tarihi önceden belli olmadan Liderler toplantısı yapıldığını, bu toplantıya asla cemaatten kimsenin giremediğini, bu toplantıların bazen Andrew’in evinde de yapıldığını duyduğunu, toplanma amacını bilmediklerini, bu toplantıya Andrew, eşi Norin, Kürt liderleri olan B.Y., Suriyeli Mehmet, Agit ile görse tanıyabileceği Kürt liderlerin ve kilisenin yaşlılar heyetinin katıldığını ... [ifade etmiştir.]\" vii. İddianamede; tanık G.nin yukarıda yer verilen ifadesinde geçen başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı olduğunu düşündüğü kişilerle görüştüğü yönündeki açıklaması üzerine tanığa FETÖ/PDY kapsamında soruşturulan bir kısım şüphelinin fotoğrafının gösterildiği, tanığın FETÖ/PDY'nin Ege Bölgesi imamı olan B.B.nin yardımcısı konumundaki firari S. adlı kişiyi -başvurucuyla yakın temasta birisi olduğunu belirterek- teşhis ettiği ifade edilmiştir.viii. İddianamede ayrıca başvurucunun yabancı uyruklu K.A. ile yakın irtibatının bulunduğu, bu kişinin mobil telefonuyla başvurucunun mobil telefonundan farklı yerlerde aynı saat aralıklarında ortak sinyal alındığı belirtilmiştir. Başvurucunun adı geçen kişiyle irtibatının devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme amacına müteallik olduğu ifade edilmiştir. Bu suçlama iddianamede şöyle yer almıştır:\"...Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yollarında çalışan 700-800 görevlinin kimlik bilgileri ve şuan nerede görev yaptıkları gibi, ancak ülkenin bir şekilde işgal edilmesi durumunda, lojistik bir ulaşım ağı olarak demir yollarının kullanılması ve direniş gösterebilecek çalışanlar tarafından demir yollarının sabote edilmesinin önüne geçmek amacıyla ihtiyaç duyulacak mahiyette bilgilerin tespitini yapan, buna ilişkin liste hazırlayan, 15/07/2016 günü gerçekleştirilmeye çalışılan askeri darbe girişiminden haberdar olduğu anlaşılan ve Dua kod adlı gizli tanığın beyanına göre, bir Türk Vatandaşına gerçekleşmesi beklenilen askeri darbe girişiminden zelzele tanımlaması ile bahsederek, sözde zelzelenin oluşturacağı yıkım ve sonrası doğacak olumsuzluklara karşı hayatta kalması amacıyla, bir takım özel askeri hayati idame malzemelerini bir Türk vatandaşı şahsa veren dosyası tefrik edilen şüpheli K.A. ile yakın irtibat halinde olduğu, K.A. ile birlikte faaliyet icra ettikleri yönünde kuvvetli deliller bulunduğu,...Şüpheli Andrew Craig BRUNSON’un kullandığı, inceleme işlemi bitirilen 0532 .. nolu GSM hattının HTS dökümlerinin kontrolünde, hakkında soruşturma yürütülen K.A. ile soruşturma kapsamında anlam yüklenecek şekilde, düzenli periyotlarla 3 kez aynı yerde bulunduğunun anlaşıldığı, Dua kod isimli gizli tanığın ifadesi kapsamında ve teslim ettiği soruşturması tefrik edilen şüphelilerin bilgisayarlarından elde edilen bilgilerden oluşan flash belleğin içinde yine şüpheli K.A.ya ait bilgisayardan elde edildiği anlaşılan 'irtibat kurulacak askerler' şeklinde bir listenin çıkması, şüphelinin K.A. ile yoğun irtibat halinde bulunması, listedekilerin askeri şahıs olması ve askeri okullarda öğretmen olmaları göz önüne alındığında, şüphelinin casusluk faaliyeti olarak nitelendirilebilecek ve din adamlığı ile hiçbir şekilde bağdaşmayacak faaliyetler içinde bulunduğunun anlaşıldığı...\" ix. İddianamenin değerlendirme kısmında ise misyonerlik adı altında illegal faaliyette bulunan oluşumların ve FETÖ/PDY'nin kuruluş, amaç, işleyiş ve hiyerarşik yapılanma bakımından benzerlik gösterdiğine dikkat çekilmiş; bu bağlamda örgütün dinler arası diyalog yaklaşımına vurgu yapılmıştır. Ardından başvurucunun Diriliş Kilisesi ve Türkiye'nin doğu bölgesindeki faaliyetlerinin PKK terör örgütüyle koordineli bir şekilde yürütüldüğü ve bu faaliyetlerin Kürt kökenli vatandaşların ayrışmasını sağlama amacını taşıdığı ileri sürülmüştür. Buna göre başvurucu, belirtilen amaca ulaşma yolunda dinler arası diyalog söylemine dayanmış ve misyonerlik görünümü altında esasen FETÖ/PDY ve PKK silahlı terör örgütleri ile eş güdümlü hareket etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 15/3/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2018/172 sayılı dosyası üzerinden sürdürülmüştür. Mahkeme 16/4/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:\"...İlk önce bu FETÖ/PDY ve PKK örgütüne üye olmamakla beraber örgütlerin amacı çerçevesinde faaliyet gösterdiği iddiası, ilk önce FETÖ'ye bakmak istedim, ilk önce bu benim inancıma bir hakaret, ben Hristiyan'ım, ben bir din adamıyım ve ben İslami bir harekete katılmazdım, onların amaçları benim amaçlarımdan tamamen farklı, ben İsa'ya öğrenci yetiştirmek istiyorum, onlar bunu yapmak istemiyor, onlarla birlikte hiç iş birliği yapmazdım, beni görevlendiren Evangelical Presbyterian Church mezhebi bunu da kabul etmezdi asla, o zaman bu benim inancıma aykırı, daha önce de tüm savunmalarımda belirttiğim gibi herhangi bir FETÖ örgütü üyesiyle tanışıklığım yoktur....İkinci şey Dan S. isimli arkadaşım ile yaptığım görüşmeyle alakalı olarak, arkadaşım Dan ile yapılan mesajlaşma, öncelikle mesajlaşmanın Türkçe çevirisini kabul etmiyorum, yanlış çevrildi ve en azından iki cümle düşürüldü orjinalden, soruşturma aşamasında savcı ifade alırken metnin İngilizce orjinalini görme şansım olmadı ancak mesajlaştığımı kabul ettim ve ediyorum, orjinal çevirisini mahkemenize sunuyorum, bu sunuldu mu, tamam, burada daha önce de belirttiğim üzere yapılan yazışma sosyal politik bir durum değerlendirmesidir, şimdi onu okuyacağım size. Türkçesini okuyorum, merhaba Dan, teşekkürler, evet ben iyiyim, daha önce yanıt veremediğim için üzgünüm, dün Norin ile buluşmak için Amerika'ya seyahat ediyordum, aylar önce çocuklarımız ile üç hafta birlikte olmak için Amerika'da olmayı planlamıştık ve Türkiye'deki bu enteresan zamana denk geldi, Türkleri sarsacak bir şeylerin olacağını bekliyorduk, İsa'ya kalabalık bir iman bir dönmek için gerekli durumların oluşması, bu darbe girişimi bir şoktu, birçok Türk gerekirse kendi demokrasi versiyonunu korumak için bir noktada askeriyenin geçmişte yaptığı gibi araya girmesine güvendiler, ama bu kez çok geç ve çok az, ve darbe sonrası temizliği ve tek adam yönetiminin ivme kazanması, bu da ayrı bir sarsılma, işlerin daha karanlığa gireceğini düşünüyorum ve aynı zamanda yücelik ve mucizelerin belirdiğini de göreceğiz, sonuçta kazanan bizleriz, yakında seninle irtibat kurmayı umuyorum ve bunu anlatmak istiyorum....Bunun dışında gizli tanık beyanlarıyla B.B. ve S. ile görüştüğüm iddiası, ben bu isimleri tanımam bilmem, bu isimde hiç kimseyi tanımadım ve onlarla görüşmedim, dosyadan anladığım kadarıyla bu insanlar kod ismi kullanıyor olabilirler, daha önce de belirttim ben herhangi bir FETÖ örgütü mensubu tanımıyorum.Dua kod adlı gizli tanığın ifadeleri asılsızdır ve uydurmadır, ben Ramazan isimli bir avukat tanımıyorum, Ramazan isimli bir avukat ile bir toplantıya katılmış değilim, böyle bir toplantı olmadığı gibi toplantıda bizim işimizi FETÖ'cüler çözer şeklinde bir ifade de hiçbir yerde hiçbir zaman duymadım, B.B. isimli şahısı tanıdığım ve onunla irtibat kurduğum şeklindeki beyan tamamen asılsızdır, tanığın beyanları tamamen mantıksızdır, Türk hukuk sistemini veya mevzuatı bilmem mümkün değildir, dolayısıyla bizim işimizi bunlar çözer şeklinde bir beyanda bulunmam mümkün değildir....S. ile ilgili görüştüğüm iddiası da asılsızdır, bunu söyleyen tanık G. ve sonra onun ifadesine cevap vermek istiyorum, ama şimdi diyeyim G. isimli tanığı tanımıyorum, 2006-2011 yılları arasında benimle Diriliş kilisesinde herhangi bir görüşmesi olmadı, yaptığı teşhiste S.yi teşhis etmiş ancak ben S. ile aynı ortamda hiç bulunmadım, zaten verdiği ifade tamamen yalanlar üzerine kurulu olduğu için itibar edilmemesi gerekir... G. inanılmaz senaryo anlatıyor ona göre PKK bayrakları birçok kişiyi PKK destekleyen tişörtleri cemaat üyesi giymiş, birçok zaman böyle bir şey olduğunu PKK destekleyen konuşmalar yapıldığı PKK'yı destekleyen konserlerde slogan atılıyor vs, öyle bir şey anlatıyor, birincisi bu adam Diriliş Kilisesine katılmadı, bir de Diriliş Kilisesinde konser hiç yapılmadı, hayır konserler yapıldı ve böyle şeylere tanık oldum, Diriliş Kilisesinde hiç konser yapılmadı ve o bizim kilisemize benim orada olduğum hiçbir toplantı da G. katılmadı. İkinci hem Yeni Doğuş Kilisesi ve Diriliş Kilisesine katılanların çoğu Kürt değil, ben hatırlamaya çalıştım ha bunlar hep değişen rakamlar çünkü gelen giden var her zaman ama Diriliş Kilisesinde ben 5 ya da 7 tane Kürt kökenli vatandaş hatırlıyorum o kadar, yani çoğu gelen Türk kökenli çoğu gelen Türk kökenli ise öyle her zaman böyle şeyler varsa PKK sloganı konuşmalar varsa, kimse bir şey şikayet etmez miydi, bir fotoğraf çekip onu emniyete götürsünler bunu şikayet etmeleri gerekiyordu ama öyle bir şey olmadı... Biz bu koruma istiyoruz polisin orada olduğunu biliyoruz, bize baktıklarını biliyoruz ve biz onlardan istedik ve bu şeyleri PKK'yı destekleyen böyle onun anlattığı çılgın şeyleri yapmak yani herkesin önünde birçok kişinin tişörtü var PKK'yı destekleyen sloganlar yapılıyor, konuşmalar yapılıyor, bayraklar var, hani açık bir kilisede açık toplantılarda polisin koruduğu toplantılarda böyle bir şeyin olması mümkün mü, yani bana göre mümkün değil ve böyle polis korumasını isteyen bir kilise PKK'lı destekleyen kilise bunu yapmazdı, aslında bunu gizlemeye çalışırdı, G.nin anlattığı şeyleri yapan kilise sürekli polis korumasını istemezdi, yaptıklarımız gizli değildi, her şey açıktı, o yüzden diyorum yani evet böyle iddialar va ama bunu destekleyen madem birçok sefer geldi ve bunu gördü neden bir fotoğraf çekmedi. ...İddianamede belirtilen 09/10/2013 tarihli önderler toplantısına katıldığım ve FETÖ ile diyalog kurulmasının faydalı olacağını belirttiğim iddiası, ben bu toplantıya katıldım aslında ev sahipliği yaptık, çünkü bizim kiliseler toplandı 10-12 kişi, ben toplantıyı yönetmedim, bu toplantılar ayda bir yapılan bir rutin bir toplantıdır, İzmir'in Protestan kiliseleri önderleri geliyor, isteyen gelir, toplantıları amacı kiliselerin din konularındaki paylaşımlarıdır, paylaşımlarıydı, bu toplantılarda bu tarz bir konunun konuşulma ihtimali yoktur, o toplantıda böyle bir konuşma veya cümle geçmedi, zaten bizim siyasi olaylardan uzak durma gibi bir yaklaşımımız vardır, diğer önderlerin de olduğu bir toplantıda bunları söylemem mümkün değildir....Deniyor ki Kürtlere her zaman destek oluyor ve Güney Kürdistan'ın kurulacağını söylüyorlardı ben bunu hiç söylemedim, böyle bir şey duymadım ve bir şey vurgulamak istiyorum bu insanlar ifadelerde söylüyor, her PKK'yı destekleyen her Kürtleri destekleyen bölücülük hiç bir kayıt yok, yani bu bazı tanıklara göre yıllarca süren bir şey oldu, ha Yeni Doğuş kilisesinin kurulduğundan beri böyle bir şey yapıyorduk onlara göre, her zaman sloganlar her zaman PKK'ya destekleyen konuşmalar hiç kimse bir kayıt sunmuyor, çünkü öyle şeyler olmadı ama ben onun tersini sunabilirim, çünkü kilisemize bunun tersi anlatıldı biz PKK'yı hiç desteklemedik, bölücüleri istemedik kilisemizde. ...[Gizli tanık] Göktaşı, kilisemize hizmette hiç bulunmadı. O diyor B.Y. yönetiyordu, konuşma yapıyordu, vaaz veriyordu, kilise onun elinde kaldı ve ama B.Y.ye hiçbir zaman kilisede bir görev verilmedi, sorumluluk verilmedi. O zaman bu bir yalan adam gençliğinden beri boyacı olarak çalışıyor, bir kaç çocuğun babası ve hemen hemen sağır biri. O Göktaşı diyor onlar dağdan indikleri diyor, öyle bir şey duymadım ben... Kilisemize siyasi konuşmaları engellemeye, önlemeye çalıştım ben. Kiliseye siyaset girmesin hep dedik ve kesinlikle PKK'yı destekleyen konuşmaları ben kabul etmem ve bunu bir çok vaazda da tamamen farklı bir şey anlattım burada kardeşlik olsun ve sevgi olsun....Şimdi tanık K.nin ifadesine geçmek istiyorum. K. Yeni Doğuş Kilise'sine katıldı düzenli olarak yani katıldı ama ara veriyordu. Kiliseden birkaç defa ayrıldı. Sonra dönüp de devam etmek için izin isterdi ve af dilerdi... K.ya göre bölücü görüşe sahip tüm şahıslar ibadet esnasında kürsüye çıkıp örgüt propagandası yapabiliyordu. Yani kilisemize herkes kürsüye çıkamıyordu ve dediğim gibi özellikle bir konuşma yapmak için bu sayı çok kısıtlıydı. Başkalarının istedikleri zaman öne çıkıp konuşmalarına kesinlikle izin verilmiyor bizim kilisemizde. Kürsüye çok az kişi çıktı ve sadece izinle. Örgüt propagandası hiç yapılmadı, mümkün değil. Her toplantı da birçok ziyaretçi var. Sokaktan gelen dediğim gibi kapılar açık, meraktan girer giren kişi var. Örgüt propagandası yapıldıysa kimse bunu kaydederdi... K. yasak oda dediği odaya girmiş ona göre ve orada haritalar görmüş, PKK broşürleri görmüş diyor. Ama bu odaya giren çok kişi vardı. Başkaları da bu şeyleri görürdü olsaydı. K. neden haritalardan bir tanesi almadı, çünkü bu çok provokatif bir şey. Yoksa PKK'lı broşür neden almadı, alsaydı bir tane. Hemen emniyete delil olarak sunabilirdi. Ama almadı çünkü yoktu. K.ya göre ayak sesi duydu ve çıktı ama gelen kişi kandırmak için aklı çalışıyor diyor sanki telefonda bir görüşme yaptı o yüzden girdi aklı o kadar çalışıyor. Ama bir PKK'lı broşürü alacak kadar aklı çalışmıyor. Bu inandırıcı bir şey değil. Bu odaya girenleri ceza verildiği söyledi, veriliyordu. O odaya giren kimseye ceza verilmedi, hiç olmadı. Diyor sonra o girdikten sonra bir anons yapıldı artık o odaya girilmeyecek, böyle bir anons hiç yapılmadı. ...K. dua evini anlatıyor ama sanki gizliymiş sanki A.R.Ç.den gizli tutulması gereken bir şey öğrenmiş. A.R.Ç. kaçırdığı bir şey ağzından ve bu toplantı yapılıyor demiş. Aslında bütün kilisemiz dua evi biliyordu. Dernek altında açıldı. Dua toplantılar hep yapılıyordu ve İzmir'deki diğer kiliselerde biliyordu çünkü herkesi açılışa davet ettik. Bu yani orada toplantıya isteyen gelebilirdi kilisemizden gelmek isteyen herkes gelebilirdi açıktı ve orada yaptığımız dört yürek adlı derse gelince K. sanki gizli yapılan şeylerin takip etmek için katılmış aslında ben K.yi davet ettim ve ben onun masraflarını karşıladım, kendisi oradayken. Derslerde hep PKK'yı destekleyen konuşmalar yapılmış diyor K.. Dersler videoya çekildi, kaydedildi. K.nın anlattığı siyasi konuşmalar hiç yapılmadı......Yine K.A. isimli şahısı tanımam. Özellikle K.A. burada vurgulanıyor ama ikisi için bunu söylüyorum. Bu şahsın yaptığı faaliyetleri bilmem, kendisiyle hiç karşılaşmadım ve görüşmedim. Benim telefonumla K.A.nın telefon sinyallerinin üç kez birer yıl arayla çakışması hiçbir şekilde hukuka ayrı faaliyet içinde olduğumu göstermez. Benim evim 2011 yılından beri Alsancak'ta. Alsancak'ta baz istasyonu kapsamında olan bir yerdedir. Bağlı olduğum Diriliş Kilisesi Alsancak'ta aynı baz istasyonu kapsamındadır. Evin ve kilisenin bulunduğu yer merkezi olup birçok insan baz istasyonundan sinyal alınabileceği bir yerdir ...\" Mahkeme 16/4/2018, 7/5/2018 ve 25/7/2018 tarihli duruşmalarda, soruşturma aşamasında dinlenen tanıkların yanı sıra bazı yeni tanıkları dinlemiştir. Soruşturma aşamasında dinlenen tanıklar, kovuşturma aşamasında da aynı yönde ifade vermiştir. İlk kez dinlenen tanıklardan bazılarının beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: - Tanık A.nin Beyanı (Duruşma Tutanağının Çözümünde Yer Aldığı Şekliyle):\" ...O.T. diye Kargiyat Genel Sekreteri var. Karabağlar'da merkezi bulunan. Bu arkadaşımız Ege bölgede B.B.den sonra gelen çok önemli bir kişilik. Direkt Fethullah Gülen ile beraber irtibatı olan, genelde bizim doğu mahallelerinde özellikle siyasal anlamda PKK yanlısı mahallelerde etkisi olan bir arkadaşımız O.T. Ben onun yanında bulunuyordum. FETÖ ile olan veya cemaatle her neyse onunla iltisakım O.T. üzerinden ben onun yanında onunla beraber bazı para trafiklerinde para götür getirmelerinde sürekli onun yanındaydım. Andrew Craig Brunson'u da Şanlıurfa'da Türkiye'nin büyük mülteci çadırı yapılıyordu. Suruç'ta. Suruç'ta o dönem biz Suriye tarafına sürekli geçip geliyorduk. Zaten Urfa Suruç Suriye bir tel örgüdür. Orada iki tarafın da birbirinin akrabası olduğu için bir müddet orada bulundum ben. Çadır kentin yapım aşamasında, yapımından sonra sürekli orada ticaret yapıyorduk. O esnada bir defa görmüşlüğüm var. O.T. ile bir defa oraya gelmişti. O.T. genelde bizim sürekli sürekli görüştüğü irtibat halinde olduğu Enver Müslüm var.… [Mahkeme Başkanı]: O.T. ile dosyamız sanığı Andrew Craig Brunson'un kesiştiği yer neresi? [Tanık]: Sonuçta O.T. etkili bir adam kendi de aile itibari ile Kürt olmasından dolayı, oradan gelen kişilerin buraya getiriliyor, O.T. burada finansman ayağında buna yardım mı deriz hibe mi deriz buradan para yardımını sağlayan kişiydi… O.T. ve B.B. her hafta görüşüyordu O.T. ile her hafta rutin bir yemek şeyi oluyordu birkaç kişi daha var söz hakkı olanlar, Kürt çocuklarını tam böyle tabiriyle söyleyeyim Suriye'den gelen mülteci olmuş eğitime elverişli Kürt çocukların yurt dışına gidebilmesi için maddi desteği O.T. sağlıyordu. [Mahkeme Başkanı]: Andrew Craig Brunson'la beraber gördün mü onları hiç birbirlerini tanıyorlar mıydı? [Tanık]: Gördüm ama para verirken görmedim. [Mahkeme Başkanı]: Peki ne de gördün toplantı mı yoksa? [Tanık]: Sohbet halinde Alsancak'ta. [Mahkeme Başkanı]: Yemek mi yediler ayak üstü mü gördün, bir yerde mi buluştular? [Tanık]: Yok yok oturuyorlardı ben genelde zaten çok nadir hallerde beni birinin yanında oturtmazdı, yani İzmir'de çok önemli adamların bile mesela adını bile tanımadığım adamların ofisine götürürdü beni, otururdum ofisinde ama belli bir kaç kişi vardı görüştüğü ya çok nadir halde bana der ki sen dur ben geliyorum arabada dur ya da şurada dur, [Mahkeme Başkanı]: Sen şoförlüğünü mü yapıyordun? [Tanık]: Yok ben araba sürmüyorum yanında oturuyordum. [Mahkeme Başkanı]: Yanında oturuyordun kendisine refakat ediyordun, Andrew Craig BRUNSON'la yaptığı görüşmede de senin orada olmanı istemedi öyle mi? [Tanık]: Evet. [Mahkeme Başkanı]: Ama görüşmelerine tanıksın,  [Tanık]: Tabi [Mahkeme Başkanı]: Kaç defa görüştüler? [Tanık]: Benim bildiğim bir defa. [Mahkeme Başkanı]: Sen bir keresini gördün [Tanık]: Evet. [Mahkeme Başkanı]: Andrew ile ilişkisi böyle kardeşim diye mi tanıttığı biri miydi? [Tanık]: Hayır görüşmesi gereken kişi. [Mahkeme Başkanı]: ... Andrew Craig Brunson'u Ö.K. ile de gördüğünü söyledin, Ö.K. demişsin FETÖ-PDY terör örgütünün önde gelen liderlerinden birisidir,  [Tanık]: Ayakkabıcılarda çünkü bölüm bölüm ya ayakkabıcılarda ilk 3-4 kişiden 5 kişiden biridir, önemli bir adam yani kaçırdılar mesela onu buradan, ailesiyle falan karısını çocuğunu hepsini götürdüler, hatta en son beni aradığında... [Mahkeme Başkanı]: Darbe sonrasında mı kaçtılar bunlar? [Tanık]: Tabi [Mahkeme Başkanı]: Andrew Craig Brunson'la görüşmesinin konusunu biliyor musun? [Tanık]: Bilmiyorum [Mahkeme Başkanı]: Sadece yine tanık mı oldun yani geliş gidişine mi tanık oldun,  [Tanık]: Sadece orada görüşmelerine tanık oldum sonra sorduğumda ya çok iyi bir adamdır, herkese faydası var, insanın dinine bakmamak lazım diye konuyu geçiştirdi. [Mahkeme Başkanı]: Bunu geçiştiren Ö.K. öyle mi? [Tanık]: Senin ne işin var hani diye söylediğimde o da dedi ki tanıdığımı anladığı için dedi ki ya boşver iyi bir adam, çok da şey hani üstelemeden konuyu iyilik, insanlık, merhamet, hoşgörü babında yapıştırıp geçti. [Mahkeme Başkanı]: Andrew Craig Brunson'a yapılan yardımlardan bahsettin, Suruçtan buraya gelen Kürt çocukları ile ilgili olarak onun da yürüttüğü faaliyetler nedeniyle yardım yapıldığını söylüyorsun, doğru mu anladım? [Tanık]: Doğrudur. [Mahkeme Başkanı]: Yani para mı ayırıyor Andrew Craig Brunson'a? [Tanık]: Ha bu buranın yardım işleri nasıl ki bize kardeşim Güney Afrika da zenci ailelerine para veriyor bir milyon lira okul yaptırıyoruz mesela öyle tipler vardır anlatırdık sekreter de hatırlardı, falan Hristiyan o kadar insancıl ki biz burada okul yaptırıyoruz bir milyon lira veriyor, biz de veriyoruz yani ne var ki Allah rızası için illa aynı dinde olmamız gerekmiyor o da müslümanlara da faydası var o adamın diye, para giderdi,  [Mahkeme Başkanı]: Böyle mi denirdi ? [Tanık]: Tabi ama bir defa gittiğini biliyorum görsel olarak bu da paralıydı diğerinde de oraya verdim diye söyledi. [Mahkeme Başkanı]: O.T. söyledi? [Tanık]: O.T. ama S.'den aldık, çünkü parayı dağıtır izni onda. [Mahkeme Başkanı]: Bu konuda eminsin? [Tanık]: Tabi Tabi. [Mahkeme Başkanı]: Bu Suruç 'ta 18 -35 arası mı söyledin 17-35 yaş arası, [Tanık]: Genelde gördüğüm insanlar oluyor, çünkü birkaç gün kalıyordum, [Mahkeme Başkanı]: Kişilerinseçilmesini söyledin, özellikle Ezidi kökenli bunlar Andrew Craig Brunson'la mı irtibatlandırılırdı yani onun kilisesine mi gönderilirdi? [Tanık]: Kilisesini bilmem de kendisine gönderilir İzmir'de çok nadir bize oradan birkaç kişi geliyordu sebebi de şu; Etüt merkezi kurulmuştu Kürt Mahallerinde daha çok PKK meyilli olanlarda, hani orada değişim, dönüşüm olsun dile Hoca buradaki ailelerin çocuğu değil de orada sahipsiz çocukları yetiştirmek yani boş kavanozu doldurmak daha kolaydır mantığıyla benim olduğum süreçte en azından en fazla 30 kişi gelmiştir, 3 evde istihdam edilmiştir, İşçievlerinde, Karabağlar sitenin Unlu mamüllerin üstündeki 2 kat bizimdi, bir de Gediz de bu üç yerde istihdam eder, genç böyle dinamik hareketli çocuklar, kız hiç yoktu içinde bu gördüklerimde, hep erkekti, diğerlerini de şey bu tarafa giderdi yani Andrew Craig BRUNSON'un tarafına.\"- Tanık E.Ç.nin Beyanı (Duruşma Tutanağı'nın Çözümünde Yer Aldığı Şekliyle):\"... Andrew Brunson'un desteklediği bazı misyoner grupların PKK sempatizanı olduğunu biliyorum, yani bunu kendileri de zaten açıkta alenen ifade ediyorlar, söylüyorlar. Yani bu kişilerin desteklenip lider konuma getirilip, onlar için özel dernekler, özel kiliseler kurulup onları görevlendirmenin tabi ki terör örgütüne ve yandaşlarına büyük katkı sağladığını düşünüyorum, yani Kürt kökenlik PKK sempatizanlarına.  [Mahkeme Başkanı]: Andrew Craig, bu söylemlerden, bu ifadelerden haberdar mıydı? Yani onun yanında rahatlıkla bu PKK sempatizanı ifadeleri kullanabiliyorlar mıydı? [Tanık]: Zaten desteklediği kişiler ifademde belirttiğim isimler var, onlar zaten çekinmeden söylüyorlar, gelen misyonerlere de açıkça yani PKK'nın bir terör örgütü olmadığını, yani onların desteklenmesi gerektiğini falan ben bazı kişilerden duydum yani böyle söylüyor diye, ya kendi azından da defalarca kez duydum. Hatta bu nedenlerle kiliseler içerisinde çatışmalar başladı, Kürt ve Türk yani PKK sempatizanları ve Türk milliyetçisi insanlar tarafından çatışmalar başlamıştı zaten, Andrew Brunson'la ben daha önce de konuştum, iki kere üç kere falan beraber oturduk, bu konuların yanlış olduğunu, yani bu yapılmaması gerektiğini hani bölücülüğe yol açtığını defalarca kez konuştuk.  [Mahkeme Başkanı]: Neydi onun görüşü, ne ifade ediyordu, bundan rahatsız değil miydi?  [Tanık]: Bence rahatsız değildi sadece etnik bir grubun oluşturabileceği yani özgür bir şeklide yani ifade özgürlüğü taşıyabileceğini, yani onların bu şekilde bir kilise kurabileceğini, bunları ifade ediyordu, yani onları destekliyordu ve bizi aslında rahatsız ediyordu çünkü bu gerçekten bölünmelere yol açıyordu. Yani hem kiliselerde hem de kiliselerin içerisindeki bayraklar, renkler bu dışarıdaki insanlar tarafından tamamıyla bir provoke sembolleri taşıyordu ...\" Mahkeme 25/7/2018 tarihli duruşma sonunda başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz üzerine Mahkeme 25/7/2018 tarihinde yurt dışına çıkış yasağı ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirleri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Her ne kadar 18/07/2018 tarihli oturumda sanık ve müdafii tarafından yapılan tahliye talebi red edilmiş ise de CMK 104 ve maddeleri uyarınca mahkememizce dosya üzerinde yapılan yeniden değerlendirme neticesinde sanığın savunmasının alınmış oluşu, sanığa isnat olunan suçlar yönünden delillerin büyük oranda toplanmış oluşu, sanık ve müdafii tarafından iletilen sağlık mazereti, sanık her ne kadar yabancı ülke vatandaşı ise de tutukluluktan elde edilecek faydanın etkin adli kontrol hükümleri ile sağlanabilecek oluşu hususları nazara alınarak aşağıda yazılı olduğu koşullarda tahliyesine karar verilmiştir.GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:1-Tutuklu sanık Andrew Craig Brunson'un sanığın savunmasının alınmış oluşu, sanığa isnat olunan suçlar yönünden delillerin büyük oranda toplanmış oluşu, sanık ve müdafii tarafından iletilen sağlık mazereti, sanık her ne kadar yabancı ülke vatandaşı ise de tutukluluktan elde edilecek faydanın etkin adli kontrol hükümleri ile sağlanabilecek oluşu gözönüne alınarak TUTUKLU BULUNDUĞU SUÇLAR YÖNÜNDEN TAHLİYESİNE,-Başka suçtan tutuklu ya da hükümlü bulunmadığı takdirde derhal tahliyesi yolunda tutuklu bulunduğu cezaevi idaresine müzekkere yazılmasına,2-Tahliye edilen sanık Andrew Craıg Brunson hakkında kovuşturma konusu ve iddia içeriğine göre, mevcut delil durumuna nazaran CMK'nın 109-110 maddeleri uyarınca ADLİ KONTROL ALTINA ALINMASINA,Adli kontrol süresince;A)CMK'nun 109/3-j maddesi uyarınca sanık Andrew Craıg Brunson'un koğuşturma aşamasında ikametgahı olarak bildirmiş olduğu ... adresinde kaim KONUTUNU TERK ETMEKTEN YASAKLANMASINA,-Sanık hakkında konulan bu yoldaki adli kontrol tedbirinin elektronik kelepçe veya bu kontrole imkan sağlayan teknik cihaz ve donanımlarla sağlanmasına,-Adli kontrol talebine konu konut adresine ilişkin değişiklik talebinin ancak talep üzerine mahkememizce uygun görüldüğü takdirde uygulanacağının bildirilmesine,B)Sanık Andrew Craıg Brunson hakkında CMK’nın 109/3-a fıkrası hükümlerine tevfikan YURT DIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI KONULMASINA... [karar verildi.]\" Başvurucu, İzmir Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu 30/7/2018 tarihli dilekçe ile hakkında verilen adli kontrol kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, talebi reddederek itiraz yönünden incelenmesi için dosyanın İzmir Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 31/7/2018 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin tensipten bu yana devam eden celselerinde tanıkların dinlendiği, sanığın savunmasının alındığı, delillerin toplanmaya devam ettiği anlaşılmakla tanık beyanları, dosyadaki mevcut delil durumu, sanığa atılı suçların niteliği, ön görülen ceza miktarı ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre nazara alınarak sanık hakkında verilen tahliye kararı ile adli kontrol tedbirlerinin atılı suçlar ve öngörülen cezalarla orantılı olduğu, bu tedbirlerin değiştirilmesini gerektirecek her hangi bir delilin de dosyaya ibraz edilmediği nazara alındığında sanık müdafisinin tüm adli kontrol kararlarının kaldırılmasına ilişkin talebi yerinde görülmediğinden reddine karar vermek gerekmiştir ...\" Başvurucu, İzmir Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu 14/8/2018 tarihli dilekçe ile hakkında verilen adli kontrol kararının kaldırılmasını ikinci kez talep etmiştir. Mahkeme, talebi reddederek itiraz yönünden incelenmesi için dosyanın aynı şekilde İzmir Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 17/8/2018 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılamada dinlenen tanık beyanları, 'Dua kod adlı' gizli tanığın hazırlık aşamasında sunduğu dijital veriler, bu tanığın, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Ege Bölgesi eski imamı olan B.B. ile görüştüğü ve ilişkisi olduğuna ilişkin beyanları ve fotoğraf teşhisi, sanığın PKK mensupları ile görüştüğüne ilişkin beyanlar, bu konuda dosyaya giren resim, dosyada bulunan HTS kayıtları, belirtilen tanık dışında dinlenen gizli tanık ve tanık beyanları, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra sanığın değişik kişilerle yaptığı ve iddianamede belirtilen mesajlaşmalar, halen delillerin toplanmakta oluşu ve ilgili makamlara yazılan yazı cevaplarının beklenmesi de nazara alındığında sanık hakkında atılı suçlara yönelik kuvvetli suç şüphesi ve sanığın yabancı uyruklu olması nedeniyle kaçma şüphesinin bulunduğu, sanık hakkında daha önce mahkemesince verilen tahliye kararı ile adli kontrol tedbirlerinin atılı suçlar ve öngörülen cezalar yönünden mevcut delil durumu nazara alındığında orantılı olduğu, önceki incelemeden bu yana sanık hakkındaki adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasını gerektirir yeni bir delilin de dosyaya ibraz edilmediği, tanıkların doğru söyleyip söylemediğinin mahkemece denetlendiği, kaldı ki TCK'da yalancı tanıklık yapmanın suç olduğunun düzenlendiği ve müeyyidesinin gösterildiği nazara alındığında sanık müdafisinin tüm adli kontrol tedbir kararlarının kaldırılmasına ilişkin talebi yerinde görülmediğinden reddine karar vermek gerekmiştir.\" Anılan karar başvurucuya 3/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 12/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun örgüt üyesi olmamakla birlikte terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilmesine ve yurt dışına çıkış yasağı ile konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Sanığın [başvurucunun] daha sonra pastörlüğünü yürüteceği Diriliş Kilisesi'nin kuruluşu aşamasında karşılaşılabilecek problemleri aşabilmenin yolu olarak bir dönem dini bir cemaat kisvesine bürünmüş bulunan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünü işaret ederek çevresine 'bizim işimizi ancak bunlar çözer' dediği, Türkiye de kilise açılması yasak olmamakla beraber İmar mevzuatında yer alan bir takım hükümlerden kaynaklanan yerel yönetim ve mülki idare amirliklerinin uygulamaya yönelik tasarrufları nedeniyle bazı bürokratik zorlukların yaşanabildiği, ancak ... [yapılan yasal bir düzenleme] sebebiyle dernekleşmeye giderek yeni kiliselerin ve temsilciliklerin kurulmasının önünün açıldığı, sanığın bu süreçte FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün sıkça vurgu yaptığı dinler arası diyalog retoriğinin getirdiği toplumsal hoşgörü altında, karşılaştıkları her türlü problemi FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü vasıtasıyla çözme eğiliminde olduğu ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Ege Bölge imamı firari şüphelisi B.B. adlı avukattan bu konuda görüş ve destek aldığı Dua kod adlı gizli tanığın ifadeleri ile anlaşılmıştır....Öte yandan sanık FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü firari şüphelisi B.B. adlı şahıs ile tanışmadığını ve görüşmediğini savunmuş olmasına karşın Dua kod adlı gizli tanığın ifadesi bunun aksini ortaya koyması açısından da kıymetlidir, üstelik sanığın bu kişi ile irtibatını ifade eden tek tanık Dua kod adlı gizli tanık değildir. Tanık A. ve Tanık G. de mezkur biçimdeki ifadelerinde sanığın B B. adlı şahıs ile tanışıklıklarını ortaya koyan beyanlarda bulunmuşlardır. Bu itibarla sanığın inkara yönelik savunmasına itibar olunmamıştır. Sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Ege Bölge imamı firari şüphelisi B.B. adlı avukat ile irtibatını ortaya koyan mezkur tanık ifadeleri sanığın inkara yönelik savunmasını çürütmek[tedir] ... Tanık G. sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olduğu anlaşılan şahıslar ile gezdiği veya oturduğu, çevresine bu kişileri Hristiyanlığı merak eden arkadaşlar olarak tanıttığına dair tanıklıkta bulunmuştur. Tanık G. mahkememiz huzurundaki ifadelerinde sanığın birlikte oturup kalktığı bu kişileri kriminolojik dış görünümleri ile betimlemekle beraber sanığın yanında gördüğü kişilerden ikisinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü firari şüphelileri S. ve B.B. olduğunu dile getirmiş ve de S.yı İzmir İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde kendisine gösterilen fotoğraftan ayrıca teşhis etmiştir. Ege Bölgesi Sorumlusu olan B.B.nin yardımcısı konumunda olduğu ileri sürülen ve hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığın[da] ... soruşturma dosyaları bulunan firari şüpheli S. ile sanığın irtibatlı olduğuna dair bir diğer önemli ifade Tanık A.ye aittir. Tanık A. ifadesinde sanığın S. ile olan ilişkisine dair çok önemli bir ayrıntıya yer vermiştir. Tanık FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü elebaşısı Fetullah Gülen ile doğrudan temas kurabilen sayılı kişilerden biri olduğunu ve Ege Bölge Sorumlusu B.B.nin de üstünde bir konumunu bulunduğunu dile getirdiği KAGİAD Genel Sekreteri O.T. ile S.nın Suruç’ta ki mülteci kampından özel olarak seçilerek İzmir’e gönderilip bir kısmı sanığın pastörü olduğu kiliseye gönderilen Kürt kökenli ezidi gençlerin masraflarını karşılamak üzere sanığa yüklü miktarda para yardımı yaptıklarını ifade etmiştir. Tanık A. bu para alış verişinin birine bizzat tanıklık ettiğini de aktarmıştır. Tanığın ifadelerinde isimleri geçen KAGİAD Genel Sekreteri O.T. ile S.nın etkin konumlarına ilişkin anlatımları bu kişilerin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü içindeki yerlerinin ve onlarla bu düzeyde irtibat kurabilen sanığın da bu örgüt için ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Burada dikkat çekici bir diğer nokta ise FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Suriye’den göç eden ve çeşitli kamplara yerleştirilen Kürt kökenli gençlerin içinde eğitime uygun görülenlerinin özel olarak seçilerek İzmir’e gönderilmeleri sonrası bunların bir kısmının kendi eğitimlerine alınmaları ve diğerlerinin Diriliş Kilisesine gönderilmeleridir ......Sanık tüm safahatta dinlenen tanıkların bazısı için kendileri ile iyi geçinemedikleri veya bir dönem katıldıkları kilise ile sorunlu olarak yollarını ayırdıkları bu nedenle yanlı beyanda bulundukları savunmasını getirmiştir. Sanığın bu şekildeki tezi dinlenen bir kısım tanık tarafından ve bazı vakıalara hasren kabul edilmiş ise de tanıklar sanık ve pastörü olduğu Diriliş Kilisesi ile yollarını ayırmış olmalarının temel gerekçesinin sanığın kilise içinde Türk Devletinin aleyhine olabilecek konuşmalara ve faaliyetlere izin vermiş olması ve Kürt kökenli kişilere tanınan ayrıcalık olduğu antitezini ileri sürmüşlerdir. Bu durumda sanığın tanıklar ile husumetli olduğu nedenle tanık beyanlarının yanlı olduğunun kabul edilmesi yolundaki savunması haklı bir zemine oturmadığından mahkememizce de kabul görmemiştir. Kaldı ki sanık hakkında mezkur ifadeleri ileri süren tanıkların çoğunluğu Hristiyanlığı seçmiş ve sanığın kilisesine katılarak ders almış, kimisi rahiplik sıfatını kazanmış kimselerdir. ...İddianame de sanığa yöneltilen suçlamalar ve tanık beyanlarında geçen terör örgütü irtibatına ilişkin iddialar yalnızca FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne hasredilmemiş olup yapılan yargılama neticesinde Sanığın söz konusu terör örgütleri ile girdiği bu iletişim ve etkileşimin sonucu PKK/YPG Silahlı Terör Örgütü ile ilgili olarak; ...Tanıklar E.Ç., G. ve K.’ın da ifadelerinde Diriliş Kilisesi içinde Kürt Kilisesi kurulduğunu, Kürt Kökenli vatandaşlara belirli günlerde özel ayinler düzenlediğini ve hatta tanıklar E.Ç. ve K.’ın ifadelerinde ayrıca Kürt Kilisesi adına kartvizit ve broşür hazırlandığını, Kürtçe İncil bastırılarak dağıtıldığını dile getirmiş olmaları karşısında Diriliş Kilisesi içerisinde bir Kürt Kilisesi’nin varlığı kesinlik kazanan bir vakıa haline gelmiştir. Söz konusu ayinlerin 2014 yılından itibaren Suriyeli mültecilere yönelik olarak başladığını dile getiren sanığın bu yollu savunması vakıanın tevil yollu ikrarından öteye bir değer taşımamaktadır. Zira kilise içinde özel olarak düzenlenen bir ayine katılanların uyruklukları sorgulama konusu değildir. Esasen adına Kürt Kilisesi veya ne ad verilirse verilsin ya da belli bir zümreye ne amaç ile özel ibadet düzenlenirse düzenlensin bunun tek başına etnisiteye dayalı bir ayrımcılığı desteklemek anlamına gelmeyeceği herkes gibi mahkememizce de yadsınamaz bir gerçek olarak kabul edilmekle beraber tanıkların başkaca anlatımlarında geçen diğer hususlar da eklendiğinde Kürt Kilisesinin varlığının ifade ettikleri anlam kazanmış ve sanığın bu etnisiteye dayalı ayrımcılığı besleyerek PKK/YPG gibi örgütlere yardım sayılabilecek faaliyet içerisinde bulunduğunu kabul etmek gerekmiştir. Mahkememizi bu kabule götüren diğer tanık anlatımları şunlardır;Diriliş Kilisesinde ki ayinlere PKK Terör örgütünün sembolü olan sözde bayrakları ve flamalarını giyen, bu sözde bayraklarının ve renklerinin bulunduğu tişörtlerle gelen birçok cemaat üyesinin katıldığı, PKK Terör örgütü lehine konuşmalar yapıldığı ve sloganlar atıldığı hususları da yine Tanık G.nin aktardığı konulardır.Tanık E.Ç. da ifadesinde sanığın Diriliş Kilisesinde Kürt kökenli cemaatin lideri konumuna getirdiği Suriyeli Mehmet lakaplı A. adlı kişinin ayinlerde Türkiye’yi katil devlet olarak tanımladığını, PKK’nın YPG’nin terör örgütü olmadıklarını desteklenmeleri gerektiğini ifade ettiğini, sanığın bundan haberdar olduğunu, kendisinin bu durumu defalarca sanık ile konuştuğunu, sanığın bunları ifade özgürlüğü olarak değerlendirdiğini ayrıca bütün milletlerin kurulma özgürlüğü bulunduğunu söylediğini belirtmiştir.Tanık K. ise ifadesinde Diriliş Kilisesi üst katında bulunan herkesin giremeyeceği bir odada Türkiye haritalarının ve PKK’ya ait yasa dışı broşürlerin bulunduğunu, bu haritaların bazılarının üzerilerinde elle çizim ve işaretlemelerin yapılmış olduğunu ve sınırların değiştirilmiş olduğunu, Kiliseye bağlı Dua Evi’nde düzenlenen seminere konuşmacı olarak katılan Andrew Craig Brunson’un Kürt halkının Türkiye’de ezilen halk olduğunu, Kürt halkından ziyade PKK nın özgürlük mücadelesi verdiğini ve buna destek verilmesi gerektiğine dair konuşmalar yaptığını, sanığın bölücü görüşe sahip kişilerin kilisedeki ibadetler esnasında kürsüye çıkıp örgüt propagandası yapmalarına göz yumduğunu, sanık ve eşinin Kobane ve Suruç gibi yerlere birlikte gidip geldikleri Suriyeli Mehmet (A.) ve AGİT (S.A.) adlı PKK’lı kişiler ile sözde Kürt bayrakları altında çekilmiş zafer işaretleri yapan fotoğraflarını paylaştıklarını belirtmiştir. Dua kod adlı gizli tanık ifadelerinde 2003-2004 yıllarında PKK'lıların ve ayrımcı Kürtlerin kiliseler vasıtasıyla kendilerini akladıklarını, özellikle cezaevinden çıkan PKK'lıların, takipten kurtulmak amacıyla kiliselere başvurup 'biz Hristiyan olduk' diyerek kilisenin sağladığı örtüyle yurt dışına iltica ettiklerini. sanık Andrew Craig Brunson da bu faaliyetlerin içinde olduğunu dile getirmiştir. Göktaşı kod adlı gizli tanık da ifadesinde Andrew Craig Brunson ve eşi[nin] ... kiliseye gelen ve PKK’lı olduklarını her ortamda söyleyen şahısları Türk vatandaşı ya da diğer ülke vatandaşı cemaat üyeleri ile evlendirerek şahısların ülkemizde kalmalarını sağladıklarını, Dağdan indiğini, PKK’lı olduğunu söyleyen bir takım kişilerin kiliseye sürekli olarak gelip gittiklerini, yatacak yerleri olmayanların kilisede ya da dua evi olarak bilinen Konak semtinde diş hastanesi yakınında bulunan evde barındırıldıklarını, Sanık Andrew Craig Brunson’un evinde zaman zaman Liderler Toplantılarının yapıldığını, bu toplantılara yalnızca B.Y., Suriyeli Mehmet (A.) ve AGİT (S.A.) ve diğer bazı Kürt liderler ile kilisenin yaşlılar heyetinin katıldığını belirtmiştir. Tanık A. daha önce de değinilen ifadelerinde sanığın Suruç’ta bulunduğu süreç içinde FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensupları ile birlikte Suriye’nin Ayn El Arap kentinde Kobani adı ile anılan yerde ilan edilen sözde Kürt özerk yönetiminin lideri E. adlı kişi ile görüştüğünü aktarmıştır. Tüm bu anlatılanlar ile birlikte değerlendirildiğinde sanığın öncülüğünde kurulan Kürt Kilisesinin Suriyeli mültecilerin dil bilmezlik sorununu aşmak için oluşturulmuş bir pratikten daha fazla anlam taşıdığı, PKK/YPG terör örgütlerinin özgürlük savaşçıları olarak tanıtıldığı, Türkiye’nin milli misak ile belirlenen sınırları içerisinde kalan topraklarının en azından bir kısmını Kürdistan olarak kabul eden bir anlayışın kilise katılanlarına empoze edildiği, halkların kendi kaderlerini tayin etme haklarını bulunduğu şeklindeki evrensel söylemlerin popülist çekiciliğini kullanarak açık açık bu örgütlerin desteklenmesi gerektiğinin dillendirildiği, sanığın bunu düşünce açıklamasından öteye taşıyarak dile getirdiği bu düşüncesini hayata geçirmek için terör sorunun yoğunlaştığı bir bölgede adeta siyasi bir aktör gibi Kürt yöneticilerle temas kurduğu, bölgeden kilisesine sevk edilen bir etnik kitleyi misyonerlik adı altında eğitime aldığı ... geldikleri yerde bu örgütün zulmüne uğramış bazı Suriyeli mültecilerin dahi kilisede PKK terör örgütüne verilen destekten rahatsızlık duyarak kilisedeki toplantılara katılmaktan vazgeçtikleri anlaşılmıştır. Böyle bir siyasi mülahazanın egemen olduğu kilisede sanığın ve destek verdiği kişilerin din öğreticiliğini aşan gayelerinin olduğu, tıpkı yukarıda FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile olduğu gibi sanığın ... PKK terör örgütü ve uzantıları ile girdiği iletişim ve etkileşim içinde bu örgütlere yardım ettiğikabul edilmiştir ...\" Başvurucu ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 9/1/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...mahkemenin kararında usule veya esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde veya işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, cezaların kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından, istinaf başvurusunda bulunan Cumhuriyet Savcısı ve sanık müdafinin ileri sürdükleri nedenler yerinde görülmemiş[tir.] Başvurucu ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, istinaf başvurusunun reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu hakkındaki dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Adli kontrol\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.... (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerira) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak....j) Konutunu terk etmemek....\" 5271 sayılı Kanun'un \"Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir. (2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir. (3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır.\" 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Suç işlemek amacıyla örgüt kurma\" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:\"Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.\" Ayrıca konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiriyle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yaklaşımına dair kararlar için bkz. Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 44- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28400", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuki olmaması ile tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalınarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının, bir kısım yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/7519 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin2019/7519 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda ismi geçen belediyelere (belediye) hizmet veren özel şirketlerde (şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduğunun bildirilmesi üzerine şirket başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini, fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade edilmeleri talebiyle şirket ve ilgili belediyeler aleyhine dava açmıştır. Davalı şirketler ve belediyeler cevap dilekçelerinde genel hatları itibarıyla iş akitlerinin ilgili kanun ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde ve usulüne uygun olarak feshedildiğini belirtmiş ve davaların reddini talep etmiştir. Ekli tablonun (E) sütununda esas numaraları belirtilen yargılamalar istinaf ve/veya temyiz incelemelerinden geçerek nihayetinde davanın reddi kararı ile sonuçlanmıştır. Kararlarda ağırlıklı olarak başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'ye (667 sayılı KHK) dayanılarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklanan nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7519", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının, bir kısım yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, başvurucunun aynı ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan eşi ve diğer aile bireyleriyle görüş hakkı kaybı olmaksızın görüşme yapabilmesine izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihlerde silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında tutuklu olarak Tekirdağ 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) bulunmaktadır. Başvurucunun eşi de aynı yerleşkede tutuklu olarak bulunmaktadır. 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (3) numaralı fıkrasının uygulanmasına -iç görüş yaptırılmasının usul ve esasları- ilişkin olarak Tekirdağ 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (Kurul) 18/9/2018 tarihinde toplanmıştır. Yapılan toplantı sonucunda Kurul; Kurumda kapasitenin üstünde mahpus bulunması, ziyaret günlerinin tamamında kabinlerin dolu olması nedeniyle aynı yerleşkede bulunan eşlerle ve dışarıdan gelen ziyaretçilerle aynı anda görüşme sağlanamayacağına, mahpusların kapalı veya açık ceza infaz kurumundaki yakın akrabası ile mi yoksa dışarıdan gelen ziyaretçi ile mi görüşmek istediğini açıkça belirten dilekçelerini Kuruma vermeleri gerektiğine karar vermiştir. Başvurucu, söz konusu uygulamanın aile ilişkilerine zarar verdiğini belirterek 3/10/2018 tarihinde Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet dilekçesi sunmuştur. Dilekçede; itiraz konusu Kurul kararı alınmadan önce aynı ceza infaz kurumu yerleşkesinde tutulan eşiyle ayda bir kez açık görüş yapabildiğini, eşiyle yaptığı iç görüşmenin diğer yakınlarıyla olan aylık açık görüşünü etkilemediğini belirtmiştir. Başvurucu, daha önce hem yakınlarından biriyle hem de aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle aynı anda görüşebilirken Kurul tarafından alınan karardan sonra eşiyle ya da diğer yakınlarıyla görüşme konusunda tercih yapmak zorunda bırakıldığını öne sürmüştür. Yönetmelik'in maddesinin (3) numaralı fıkrasında özel olarak düzenlenen hükme göre aynı kurumda kalan eşiyle görüşmesinin bir ziyaret olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, bu düzenlemenin diğer açık ve kapalı iç görüşmenin iç görüş hakkına zarar verecek şekilde yorumlanamayacağını ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliği 29/1/2019 tarihinde başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, İnfaz Kurumunda başvurucuyla aynı durumda olan çok sayıda mahpus bulunması nedeniyle bu taleplerin tamamının karşılanmasının mümkün olmadığını belirtmiş, Yönetmelik'in maddesine göre ziyaret günleri ve saatleri ile bir hükümlü ve tutuklunun görüşebileceği ziyaretçi sayısının Kurumun fiziki yapısı ve kapasitesi dikkate alınarak kurum tarafından belirleneceğine işaret etmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesinin 27/2/2019 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 1/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 1/10/2021 tarihinde tahliye olmuştur. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12366", "Başvuru Konusu":"Başvuru, başvurucunun aynı ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan eşi ve diğer aile bireyleriyle görüş hakkı kaybı olmaksızın görüşme yapabilmesine izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 5/11/2009 tarihinde açtığı dava sonuçlanmamıştır. Başvurucular 21/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6779", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama beş celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 22/12/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 16/2/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 16/2/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 12/4/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 12/4/2018 tarihli ikinci celse sonunda başvurucunun bir sonraki celsede SEGBİS ile hazır edilmesine ve duruşmanın 19/4/2018 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 19/4/2018 tarihli üçüncü celsede ByLock programına dair bilirkişi raporu ile iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu, ikinci celsede olduğu gibi üçüncü celsede de SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayı kabul etmediğine dair herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Duruşmada başvurucunun bilirkişi raporuna karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunması üzerine Mahkeme, talebi kabul etmiş ve \"başvurucunun duruşma gün ve saatinde irtibat kurulması için müzekkere yazılmasına\" karar vererek duruşmayı 16/5/2018 tarihine ertelemiştir. Yargılamanın 16/5/2018 tarihli dördüncü celsesinde müdafiinin hazır bulunmaması ve başvurucunun müdafii huzurunda savunma yapmak istediğini belirtmesi üzerine Mahkeme, yargılamaya müdafiinin hazır edilerek devam edilmesi için duruşmayı 12/6/2018 tarihinde ertelemiştir. Hükmün açıklandığı ve müdafiinin de hazır bulunduğu yargılamanın 12/6/2018 tarihli son celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara bizzat katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25562", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Askerlik görevini ifa eden S.B. 16/8/2001 tarihinde arkadaşı İ. ile birlikte nöbet yerinden karakola döndükleri sırada askerî yasak bölge içinde kaçak göçmenler bulunduğu yönünde ihbar almışlardır. Göçmenlerin sınırdan geçmelerine aracılık ettiği belirtilen başvurucunun eşi Y.A., kendisini askerlere ihbar ettiğini düşündüğü U.nin üzerine yürümüş ve U.ye müdahale etmeye çalışmıştır. Y.A.yı durdurmak isteyen asker S.B., Y.A.ya önce tokat atmış, eylemin devam etmesi üzerine elindeki tüfeğin kasaturası ile Y.A.yı yaralamış, sağ akciğer üst lobda meydana gelen kesi nedeniyle oluşan hemotoraks ve gelişen hipovolemik şok sonucu Y.A. hayatını kaybetmiştir. Gelibolu Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından olayla ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Yürütülen soruşturma neticesinde S.B. hakkında kanunun ya da zaruretin tayin ettiği sınırı tecavüz etmek suretiyle adam öldürme suçundan Kara Kuvvetleri Komutanlığı İkinci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) kamu davası açılmış, Askerî Mahkeme 30/12/2002 tarihli kararıyla, S.B.nin terhis olması sebebiyle görevsizlik kararı vermiştir. Verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Edirne Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) yaptığı yargılama neticesinde 26/11/2008 tarihinde, S.B.nin eylemini meşru savunma sınırını mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aşması sonucu gerçekleştirdiğini kabul ederek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin fıkrasının (c) bendi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Hüküm, başvurucu vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 15/6/2010 tarihli kararında, S.B.nin eyleminin tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu düşünülmeden karar verildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 7/6/2013 tarihli kararıyla, S.B.nin tahrik altında kasten öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan hüküm de S.B.nin müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Daire 25/2/2015 tarihli kararıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile 26/9/2004 sayılı ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun tüm hükümlerinin olaya uygulanarak somut karşılaştırma yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği ve asgari düzeyde tahrik indirimi yapılmak suretiyle fazla ceza tayin edildiği gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2015 tarihinde suçun, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aşılması suretiyle işlendiği gerekçesiyle, mahkûmiyet kararının bozulması düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca inceleme yapan Daire 24/6/2015 tarihinde itiraz nedenini yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay Başkanlığına göndermiş ve sonuç olarak dosya, değerlendirilmek üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulu önüne gelmiştir. Başvurucu 27/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dosya hakkında değerlendirmesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulu 5/2/2019 tarihli kararıyla S.B.nin eyleminin haksız tahrik altında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeden hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu belirterek Ceza Mahkemesinin 7/6/2013 tarihli kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrası yargılama yapan Ceza Mahkemesi 16/7/2019 tarihli duruşmasında, S.B.nin haksız tahrik altında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu işlediğini sabit görerek neticeten 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar S.B.nin müdafii tarafından temyiz edildiğinden henüz kesinleşmemiş, dolayısıyla yargılama süreci henüz sonuçlanmamıştır. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10550", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 6/1/2022 tarihinde öğrendikten sonra 27/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/13051", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 4/2/2021 tarihinde öğrendikten sonra 5/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/10109", "Başvuru Konusu":"Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, Kızıltepe Vergi Dairesi Müdürlüğünce hakkında düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle 30/10/2006 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde açtığı davada, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 22/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, haksız yere pamuk destekleme primi ödenmesine sebebiyet verdiği gerekçesiyle ödenen destekleme priminin tahsili amacıyla Kızıltepe Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından hakkında ödeme emri düzenlenmesi üzerine, ödeme emrinin iptali istemiyle 30/10/2006 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde Kızıltepe Vergi Dairesi Müdürlüğü işlemine karşı dava açmıştır. Mahkemece, 31/8/2007 tarih ve E.2006/272, K.2007/1362 sayılı kararla; Mahkemenin 29/6/2007 tarih ve E.2006/201, K.2007/1023 sayılı kararıyla iptali istenen ödeme emrinin dayanağı olan tahakkuk işleminin iptal edildiği, böylece ödeme emrine konu bir alacağın kalmadığı gerekçesiyle dava konusu ödeme emrinin iptaline karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 4/6/2010 tarih ve E.2008/1119, K.2010/4957 sayılı ilâmıyla; dava konusu ödeme emrinin dayanağı olan tahakkuk işleminin iptali yönündeki Mardin İdare Mahkemesinin 31/8/2007 tarihli kararının Danıştay Onuncu Dairesinin 9/3/2008 tarih ve E.2007/7522, K.2007/1023 sayılı ilâmıyla bozulduğu, bozma kararı sonucunda oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinin ardından bu davada yeniden karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 30/12/2010 tarih ve E.2010/1959, K.2010/1606 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 9/5/2012 tarih ve E.2011/7020, K.2012/2154 sayılı ilâmıyla; dava konusu ödeme emrinin dayanağı olan tahakkuk işleminin iptali isteminin reddi yönündeki Mardin İdare Mahkemesinin 20/1/2010 tarihli kararının Danıştay Onuncu Dairesinin 9/5/2012 tarih ve E.2010/9741, K.2012/2143 sayılı ilâmıyla bozulduğu, bozma kararı sonucunda oluşan hukuki durum değerlendirilerek bu davada yeniden karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemece dosyanın yeniden incelenmesi sonucu, 21/2/2013 tarih ve E.2012/1774, K.2013/291 sayılı kararla; bozma ilamına uyularak ödeme emrinin iptaline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 28/4/2014 tarih ve E.2013/5385, K.2014/2740 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu, 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Davalı idare tarafından 1/7/2014 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup, karar düzeltme incelemesi halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.” 6183 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası ise şöyledir:“Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7044", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, Kızıltepe Vergi Dairesi Müdürlüğünce hakkında düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle 30/10/2006 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde açtığı davada, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ödenmeyen vergi borcu için taşınmaza haciz konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1974 doğumlu olup öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 27/2/2007 tarihinde A.G. Eğitim Hizmeti Ticaret Limitet Şirketinin (Şirket) %20 hissesini satın almış ve beş yıllığına Şirketin müdürü olarak seçilmiştir. Şirketin ödenmeyen vergi borçlarının Şirket ortağı ve kanuni temsilcisi sıfatıyla başvurucudan tahsili amacıyla düzenlenen 2009 yılına ait ödeme emirlerinin iptali istemiyle başvurucu üç dava açmıştır. Bu davalarda başvurucu, Şirketle bir ilgisi olmadığını ve bu nedenle borçlardan sorumlu tutulamayacağını ileri sürmüştür. Bursa Vergi Mahkemesi, davaları kısmen kabul etmiş ve usulüne uygun olarak tebliğ edilmeyen ödeme emirlerinin iptaline, diğer ödeme emirlerinin ise onanmasına karar vermiştir. Kanun yolu incelemesinden geçen kararlar kesinleşmiştir. Başvurucu, iptal edilmeyen ödeme emirleri içeriğinde yer alan vergi borçları için 121,34 TL tutarında ödeme yapmıştır. Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı (İdare) iptal edilmeyen ödeme emirleri içeriğinde yer alan vergi borçlarının tamamının ödenmediği ve bunların Şirketten tahsil edilemediği gerekçesiyle Bursa'nın Osmangazi ilçesi Demirtaş köyündeki başvurucuya ait 769 ada 7 parselde bulunan 6 No.lu bağımsız bölüm hakkında Şirkete ait vergi borçlarının başvurucudan tahsili amacıyla 8/9/2014 tarihinde haciz işlemi uygulamıştır. Başvurucu 24/9/2014 tarihinde haciz işleminin iptali için dava açmıştır. Dava dilekçesinde; ödeme emirleriyle kesinleşen borcunu yasal süresi içinde ödediği, vergi borcunun silinerek dosyanın kapatıldığı ve borcunun kalmadığı ileri sürülmüştür. Ayrıca amme alacağının zamanaşımına uğramış olması ve ödeme emri tanzim edilmemesi nedenleriyle taşınmaza konulan haczin usulsüz olduğu belirtilmiştir. Davalı İdare cevabında; başvurucunun iptal edilmemiş olan ödeme emirlerine konu borçların tamamını ödemediğini, başvurucuya borcunun bulunmadığına dair bir yazı verilmediğini, Şirketin mal varlığı vergi borçlarını karşılamaya yetmediğinden Şirket ortağı olarak başvurucuya ait taşınmaza haciz konulduğunu belirtmiştir. Şirket temsilcisi A.G. 25/11/2014 tarihli talep dilekçesi ile 10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun kapsamında Şirket borcunu 18 ay üzerinden taksitlendirerek yapılandırmıştır. Bursa Vergi Mahkemesi (Mahkeme) 13/5/2015 tarihinde davanın kabulü ile haciz işleminin iptaline karar vermiştir. Mahkeme kararın gerekçesinde, İdare tarafından tahsil edilemeyen Şirkete ait vergi borçlarının başvurucudan tahsili için haciz işleminin tesis edildiğini açıklamıştır. Haciz işlemi sonrasında Şirketin vergi borçlarının 25/11/2014 tarihinde yeniden yapılandırıldığını belirten Mahkeme, Şirket hakkındaki kanuni takibin neticelendirilmemesi nedeniyle bu aşamada başvurucunun taşınmazı hakkında haciz uygulanmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. İdare tarafından karara itiraz edilmiştir. Başvurucu, itiraz dilekçesi veya itiraza cevap dilekçesi sunmamıştır. Bursa Bölge İdare Mahkemesi İkinci Kurulu (Bölge İdare Mahkemesi) 17/9/2015 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçesinde, yeniden yapılandırma kapsamında dördüncü taksitin son günü olan 30/6/2015 tarihi itibarıyla Şirketin herhangi bir ödeme yapmaması nedeniyle tecil ve taksitlendirmenin iptal edilmesi karşısında mahkeme kararının gerekçesinin yerinde görülmediği ifade edilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, Şirketten tahsil edilemeyeceği anlaşılan kesinleşmiş vergi borçlarının tahsili amacıyla başvurucuya ait taşınmaza haciz konulmasında hukuka aykırılık görmediğini açıklamıştır. Başvurucu, Bölge İdare Mahkemesi kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Karar düzeltme dilekçesinde; vergi borcunun ödendiği, usulsüz bir şekilde hâline münasip evin haczedilmesinin kanuna aykırı olduğu ve Şirket hakkındaki takibin kesinleşmediği belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirinin bulunmadığını belirterek 21/1/2016 tarihinde karar düzeltme istemini reddetmiştir. Nihai karar 20/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat Hükümleri 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un \"Limited şirketlerin amme borçları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur. ” 6183 sayılı Kanun’un \"Cebren tahsil ve şekilleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Ödeme müddeti içinde ödenmiyen amme alacağı tahsil dairesince cebren tahsil olunur. Cebren tahsil aşağıdaki şekillerden herhangi birinin tatbikı suretiyle yapılır:... Amme borçlusunun borcuna yetecek miktardaki mallarının haczedilerek paraya çevrilmesi,...” 6183 sayılı Kanun’un \"Ödeme emrine itiraz\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” 6183 sayılı Kanun’un \"Haciz\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.” 6183 sayılı Kanun’un \"Haczedilemiyecek mallar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “ Borçlunun haline münasip evi 'ancak evin değeri fazla ise bedelinden haline münasip bir yer alınabilecek miktarı borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılabilir.” 6183 sayılı Kanun’un \"Gayrimenkul malların, gemilerin haczi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Her türlü gayrimenkul malların, gemilerin haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya gemi sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır.”B. Danıştay İçtihadı Danıştay Dördüncü Dairesinin 7/4/2016 tarihli ve E.2016/6437, K.2016/1544 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:  “Görüldüğü üzere haciz işlemine karşı açılan bu davada, mahkemece, davacının ödeme emrine karşı açtığı davadan bahsedilerek bir karar verilmiştir. Olayda, davacının kendisinin ve ailesinin kullandığını iddia ettiği hacze konu konutun haline münasip bir yerden daha fazla değere sahip olduğunun alacaklı amme idaresince tespit edilmemesine karşın haciz uygulanarak ima yoluyla bu durum öngörülmüşse, mahkemesince bu durumun tespitine yönelik olarak İYUK maddesi uyarınca re'sen araştırma yapılarak ve gerekirse bilirkişi incelenmesi yaptırıldıktan sonra düzenlenen bilirkişi raporu dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekirken, davacının ödeme emrine karşı açtığı davadan bahsederek davayı reddeden mahkeme kararının davacıya ait konut üzerine konulan haciz yönünden bozulması gerekmektedir.\" Danıştay Onüçüncü Dairesinin 27/2/2019 tarihli ve E.2013/2212, K.2019/612 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:  “6183 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan ve haczedilemeyecek mallardan sayılan borçlunun haline münasip evinin haczedilemeyeceğine ilişkin düzenleme ile, Anasayal güvenceye alınan konut hakkı ve toplumsal yaşamın temel unsuru olan ailenin ve aile birliğinin desteklenmesi ve korunması hedeflenmektedir. Bu sistem içinde bireylerin yaşamsal ve sosyal ihtiyaçlarının özellikle ve öncelikle dikkate alınması sosyal hukuk devletinin gereğidir. Devlet erkinin bireye yansıyan yönü olan idarelerin işlem ve eylemlerinde gerek hukuk devleti gerek idarî usul hükümlerine özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. 6183 sayılı Kanun'da düzenlenen cebri icra usullerinden biri olan haciz, bireylerin mülkiyet ve yaşam haklarına doğrudan müdahale eden ve ağır yaptırımlar içeren bir işlem olduğundan, bu işlemin uygulanmasında kamu alacağının tahsili amacıyla da olsa devletin varlık nedeni olan bireylerin yaşam alanlarının korunması ve sosyal ve ekonomik açıdan teşvik edilmesinin sağlanması hususları göz ardı edilemez. Haciz işlemi, bu özelliklerinden dolayı idarî usulün titizlikle uygulanması gereken işlemlerdendir. Amme borçlusunun konut olarak ikâmet ettiği evin haczi ise Anayasal güvenceye alınan bireylerin sosyal ve ekonomik haklarının korunması bakımından önem arz etmektedir. Bu hususlar gözönünde bulundurularak amme borçlusunun mesken olarak kullandığı evin haczedilebilmesi amme alacağının tahsilinde en son başvurulacak yol olmalıdır. Borçlunun başka taşınır ve taşınmaz malvarlığının bulunup bulunmadığı araştırılarak, varsa öncelikle bu malların haczinin sağlanması, borcun karşılanmaması durumunda da mesken olarak kullanılan evin haczinin 6183 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasında belirtilen usul ve esaslara göre gerçekleştirilmesi sosyal hukuk devletinin gereğidir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4293", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ödenmeyen vergi borcu için taşınmaza haciz konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kara yolunda oluşan çökme sonucu binanın kullanılamaz duruma gelmesinde idarenin kusuru bulunmasına rağmen uğranılan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/3/2018, 23/3/2018, 26/3/2018 ve 25/7/2018 tarihlerinde yapılmıştır. 2018/9004 numaralı bireysel başvuru ile 2018/8882, 2018/9043, 2018/9023, 2018/9021, 2018/11230, 2018/11243, 2018/22473, 2018/23278, 2018/10970 ve 2018/23286 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2018/9004 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular, Bitlis'in Merkez ilçesinin Atatürk Mahallesi Seferbey mevkiinde 313 ada 5 parsel sayılı taşınmazda bulunan daire ve dükkânların malikleridir. 2011 yılı Nisan ayında yağmur sularının birikmesi sonucunda kara yolunda meydana gelen çökme nedeniyle başvuru konusu taşınmaz hasar görmüş ve Bitlis Belediyesi (Belediye) tarafından mühürlenerek tüm bina sakinleri tahliye edilmiştir. 2016 yılı Ocak ayında söz konusu taşınmaz kamulaştırılarak yapı bedelleri başvuruculara ödenmiştir. Başvurucular, söz konusu çökme nedeniyle on daire ve üç dükkândan oluşan binanın oturulmaz hâle gelmesinde kusurlu olanların tespitiyle oluşan zararın hesaplanması için Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 21/3/2016 tarihli inşaat ve mülk bilirkişi raporunda, Nisan 2011-Ocak 2016 arası 4 yıl 8 aylık süre esas alınarak dükkân ve dairelerin yıllık kira bedelleri üzerinden geriye doğru enflasyon miktarı düşülerek yapılan hesaplamada her bir daire için 740 TL ve her bir dükkân için 160 TL ecrimisil/kira bedeli hesaplanmıştır. Raporda ayrıca binanın zemininin sağlam olmamasına rağmen bina yapılmasına izin veren Belediyenin kusurlu olduğu açıklanmıştır. Öte yandan bina çevresindeki yamaçlardan gelen suyun uzaklaştırılması için yapılan menfez kesitlerinin yeterli olmaması nedeniyle Karayolları Genel Müdürlüğünün (İdare) kusurlu olduğu ifade edilmiştir. B. Başvuru Konusu Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular, delil tespiti dosyasında alınan bilirkişi raporu esas alınarak oluşan zararın tazmini talebiyle 13/4/2016 tarihinde İdareye başvuru yapmış olmasına karşın İdarece cevap verilmemiştir. Bunun üzerine başvurucular taşınmazları için ayrı ayrı olmak üzere İdarenin hizmet kusurundan dolayı hasar gören taşınmazlarından binanın mühürlenmiş olması nedeniyle Nisan 2011-Ocak 2016 döneminde faydalanamadıklarını ve kira kayıplarının olduğunu belirterek bilirkişi raporuyla tespit edilen 740 TL zararın olay tarihinden itibaren faiziyle ödenmesi talebiyle 21/11/2016 tarihinde Van İdare Mahkemesinde (Mahkeme) İdare aleyhine tam yargı davası açmıştır. Mahkemece muhtelif tarihlerde davaların reddine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde, İdarenin eyleminden doğan zararı ödemekle yükümlü tutulabilmesi için idari eylem ile zarar arasında kabul edilebilir bir nedensellik bağının varlığından başka zararın somut olarak gerçekleşmiş olması gerektiği vurgulanmıştır. Öte yandan henüz gerçekleşmemiş; ileride gerçekleşmesi muhtemel zararlara dayanılarak maddi tazminata hükmedilebilmesinin olanak dışı olduğu belirtilmiştir. Buna göre taşınmazların kiraya verilememesi nedeniyle yoksun kalındığı iddia olunan zararın gerçekleşmesi muhtemel bir zarar olduğu ve başvurucuların söz konusu taşınmazların anılan dönemde kesin olarak kiraya verebileceğine ilişkin kesin bir delil sunmadıkları açıklanmıştır. Sonuç olarak İdarenin eyleminden kaynaklanan gerçekleşmiş somut bir kira zararından söz edilemeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucuların istinaf kanun yoluna başvuruları, Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince (Daire) muhtelif tarihlerde kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucular vekiline muhtelif tarihlerde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/3/2018, 23/3/2018, 26/3/2018 ve 25/7/2018 tarihlerinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Nurmiyeva/Rusya (B. No: 57273/13, 27/11/2018) kararında, kamu görevlilerinin zarara yol açtığı otoparkın başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu kabul etmiş ve tazminat ödenmesi yönündeki meşru beklentiye rağmen başvurucunun zararının giderilmemesinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Nurmiyeva/Rusya, §§ 31-41). AİHM her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin keyfî ya da makul olmayan, kanun dışı şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazların sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyulabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45). AİHM'e göre ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda bu ilke daha kuvvetli uygulanma alanı bulur (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiğini vurgulamıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54). Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda İdare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte, yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9004", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kara yolunda oluşan çökme sonucu binanın kullanılamaz duruma gelmesinde idarenin kusuru bulunmasına rağmen uğranılan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle seyahat hürriyetinin, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve makul kabul edilemeyecek bir süredir devam eden muhakemede savunma hakkına riayet edilmemesi nedenleriyle savunma hakkı, makul sürede yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin, görevden uzaklaştırılma nedeniyle de seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Beşiktaş Belediye Başkanı iken görevden uzaklaştırılmış ve hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/8/2016 tarihli kararıyla yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri altına alınmıştır. Çeşitli tarihlerde yapılan adli kontrol tedbirine yönelik itiraz incelemeleri sonucunda başvurucu hakkındaki tedbirin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. Son olarak İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin adli kontrol tedbirinin devamına ilişkin nihai nitelikteki kararı başvurucuya 7/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 5/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık, silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 26/10/2021 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirini kaldırmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi aşamasında derdesttir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Kapsam dışı haklar", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11592", "Başvuru Konusu":"Başvuru; yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle seyahat hürriyetinin, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve makul kabul edilemeyecek bir süredir devam eden muhakemede savunma hakkına riayet edilmemesi nedenleriyle savunma hakkı, makul sürede yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin, görevden uzaklaştırılma nedeniyle de seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda maruz kalınan kötü muamele nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/2/2014 tarihinde Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulünek arar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 22/3/2016 tarihli yazısıyla görüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 16 yıl 15 gün hapis cezası ile hükümlü olan başvurucu 26/12/2011 tarihinde İzmir Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada aynı koğuşta kaldığı ile tartışması sonucunda yaşanan olaylar sonrasında infaz koruma memurları tarafından darbedildiği iddiasıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/109584 Soruşturma sayılı dosyası kapsamında 27/12/2011 ve 9/1/2012 tarihlerinde müşteki sıfatıyla ifade vermiş; anılan olaydan önce 13/10/2011 tarihinde Giresun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada Mazlum ismiyle tanıdığı bir infaz koruma memuru ve onunla birlikte birkaç infaz koruma memurunun kendisini yumruklayarak darbettiklerini ve sabaha kadar iç çamaşırlı olarak soğuk bir odada tuttuklarını, işkencenin iki üç gün devam ettiğini, T. isimli başka bir hükümlünün işkenceye tanık olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu hakkında 27/12/2011 tarihinde İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünden sağlık raporu aldırılmış, 2011/17919 sayılı raporda 13/10/2011 tarihinde Giresun'da meydana geldiği iddia edilen olaya ilişkin olabilecek eskiye ait bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Giresun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana geldiğini iddia ettiği eylemlerle ilgili olarak soruşturma, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 10/1/2012 tarih ve K.2011/47 sayılı kararı ile tefrik edilerek 2012/3334 soruşturma sayısı üzerine kaydedilmiş, 11/1/2012 tarihli ve K.2012/174 sayılı yetkisizlik kararı ile dosya Giresun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Giresun Cumhuriyet Başsavcılığınca 2012/625 numaralı dosyaya kaydedilen soruşturma kapsamında başvurucunun işkence iddialarıyla ilgili tanık olarak gösterdiği T.'nin 16/3/2012 tarihinde tanık sıfatıyla beyanı alınmış, anılan tanık başvurucuyu tanımadığını, başvurucunun ifadesindeki darp olayına şahit olmadığını beyan etmiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında, Giresun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda olay tarihinde çalışan Mazlum isimli infaz koruma memuru ifadeye çağrılmış ancak Ceza İnfaz Kurumu yönetimince verilen yanıtta, kurumlarında Mazlum isimli bir infaz koruma memuru bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu idaresine şikâyet ettiği herhangi bir darp olayının bulunmadığı bildirilmiştir. Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı 16/3/2012 tarihli ve 2012/650 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:\"Yapılan araştırmada cezaevinde Mazlum isimli infaz koruma görevlisinin bulunmadığı, tanık olarak gösterdiği Mehmet Toprak'ın müştekiyi doğrulamadığı, müştekinin Giresun cezaevine disiplin nedeni ile 15/09/2011 günü Bilecik M Tipi Cezaevinden geldiği, Giresundan da yine disiplinsizlikleri ve sürekli başkalarıyla kavga etmesi nedeniyle 18/10/2011 günü Rize L Tipi Kapalı Cezaevine nakil gittiği, müştekinin iddialarının doğru olduğuna dair iddiasından başka delil elde edilemediğinden, olay hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına [karar verilmiştir].\" Kovuşturmaya yer olmadığı kararı 19/4/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı yaklaşık bir buçuk yıl sonra 23/12/2013 tarihinde itiraz etmiştir. Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin 4/2/2014 tarihli ve 2014/79 Değişik İş sayılı kararı ile itiraz süre yönünden reddedilmiştir. Başvurucu 4/11/2013 tarihinde Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü aracılığıyla Giresun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği dilekçe ile 13/10/2011 tarihinde Giresun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kötü muameleye maruz kaldığını, maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle hastaneye sevkinin gerçekleştirildiğini ve burada sağlık raporu düzenlendiğini, anılan sağlık raporunun kendisinde mevcut olmadığını ancak hastaneden temin edilebileceğini belirterek şikâyetçi olmuştur. Anılan iddialara ilişkin olarak Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından2013/6448 numaralı dosya üzerinden yapılan araştırma sonucunda verilen 8/11/2013 tarihli ve 2013/3332 sayılı kararla, aynı iddialar konusunda daha önce 16/3/2012 tarihli ve 2012/650 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararının verildiği ve aynı olaya ilişkin mükerrer soruşturma yapılamayacağı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin 3/1/2014 tarihli ve 2013/1765 Değişik İş sayılı kararıyla itiraza konu kovuşturmaya yer olmadığı kararında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:\" (1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.... \" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanına itiraz edebilir.\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1920", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda maruz kalınan kötü muamele nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; hukuk kuralarının ve delillerin değerlendirilmesinde hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının, kesin nitelikte adli para cezasına hükmolunması nedeniyle de iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 15/6/2016 tarihli iddianamesiyle, sahibi ve yetkilisi oldukları işyerinde mağdurun rızası olmadan onun adına bir adet GSM (mobil cep telefonu) hattı çıkardıkları iddiasıyla başvurucular hakkında 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'na muhalefet suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucular, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 17/11/2016 tarihli kararıyla kişinin bilgisi dışında GSM Abonelik Sözleşmesi düzenleme suçundan 5809 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrasının atfıyla maddesinin (10) numaralı fıkrası gereği ayrı ayrı 820 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Anılan cezalar miktar itibarıyla kesin niteliktedir. Mahkûmiyet kararının ilgili kısmı şöyledir:\"[Mağdurun] eli ürünü abonelik sözleşmesinde imza bulunmadığı bu tür abonelik sözleşmelerinin son tahlilde üst bayilerin denetimi olmadan yürürlüğe girmediği üst bayi olan sanıkların sorumluluklarının bulunduğu abonelik sözleşmesinde [E.] şirketi sorumlusu ibaresi üstünde yetkili imzasının dahi bulunmadığı sanıkların müsnet olayda sorumluluklarının bulunduğu kanaatine varıldığından aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.\" Başvurucu 19/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5809 sayılı Kanun'un maddesine 6/2/2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen (4) numaralı fıkra şöyledir:“Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi veya işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz.” 5809 sayılı Kanun'un maddesinin 6518 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen (10) numaralı fıkrası şöyledir:\"Bu Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler bin günden beş bin güne kadar; ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarına aykırı hareket ederek bu işi bizzat yapanlar elli günden yüz güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.\" Yargıtay Ceza Dairesinin 13/3/2017 tarihli ve E.2016/15057, K.2017/2168 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Somut uyuşmazlıkta sanığın cep telefonu hattının hizmete açılmasını sağlayan abonelik sözleşmesini yapan bayinin yetkili temsilcisi ve yapılan işlemin de sorumlusu olduğu göz önüne alındığında, 5809 sayılı Kanun kapsamında \"...işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi...\" sıfatı taşıdığı, üzerine atılı 5809 sayılı Kanun'un 56/ maddesinde unsurları yazılı \"... Kişinin bilgisi ve rızası dışında ... abonelik tesisi veya işlemi veya cihaz kayıt işlemi yapma, gerçeğe aykırı evrak düzenleme, değişiklik yapma ve bu evrakları kullanma...\" şeklindeki seçimlik hareketlerden herhangi birisini, abonelik süreci sırasında geçen teknik aşamalarda, müstakilen veya müştereken gerçekleştirip gerçekleştirmediği hususunun şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi gerekli olup, bu araştırma sonucu suça konu abonelik sözleşmelerinin sanık dışında kişilerce yapıldığının tespit edilmesi halinde ise, asıl sorumlu olan bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulması gerekirken, eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi [bozmayı gerektirmiştir.] Yargıtay Ceza Dairesinin 29/5/2017 tarihli ve E.2016/9679, K.2017/5058 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Suçun failinin sözleşmeyi düzenleyerek bizzat işlem yapan alt bayi olan [S. İletişim] olduğu ve sanığın üst bayi olarak çalıştığını, suça konu sözleşmenin alt bayi tarafından düzenlenerek geldiği, kendisinin sadece aktivasyon yaptığına ilişkin savunmasının aksini gösterir her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyetine dair karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,Gereği görüşülüp düşünüldü:5809 sayılı Kanun'un \"Abone ve cihaz kimlik bilgilerinin güvenliği\" başlıklı 56/ maddesi; \"... (Ek: 6/2/2014-6518/104 md.) Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi veya işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz...\" şeklindeki düzenlemesiyle, \"işletmeci veya onun adına iş yapan temsilcisi\" tarafından \"kişinin bilgisi ve rızası dışında\", \"abonelik tesisi veya abonelik işlemi yapılmasını, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenmesini\" suçun unsuru olarak ortaya koymuştur.Madde metninden de anlaşılacağı üzere, adı geçen düzenlemeden ötürü, şüpheli veya sanık olabilmek için \"işletmeci veya onun adına iş yapan temsilcisi\" olmak, suçun unsurlarının gerçekleşmesi içinse \"rıza dışında abonelik tesisi veya abonelik işlemi\" yapmak veya bu amaçla gerçeğe aykırı belge düzenlemek gerekmektedir.Adı geçen kanunun 6518 sayılı Kanunla değişik 63/10 maddesi; \"...Bu Kanun'un 56 ncı maddesinin birinci fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler bin günden beş bin güne kadar; ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarına aykırı hareket ederek bu işi bizzat yapanlar elli günden yüz güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır...\" hükmünü amirdir. 6518 sayılı Kanunla değişen maddeden yola çıkılacak olursa, aynı kanunun 56/2,3,4, maddelerde yazılı fiilleri bizzat yapandan kasıt, bu hususta işletmeci tarafından yetkilendirilmiş olmak şartıyla, kimseyi aracı veya yardımcı olarak kullanmadan, tek başına aboneliğe dair işlemlerin gerçekleştirilmesidir. Kanun koyucunun \"bizzat\" kriterini getirmesinin amacı, suça konu abonelik işlemini yapan kişinin mutlaka ilgili belgede isim ve imzasının veya yazısının bulunması değildir. İşletmecinin yetkilendirmesi şartıyla, gerçeğe aykırı düzenlenen abonelik sözleşmesine veya işlemine katkıda bulunan, onay veren, numarayı başka operatöre taşıyan, hattı kullanıma açan, hizmeti aktive eden, kısacası kanunun lafzında yer alan kişinin rızası dışındaki tüm abonelik işlemlerini yapanların bu suçun faili olacağı maddeden ve tanımlardan anlaşılmaktadır....Kanun yararına bozmaya konu dosyada, ihbarnamede yazılı olduğu gibi sanıkların bizzat abonelik iş ve işlemleri yapmadıkları iddiası doğru olmayıp, 3 farklı suç tarihine 3 farklı abonelik işlemi bulunmakta, üç işlemi yapan şüphelinin de ilgili işletmeci-operatör adına işlem yapma yetkisi bulunmaktadır. Şüphelilerden biri ön ödemeye uyduğundan hakkında kamu davası açılmamış, diğer iki şüpheli hakkında dava açılmış ve sanıkların eylemlerinin suçun unsurlarını oluşturduğunun sabit olması nedeniyle, sanıklar hakkında adli para cezasına hükmedilmiştir. Bu nedenle, sanıkların yapılan abonelik işlemleriyle hiçbir şekilde ilgisi olmadığı yönündeki savunmalarının, mahkemece dosyada toplanan delillerin doğru bir şekilde değerlendirilmesi suretiyle karşılandığı ve takdiren alt sınırdan ceza verildiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görülmediğinden [reddine karar verilmiştir.]\" ", "Haklar":"Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/74436", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hukuk kuralarının ve delillerin değerlendirilmesinde hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının, kesin nitelikte adli para cezasına hükmolunması nedeniyle de iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, bir mesleki üst kuruluşun başkanına yönelik eleştiriler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1964 doğumlu olan başvurucu, gazeteci ve iletişimcidir. Birçok sivil toplum kuruluşunun üyesi olan başvurucu, Cumhuriyet Halk Partisinde parti meclis üyeliği ve genel başkan yardımcılığı görevlerinde bulunmuş; ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönem İstanbul milletvekili olarak seçilmiştir. Müşteki R.H. ise başvuruya konu ifadenin kullanıldığı dönemde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin başkanı olup kamuoyunca yakından takip edilen tanınmış bir kişidir. Bir haber sitesi 7/3/2018 tarihinde, müştekinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yapmış olduğu açıklamaları \"[R.H.]: Kadınlarımız petrol ve doğal gazdan daha kıymetli hazine\" başlığı ile haberleştirmiş ve www.twitter.com (Twitter) isimli sosyal paylaşım sitesinde paylaşmıştır. Başvurucu ise söz konusu habere bağlantı vererek Twitter'daki kişisel hesabından bir paylaşımda bulunmuştur. Başvurucunun paylaşımı \"size tezek bile diyemeyeceğiz bu kıyasta [R.H.] 8 Mart saçmalamasında büyük ödülü aldınız tebrikler\" şeklindedir. Müşteki 10/11/2018 tarihinde vekili aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkındaki soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini belirterek yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 25/10/2019 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 16/1/2020 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 290 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Her ne kadar sanık savunmasına söz konusu yorumu katılanın kadınlar hakkında yaptığı ve kendisine göre hakaret içeren konuşmaya cevap olarak ve kadınları benzettiği Petrol ve Doğalgaz gibi yakıtlardan olan Tezek benzetmesinde bulunduğunu savunmuş ise de; Türk Dil Kurumu sözlüğünde Tezek kelimesi araştırıldığında isim Yakıt olarak kullanılan kurutulmuş sığır dışkısı. isim, halk ağzında Sıkışmış, kuru toprak parçası, kesek. Sonuçlarına erişilmiştir. Bu durumda sanığın katılana yönelik 'size tezek bile diyemeyeceğiz, bu kıyasta' şeklindeki paylaşımında kullandığı tezek kelimesi Anadoluda kullanılan yakıt olsa da sonuçta sığır dışkısının ismidir. Bu nedenle bir kişiye tezek bile diyemeyeceğiz şeklinde hitabda bulunmak onun sığır dışkısından da değersiz biri olduğu isnadında bulunma olarak kabul edilecektir.Sanık savunmasında katılanın kadınlar hakkında kullandığı yorumda kadını benzettiği petrol ve doğalgazın fosil yakıt olduğunu bundan dolayı bir kadın olarak tahrik altında kaldığını ve katılanı verimsizliğini görerek tezeğe benzettiğini, bu nedenle bu yorumu yaptığını bildirmiştir. Bunun eleştiri kapsamında kalmasını Anayasamızın 25 ve devamı maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğü kavramı ile Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin Maddesindeki ifade özgürlüğü evrensel ilkeleri kapsamında değerlendirilmesini istemiştir. Ancak bir kişiye sığır dışkısından da değersizsin şeklinde ithamda bulunmak ifade özgürlüğünü aşan ve doğrudan hakaret içeren bir davranış olarak Mahkememizce kabul edilmiştir. Katılanın kullandığı cümlelerde kadın hakkında söylediği sözlerin ilk okuyuşta kadın olan sanık üzerinde kadını aşağılama olarak algılanabilmesi mümkündür. Petrol ve Doğalgaz oluşumu itibari ile fosil yakıtlardandır. Ancak ekonomik olarak değerlidir. Sanığın katılanı benzettiği tezek ise hayvan dışkısı olup ekonomik olarak Petrol ve Doğalgazdan daha az bir değere sahiptir. Yine de Mahkememizce katılanın söylediği sözlerin sanık üzerinde cinsiyet olarak kadın olması sebebi ile bir tahrik oluşturduğu ve bu tahrik altında sanığın söz konusu yorumu yaptığı kabul edilerek sanık hakkında lehine olan TCK 129/3 maddesi uygulanmak sureti ile cezasında indirim yapılmıştır\" Bu karar başvurucuya 16/1/2020 tarihinde tefhim edilmiş, başvurucu 14/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Hakaret\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.... (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 5237 sayılı Kanun'un \"Haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret\" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:\"Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir\"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7718", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir mesleki üst kuruluşun başkanına yönelik eleştiriler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda gerçekleşen fiziksel şiddet nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütü (DHKP-C) kurma/yönetme suçu isnadıyla hakkında yürütülen ceza yargılaması nedeniyle Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada -iddiasına göre- görüş ziyaretinden dönerken diğer mahpuslarla birlikte ceza infaz kurumu personelinin fiziksel şiddetine maruz kalmıştır. Olayın gerçekleştiği gün kurum personeli tarafından tutulan 20/9/2018 tarihli tutanakta özetle saat 00 sıralarında mahpus T.O.nun revir biriminden dönerken yere oturduğu, \"Direnme hakkımı kullanacağım.\" dediği, infaz koruma memurlarınca odasına götürülmeye çalışıldığı, bu sırada ziyaret görüşünden gelen E. adlı mahpusun kurum personeline \"İşkenceciler, şerefsizler.\" diyerek bağırdığı, T.O.nun odasının önüne götürüldüğünde ayağa kalkarak infaz koruma memurlarının üzerine yürüdüğü, \"İşkenceciler, şerefsizler.\" diyerek bağırdığı, akabinde de odasına alındığı belirtilmiştir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu birden fazla mahpus 21/9/2018 tarihli dilekçelerle Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde kurum personelinden şikâyetçi olmuştur. Dilekçelerde özetle başvurucu ile birlikte E. ve T.O.nun kurum personelinden fiziksel şiddet gördüğü, hakarete uğradığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında fiziksel şiddet iddiasına ilişkin olarak düzenlenmiş bir doktor raporu bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucunun darp ve cebir için doktor raporu almak istediği, böyle bir talebinin bulunduğu ancak karşılanmadığı yönünde bir iddiası söz konusu değildir. Adalet Bakanlığı tarafından sunulan belge içeriği uyarınca başvurucu, olay günü protesto amacıyla diğer mahpuslarla beraber koğuş kapılarına vurmuş ve gözetleme camını kırmıştır. Başvurucunun da aralarında olduğu olaya karışan mahpuslar hakkında başlatılan idari soruşturma sonucunda başvurucu; kurum tesislerine, araç ve gereçlerine zarar verme eylemi nedeniyle dört gün hücre cezası ile cezalandırılmıştır. Söz konusu cezaya yönelik itiraz Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla reddedilmiştir. Ayrıca aynı eylem nedeniyle açılan kamu davası sonucu başvurucu, kamu malına zarar verme suçundan 1 yıl hapis cezası ile tecziye edilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu ve diğer mahpusların beyanı üzerine başlatılan soruşturmada ilgili birimlerden sürece ilişkin bilgi/belge ve görüntü kayıtları temin edilmiştir. Kamera Kaydı İnceleme Tutanağı'na göre kayıtlarda başvurucuya ilişkin görüntü yer almamaktadır. Soruşturma sonunda 17/7/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede; infaz koruma memurlarının ölçülü şekilde direnmeye müdahale ettikleri, zor kullanma yetkilerini aştıklarına dair herhangi bir veri bulunmadığı, kötü muamele iddiasını ispatlar nitelikte delilin söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun karara yönelik itirazı 21/11/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/11/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 17/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42915", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda gerçekleşen fiziksel şiddet nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutukluluğunun devamının somut gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, başvurucu tarafından 14/11/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.Bölüm, 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 8/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. OlaylarBaşvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 12/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır.Başvurucu hakkında, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/885-384 sayılı iddianamesiyle Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından Adana Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde E.2012/46 sayılı kamu davası açılmıştır.Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararıyla başvurucunun, Devletin gizli kalması gereken belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan beraatına ve tahliyesine, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına, beraat kararı verilen suçtan tutuklu kalınan sürenin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen hapis cezalarından mahsubuna karar verilmiştir.Başvurucu, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarihli kararına 8/10/2013 tarihinde itiraz etmiş, Mahkeme dosyayı incelenmek üzere Adana Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/505 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 12/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu, 14/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 7/7/2014 tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,…d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8521", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutukluluğunun devamının somut gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının makul sürede bitirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 1/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 3/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 14/5/2004 tarihinde sarı-lacivert renk bayrak satmaya çalıştığı iddiasıyla gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 22/7/2004 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun, Fenerbahçe Spor Kulübünün marka hakkına tecavüz suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi, 7/6/2006 tarihli kararıyla başvurucunun 29/6/1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunun haksız rekabete ilişkin hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesinin 15/5/2008 tarihli ilamıyla bozularak dosya mahkemesine iade edilmiştir. Yargıtay ilamında “5271 sayılı CMK’nun 5560 sayılı yasa ile değişik maddesinin 5 ve fıkralarında değişiklik yapan 5728 sayılı Yasanın maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması olanaklı hale geldiğinden, 5237 sayılı TCK.nun maddesi gözetilerek, yasal koşullarının oluşup oluşmadığının saptanması ve sonucuna göre uygulama yapma görevinin de yerel mahkemeye ait bulunması” gerekçesine dayanmıştır. Bozma üzerine davaya yeniden bakan İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi 24/3/2009 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkeme, isnat edilen eylemin kanunlarda suç olarak tanımlanmamış olması gerekçesine dayanmıştır. Temyiz üzerine ilk derece mahkemesinin kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 26/12/2012 tarihli kararı ile onanmıştır. Yargıtay kararı başvurucuya tebliğ edilmeden önce başvurucu, 25/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 24/6/1995 tarih ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 61/A ve 6762 sayılı Kanun’un , ve maddeleri. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/835", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının makul sürede bitirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 15/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1984 doğumlu olan başvurucu, bir kamu bankasında 20/10/2008 tarihinde çalışmaya başlamış; en son servis yetkilisi unvanıyla operasyon asistanı olarak görev yapmakta iken 14/2/2017 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Banka, 16/12/2016 tarihli Disiplin Kurulundan ve 7/2/2017 tarihli Yönetim Kurulunda çıkan kararlar kapsamında başvurucu da dâhil bir kısım personelin iş akdine son vermiştir. Fesih gerekçesinde, 15 Temmuz süreci ve sonrasında 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'de (667 sayılı KHK) belirtilen hükümler doğrultusunda önlem alınması gereken ya da performans düşüklüğü, çalışmalarında ve davranışlarında görülen olumsuzluk ve yetersizlikten veya çeşitli muhtemel risk doğurucu sakıncalardan dolayı işe devam etmesi uygun görülmeyen personelin iş akdinin feshedilmesine karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle banka aleyhine 28/2/2017 tarihinde dava açmıştır. İzmir İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usul ve yasaya uygun olmadığını, fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde bildirilmediğini, savunmasının dahi alınmadığını, kendisinin ilgili KHK'da bahsedilen yapı ya da terör örgütüyle bir ilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Bu kapsamda işveren tarafından somut bir bilgi yahut belge ibraz edilmediğini ifade eden başvurucu, performansının 100 üzerinden 96 gibi son derece yüksek bir not olduğunu, kaldı ki buna ilişkin şimdiye kadar bir uyarı da almadığını ileri sürmüş; davanın kabulü ile işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı banka ise 30/3/2017 tarihli cevap dilekçesinde, başvurucunun 667 sayılı KHK'da belirtilen etik ilkelere uyumlu davranmadığını, Bankanın yetkili kurulları tarafından değerlendirilmek suretiyle başvurucu yönünden belirtilen sonuca varıldığını ifade etmiştir. Mahkeme 24/5/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Devlet tarafından yapılan uygulama  paralelinde, davacının iş akdinin davalı işverence bahsi geçen oluşum ile irtibatı olma şüphesi bulunduğundan bahisle sona erdirildiği, davacı işçinin FETÖ/PDY üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğunu inceleme ve araştırma yetkisi ve görevinin Ceza Mahkemesine ait olduğu dikkate alındığında, sonuç olarak açıklanan sebeplerle davacının iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı işverenden beklenemeyeceği, işverence feshin haklı nedene dayandığına ilişkin delil sunulmamakla birlikte, yukarıda açıklanan hususların geçerli fesih nedeni oluşturduğu anlaşılmakla, davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekmiştir.\" Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş ve dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrarlamış; İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ise 1/12/2017 tarihli kararı ile dosyanın Olağanüstü Hâl Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesine hükmetmiştir. OHAL Komisyonu 26/12/2017 tarihli kararla dava konusu uyuşmazlığın Komisyonun görevleri arasında yer almadığını belirterek dosyayı geri göndermiştir. Bunun üzerine dosyanın kendisine geldiği Bölge Adliye Mahkemesi 27/3/2018 tarihli ek kararı ile davanın yeniden görülmesi için dosyanın İzmir İş Mahkemesine gönderilmesine hükmetmiş; iş akdinin feshine dayanak bilgi ve belgelerin işverence sunulmadığını, Mahkeme tarafından da şüphe feshi ile ilgili olarak yeterli araştırma yapılmadığını belirterek şüpheyi haklı kılacak somut vakıaların mevcut olup olmadığı hususunda tüm bilgi ve belgelerin değerlendirilmek suretiyle hüküm kurulması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme, istinaf ilamı doğrultusunda ilgili birimlere müzekkere yazarak bilgi toplama yoluna gitmiş; duruşma açarak davacı tanıkları ile tarafların iddia ve itirazlarını dinlemiştir. Bu kapsamda dosyaya gelen bilgi ve belgelerden başvurucunun adına kayıtlı telefon hattında ByLock programını kullandığının tespitiyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatıldığı, 24/6/2017 tarihinde evinde arama yapıldığı, 25/6/2017 tarihinde ise gözaltına alındığı anlaşılmıştır. Başvurucu, 28/6/2017 tarihinde kollukta ve sonrasında Başsavcılıkta verdiği ifadede bahsi geçen telefon hattını kardeşinin kullandığını, kendisinin örgüt ile bağlantısının olmadığını, kardeşi ile dünya görüşlerinin farklı olması nedeniyle çok fazla iletişim kurmadıklarını, son günlerde de kardeşine ulaşamadığını beyan etmiştir. Başsavcılık tarafından yapılan araştırma neticesinde 2/1/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığı, kapatılan, kayyıma devredilen şirket ve derneklerle bir irtibatının olmadığı, kendisi ya da çocuklarının kapatılan okullarda öğrenim görmediği belirtilmiştir. Başvurucunun örgütün finans kuruluşu olan Banka Asyada hesabı bulunduğu ancak herhangi bir para yatırma işlemi yapılmadığı anlaşıldığından başvurucunun örgütle organik bağının olduğuna dair kamu davası açılmasına yeterli delil temin edilemediği sonucuna varılmıştır. Mahkeme 15/11/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Kaldırma kararından sonra davalı vekili tarafından sunulan belgelerin incelenmesinde, davacının davalı bankanın İzmir/Karabağlar Şubesinde servis yetkilisi unvanıyla operasyon asistanı olarak görev yapmaktayken, kriptolu haberleşme programı Bylock kullanıcısı olduğunun istihbar edilmesi üzerine 2016 tarihinde tedbiren Genel Müdürlük emrine alındığı, Disiplin Komitesinin 2016 tarih ve Yönetim Kurulu onayıyla 2016 süreci sonrasında önlem alınması gereken yada performans düşüklüğü, çalışmalarında ve davranışlarında görülen olumsuzluk ve yetersizlikten veya çeşitli muhtemel risk doğurucu sakıncalardan dolayı Bankada işe devam etmesi uygun görülmeyen personelin iş akdinin feshedilmesine karar verildiği, davacının da 2017 tarih 13/1 nolu Disiplin Komitesi kararı ile iş akdi feshedilenler arasında bulunduğu bildirilmiş, sözü edilen Disiplin Kurulu kararının incelenmesinde de davacının iş akdinin belirtilen nedenle feshedilmesine karar verildiği görülmüştür....Mahkememizce yapılan yargılama ve toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinde, BAM Hukuk Dairesinin kaldırma kararından sonra toplanan deliller de nazara alınarak, davacı son olarak davalı Bankanın İzmir/Karabağlar Şubesinde servis yetkilisi unvanıyla operasyon asistanı olarak görev yapmaktadır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davacı hakkında FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olma suçundan dolayı soruşturma başlatılmış ve davacının üzerine kayıtlı ... abone numaralı telefon hattında Bylock programı kullanıldığı tespit edilerek gözaltına alınmıştır. Yine para yatırma işlemi bulunmasa bile örgütün finansal kuruluşu olan Bank Asya'da hesabı bulunduğu tespit edilmiştir. Davacı hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığı kararı, soruşturmaya konu suçu işlememesi nedeniyle değil de delil yetersizliği nedeniyle verilmiştir. Davalı banka olup, servis yetkilisi olan davacı bankaya ait nakit para işinde görevlidir. Davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi haklı feshin olmadığı yönünde davacı lehine delil oluşturabilecektir. Geçerli feshin bulunmadığını kabule yeterli değildir. Dolayısıyla şüphe feshi için gerekli somut emareler mevcut olduğundan, davacının iş akdinin davalı banka tarafından şüphe feshi nedeniyle geçerli nedenle feshedildiği kanaatine varılarak, davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.\" Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; 18/12/2018 tarihli istinaf dilekçesinde özetle kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, ByLock kullanıcısı olmadığının sabit olduğunu, Bank Asya tespitinin ise en başından beri işveren tarafından gündeme getirilmediğini belirterek kararın kaldırılması ve davanın kabulü gerektiğini ileri sürmüştür. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 8/3/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Dairemizce verilen 'davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak bilgi ve kayıtların getirtilmesi gerektiği' yolundaki kararından sonra, ilk derece mahkemesince toplanan deliller de nazara alındığında; Somut olayda, davacının son olarak davalı Bankanın İzmir/Karabağlar Şubesinde servis yetkilisi unvanıyla operasyon asistanı olarak çalıştığı, görevi dikkate alındığında, işverence işçinin FETÖ/PDY ile bağlantısından şüphe edildiğinden ve büyük bir ihtimal dahilinde olduğundan bahisle ve güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkması sebebiyle iş sözleşmesinin feshedildiği, en azından artık iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı işveren açısından önemli ve makul ölçüler içinde beklenemeyeceği, iş ilişkisinin sürdürülemez hale geldiği, dolayısyla davalı işveren feshinin, fesih anında bulunan şüphe dolayısıyl ageçerli nedene dayandığı anlaşılmaktadır.Fesih anında var olan şüphenin sonradan ortadan kalkmasının, iş aktinin feshinin sonradan geçersiz sayılmasına neden olmayacağı, başlangıçta var olan şüphe nedeniyle geçerli nedenle yapılan fesihde, sonradan verilen 'kovuşturmaya yer olmadığına' ilişkin kararın, fesih anında işveren açısından var olan şüpheyi ortadan kaldırmayacağı, bu itibarla, ilk derece mahkemesince verilen kararın yerinde olduğu anlaşılmaktadır.\" Nihai karar başvurucu vekiline 26/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır.\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:\"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının iş akdi, hakkında ... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'Morbeyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12593", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5102", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, aynı durumda bulunan profesörler 6400 ek gösterge rakamına tabi olurken askerî üniversite kurumlarından devredilen profesör için 5800 ek gösterge rakamının uygulanmasının mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1961 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Gelişmeler Başvurucu, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde (GATA) öğretim üyesi olarak görev yapmaktayken 16/8/2012 tarihinde profesör kadrosuna atanmıştır. 27/5/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (669 sayılı KHK) maddesiyle; Gülhane Askerî Tıp Akademisine bağlı eğitim hastaneleri Sağlık Bakanlığına, yükseköğretim birimleri ise aynı KHK'nın maddesiyle kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitesine (Üniversite) devredilmiştir. Başvurucu, 669 sayılı KHK'nın ilgili hükümleri uyarınca kadrosuyla birlikte Üniversiteye nakledilmiş ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Gülhane Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığında öğretim üyesi olarak görev yapmaya devam etmiştir. Başvurucu 14/2/2017 tarihinde rektörlük makamına başvurarak 5800 ek gösterge rakamı üzerinden hesaplanan aylığının 6400 ek gösterge rakamı esas alınarak düzeltilmesini ve aylığının buna göre ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu 15/2/2017 tarihinde ödenen maaşının 5800 ek gösterge rakamı esas alınarak ödenmesi üzerine talebinin reddedildiğini değerlendirerek 3/4/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Üniversiteye devredilen personelin ilgili mevzuat hükümleri gereğince Üniversitenin mevzuatına tabi olduğu belirtilmiştir. Dilekçede, Üniversiteye devredilen personelin önceki statülerinden kaynaklanan kazanılmış haklarının korunması amacıyla 9/11/2016 tarihli ve 6756 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesi Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendine geçiş hükümlerine yer verilmiş ise de bu durumun başvurucunun maaş hesabında 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'na tabi olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği ifade edilmiştir. 2914 sayılı Kanun'a ekli ek gösterge cetveline işaret edilen dilekçede, profesörlükte dört yılını tamamlamış öğretim üyelerinin 6400 ek gösterge rakamına tabi olduğu savunulmuştur. Üniversitenin savunma yazısında, başvurucunun tabi olduğu ek gösterge rakamının 17/11/1983 tarihli ve 2955 sayılı mülga Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanunu'nun maddesi delaletiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun hükümleri uyarınca belirlenmesi gerektiği ileri sürülmüş, açık bir kanun hükmü bulunmadan 2914 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağı iddia edilmiştir. İdare Mahkemesi 27/11/2017 tarihinde idari işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/8/2016 tarihli ve 2016/9109 sayılı Bakanlar Kurulu kararının eki \"Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Askeri Hastanelerinin Devrine İlişkin Usul ve Esaslar\"ın maddesinin (8) numaralı fıkrasına atıfta bulunularak Üniversiteye devredilen askerî personelin saklı tutulan hakları dışında atandıkları kadroların mevzuatına tabi olacağı belirtilmiştir. Kararda, Üniversite personeli hâline gelen başvurucunun ek gösterge rakamının 2914 sayılı Kanun hükümlerine göre belirlenmesi ve 6400 olarak uygulanması gerektiği ifade edilmiştir. Üniversite bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf istemini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 23/5/2019 tarihinde İdare Mahkemesi kararını kaldırarak davayı esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na tabi öğretim üyelerinin özlük hakları bakımından 2914 sayılı Kanun'a, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde görevli asker öğretim elemanlarının ise 926 sayılı Kanun'a tabi olduğu görülmektedir. Bununla birlikte 926 sayılı Kanun'un maddesiyle 2914 sayılı Kanun'a yapılan atıf nedeniyle asker öğretim elemanları 926 sayılı Kanun'da düzenlenen özlük haklarına ilave olarak akademik unvanlı sivil öğretim elemanlarının yararlandığı üniversite ödeneği, idari görev ödeneği, eğitim ödeneği, ek ders ücreti gibi kanun metninde açıkça sayılan mali haklardan da yararlanmaktadır. ii. Diğer taraftan 6756 sayılı Kanun'da, Üniversiteye devredilen personel üç ayrı kategoride değerlendirilmiştir. 926 sayılı Kanun'a göre aylık alanların aylık ve mali haklarının aynı şekilde ödenmesi, rütbe, terfi ve kıdemlilik işlemleri ile emeklilik işlemlerinin yeni kurumlarınca yine 926 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılması öngörülmüştür. iii. Kıdemli albay rütbesinde asker öğretim üyesi olan başvurucunun gerek dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan gerekse dava devam ederken yürürlüğe giren ve hâlen yürürlükte bulunan kanun hükümleri gereğince özlük ve mali hakları bakımından 926 sayılı Kanun'a tabi olduğu anlaşılmıştır. Buna göre başvurucunun ek göstergesinin de 926 sayılı Kanun'daki rütbe esasına göre belirlenmesi gerekir. iv. Öte yandan memurların ve diğer kamu görevlilerinin aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi anayasal bir kuraldır. Bu kural dikkate alındığında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin mali ve özlük haklarına ilişkin olarak kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça idarelerce herhangi bir ödeme yapılması mümkün değildir. Başvurucuya 6400 ek gösterge karşılığında ödeme yapılmasına imkân tanıyan açık veya istisnai bir kanun hükmü bulunmamaktadır. İdarelerce yorum ya da kıyas yoluyla 2914 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması ve davacıya 6400 ek gösterge üzerinden ödeme yapılması mümkün değildir. Nihai karar 27/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Başvurucu 11/2/2021 Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kuruluna başvurarak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi ile Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi arasındaki içtihat farklılığının giderilmesi ve içtihadın birleştirilmesi için Danıştaya başvurulmasını talep etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kurulu 2/4/2021 tarihli kararıyla dosyanın Danıştaya gönderilmesi isteminin içtihadın Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 23/5/2019 tarihli kararı doğrultusunda birleştirilmesi görüşüyle kabulüne karar vermiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 27/10/2021 tarihli kararıyla Bölge İdare Mahkemesi kararları arasındaki aykırılığın Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 23/5/2019 tarihli kararı doğrultusunda giderilmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi 25/2/2022 tarihinde Üniversiteye müzekkere yazmıştır. Müzekkerede, başvurucu ile aynı durumda bulunan diğer profesörlerin (dört yılını doldurmuş olan) aldıkları aylık arasında bir farklılığın bulunup bulunmadığı, 6756 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca 926 sayılı Kanun kapsamında başvurucuya ödenip aynı durumda bulunan diğer profesörlere ödenmeyen bir aylık unsurunun bulunup bulunmadığı sorulmuş; iki gruba aylık olarak yapılan ödemelerin karşılaştırmalı dökümünün gönderilmesi istenmiştir. Üniversite tarafından gönderilen 21/3/2022 tarihli cevapta derece mahkemelerindeki yargılama sırasında ileri sürülen iddialar tekrarlandıktan sonra GATA'dan devredilen profesörler ile diğerlerinin aylıklarının hangi kalemlerden oluştuğu açıklanmıştır. Buna göre GATA'dan devredilen profesörlerin aylık unsurları aylık gösterge, ek gösterge, kıdem aylığı, taban aylığı, silahlı kuvvetler tazminatı, üniversite ödeneği, makam tazminatı, temsil/görev tazminatı ve sağlık hizmetleri tazminatından oluşmaktadır. Diğer profesörlerin aylık unsurları ise aylık gösterge, ek gösterge, kıdem aylığı, taban aylığı, üniversite ödeneği, makam tazminatı, temsil/görev tazminatı, eğitim öğretim ödeneği, yüksek öğretim tazminatı ve ek ödemeden teşekkül etmektedir. Üniversitenin cevabına eklenen bordrolar incelendiğinde GATA'dan devredilen profesörün aylık olarak eline geçen tutarın diğer profesörlerden fazla olduğu ve bunun büyük ölçüde silahlı kuvvetler tazminatından kaynaklandığı görülmüştür. Üniversite tarafından gönderilen cevap, buna karşı beyanda bulunması için başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine gönderdiği 31/3/2022 tarihli beyanlarında derece mahkemelerinde ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamanın yanında ek göstergenin 6400 olmasının 6756 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde korunan özlük haklarından bağımsız bir konu olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Üniversitenin cevabında lehe olduğu belirtilen ve 926 sayılı Kanun'daki ödemelerden kaynaklanan maaş farkının GATA'dan devredilen personelin döner sermaye ödemesi almaması ya da çok az alması sebebiyle oluşan eşitsizliği giderme amaçlı olduğunu savunmuştur. Başvurucu son olarak ek göstergenin emeklilikte maaş kaybına yol açtığı gözetildiğinde öğretim üyeleri arasında aylık kıyaslaması yapılmasının hatalı olacağını iddia etmiştir. A. Ulusal Hukuk 2547 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Bu kanun; yükseköğretim üst kuruluşlarını, bütün yükseköğretim kurumlarını, bağlı birimlerini ve bunlarla ilgili faaliyet ve esasları kapsar. (Değişik ikinci fıkra: 15/8/2017-KHK-694/44 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/41 md.) Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına bağlı yükseköğretim kurumlarıyla ilgili özel kanun hükümleri saklıdır.\" 2914 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Üniversite öğretim elamanlarının aylıklarının hesaplanmasında, Devlet memurlarının aylıklarına esas olan gösterge tablosu ve katsayı dikkate alınır.Aylıkların hesabında ayrıca, bu Kanuna ekli ek gösterge cetvelinde unvan ve derecelere göre belirlenen ek gösterge rakamları dikkate alınır.\" 2914 sayılı Kanun'a ekli Ek Gösterge Cetveli'nin ilgili kısmı şöyledir:\"Unvanı Derece Ek Gösterge—————————————————————————— ——— ——————a) Profesörlerden Rektör, Rektör Yardımcısı, Dekan, Dekan Yardımcısı, Yüksekokul Müdürü olanlar ile Profesörlik kadrosunda dörtyılını tamamlamış bulunanlar,  1 6400...\" 2955 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: \"Gülhane Askeri Tıp Akademisinde görevli askeri öğretim elemanlarının ve bu Akademide yüksek lisans, doktora veya tıpta uzmanlık öğrenimi gören askeri personelin özlük haklarına ilişkin ödemelerde, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu hükümleri uygulanır. (Değişik ikinci fıkra: 6/7/2000-KHK-604/22 md.; Aynen kabül: 10/5/2006-5498/22 md.) Uzmanlar hariç olmak üzere öğretim elemanları ile Yüksek Bilim Konseyinden diğer askerî hastahanelerde, Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı, Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığındaki sağlık şube müdürlüğü veya daire başkanlığı kadrolarında görevlendirilebilen öğretim üyelerine, ayrıca, 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanununun 12 nci maddesine göre üniversite ödeneği; idarî görevleri bulunanlara da, aynı Kanunun 13 üncü maddesine göre idarî görev ödeneği ödenir.Gülhane Askerî Tıp Akademisinde uzman durumunda olanlarla Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığınca uzman olarak görevlendirilenlere ve bu Akademide yüksek lisans, doktora veya tıpta uzmanlık öğrenimi gören kadrolu askeri personele ihtisasları süresince, almakta oldukları aylık tutarının (ek gösterge dahil) % 85`i eğitim ödeneği olarak ödenir. Yukarı fıkralardaki askerî personele, 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda öngörülen iş güçlüğü, iş riski, temininde güçlük zammı ve malî sorumluluk tazminatı ödenmez. Yan ödemeden faydalanmayan bu statüdeki personelin çeşitli ödemelerle bir ayda aldıkları net tutarlar, bu maddede sayılmayan ve yan ödemelerden yararlanan personele çeşitli ödemelerle bir ayda verilen net tutarlardan az ise, aynı kıt`a ve karargâhtaki aynı rütbe ve kıdemdekiler arasında meydana gelen fark ayrıca tazminat olarak ödenir. Meslek ve sanatlarını serbest olarak icra eden profesör ve doçentlere döner sermayeden pay almamak kaydıyla üniversite ödeneği ödenir.Gülhane Askerî Tıp Akademisinde görevlendirilen sivil öğretim elemanlarının özlük haklarına ilişkin ödemeler, 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunundaki esaslara uygun olarak yapılır.Bu Kanunun 32 nci maddesine göre haftalık okutulması mecburi ders yükü saati dışında, meslek ve sanatlarını serbest olarak icra edenler dahil Gülhane Askeri Tıp Akademisinde görevli öğretim elemanlarına, görev unvanlarına göre Genelkurmay Başkanlığınca belirlenecek esaslara bağlı olarak, haftada en çok 18 saate kadar verecekleri dersler için 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununun 11 inci maddesine uygun olarak, ek ders ücreti ödenir.\" 926 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Bu Kanun, Türk Silâhlı Kuvvetlerine mensup subaylar ve astsubaylara uygulanır.Türk Silâhlı Kuvvetlerinde görevli diğer asker ve sivil kişiler kendi özel kanunlarına tabidirler.\" 926 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Subay ve astsubayların aylık ve ödenekleri ile hizmetle ilgili her çeşit ödemeler, özel kanun hükümleri saklı kalmak şartı ile bu kanunda yazılı esaslar dahilinde yürütülür.\" 926 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Ancak yukarıdaki gösterge rakamlarına;a) Subaylar için I sayılı ek gösterge cetvelinde, (109 uncu maddeye göre astsubaylıktan subay olanlar dahil) ...rütbe ve derecelere göre belirlenen ek gösterge rakamları eklenir.\" 926 sayılı Kanun'a ekli I Sayılı Ek Gösterge Cetveli'nin ilgili kısmı şöyledir: \"I Sayılı Ek Gösterge Cetveli (Subaylar İçin)UNVANI DERECE Ek Göstergeler...g) Kıdemli Albay 1 5800...\" 669 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı yükseköğretim birimleri her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilir ve bunlara tahsisli taşınmazlar Üniversiteye tahsis edilir ...\" 669 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) 106 ncı madde uyarınca Komisyonlar tarafından tespit edilen personelin Türk Silahlı Kuvvetleri, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, diğer yükseköğretim kurumları ile Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına devrine ilişkin usul ve esaslar ile devre ilişkin diğer hususları belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.... (3) Devredilen personelin devir tarihinde eski kadro veya pozisyonlarına bağlı olarak almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları, ek ödemeler, sözleşme ücreti ile diğer malî hakları (fazla çalışma ücreti ile nöbet ücreti hariç) toplam net tutarının, atandıkları yeni kadro veya pozisyonlarının aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları, sözleşme ücreti ile döner sermayeden yapılacak ek ödeme de dahil olmak üzere, diğer her türlü malî hakları toplam net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark tutarı, atandıkları kadro veya pozisyonlarda kaldıkları sürece, kapanıncaya kadar herhangi bir kesintiye tâbi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir. (4) 926 sayılı Kanuna tabi olup devredilen personel terfi, aylık ve diğer mali ve sosyal haklar bakımından 926 sayılı Kanuna tabi olmaya devam eder, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı olan mecburi hizmetlerini devredilen kurumlarda tamamlar. Bunların terfi işlemleri ilgisine göre Bakan veya Rektör tarafından gerçekleştirilir. Bunların döner sermaye ek ödemeleri, çalıştıkları birimlerde aynı kadro ve unvandaki personelin matrahı esas alınarak hesaplanır ve sağlık tazminatları mahsup edilerek ödenir. (5) Devredilen personele devir tarihinden sonra yapılması gereken aylık veya ücret ödemeleri yeni kurumları tarafından yapılır ve bu ödemeler hakkında kurumlar arasında herhangi bir hesaplaşma yapılmaz.\" 669 sayılı KHK, 6756 sayılı Kanun'un 24/11/2016 tarihli 29898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşmıştır. 6756 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı yükseköğretim birimleri her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilir ve bunlara tahsisli taşınmazlar Üniversiteye tahsis edilir ...\" 6756 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) 106 ncı madde uyarınca Komisyonlar tarafından tespit edilen personelin Türk Silahlı Kuvvetleri, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, diğer yükseköğretim kurumları ile Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına devrine ilişkin usul ve esaslar ile devre ilişkin diğer hususları belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.... (3) Devredilen personelden;...c) Aylıklarını 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa göre alanlara, aylık ve mali hakları (ek ödeme veya sağlık hizmetleri tazminatı dahil), rütbe ve kıdemleri ile devredildiği tarihteki aylık ve mali hak unsurları (tayın bedeli ve fiilen çalışma karşılığı yapılan ödemeler hariç) esas alınarak aynı şekilde ödenir. Bu şekilde almakta oldukları aylık ve mali hakları toplam net tutarının, devir sonrası yeni kadrolarına bağlı olarak alabilecekleri aylık ve mali hakları toplamı ile atanmış oldukları yeni kadro unvanı esas alınmak suretiyle hesaplanan döner sermaye ek ödemesi toplamının net tutarından az olması halinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir. Bunların, subaylarda kıdemli albay, astsubaylarda ise iki kademeli kıdemli başçavuş rütbesini geçmemek ve general ve amiraller bulundukları rütbede kalmak üzere rütbe, terfi ve kıdemlilik işlemleri ile yaş haddi ve kadrosuzluk tazminatı da dahil emeklilik işlemleri, görev yaptıkları kurum tarafından 926 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılır. Ancak bunlar, istekleri halinde atanmış oldukları kadronun mali ve sosyal haklarından yararlanmak kaydıyla memurlar için belirlenen yaş haddine kadar çalışmaya devam edebilirler. Bu bent kapsamında bulunan personel hakkında 4/1/1961 tarihli ve 209 sayılı Kanunun ek 3 üncü maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun ek 3 üncü maddesi uygulanmaz. Devredilen personele 926 sayılı Kanunun ek 17 nci maddesinin (Ç) fıkrası uyarınca yapılacak sağlık hizmetleri tazminatı ödemelerine ilişkin esas ve usulleri belirlemeye, anılan fıkrada belirtilen hükümler çerçevesinde Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine Sağlık Bakanlığı yetkilidir.... (5) Üçüncü ve dördüncü fıkra hükümleri, ilgililer bu madde uyarınca devredildikleri kurumların kadrolarında kaldıkları sürece uygulanır. Ancak ilgili personelin Sağlık Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasındaki geçişleri kurum değişikliği sayılmaz.... (11) Devredilen personele devir tarihinden sonra yapılması gereken aylık veya ücret ödemeleri yeni kurumları tarafından yapılır ve bu ödemeler hakkında kurumlar arasında herhangi bir hesaplaşma yapılmaz.\" 6756 sayılı Kanun'un maddesi, 13/2/2018 tarihli ve 7098 sayılı Kanun'un ek maddesinin (4) numaralı fıkrasıyla yeniden düzenlenmiştir. Bununla birlikte yukarıda yer verilen fıkralarda herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. \"Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Askeri Hastanelerinin Devrine İlişkin Usul ve Esaslar\"ın maddesinin (8) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Devredilen askeri personel, saklı tutulan hakları dışında atandıkları kadroların tabi olduğu personel hukukuna ve Bakanlık veya Üniversitenin mevzuatına tabidir ...\"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Tevfik İlker Akçam, B. No: 2018/9074, 3/7/2019, §§ 22-30; Nuriye Arpa, B. No: 2018/18505, 16/6/2021, §§ 25- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26274", "Başvuru Konusu":"Başvuru, aynı durumda bulunan profesörler 6400 ek gösterge rakamına tabi olurken askerî üniversite kurumlarından devredilen profesör için 5800 ek gösterge rakamının uygulanmasının mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; idari para cezasının iptaline ilişkin başvuruda kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi, duruşmalı inceleme yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun mülkiyetinde bulunan 34 ... 9087 plakalı araç 16/2/2019 tarihinde E-80 TEM otoyolu üzerinde seyir hâlindeyken İstanbul Güney Çamlıca Gişelerinde trafik denetim ve kontrol memurlarınca durdurularak ağır taşıt denetim istasyonunda tartılmış ve tartım sonucunda aracın ağırlığının 550 kilogram olduğu ve yasal taşıma sınırının aşıldığı tespit edilmiştir. Bunun üzerine aracın yüklenmesinde azami yüklü ağırlığın aşıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 673 TL idari para cezası uygulanmıştır. Aracı sevk ve idare eden sürücünün ağırlık sonucuna itiraz etmesi üzerine kolluk görevlilerinin nezaretinde araç bu defa Kuzey Çamlıca Gişelerindeki denetim istasyonunda kamera kaydına da alınmak suretiyle yeniden tartılmış ve aracın ağırlığı 820 kilogram olarak tespit edilmiştir. Bireysel başvuru formunun ekinde yer verilen 16/2/2019 tarihli tutanağa göre araç Kuzey Çamlıca Gişelerindeki denetim istasyonuna getirildiği sırada aracın taşımakta olduğu yük miktarına herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Tutanakta kolluk görevlileri ve denetim memurunun imzalarının mevcut olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, idari para cezasının iptal edilmesi talebiyle 28/2/2019 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvuruda bulunmuştur. Başvurucu iptal talebini içeren dilekçesinin ekinde 16/2/2019 tarihli tutanağa da yer verdiğini beyan etmiştir. Hâkimlik; idarece düzenlenen tutanağa göre eylemin sabit olduğu, idari yaptırımın yasa ve usule uygun olduğu gerekçesiyle başvuruyu 28/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/4/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai olan bu karar 20/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19336", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari para cezasının iptaline ilişkin başvuruda kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi, duruşmalı inceleme yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, telefonla görüşme ve ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Eskişehir L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu olarak bulunan başvurucu; çocuklarının eğitim durumu nedeniyle cuma günleri saat 30-30 olarak belirlenen haftalık telefonla görüşme saatinin ve çarşamba günü saat 00-45 arasında belirlenen ziyaret gününün hafta sonuna aktarılması için İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (Kurul) müracaat etmiştir. Başvurucunun her iki talebi de Kurul tarafından reddedilmiştir. Ret kararlarının gerekçesinde; kurumun kapasitesi, personel sayısı ve açık, kapalı görüşlere gelen ziyaretçi sayısı gözönünde bulundurulduğunda kurumun mevcut düzen ve güvenlik önlemleri kapsamında başvurucunun öğrenim gören çocukları ile hafta sonu görüşme taleplerinin reddedildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun bu kararlara karşı Eskişehir İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) yaptığı itirazın kabulüne ve Kurul kararlarının iptaline karar verilmiştir. İptal kararının gerekçesinde; Kurumca başvurucunun çocukları ile kişisel ilişki kurmasına vesile olacak açık, kapalı görüşlerin ve telefon görüşmelerinin çocukların eğitim ve öğrenimlerine devam ettiği hafta içi mesai saatlerinde yapılmasına karar verilmesinin Anayasa ile güvence altına alınan temel haklara aykırı olduğu belirtilmiştir. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca Hâkimlik kararına itiraz edilmiştir. İtiraz dilekçesinde; her hükümlü ve tutuklu açısından özel olarak ayrı bir saat ve gün belirlenmesinin mümkün olmadığı, bunun hükümlü ve tutuklular arasında suistimal edilebileceği, ayrıca kurum mevcut kapasitesi, güvenlik önlemleri, mevcut personel sayısı gözönünde bulundurulduğunda başvurucunun açık ve kapalı görüşleri ile telefon görüşlerinin hafta sonu yaptırılmasına ilişkin talebinin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, itiraz dilekçesindeki gerekçelerle itirazın kabulüne ve Hâkimlik kararının kaldırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 27/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 26/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9239", "Başvuru Konusu":"Başvuru, telefonla görüşme ve ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, tarafı olduğu hukuk davasının makul sürede neticelendirilmemiş olması, mahkemece dinlenilen mahalli bilirkişilerin yaş ve seçim usulleri uyarınca tarafsız ve yeterli olmaması ile mahkemece verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal etmesi nedeniyle, Anayasanın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılamanın mümkün olmaması durumunda uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarihli yazısı 15/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından 26/8/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisinin de aralarında bulunduğu bir kısım davacılar tarafından, Milas ilçesi Ovakışlacık köyünde bulunan bazı taşınmazların Şubat 1338 (1922) tarihli tapu kayıtları kapsamında kendilerine ait olduğu ve taşınmazlara haksız olarak el atıldığından bahisle 7/12/1962 tarihinde müdahalenin önlenmesi davası açılmıştır. Bahse konu davanın derdest olduğu süreçte, belirtilen davacılar tarafından Milas Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1963/187 sırası üzerinde ortaklığın giderilmesi davası açılmış olup, yargılama sırasında tarafların aralarında yaptıkları 29/5/1963 tarihli sulh sözleşmesi ile taşınmazların aynen taksimine karar verilmesi talep edilmiş, taraflarca sunulan sulh sözleşmesi Mahkemece kabul edilerek 30/7/1963 tarihli karar ile taşınmazların aynen taksimine karar verilmiş ve karar temyiz edilmeksizin 7/8/1963 tarihinde kesinleşmiştir. Milas Asliye Hukuk Mahkemesince yürütülen yargılama neticesinde, bölgede kadastro tespit çalışmalarının başladığından bahisle Mahkemenin 26/11/1964 tarih ve E.1962/824 K.1964/635 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Milas Kadastro Mahkemesine devredilerek Mahkemenin E.1065/50 sırasına kaydı yapılmıştır. Milas Asliye Hukuk Mahkemesinden görevsizlik kararı ile devredilen ve aynı taşınmazları konu alan E.1965/58 sayılı tapu iptal ve tescil talepli dosyanın da Mahkemenin E.1965/50 sırası üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Milas Kadastro Mahkemesinin E.1965/50 sayısı üzerinde yürütülen yargılama neticesinde, başvurucu murisinin de aralarında bulunduğu davacılar tarafından dayanılan tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazlara uymadığı gibi, davacılar tarafından sulh sözleşmesi ile taksimi sağlanan taşınmazların da hudut ve mevki olarak dava konusu taşınmazlara uymadığı ve davalılar adına 3402 sayılı Kanun’un ve maddeleri uyarınca iktisap koşullarının gerçekleştiği belirtilerek, başvurucunun murisinin de aralarında bulunduğu davacıların davasının reddine hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesinin 30/3/2011 tarih ve E.1965/50 K.2011/23 sayılı hükmü temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2012 tarih ve E.2012/1515 K.2012/3350 sayılı kararı ile onanmıştır. Onama kararı üzerine yapılan karar düzeltme başvurusu, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/2/2013 tarih ve E.2012/8877 K.2013/547 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu tarafından ret kararının aynı tarihte öğrenildiği beyan edilmiş ve 4/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No. 2012/12, 17/9/2013, §§ 16–22). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1838", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, tarafı olduğu hukuk davasının makul sürede neticelendirilmemiş olması, mahkemece dinlenilen mahalli bilirkişilerin yaş ve seçim usulleri uyarınca tarafsız ve yeterli olmaması ile mahkemece verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal etmesi nedeniyle, Anayasanın 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılamanın mümkün olmaması durumunda uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucular, 17/4/2002 tarihinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın uzun sürdüğünü ve zararlarının tazmin edilmediğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 21/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 7/1/2014 tarihli ara kararı gereğince, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/2/2014 tarihli görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 27/2/2014 havale tarihli dilekçesinde, başvuru yollarının tüketildiğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi, 5/1/2000 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu, tedavi amacıyla götürüldüğü hastanede vefat etmiştir. a) Başvurucu Zeliha Taşkın’ın şikâyeti üzerine, tedaviyi gerçekleştirdiği ileri sürülen İ.K. ve H.S. hakkında Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ile anılan kişilerin görevi ihmal suçundan cezalandırılmaları talep edilmiştir. b) Mersin Asliye Ceza Mahkemesi, 21/3/2002 tarih ve E.2000/889, K.2002/211 sayılı kararla; sanıkların 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi gereği 375,04 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.c) Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/2/2004 tarih ve E.2003/1064, K.2004/2055 sayılı ilamıyla; sanıkların fiillerinin taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturabileceği dikkate alınarak, kusurlarının bulunup bulunmadığı ve kusur oranlarının tespiti amacıyla rapor alındıktan sonra karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur.d) Mahkemece, 19/3/2008 tarih ve E.2004/740, K.2008/297 sayılı ilamla; zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle sanıklar hakkındaki kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.e) Temyiz üzerine, Mersin Asliye Ceza Mahkemesinin 3/4/2008 tarihli ek kararı ile başvurucunun şikayetten vazgeçmesi nedeniyle temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.f) Temyiz talebinin reddine dair kararın temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2010 tarih ve E.2008/19028, K.2010/17463 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. a) Başvurucular 17/4/2002 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinde İ.K. ve H.S. aleyhine açtıkları tazminat davasında, trafik kazası sonucu müdahalede bulunan doktor ve hemşire olan davalıların kusurları sonucu murislerinin vefat ettiği iddiasıyla 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmişlerdir.b) Mahkemece, 21/10/2003 tarih ve E.2002/438, K.2003/1300 sayılı kararla, davalıların kamu görevlisi oldukları ve kusurlu filleri sonucu ortaya çıkan zararın tazmini amacıyla idare aleyhine dava açılabileceği gerekçesiyle; husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.c) Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/10/2004 tarih ve E.2004/3105, K.2004/10952 sayılı ilamıyla; salt kişisel kusura dayanılarak açılan davada işin esasının incelenmesi gerekirken, husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve hüküm bozulmuştur.d) Mahkemece bozma kararına uyularak yargılamaya devam edilmiş, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun raporunda, Doktor İ.K.’nın 4/8, hemşire H.S.’nin 2/8 oranında kusurlu olduğu bildirilmiştir.e) Mahkemece, 15/7/2013 tarih ve E.2004/733, K.2013/411 sayılı ilamla; aktüerya hesap uzmanı bilirkişisinin raporuna göre davalıların kusur oranları dikkate alınarak başvurucu Zeliha Taşkın’ın 098,19 TL, başvurucu Aysel Taşkın’ın 049,09 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep edebileceği gerekçesiyle, başvurucuların talebiyle bağlı kalınarak ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, başvurucular için ayrı ayrı 500,00’er TL maddi, 000,00’er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan tahsiline karar verilmiştir.f) Hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. a) Başvurucular, Mahkemece hükmedilen 000,00 TL maddi tazminat miktarını düşerek, bilirkişi raporunda belirtilen bakiye tazminat miktarı 147,28 TL asıl alacak ile 245,17 TL faiz toplamı olarak 372,45 TL’nin tahsili amacıyla davalılar aleyhine 28/7/2013 tarihinde Mersin İcra Müdürlüğünde ilamsız icra takibi başlatmışlardır.b) Davalıların takibe itiraz etmeleri üzerine, 20/8/2013 tarihinde Mersin İcra Müdürlüğünce takibin durmasına karar verilmiştir. c) İtiraz, başvurucular tarafından 24/10/2013 tarihinde öğrenilmiştir.  d) Başvurucular itirazın kaldırılması veya iptali davası açmamışlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mah­kemeye baş­vurarak, genel hükümler daire­sinde alacağının varlığını ispat su­retiyle itirazın ipta­lini dava edebilir.” 2004 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikra­rını içeren bir senede yahut resmî dairelerin veya yetkili makamların yetki­leri dahilinde ve usulüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müste­nitse, alacaklı itirazın kendisine teb­liği tarihinden itibaren altı ay içinde itirazın kaldırılmasını isteyebilir. Bu süre içeri­sinde itirazın kaldırılması is­tenilmediği takdirde yeniden ilâmsız takip yapılamaz.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8485", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, 17/4/2002 tarihinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın uzun sürdüğünü ve zararlarının tazmin edilmediğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; terör olayları sebebiyle mülküne ulaşamama nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Van Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna 30/6/2005 tarihinde başvurmuş ve talebinin reddedilmesi üzerine Elâzığ İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Elâzığ İdare Mahkemesi 3/9/2013 tarihinde dava konusu işlemi iptal etmiştir. Mahkeme, başvurunun kanunda belirtilen usulde oluşturulacak komisyon tarafından değerlendirilmediğini ifade etmiştir. İdare 18/11/2013 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 29/11/2018 tarihinde temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucu yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle 25/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29621", "Başvuru Konusu":"Başvuru, terör olayları sebebiyle mülküne ulaşamama nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gazeteci olan başvurucular hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 30/3/2020, 2/4/2020 ve 17/4/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2020/12050, 2020/13155, 2020/13156 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. A. Başvurulara Konu Tutuklamalar Süreci Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 27/11/2019 tarihinde İstanbul’da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası imzalanmış ve bu muhtıra 21/12/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 21/12/2019 tarihli ve 7199 sayılı Kanun'la kabul edilmiştir. Buna dayanarak Libya, Türkiye'den askerî yardım talep etmiş ve Libya'ya asker gönderilmesi konulu Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM'de 2/1/2020 tarihinde 1238 sayılı kararla kabul edilmiştir. Bu karar doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Libya'da görev almaya başlamıştır. Libya'ya gönderilen askerî birliklere yapılan saldırıda bazı Türk askerlerinin şehit edildiği Cumhurbaşkanı tarafından 22/2/2020 tarihli bir konuşmada dile getirilmiştir. Libya'da şehit verildiği kamuya açıklandıktan sonra soruşturma makamlarının tespitlerine göre Yeni Çağ gazetesi yazarı başvurucu Murat Ağırel, Twitter adlı sosyal medya hesabından 22/2/2020 tarihinde \"Libya'da şehit olan ve birkaç şehidimiz var diyerek geçiştirilen, tören dahi yapılmadan defnedilen Case Officer meslek memuru kahraman şehitlerimizin isimleri ... dır.\" şeklinde paylaşımda bulunmuştur. Birgün gazetesi yazarı E.A.nın da 22/2/2020 tarihinde Twitter hesabından \"Erdoğan bugün Libya’da birkaç şehit dedi. Kaynaklarımız ise saldırının sarsıcı olduğunu iddia ederek, 2 çok önemli MİT personeli ile TSK’den üst düzey bir komutanın öldüğü, bir MİT personelinin ise yaralandığı belirtiyor. Genel Kurmay’ın detaylı açıklama yapacağını umuyoruz.\" şeklinde paylaşımda bulunduğu belirtilmiştir. Yeni Yaşam isimli günlük gazete ve aynı gazetenin internet sitesinde 23/2/2020 ve 24/2/2020 tarihlerinde şehit Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensuplarıyla ilgili haber yapıldığı belirtilmiştir. 3/3/2020 tarihinde Oda TV isimli internet sitesinde H.K. adlı muhabir tarafından \"Sessiz Sedasız Ve Törensiz Defnedilen Libya Şehidi Mit Mensubunun Cenaze Görüntülerine Oda Tv Ulaştı, Siyah Çelenkte Bakın Ne Yazıyor\" başlığıyla bir haber yayımlanmıştır. Haberde ayrıca şehide ait fotoğraflara, şehidin mezarından ve cenaze töreninden fotoğraflara yer verilmiştir. Anılan haberler ve paylaşımlar üzerine MİT Başkanlığınca 4/3/2020 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunulmuştur. Bu suç duyurusu üzerine Başsavcılık başvurucuların istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan (1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası) tutuklanmalarını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerince yapılan sorguların ardından başvurucuların atılı suçtan tutuklanmalarına karar verilmiştir. Başvurucuların bu kararlara karşı yaptıkları itirazlar reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır.B. Bireysel Başvurulardan Sonraki Süreç Başsavcılığın 23/4/2020 tarihli iddianamesiyle başvurucuların 2937 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan suç ile 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde tanımlanan devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçundan cezalandırılması istemiyle haklarında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 7/5/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/130 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. 24/6/2020 tarihli duruşmada başvurucular Aydın Keser, Mehmet Ferhat Çelik ve Barış Terkoğlu'nun tahliyesine karar verilmiştir. Mahkeme 9/9/2020 tarihinde devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçundan başvurucuların beraatlerine, istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan ise başvurucu Barış Terkoğlu'nun beraatine, başvurucular Aydın Keser, Mehmet Ferhat Çelik, Murat Ağırel'in 4 yıl 8 ay 7 gün, başvurucu Barış Pehlivan'ın ise 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme aynı tarihte başvurucular Murat Ağırel ve Barış Pehlivan'ın tahliyesine de karar vermiştir. Karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 28/1/2022 tarihinde istinaf başvurularının esastan reddine karar vermiş ve hükümler kesinleşmiştir. Başvurucu Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu haksız tutuklandıkları iddiasıyla ağır ceza mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Söz konusu davalar İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/11/2020 tarihli, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/9/2020 tarihli kararlarıyla başvurucular hakkındaki davanın kesinleşmediği ve bu nedenle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve devamı maddelerindeki yasal şartlar oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Barış Pehlivan'ın istinaf başvurusu temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Temyiz incelemesi bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla devam etmektedir. Barış Terkoğlu'nun istinaf başvurusu üzerine ilk derece mahkemesi kararı bozulmuş, bozma üzerine yeniden davanın reddine karar verilmiştir. Barış Terkoğlu'nun bu karara karşı yaptığı istinaf başvurusu temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Temyiz incelemesi bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla devam etmektedir. Başvurucu Murat Ağırel'in açtığı tazminat davası da 15/6/2021 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Dava, istinaf aşamasında derdesttir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11655", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gazeteci olan başvurucular hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 12/1/2013 tarihinde bel ağrısı şikâyetiyle Gölbaşı Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, yapılan muayene sonucunda doktorun talimatıyla hemşire, başvurucuya enjeksiyon işlemi uygulamıştır. Enjeksiyondan kısa süre sonra sol bacağında uyuşma ve ağrı şikâyetleri meydana gelen başvurucu, 21/1/2013 tarihinde Hastaneye müracaat etmiştir. Burada yapılan tetkikler sonucunda başvurucuda siyatik sinir lezyonu oluştuğu belirlenmiştir. Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesinde üç hafta süre ile fizik tedavi uygulanan başvurucunun iyileşme olanağının bulunmadığı tespit edildiğinden tedavisine son verilmiştir. Başvurucu, gerekli dikkat ve özen gösterilmeden hatalı şekilde yapılan enjeksiyonun sol ayak sinirini zedelemesi sonucunda kısmi felç oluştuğunu belirterek meydana gelen manevi zararlarının tazmini istemiyle Sağlık Bakanlığı aleyhine 23/9/2013 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılama sırasında alınan 22/8/2014 tarihli Adli Tıp Kurumu (ATK) raporunda; başvurucuya yapılan intramüsküler enjeksiyon sonucunda ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceklerinin tıbben bilindiği, somut olayda enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan bölgenin uyumsuzluğuna dair delil bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda, meydana gelen neticenin her türlü özene rağmen gerçekleşebilecek nitelikte, ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olduğu, bu itibarla sağlık personeline kusur izafe edilemeyeceği bildirilmiştir. Mahkeme tarafından 27/11/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, ATK raporuna göre enjeksiyonu yapan hemşire ile talimatı veren doktora kusur yüklenmesinin mümkün olmadığı ve şikâyetleri nedeniyle başvurucuya enjeksiyon yapılmasının tıbbi kurallar içinde olduğu belirtilerek davanın ispatlanamadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından, dava dilekçesindeki iddialarına ek olarak enjeksiyon işlemi öncesinde bu işlemin olası sonuçları hakkında bilgi verilmediği, ayrıca idarenin meydana gelen neticede kusursuz sorumluluğu bulunduğu belirtilerek istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu (Kurul) tarafından 9/3/2016 tarihinde itiraz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun olduğu belirtilen Mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir. Onama kararında; ATK raporuna atıf yapılarak meydana gelen neticenin tıbbi komplikasyon olduğu ve hizmet kusuru bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucu, itiraz dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak karar düzeltme talebinde bulunmuş; kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 23/11/2016 tarihinde istemin reddine karar verilmiştir. Nihai karar 16/12/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17310", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 23/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayın 21/12/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16179", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun süre devam etmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkınınihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Van Sulh Ceza Mahkemesinin 18/11/2010 tarihli ve 2010/1058 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürme ve kasten adam öldürmeye teşebbüs suçlarından tutuklanmıştır. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ile birlikte on yedi şüpheli hakkında 13/6/2010 tarihli ve 2010/3239 Soruşturma sayılı iddianame düzenlenmiş, başvurucunun kasten adam öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Yargılamaya Van Ağır Ceza Mahkemesinde başlanmıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/8/2010 tarihli ve E.2010/7838, K.2010/6343 sayılı ilamı ile dosyanın Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 10/1/2011, 21/2/2011, 4/4/2011,23/5/2011, 18/7/2011,19/9/2011, 24/10/2011, 26/12/2011, 27/2/2012, 30/4/2012, 2/7/2012, 10/9/2012, 5/11/2012, 7/1/2013, 11/3/2013, 20/5/2013, 22/7/2013, 7/10/2013, 13/1/2014, 7/4/2014 tarihli duruşmalarda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunmasına, delillerin tam olarak toplanılmamış olmasına, suçun çokluğuna, mevcut delillerde herhangi bir değişiklik bulunmamasına, suçun niteliğine göre kaçma şüphesinin bulunmasına ve tutuklulukta geçen süreye dayanarak başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 7/4/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tahliye talebinin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutuklamanın devamına dair karara yasal süresi içinde itirazı üzerine itirazı inceleyen Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2014 tarihli ve 2014/353 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Bu karar 13/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 16/6/2014, 8/9/2014, 3/11/2014, 5/12/2014, 9/1/2015 tarihli duruşmada da daha önceki duruşmalardaki gerekçelere benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 16/2/2015 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Devam eden yargılamada Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 18/5/2015 tarihli ve E.2010/180, K.2015/76 sayılı kararıyla başvurucunun tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürme ve tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürmeye teşebbüs suçlarından üç kez ağırlaşmış müebbet, üç kez 18 yıl ve üç kez 13 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucu yakalama emrine istinaden 5/5/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin 9/10/2017 tarihli ilamıyla başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü onanmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklulukta geçecek süre\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:\"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.\" 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9772", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun süre devam etmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/7089", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2003 doğumlu oğlu A.Ç., 31/1/2014 tarihinde saat 00 sıralarında İzmir'de geçirdiği bir trafik kazası sonucu yaşamını yitirmiştir. Kaza, başvurucunun oğlu A.Ç.nin orta refüjle bölünmüş, tek yönlü, dört şeritli bir yoldan ayağında patenle karşıdan karşıya geçmeye çalıştığı sırada meydana gelmiştir. Olayın polise bildirilmesi üzerine Olay Yeri İnceleme ekibi kazanın gerçekleştiği yere giderek çeşitli incelemelerde bulunmuştur. Bu incelemeler kapsamında olay yerinin fotoğrafları çekilmiş ve krokisi çizilmiştir. Bu incelemeler neticesinde düzenlenen ölümlü/yaralamalı trafik kazası tespit tutanağının \"Kazanın Özeti\" başlıklı kısmı şöyledir:\"(...) sol şeritten seyir hâlinde olan sürücü [U.] idaresindeki 35 DCP [...] plakalı araç (...) Buca Köprüsü Eşrefpaşa dönüm noktasına geldiğinde, orta refüj kısmından yolun karşısına geçmek isteyen ayağında paten kaykay bulunan [A.Ç.nin] kontrolsüz bir şekilde yola çıkması ile 35 DCP [...] plakalı aracın ön tamponun sağ kısmı, ön kaput ve ön cam kısımlarıyla [A.Ç.ye] çarpması sonucu yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği sürücü beyanı ve kaza mahallinde yapılan inceleme neticesinde anlaşılmış olup, kazada yaya [A.Ç.nin] K.T.K. 68/1c \"yaya yollarında, geçitlerde veya zorunlu hâllerde taşıt yolu üzerinde trafiği tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunmak\" kuralını ihlal ettiğinden asli kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır.\" Olay Yeri İnceleme ekibince kazaya karışan araç incelenmiştir. Bu inceleme neticesinde aracın motor kaputunun sağ kenarının sağ ön farı üstünde kalan kısmı üzerinde geriye doğru katlanma şeklinde bir hasar olduğu, kaputun sağ kenarının orta kısmında çöküntü bulunduğu, sağ ön farın ise kırık olduğu tespit edilmiştir. Bu inceleme kapsamında diğer bazı tespitlerin yanı sıra aracın sağ ön çamurluğunun far yanında kalan kısmının kısmen hasarlı olduğu ve aracın ön camının sağ kenarında bir çatlak olduğu belirlenmiştir. Olay günü saat 49'da sürücü U.nin ifadesi alınmıştır. Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünce ifadesi alınan U. özetle saat 00 sıralarında yolun sol şeridinde 35 DCP ... plakalı gri araçta tek başına seyir hâlinde iken sağ önünde yaklaşık 1-2 metre mesafede bulunan beyaz renkli, markasını ve plakasını bilmediği bir aracın A.Ç.ye çarpması sonucu A.Ç.nin fırlayıp kendisinin kullandığı aracın sağ ön camı ve far kısmına düştüğünü belirtmiştir. U., ölen kişinin ayağında bulunan patenin aracın sağ ön farına, gövdesinin kaportaya, başının da camın sağ ön kısmına geldiğini ifade etmiştir. U., A.Ç.ye çarpıp onu kendi aracının üzerine fırlatan aracın yolda hiç durmadan kaçtığını belirtmiş; ayrıca patenle kayan kişilerin kazanın gerçekleştiği çevre yolu gibi yolları kullanmaması gerektiğini, olaydan dolayı çok üzgün olduğunu, olayda suçunun olmadığını ifade etmiştir. Olay günü ifadesi alınan A.Ç.nin babası K.Ç. ise özetle eşinden boşandığı için oğlunun velayetinin annesinde olduğunu ancak annesinin ifadeye gelecek hâli olmadığından kendisinin ifade vermeye geldiğini, arkadaşları ile birlikte patenle Buca köprülü kavşağına giden oğluna çarpan araç sürücüsünden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Konak İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından A.Ç.nin arkadaşlarının da ifadesi alınmıştır. A.Ç.nin arkadaşlarından 2000 doğumlu A.G. olay günü saat 30 sıralarında verdiği ifadesinde özetle aralarında A.Ç.nin de bulunduğu beş arkadaşıyla birlikte patenle kaydıklarını, arkadaşlarıyla birlikte Buca Köprüsü'nün üzerine çıkıp karşıya geçtiklerini, A.Ç. ile E.nin geride kaldığını, yol boşalınca onların da karşıya geçtiğini, daha sonra ise bir köpekten korkan A.Ç.nin tekrar yola çıktığını, bu esnada kafasını çevirdiğinde hızla gelen bir arabanın A.Ç.ye çarptığını gördüğünü, A.Ç.nin yere düşüp yuvarlandığını, kendisinin de arkadaşlarıyla birlikte hemen A.Ç.nin yanına koştuğunu belirtmiştir. A.Ç.nin arkadaşlarından 1996 doğumlu R.A.A. ile 2001 doğumlu E.Ö. de A.G.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. A.Ç.nin arkadaşlarından 2001 doğumlu B.E. ise diğer arkadaşlarına ek olarak A.Ç.ye beyaz renkli 35 CCZ ... gibi plakalı bir aracın çarptığını gördüğünü ifade etmiştir. 2000 doğumlu E. ise ifadesinde özetle A.Ç. ile kendisinin diğer arkadaşlarının gerisinde kaldığını, daha sonra A.Ç. ile kendisinin de karşıya geçtiğini, karşıya geçtikten sonra kendisinin kaldırımda paten sürmeye devam ettiğini, bu sırada bir köpek havlaması sesi duyduğunu, bunun üzerine A.Ç.nin geriye kaçtığını, bu esnada bir çarpma sesi duyduğunu, baktığında A.Ç.nin arabanın üzerinden fırlayıp yola düştüğünü gördüğünü ifade etmiştir. Polis memurlarınca olay yerini gören kamera bulunup bulunmadığı hususunda da araştırmalar yapılmıştır.Polis Memuru A.K. ile Polis Memuru K.E. tarafından yapılan araştırmalar neticesinde hazırlanan 31/1/2014 tarihli tutanak şöyledir:\"(...) Olay yerinde yapılan araştırmada olayın olduğu noktayı görebilecek cadde üzerinde görüntü alabilecek güvenlik kamera sisteminin olmadığı, olay noktasına yaklaşık üç yüz metre mesafede Halide Edip Adıvar Caddesi yeşil alan içerisinde görüntü alabilen kamera sisteminin olduğu ancak Yeşildere Caddesi üzerinden görüntü alıp almadığı MOBESE kayıt sistemleri incelendikten sonra belli olacağı tarafımızdan tespit edilmiş olup; işbu tutanak tarafımızdan tanzimle birlikte imza altına alındı.\" İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, yukarıdaki araştırmaları dikkate alarak tutuklanması istemiyle sürücü U.yi İzmir Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. İzmir Sulh Ceza Mahkemesince 1/2/2014 tarihinde sorgusu yapılan U. aynı gün serbest bırakılmıştır. U. sorgusunda önceki ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. U. sorgusunda ayrıca A.Ç.ye beyaz bir aracın çarptığını gördüğünü ifade eden H.G. adlı kişinin ifadesinin alınmasını istemiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/2/2014 tarihinde ifadesi alınan H.Gözetle olay günü evinden çıktığında üst üste iki farklı ses duyduğunu, bu seslerin çarpma sesi gibi olduğunu, sesin geldiği yere baktığında bir çocuğun binek aracın üzerinden yere doğru düştüğünü gördüğünü, çarpma anını görmediğini belirtmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, kazaya karışan tarafların kusur oranlarının belirlenmesi amacıyla dosyayı bilirkişi olan Ş.Ç.ye göndermiştir. Bilirkişi Ş.Ç. soruşturma dosyasında bulunan tüm verileri dikkate alarak hazırladığı 10/2/2014 tarihli raporda; A.Ç.nin tam ve asli kusurlu, sürücü U.nin ise kusursuz olduğunu değerlendirmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili olarak ayrıca Adli Tıp Kurumu Başkanlığından rapor almıştır.Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 23/5/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:\"OLAY: 05/09/2013 günü saat 20 sıralarında şüpheli sürücü [U.] idaresindeki 35 DCP [...] plakalı kamyonet ile Merkez istikametinden Karadağlar istikametine doğru sol şeritte seyir halindeyken olay mahalline geldiğinde, kontrolsüz bir şekilde ve aniden ayağındaki paten ile yola giren 2003 doğumlu yaya [A.Ç.ye] aracının ön tampon sağ kısım, ön kaput ve ön cam kısımları ile çarpması sonucu ölümlü olay meydana gelmiştir. İRDELEME : Olay mahallinde yol 13m genişliğinde, tek yönlü-bölünmüş-dört şeritli, zemin asfalt-kuru, vakit gündüz, hava açık, mahal meskûndur. Mahaldeki hız limitinin 70km/s olduğu, çarpma noktasının sol şeritte olduğu, çarpma sonrası yayanın 45m ileriye savrulduğu, aracın ise 59m ileride durduğu tespit edilmiştir.  (...)Dosyada mevcut 10/02/2014 tarihli bilirkişi raporunda; şüpheli sürücü [U.nin] kusursuz olduğu, 2003 doğumlu yaya [A.Ç.nin] ise asli ve tam kusurlu olduğu belirtilmiştir. Tüm dosya kapsamı, şüpheli ifadesi, tanık beyanları, kaza tespit tutanağı, bilirkişi raporu ve olay yeri fotoğraflarını içeren CD incelendiğinde kazanın yukarıda \"OLAY\" kısmında açıklandığı biçimde gerçekleştiği anlaşılmış olup bilirkişi raporundaki kusur durumlarına iştirak edilerek aşağıdaki kanaate varılmıştır; A) Şüpheli sürücü [U.] idaresindeki kamyonet ile meskun mahaldeki yolda en sol şeritte seyrederken olay mahalline geldiğinde kontrolsüzce kaplamaya giren patenli yayaya karşı yakın mesafeden alabileceği bir tedbir bulunmadığından olayda atfı kabil bir kusuru bulunmamaktadır.B) 2003 doğumlu yaya [A.Ç.] olay mahalli yolda kontrolsüzce ve aniden kaplama içine girdiği, yol üzerine kendi can güvenliği açısından gerekli-yeterli kontrolleri yapmadığı, yaklaşmakta olan şüpheli sürücü idaresindeki aracın hız ve mesafesini de dikkate almadan aniden kaplama içine girdiği esnada aracın çarpmasına maruz kaldığı olayda yaşı nedeniyle davranış faktörleri sonuç üzerinde asli derecede tamamen etkendir. SONUÇ: Yukarıdaki hususlar muvacehesinde, olayda; A) Şüpheli [U.nin] kusursuz, B) 2003 doğumlu yaya [A.Ç.nin] davranış faktörlerinin asli derecede tamamen etken olduğu kanaatini bildirir müşterek rapordur.\" İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında elde edilen tüm bu verileri dikkate alarak sürücü U.nin üzerine atılı taksirle ölüme neden olma suçunun unsurlarının oluşmadığı kanaatine varmış ve 9/6/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu; olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediği, çocuğun velayeti kendisinde olmasına rağmen soruşturma aşamasında kendisinin bilgisine başvurulmadığı gerekçeleriyle 13/10/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 14/1/2015 tarihli kararla başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar 27/1/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun \"Taksirle öldürme\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.\" 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Yaşam hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur (...)\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kişinin yaşamına ve vücut bütünlüğüne yönelen ancak ihmal suretiyle meydana gelen olaylara ilişkin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara tek başına ya da bir ceza soruşturmasıyla birlikte hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73; Ercan Bozkurt/Türkiye, B. No: 20620/10, 23/6/2015, § 59; Cavit Tınarlıoğlu/Türkiye, B. No: 3648/04, 2/2/2016, § 114; Fatih Çakır ve Merve Nisa Çakır/Türkiye, B. No: 54558/11, 5/6/2018, § 42). AİHM trafik kazası sonucu meydana gelen bir ölüm olayı ile ilgili olarak ceza soruşturması yolu tüketildikten sonra yapılan bir bireysel başvuruda, tazminat yoluna başvurulmadığına özellikle vurgu yaparak kabul edilemezlik kararı vermiştir (Emine Demir ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 58200/10, 13/10/2015). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3511", "Başvuru Konusu":"Başvuru, trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, geçirdiği göz ameliyatı sonucu görme yetisini kaybetmesinden dolayı zararının tazmini amacıyla 15/12/2004 tarihinde dava açmış; 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 29/3/2012 tarihli kararı ile davalı doktorlar yönünden davanın husumet nedeniyle reddine, davalı Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) yönünden Mahkemenin görevsizliğine, bu nedenle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/3/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Yargılamaya Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/560 sayılı dosyasında devam edilmiş, başvurucu 18/3/2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talep ettiği maddi tazminat miktarını bilirkişi raporu doğrultusunda 272,25 TL artırmıştır. Mahkemece 24/3/2015 tarihli karar ile başvurucuya 272,25 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/3/2016 tarihli ilamı ile onanmıştır. Davalı tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup anılan talebe ilişkin inceleme devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17126", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 27/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11098", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/24871 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2020/24871 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24871", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, bir alışveriş merkezinin restoran bölümünde düşme neticesinde uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2013 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 15/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 29/8/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu özel bir hastanede kardiyolog doktor olarak çalışmaktadır ve sağ kulağında doğuştan işitme kaybı bulunmaktadır. Başvurucu 31/7/2009 tarihinde bir alışveriş merkezinin restoran bölümünde korkuluklarla sınırlandırılmış koridorda oluşturulan yemek sırasında beklerken bayılmış; korkuluklarabaşını çarparak yere düşmüş ve yaralanmıştır. Başvurucu; meydana gelen bu travmaya bağlı olarak sol kulağında işitme kaybı, tat alma ve koku alma duyu kaybı ile denge kaybının meydana geldiğini, alışveriş merkezinin iç düzenlemesindeki kusuru nedeniyle zararının daha ağır olduğunuileri sürerek 29/7/2010 tarihinde İzmir Tüketici Mahkemesinde ilgili işletme aleyhinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Adli tıp uzmanı bilirkişi tarafından verilen 28/3/2011 tarihli raporda başvurucunun sol kulağındaki kısmi işitme kaybı ile koku alma duyusundaki tam kaybın ve denge duyusunun bozulmasının söz konusu düşmeye bağlı olup olmadığının belirlenmesi için kulak burun boğaz(KBB) ve nöröloji uzmanı bilirkişilerce inceleme yapılması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde nöroloji, nörofizyoloji ve KBB servislerinde kontrol ve muayeneden geçirilmiş; bundan sonra dosya yeniden adli tıp uzmanı bilirkişiye tevdi edilmiş, alınan 12/7/2011 tarihli raporda KBB uzmanından da görüş alınması, kısmi iyileşme tespit edildiğinden davacının sol kulağındaki işitme kaybının 2011 yılı itibarıyla yeniden değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece 31/10/2011 tarihinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi KBB Anabilim Dalı Başkanlığına müzekkere yazılarak yapılacak fiilî muayene sonucunda başvurucunun işitme kaybı derecesinin, herhangi bir iyileşme olup olmadığının, mevcut rahatsızlığın düşmeye bağlı olarak meydana gelip gelmediğinin, başvurucuda başka bir rahatsızlığın var olup olmadığının, varsa düşme sonucu gerçekleşen rahatsızlığı tetikleyip tetiklemediğinin ve bundan sonrası için işitme kaybı konusundaki durumun tereddüde yer vermeyecek şekilde rapor düzenlenerek bildirilmesi istenmiştir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi KBB Anabilim Dalı Başkanlığının 25/11/2011 tarihli raporunda başvurucunun işitme kaybının orta derecede olduğu, daha önceki tetkikleri ile kıyaslandığında kısmi iyileşme olduğu ancak cihazsız iletişim kurmasının mümkün olmadığı, düşmesinin dengesizlik ile ilgili sorunlara yol açmış olabileceği, sol kulaktaki işitme kaybının düşmeye bağlı olduğu, anosminin (koku alamama) ise travmaya bağlı olabileceği fakat bunu kanıtlamanın tıbben mümkün olmadığı bildirilmiştir. Mahkemece Adli Tıp Kurumundan \"...iş güçten kalma, iyileşme süresi ve dosya kapsamında bulunan belgeler ile davacının işitme kaybı derecesi, herhangi bir iyileşme olup olmadığı, mevcut rahatsızlığın başka sağlık sorunlarına yol açıp açmadığı ve tüm bu sebeplerin düşmeye bağlı olarak meydana gelip gelmediği, davacıda başka bir rahatsızlığın var olup olmadığı varsa düşme sonucu olan rahatsızlığı tetikleyip tetiklemediği ve bundan sonrası için işitme kaybı konusundaki durumu\" hususlarında rapor düzenlenmesi istenmiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 18/4/2012 tarihli raporda söz konusu olay sonucu işitme kaybı gelişmiş olabileceği, sol kulakta yapısal anomalinin olay öncesinde de bulunduğu, başvurucunun soy geçmişinde işitme kaybı yapabilen alport sendromu bulunduğu, anosminin olay nedeniyle geliştiğinin tıbben kanıtlanmasının mümkün olmadığı bildirilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:\"...Uğur Önsel Türk’ün 31/07/2009 tarihinde geçirdiği kaza sonucu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin 2009 yatış, 2009 çıkış tarihli epikriz raporu ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 2005 tarihli ve 05-108-3 sayılı sağlık raporu göz önüne alınarak işitme kaybı gelişmiş olabileceği,Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nin 2009 tarihli temporal BT'sinde solda iç kulakta semisirküler kanal displazisi olması cihetiyle kişinin sol kulakta yapısal anomalisi olay öncesinden de bulunduğu, kişinin soy geçmişinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin 2009 yatış, 2009 çıkış tarihli epikriz raporunda belirtildiği üzere işitme kaybı yapabilen Alport sendromu bulunduğu, Kişinin işitme kaybının Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı'nın 2011 tarih ve 1184 sayılı raporunde belirtildiği üzere iyileşmekte olduğu, Kişinin mevcut anosmi rahatsızlığının travmaya bağlı olabileceği fakat travma öncesi anosmisinin olmadığını gösteren objektif tetkiklerinin olmaması ve travma sonrası olfaktometri dışında radyolojik tetkiklerinde anosmiye neden olan patolojik bulgu saptanmaması nedeniyle anosminin kaza nedeniyle geliştiğinin tıbben kanıtlanmasının mümkün olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.\" Mahkemenin 6/12/2012 tarihli ve E.2010/808, K.2012/921 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\" ...Davacı vekili müvekkilinin de hazır olması ile adli tıp kurumundan yeniden rapor alınmasını talep etmiş, ancak dosyanın adli tıp kurumuna gönderildiğinde davacının da hazır olmasına gerek duyulmamıştır. Esasen İstanbul adli tıp kurumunun yerleşmiş uygulamalarında dosya rapor için gönderildiğinde hastanın hazır olmasına gerek görüldüğü takdirde bu husus mahkemesine dosyanın iade edilerek bildirildiği ve daha sonradan hastanın dosya ile birlikte gönderildiği bilinmektedir. Oysa eldeki davada İstanbul adli tıp kurumu mevcut raporlar ve tıbbi belgeler itibariyle davacının hazır bulunmasına gerek görse idi bu hususu mahkememize bir ön raporla bildirirdi ancak buna gerek görmemiş dolayısıyla mevcut belgelere göre sonuca ulaşabilmiştir. Bu nedenle de davacı vekilinin bu talebi esasa etkili görülmemiştir. …tüm dosya kapsamı ve mevcut raporlar birlikte değerlendirildiğinde, özellikle İstanbul Adli Tıp Kurumundan alınan 18/04/2012 tarihli raporda, tüm bulgular detaylı bir şekilde değerlendirilmiş ve varılan sonuçta davacıda işitme kaybının gelişmiş olabileceği ve sol kulaktaki yapısal anomalinin olay öncesinde de bulunduğu ve kişinin soy geçmişinde işitme kaybı yapabilen alport sendromunun mevcut olduğu saptanmıştır. Buna ilaveten işitme kaybının iyileşmekte olduğu ve davacının travma öncesi anosmisinin olmadığını gösteren objektif tetkikler olmaması sebepleri de gözönüne alınarak anosminin kaza nedeniyle geliştiğinin tıbben kanıtlanmasının mümkün olmadığı tespit edilmiştir. Bu teşhis ve varılan sonuç itibariyle davacıda olay öncesi de var olan ve soy geçmişine dayanan işitme kaybı ile ilgili mevcut rahatsızlık itibariyle meydana gelen kaza arasında illiyet bağı kurulamamış ve dolayısıyla olayın mevcut rahatsızlığı oluşturduğu sonucuna varılamamıştır. Bunun yanında dosyada bulunan ve Cumhuriyet Savcılığı aşamasında alınan heyet raporunda belirtildiği üzere yemek hizmeti veren ve kazanın meydana geldiği bölümde yer alan düzeneğin sıraya sokma amaçlı bariyerlerden ibaret olduğu ve bunların kusur ve suç teşkil edecek nitelikte olmadığı belirlenmiştir. Dolayısıyla kazanın olduğu bölümün kullanılma amacı yapısının bu amaca uygun olarak tasarlanıp düzenlenmiş olması ve bunun yanında davacının olay öncesi mevcut olan rahatsızlığı da birlikte değerlendirildiğinde mevcut rahatsızlığın olay nedeniyle oluştuğunun kanıtlanamadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Bu durumda davacı iddialarını ispat edememiştir…” Anılan kararda Cumhuriyet Başsavcılığı aşamasında alınan heyet raporundan bahsedilmekle birlikte başvurucu tarafından bu yönde herhangi bir bilgi sunulmadığı gibi UYAP sisitemi üzerinden yapılan incelemede de anılan rapora ulaşılamamıştır. Başvurucunun temyizi üzerine bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/6/2013 tarihli ve E.2013/7271, K.2013/15696 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar 9/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun \"Adli Tıp Genel Kurulunun ve İhtisas Kurullarının Çalışması\" kenar başlıklı maddesinin dokuzuncu fıkrası şöyledir:  “Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu ve İhtisas Kurulları ilgili kişileri gerektiğinde muayene ve bunları usulüne göre dinleyebilir. Her türlü tetkikatı yapar ve yaptırabilir.” Başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.\" Başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte olan 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4/A maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: \"Sağlayıcı, bayi, acente ve 10 uncu maddenin beşinci fıkrasına göre kredi veren, ayıplı hizmetten ve ayıplı hizmetin neden olduğu her türlü zarardan ... dolayı müteselsilen sorumludur...\" 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:  \"Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.\" ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6158", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir alışveriş merkezinin restoran bölümünde düşme neticesinde uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu zorunlu askerlik görevini yerine getirmekte iken 27/7/2012 tarihinde mayın patlaması ve terör örgütünün silahlı saldırısı sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, bunun üzerine önce Van Asker Hastanesinde, ardından Gülhane Askerî Tıp Akademisinde (GATA) tedavi altına alınmıştır. 30/7/2012 ile 15/8/2012 tarihleri arasında GATA'da yatarak tedavi olan başvurucu için düzenlenen 15/8/2012 tarihli raporda sol kulak ani işitme kaybı tanısı konulmuş ve kendisine hava değişimi izni verilmiştir. 2012 ve 2013 yılları içinde başvurucu hakkında GATA tarafından görme ve işitme duyusu ile ilgili rahatsızlıklardan dolayı birden fazla rapor düzenlenmiş ve hava değişimi izinleri verilmiştir. Hava değişimi izinlerinin ardından başvurucu hakkında düzenlenen 13/3/2013 tarihli raporda başvurucunun görme ve işitme duyusu yönünden rahatsızlığı bulunduğu ancak askerliğe elverişli olduğu ve taburcu edilebileceği tespit edilmiştir. Başvurucu bu sürecin ardından İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. Başvurucu 26/7/2013 tarihli dilekçesinde, askerlik görevini yerine getirmekte iken meydana gelen olay nedeniyle görme ve işitme duyuları yönünden rahatsızlandığını, vücudunda ve bacaklarında saldırı neticesinde yaralanma olduğunu, ancak tedavi esnasında görme ve işitme duyularına yoğunlaşılması nedeniyle diğer yaralarının gereği gibi tedavi edilmediğini belirtmiştir. Başvurucu sağlık durumunun net olarak tespit edilmesi için rapor alınmasını ve uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararın tazmin edilmesini talep etmiştir. Talep üzerine idarece cevap verilmemiş; ancak başvurucu, İstanbul İl Jandarma Komutanlığının 24/9/2013 tarihli yazısı ile nakdi tazminat işlemlerine esas olacak bir rapor düzenlenmesi için Bakırköy Sadi Konuk Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Anılan hastane tarafından düzenlenen 4/11/2013 tarihli raporda başvurucunun kas ve iskelet sistemi yönünden %18, görme duyusu yönünden %1 engelli olduğu tespit edilmiştir. Bu raporun başvurucuya 6/12/2013 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından başvurucu yaralanma nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini için Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) 6/1/2014 tarihinde tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 24/12/2014 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu; bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Kararda, başvurucunun yaralanması nedeniyle uğradığı zarara 13/3/2013 tarihinde vâkıf olduğu, süresi içinde 26/7/2013 tarihinde zararının tazmini için idareye başvuruda bulunduğu ve istemin zımnen reddedildiği belirtilerek başvurucunun 24/9/2013 tarihinde sağlık kurumuna sevkinin ardından düzenlenen 4/11/2013 tarihli raporun nakdi tazminata esas olmak üzere düzenlendiği ve dava açma süresine etkisinin olmadığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak zımnen ret iradesinin oluştuğu tarihten itibaren altmış günlük süre içinde dava açılmadığı ifade edilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi mahkemenin 27/5/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 26/6/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 27/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12524", "Başvuru Konusu":"Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, borçlu kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibi sırasında kamu kurumunun üçüncü kişiden olan alacağına uygulanan haczin şikâyet merciince savunma alınmadan ve duruşma açılmadan kaldırılması nedeniyle adil yargılanma hakkının; alacağın kamu kurumundan tahsil edilememesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvurucu, medikal ürünlerin ithalat ve ihracatı alanında faaliyet gösteren bir ticaret şirketidir. Başvurucu Şirket 3/10/2011 tarihinde 060,28 TL, 31/1/2012 tarihinde 488 TL ve 7/6/2012 tarihinde de 016 TL tutarlarında olmak üzere değişik nitelik ve sayıda medikal sarf malzemesinin Gazi Üniversitesine(Üniversite) satışına dair faturalar düzenlemiştir. Üniversite de bu faturalara dayalı olarak 30/12/2011, 1/3/2012 ve 17/7/2012 tarihlerinde ödeme emri belgeleri düzenlemiştir. Ancak başvurucunun alacağı ödenmemiştir. Başvurucu bunun üzerine söz konusu alacaklarını tahsil etmek amacıyla Ankara İcra Müdürlüğünün (İcra Müdürlüğü) E.2013/12949 sayılı icra dosyasında borçlu Gazi Üniversitesi aleyhine 13/9/2013 tarihinde ilamsız icra takibi talebinde bulunmuştur. İcra Müdürlüğünce aynı tarihte düzenlenen ödeme emri 16/9/2013 tarihinde borçlu Üniversiteye tebliğ edilmiştir. Üniversite tarafından İcra Müdürlüğüne gönderilen 23/9/2013 tarihli yazıda, alacaklı Şirketin damga vergisi düşüldükten sonra 648,19 TL tutarında alacağının olduğu kabul edilerek takibin bu alacak tutarı dışında kalan kısmına itiraz edildiği belirtilmiştir. Ayrıca daha önce temerrüde düşürülmediği gerekçesiyle işletilmiş faize de itiraz edilmiş ve takipte işleyecek faizin de yıllık %9'dan fazla olamayacağı ifade edilmiştir. Alacaklı başvurucunun kısmi itirazın kaldırılması veya iptali isteminde bulunmaması sonucu icra takibi bu şekilde kesinleşmiştir. İcra Müdürlüğü tarafından düzenlenen 22/11/2013 tarihli hesap dökümünde, icra takibinde kesinleşmiş takip alacağının 648,19 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun haciz talebini kabul eden İcra Müdürlüğü, Üniversitenin Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerine Yardım ve Yardımlaşma Derneğinden (Dernek) olan alacaklarının haczi için 25/9/2013 tarihinde birinci haciz ihbarnamesi göndermiştir. Üniversite, devlet mallarının haczedilemeyeceği iddiasıyla 11/11/2013 tarihinde Ankara İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) anılan Dernekten olan alacaklarının haczine ilişkin icra işlemini şikâyet etmiştir. Mahkeme, duruşma açmadan evrak üzerinde verdiği karar ile 27/11/2013 tarihinde şikâyeti kabul etmiş ve şikâyete konu haciz işlemi ile müzekkeresinin iptaline karar vermiştir. Kararda 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı bendine göre devlet mallarının haczedilemeyeceği belirtilmiştir. Mahkemeye göre 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolü Kanunu'nun maddesi ve ekli (II) no.lu listesi ile 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi uyarınca üniversitenin malları devlet malı kapsamındadır. Mahkeme bu nedenle Üniversite adına açılan tüm hesaplar, Üniversiteye ait tüm mal ve alacakların devlet malı olup bu mal ve alacak ve hesapların haczinin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Bu arada borçlu Üniversite, icra dosyasına 9/12/2013 tarihinde 591,78 TL ve 25/12/2013 tarihinde de 913,29 TL tutarlarında ödemeler yapmıştır. Başvurucu, kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/3/2014 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 21/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Borçlu Üniversite, başvuru tarihinden sonra icra dosyasına 29/5/2014 tarihinde 009,90 TL, 22/10/2014 tarihinde 725,60 TL ve son olarak 5/12/2014 tarihinde de256,70 TL tutarlarında ödemeler yapmıştır. Başvurucu vekili 9/3/2015 tarihinde İcra Müdürlüğüne başvuruda bulunarak yapılan tahsilatlar sonucu dosyanın kapandığını belirtmiş ve borçlu Kuruma dosyanın kapandığına dair belge verilmesini talep etmiştir. İcra Müdürlüğünün 17/3/2015 tarihli yazısıyla, icra dosyasının 9/12/2014 tarihinde infazen işlemden kaldırıldığı belirtilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6025", "Başvuru Konusu":"Başvuru, borçlu kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibi sırasında kamu kurumunun üçüncü kişiden olan alacağına uygulanan haczin şikâyet merciince savunma alınmadan ve duruşma açılmadan kaldırılması nedeniyle adil yargılanma hakkının; alacağın kamu kurumundan tahsil edilememesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; vergilendirme işleminin kanuni bir dayanağının bulunmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/6/2016 tarihinde yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Vergi mükellefi olan başvurucu Şirket; mali tablolarda yer alan, parasal olmayan hizmetlerin enflasyon düzeltmesine tabi tutulmasının zorunlu tutulması nedeniyle yapılan düzeltme sonucunda 269,30 TL tutarında bir kâroluştuğunu ancak gerçekte olmayan bu kârın vergilendirilemeyeceğini ileri sürerek 26/4/2005 tarihli ihtirazi kayıt dilekçesi vermiştir. Başvurucu Şirket 27/4/2005 tarihinde ihtirazi kayıt öne sürdüğü Nisan 2005 dönemine ilişkin vergi beyannamesini sunmuş ve bu beyannameye gelir vergisi tahakkuk ettirilmesi üzerine tahakkuk eden bu verginin iptali için 21/4/2015 tarihinde dava açmıştır. İzmir Vergi Mahkemesi 9/3/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde aynı matraha dayalı olarak tahakkuk eden kurumlar vergisine ilişkin uyuşmazlığın ilgili mahkemece uygun bulunarak onandığı, dolayısıyla aynı matraha dayalı gelir vergisinin de hukuka uygun olduğunun kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Hükmü başvurucu temyiz etmişse de ilgili vergi dairesine verdiği 10/11/2016 tarihli dilekçe ile 3/8/2016 tarihli ve 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun'un maddesi kapsamında borcunu yapılandırmış ve bu amaçla açmış olduğu davadan feragat etmiştir. Danıştay Dokuzuncu Dairesi 29/12/2016 tarihinde başvurucunun feragati nedeniyle talebi hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10725", "Başvuru Konusu":"Başvuru, vergilendirme işleminin kanuni bir dayanağının bulunmaması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, istinaf incelemesi sırasında idare tarafından sunulan ek beyan dilekçesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu adına, G.S. Ltd. Şti.nin ödenmeyen vergi borçları nedeniyle anılan Şirketin kanuni temsilcisi olduğundan bahisle ödeme emirleri düzenlenmiştir. Söz konusu ödeme emirlerinin tebliğ edildiği ve borcun kesinleştiği kabul edilerek başvurucunun bankada bulunan vadesiz hesabına e-haciz işlemi uygulanmıştır. Başvurucu, bahsi geçen işlemin iptali istemiyle İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı (Vergi Dairesi) aleyhine 26/10/2017 tarihinde İzmir Vergi Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; şirketten tahsil edilemeyen amme alacağının 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca şirket ortağı veya kanuni temsilciden tahsil edilebilmesi için ilgililer adına ödeme emri düzenlenmesi ve tebliğ edilmesi gerektiğini, kayıtlı adresi bulunmasına karşın şahsı adına tanzim edilmiş herhangi bir ödeme emrinin kendisine tebliğ edilmediğini ve böyle bir tebligat söz konusu değilken yapılan haciz işleminin kanuna aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun adına düzenlenen ödeme emirlerinin tebliğine dair Vergi Dairesince savunma dilekçesine ek olarak sunulan 4/4/2014 tarihli tebliğ evrakındaki imzasına itiraz etmesi üzerine Mahkemenin 25/1/2018 tarihli ara kararı ile bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir. Bilirkişi tarafından yapılan imza incelemesi üzerine anılan imzanın başvurucuya ait olmadığı tespit edilmiştir. Vergi Dairesince; başvurucunun karşılaştırmaya konu imzalarının tümünün birbirinden farklılık gösterdiği ve bire bir uyuşmadığı, başvurucu adına düzenlenen ve vergi dairesinde rızaen tebliğ edilen ödeme emirlerinin tebliğine ilişkin imzanın başvurucuya ait olmasının muhtemel olduğu belirtilerek bilirkişi raporuna itirazda bulunulmuştur. Mahkeme 8/6/2018 tarihli kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle Vergi Dairesince sunulan ve başvurucu tarafından imzalandığı belirtilen ödeme emirlerine yönelik tebliğ evrakındaki imzanın başvurucuya ait olmadığının bilirkişi raporuyla tespit edildiği ve bu hâliyle başvurucu adına düzenlenen ödeme emirlerinin usulüne uygun şekilde tebliğ edilmeksizin borcun kesinleştiği kabul edilerek işlemin uygulandığının görüldüğü belirtilmiştir. 6183 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca haciz yapılabilmesi için başvurucu hakkında düzenlenen ödeme emirlerinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmesinin ve borcun kesinleşmesinin gerektiği, başvurucu hakkında düzenlenen ödeme emirlerinde yer alan borçların ise usulsüz tebligat nedeniyle kesinleşmediği açık olduğundan dava konusu e-haciz işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı ifade edilmiştir. Vergi Dairesince mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf dilekçesinde; başvurucu adına düzenlenen ödeme emrinin usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği ve bilirkişi raporuna yönelik itirazlarının Mahkemece değerlendirilmediği belirtilmiş, bu dilekçe başvurucuya 6/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Vergi Dairesi tarafından 18/10/2018 tarihinde de bölge idare mahkemesine sunulmak üzere Mahkemeye ek beyan dilekçesi verilmiştir. Ek beyan dilekçesinde; bizzat başvurucu tarafından imzalanmış 7/4/2014 tarihli mal bildirim kâğıdında ödeme emirlerinin takip numaralarının da belirtildiği ve bu durumun başvurucunun adına düzenlenen ödeme emirlerinden mal bildirim kâğıdını verdiği 7/4/2014 tarihinde haberdar olduğunu kanıtladığı vurgulanmış, ayrıca anılan mal bildirim kâğıdı dilekçeye eklenmiştir. Vergi Dairesince ek beyan dilekçesi ekinde sunulan söz konusu mal bildirim kâğıdı başvurucuya tebliğ edilmemiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 30/10/2018 tarihli hükmüyle istinaf talebinin kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. İstinaf mercii kararının gerekçesinde; davalı idare vekilinin 18/10/2018 havale tarihli dilekçesinde başvurucunun ödeme emirlerinin tebliğinden üç gün sonra 7/4/2014 tarihinde bizzat kendi imzasıyla mal bildiriminde bulunduğu ve bu nedenle başvurucunun kendisine tebligat yapılmadığı iddiasının yerinde olmadığı belirtilmiş, anılan mal bildirim kâğıdının dava dosyasına sunulduğu ifade edilmiştir. Bu durumda başvurucunun adına düzenlenen ödeme emirlerinden 4/4/2014 tarihinde haberdar olduğu, mezkûr ödeme emirlerine karşı süresinde dava açmadığı ve vadesinde ödenmeyen amme alacaklarının cebren tahsiline ilişkin olarak tesis edilen dava konusu haciz işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı hüküm altına alınmıştır. Nihai karar 19/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6183 sayılı Kanun’un \"Ödeme emri\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir 'ödeme emri' ile tebliğ olunur.\" 6183 sayılı Kanun’un \"Ödeme emrine itiraz\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir...\" 6183 sayılı Kanun’un \"Haciz\" kenarbaşlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36775", "Başvuru Konusu":"Başvuru, istinaf incelemesi sırasında idare tarafından sunulan ek beyan dilekçesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yetim aylığının kesilmesi işleminin iptali ve yeniden aylık bağlanması gerektiğinin tespiti talebiyle açılan davada, delillerin hatalı değerlendirilerek kanuna ve usule aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; kararın sonucuna göre aylıktan mahrum kalınması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca oybirliği sağlanamaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/3/2001 tarihli kararıyla anlaşmalı olarak boşanmıştır. Başvurucu, müteveffa babası F.Ö.ye T. İş Bankası A.Ş. Mensupları Emekli Sandığı Vakfı (Vakıf) tarafından bağlanan emekli maaşını, 1/5/2001 tarihinden itibaren yetim aylığı olarak almaya başlamıştır. Vakıf, başvurucunun boşandığı eşi ile birlikte yaşamaya devam ettiğini belirterek 30/11/2012 tarihinde yetim aylığını kesmiştir. Başvurucu, emekli aylığının kesilmesi işleminin iptali ile 1/12/2012 tarihinden itibaren yeniden yetim aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti talebiyle İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, 3/12/2013 tarihli kararında, ülkemizde yıllardır devletten aylık almak amacıyla muvazaalı olarak boşanan ve birlikte yaşayan çiftler olduğunu, çalışma hayatına katılmadan ölen anne veya babasından kalan aylıkları almak için boşanan ve bundan çıkar sağlayan kişilerin gerçekteki amaçlarının aylık almak olduğunu, bir hakkın suistimalini Kanun'un himaye etmeyeceğini, babasından dolayı yetim aylığı alan davacının da bu amaçla boşandığını ve boşandığı eşiyle fiilen bir arada yaşadığını belirterek davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 30/4/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 30/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8404", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yetim aylığının kesilmesi işleminin iptali ve yeniden aylık bağlanması gerektiğinin tespiti talebiyle açılan davada, delillerin hatalı değerlendirilerek kanuna ve usule aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; kararın sonucuna göre aylıktan mahrum kalınması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/957 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/957 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Bahattin Akman ise bu iddiasının yanında soruşturma aşamasında el konulan cep telefonunun kendisine geri verilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüştür. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/957", "Başvuru Konusu":"Başvuru, elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, tutukluluğun devamına ilişkin kararların geçerli, yeterli ve yerinde gerekçeler içermediği, yargılamanın makul olmayan bir süredir devam ettiği ve yargılamanın adil olmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın ve maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/7/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 8/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 28/6/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/7/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ila (4) numaralı fıkraları uyarınca suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme; maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca insan ticareti; maddesinin (2), (4) ve (6) numaralı fıkraları uyarınca fuhuş suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/12/2009 tarihli ve E.2009/1162 sayılı iddianame düzenlenmiş ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/280 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/3/2013 tarihli ve E.2009/280, K.2013/35 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla; insan ticareti suçundan 12 yıl 6 ay hapis ve 500 TL adli para cezasıyla ve fuhuş suçundan on beş kez 3 yıl 9 ay hapis ve on beş kez 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/4/2013 tarihli ve 2013/239 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 16/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 29/4/2014 tarihli ve E.2014/1277, K.2014/5119 sayılı ilamıyla başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan kurulan hükmün onanmasına, fuhuş suçundan kurulan hükmün düzeltilerek onanmasına, insan ticareti suçundan kurulan hükmün bozulmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki dava, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/337 numaralı dosyasında hâlen devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (2), (4), (6) numaralı fıkraları. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5618", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, tutukluluğun devamına ilişkin kararların geçerli, yeterli ve yerinde gerekçeler içermediği, yargılamanın makul olmayan bir süredir devam ettiği ve yargılamanın adil olmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması ve tutuklulukta makul sürenin aşılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (GATA) profesör tabip albay olarak görev yapmakta iken FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'nin GATA'daki yapılanmasıyla bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma kapsamında başvurucuya ulaşılamaması sebebiyle ifadesinin alınmasına yönelik Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 18/8/2016 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri çıkartılmıştır. Başvurucu, hakkındaki yakalama emrine istinaden 18/3/2019 tarihinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince yakalanmış ve gözaltına alınmıştır. Emniyet görevlileri tarafından ifade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olma ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili isnatlar yöneltilmiştir. Bu işlem esnasında bir müdafii de hazır bulundurulmuştur. Başvurucu 18/3/2019 tarihli ifadesinde özetle 1981 yılında girdiği üniversite sınavı sonucunda Gülhane Askeri Tıp Fakültesini kazandığını, bu fakülteden mezun olmasının ardından 1992 yılında başladığı lisansüstü çalışmaları sonrasında (tıp alanında) doktor unvanı aldığını ve 2011 yılında profesör olduğunu, 2012 yılında Genelkurmay Başkanlığı Sağlık Daire Başkanı olarak atandığını, hakkında 2014 yılında bazı gazetelerde \"Genelkurmayda FETÖ Karargahı\" haberleri çıkması nedeniyle yaklaşık iki yıl çalıştığı bu görevden kendi isteğiyle ayrıldığını, bu tarihten meslekten ihraç edilene kadar ise GATA'da öğretim üyesi olarak (Askeri Sağlık Hizmetleri Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı) çalıştığını, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 19/3/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısı şöyledir:\"...Şüpheli Ö.'in 667 sy KHK lar kapsamında fetö ile iltisaklı olduğundan bahisle ihraç edilmesi ve fetö terör örgütünün GATA yapılanmasında isminin geçmesi nedeniyle hakkında soruşturmaya başlanılmıştır. Erzurum Başsavcılığınca beyanı alınan İ.Y. etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istediğini beyan ederek, 1985 yılında GATA da eğitime başladığı dönemde Ö. kendisiyle birlikte örgüt toplantılarına katıldığını beyan etmiştir. Etkin pişmanlık hükümleri kapsamında faydalanmak isteyen E.K. alınan beyanında özetle; Ö.'in GATA da fetö toplantılarına katıldığını, beyan ve teşhis etmiştir. Tanık F.Ş. ve A. alınan beyanlarında; şüphelinin GATA içerisinde fetö üyesi olarak bilindiğini, belirtmişlerdir. Tanık İ.H. alınan beyanında özetle; geçmiş yıllarda İstanbul'da bir fetö toplantısına katıldığını, bu toplantının Ö. tarafından öğrenilmesi üzerine kendisine karşı olan tutum ve davranışlarının olumlu yönde değiştiğini, ayrıca kendisini toplantıya götüren şahıslar tarafından da şüpheli Ö.'in fetö üyesi olarak bilindiğini, beyan etmiştir. GATA da görevli B. mağdur sıfatıyla alınan beyanında; Ö.'in sık sık fetö üyesi olarak tanınan diğer şahıslar ile birlikte gördüğünü belirtmiştir. Ayrıca şüphelinin GATA imamı firari R.A.nın altında sivil imamlık yaptığı istihbar olunan Ö.A. isimli şahıs ile patates hat olarak tabir edilen telefon hatlarıyla görüştüğü belirtilmiştir.Tüm bu hususlar şüpheli aleyhine kuvvetli suç şüphelerini oluşturmaktadır, ayrıca 2016 yılından bugüne şüpheli hakkında yakalama kararı çıkartılmış olup, bu süre zarfında kaçak olarak saklandığı, bu hususunda şüpheli hakkında kaçma şüphesinin olduğunu göstermektedir. Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın[Ceza Muhakemesi Kanunu] vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına, ...[karar verilmesi talep olunur.]\" Başsavcılığın talep yazısının içeriği ve başvurucuya yönelik suçlama, sorgu işlemi öncesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya anlatılmıştır. Bu sırada başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Hâkimlik, sorgu sonunda başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Şüphelinin üzerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçuna ilişkin olarak şüphelinin savunması, şüpheli hakkındaki taraf beyanları, tutanaklar, şüphelinin operasyonel hat kullandığı ve örgütsel irtibatına ilişkin tespit, araştırma tutanakları, MASAK raporu ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin bulunduğu, atılı suçun katalog suçlardan olduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, delillerin tamamının henüz toplanmadığı, şüphelinin örgüt içindeki konumunun hangi seviyede olduğunun henüz net olarak tespit edilemediği, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hakkında soruşturma yürütülen şahısların kolaylıkla yurt dışına kaçtıkları da dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ise somut dosyada ölçülülük ilkesine uygun olduğu anlaşıldığından, CMK’nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi] maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Başvurucu 22/3/2019 tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 2/4/2019 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 7/10/2019 tarihli iddianamesiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde yetkilendirilmiş olduğu görev itibarıyla GATA'ya ayrıca önem verdiğinden bahsedilmiş ve GATA'ya önem verme amacının ise \"yapılan sağlık muayeneleri neticesinde doğrudan TSK’ya tabip ve rütbeli personel kazandırmak, halen TSK içerisinde çalışan örgüt elemanlarının önünü açarak üst rütbelere ve kritik görevlere taşımak, TSK bünyesinde görev yapmakta iken kendilerinden olmayan başarılı personelin kariyerlerine son vererek GATA’da tek söz sahibi olmak, örgüt mensuplarına kadro açmak ve bu yöntemlerle TSK’yı ele geçirmek\" olduğu belirtilmiş; değerlendirmeyi destekleyen tanık beyanlarına da yer verilmiştir (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Tuncer Çaycı, B. No: 2017/7656, 3/6/2020, §19). FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerce GATA'da uygulanan genel illegal yöntemler; kendilerinden olmayan çalışana mobbing uygulanması, zor görevlerin verilmesi, bu kişilerin terfi ettirilmemesi, stratejik görevlere getirtilmemesi, istem dışı tayin edilmesi, yurt dışında eğitim imkânlarından faydalandırılmaması şeklinde sıralanmıştır. İddianamede örgütün söz konusu hedeflerine ulaşmak amacıyla bazı yöntemleri etkin ve sürekli olarak kullandığı ifade edilmiş, bu yöntemlerin ayrıntıları açıklanmış, çok sayıda mağdur, müşteki ve tanık beyanlarına yer verilmiştir. Bu yöntemler kısaca şöyledir: i. Sağlık Raporlarıyla İlgili Yöntemler: Askerî okullara girmeye hak kazanan adayları gerçek dışı sağlık raporlarıyla elemek, TSK içinde görev alan rütbeli personelin rutin sağlık muayenelerinde gerçek dışı raporlar düzenleyerek pasif görevlere geçmelerini sağlamak veya emekliye sevk etmek, aktif pilot olan rütbeli personelin kariyerini ve uçuşlarını engellemek amacıyla gerçeği yansıtmayan sağlık raporları düzenlemek, bazı rütbeli personellerin ordudan ilişiğinin kesilmesi amacıyla gerçek dışı laboratuvar sonuçları ve sağlık raporları düzenleyerek uyuşturucu kullandıkları gerekçesi ile haklarında işlem yapılmasını sağlamak, askerî okullara girmesini engelleyecek rahatsızlığı olup da örgüte yakın olan kişilere sağlam raporu tanzim edilerek bu kişilerin TSK'ya girmelerini sağlamak şeklinde girişimlerde bulunulduğu belirlenmiştir. ii. GATA Etik Kurulunca Yapılan Usulsüzlüklerle İlgili Yöntemler: GATA Etik Kurulunun birçoğunun örgüte mensup kişilerden oluştuğu, GATA’da görevli olan akademik personel hakkında asılsız ihbarlar, internete yansıyan haberler ya da başkaca konular olduğu gerekçesiyle GATA Etik Kurulunca incelemeler başlatıldığı, inceleme nedeniyle bu kişilerin akademik kariyerlerinin ilerlemesi amacıyla yapılan sınavlara katılamadıkları veya başarısız sayıldıkları, soruşturma sürecini uzatarak önemli kadrolara atanmalarının engellendiği, örgüt mensubu kişiler hakkında başlatılan inceleme ve soruşturmalarda da soruşturmaların sonuçsuz kalmasının sağlandığı tespit edilmiştir. iii. Puan Yükseltmek Amacıyla Çıkarılan ve Akademik Değeri Olmayan Bilimsel Yayınlarla İlgili Yöntemler: Akademik kariyerde önemli avantaj sağlayan akademik yayın (makale, dergi, poster, kitap gibi) sayılarını artırabilmek ve yayımlatabilmek için örgüt içinde bulunan kişilerin bilimsel gerçeği yansıtmayan çok sayıda yayını birlikte çıkardığı, bu sebeple diğer adaylara karşı yüksek puanlar aldığı ve açılacak yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük sınavlarında önemli avantaj sağladığı, örgüt mensuplarının toplamış olduğu puanlarla diğer adayların önüne geçtiği ve kariyerlerinin engellendiği görülmektedir.iv. Yardımcı doçent, doçent ve profesör unvanlarının/kariyerlerin ve kadroların engellenmesine ilişkin bir kısım tanık beyanına yer verilmiştir (Bu yöndeki açıklamalar için bkz. Tuncer Çaycı, § 20). İddianamede ayrıca FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve ne tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna dair genel açıklamalar yapıldıktan sonra başvurucu yönünden değerlendirmelerde bulunulmuştur. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığını ileri sürmüştür. Bu suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'ye üye olma suçu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmada şüpheli olarak ifadesi alınan İ.Y.nin başvurucuya ilişkin olarak \"…benim FETÖ/PDY terör örgütü ile ilk tanışmam lise yıllarında oldu … T. isimli şahıs ilk tercihimi GATA Tıp Fakültesine yaptırdı, o zamana kadar GATA'yı bilmiyordum bile sınavı kazanarak beni Ankara'ya gönderdiler. 1985 yılı Ankara iline T. isimli şahıs getirdi, bununla beraber giriş şartlarından olan hastane sınavlarında yanımda durdu ve muayeneleri geçtim, orda o dönem okuyan Ö. isimli öğrenci ile tanıştırdı ... bu dönemde öğrencilerle ilgilenen Ö. isimli şahıstı, okulda toplantılara katılan benim bildiğim T.K., F.Y., Z.Y. ve ben vardım bunlar benim sınıfımdaydı, ….2005 yılında Yardımcı Doçentliğe müracaat ettim beni sınavdan geçireceğini söylediler Ö. isimli şahıs yardımcı olacağını söylemiş, ancak sınavı geçemedim\" şeklinde beyanda bulunması,ii. FETÖ/PDY'ye üye olma suçu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmada etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istemesi üzerine ifadesi alınan E.K.nin başvurucuya ilişkin olarak \"...GATA okul hayatı dönemimde Fetullah Gülen cemaati ile ilgili karşılaştığım birkaç hususu paylaşmak istiyorum. ...Bu şahıs bizden üst sınıflarda eğitim gören S. isimli şahıstı. Kendisi okuldaki kendinden küçük öğrencileri etrafına toplar, onlarla ilgilenir, onlara sohbet verir ve hafta sonları ışık evlerine götürürdü. Çok iyi derecede Fetullah Gülen Cemaatinin bir mensubuydu. ...Bunun yanı sıra benim alt devrelerim olan Ö., T. isimli şahıslarda yine iyi birer Fetullah Gülen cemaati mensubuydu. Yine bu şahısların aynı devresi olan B. isimli soyadını hatırlayamadığım bir şahıs vardı. O da iyi bir cemaat mensubuydu. Ö., T. ve B. isimli şahıslarda aynı S.nin yaptığı gibi kendi devreleri ile sohbetler organize eder, çevrelerindeki dindar insanları cemaate çekmeye çalışırlar, adam kazandırmak için çaba sarf eder, bunu da Allah rızası için yaptıklarını dile getirirlerdi.\" şeklinde anlatımda bulunması ve ifade sonrasında fotoğraf üzerinden başvurucuyu teşhis etmesi,iii. FETÖ/PDY'nin GATA yapılanmasına ilişin olarak yürütülen soruşturma kapsamında Ankara Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde bilgi sahibi olarak ayrı ayrı ifadeleri alınan Ö.F.Ş. ve A. başvurucuya ilişkin olarak \"….Ö. isimli şahsı biliyorum kendisi hakkında GATA’nın imamı olduğuna dair birçok söylem duydum…\" şeklinde beyanda bulunmaları,iv. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünde mağdur/müşteki sıfatıyla beyanlarına başvurulan İ.H.nin ifadesinde \"...Biz Harbiye Orduevine döndük. Kahvaltıda Prof. Tbp. Kd. Alb. Ö. (o zaman yüzbaşı idi) ve Yrd. Doç. Tbp. Yzb. R.T. ile karşılaştık. Beni oraya götürdüğünü şifreli ifadelerle T.F. bu kişilere söyledi. Ö. çok sevindi. T.F.ye 'sendeki de ne cesaret lan' dedi. R.T.nin ve Ö.’in bana karşı tavır ve hareketleri o günden sonra çok değişti. ...Örgüt üyesi olduğunu bildiğim 2010 yılında GATA'da albay rütbesinde olan bana bir gün Ö. ve R.T.nin, Tab. Kıd. Alb. T.Ş.in çekmecesinden Yüksek Lisans sorularını çaldığını, ayrıca soruları T.F. ve A.T.ye vermişler. R.T. ve Ö. o tarihlerde T.Ş.nin asistanı idi. Ertesi gün yapılan yüksek lisans sınavında T.F. ve A.T. başarılı olduklarını bana söyledi. Ben de bu şekilde bilgi sahibi oldum…\" şeklinde anlatımda bulunması,v. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca mağdur/müşteki sıfatıyla anlatımlarına başvurulan H.B.nin ifadesinde \"...Ben Ankara ilinde ikamet ederim, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığında Dekan olarak görev yaparım. ... Prof. Tbp. Alb. Ö., Doç. Sağ. Alb. T.F. ve Doç. Sağ. Alb. A.T. haklarında 2015 yılında PERGİN (Personel Güvenlik İnceleme Yönergesi) başlatılmıştır...\" şeklinde beyanda bulunması,vi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca mağdur sıfatıyla anlatımlarına başvurulan B.nin ifadesinde \"... E.Ö.A. sürekli görev yaptığım biri, benim emeklilik olayımda etkin olan kişidir. Sağlık komutanlığında görevli olmasına rağmen GATA'ya gelerek ... ile görüşüp toplantı yapıyordu. Bu toplantılara, başka kliniklerde çalışan ..., Ö., ... devamlı katılırlardı. Ayrıca E.K. da sık sık görürdüm. Bu kişilerin yaptığı mesai sonrası toplantıları, bir sivil memur bana bildirdi. Bende durumu hem ana bilim dalı başkanına hemde istihbarat subayına söyledim. Ben ihbarda bulunduktan sonra sivil memurun yeri değiştirildi. Toplantılara da başka bir yerde yapmaya başladılar, bunu dışında başkaca bir resmi işlem yapılmadı....\" şeklinde beyanda bulunması,vii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2017 tarihli ve S.2016/108366 sayılı yazısı ekinde [soruşturma dosyasına] gönderilen \"HASSAS BİR KONUDA MEKTUP\" başlıklı 13/12/2013 tarihli on üç sayfadan oluşan isimsiz ve imzasız ihbar mektubunun içeriğinde \"...Genel Kurmay Lojistik Başkanlığı Sağlık Daire Başkanının en kıdemli üyesinin Ö. olduğunu, her zaman 'Biz hizmet için buradayız. Bizim asıl meselemiz adam yetiştirmek' dediğini, bu şahsın cemaatin önemli konumunda bulunduğunu çok kişi hakkında asılsız haber yaparak önünü kapattığını, twitter hesabı ile GATA KULİS'i kurduğunu, artık isimsiz bir mektup yerine çok daha etkili GATA KULİS'i kullanmaya başladığını, Ö.’in bir konuşmasında 'Bizim gayemiz hizmet'e, hizmet etmektir. Bu yolda generallik olursa bizim için bu bir çakıl taşıdır. Alır{!} cebimize koruz. Yolumuza devam ederiz' dediğini, hedefinde GATA Sağlık Bilimleri Enstitü Müdürü olmak olduğunu, TSK adına sahip olduğu milli gizli bilgileri cemaatin ABD'deki merkezine aktardığını, cemaat mensuplarınca bazı GATA çalışanlarının dinlendiğini ve bu bilgilerin GATA Kulis'te servis edildiğini...\" şeklinde ifadelerin yer aldığı belirtilmesinin yanı sıra Genelkurmay Başkanlığının 12/1/2015 tarihli ve 132 Dis.Sb. sayılı yazısına göre \"konuyla ilgili olarak ihbarda isimleri geçen Ö.’in de bulunduğu (21) şahısla ilgili olarak idari soruşturma başlatıldığı, iddia edilen olayların somut bilgi, belge ve delile dayanmadığının tespit edildiği, dosyanın bu haliyle Genelkurmay Askeri Savcılığına gönderildiğini ve hâlen soruşturmanın devam ettiği...\" bilgisinin verilmesi,viii. [Yukarıda değinilen mektup haricinde] aynı kişi tarafından farklı tarihte gönderilen ikinci ihbar mektubunun içeriğinde \"...kendisinin TSK mensubu olduğunu, Fetullah Gülen cemaatiyle 1996 yılında tanıştığını, ekteki [yukarıdaki] mektubu 2013 Temmuz ayında yazdığını, … bunların ordudan emir almadıklarını doğrudan FETÖ’den emir aldıklarını, ordu içerisindeki FETÖ mensuplarının bir çoğunun çocuklarını askeri liseye oradan da harp okullarına sokmaları yönünde emir aldıklarını ve bu şekilde baskı altında tutulduklarını, TSK Kulis ve GATA KULİS’in bu yapının bir parçası olduğunu, GATA KULİS'in başlarda TSK içerisinde iken Ö.’nün (Ö.) çabaları ile malzemesi bollaşınca ayrı bir kulis olarak açıldığını, … geçmiş yıllarda GATA çalışanları ve aileleri hakkında çok sayıda asılsız ses kaydı ve video çıkartıldığını, bunlarda Ö.’nün (Ö.) parmağının olduğu…” şeklinde anlatımların yer alması,ix. Emniyet Müdürlüğü görevlilerince yapılan çalışmalar sonucunda; başvurucunun, başkalarının kimlik bilgileri kullanılarak rızaları olmaksızın alınan ve \"patates hat\" olarak tabir edilen telefon hatları üzerinden FETÖ/PDY mahrem hizmetlerinde görevli GATA mahrem imamı olduğu kolluk birimlerince değerlendirilen R.A. isimli kişiye bağlı olarak faaliyet yürüten GATA sivil imamlarından [hakkında hâlen yakalama emri bulunmaktadır] Ö.A. ile irtibatlı olduğu, bu kapsamda HTS raporları göz önünde bulundurularak yapılan ortak baz incelemesinde başvurucunun adına kayıtlı0 535 .. numaralı telefon hattı ile Y.N. adına kayıtlı 0 507 426 ... numaralı telefon hattının sık sık aynı bazdan sinyal verdikleri, bu anlamda anılan iki cep telefonu hattının da başvurucu tarafından fiilen kullanıldığı, ayrıca örgütün GATA sivil imamı olduğu ileri sürülen Ö.A. tarafından kullanıldığı tespit edilen toplam beş adet cep telefonu hattı ile başvurucunun fiilen kullandığı [Y.N. müstear adına kayıtlı] telefon hattının yapılan toplu baz çakıştırmasında; 600 metre mesafede 200 saniye ortak baz verdiklerinin tespit edildiği, bu şekilde başvurucunun Ö.A. ile irtibatlı olduğu ve adı geçen bu kişiye bağlı olarak örgütsel hiyerarşi içinde yer aldığı hususlarının tespit edilmesi. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 10/10/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2019/442 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemenin aynı tarihte yaptığı tensip incelemesinde \"Tutuklu sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yasada yer alan ceza miktarı, kuvvetli suç şüphesi bulunması, eylemin katalog suçlardan sayılması, bu aşamada adli kontrol kararının yetersiz olacağı\" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Başvurucu 18/10/2019 tarihinde müdafii aracılığıyla tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2019 tarihinde \"kuvvetli suç şüphesinin varlığı, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan katolog suçlardan olması, tutuklulukta geçen süre ile kovuşturma konusu suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırları arasında ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı\" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 20/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme sonraki tarihlerde yaptığı duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 17/12/2019 tarihli duruşmada Mahkeme, başvurucunun operasyonel herhangi bir hat kullanıp kullanmadığının tespiti için bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 9/3/2020 tarihli raporda; Y.N. adına kayıtlı olup fiilen başvurucu tarafından kullanıldığı değerlendirilen telefon hatları ile başvurucunun bizzat adına kayıtlı telefon hattının baz karşılaştırmasında 17/6/2011 ile 30/9/2013 tarihleri arasında Ankara içinde ve dışında (örnekleme yoluyla İstanbul, Afyon, Balıkesir, Van, İzmir, Sakarya illerinde yapılan tespitler) farklı zamanlarda yan yana baz verdikleri, ayrıca başvurucunun hem kendi adına kayıtlı olan hem de başkası adına kayıtlı olup fiilen kendisinin kullandığı kolluk birimlerince belirlen telefon hatları ile GATA sivil imamlarından Ö.A. tarafından kullanıldığı tespit edilen 0 554 .. ve 0 536 .. numaralı telefon hatlarının bir kısmı ile farklı tarihlerde defalarca ortak uyumlu baz verdikleri, yine başvurucunun kullandığı tespit edilen telefon hatlarının HTS raporları arasında yapılan karşılaştırmada bazlar ve kayıtlar arasında bir uyumsuzluk bulunmadığı, bu kapsamda baz istasyonları ile mahal bilgilerinin ortak olduğu, çoklu şekilde ortak baz veren istasyonların veri analizlerinin zaman dilimi olarak birbirini takipte yüzde yüz uyumlu oldukları, bu veriler çerçevesinde Y.N. adına kayıtlı olan telefon hatlarının fiilen başvurucu tarafından kullanıldığı kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme en son olarak 24/9/2020 tarihinde yaptığı değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:\"Tutuklu sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yasada yer alan ceza miktarı, kuvvetli suç şüphesi bulunması, eylemin katalog suçlardan sayılması, bu aşamada adli kontrol kararının yetersiz olacağı inancı dikkate alınarak tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]\" Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 31- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38132", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması ve tutuklulukta makul sürenin aşılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Salihli Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 14/12/2021 tarihinde bir berber dükkânında bulunan kişilere yönelik olarak gerçekleştirilen silahlı saldırı üzerine soruşturma işlemlerine başlanmıştır. Soruşturma kapsamında kolluk görevlileri tarafından olay yeri incelemesi yapılmış, mağdur ve tanıkların ifadeleri alınmış, yaralıların adli raporları ile olaya ilişkin kamera kayıtları temin edilmiştir. Buna göre;i. Başvurucunun ablası olan tanık N. kolluk ifadesinde; olay günü evlerine F.N. ile tanımadığı bir arkadaşının geldiğini, F.N.nin kendisinden hemen geri getireceğini söyleyerek otomobilini istediğini, aracının anahtarını F.N.ye verdiğini, başvurucunun bu kişilerle birlikte evden ayrıldığını beyan etmiştir.ii. Şüpheli E.P. kolluk ifadesinde; olay günü F.N.nin kullandığı, K. ve başvurucunun içinde bulunduğu aracı gördüğünü, araçtakilerin kendisine kafeye gitmeyi teklif ettiklerini, berber dükkânının önüne geldiklerinde F.N.nin hiçbir şey söylemeden ve bir anda araçtan inerek işyerine doğru koşmaya başladığını, sonrasında F.N.nin silah çektiğini görmesi üzerine engel olmak amacıyla araçtan indiğini, K.nın araçta kaldığını, başvurucunun da araçtan inerek F.N.ye doğru koştuğunu, F.N.nin bu sırada 3-4 el ateş ettiğini, başvurucu ve F.N.nin tekrar aynı araca binerek kaçtıklarını, kendisinin ise olay yerinde kalıp yaralılara yardım ettiğini ifade etmiştir. iii. Berber dükkânı çalışanı olan mağdur H.G. kolluk ifadesinde; işyerine tıraş olmak için iki erkek şahsın geldiğini, bir süre sonra bir aracın işyerinin önüne gelerek durduğunu ve içinden bir kişinin işyerine doğru ateş ettiğini, ateş kesildikten sonra aracın hızlı bir şekilde olay yerinden ayrıldığını, bu sırada tıraş olan kişinin kafasından yaralandığını gördüğünü, kendisinin de başından yaralandığını beyan etmiştir.iv. İşyeri sahibi O.E. alınan ifadesinde, olay anında ismini R. olarak bildiği kişiyi (S.İ.) tıraş etmekte olduğunu, bu sırada kırmızı renkli bir aracın işyeri önüne gelerek fren yaptığını, bunun üzerine araca bakmaya başladığını, araçtan inen F.N.nin işyerinin içine doğru baktığını ve tıraş olan R.yi görmesi üzerine belindeki silahı çıkararak 2-3 el ateş ettiğini, olay sırasında yaralanan R. ile işyeri çalışanı H.G.nin hastaneye götürüldüğünü beyan etmiştir.v. Şüpheli K. Başsavcılıkta alınan ifadesinde; olay günü başvurucu ile birlikte berbere gitmek amacıyla suçta kullanılan araçla evden çıktıklarını, F.N. ve E.P.nin sokakta kendilerini gördüklerini ve nereye gittiklerini sorduklarını, bunun üzerine berbere gideceklerini söylediklerini, F.N. ve E.P.nin \"Sonrasında kafeye gideriz.\" diyerek araca bindiklerini beyan etmiştir. K. ayrıca işyerinin önüne geldiklerinde aracı kullanan F.N.nin bir anda araçtan indiğini ve belindeki tabancayı çıkararak berber dükkânına doğru 3-4 el ateş ettiğini, başvurucu ve E.P.nin de araçtan indiklerini, sonrasında F.N. ve başvurucunun araca bindiklerini, aracı başvurucunun kullanmaya başladığını, mahalleye geldiklerinde araçtan indiğini ve başvurucu ile F.N.nin nereye gittiklerini bilmediğini beyan etmiştir. vi. Mağdur S.İ.nin alınan adli raporlarında sağ göz çevresinden (orbita) kafatasına giren mermi çekirdeği nedeniyle hayati tehlike geçirdiği tespitine yer verilmiştir. vii. Mağdur H.G.nin alınan adli raporunda kafatasının sol tarafını (frontotemporal) sıyıran mermi çekirdeğinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralanmaya neden olduğu belirtilmiştir. Kolluk görevlileri tarafından olay sonrasında başvurucunun adli işlemler amacıyla teminine yönelik çalışmalar başlatılmış ancak başvurucuya ulaşılamamıştır. Bunun üzerine Başsavcılığın talebiyle Salihli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucu hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yakalama kararı verilmiştir. Başvurucu 29/1/2022 tarihinde Antalya'da yakalandıktan sonra tutuklanması talebiyle Hâkimliğe sevk edilmiştir. Başvurucu, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi vasıtasıyla yapılan sorgusunda ceza infaz kurumundan çıktıktan yaklaşık bir saat sonra F.N.nin evlerine gelerek ablasından otomobilini ödünç istediğini, kendisinin de tıraş olmak amacıyla F.N. ile birlikte çıktığını, yolda denk geldikleri E.P. ve K.yı da araca aldıklarını, berberin önüne geldiklerinde F.N.nin kullandığı aracı durdurduğunu ve belinden çıkardığı silah ile dükkâna doğru ateş ettiğini, kendisinin de koşup onu durdurmaya çalıştığını, durdurmamış olsaydı F.N.nin Se.İ.yi de vuracağını, F.N. ile Se.İ. ve S.İ. arasındaki husumeti bilmediğini, aracı kendi evine doğru sürdüğünü, olayla bir ilgisinin olmadığını beyan etmiştir. Hâkimlik, sorgunun ardından başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı 'Kasten Öldürme, Çocuğu Kasten Öldürmek' suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması ve özellikle de atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda atılı suça ilişkin öngörülen cezanın üst sınırı birlikte değerlendirildiğinde adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla, müsnet suçtan 5271 Sayılı CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince... [tutuklanmasına karar verildi.]\" Mağdur S.İ.nin kolluk ifadesi 14/3/2022 tarihinde alınmıştır. Mağdur bu ifadesinde başvurucunun akrabası olduğunu, kamera kayıtlarını incelediğinde mağdurun kendisine ateş eden F.N.yi engellemeye çalıştığını gördüğünü ve başvurucudan şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu, 14/3/2022 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur. Bu talep Hâkimlik tarafından 16/3/2022 tarihinde reddedilmiştir. Başsavcılık soruşturma neticesinde başvurucu hakkında 20/3/2022 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede başvurucunun eylemi iştirak suretiyle kasten öldürmeye teşebbüs olarak değil suçluyu kayırma olarak nitelendirilmiştir. Başvuru, tahliye talebinin reddi kararına 21/3/2022 tarihinde itiraz etmiştir. Bu itiraz Salihli Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 23/3/2022 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, itirazın reddi kararını 23/3/2022 tarihinde öğrendikten sonra 28/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tutukluluğun gözden geçirilmesine yönelik açılan ve başvurucu ile müdafiinin katıldığı 29/3/2022 tarihli duruşma sonrasında Hâkimlik, tutuklulukta geçirilen süre, mevcut delil durumu ve suç vasfının değişme ihtimaline istinaden başvurucunun yurt dışına çıkamama ve belirli yerlere düzenli olarak başvurma şeklindeki adli kontrol tedbirleri uygulanmak suretiyle tahliyesine karar vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/34086", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçuna ilişkin şikâyetin etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/11/2011 tarihinde eşi N.Y.den boşanmış, ortak çocukları olan 14/9/2010 doğumlu E.N.Y.nin velayeti başvurucuya verilmiştir. Başvurucu 24/10/2014 tarihinde N.Y.nin çocukla kişisel ilişkisinin kısıtlanması talebiyle Kocaeli Aile Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu ayrıca 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında N.Y.ye karşı 4/7/2016 tarihinde tedbir talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu tedbir talebindeki iddialarının çocuğun cinsel istismarı suçunu oluşturma ihtimali bulunduğu düşüncesiyle Kocaeli Valiliği (Valilik) 11/8/2016 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) ihbarda bulunmuştur. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca derhâl adli soruşturma başlatılmıştır. Öte yandan başvurucunun polis merkezine başvurarak N.Y.den şikâyetçi olması üzerine nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatıyla açılan soruşturma ile başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatı üzerine başlatılan soruşturma dosyaları da ilk soruşturma dosyası ile birleştirilmiştir. Birleştirilen soruşturmalar kapsamında başvurucunun müşteki sıfatıyla adli kollukta ifadesi alınmıştır. Başvurucu 3/7/2016 tarihli ifadesinde; kızının babasıyla görüşmesi nedeniyle yaklaşık iki yıldır davranışlarında değişiklik olduğunu, farklı tarihlerde birden fazla kez kızının odasında yalnız kalmak istediğini söyleyerek genital bölgesiyle ilgilendiğini, bunun nedeninin N.Y.nin kızına pornografik videolar izletmesi olduğunu kızından öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca N.Y.nin kızının göğüs, bacak ve kalçasına dokunduğunu yine kızından öğrendiğini, bu durumu mahkemede açtığı davada dile getirmediğini ancak sonraki dilekçelerinde bu hususu belirttiğini ifade etmiştir. Başvurucunun annesi olan N.K.nın adli kollukta bilgi veren sıfatıyla ifadesi alınmıştır. N.K. İfadesinde genel olarak başvurucunun iddialarını doğrulamıştır. N.Y. 6/7/2016 tarihinde adli kollukta verdiği ifadede iddiaların doğru olmadığını, Mahkemece 2014 yılında verilen kısıtlama süresine ilişkin ara kararının 2016 yılında dolacak olması nedeniyle kendisine iftira atıldığını belirtmiştir. N.Y.nin ifadesi 6/9/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısınca alınmıştır. İfadede N.Y. ilk ifadesine benzer şekilde iddiaları yalanlamış, böyle bir durum olsa başvurucunun kızlarını belirttiği tarihten sonra kendisine teslim etmemesi gerektiğini belirterek iftira attığı iddiasıyla başvurucudan şikâyetçi olmuştur. E.N.Y.nin 3/7/2016 tarihinde avukat ve adli görüşmecinin de katılımıyla Çocuk İzlem Merkezinde (ÇİM) mağdur sıfatıyla ifadesi alınmıştır. E.N.Y. ifadesinde annesi olan başvurucunun iddialarını doğrulamış, babasının kendisine iki kez uygunsuz video izlettiğini, ilkinde üç yaşlarında, ikincisinde ise beş buçuk yaşında olduğunu, ayrıca babasının bir kez de tişörtünün altından karın bölgesine dokunduğunu, babasını hiç çıplak görmediğini belirtmiştir. ÇİM'de yapılan adli görüşmeye ilişkin 7/7/2016 tarihli uzmanlık raporu ile E.N.Y.nin ses ve görüntü kaydını içeren ifade videosu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Adli görüşmeci yazılı görüşünde; E.N.Y.nin ifadesinde bazı çelişkili durumların bulunduğunu, cinsellik bilgisinin yaşı ile uyumlu olmayıp yaşının ötesinde olduğunu, annesinin olaydan çok sonra kamu makamlarına müracaat etmesinin olağan olmadığını belirterek kesin bir kanaate varamadığını belirtmiştir. Ayrıca raporda, çocukla Kocaeli Üniversitesi Çocuk Koruma Biriminde düzenli görüşme yapılması hâlinde daha sağlıklı ve detaylı bilgi elde edilebileceği, aile ilişkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi için ise sosyal inceleme yapılmasının faydalı olacağı görüşü dile getirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca Mahkemeden dava dosyası 29/9/2016 ve 17/1/2017 tarihlerinde istenerek iki kez incelenip iade edilmiştir. Söz konusu incelemelere ilişkin olarak düzenlenen -genellikle dosya inceleme tutanağı şeklinde isimlendirilen- bir tutanağa UYAP ortamında rastlanmamıştır. Başvuru formu ekinde sunulan ve N.Y.nin uzaklaştırılmasına dair tedbir talebi nedeniyle Kocaeli Aile Mahkemesinin 1/12/2016 tarihli ve 2016/510 değişik iş sayılı kararı üzerine alındığı anlaşılan sosyal inceleme raporunda da başvurucunun N.Y. hakkındaki iddiaları ile ilgili bazı değerlendirmelerde bulunulmuştur. Raporun sonuç kısmında başvurucu ve N.Y.nin birbirlerini suçlayıcı şekilde konuştukları, E.N.Y.nin sorulan sorulara yönlendirmeye açık şekilde cevap verdiği, anne tarafından da yönlendirilme ihtimali bulunduğu, bu konuların çocuğun yanında da açıkça konuşulduğu hususlarına vurgu yapılmıştır. Başvuru formu ekinde de sunulan ve Mahkeme tarafından Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinden (Hastane) istenmesi üzerine hazırlanan rapor 13/1/2017 tarihinde mahkeme dosyasına girmiştir. Bu raporda 8/5/2015 tarihli sosyal çalışmacı bilirkişi raporuna, Hastane Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalının 26/6/2015 tarihli muayene raporuna, 19/10/2015 tarihli muayene notu ile 28/12/2016 tarihli konsültasyon muayene raporuna, Hastane Adli Tıp Ana Bilim Dalının 23/9/2016 tarihli muayenesine, 21/1/2016 tarihli sosyal inceleme raporundaki psikolog görüşüne, tarafların iddia ve savunmalarına detaylı şekilde yer verilmiştir. Raporun sonuç kısmında N.Y.nin E.N.Y.ye cinsel içerikli video izlettiğine dair net bir ilişkilendirme kurulamadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/2/2017 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla soruşturma sona erdirilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Çocuğun Görebileceği Yerlerde Müstehcenlik, Çocuğun Cinsel İstismarı suçlarından müşteki şüpheli [N.Y.] hakkında yürütülen soruşturmada; müşteki şüpheli [N.Y.] ile müşteki şüpheli [H. K.] [başvurucu] arasında çocukla kişisel ilişki kurulmasının önlenmesi davası bulunduğu, müşteki şüpheli [H.]'nın aradan uzun bir süre geçtikten sonra müşteki şüpheli [N.] hakkında şikayetçi olduğu, dosya kapsamındaki tüm adli ve tıbbi raporlardan müşteki iddiasını destekler bir tespit ve sonuç bulunamadığı, müşteki şüpheli [H.]'nın mağdur ile müşteki şüpheli [N.] arasındaki aile ilişkilerini engellemeye çalıştığı düşünülmekle, müşteki şüpheli [N.Y.] hakkında üzerine atılı suçu işlediği yönünde soyut iddia dışında somut ve yeterli delil elde edilemediğinin anlaşılması nedeni ile...\" Başvurucu, anılan karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu, aile mahkemelerindeki davalarında alınan bilirkişi raporlarının soruşturma dosyasına getirtilmesini talep etmesine karşın kararda bu raporlara hiç yer verilmediğini belirtmiştir. Başvurucu her ne kadar olayı öğrendikten hemen sonra Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmasa da mahkemelere derhâl müracaat ettiğini, olaydan bir süre sonra suç duyurusunda bulunmasının nedeninin ise aile mahkemelerindeki bilirkişi raporlarının alınmasını beklemesi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun itirazı, kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince 8/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 17/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun \"Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Kamu davasını açma görevi\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir. (2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20738", "Başvuru Konusu":"Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçuna ilişkin şikâyetin etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ismin tashih edilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve anılan hakla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2014 yılında doğan çocuğunu Ciwan ismiyle nüfusa kaydettirmiştir. Çiğli Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü (Nüfus Müdürlüğü), \"w\" harfinin 1/11/1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun'a uygun olmadığı gerekçesi ile çocuk için kimlik belgesi düzenlememiştir. Nüfus Müdürlüğü ayrıca 1353 sayılı Kanun uyarınca çocuğun adının Civan olarak düzeltilmesinin uygun olacağı görüşü ile 4/12/2014 tarihinde Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) ihbarda bulunmuştur. Başsavcılık 15/12/2014 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açarak 1353 sayılı Kanun'a göre \"w\" harfinin resmî iş ve işlemlerde kullanılamayacağı iddiası ile çocuğun adının Civan olarak düzeltilmesini talep etmiştir. Mahkeme 21/10/2015 tarihinde davanın kabulüne ve çocuğun Ciwan olan adının nüfus kayıtlarında Civan olarak düzeltilmesine karar vermiştir. Mahkeme, gerekçesinde 1353 sayılı Kanun'a göre \"w\" harfinin resmî iş ve dairelerde kullanılamayacağını belirtmiştir. Başvurucu; kararı temyiz ederek ulusal ve uluslararası mevzuat gereği çocuğa isim koyma hakkının yalnızca ana ve babaya ait olduğunu, devletin anılan hakka müdahalesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, temyiz dilekçesinde ayrıca çocuğuna Ciwan ismini koymasının önünde engel oluşturan 5/5/1972 tarihli ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun maddesinin 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun maddesi ile yürürlükten kaldırıldığını ifade etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 5/10/2017 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, temyiz dilekçesinde belirttiği sebeplerle karar düzeltme yoluna müracaat etmiş; Daire 20/9/2018 tarihinde somut olayda karar düzeltme nedenlerinin bulunmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 16/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 1353 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Bu Kanunun neşri tarihinden itibaren Devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bilcümle şirket, cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburidir.\" 1353 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Verilecek tapu kayıtları ve senetleri ve nüfus ve evlenme cüzdanları ve kayıtları ve askeri hüviyet ve terhis cüzdanları 1929 Haziranı iptidasından itibaren Türk harfleriyle yazılacaktır.\" 5490 sayılı Kanun'un \"Bildirim yükümlülüğü ve süresi\" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:\"Doğum bildirimi; veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması hâlinde çocuğun büyük ana, büyük baba veya ergin kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından yapılır. Çocuğa konulan ad, üç adı geçmemek üzere ve kısaltma yapılmadan yazılır. Doğum ve gebelik raporu ile doğumun bildirilmesi ve doğum tutanağının düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir.\" 5490 sayılı Kanun’un \"Nüfus davaları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"a) Nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır. Kayıt düzeltme davaları nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır.b) Haklı sebeplerin bulunması hâlinde aynı konuya ilişkin düzeltme yapılması hâkimden istenebilir.....\" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun \"Velayet\" başlıklı kısmında yer alan maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:\"Çocuğun adını ana ve babası koyar.\" 4721 sayılı Kanun'un \"Velayet\" başlıklı kısmında yer alan maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Ana ve baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidirler.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.\" Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonunca imzaya açılan, Türkiye'nin 21/5/1975 tarihinde onayladığı ve 16/2/1977 tarihinde yürürlüğe giren 13/9/1973 tarihli ve 15226 sayılı Ad ve Soyadlarının Nüfus Kütüklerine Yazılış Şekline İlişkin Sözleşme’nin (14 No.lu Sözleşme) maddesi şöyledir:\"Bir Àkit Devlet makamı tarafından, bir nüfus kütüğüne, bir kayıt düşülmesi gerektiği takdirde ve bu amaçla, ad ve soyadları bu belgenin düzenleneceği dil alfabesiyle yazılmış nüfus kayıt örneği veya bir başka belge ibraz edilmiş ise, bu ad ve soyadları harfiyen, değiştirilmeksizin ve tercüme edilmeksizin kayda geçirilir.Bu ad ve soyadlarında bulunan ayrıca harf işaretleri de, belgenin düzenleneceği dil alfabesinde bu işaretler olmasa dahi, aynen yazılır.\" 14 No.lu Sözleşme'nin maddesi şöyledir:\"Bir Âkit Devlet makamı tarafından nüfus kütüğüne bir kayıt düşülmesi gerektiği takdirde ve bu amaçla, ad ve soyadlarını bu belgenin düzenleneceği dil alfabesinden başka bir yazı ile gösteren bir nüfus kayıt örneği veya diğer bir belge ibraz edilmişse bu ad ve soyadları tercüme edilmeksizin ve mümkün olan ölçüde, harflerin kullanılacak dil alfabesine uydurularak nakledilmesi suretiyle yazılır.Uluslararası Standartlar Örgütünce (S.O) önerilen esaslar varsa bunların uygulanması gerekir.\" Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesine temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar, bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da Sözleşme denetim organları tarafından ön ismi ve soy ismi kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin isim ve soy ismi konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber bunun kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu, bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin isimlerin düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37). Bu kapsamda isimleri üzerinde değişiklik yapılması hususunda ciddi nedenlere sahip olan kişilerin belirli şartlar altında bu imkâna sahip olması Sözleşme’nin maddesinin koruma alanına girmektedir. Ancak AİHM'e göre nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak kaydedilmesi, kimliğin belirlenmesi veya belli isimdeki kişilerin belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerektirdiği durumlarda isim değiştirme imkânına yasal birtakım sınırlamalar getirilmesi mümkündür (Stjerna/Finlandiya, § 39; Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 30206/04…, 2/2/2010, § 48). Nitekim AİHM'in Mentzen/Letonya, (B. No: 71074/01, 7/12/2002); Baylac-Ferrer ve Suarez/Fransa, (B. No: 27977/04, 25/9/2008) ve Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye kararlarında verilen ismin yazıya dökülmesi konusunun devletlerin dil politikasıyla ilgili olarak ismin kullanımına ilişkin düzenleme şeklinde bir müdahaleyi meydana getirdiği, bu müdahalenin kamu düzeninin sağlanması noktasında orantılı olarak değerlendirilebileceği belirtilmiştir. Buradan hareketle yabancı isimlerin ilgili ülkenin dilinde fonetiğe uygun olarak yazılması şeklindeki müdahalenin doğru telaffuza imkân vermesi, birbirini karşılayabilmesi durumunda açık bir ihlale sebebiyet vermeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye kararında hem ulusal alfabe seçiminin hem de isimlerin istenen fonetiğe uygun aktarımında karşılaşılan zorlukların ulusal takdir marjının en güçlü alanını teşkil ettiği vurgulanarak ihlal bulunmadığına karar verilmiştir. Ayrıca söz konusu kararda maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağından da inceleme yapılıp aynı sonuca ulaşılmıştır. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33702", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ismin tashih edilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve anılan hakla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, haksız tutuklama nedeniyle açılan tazminat davasının zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olmasının adil yargılanma, bu davaya esas teşkil eden önceki ceza yargılamasının ise yedi yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal dildiği hakkındadır. Başvuru, 18/2/2013 tarihinde Didim Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 1/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Talep üzerine Bakanlığa tanınan süre 5/5/2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 15 gün uzatılmıştır. Adalet Bakanlığı, görüşünü 6/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 16/6/2014 tarihinde bildirilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 1/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuş, başvurucu, tüm taleplerinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, “toplu kaçakçılık yapma” suçunu işlediği şüphesiyle 17/6/2002 tarihinde tutuklanmış, Ereğli (Konya) Cumhuriyet Başsavcılığının 20/6/2002 tarih ve E.2002/603 sayılı iddianamesi ile hakkında Ereğli Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama devam ederken 24/7/2002 tarihinde, başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Yargılama sonucunda Ereğli Ağır Ceza Mahkemesinin 27/1/2005 tarihli ve E.2002/58, K.2005/17 sayılı kararıyla başvurucu hakkında toplu kaçakçılık yapma suçundan beraat kararı verilmiştir. Katılan kurum vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi, 23/2/2009 tarihli ve E.2005/15495, K.2009/2254 sayılı ilamı ile eylemin münferit kaçakçılık suçunu oluşturması nedeniyle hükmün bozulmasına, ancak bu suç için kanunda öngörülen zamanaşımı nedeniyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar vermiş ve bu karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşme şerhini içeren karar örneği başvurucuya 4/1/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/3/2010 tarihinde Söke Ağır Ceza Mahkemesinde açtığı davada haksız tutuklama nedeniyle hürriyetinden yoksun kaldığını iddia ederek, bu süre boyunca oluşan zararının tazmini için 500,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Söke Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2010 tarihli ve E.2010/15, K.2010/153 sayılı kararı ile tazminat istemine esas teşkil eden kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığı ve dolayısıyla tazminat için öngörülen yasal koşulların bu nedenle oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun, anılan ret kararına karşı temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi, 3/12/2012 tarihli ve E.2012/24557, K.2012/26035 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin ret kararının onanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“… davacı hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiş olması karşısında, davacının temyiz istemi yönünden uygulanması gereken 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanunun maddesinin fıkrasında hangi hallerde tazminat istenebileceğinin tahdidi şekilde sayıldığı ve belirtilen şartların davacı yönünden oluşmadığının anlaşılması karşısında, mahkemece aynı yönde yapılan değerlendirme sonucu gerekçeleri gösterilerek davanın reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırı yön bulunmadığından hükmün onanmasına …” Yargıtay’ın onama kararı başvurucuya 23/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı mülga Kanun Dışı Yakalama veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “ Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hal ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut tutukluluklarının devamına karar verilen; Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen bildirilmeyen; Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hakim önüne çıkarılmayan; Hakim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetlerinden yoksun kılınan; Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmeyen; Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen; Mahkum olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra sadece para cezasına mahkum edilen kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1396", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız tutuklama nedeniyle açılan tazminat davasının zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olmasının adil yargılanma, bu davaya esas teşkil eden önceki ceza yargılamasının ise yedi yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal dildiği hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; uzun süren haksız elkoyma nedeniyle talep edilen kazanç kaybı isteminin reddedilmesi, tespit edilen zarar miktarının düşüklüğü ile zarar miktarı üzerinden ayrıca indirim yapılması ve tazminat miktarından yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci Başvurucu hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 23/11/2004 tarihinde başvurucuya ait 47 DP . plaka Dacia marka, 1993 model otomobile el konulmuştur. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından düzenlenen 13/7/2005 tarihli ekspertiz raporunda, başvuruya konu araçta ele geçirilen net ağırlığı 991 gram gelen yeşil renkli toz maddenin toplam net ağırlığının 755,86 gram saf esrar olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 23/11/2004 -11/10/2005 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçuyla ilgili Mardin Ağır Ceza Mahkemesince verilen yetkisizlik kararı sonrasında 5/2/2008 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Bununla birlikte aracın müsaderesine yer olmadığına ve hüküm kesinleştiğinde yedieminde bulunan aracın başvurucuya iadesine karar verilmiştir. Kararda, araç suçta kullanılmış ise de suça konu uyuşturucu maddenin miktarı dikkate alınarak müsaderesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı açıklanarak müsaderenin hakkaniyete aykırı olacağı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar 13/4/2015 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesince onanmıştır. Başvuru konusu araç 9/6/2015 tarihinde teslim edilmiştir.B. Başvuru Konusu Tazminat Davası Süreci Başvurucu 24/6/2015 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) haksız elkoyma nedeniyle Maliye Hazinesi aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; koşulları oluşmadığı hâlde aracına el konulduğunu, aracın korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığını ve aracın zamanında geri verilmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, on bir yıl süren elkoyma tedbiri nedeniyle aracın hurda hâline geldiğini izah ederek araçta aşınma ve çürüme nedeniyle meydana gelen değer kaybına karşılık 000 TL; on bir yıl boyunca aracın kullanılamaması nedeniyle de 000 TL olmak üzere toplam 000 TL tazminatın elkoyma tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, önceki bilirkişi raporuna itirazların giderilmesi amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor aldırılmıştır. Raporda, aracın el konulduğu 23/11/2004 tarihindeki ikinci el piyasa değerinin 000 TL olduğu, aracın teslim edildiği 9/6/2015 tarihindeki ikinci el piyasa değerinin 500 TL civarında olduğu, aracın teslim tarihindeki hurda bedelinin 500 TL olduğu kabul edilerek başvurucunun zararın 000 TL olduğu tespit edilmiştir. Öte yandan aracın hususi otomobil olduğu, ticari olarak kullanılmadığı, aracın elkoyma tarihinde on bir yaşında olması nedeniyle ekonomik ömrünü tamamlamak üzere bulunduğu, aracın yaşı, marka ve modeli piyasa rayiçleri değerlendirildiğinde araçta elde edilen net faydanın başvurucunun tutuklu hâlinin sona erdiği günün ertesi günü 12/10/2005 tarihinde başlayacağı ve her yıl %10 oranında azalacağı, aracın on beş yaşından sonra kullanımının ekonomik olarak mümkün bulunmaması nedeniyle kazanç kaybının da olmayacağı belirtilmiştir. Buna göre ortalama kazanç kaybının 627,29 TL olacağı, çekme ücreti olan 80 TL'nin makul olduğu, aracın pert işlemine tabi tutulması gerektiği, yenisinin ikamesi için on beş günlük sürenin yeterli olduğu, bu süre zarfındaki yolculuk giderinin 450 TL olacağı ifade edilerek toplam zararın 797,29 TL olduğu rapor edilmiştir. Mahkemece yukarıda özetlenen bilirkişi raporu esas alınarak 30/11/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 797,29 TL maddi tazminatın elkoyma tarihi olan 23/11/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu lehine 980 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilirken başvurucu aleyhine davalı lehine 442,30 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Tarafların kararı istinaf etmeleri üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 28/5/2018 tarihinde Mahkeme kararını kaldırıp davanın kısmen kabulüyle 540 TL maddi tazminatın 23/11/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar vermiştir. Kararda ayrıca başvurucu lehine 180 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilirken başvurucu aleyhine davalı lehine 790,60 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Daire kararının gerekçesinde, başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan hapis cezası ile cezalandırıldığı, uyuşturucu madde taşımada kullanılan aracın uyuşturucu maddenin miktarı dikkate alınarak müsadere edilmediği, dolayısıyla elkoymanın haksız olmadığı vurgulanmıştır. Öte yandan emsal Yargıtay kararlarına göre başvurucunun sadece aracın bedelini talep edebileceği ancak kazanç kaybı ve sair taleplerinin zararın doğmasına başvurucunun kendi kusuru ile sebep olduğundan bu talebin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre araç bedelinin 000 TL olduğu, 80 TL'de çekici ücreti olmak üzere 080 TL talep edebileceği, ancak emsal Yargıtay içtihatlarına göre zararın oluşumunda başvurucunun da müterafik/bölüşük kusuru bulunduğundan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi gereğince zarardan %50 indirim yapılarak 540 TL'ye kesin olarak hükmedildiği ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 9/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Tahkikat için sübut vasıtalarından olmak üzere faydalı görülen yahut musadereye tabi olan eşya muhafaza veya başka bir suretle emniyet altına alınır.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Elkonulan eşya, zarara uğraması veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme tehlikesinin varlığı halinde, hükmün kesinleşmesinden önce elden çıkarılabilir.... (4) Elkonulan eşyanın değerinin muhafazası ve zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınır. (5) Elkonulan eşya, soruşturma evresinde Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından, bakım ve gözetimiyle ilgili tedbirleri almak ve istendiğinde derhâl iade edilmek koşuluyla, muhafaza edilmek üzere, şüpheliye, sanığa veya diğer bir kişiye teslim edilebilir. Bu bırakma, teminat gösterilmesi koşuluna da bağlanabilir. (6) Elkonulan eşya, delil olarak saklanmasına gerek kalmaması halinde, rayiç değerinin derhâl ödenmesi karşılığında, ilgiliye teslim edilebilir. Bu durumda müsadere kararının konusunu, ödenen rayiç değer oluşturur. ” 6098 sayılı Kanun’un “Zararın ve kusurun ispatı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.\" 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın indirilmesinin düzenlendiği maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.\" 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın indirilmesinin düzenlendiği maddesi şöyledir: \"Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir.\" 6098 sayılı Kanun'un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisinin düzenlendiği maddesi ise şöyledir: \"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.\" 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler. ” 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır. (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir: “Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ve E.2013/16129, K.2014/9778 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"...Dava, haksız elkoyma nedeni ile uğranılan maddi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar davalı tarafından temyiz edilmiştir....Dosya arasındaki bilgi ve belgelerden, davacının aracında faturasız olarak akaryakıt taşınması nedeni ile akaryakıta ve araca el konulduğu, araç maliki olan davacının da içinde bulunduğu bir kısım sanıklar hakkında kaçakçılık suçundan açılan ceza davasında zamanaşımı süresinin dolması nedeni ile davanın ortadan kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. El konulan araç ceza yargılaması sırasında satılarak bedeli depo edilmiş, aracın davacıya iadesi kararının kesinleşmesinden sonra işlemiş faizi ile birlikte davacıya eldeki davanın açılmasından sonra iade edildiği anlaşılmıştır.Şu durumda davacı ceza davasında beraat etmediği gibi aracında taşınan akaryakıtın kaçak olmadığını da ispat edememiştir. Türk Medeni Kanunu maddesinde; Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz biçimindeki genel ilke ve Türk Borçlar Kanunu 52/ (818 sayılı BK ) maddesindeki 'Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir' hükmü uyarınca araç bedeli faizi ile birlikte davacıya iade edildiğine göre bu bölüm istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına, kazanç kaybı ve sair talepleri yönünden ise zararın doğmasına davacı kendi kusuru ile neden olduğundan tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü doğru olmamış kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/3/2017 tarihli ve E.2015/14420, K.2017/1789 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Dava, haksız elkoymadan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece, araçlar fiilen bulunamadığından araç bedelinin ve yoksun kalınan karın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.a)Dosyadaki bilgi ve belgeler ile Erciş Ağır Ceza Mahkemesi 2008/202-2009/201 sayılı dosyası kapsamından; davacıya ait aracın seyri sırasında kolluk güçlerince yapılan kontrolde araçtaki gizli bölmelerde 52 tane yabancı uyruklu şahsın bulunduğu ve araçlara göçmen kaçakçılığı suçunda kullanıldığı gerekçesiyle 19/09/2002 tarihinde el konulduğu anlaşılmaktadır. Araçta bulunan şahısların ifadelerinde, yurt dışına geçiş için davacıya ait araca bindirildiklerini beyan ettikleri, araç sürücüsü sanık [Ö.G.nin], olaydan haberdar olmadığını, göçmenleri araca abisi ve davacının da eşi olan [H.G.nin] gizlice bindirdiği yönünde savunmada bulunduğu, hatta davacının kendisini telefonla arayarak '...abisi [H.G.nin] kalp hastası olduğu, cezaevine girerse ölebileceğinden, suçu üstlenmesi gerektiğini...' söylediğine dair savunmada bulunduğu anlaşılmaktadır. Dosya kapsamına göre de aracın göçmen kaçakçılığı suçunda kullanıldığı sabit olup, davacının araç maliki olarak bu eylemden haberdar olmadığı düşünülemez, aksinin kabulü hayatın olağan akışına da aykırıdır. Aracının göçmen kaçakçılığı suçunda kullanılmasına izin veren davacının el konulan dönemde aracı kullanamamadan kaynaklanan zararı olduğu iddiasıyla talep ettiği yoksun kalınan kara yönelik tazminat isteminin kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, bu durum kararın bozulmasını gerektirmiştir....c) Davacının ıslah dilekçesindeki talebinde kendince bir indirim yapması mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmadığı gibi, oluşan zararda davacının yukarıda açıklandığı şekildeki müterafik (bölüşük) kusuru bulunduğu açıktır. Bu durumda, hükmedilecek tazminat miktarından BK. 42, 43 ve 44 (TBK.52) maddeleri gereğince uygun miktarda indirim yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu durumun gözardı edilmesi doğru olmamış ve kararın bozulması gerekmiştir....\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/4703, K.2016/6597 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacı vekili, Bitlis Asliye Ceza Mahkemesinin 2005/169 esas sayılı dosyası ile müvekkiline ait araca 19/11/2002 tarihinde el konulduğunu, 06/07/2005 tarihinde aracın iadesine karar verildiğini, müvekkiline 15/05/2013 tarihinde kesinleşmiş ilamın tebliğ edildiğini, aracın kullanılamaz hale geldiğini belirterek uğradığı maddi ve manevi zararın tazminini talep etmiştir....Mahkemece, davanın idari işlem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olduğu, idari yargı yerinde açılması gerektiği belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir.Dava, BK’nın ve devamı maddelerinde düzenlenen, haksız eyleme dayalı tazminat davasıdır. Genel hükümler uyarınca davacı, uğradığı zararın tazminini talep edebilir, bu hususta Hazinenin sorumluluğuna ilişkin açık bir düzenlemenin varlığına gerek bulunmamaktadır. BK’nın vd. maddelerinde; zararın ve tazminat miktarının tayini ile belirlenecek tazminatın tenkisi halleri de hüküm altına alınmıştır. Anılan maddeler gereğince dava konusu uyuşmazlık değerlendirilmeli; somut olayın oluşu, hal ve mevkiin icabı, hatanın ağırlığı, bölüşük kusur halinin bulunup bulunmadığı hususları tartışılarak, gerekirse hakkaniyet indirimi de yapılmak sureti ile tazminatın miktarı belirlenmelidir. Yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca; işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçe ile davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği gözetilmeden görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiş; hükmün, bu nedenle bozulması gerekmiştir...\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/12/2019 tarihli ve E.2019/823, K.2019/5729 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Ceza dosyası kapsamından; 4926 sayılı kanuna muhalefet nedeniyle açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme, aynı hükümde kaçak oldukları bilirkişi raporu ile sabit olan elektronik eşyaların da müsaderesine karar vermiş olup bu durum davacının ağır kusurunu oluşturmaktadır. Şu halde; davacının müterafik (bölüşük) kusuru gözetilerek hesaplanacak tazminattan BK.43 (TBK.51) maddesi gereğince uygun miktarda indirim yapılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken mahkemece bilirkişi raporundaki tespite göre %10 gibi çok düşük oranda yapılan indirim üzerinden karar verilmesi de hakkaniyete uygun olmamıştır...\" Yargıtay Ceza Dairesinin 19/11/2018 tarihli ve E.2018/4959, K.2018/10881 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"... Somut olayda, 5607 sayılı Kanuna aykırılık suçu kapsamında el konulan kamyon iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki davacı şirkete ait olduğu anlaşıldıktan sonra da elkoyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan aracın fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı, 5271 sayılı CMK'nun maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı düzenlendiği halde, hangi gerekçe ile araca fiilen el konulduğu, mahkeme kararından anlaşılamamaktadır. Mahkeme davacı şirketi somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul ederek aracın kendisine iadesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2017 tarih ve 2014/14195 başvuru numaralı kararında da belirtiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. Fiilen elkoyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. El konulan aracın müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve davacı şirketin aracının sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar kamyona fiilen el konulması şeklindeki müdahalenin 5271 sayılı CMK'nun maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğu gibi ölçülülük ilkesi ile de bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, davacının tazminat talebi doğrultusunda zararını karşılayacak uygun bir maddi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi [kanuna aykırıdır.]...\"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hikmet Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2016/4557, 4/7/2019, §§ 36- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23068", "Başvuru Konusu":"Başvuru, uzun süren haksız elkoyma nedeniyle talep edilen kazanç kaybı isteminin reddedilmesi, tespit edilen zarar miktarının düşüklüğü ile zarar miktarı üzerinden ayrıca indirim yapılması ve tazminat miktarından yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, stant açıp imza toplama eylemi yapan başvurucu hakkında toplantı ve sair etkinliklerin izne bağlandığı ve başvurucunun izin almadığı gerekçesiyle idari para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Mardin'in Kızıltepe ilçesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır ve aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesidir. Mardin Valiliği 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun maddesinin (m) bendi gereğince kamu düzenin tesisi için stant açmak vb. eylemler için 19/10/2017 tarihinden 14/1/2018 tarihine kadar izin alınması gerektiğine karar vermiştir. Başvurucu 14/1/2018 tarihinde mensubu olduğu Eğitim-Sen'in \"Zeytin Dalı Operasyonu\" olarak bilinen operasyonları protesto etmek amacıyla yaptığı basın açıklaması sonrasında; bu eyleme destek amacıyla öğretmenlik yaptığı okulun bahçesinde imza standı açmıştır. Başvurucu hakkında söz konusu tarihte Mardin Valiliğinin ilgili kararına rağmen mülki amirden izin almadan eylem yaptığı gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesine göre 259 TL tutarında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, söz konusu idari para cezasına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Kızıltepe Sulh Ceza Hâkimliğince idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/4/2018 tarihinde öğrendikten sonra 23/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14155", "Başvuru Konusu":"Başvuru, stant açıp imza toplama eylemi yapan başvurucu hakkında toplantı ve sair etkinliklerin izne bağlandığı ve başvurucunun izin almadığı gerekçesiyle idari para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, aynı suçlamalara ilişkin daha önce verilmiş beraat kararları bulunmasına rağmen, dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasının adil yargılanma hakkına, suç ve cezaların kanuniliği ile aynı suçtan iki kez yargılanmama ilkelerine aykırı olduğunu ileri sürmüş, infazın tedbiren durdurulmasını ve manevi tazminat ile yargılama giderlerine hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, 3/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/10/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olaylar zamanında, Ankara Barosuna bağlı olarak avukatlık yapmakta olup, bir dönem International Forex Ltd. Şti.’nin hukuk müşavirliğini yapmıştır. Sincan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/12/2009 tarihinde, başvurucu hakkında görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma açılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müvekkili müteveffa Ay.K.’nin alacaklı olduğu Ah.K.’yle aynı ismi taşıyan ve yurt dışında yaşayan bir kişi aleyhine icra takibi başlatmak ve böylelikle anılan kişinin bankadaki hesabından haksız şekilde para kesilmesine neden olmakla suçlanmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında, başvurucu, Ah.K.’nin borçlu kişi olduğundan emin olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun ismini verdiği bir kişiyi tanık olarak dinlemiş, ancak konuyla ilgisinin bulunmadığının anlaşılması üzerine, başvurucudan kastettiği kişinin bilgilerini vermesini talep etmiştir. Başvurucunun, bu konuda gerekli bilgileri Mahkemeye iletmediği anlaşılmaktadır. Başvurucu ayrıca, müteveffa müvekkiline gelen ödemelerin bir Hollanda Bankasının İstanbul’daki şubesinden istenebileceğini beyan etmiştir. Yapılan araştırma sonucunda anılan Bankanın böyle bir şubesinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Mahkeme, suçlamaya konu icra dosyalarını incelemiş ve gerekli belgeleri dosyaya getirtmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 21/4/2011 tarih ve E.2010/56, K.2011/100 sayılı kararı ile görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının gerçekleşmediğine hükmetmiştir. Mahkeme diğer yandan, başvurucuyu nitelikli dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi uyarınca sonuç itibarıyla 3 yıl 1 ay 15 gün hapse ve adli para cezasına mahkûm etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun öldüğünü bildiği müvekkili adına, borçlu olmayan Ah.K. hakkında iki adet icra takibi başlattığı, kendisinin ve temsil ettiği şirketin Ankara’da büro olarak kullandığı yeri veya Ankara’daki başka bir yeri borçlu adresi olarak göstermek suretiyle takipleri kesinleştirdiği, her iki takipteki alacaklı adresi olarak farklı yerlerin gösterildiğini, beyanında belirttiği gibi bir banka şubesinin bulunmadığı, dosyadaki bilgi ve belgeler ile başvurucunun savunmasının örtüşmediği, ölmüş kişi adına icra takibi başlatıldığından, tahsil edilen paranın da başvurucunun uhdesinde kaldığı ve paraların başkasına verildiğine dair bir savunma ya da bilgi bulunmadığı sonucuna varmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi, 4/6/2014 tarih ve E.2013/42188, K.2014/2028 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Bireysel başvuru, 3/7/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvurucu Hakkındaki Diğer Suçlamalar Müteveffa Ay.K.’nin eşinin, başvurucunun müteveffa adına üçüncü kişi G.G.’ye karşı icra takibi başlattığı, bu kişiden para tahsil ettiği, böyle bir alacaklarının bulunmadığı yönündeki şikâyeti üzerine başvurucu aleyhine görevi kötüye kullanma ve dolandırıcılık suçlarından dava açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 25/5/2012 tarih ve E.2011/125, K.2012/257 sayılı kararıyla görevi kötüye kullanma suçundan başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararında, müvekkilin ölümü halinde, vekilin ivedilikle mirasçıları haberdar etmesi gerektiği, davaya konu takibin ise vekâlet veren kişinin ölümünden bir yıl sonra başlatıldığı ve takibe gerekçe olan alacağa dair başvurucunun bir belge sunamadığı belirtilmiştir. Dolandırıcılık suçu bakımından, üçüncü kişiye karşı yapılmış bir hile unsurunun bulunmadığı ve bu kişinin itiraz yoluyla takibi durdurabileceği gerekçeleriyle başvurucunun beraatına hükmedilmiştir. Belirtilen kararın temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu hakkında ayrıca, bankada işlem görmeyen paralarının icra dosyasına yatırılmasını sağlamak için üçüncü kişi E.O. aleyhine ve diğer bir müvekkilinin talimatı haricinde bir icra takibi başlattığı iddiasıyla başka bir ceza davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/12/2012 tarih ve E.2011/94, K.2012/301 sayılı kararıyla, başvurucunun muvazaalı icra takibi başlattığına ve haksız menfaat edinmeye çalıştığına dair kesin, yasal ve inandırıcı delil elde edilemediğini belirterek, başvurucunun sahte özel belge tanzimi ve dolandırıcılık suçlarından beraatine karar vermiştir. Bahse konu karar da henüz kesinleşmemiştir. Başvurucuya yönelik, haksız yere icra takibi yapıp kesinleştirmek ve üçüncü kişilerin banka hesaplarındaki bir miktar parayı tahsil etmek suçlamasıyla ayrı bir ceza soruşturması daha bulunmaktadır. Bu soruşturmada, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kovuşturma yapılmasına gerek olmadığı kararının Bakan oluruna arz edildiği anlaşılmakla birlikte, soruşturmanın akıbetine dair başkaca bir bilgi sunulmamıştır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ve maddeleri. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10800", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, aynı suçlamalara ilişkin daha önce verilmiş beraat kararları bulunmasına rağmen, dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasının adil yargılanma hakkına, suç ve cezaların kanuniliği ile aynı suçtan iki kez yargılanmama ilkelerine aykırı olduğunu ileri sürmüş, infazın tedbiren durdurulmasını ve manevi tazminat ile yargılama giderlerine hükmedilmesini talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yükseköğretim öğrencisi olan başvurucuların çeşitli nedenlerle haklarında disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte yükseköğretim kurumlarında lisans veya yüksek lisans öğrencisi olarak öğrenim görmektedir. Başvurucular hakkında çeşitli eylemlerinden dolayı disiplin soruşturmaları başlatılmıştır. Yapılan soruşturmalarda, başvurucuların eylemleri 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi ile maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanan 18/8/2012 tarihli ve 28388 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin disiplin suç ve cezalarına ilişkin maddeleri kapsamında değerlendirilmiştir. Nihayetinde başvurucuların eylemlerinin niteliğine göre uyarma, kınama, uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular anılan disiplin cezalarının iptali istemiyle idare mahkemelerine başvurmuştur. Yargılama neticesinde mahkemelerce davaların reddine ilişkin verilen kararlar istinaf veya temyiz aşamasında kesinleşmiştir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Eğitim hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10488", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yükseköğretim öğrencisi olan başvurucuların çeşitli nedenlerle haklarında disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; haksız yere iddianame düzenlediği gerekçesiyle Cumhuriyet savcısı aleyhine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tabii hâkim güvencesinin, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Derneği (Dernek) yönetim kurulu üyesi, başvurunun yapıldığı tarihte ise genel başkanı olan başvurucu ile aynı kurumdaki bazı çalışanlar hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan denetim sonrasında düzenlenen raporlara istinaden Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bir soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında sekiz kez hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma ve 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu'na muhalefet etmek suçlarından 27/8/2010 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İlki 22/12/2010 ve sonuncusu da 7/2/2013 tarihinde yapılan yedi duruşma sonunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, tüm sanıkların unsurları oluşmayan suçlardan beraatlerine karar vermiştir. Yargılama sırasında şüpheliler hakkında başta tutuklama olmak üzere hiçbir güvenlik tedbirine karar verilmediği tespit edilmiştir. İlgili beraat kararı başvurucu yönünden 25/3/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı aleyhine, kasıtlı olarak hukuka aykırı soruşturma başlatıldığını, soruşturmada hukuka aykırı işlemler yapıldığını iddia ederek uğramış olduğu zararların tazmini için Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinde 000 TL manevi tazminat istemli davasını 8/10/2010 tarihinde açmıştır. Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi 17/3/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun, 9/2/2011 tarihli ve 6110 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 93/A maddesi uyarınca davaya devlet aleyhine devam edilmesi için gerekli dava şartının gerçekleşmemesi nedeniyle husumet yokluğundan davanın reddedildiği belirtilmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Hukuk Dairesi) 18/9/2012 tarihinde kararın -aşağıda ayrıntılı olarak belirtilen ilgili yasal değişikliklere atfen- görev yönünden bozulmasına karar vermiştir. Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinin kapatılması nedeniyle dosyanın devredildiği İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi, bozma kararı üzerine 4/4/2013 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyanın ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Hukuk Dairesi, yasal koşulların mevcut olmadığı gerekçesiyle 25/2/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Hukuk Dairesi kararının ilgili kısmı şöyledir: ''...[T]azminat istemi, yargısal nitelikteki suç soruşturması işlemlerine ve iddianame düzenlenmesine ilişkindir. Suç oluşturduğu ileri sürülen eylemler değerlendirilmiş ve kamu davası açılmıştır. Özel amaç ile davranıldığı yönünde bir delil de bulunmamaktadır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi mevcut değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir.'' Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK), karar tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunlara atfen ve 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a eklenen geçici maddesini (bkz. § 17) gözönünde bulundurarak Hukuk Dairesinin kararını 18/3/2015 tarihinde bozmuştur. HGK kararda özetle, yasal değişikliklerle ceza hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları aleyhine yargısal faaliyet nedeni ile açılan tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda yeni düzenlemeler getirildiğini, ilgili Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceğini ve bu davaların ağır ceza mahkemelerince, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağının düzenlendiğini değerlendirmiştir. Bozma kararı üzerine dosyanın gönderildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 2/2/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir: ''...[T]azminat istemi, yargısal nitelikteki suç soruşturması işlemlerine ve iddianame düzenlenmesine ilişkindir. Suç oluşturduğu ileri sürülen eylemler değerlendirilmiş ve kamu davası açılmıştır. Özel amaç ile davranıldığı yönünde bir delil de bulunmamaktadır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiçbirisi mevcut değildir.Kanun maddesinde hangi nedenlerle tazminat talebinde bulunulacağı belirtilmiş olup, CMK.nun maddesinin fıkrasında sayılan tazminat nedenlerinden hiç birisinin mevcut olmadığı hususunda kuşku bulunmamaktadır. CMK'nun maddesinin fıkrasında, 'Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.' denilmektedir. Her ne kadar birinci fıkrada yazılı haller dışında kalan nedenler veya kişisel kusur, haksız fiil ya da diğer sorumluluk hallerinden bahsedilmekte ise de, belirtilen hususların, yani kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerinin, somut olayda iddianame düzenleyen Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan işlemin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerini taşıyıp taşımadığı ancak yapılacak bir yargılama sonucu kesinleşen bir hükümle belirlenebileceği değerlendirilmiş olup davacının beyanına göre bu konuda herhangi bir şikayette bulunmadığı anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, CMK'nun maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebinin yasal koşullarının mevcut olmadığı değerlendirilerek davanın reddine karar verilmiştir.'' Başvurucu, anılan karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 11 sayfalık tebliğnamesinde özet olarak davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi nedeniyle hükmün bozulmasını talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) temyiz talebinin reddi ile hükmün onanmasına 14/5/2018 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: ''... 6545 sayılı Kanun ile 5271 sayılı Kanun'un [maddesinin fıkrası öncesindeki] tazminat istemi mevzuat itibariyle, manevi tazminat isteminin suç soruşturması sırasında yapılan işlemlere ve iddianame düzenlenmesine ilişkin olup, belirtilen hususlarla ilgili görevli Cumhuriyet savcısının özel amaçla davrandığına ilişkin dosya kapsamı itibariyle bir delil bulunmadığı gibi hukuki sorumluluğu gerektirecek bir eyleminde söz konusu olmadığı değerlendirildiğinden, tebliğnamede bozma öneren düşünceye iştirak edilmemiştir. '' Başvurucu, kararı 20/6/2018 tarihinde haricen öğrendiğini beyan ederek 29/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa'nın ''Mahkemelerin Bağımsızlığı'' başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Mülga 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 6110 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmiş maddesi şöyledir: '' Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:1 – İki taraftan birini tesahüp ve iltizam veya garez ve nefsaniyet dolayısiyle diğeri aleyhine kanuna ve adalete mugayir bir hüküm ve karar verilmiş olması,2 – Kabili tevil ve izah olmıyacak surette vazıh ve sarahati katiyei kanuniyeye mugayir karar verilmiş olması,3 – Muhakeme zabıtnamesinde mevcut olmıyan sebebe binayi hükmedilmiş olması,4 – Muhakeme zabıtnameleriyle kararların tağyir ve tahrif edilmiş ve söylenmiyen bir sözün hüküm ve karara müessir olacak surette söylenmiş gibi gösterilmiş olması,5 – İta veya temin veya vadolunan menfaat dolayısiyle mugayiri kanun hüküm verilmiş olması,6 – İhkakı haktan istinkaf olunması,7 – (Ek: 14/12/1929 - 1539/1 md.) Memuriyet vazifesini yapmakta ihmal ve terahi gösterilmesi veya kanuna göre verilen emirlerin makbul bir sebep olmaksızın yapılmaması.'' 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesine 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen iki fıkradan sonra, anılan maddenin son hâli şöyledir:\"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.  (3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.'' 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.” 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcıları Kanunu'nun mülga 93/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz...'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:''Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması...'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: '' (1) (Değişik: 1/4/2015-6644/3 md.) Devlet aleyhine açılan tazminat davası,ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.'' Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 7/10/2009 tarihli ve E.2009/4-361, K.2009/399 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: ''...[H]akimler için durum bu iken, cumhuriyet savcılarına karşı açılacak tazminat davaları yönünden ne açıklanan bu maddelerde ne de başka bir yasa maddesinde açık bir hükme yer verilmemiştir. Hakimlerin de, cumhuriyet savcılarının da hem idari hem de yargısal görevlerinin bulunduğu yasal düzenlemelerde belirtilmektedir.… Görüldüğü üzere, 1982 Anayasası ile hakimler ve savcılar; açıkça aynı haklara ve soruşturma usullerine tabi tutulmuş; özel hukuktaki sorumlulukları açısından ise bu tarihten önceki durumlarında bir değişiklik olmamıştır. Öyle ki, 1982 Anayasası döneminde 1086 sayılı Kanunun 573 ve devamı maddelerinde 2004 ve 2008’de iki kez değişiklik yapılmışsa da, bu değişikliklerde hakimler hakkındaki çerçeve korunmuş; savcıları bu maddeler kapsamına alacak yasal bir düzenlemeye gidilmemiştir. Durum bu iken, eldeki davanın cumhuriyet savcılarına yöneltilmiş olması da gözetilerek; HUMK.nun 573 ve devamı maddelerinde açıkça sayılmayan cumhuriyet savcıları yönünden de bu hükümlerin uygulanıp uygulanmayacağının çözümlenmesi gerekir. Tüm bu hükümler ortaya koymaktadır ki, 'Türk Ulusu' adına yargılama yapmaya ve karar vermeye yetkili ve görevli hakimler; memur ve diğer kamu görevlilerinden ayrı Anayasal statüye sahiptir. Bu statü, hakimlerin tarafsızlığını ve dolayıs[ı]yl[a] yurttaşa bir yargı güvencesi sağlamayı amaçlamıştır. Hakimler de, memur ve diğer kamu görevlileri gibi, kamu hizmeti üretme ve görme açısından yurttaşın hizmetindedir. Bu nedenle, yargı hakkını kullananların, yurttaşlara verdikleri zararlardan sorumlulukları; 1086 sayılı Kanunun 573 ve devamı maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin amacı, bir yandan yargı hizmetinin görülmesi sırasında yurttaşlara verilen zararlardan sorumluluğu ortaya koyarken, hassas yargı faaliyetine ve bunun bir parçası olan hakime, keyfi ve dayanaksız başvurularla, zarar verilmesini de önlemektir. Açıklandığı üzere, hakimlerin sorumluluğuna ilişkin HUMK.573 ve devamı maddeleri istisnai hükümlerdendir. Kanunda sayılan istisnaların ve sınırlı düzenlenen usul hükümlerinin yorum yoluyla değiştirilmesi veya genişletilmesi olanağı bulunmamaktadır.Maddede sayılmayan ceza hâkimlerinin de bu madde kapsamında düşünülmesi gerektiğini kabul eden 1931 tarih ve 1931/19 E-1931/35 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ise, maddedeki 'Hakim' ibaresinden yola çıkılarak verilmiş olup; değiştirme veya genişletme olarak düşünülemez ve cumhuriyet savcılarının da bu maddeler kapsamında kabul edilebilmesi için uygun bir emsal olarak kabul edilemez.Şu durumda, HUMK.573 ve devamı maddelerinin, maddede açıkça sayılmayan cumhuriyet savcıları yönünden de yorum yoluyla uygulanabileceğini kabule olanak bulunmamaktadır. Sonuç itibariyle ; davalı cumhuriyet savcıları, istisnai bir hüküm olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde açıkça sayılmayıp; bu maddelerin istisnai ve usule ilişkin hükümler olması nedeniyle yorum yoluyla genişletilmesi ve değiştirilmesi olanağı da bulunmadığından,…Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, ceza yargılamasında savcılık, iddia görevini yerine getiren, gereğinde sanığın haklarını da gözeten bir yargılama makamı olması yanında, yargılama faaliyeti içinde fiilen ve hukuken yer alan bir unsur olarak da kabul edilmektedir. İdari görevlerinin varlığı savcılığın aynı zamanda yargılama görevlerinin varlığını kabule engel değildir. Nitekim, hâkimlerin de idari görevleri vardır ve bu görevler yargısal görevlerini ortadan kaldırmamaktadır. Dava açılması ve buna ilişkin iddianamenin düzenlenmesi tümüyle yargısal faaliyettir. Bu faaliyetin yerine getirilmesinde salt kişisel kusurlu davranışla zarara yol açıldığında cumhuriyet savcısının kişisel sorumluluğu doğar. Zira, iddianame idari bir işlem olmayıp, bu işlemin iptalinin dava konusu edilmesi de olanaklı değildir. İddianamenin kabulü ya da reddi yargı faaliyeti içinde ve kanunda yer alan koşullarla ancak mahkeme kararıyla mümkündür. İddianame, yargılamanın başlayıp yürütülmesindeki rolü nedeniyle yargılamaya dâhildir ve yargılamadan ayrı düşünülemeyecek nitelikte olması nedeniyle de idari faaliyet kapsamında değerlendirilemez. Ne var ki, iddianamenin yargılama faaliyetine dâhil olması da, tek başına eldeki davada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinin uygulanmasına yetmemektedir. Yukarıda da açıklandığı üzere, bu işlemi yerine getiren kişinin Cumhuriyet Savcısı olması ve maddede açıkça Cumhuriyet Savcılarının sorumluluğunun düzenlenmemesi karşısında, 1086 sayılı HUMK.nun 573 ve devamı maddelerinin somut olay yönünden uygulama yeri bulunmamakta; konunun genel hükümlere göre Adliye mahkemelerinde çözümlenmesi gerekmektedir.'' Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/12/2011 tarihli ve E.2011/4-671, K.2011/809 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...I- Genel olarak hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davalarında kabul gören ilkeler ve yasal düzenlemeler:... mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, Hakimin bağımsızlığı kadar, tarafsızlığını da güvence altına almak amacı ile onun hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tespitini özel bir usule tabi tutmuştur. Bu bağlamda, Hakimlerin sorumluluğu mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun 1970 gün ve 186/623 sayılı kararında da belirtildiği üzere, anılan yasa hükümlerinde, dava sebepleri tahdidi olarak gösterilmiştir. Kanunun maddesinde yer alan düzenleme gereğince, hâkimin hukuki sorumluluğu için; iki taraftan biri ile olan dostluk veya düşmanlık sebebiyle diğer taraf aleyhine kanuna ve adalete aykırı bir hüküm veya karar vermiş olması (m.573/1) veya tevil veya tefsire ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olan bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş bulunması (m.573/2) yahut da yargılama tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanarak hüküm verilmiş olması (m.573/3-4) veyahut da verilen veya sağlanan yada vaat edilen bir menfaat dolayısıyla kanuna aykırı bir hüküm verilmiş olması (573/5) gerekir. Buna göre, Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için (mülga) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun maddesinde sayılan hallerde haklarında tazminat davası açılabilir. Açıklanan hükümler, Hakimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa’ya konulmuştur. Yine bu amaçla, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı 'Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun' la, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle açılacak tazminat ve rücu davalarında yeni düzenlemeler getirilmiş ve hakimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin, Devletin sorumlu tutulacağı esası benimsenmiştir.6110 sayılı Kanunun 14/1-a maddesiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi; 'Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı… Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir…' şeklinde değiştirilmiş; Aynı Kanunun maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinde ise; 'Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle: a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz. ...Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.' hükmü getirilmiştir.Görüldüğü üzere, 6110 sayılı Kanunla, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinde yapılan değişiklik ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesi ile getirilen düzenleme sonucu Devlet yasal hasım haline getirilmiş, ilgili hakimin ise ancak zorunlu ihbar olunan sıfatıyla davada yer almasına olanak tanınmıştır.Yasa koyucu bu düzenlemeyle, Hakimlerin Anayasa teminatı (m.138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı ve öteden beri kabul görmüş olan ilkelere paralel olarak, Hakimin sorumluluğunu diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarından ayrı esaslara tabi olması ilkesini aynen muhafaza etmiş; değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, yargılama faaliyetini yürüten hâkim ve savcıların çeşitli etkilere karşı teminat altına alınması, yargılama faaliyetlerine dayalı tazminat davalarının doğrudan hâkim ve savcıya karşı açılmasının adil yargılama ortamını yok etme tehdidinin önlenmesi görüşünden hareketle, yargısal faaliyetlerden doğan zararlar yönünden sadece hâkimin kişisel sorumluluğunu öngören bir anlayıştan vazgeçilerek, bu sorumluluktan dolayı davanın Devlete karşı açılması ile hem meydana gelebilecek tehlikeli ve zararlı durumun düzeltilip tamir edilmesi, hem de haksız davaların önlenmesi amaçlanmıştır. Yine, 6110 sayılı Kanunla getirilen sistemde, yasal hasım hakim değil, devlet olarak kabul edilmiş; mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun maddesinde tahdidi olarak sıralanan ve az yukarıda açıklanan sorumluluk sebepleri yönünden ise her hangi bir değişiklik cihetine gidilmemiş olup; 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesiyle, hakimlerin sorumluluğu hususunda sıfat ve süreye dair tamamlayıcı hükümler getirilmiştir....Sözü edilen maddenin fıkrasında getirilen; 'Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.' şeklindeki düzenleme ile de; taraflar, süre ve sorumluluk sebeplerine ilişkin olarak uygulanması gereken hükümlere dair silsile ve atıf yapılan kanunlar gösterilmiştir. Anılan maddenin gerekçesinde ise; 'Mevzuatımızda (HUMK m. 573-576) sadece hukuk hâkimlerinin tazminat sorumluluğuna ilişkin olarak özel düzenleme yer almakta, buna karşılık, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat istemini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddelerindeki hükümler dışında ceza hâkimlerinin ve savcıların tazminat sorumluluğuna ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, 25/3/1931 tarihli ve 1931/19 E., 1931/35 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü maddesinde sayılmayan ceza hâkimlerinin de bu madde kapsamında düşünülmesi gerektiği kabul edilmiş ve uygulama bu şekilde gelişmiştir. Keza, Yargıtay içtihatlarıyla, savcılar hakkında kanunî bir düzenleme bulunmaması ve onların hâkim olarak kabul edilemeyecekleri gerekçe gösterilerek, savcılar hakkındaki tazminat davalarının Borçlar Kanunu genel hükümlerine göre açılabileceği kabul edilmiştir. Aynı durum müfettişler açısından da söz konusudur. Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 14/1/1976 tarihli ve 5/4 sayılı Kararıyla, Yargıtay başkan ve üyelerine karşı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca, Yüce Divanda cezai mahkumiyetlerine karar verilmedikçe, doğrudan tazminat davası açılamayacağına hükmetmiş ve daha sonraki Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla uygulama bu şekilde devam etmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ilâ 576 ncı maddeleri uyarınca dava doğrudan hâkim aleyhine açılmakta, davanın açılması için davaya konu eylemin dayanağı olan davanın sonucunun beklenmesi gerekmemektedir. Buna karşılık, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri uyarınca, dava Devlet aleyhine açılmakta, ayrıca dava açılabilmesi için davaya konu eylemin dayanağı olan karar veya hükmün kesinleşmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere; 2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 46 ve devamı maddelerinde hâkimlerin hukukî sorumluluğuna ilişkin yeni bir sistem benimsenmiştir. Buna göre hâkimlerin yargısal faaliyetlerinden kaynaklanan zararlardan dolayı ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Söz konusu Kanun 2011 tarihinde yürürlüğe girecektir. ...Dikkat edilmesi gereken bir başka yön, 6110 sayılı Kanunla getirilen yeni sistemde, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinde sıralanan hakimin sorumluluk sebeplerini ilga eden bir düzenlemeye yer verilmemesi ve buna paralel olarak da, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesiyle, hakimin sorumluluk sebepleri yönünden açık bir düzenleme getirilmemiş olmasıdır. Şu durum karşısında; 6100 sayılı Kanunun yürürlüğe girişine kadar, 6110 sayılı Kanunun değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, genel olarak hakimin sorumluluğu hususunda öncelikle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesinde öngörülen ilkelerin aranması, sorumluluk sebepleri yönünden ise 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi hükmünün uygulanması söz konusu idi. Nihayet, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldıran, 2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 01 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 'Hakimin Hukuki Sorumluluğu' başlığı altında yer verilen düzenlemeyle, 46 ila maddelerinde sorumluluk sebepleri, yargılamada görevli mercii, dava dilekçesine dair özel yöntem ve davanın reddi halinde verilecek cezaya dair özel hükümler getirilmiştir. Bu cümleden olarak, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinde yer alan sorumluluk sebepleri, az yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinde tahdidi olarak sayılan sorumluluk sebepleri ile aynıdır. Ancak sadece, maddenin (7) numaralı bendinde gösterilen nedene yer verilmemiştir. ...Açıklanan mevcut yasal durum çerçevesinde; 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun maddesinden sonra gelmek üzere 6110 sayılı Kanunla eklenen 93/A maddesi halen yürürlükte olup, hakimin sorumluluğu hususunda öncelikle anılan 93/A maddesinde öngörülen ilkelerin aranması; sorumluluk sebepleri ve yargılama usulü yönünden ise artık, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinin değil, anılan maddeleri yürürlükten kaldıran 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddelerinin uygulanması gerektiği tartışmasızdır. Buna göre, sorumluluk sebepleri yönünden ilk etapta uygulanması gereken 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile, ceza ya da hukuk hakimi ayırımına yer verilmeksizin, hukuk ve ceza hakimleri ile savcı ve müfettişlerin ve hatta Yüksek Mahkeme Başkan ve üyelerinin de sorumluluk kapsamına alındığı; anılan madde gerekçesinde, ‘uygulamada sorun oluşturan ve eksik kalan’ yön olarak nitelendirilen ceza hakimlerinin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle hukuki sorumluluklarının da sözü edilen madde kapsamında düzenlendiği her türlü duraksamadan uzaktır. ...2005 yılına kadar 466 sayılı Kanunda düzenlenen haksız yakalama ve tutuklama dolayısıyla tazminat isteme hakkı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş olup, 2001 yılında Anayasa’nın maddesinde yapılmış olan değişikliğin, bu gelişmede payı büyüktür. Bu noktada; 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un maddesi ile, 1964 gün ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış; 466 sayılı Kanun yerine yürürlüğe konulan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yedinci Bölümünde 'Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat' ana başlığı altında, 141 ila maddelerinde, tazminat istemi, bunun koşulları ve sonuçları, tazminatın geri alınması ve tazminat isteyemeyecek kişiler, yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir.III- Genel olarak hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan tazminata ilişkin mevzuat ve koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasına ilişkin mevzuatın uygulama alanları, genel kanun-özel kanun ve önceki kanun-sonraki kanun ilişkisi yönleriyle değerlendirme:Yukarıda ayrıntılı olarak ifade edildiği üzere, genel olarak hakimin sorumluluğu hukuk-ceza ayrımı yapılmaksızın 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddelerinde düzenlenmiştir. ...Bu eylemlerin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddelerinde sayılan sorumluluk hallerinden olması durumunda da, ister ceza isterse hukuk hakimi olsun, hakimin sorumluluğu sebebiyle Devlet aleyhine tazminat istemiyle karşılaşılması söz konusu olacaktır. Sonuçta, Devlet ödediği tazminat nedeniyle sorumlu ceza ya da hukuk hakimine rücu edecektir (2802 s. HSK m.93/A-3, 6100 s. HMK m.46/3).5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddelerinde ise ceza hakimlerinin sorumluluğuna ilişkin özel bir düzenleme yer almayıp, öncelikle Devletin sorumluluğu kabul edilmekle birlikte, Devletin rücu edeceği süje hususunda hakim ve savcılar açıkça ifade edilmeksizin, 'kamu görevlisine' rücu edebileceği tabiri kullanılmıştır. Esasen, her iki sorumluluk nedeninde de, Devlet yasal hasım olarak düzenlenmekte ise de, bu düzenlemenin hareket noktası ve gerekçeleri farklı olup; genel olarak hakimlerin sorumluluğunu düzenleyen mevzuatta (2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddeleri) yargılama faaliyetini yürüten hâkim ve savcıların çeşitli etkilere karşı teminat altına alınması, yargılama faaliyetlerine dayalı tazminat davalarının doğrudan hâkim ve savcıya karşı açılmasının adil yargılama ortamını yok etme tehdidinin önlenmesi ve bu itibarla, hem meydana gelebilecek tehlikeli ve zararlı durumun düzeltilip tamir edilmesi, hem de haksız davaların önlenmesi amacına yönelik olduğu halde; koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminata ilişkin mevzuatta (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddeleri) toplum yararına yapılan soruşturma ve kovuşturma ile açılan ceza davası sonucu bireyin zarar görmesi durumunda zararın tazminini öncelikle Devlet’in yükümlenmesi gereği ve amacına yöneliktir.Diğer taraftan; sorumluluğun kaynağıyla ilgili olarak, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddelerinde az yukarıda anlatılan sınırlayıcı özel hükümlere yer verilmiş iken, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddelerinde arama, elkoyma, yakalama ve tutuklama hallerinde bireyin maddi ve manevi zararının giderilmesine yönelik düzenlemeler mevcuttur. Bir başka anlatımla, düzenleme alanları farklıdır. Tüm bu açıklamalar karşısında, hakimlerin genel olarak hukuki sorumluluğunu düzenleyen mevzuat ile koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminata ilişkin mevzuat arasında, genel-özel kanun ilişkisi ya da önceki-sonraki kanun ilişkisinin varlığından söz edilemeyeceği açıktır.Şu da eklenmelidir ki; yukarıdan beri açıklanan yasal durum ve ilkelerin bir diğer sonucu olarak, ceza hakimleri de 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddeleri hükmüne göre sorumlu tutulabileceklerinden; 1931 ve 19/35 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’ndan sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ilâ 144 madde hükümlerinin, anılan İçtihadı Birleştirme Kararına etkisinin olacağından ve bunu yürürlükten kaldıracağından söz edilmesi olanaklı değildir (YHGKK 2010 gün, E:2010/4-551 K:2010/598). O halde, hakimin verdiği karar nedeniyle zarara uğradığı iddiasıyla dava açacak olan kişinin, baştan beri anlatılan hakimin genel sorumluluk sebeplerine dayalı olarak Devlet aleyhine dava açma yolunu tercih edebileceği gibi; böyle bir dava yerine, koşullarının varlığı halinde koruma tedbirleri nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddelerine dayanarak Devlet’ten tazminat isteyebileceği de açıktır. Her iki düzenlemenin amacı, kaynağı, koşulları ve sonuçlarının birbirinden farklı olduğu ve birinin diğeri yerine geçmediği belirgin olmakla; davacının her iki başvuru yolundan birine ya da ikisine başvurmasına yasal bir engel bulunmamaktadır. Aksinin kabulü hak arama özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir ki, bunun kabulü de olanaklı değildir (Y.H.G.K.K 2010 gün, E:2010/4-551 K:2010/598).IV- Sorumluluk davalarında uygulanması gereken mevzuata dair silsile ve atıf yapılan kanunların düzenlendiği 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesinin fıkrası çerçevesinde yapılan değerlendirme:...Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uğranılan zarara neden olan işlemlerin bir bölümü, yargısal faaliyetlere ilişkin olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ilâ 144 maddelerinde sayılan sınırlı hallerde devletin sorumluluğu da kabul edilmiştir.Koruma tedbirleri nedeniyle tazminata ilişkin bu hükümler yapılan muhakeme sonunda başlangıçta haklı görülen tedbirin bilahare haksız ya da hukuka aykırı olduğunun anlaşılması halinde bundan zarar gören kimselerin, bu zararlarının karşılanmasına yöneliktir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi hangi hallerde tazminat istenebileceğini, maddesi bunun koşullarını, ve maddeleri ise tazminatın geri alınmasını ve tazminat isteyemeyecek kişileri düzenlemiştir. Burada düzenlenen tazminat nedenleri sayılan koruma tedbirlerine dair kararın yerindeliğine ilişkin değerlendirme yapılmasını ve sonradan haksızlığın anlaşılmasını gerektiren hükümlerdir. ...Hakimin, kasıtla ve ağır kusurla yasaya aykırı olarak tutuklama ve tahliye talebinin reddi kararını verdiği iddia edildiğine göre, tutuklamanın yerindeliğinin yani dosya kapsamına ve delil durumuna göre davacı-sanığın tahliyesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi de bu aşamada olanaklı değildir. Zira, hakimin eylemi, kanun hükmüne aykırı olarak verdiği kararıyla kişinin özgürlüğünün kısıtlanması suretiyle zararına neden olmak şeklinde ortaya konulmuştur. Zarar gören isterse bu sorumluluk nedenine, bu hükümlerde gösterilen koşullara dayanarak Devlet’den tazminat isteyebileceği gibi; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen sorumluluk nedenine dayanarak da, 141 ilâ 144 maddeleri nedeniyle sorumlu bulunan devlete de davayı yöneltebilir. Davacı taraf, dava açarken açıkça hakkındaki kararın kasıt ve ağır kusurla yasaya aykırı olarak oluşturulduğu iddiasıyla, hakimin sorumluluğuna dayanmıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen sorumluluk türüne dayanmadığına göre hukuken başvurabileceği diğer yol olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (Hukuk Muhakemeleri Kanunu)’nda düzenlenen hakimin sorumluluğuna (dolayısıyla da son yasal durum itibariyle devletin sorumluluğuna) gidemeyeceğini kabul etmek olanaklı değildir. Aksi halde hak arama özgürlüğünün kısıtlanması söz konusu olur ki, böyle bir kabul şekli ne anayasa, ne yasalar ne de uluslararası değerlere uygun düşmeyecektir...'' Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/3/2015 tarihli ve E.2014/4-1806; K.2015/1040 ilamının ilgili kısmı şöyledir: ''...[İ]şin esasına geçilmeden önce, 2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 24/2/1983 gün ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesinin yürürlükten kaldırılmasının ve 2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı CMK maddesine eklenen ve fıkraların görev bakımından eldeki davaya etkileri tartışılmıştır. Görev konusu kamu düzenini ilgilendirdiği için öncelikle görev sorununun aşılması gereklidir. Mülga 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı maddelerinde, 'hakim ve icra reisi' aleyhine maddede düzenlenen yedi bent ile sınırlı olmak üzere tazminat davası açılabileceği, 1931 gün ve 19/35 sayılı İBK kararı ile ceza hakimlerinin de hakim kavramı içinde olduğu, Mülga 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı maddelerinin, hakim ve icra reisi ile ceza hakimlerine yargısal faaliyet nedeni ile oluşan zararlardan dolayı sınırlı sorumluluk halleri getirerek koruma sağladığı, cumhuriyet savcılarının ise başlık ve madde metni dikkate alındığında 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı koruması içine alınmadığı, cumhuriyet savcıları aleyhine genel hükümler çerçevesinde tazminat davası açılabileceği içtihatlar ile kabul edilmekteydi. 2011 gün ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile mülga 1086 sayılı HMUK’nın maddesinde değişiklik yapılmış, hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenleme altına alınmış, 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na 93'üncü maddeden sonra gelmek üzere 93/A maddesi eklenmiş; Cumhuriyet savcıları da Devlet koruması altına alınmış, hakim ve cumhuriyet savcıları aleyhine kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa tazminat davası açılamayacağı düzenlenmişti.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın maddesi gereğince hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Madde gerekçesinde 'Hükümde geçen 'hâkim' kavramının genel anlamda kullanıldığı, buna yargı yetkisini kullanan tüm hâkimlerin dahil olduğu, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri keza ceza mahkemesi hâkimlerinin de buraya dahil' olduğu ifade edilmiştir.6100 sayılı HMK’nun maddesine göre, aynı Kanun’un maddesine istinaden Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir. Bu arada, 2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile 24/02/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Böylelikle 'hukuk hakimleri' dışındaki hakimler ve cumhuriyet savcıları aleyhine açılacak tazminat davalarında görevli mahkemenin neresi olduğu sorunu ortaya çıkmıştır. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 'Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat' başlıklı maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, maddenin fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri, maddesinde ise koruma tedbirleri nedeni ile tazminat isteminin, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı düzenlenmiştir. 2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141'inci maddesine; '(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.(4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.' şeklinde ve fıkralar eklenmiştir. Ayrıca aynı Kanun ile 'ceza hakimleri' ve 'cumhuriyet savcıları' hakkında açılmış derdest olan davalar hakkında 5320 sayılı Kanun’a geçici madde eklenmiş; bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin, ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği ve bu davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141'inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı düzenlenmiştir.Somut olayda davacı, ihbar edilen cumhuriyet savcısının yargısal faaliyeti nedeniyle manevi tazminat istemiştir. Karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri ceza hakimleri ve cumhuriyet savcıları aleyhine yargısal faaliyet nedeni ile açılan tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda yeni düzenlemeler getirmiştir. Görev sorununun kamu düzenini ilgilendirdiği kabulü karşısında mevcut bu düzenlemeler dikkate alınarak eldeki dava hakkında karar verilmek üzere Daire kararının bozulması gerekmiştir. '' ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17776", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız yere iddianame düzenlediği gerekçesiyle Cumhuriyet savcısı aleyhine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tabii hâkim güvencesinin, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi ve miras hakkına dayalı olarak 1/3/2012 tarihinde açılan davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/5/2016 tarihli bozma kararı sonrasında halen Sarız Asliye Hukuk Mahkemesinde devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 20/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18280", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, boşanma davasında delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda verilen kararın adil olmaması ve bir kısım talebin gerekçesiz reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/6/2014 tarihinde Malatya Aile Mahkemesi (Mahkeme) vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 14/12/2011 tarihinde eşi tarafından boşanma davası açılmıştır. Başvurucu da aynı dosya üzerinden karşı dava yoluyla boşanma, maddi ve manevi tazminat, tedbir nafakası ve ziynet eşyası alacağı taleplerinde bulunmuştur. Dava kapsamında davacı ve davalının tanıkları dinlenmiş, tarafların sosyal ve ekonomik durumları araştırılmış, ziynet alacağı talebi yönünden kuyumcu bilirkişiden rapor alınmıştır. Mahkeme 19/4/2013 tarihli ve E.2011/932, K.2013/275 sayılı kararı ile asıl ve karşı davanın ayrı ayrı kabulü ile tarafların boşanmalarına, başvurucu için dava süresince takdir edilen 300 TL tedbir nafakasının karar kesinleşinceye kadar devamına, başvurucunun maddi ve manevi tazminat ile ziynet alacağı taleplerinin reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Davacı- karşı davalı vekili tarafından mahkememize verilen 14/12/2011 tarihli dava dilekçesinde bildirdiği sebeplerle müvekkilinin davalı-karşı davacıdan boşanmasına ve karşı davacının davasının reddine karar verilmesini dava ve talep etmiş[tir].Davalı- karşı davacı vekili tarafından mahkememize verilen 11/01/2012 tarihli karşı dava dilekçesinde bildirdiği sebeplerle davacının davasının reddine kendi davalarının kabulünekarar verilmesini dava ve talep etmiş[tir].Açılan dava K.nın 166/ maddesine dayalı açılmış boşanma davasıdır.T.K.nın 166/ fıkrasında, “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.” hükmü, maddesinde “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu el birliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” hükmü, 186/ maddesinde ise “Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar.” hükmü düzenlenmiştir. Dinlenen taraf tanıkları beyanlarından da anlaşılacağı üzere tarafların artık bir araya gelmelerinin zor olduğu ve evlilik birliğinin kendisine yüklediği sorumlulukları yerine getirmediği anlaşılmakla, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı sübut bul[muştur].” Başvurucu tarafından boşanma hükmü dışındaki yönlerden temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/1/2014 tarihli ve E.2013/18298, K.2014/502 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen,yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-davacı (kadın) tarafından kusur belirlemesi, tazminatların reddi, nafakalar ve ziynetler yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davalı-davacı kadının miktar da belirterek yoksulluk nafakası isteminin olmadığının anlaşılmasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi.” Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 7/5/2014 tarihli ve E.2014/8278, K.2014/10510 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 27/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alır.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Karşı dava, cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içinde ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle açılır.(2) Süresinden sonra karşı dava açılması hâlinde, mahkeme davaların ayrılmasına karar verir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10625", "Başvuru Konusu":"Başvuru, boşanma davasında delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda verilen kararın adil olmaması ve bir kısım talebin gerekçesiz reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"BAŞVURU KONUSU Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, avukatı ile telefonla görüşmesinin engellendiğini ileri sürerek 12/1/2017 tarihinde Kocaeli İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; avukatıyla telefonla görüşme talebinin Ceza İnfaz Kurumu İdaresi tarafından reddedildiğini, idarenin yazılı cevap vermediğini, sözlü olarak mevzuatta avukatla telefonla görüşmeye yer verilmediği gerekçesiyle talebin reddedildiğinin bildirildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ilgili mevzuata atıf yaparak soruşturma aşamasında avukat ile görüşün ancak Cumhuriyet savcısı tarafından kısıtlanabileceğini, ayrıca tutukluların müdafileri ile haberleşmesinin engellenemeyeceğinin mevzuatta açıkça düzenlendiğini, hakkında verilmiş avukatıyla görüşmesine engel teşkil edecek bir yargı kararının olmadığını vurgulamış ve avukatıyla telefonla görüşmesine izin verilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 5/4/2017 tarihli kararıyla şikâyetin reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde;13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi ile 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesi hatırlatıldıktan sonra, telefonla görüşmenin düzenlendiği mevzuatta hükümlü ve tutukluların telefonla arayabilecekleri kişiler arasında avukatın sayılmadığının açık olduğu belirtilmiştir. Ayrıca 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrasında yer alan \"Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz\" şeklindeki düzenlemenin telefon dışındaki haberleşme araçlarını kapsadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun anılan karara yukarıda belirtilen nedenlerle yaptığı itirazı, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 3/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu 4/9/2019 tarihli dilekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yargılandığı davada İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararı verdiğini bildirmiştir. Ulusal Yargı Ağı Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, anılan Mahkemenin 2/7/2019 tarihinde başvurucu hakkında atılı suçtan beraat kararı verdiği, itiraz edilmeyen kararın 10/7/2019 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un \"Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. \" 5275 sayılı Kanun'un \"Tutukluların hakları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\"... (3) Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. (4) Tutuklu, savunması için istediği müdafii seçmek ve görevlendirmek hakkına sahiptir...(5) Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz. (6) Özel kanunda yer alan hükümler saklıdır.\" 5275 sayılı Kanun'un \"Kısıtlayıcı önlemler\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\"(1) Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir: ...b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması...\" 5275 sayılı Kanun'un \"Tutukluların yükümlülükleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:\"...haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama,... telefonla haberleşme hakkı,... konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.\" İnfaz Tüzüğü'nün \"Telefonla görüşme hakkı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncüdereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler onbeş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,h) Suç işlemek amacıyla kurulan silâhlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülere idare ve gözlem kurulu kararıyla telefon görüşmesi hiçbir şekilde yaptırılmaz,...\" İnfaz Tüzüğü'nün \"Telefon görüşmesi yaptırılmayacak hâller \" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Hükümlülere tanınan telefonla görüşme hakkı;a) Genel ve kısmî aramalar sırasında,b) Yemek dağıtım saatlerinde,c) Kurum asayiş ve güvenliğini bozucu her türlü bireysel veya toplu olaylar sırasında, kullandırılmaz.\" İnfaz Tüzüğü'nün \"Tutukluların hakları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\"... (3) Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. (4) Tutuklu, savunması için istediği müdafii seçmek ve görevlendirmek hakkına sahiptir... (5) Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz.a) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz,b) Soruşturma evresinde, aynı anda en fazla üç avukat tutuklu ile görüşebilir. Avukatlar aynı anda birden fazla tutukluyla görüşemez. (6) Özel kanunda yer alan hükümler saklıdır.\" İnfaz Tüzüğü'nün \"Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\" Tüzüğün; 1, 4, 6, 9 ilâ 14, 22, 24 ilâ 27, 29 ilâ 31, 40 ilâ 46, 67 ilâ 73, 75 ilâ 96, 99 ilâ 108, 110 ilâ 117, 119 ilâ 132, 143 ilâ 171, 174, 176 ilâ 179, 185, 188, 189 uncu maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.\" 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un \"Soruşturma ve kovuşturma işlemleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...d) Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması halinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması halinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesi Cumhuriyet savcısı tarafından istenebilir. Görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak on beş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No: 12672/08, 11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73, 7052/75, 7061/75, 7107/75, 7113/75, 7136/75, 25/3/1983, § 98). AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır. AİHM'e göre demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-97; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). AİHM mahpuslar ve avukatları arasındaki haberleşmenin Sözleşme’nin maddesi altında imtiyazlı olduğunu ve avukat ile müvekkil arasındaki iletişimin gizliliği ilkesinin gözetilmesini temel kural olarak kabul etmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, § 48). Öte yandan AİHM hükümlü/tutukluların mektupla haberleşme imkânına yeterince sahip olmaları durumunda ayrıca telefonla görüşme hakkı tanınmasının zorunlu olmadığını kabul etmektedir (A.B./Hollanda, B. No: 37328/97, 29/1/2002, § 92). Ancak AİHM'e göre iç hukukta böyle bir hak tanınmış ise bu hakkın kullanımına getirilecek sınırlandırmalar Sözleşme'nin maddesine müdahale teşkil edebilir (Nusret Kaya ve diğerleri/Türkiye, 43750/06, 60915/08, 22/4/2014, § 36). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dairkısımları şöyledir:\"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir,... Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ...\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25975", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 31/5/2011 tarihinde gözaltına alınarak 3/6/2011 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında 4/7/2011 tarihli iddianame ile PKK silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma ve memura direnme suçlarından iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Mersin Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında örgüt propagandası yapma suçundan davanın ertelenmesine, görevi yaptırmamak için direnme suçundan beraatine ve terör örgütü üyeliği suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay; başvurucu hakkında belirtilen faaliyetlerin örgüt üyeliği için yeterli olmadığı gözetilerek, çelişkili beyanda bulunan tanık K.B. hakkında yapılan yargılamada aşamalardaki ifadeleri getirtilerek, başvurucunun suçunun sübutu bakımından değerlendirilmesi, sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulduğu gerekçesiyle19/10/2017 tarihinde bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada başvurucu hakkında 22/2/2018 tarihinde beraat kararı verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 14/11/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 12/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2833", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/24081", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru yakalama, gözaltı ve tutuklama işleminin hukuka aykırı olması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; avukat yardımından yararlandırılma ve savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutuklama sürecindeki bir takım uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesi üyesi olarak görev yapmıştır. Soruşturma sürecinde ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla \"Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu\" gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasının sağlanması amacıyla yakalanmasına, gözaltına alınmasına, konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin arama kararına istinaden başvurucunun konutu, işyeri ve aracında 18/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve başvurucu aynı gün gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; alınan ifadesinde öncelikle hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yaptığını, bu nedenle hakkında yürütülecek bir ceza soruşturmasının ancak Yargıtay Başkanlık Divanının görevlendireceği bir ceza dairesi başkanı tarafından yapılabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) ait olduğu iddia edilen yerlerde kalmadığını, örgüte bağlı yerlere para yatırmadığını, himmet adı altında kimseye para vermediğini, Yargıtay üyesi olarak seçilmesinde örgütün herhangi bir rolünün olmadığını beyan etmiştir. Darbe teşebbüsü sırasında evde bulunduğunu söyleyen başvurucu, darbeye ilişkin olarak kendisine herhangi bir kimse tarafından görev verilmesinin ya da teklif edilmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu ayrıca gözaltındaki tutma koşullarının yetersiz olduğunu, ters kelepçe ile kelepçelendiğini ve bu şekilde uzun süre bekletildiğini belirtmiştir. Bu süreçte eşiyle ve avukatıyla irtibat kuramadığını ifade etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:\"15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği\" belirtilerek \"atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre...\" Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Şüphelilerin üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından, şüphelilerin hakimsizliğimizin yetkisiz ve görevsiz olduğuna dair taleplerinin şüphelilere isnat edilen suçun ağır cezayı gerektiren suç üstü hallerinden olması nedeniyle CMK'nun 2/1-j, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 46/1-son cümlesi, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun fıkrası, 2802 sayılı HSYK Kanunu'nun 38/9 maddesi gereği reddi ile CMK'nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS Maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nun maddesi uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına karar [verildi].\" Başvurucu 27/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 3/8/2016 tarihinde \"Ankara Sulh Ceza Hâkimliği'nin 20/7/2016 tarih ve 2016/90 sorgu sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğu...\" şeklindeki gerekçeyle itirazın reddine karar vermiştir. Karar 8/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucunun avukatı kararın kendisine tebliğ edilmesi gerektiğini belirterek 6/9/2016 tarihinde mahkeme kaleminde kararı tebellüğ etmiştir. Başvurucu 27/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/10/2017 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 3/1/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) kamu davası açılmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 9/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/10 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu 11/4/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 3/12/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla devam etmektedir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 34- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/18509", "Başvuru Konusu":"Başvuru yakalama, gözaltı ve tutuklama işleminin hukuka aykırı olması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; avukat yardımından yararlandırılma ve savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutuklama sürecindeki bir takım uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10056", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 20/4/1993 doğumlu başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan yapılan yargılama sonucunda Konya Ereğli Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 21/2/2017 tarihli kararıyla 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sonucuna göre 7/11/2016 tarihinde Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine tıbbi sekreter olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 20/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, idari işlemin sebebinin belli olmadığını, güvenlik soruşturmasının hangi sebeple olumsuz şekilde sonuçlandığının bildirilmediğini ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 3/7/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 21/2/2017 tarihli kararla başvurucunun 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği ve anılan kararın istinaf incelemesinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun görev yapacağı kurumun nitelik, önemi ve hassasiyeti ile idarenin daha uygun personel tercih edilebileceği hususu birlikte değerlendirildiğinde dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu, karara karşı 20/11/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, ceza yargılamasının kesinleşmemesi nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Suçu işlediği tarihte 18 yaşından küçük olduğunu ve suça sürüklenen çocuk statüsünde olduğunu, çocuk olarak işlediği fiilden ötürü sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Kesinleşmemiş ceza yargılamasına göre işlem tesis edilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 24/1/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 18/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra Ağır Ceza Mahkemesi kararı istinaf aşamasında Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 20/4/2020 tarihli kararıyla kaldırılmış ve yeniden karar verilmek üzere Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 5/3/2021 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Bu karar, istinaf edilmeksizin 6/4/2021 tarihinde kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8194", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 27/9/2016 ve 7/2/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/8072 numaralı bireysel başvurunun 2016/22697 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/22697 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 21/7/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle Savcılık beyanını tekrar ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\" ... üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında delillerin bulunması, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından CMK'nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında CMK'nın maddeleri uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.] \" Başvurucu tutuklama kararına 25/7/2016 tarihinde itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 27/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş olup anılan karar başvurucuya 10/1/2017 tarihinde, bireysel başvuruda bulunduktan sonra tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Savcılığın talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/5/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\" ... yürütülen soruşturmada, soruşturmanın geldiği aşama, mevcut delil durumu ve tutuklama tedbiri ile ulaşılmak istenen amacın Adli Kontrol hükümleri ile yerine getirilebileceği kanaatine varıldığından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının tahliye talebinin kabulü ile şüphelilerin başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu değilseler derhal salıverilmesine, ... [karar verildi.]\" Başsavcılık 17/9/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve yargı yapılanmasına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Başsavcılık tarafından suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı, akabinde HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonu üzerinde yapılan HTS analizi sonucu düzenlenen rapor içeriğine göre haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon irtibatının bulunduğu ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun 15/4/2012 tarihinden itibaren bir yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görevli bulunduğu ve Jean Monnet burs programı kapsamında 2008-2009 yılları arasında yurt dışında yüksek lisans yaptığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak haklarında yapılan soruşturmalarda alınan tanık beyanlarının ilgili kısımları şöyledir:- G.B. ifadesinde \"Yargıtay Ceza Dairesinde görev yaparken aynı dairede birlikte çalıştığım tetkik hakimi idi. Kendisi Ceza Dairesinden Ceza Dairesine gelmişti. Yapı içerisinde bulunduğum zaman dilimindeki edindiğim tecrübelerimden yola çıkarak şüphelinin tavır, söylem ve davranışları itibari ile FETÖ/PDY mensubu biri olduğu izlenimi yaratıyordu. Bu nedenle yapı ile irtibatlı olduğunu düşünüyorum. Kesin net bir bilgim yoktur\" şeklinde beyanda bulunmuştur. - Ayrıca etkin pişmanlıktan faydalanmak isteyen şüpheli Y.G.nin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu bila tarihli dilekçesinde de başvurucunun adının geçtiği belirtilmiş ancak buna ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:\"Şüpheli hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyanlar, kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır.\" Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/10/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/409 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 30/1/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22697", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması ve mektup almada ve göndermede gecikmeler yaşanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanan başvurucu, başvuru tarihinde Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaktadır. A. Başvurucuya Gönderilen Mektubun Kısmen Sakıncalı Bulunmasına İlişkin Süreç Başvurucuya bir yakını tarafından gönderilen mektup ekinde yer alan ve şiir dinletisi davetiyesi olduğu anlaşılan belge, sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde mektup ekinde yer alan üzerinde \"bahar esintisi şiir dinletisi programına davet\" şeklinde yazı bulunan A5 renkli kâğıda baskılanan davetiyeden dolayı mektubun kısmen sakıncalı bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu; sakıncalı bulunan davetiyenin 7-8 yıl önce görev yaptığı devlet okulundaki bir programa ait olabileceğini, bir öğrencisinin hatıra olsun diye gönderdiğini, bu davetiyeyi mahkemeye de sunmak istediğini belirterek Osmaniye İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.B. Mektupların Gecikmesi Şikâyetine İlişkin Süreç Başvurucu, kendisine gelen ve kendisi tarafından gönderilen mektuplarda gecikmeler olduğunu belirterek Osmaniye İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik; tutuklu sayısının çok fazla olması, mektuplarda hassas incelemeler yapılması, memur sayısının yetersiz olması gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27144", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması ve mektup almada ve göndermede gecikmeler yaşanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisinin hem davalı hem davacı sıfatıyla yer aldığı 26/4/1985 tarihli kadastro tespitine itirazdavası, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17244", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun idareye vermiş olduğu dilekçede kullandığı ifadeler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1987 doğumlu olup başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçe Emniyet Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapmaktadır.A. Disiplin Soruşturması Süreci Başvurucu 13/2/2015 tarihinde iki ay süreyle Şanlıurfa'nın Hilvan İlçe Emniyet Müdürlüğünde geçici olarak görevlendirilmiştir. Başvurucu anılan görevlendirmenin sonlandırılmasının ardından geçici görevlendirme nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini için Valilik makamına dilekçeyle başvurmuştur. Başvurucunun alt başlıklar hâlinde mağduriyetlerine yer verdiği dilekçesinin ilgili kısmı şöyledir: \"Geçici görevli atama neticesinde,...Hilvan Emniyet Müdürlüğüne hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır....Söz konusu,... idari işlemin Danıştay kararlarınca açıkça hukuka aykırı olması nedeniyle şahsımın ve ailemin uğramış olduğu manevi zararı bir nebze hafifletebilecek manevi tazminat talep etmekteyim....Yukarıda açıklamış olduğum sebeplerden dolayı, şahsımın görevinden alınarak bir başka göreve geçici görevlendirilmem için yeterli nedenlerin bulunmadığı, hizmet gereği ve kamu yararının söz konusu olmadığı, dolayısıyla işlemin tesisinde objektif sınırlar içerisinde kalınmadığı, kamu yararı - birey yararı dengesinin korunamadığı ve dava konusu geçici görevlendirme işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçelerinden hareketle,... şahsımın zararının tazmin edilebilmesi amacıyla,..., tazminatın tarafıma verilmesi hususunu...\" Anılan dilekçede idareye karşı kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan ve somut olaylar gerekçe gösterilmeksizin kullanılan \"Hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır.\" ifadesinin başvurucunun amir ya da üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirmesi niteliğinde olduğu iddiasıyla başvurucu hakkında idare tarafından disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturması sürecinde başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu ifadesinde; dilekçesinin nitelik olarak şikâyet dilekçesi olmadığını ve müracaat dilekçesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini, isnat edilen fiilin kanunilik, maddi ve manevi unsurlar açısından ele alındığında mevzuatta yer verilen suçlara uymadığını, dilekçeyi zarar tazmini istemiyle idari yargıda dava açabilmenin ön koşulunu yerine getirebilmek adına verdiğini, kullandığı ifadelerin tazminat talebinin maksadını açıklamaktan ibaret olduğunu belirtmiştir. Soruşturma raporunda öncelikle başvurucunun vermiş olduğu dilekçenin müracaat kapsamında olduğu, ilgili dilekçeye cevap verildiği ve bu nedenle bir hak kaybından söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte dilekçe hakkının kullanılırken yönetmelikle belirlenen usullere bağlı kalınması gerektiği ve bu bağlamda başvurucunun ilgili ifadeleri kullanmasını meşru gösterebilecek herhangi bir yargı kararı bulunmadığından kullanılan ifadelerin yersiz eleştiri niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir. Nihayetinde başvurucunun görev içinde ya da dışında amir veya üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirici nitelikte söz söylemek yahut yazı yazmak fiilini işlediği sonucuna ulaşıldığından 24/4/1979 tarihli Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (3) alt bendi uyarınca kademe ilerlemesinin yirmi dört ay süreyle durdurulması teklif edilmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun Şanlıurfa Valiliği İl Polis Disiplin Kurulunun 20/1/2016 tarihli kararıyla Tüzük'ün maddesi uyarınca teklif edilen yirmi dört ay uzun süreli durdurma cezası yerine on ay kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\"Uyuşmazlıkta; yukarıda davacı ifadeleri ile bir kısmı aynen aktarılan dilekçenin, davacının Hilvan İlçesine geçici görevlendirilmesi nedeniyle uğradığı iddia edilen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle yapılmış bir başvuru olduğu değerlendirilse de; davacının başvurusunun müracaat, dilekçe hakkı kapsamında değerlendirilmesi ile davacının bu hakkını kullanırken kullandığı cümlelerin eleştiri mahiyetinde kalıp kalmadığının değerlendirilmesinin birbirinden bağımsız olduğu, disiplin hukuku bakımından eleştiri niteliğindeki cümleler bir yaptırıma tabi tutulmuş ise söyleyeni açısından sorumluluk doğurabileceğinin tabii olduğu gibi davacının salt idareye başvurusundan dolayı cezalandırılmadığı ve mevzuata göre haklı ya da haksız eleştiri ayrımı yapılmaksızın eleştirici nitelikte yazı yazmanın cezai müeyyideye tabi tutulduğu görüldüğünden davacının başvurusunda geçen '...hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır...' cümlesi ile yapılan görevlendirme emrinin davacının şahsi düşüncelerine göre yanlış olduğunun ifade ve beyan edildiği, dolayısıyla kullanılan bu ibareler ile amirin yaptığı işlemlerin eleştirildiği ve davacı tarafından kullanılan bu ibarelerin Mahkemede açılmış bir davada kullanılmadığı, bu ibarelerin Valiliğe verilen dilekçede kullanıldığı, bir nevi Valiliğe verilen dilekçe ile amirin iş ve işlemlerinin Valiliğe eleştirildiği ve davacının görevi ile bu görevdeki disiplinin önemi dikkate alındığında amirlerin iş ve işlemlerine karşı kullanılan kelimelerin dikkatle seçilmesi gerektiği ve davacı tarafından kullanılan bu ibarelerin eleştiri mahiyetinde olduğu açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.\" Başvurucu, ret kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) istinafa konu kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verilmiştir. Söz konusu Daire kararı başvurucuya 24/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk Tüzük'ün “Uzun süreli durdurma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Uzun süreli durdurma cezasını gerektiren eylem, işlem, tutum ve davranışlar şunlardır:…D) 24 ay süreli durdurma; …3) Görev için de ya da dışında amir ya da üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirici nitelikte söz söylemek ya da yazı yazmak.\" Anılan Tüzük'ün “Bir alt ceza verilmesi\" kenar başlıklı maddesi ise şöyledir:\"Kararın verildiği güne kadar geçmiş hizmetleri olumlu olan, iyi veya çok iyi derecede performans değerlendirme puanı ile ödül veya başarı belgesi alan memurlara, işledikleri fiilin özelliği, biçimi, işlendiği yer ve zaman göz önünde bulundurularak bu Tüzükte gösterilen cezanın bir derece aşağısı uygulanabilir.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§ 48, 49). ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14878", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun idareye vermiş olduğu dilekçede kullandığı ifadeler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 8/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Giresun Valiliğinin 30/5/2017 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında başvurucu hakkında sınır dışı etme kararı tesis edilmiştir. Başvurucu 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu anılan sınır dışı işleminin iptali istemiyle Ordu İdare Mahkemesinde iptal davası açmış, Mahkemenin 26/10/2017 tarihli kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Anılan karar 9/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 3/12/2020 tarihli ve 2016/43088 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucu hakkında verilen sınır dışı etme kararı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ve kamu makamları tarafından yeniden bir değerlendirme yapılıncaya kadar başvurucunun sınır dışı edilmemesine karar vermiştir (A.A.K. ve diğerleri, B. No: 2016/43088, 3/12/2020). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3928", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın sekiz yılda sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir kısım usul güvencelerinin ihlal edilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde Motorlu Piyade Tugayı İstihkam Savaş Bölük Komutanlığı emrinde bölük astsubayı olarak görev yapmaktadır. Başvurucuya teslim edilen ve emanetinde kalması gereken paraları ihtiyaçları için kullandığı iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında yapılan aramada, başvurucunun evinde bir kısım askerî malzeme de bulunmuştur. Başvurucu 1/10/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 6/10/2006 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığının 8/12/2006 tarihli iddianamesi ile bir kısım suçlardan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır.Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi, 11/1/2008 tarihli kararı ile başvurucunun bazı suçlardan mahkûmiyetine ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmasına karar vermiştir. Anılan karar, Askerî Yargıtay Dairesinin 10/4/2009 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılaması sonunda 22/8/2013 tarihli kararla başvurucu hakkında yeniden cezaya hükmedilmiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup derdest durumdadır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/793", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın sekiz yılda sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir kısım usul güvencelerinin ihlal edilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; üzerinde \"Kürdistan\" ibaresi ile kırmızı ve yeşil renk şeritler arasında yirmi bir saçaklı Mezopotamya Güneşi amblemi olan tişört giymesi nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü, esas hakkındaki mütalaa tebliğ edilip buna ilişkin savunması alınmadan karar verilmesinin savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağa göre başvurucu, yukarıda yazılı amblem ve ibareler bulunan tişörtü giyerek Dargeçit ilçesinde bulunan bir pastane önünde herkes tarafından görülebilecek şekilde beklediği tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun anılan tişörtü giymesinin terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturduğundan bahisle iddianame düzenlemiştir. Midyat Ağır Ceza Mahkemesi 30/6/2016 tarihinde başvurucuyu 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca terör örgütü propagandasını yapmak suçundan 300 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Mahkeme gerekçesinde; “beyaz renkli üzerinde göğsünün sağ kısmında kırmızı ve yeşil renk şerit ile bu şeritler arasında 21 saçaklı Mezopotamya Güneşi amblemi ve göğsün ön kısmında 'Kürdistan' ibaresi bulunan tişörtü[n] giy[ilmesinin]\" terör örgütü propagandası suçunu oluşturduğu belirtilmiştir. Anılan hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 28/12/2021 tarihinde hükmü onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 16/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 18/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/33881", "Başvuru Konusu":"Başvuru, üzerinde \"Kürdistan\" ibaresi ile kırmızı ve yeşil renk şeritler arasında yirmi bir saçaklı Mezopotamya Güneşi amblemi olan tişört giymesi nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü, esas hakkındaki mütalaa tebliğ edilip buna ilişkin savunması alınmadan karar verilmesinin savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmemiştir. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Arhavi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/3/2014 tarihinde Artvin ili Arhavi ilçe merkezindeki bir otel odasında başından vurulmuş vaziyette bulunan ve akabinde kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren 1987 doğumlu B.nin babasıdır. Başvurucunun oğlu B., bireysel başvuru ve soruşturma dosyasına yansıdığı kadarıyla olay tarihinden yaklaşık on beş yirmi gün önce Y.Z.P. adlı bir kişi ile Konya'dan Arhavi'ye gitmiştir. B., Arhavi'de Y.Z.P. adlı kişinin işlerine yardımcı olarak geçimini sağlamaya çalışmış ve burada bulunduğu dönemde E. Otelinde kalmıştır. Otel kayıtlarına göre Y.Z.P. adlı kişi daha önce de bu Otelde kalmışsa da B. bu Otelde ilk kez 17/2/2014 tarihinde kalmıştır. Kayıtlara göre B. 25/2/2014 ile 1/3/2014 ve 6/3/2014 ile 10/3/2014 tarihleri arasında da anılan otelde kalmıştır. B. 10/3/2014 tarihinde saat 40 sıralarında Otelin 24 numaralı odasında başından vurulmuş vaziyette Y.Z.P. adlı kişi tarafından bulunmuştur. Otel resepsiyonunda görevli olan K.Y. saat 40 sıralarında 155 Polis İmdat hattını arayarak olayı polise bildirmiştir. Olay yerine intikal eden polis ekipleri, B.nin hayati fonksiyonlarının devam ettiğini fark etmiştir. Bunun üzerine derhâl 112 Acil Servis hattı aranmış ve olay yerine bir ambulansın gönderilmesi istenmiştir. B., saat 45'te olay yerine intikal eden 112 Acil Servis ambulansı ile Arhavi Devlet Hastanesine götürülmüştür. Genel durumu kötü ve bilinci kapalı bir şekilde Arhavi Devlet Hastanesine götürülen B., burada yapılan acil müdahale sonrası daha ileri tetkik ve tedavi için Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. B., bunun üzerine Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülerek bu Hastanenin Nöroloji Yoğun Bakım Servisine yatırılmıştır. B.nin el svapları, Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde tedavi gördüğü sırada Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda alınmıştır. B.nin el svaplarının alındığına dair tutanağın düzenlenme tarihi 11/3/2014 olup saati 15'tir. B., tedavi gördüğü Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesinde11/3/2014 tarihinde saat 00 sıralarında yaşamını yitirmiştir. Olay yerine ilk intikal eden polis ekiplerince düzenlenen 11/3/2014 tarihli (saat 30) olay ve araştırma tutanağında özetle B.nin kaldığı odanın kapısının arkadan kilitli hâldeyken kırılmış olduğu, B.nin girişe göre karşı tarafta bulunan yatak üzerinde ateşli silah ile vurulmuş vaziyette sırtüstü yatar şekilde olduğu ve hayati fonksiyonları devam eden B.nin hastaneye kaldırıldığı belirtilmiştir. Olay ve araştırma tutanağında ayrıca olay yerine intikal edildiğinde Y.Z.P. adlı şahsın olayın şoku ile resepsiyonda bulunan koltukta oturduğunun görüldüğü, konu ile ilgili ifadesi alınmak üzere şahsın Polis Merkezi Amirliğine götürüldüğü ifade edilmiştir. Tutanakta; olayın meydana geldiği Otelin içindeki ve dışındaki kameraların uzun süredir arızalı olduğu, bu sebeple olay anını gösterir herhangi bir kamera kaydının bulunamadığı da belirtilmiştir. Olay yerine ilk gelen polis ekipleri, nöbetçi Cumhuriyet savcısını olay hakkında bilgilendirmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet savcısı, olay yeri inceleme ekibinin gerekli teknik çalışmalara başlamasını istemiş; delillerin tespiti ve muhafazası için gerekli tedbirlerin alınması talimatını vermiştir. Olay yeri inceleme ekibinin olay yerinde yaptığı inceleme neticesinde hazırladığı olay yeri inceleme raporu şöyledir:\"Olayın (…)24 nolu odada meydana geldiği bilgisinin alınması üzerine buraya geçildi.24 nolu odanın kapısının ahşap olduğu, kapının kırılmış olduğu, kapı kilit dilinin dışarıda olduğu, kapının karşısında bir adet yatak olduğu, yatağın üzerinde yoğun miktarda kırmızı renkli sıvı olduğu, bu sıvının yanında bir adet kovan olduğu, yatağın ayak kısmında üzerinde “B...” ibareli bir adet telefon olduğu, yatağın yan tarafında bir adet silah olduğu, silahın horozunun kurulu olmayıp namlu ağzında da mermi olmadığı, şarjörünün boş olduğu görüldü. Olayın gerçekleştiği odanın banyo-wc kapısının pvc doğrama olduğu, kapının alt kısmında bir adet mermi giriş çıkış deliği olduğu, kapı üzerine yapışmış halde kıl parçalarının olduğu, banyo içerisine girildiğinde kapının üzerinde bulunan mermi çıkış deliğinin hizasındaki duvar üzerinde bir adet mermi sekme izi olduğu, banyo kapısının sol tarafında zemin üzerinde bir adet çekirdek olduğu, banyo kapısı önünde bulunan çöp kovası içerisinde sigara izmaritlerinin olduğu görüldü. Silah üzerinde yapılan vücut izi incelemesinde herhangi bir bulguya rastlanılmadı. Maktulün eşyalarının 25 numaralı odada olduğu bilgisinin alınması üzerine bu odaya geçilerek şahsa ait siyah valiz ve odada yapılan incelemede herhangi bir bulguya rastlanılmadı. Olay yerinden alınan bulgular usulüne uygun olarak transfer edilerek tanımları delil bulgu listesinde, konumları olay yeri krokisinde belirtilmiştir. Olay yerinin bu haliyle fotoğrafları çekilerek olayın tanığı olduğu beyan edilen Y.Z.P. isimli şahsın el svapları alınmak üzere Arhavi Polis Merkezine gidilmiş, burada şahsın her iki eline ait el svapları alınarak incelemeye son verilmiştir.\" B.nin yaşamını yitirmesi üzerine 12/3/2014 tarihinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü muayene işlemine katılan adli hekim, kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla aynı tarihte klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiş ve otopsi sırasında cesetten kimyasal tetkik için kan, göz içi sıvısı ve idrar alınmıştır. Otopsi sonucunda hazırlanan 14/4/2014 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:\" (...)1- Sağ temporal bölgede cilt üzerinde hafif is bulaşığı bulunan, altında beyin dokusunun görüldüğü 1,5 cm çapında ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası,2- Sol temporal bölgede düzensiz kenarlı 2x1 cm lik ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası görüldü.(...)SONUÇ(...)2- Kimyasal incelemede alkol, uyutucu-uyuşturucu ve sistematik toksik madde saptanmadığı, 3- Kişinin vücudundan ateşli silah ürünü elde edilmediği,4- Kişinin vücudunda 1 (bir) adet ateşli silah ürünü giriş ve 1 (bir) adet ateşli silah ürünü çıkış yarası tespit edilmiş olup yaralanmanın tek başına öldürücü nitelikte olduğu,5- Giriş deliği etrafında cilt üzerinde ve cilt altında barut is ve asarına rastlanıldığı cihetle atışın bitişik veya bitişiğe yakın atış mesafesinden yapılmış olduğu,6- Kişinin ölümünün; ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir raporudur.\" Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan tabanca ile tabancanın şarjörü, ayrıca olay yerinde bulunan kovan ile mermi çekirdeği gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne gönderilmiştir. Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 21/3/2014 tarihli uzmanlık raporunda; olay yerinde bulunan tabancanın ateş etmeye mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, yapılan deneme atışlarında fişeklerin patladığının görüldüğü, incelenmek için gönderilen 9x19 mm çap ve tipindeki kovan ile aynı çaptaki mermi çekirdeğinin olay yerinde bulunmuş tabanca ile atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Yine Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce hazırlanan 21/3/2014 tarihli uzmanlık raporunda, B. ve Y.Z.P.ye ait sağ ve sol el içi ile el üstlerinden alındığı belirtilen svaplar üzerinde atış artıklarına rastlanmadığı belirtilmiştir. Kolluk görevlileri 11/3/2014 tarihinde saat 58’de Y.Z.P. adlı kişinin şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:\"B. isimli şahısla yaklaşık olarak 45 gün kadar önce memleketim olan Konya iline gittiğim zaman (...) bir meyhanede arkadaş ortamında tanıştım. B. bana ailesinden ayrı yaşadığını, babasının emekli polis memuru olduğunu, geçimini insanları dolandırarak sağladığını, başının bu yüzden belada olduğunu, en son olarak Konya ilinde bulunan bir mobilya mağazasından ikinci el bir yatak odası satın aldığını, Mevlüt ismindeki taksici bir arkadaşı ile aynı evde kaldıklarını, yatak odasının parasını ödemediğinden dolayı şahısların kendisini öldürmekle tehdit ettiklerini ve bu yüzden Konya ilinden uzaklaşmak istediğini söyledi. Ben (...) benim yanımda çalıştığı takdirde yalnızca harçlığını ve otel masraflarını karşılayabileceğimi, bu şartlarda yanımda gelebileceğini söyledim. O da kabul ederek benimle 15-20 gün kadar önce Artvin-Arhavi’ye geldi. Arhavi’ye geldiğimizde benim daha önceden kalmış olduğum E. otele yerleştik. Ben Artvin ilinde yaklaşık olarak 10 yıldır ticaret ile uğraşmaktayım. (...) Şu an geçimimi büyük şehirlerde bulunan spot mağazalarından ucuza eşya satın alarak ve bu eşyaları satarak geçimimi sağlamaktayım. Arhavi'de bulunduğumuz süre zarfında arkadaşım olan B.yi alacaklarımı alması için birkaç ile gönderdim. B. bana borcu olan şahıslardan paralarımı alarak getirdi. (...) B., benim ile birlikte olduğu zamanlarda sürekli olarak Konya ilinde olan kız arkadaşı ile telefonla görüşüyordu ancak ben aralarındaki konuşmalara hiç şahit olmadım. B., bana bazı zamanda Konya'da olan ablaları ile de konuştuğunu fakat aralarının iyi olmadığını söylüyordu. B., Konya'da yaşadığı olaylardan dolayı sürekli tedirgindi. Bana isimlerini söylemediği şahıslar tarafından öldürüleceği korkusu ile Konya iline gidemediğini söylüyordu. Benim bildiğim kadarıyla da B. üzerinde sürekli olarak ya bıçak ya da tabanca taşıyordu. Ben bazı zamanlarda da üzerinde silah taşıdığını görüyordum fakat kendisine herhangi bir şey söylemedim. 2014 günü öğlen saatlerinde uyandık, otelde kahvaltı yaptık. Ben kaldığım oda temizleneceği için ve o gün otelden ayrılacağımdan dolayı kendime ait içerisinde bana ait kıyafetler olan kırmızı siyah renkli çantamı odadan alarak resepsiyonun oraya bırakacağım zaman B. de kendisine ait içerisinde tabancası olan siyah renkli el çantasını benim çantamın büyük bölümüne koymuştu. Fakat kendi el çantasını bir ara almıştı, tekrar el çantasını benim çantamın içine koymuş ama ben görmedim. Otelde bulunduğumuz sırada saat 00sıralarında resepsiyon görevlisi Sinan isimli şahıs at yarışı kuponu hazırlıyordu, ben kendisine bir kupon da bize hazırla oynayalım dedim. Sinan bize bir kupon hazırladı, biz de kuponu yatırdık ve at yarışını televizyondan seyretmeye başladık. Yarış saat 00 sıralarında bitti, ben B.ye hadi otelden çıkıp dolaşalım dedim. Arhavi içerisinde biraz yaya olarak gezdik ve benim sürekli olarak gittiğim T. isimli meyhaneye geldik. Burada bir müddet alkol aldık. Alkol aldıktan sonra B. bugüne kadar ailesiyle yaşadıkları olumsuzlukları, Konya ilinde (...) 000 (yirmi bin) TL.nin üzerinde borcu olduğunu, bu yüzden intihar edeceğini söyleyince ben sinirlendim ve elimi kaldırarak 000 TL için adam kendini öldürür mü diyerek zorla masaya oturtturdum. Ben B.nin T. isimli meyhanede bana abi ben kendimi öldüreceğim demesi sonrasında silah üzerinde mi diye kontrol ettim, silah üzerinde değildi. Bana yemin ederek dayı üzerimde silah yok dedi. Bir müddet sonra hesabı ödeyerek oradan ayrıldık ve yaya olarak otele doğru yürümeye başladık. Ben bu esnada Hopa'dan tanıdığım taksici bir arkadaşı beni alması için aradım fakat Trabzon'da olduğunu söyledi. Biz yaya olarak otele geldik. Benim amacım kendisine zarar vermesini önlemek için siyah el çantasının içindeki silahı alarak Hopa'ya gitmekti. Otelin içerisine önde ben arkamda B. giriş yaptık. Ben resepsiyona giderek otelde sadece B.nin kalacağını söyleyerek parasını ödedim. Gündüzden resepsiyon girişine bıraktığım kırmızı siyah renkli çantamı almak için yöneldiğimde çantanın yerinde olmadığını gördüm ve resepsiyon görevlisine çanta nerede diye sordum, O da bana çantayı B.nin alarak odaya gittiğini söyledi. Ben de bunun üzerine B.nin silahını benim çantamın içerisine tekrar koymuş olduğunu bildiğim için kendisine zarar vereceği düşüncesiyle hemen odaya doğru koştum. B.nin bulunduğu 24 numaralı odanın kapısı kilitli idi. B.ye kapıyı aç diyerek kapıya vurdum, açmayınca omuzunla kapıyı kırdım, içeri girdiğimde B. yatağın üzerinde oturuyordu, elinde kendisine ait tabanca vardı, tabancayı başının sağ tarafına doğru tutarak bana hitaben “DAYI GÜLE GÜLE” diyerek tabancayı ateşledi, ben kafasındaki kanı görünce şoka girdim, kapının hemen önündeki bana ait olan çantayı refleks ile aldığımı hatırlıyorum, oradan resepsiyon bölümüne geçtim. Bu sırada yanıma gelen resepsiyon görevlisi ne olacak ne olacak diye panik halinde bana sordu, ben de polisi ve ambulansı ara dedim. Kısa süre sonra da polisler ve ambulans geldi, odada yaralı olan B.ye müdahale ederek hastaneye kaldırdılar. Benim bildiğim kadarı ile B. ailesi ile olan problemleri ve piyasaya olan borçlarından dolayı kendisine ait tabancası ile intihara kalkıştı. Ben kendisine engel olmak istedim fakat bir anlık boşluktan faydalanarak bu olayı gerçekleştirdi.\" Kolluk görevlileri 11/3/2014 tarihinde Otel resepsiyonunda görev yapan K.Y. adlı kişinin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. K.Y.nin ifadesi okunabildiği kadarıyla şöyledir:\"E. otelde resepsiyonist olarak görev yapmaktayım. 2014 günü saat 30 sıralarında otel müşterilerimizden B. [okunamadı] bana iyi geceler dileyip resepsiyonda bulunan bavulunu alarak odasına gitti. Ben resepsiyon vardiyamı [okunamadı] teslim aldım. Vardiyayı teslim aldığım arkadaş bana bavulun B.ye ait olduğunu ve gece [okunamadı] teslim alacağını söylemişti. B.nin resepsiyonla aynı katta bulunan 24 numaralı odasının [okunamadı] anahtarla kapattığını ben oturduğum resepsiyon masasından duydum. B.nin odasına gitmesinin ardından 3-5 dakika sonra dayısı Y.Z.P. koşarak resepsiyona geldi ve çantayı sordu. Kendisine çantayı yeğeninin aldığını söyledim. Y.Z.P. yanımdan ayrılarak B.nin odasına gitti ve kapıyı çaldı. Y.Z.P. sertçe vurmaya ve içeride bulunan B.ye sürekli kapıyı açması için bağırıyordu. Ses tonu ve kapıyı vurma şiddeti artınca bulunduğum yerden kalkarak Y.Z.P.nin yanına gittim. Kendisini saatin geç olduğu ve otelde çalışanların rahatsız olabileceği yönünde ikaz ettim. Kendisi sakinleşerek bir sorunun olmadığını söyledi. Ben de yanından ayrıldım ve resepsiyonda [okunamadı] oturdum. Masama yerleştiğim anda B.nin odasından bir el silah sesi duyuldu. Silah sesinin duyulması ile birlikte Y.Z.P., B.nin kalmakta olduğu kapıya omuz atarak kırdı. Kendisi kapının eşiğinden içeri baktı ve bir adım geri çekildi. Ben hemen yanına gittim. Y.Z.P. elini başına koyarak “kendini vurdu” diyerek geri çekildi ve yere çöktü. Kapıdan içeri baktığımda kapının karşısında bulunan yatağın üzerinde B.yi yatar vaziyette gördüm. B. [okunamadı] sırtüstü yatar vaziyetteydi. Hemen yanımda bulunan cep telefonumdan 155’i arayıp [okunamadı] vererek yardım istedim. Y.Z.P. olayın etkisiyle şoka girmiş gibi görünüyordu, [okunamadı] sürekli sigara içiyor ve konuşamıyordu. Kısa bir süre sonra polis ekipleri ve 112 ekipleri otele geldiler. B. 2014gününden beri otelimizde kalmaktadır. Y.Z.P. [okunamadı] otelimizde kalmıştır. Y.Z.P. uzun süredir otelimize gelip gitmektedir. Kendisinin [okunamadı] bilgim yoktur, nerede çalıştıkları ne için burada oldukları hakkında bilgim yoktur. [okunamadı] Akrabalık ilişkisini kendi beyanları doğrultusunda biliyorum, gerçekliği hakkında bilgim yoktur. [okunamadı]olayla ilgili olarak tüm bilgi ve görgüm bunlardan ibarettir.\" Kolluk görevlileri 11/3/2014 tarihinde T. adlı birahanenin sahibi O.K. ile burada garson olarak çalışan A.S. adlı kişinin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. O.K. ile A.S. birbiriyle örtüşen ifadelerinde özetle B. ile Y.Z.P.nin en son 10/3/2014 tarihinde saat 15-20 sıralarında Birahaneye gelerek tavuk şiş, çerez, börek, yoğurt, rakı ve iki servis tabağı ile iki adet içki bardağı istediklerini, daha önceden de dört beş defa gelen B.nin genel olarak fazla alkol almadığını hatta bir defasında içki içmediğini, dün ise iki rakı bardağı istediklerini, bu kişiler arasında yüksek sesle konuşmaların olmadığını, bu kişilerin birbirlerine el kol ile vurduklarını ya da hakaret ettiklerini görmediklerini, hesabı Y.Z.P.nin ödediğini, önceki gelişlerinde de hesabı sürekli Y.Z.P.nin ödediğini belirtmişlerdir. Soruşturma kapsamında 30/4/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu özetle oğlu ile birlikte yaşamadığını, oğlunun ayrı bir ev tuttuğunu, şüpheli Y.Z.P.nin oğlunun arkadaşı olduğunu, oğlunu Arhavi'ye bu kişinin götürdüğünü fakat niye götürdüğünü bilmediğini, daha sonra yapmış olduğu araştırmalarda bu kişinin silah kaçakçısı olduğunu duyduğunu, bu kişinin belki de oğlunu silah kaçakçılığı yaptırmak için Arhavi'ye götürdüğünü, oğlunun borçlarını kafaya takan biri olmadığını, borçların çoğunu kendisinin ödediğini, birkaç defa oğluna para gönderdiğini, oğlunun intihar ettiğine inanmadığını, bu olayı Y.Z.P.nin yapmasından ya da yaptırmasından şüphelendiğini belirtmiştir. Arhavi Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında elde ettiği verileri dikkate alarak B.nin ölüm olayı ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"(...)Bu bağlamda 10/03/2014 tarihinde maktul B.nin ölümü ile ilgili yapılan soruşturma ile ilgili, öncelikle olayın intihar mı, yoksa kasten adam öldürme mi olduğu noktasında yapılan değerlendirmede, olayın görgü tanığı otel görevlisi K.Y.nin yukarıda özetlenen beyanları, şüpheli Y.Z.P.nin beyanları, Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığınca düzenlenen otopsi raporunda maktulün bitişik veya bitişiğe yakın mesafeden yapılan atışla hayatını kaybettiğinin belirtilmesi, olaydan hemen sonra Arhavi İlçe Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen tutanaklar ile Olay Yeri İnceleme ekibince düzenlenen raporun değerlendirilmesi neticesinde olayın intihar olduğunun anlaşıldığı,Şüpheli Y.Z.P. hakkında intihara yönlendirme eyleminden yürütülen soruşturmada, yukarıda belirtilen deliller kapsamında yapılan değerlendirmede, şüpheli Y.Z.P.nin maktulü intihara yönlendirdiğine ilişkin dava açmaya yeterli nitelikte delil bulunmadığının anlaşılması nedeniyle, 10/03/2014 tarihinde meydana gelen maktul B.nin ölümü olayı ile ilgili ve şüpheli Y.Z.P. hakkında açıklanan nedenlerle kamu adına ek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına,(...) karar verildi.\" Başvurucu, anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın eksik tahkikat ve inceleme sonucu verildiği gerekçesiyle bu kararın kaldırılarak şüpheli ya da şüpheliler hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuştur. Başvurucu 23/6/2014 tarihli dilekçesinde özetle oğlunun kesinlikle intihar etmediğini, oğlunun bir çete ya da şebeke tarafından tasarlanarak öldürüldüğünü, oğlunun intihar edecek bir yapıda olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; soruşturma kapsamında alınan ifadelerin çelişkili olduğunu, Y.Z.P.nin beyanına göre oğlunun içinde tabanca bulunan çantayı resepsiyondan alarak bu tabancayı ateşlemek suretiyle intihar ettiğini, içinde tabanca bulunan bir çantanın resepsiyona bırakılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, şüphelinin ifadesindeki diğer bir yalanın ise kapıyı kırması olduğunu, olağan hayat koşullarında kapı açılmıyor diye kimsenin hemen kapıyı kırmayacağını, beyanlara göre resepsiyon ile odanın yakın mesafede olduğunun anlaşıldığını, böyle bir durumda normal bir insan davranışının resepsiyondan yedek anahtarı alıp kapıyı açmak olduğunu, zaten resepsiyon görevlisi ile şüphelinin ifadelerinin çok net bir şekilde birbiriyle çeliştiğini, resepsiyon görevlisi K.Y.nin beyanında silah patladıktan sonra şüphelinin kapıyı kırarak içeri girdiğini belirttiğini, şüphelinin ifadesinde ise kapıyı silah patlamadan önce kırdığını ifade ettiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca oğlunun ve şüphelinin ellerinden alınan svaplarda atış artığının bulunmadığını, oğlu ateş etmiş olsaydı mutlaka ellerinde barut izinin bulunması gerektiğini, şüphelinin ellerini yıkayarak bu iz ve emareleri yok etmiş olabileceğini, şüphelinin olay günü gittiği yerlerde bulunan kamera kayıtlarının incelenmediğini belirtmiştir. İtiraz talebini inceleyen Rize Ağır Ceza Mahkemesi 22/7/2014 tarihli kararıyla \"(...) şikayetçinin iddiası, şüphelinin ifadesi, tüm dosya kapsamı, kararda gösterilen ve yerinde görülen gerekçeye göre Arhavi Başsavcılığı'nın 11/06/2014 tarih ve 2014/160 Soruşturma Sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında usul ve yasaya aykırılık görülmediği (...)\" gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar 12/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adli kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adli görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister.  (2) Adli kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.” ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14970", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Konya Ağır Ceza Mahkemesi 18/6/1999 tarihli kararı ile başvurucunun kasten adam öldürme suçundan 20 yıl ağır hapis, müessir fiil suçundan 1 ay 20 gün hapis, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçundan 10 ay hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Söz konusu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/1999 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiş ve hükmün infazına başlanmıştır. İnfaz sürecinde başvurucu, Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 28/5/2002 tarihli kararıyla 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca 1/5/2002 tarihinden itibaren koşullu olarak salıverilmiştir. Başvurucu,(kapatılan) Demirköy Sulh Ceza Mahkemesinin 30/3/2012 tarihli kararı ile kasten yaralama suçundan 1 ay 7 gün ve hakaret suçundan 2 ay 27 gün hapis (iki kez) cezasına mahkûm edilmiş; kararda ayrıca ilamın kesinleşmesi akabinde mezkûr koşullu salıverilmenin geri alınmasına yönelik inceleme yapılmasına da karar verilmiştir. Karar Yargıtay Ceza Dairesinin 27/11/2014 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. (Kapatılan) Demirköy Sulh Ceza Mahkemesinden dosyayı devralan Demirköy Asliye Ceza Mahkemesinin 20/1/2015 tarihli yazısı üzerine Konya Ağır Ceza Mahkemesi 23/1/2015 tarihli kararı ile denetim süresi içinde yeniden kasıtlı suç işlediği anlaşılan başvurucu hakkında şartla tahliye kararının 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (12) numaralı fıkrası gereğince geri alınmasına ve başvurucunun koşullu salıverildikten sonra kasten işlediği suçun tarihi olan 10/6/2009 ile bihakkın tahliye tarihi olan 20/11/2020 arasındaki sürenin aynen infazına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 13/2/2015 tarihli kararı ile benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Karar başvurucuya 25/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4616 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle;... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler.... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, her bir suçun dava zamanaşımı süresinin sonuna kadar muhafaza edilir.Erteleme konusu suçun dava zamanaşımı süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Bu süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz; açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.... Ancak;a) Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 157, 161, 162, 168, 171, 172, 188, 191, 192, 202, 205, 208, 209, 211 ilâ 214, 216 ilâ 219, 240, 243, 264, 298, 301 ilâ 303, 305 inci maddelerinde, 312 nci maddenin ikinci fıkrasında, 313 üncü maddesinde, 314 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 339 ilâ 349, 366, 367, 383, 394, 403 ilâ 408, 414 ilâ 418 ve 503 ilâ 506 ncı maddelerinde,...yer alan suçları işleyenler hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz.\" 5275 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir. (2) ... diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.... (11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir.Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir. (12) Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi hâlinde koşullu salıverilme kararı geri alınır. (13) Koşullu salıverilme kararının geri alınması hâlinde hükümlünün;a) Sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen,...Ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez. (14) Denetim süresi yükümlülüklere uygun ve iyi hâlli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır. (15) Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına;a) Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından,...Dosya üzerinden karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz yolu açıktır....\" 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Şartla salıverilmiş olan hükümlü, geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir cürümden dolayı şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olur veya mecbur olduğu şartları yerine getirmez ise, şartla salıverilme kararı geri alınır. Bu takdirde suçun işlendiği tarihten sonraki kısım hükümlünün ceza süresine mahsup edilmeyerek aynen çektirilir ve şartla salıverilmeye esas teşkil eden hükmün infazı ile ilgili olarak bir daha şartla salıverilmeden yararlanamaz.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5738", "Başvuru Konusu":"Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen hukuk mahkemesinin, iddialar doğrultusunda değerlendirme yaparak davayı reddetmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, Mahkemece delillerin hatalı yorumlanarak usul ve yasaya aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, karar sonucuna göre çalışma imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle de çalışma ve sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 18/4/2013 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, Yatağan Belediyesinde işçi olarak çalışmakta iken uygunsuz ve ahlaka aykırı davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle 1/3/2011 tarihinde iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu hakkında, katılanlara ait köpekle cinsel ilişkiye girmek suretiyle mala zarar verme, kasten yaralama ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından dava açılmış, Yatağan Asliye Ceza Mahkemesinin 28/2/2012 tarihli ve E.2011/73, K.2012/90 sayılı kararıyla; mala zarar verme suçundan beraatine, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan 1 yıl 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, kasten yaralama suçundan 500,00 TL adli para cezası (iki kez) ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“Tüm dosya kapsamına göre; sanığın olay tarihinde, katılana ait evin avlusuna geceden sayılan bir vakitte rızası hilafına girdiği, katılanların güvenlik kamera görüntülerinde sanığı avluda görmeleri üzerine sanığı kovaladıkları, bir süre sonra sanığı yakaladıkları, bu sırada sanığın katılanlara elinde bulunan bıçağı sapladığı, böylelikle sanığın üzerine atılı kasten yaralama ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarını işlemiş olduğu iddia, katılanların ilk aşamadan itibaren değişmeyen beyanları, bu beyanlar ile aynı doğrultuda olan hastane raporu ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup, sanığın 5237 sayılı TCK'nun 86/2 ve 116/4 maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.Her ne kadar sanık hakkında mala zarar verme suçundan kamu davası açılmış ise de; sanığın katılana ait köpeğe yönelik eylemde bulunduğuna ilişkin soyut katılan beyanları dışında, herhangi bir delil elde edilmediği gibi, güvenlik kamera görüntülerinde de sanığın, katılana ait köpeğe cinsel nitelikte bir eylemi olduğuna ilişkin herhangi bir tespit yapılmadığı anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı mala zarar verme suçundan beraatine karar vermek gerekmiştir.Her ne kadar sanık savunmasında; katılanlara yönelik herhangi bir eyleminin bulunmadığını savunmuş ise de; katılan T.'nin evinde bulunan güvenlik kemara görüntülerine ilişkin tutanak incelendiğinde ve katılanlara ait hastane raporları dikkate alındığında sanığın savunmasına itibar edilmemiş, sanığın bu savunmayı suçtan ve cezadan kurtulmaya yönelik yaptığına mahkememizce tam olarak kanaat getirilmiştir.Her ne kadar sanık hakkında hükmedilen hapis cezası iki yıl hapis cezasından düşük ise de; sanık hakkında mahkememizin 2008/420 esas ve 2009/83 karar sayılı ilamıyla verilmiş HAGB'li ilamı bulunduğu bu itibar ile sanığın bir daha suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde olumlu kanaat oluşmadığından, sanık hakkında verilen cezanın TCK'nun 51 maddesi uyarınca ertelenmesine, 5271 sayılı CMK'nun 231/6 maddesi uyarınca kurulan mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına kararları verilmesine yer olmadığına kararı verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” Başvuru dosyasına sunulan belgelerden; davanın, temyiz incelemesi için Yargıtay Ceza Dairesinin E.2015/15475 sırasında kayıtlı olduğu ve henüz sonuçlandırılmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmış, Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) 16/3/2012 tarihli ve E.2011/90, K.2012/148 sayılı kararıyla, başvurucunun işten çıkarılmasında ispatlanmış haklı nedeninin bulunmadığı, işten çıkarma sebebi olarak ortaya konulan nedenin ispat edilemediği gibi ceza yargılamasında da davacının beraat ettiği, işten çıkarma sebebi olarak ortaya konulan nedenin iş akdi ile ve işin görülmesi ile ilgisinin bulunmadığı, ayrıca savunmasının alınmadığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2012 tarihli ve E.2012/18073, K.2012/21341 sayılı ilamıyla bozulmuş ve aynı ilamda esasa girilerek davanın reddine karar verilmiştir. Yargıtay ilamı 2/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, 18/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür. Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler. Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.…İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.…” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: … Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:…” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2696", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen hukuk mahkemesinin, iddialar doğrultusunda değerlendirme yaparak davayı reddetmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, Mahkemece delillerin hatalı yorumlanarak usul ve yasaya aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, karar sonucuna göre çalışma imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle de çalışma ve sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının, yargılamaya özel yetkili (CMK mülga maddeyle görevli) mahkemede devam olunması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Bağlar (Diyarbakır) Belediye Meclis üyeliğine seçilmiştir. Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga maddeyle görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında 29/12/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) 30/12/2011 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu ile birlikte toplam 95 sanığın cezalandırılması talep olunmuştur. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) E.2012/198 sayılı dosya üzerinden başvurucu yönünden tutuklu olarak görülmüştür. Mahkeme 21/1/2014 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tutuklu sanıkların tutukluluk durumunu resen incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 7/2/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) 12/2/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 16/2/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.16 Başvurucu 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) mülga maddeyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/191) devredilmiştir. Anılan Mahkemece 4/4/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş, başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi\" kenar başlıklı (mülga) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Türk Ceza Kanununda yer alan;...c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.\" 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Aşağıdaki hükümler yürürlükten kaldırılmıştır:... 6) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250, 251 ve 252 nci maddeleri,...\" 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle yürürlükten kaldırılan) (4) numaralı fıkrası şöyledir:\"Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.\"B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:\"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki serbest seçim hakkını \"yasama organı\"nın seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (k.k.), B. No: 53180/99, 2/7/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (k.k.), B. No: 51501/99, 25/1/2000, hukuk kısmı, § 1). AİHM; serbest seçim hakkının kapsamını, yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (k.k.)), bölgesel seçimlerin (Malarde/France (k.k.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Santoro/Italy, B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye ve ilçe meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (k.k.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2474", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının, yargılamaya özel yetkili CMK mülga 250. maddeyle görevli) mahkemede devam olunması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davada, Anayasa’nın ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 12/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, 26/1/2015 tarihli dilekçesi ile başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde astsubay statüsünde görev yapmakta iken, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla 2007 yılında resen emekliye sevk edilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde hükmünden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 6/6/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İşlemin gerekçesi şu şekildedir:“… askeri ve sivil personel ile toplu olarak UYUŞTURUCU MADDE kullanmanız, askeri personeli uyuşturucu maddeye özendirmeniz ve kullanmaya teşvik etmeniz gerekçesi ile, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE…” Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Milli Savunma Bakanlığına karşı 19/7/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Davalı Milli Savunma Bakanlığı tarafından sunulan savunma dilekçesinde, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. AYİM Birinci Dairesi 3/5/2012 tarihli kararı ile duruşma günü verilmesine karar vermiş ve duruşma davetiyesinde duruşmanın 20/11/2012 tarihinde yapılacağı başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu vekili duruşma tarihinden bir gün önce dava dosyasına sunulan bilgi ve belgeleri inceleme talebinde bulunmuş, bu talep üzerine gizli belgeler hariç tüm dava dosyasının incelendiğine ilişkin 19/11/2012 tarihli inceleme tutanağı tutulmuştur. AYİM Birinci Dairesi, 20/11/2012 tarih ve E.2012/389 ve K.2012/1236 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir“Dava dosyasındaki mevcut bilgi, belge ve yazılı ifadeler kapsamında davacının disiplin durumu incelendiğinde; davacının uyuşturucu madde kullanmayı alışkanlık haline getirdiği, ayrıca uyuşturucu maddeyi diğer asker şahıslara tedarik ettiği, daha ucuz uyuşturucu madde temini için Şanlıurfa şehrinde uyuşturucu satıcıları ile buluştuğu dikkate alındığında, disiplin durumunun vahamet derecesine ulaştığı ve statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği anlaşıldığından; \"Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir\" sicil belgesi düzenlenmesi işlemi ve bu sicil belgesine istinaden ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin objektif olarak kullanıldığı değerlendirilmekle; davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırmaması işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle;1 - Hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE,2- 1602 Sayılı Kanunun 71'inci maddesi uyarınca yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,3- Duruşmalı olarak yapılan yargılama sonucu verilen hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Asgari Ücret Tarifesi Hükümleri ve 659 Sayılı KHK.'nin (R G 2011/28103) 14'üncü maddesi uyarınca belirlenen 00 TL (İki Bin Dört Yüz Türk Lirası) vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine. 4- Bir adet gizli zarfın iadesine,...” Başvurucu, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebinde diğer iddialarının yanında, dava dosyasına gizli belgelerin sunulduğuna ilişkin bir bilginin olmaması nedeniyle 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesine göre talepte bulunulmadığı, kararın bu belgelere dayandığı, incelenen belgeler arasında bu belgelerin yer almadığı gerekçesiyle belgelerin incelettirilmesi talebinde de bulunmuştur. AYİM Birinci Dairesi 5/3/2013 tarih ve E.2013/288, K.2013/262 sayılı kararı ile karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar, başvurucuya 15/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 1602 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 1602 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir.  Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 5/12/1984 tarih ve 14251 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi şöyledir:“Dosyaları incelemek isteyen vekil veya temsilcilerin vekaletname veya temsil belgeleri ile gerektiğinde hüviyetlerini göstermeleri zorunludur. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümleri saklıdır. Taraflar da hüviyetlerini göstermek suretiyle dosyaları inceleyebilirler . Dosyalar, ancak ilgili başkan, üye, raportör, Başsavcı, savcı, Genel Sekreter veya birimlerin başkatiplerinin gözetimi altında incelenebilir. Dava dosyaları içinde bulunan gizli bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine gösterilemez. Tereddüt halinde gizliliğin takdiri; kurul başkanlarına, Başsavcıya veya Genel Sekretere aittir.” 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2454", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davada, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tapu iptali ve tescil talebiyle açılan davada uygulanan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ç. ve F.Ç.; başvurucu ve diğer davalılar aleyhine 7/10/2013 tarihinde tapu iptali tescil davası açmıştır. Bu davada davacılar 27/7/2010 tarihinde Ankara'nın Etimesgut ilçesindeki davalılardan SS.Y.S. Konut Yapı Kooperatifinde bulunan bağımsız bir bölümü diğer davalı müteahhit H.Ö.P.den satın almak için sözleşme imzaladıklarını, biraz ödeme yaptıkları ve 2012 yılı Temmuz ayında konuta taşındıkları hâlde ikamet ettikleri konutun başvurucuya satıldığını öğrendiklerini belirterek başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile davacılardan Ç. adına tescil edilmesini ve taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulmasını talep etmiştir. Ankara Tüketici Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi) 4/11/2013 tarihinde taşınmazın tapu kaydı üzerine başkalarına devir ve temlikin önlenmesi için ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir. Tüketici Mahkemesi 9/2/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi 14/3/2019 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucular 22/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu vekili, bireysel başvuru tarihinden sonra Tüketici Mahkemesine sunduğu 25/4/2019 tarihli dilekçe ile dosyanın kesinleştirilmesini ve taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbirin kaldırılmasını talep etmiştir. Tüketici Mahkemesi 26/4/2019 tarihinde kararı kesinleştirmiş ve ihtiyati tedbirin kaldırılması için tapu müdürlüğüne yazı yazmıştır. İlgili hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39; İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14483", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tapu iptali ve tescil talebiyle açılan davada uygulanan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, 30 Ağustos 2016 tarihi itibarıyla mezun olacak askerî öğrencilerin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi gereğince nasıplarının yapılmaması üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmek yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların, astsubay hazırlama okullarında/ harp akademilerinde eğitim aldığı ve 30 Ağustos 2016 tarihinde astsubay/subay olarak nasbedilmeyi beklediği anlaşılmaktadır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün ardından çıkarılan25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (669 sayılı KHK) maddesinde harp akademilerinin, askerî liselerin ve astsubay hazırlama okullarının kapatılacağı düzenlenmiştir. Mezkûr KHK'nın maddesinde 30 Ağustos itibarıyla mezun olacak askerî öğrencilerin nasbının yapılmayacağı ve bunlara durumlarına uygun fakülte ve yüksek okullarca diploma verileceği kuralına yer verilmiştir. Bu kapsamda başvurucuların nasbı yapılmamıştır. Bu düzenleme uyarınca başvuruculara farklı fakülte ve yüksekokullarca diploma verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular 669 sayılı KHK gereğince eğitim aldıkları okulun kapatılması, söz konusu okullarla ilişiklerinin kesilmesi ve astsubaylığa/subaylığa nasbedilmeyeceklerini öğrenmeleri üzerine bu işlemlerin iptali talebiyle davalar açmıştır. Mahkemeler davaların incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararlarda, dava konusu işlemlerin doğrudan ve kanun niteliğini taşıyan bir hukuki düzenleme olan 669 sayılı KHK ile varlık kazandığı, bu konuda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma imkânının tanınmaması sebebiyle idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine imkân bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararlar kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatı nedeniyle 2019/9859 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/9859 numaralı başvuru üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9859", "Başvuru Konusu":"Başvurular, 30 Ağustos 2016 tarihi itibarıyla mezun olacak askerî öğrencilerin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi gereğince nasıplarının yapılmaması üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmek yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 23/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf subay statüsünde görev yapmakta iken 2/12/2010 tarihinde bir İnternet sitesinde \"Hava İstihbarat Üsteğmen G.G. ve Rus Sevgilisi ve Sırdaşı\" başlığıyla yayımlanan görüntülerin ahlak dışı, yüz kızartıcı ve utanç verici eylem teşkil ettiği gerekçesiyle Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanının 6/12/2010 tarihli emriyle başvurucu hakkında tahkikat başlatılmıştır. Bu kapsamda 10/12/2010 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun istihbarat olan sınıfı 11/3/2011 tarihinde piyade olarak değiştirilmiştir. Tahkikat sürecinde 21/6/2012 tarihli ulusal bir gazetede \"İşte O Şok Görüntüler\" başlıklı haber yayımlanmış ve söz konusu görüntüler bir kısmı bulanıklaştırılarak haber içeriğinde yer verilmiştir. Başvurucu hakkında yürütülen idari tahkikat sonucunda TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu hususu gözetilerek sıralı sicil üstleri tarafından 3/8/2012 tarihinde \"TSK'da kalması uygun değildir.\" ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyon tarafından başvurucunun durumu 15/11/2012 tarihinde görüşülmüş ve TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasının komutan tasvibine sunulmasına karar verilmiştir. Anılan karar 16/11/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından, 24/12/2012 tarihinde Genelkurmay Başkanı tarafından tasvip gördükten sonra Millî Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan 13/2/2013 tarihli ve 2013/90 sayılı üçlü kararname ile görevden ayırma süreci tamamlanmıştır. Başvurucu; istihbarat birimindeki görevliler tarafından mülakat adı altında çağrılarak 10/12/2010 tarihinde sorguya alındığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olması gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması, ayırma işleminin iptali ve özlük haklarının iadesi talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 25/3/2013 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış, kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 2/4/2013 tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan düşünce yazısında, başvurucunun mevcut durumu itibarıyla TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı hareketler sergilediği, disiplini esastan sarsan bu durum nedeniyle idarenin derhâl işlem yaparak yürütülen özellikli kamu hizmetine yabancılaşan ajanını bünyesinden atmasının zorunluluk hâlini aldığı, bu nedenlerle sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında ayırma sicili düzenlenmesinde ve ayırma işlemi tesis edilmesinde idarece objektif kıstaslara bağlı kalındığı, kamu yararı ile birey yararı arasındaki dengenin gözetildiği, takdir yetkisinin kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı ve işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 1/4/2014 tarihli ve E.2013/425, K.2014/331 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı bir kısmı yabancı olan kadınlarla cinsel birliktelikler yaşadığı, ahlak dışı birtakım görüntülerin İnternet ortamında yayınlandığı, yaşadığı birlikteliklerin alenileştiği, mesleki sicili ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel portresi çizmesine karşın 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin aradığı anlamda \"iyi ahlak sahibi olmak\" vasfını taşımadığı, TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu personeli hakkında disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında başvurucunun 10/12/2010 tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Karara katılmayan üyelerden biri tarafından kaleme alınan karşıoy yazısında başvurucunun ifadesinde yer alan beyanların özel hayatını ilgilendirdiği, ifadenin bir isnada dayanmadığı ve başka delillerle desteklenmediği, bu nedenle ikrarın delil olarak kabul edilemeyeceği, söz konusu olayların başvurucunun bekâr olduğu dönemde ve 2009 yılından önce gerçekleştiği, dolayısıyla eylemden dört yıl sonra gerçekleştirilen ayırma işleminin gereklilik unsuru taşımadığı, ifadede yer alan fiillere ilişkin isnatlar konusunda (beyan dışında) delil sunulamadığı ve ayırma işleminden önce başvurucunun savunmasının alınmaması nedeniyle dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Karara katılmayan başka bir üye tarafından kaleme alınan karşıoy yazısında ise bir İnternet sitesinde ve bir gazetede çıkan haber, görüntü ve fotoğrafların tek başına hukuka uygun somut bilgi, belge ve delil olarak kabul edilemeyeceği, ele geçirilen özel hayata ilişkin kayıtlar nedeniyle kamuoyunda \"askerî casusluk\" olarak bilinen davada başvurucunun \"mağdur\" konumunda olduğu, başvurucunun aleniyete kavuşmamış özel hayatına ilişkin beyanlarının hukuka uygun başka olgu ve bulgularla desteklenip doğrulanmadığı, başvurucunun mesleki geçmiş ve sicil durumunun çok iyi seviyede olduğu, disiplin ve ahlaki zafiyetinin kamu hizmetinde istihdamını imkânsız kılacak vehamet düzeyinde olmadığı, bu bağlamda durumunun normal sicil işleminde değerlendirilmesi gibi orantılı bir yaptırım uygulanması olanağı varken hakkında tesis edilen ayırma işleminde birey ve kamu yararı dengesi gözetilmediği, ölçülülük ilkesine uyulmadığı ve takdir yetkisinin objektif kullanılmadığı dolayısıyla dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 9/9/2014 tarihli ve E.2014/908, K.2014/958 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 26/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 23/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu hakkında dosyaya sunulan belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri Komutanlığınca 10/12/2010 tarihinde istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde başvurucunun ifadesinin alındığı anlaşılmıştır. İfade tutanağının “ifadeyi alan” kısmı ve ifadenin bir kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Söz konusu ifade alma işleminde başvurucuya, bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, grup seks ve İnternet üzerinden sanal seks yapıp yapmadığı, yabancı uyruklu kadınlarla cinsel birliktelik yaşayıp yaşamadığı, birlikte İnternet ortamında görüntüleri yayımlanan kadının kim olduğu, görüntünün nerede çekildiği, bu kadınlardan asker olduğunu ve görevini bilenlerin olup olmadığı, lojmandan neden ayrıldığı, görev tahsisli Outlook sistemi üzerinden gizlilik dereceli belgeleri şifrelemeden gönderip göndermediği hususlarında sorular sorulmuştur. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı, özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Ayrıca başvurucu, özel hayatına ilişkin gizli belgelerin ele geçirildiğini ve mağdur olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu; söz konusu görüntüleri ele geçiren, elinde bulunduran ve yayımlayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2010/640 numaralı soruşturma kapsamında mağdur sıfatıyla ifade vermiştir.B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.  Askerliğin temeli disiplindir.  Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Amir; … maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur. Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun “Çeşitli Nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden Ayrılacak Subaylar İçin Yapılacak İşlem” kenar başlıklı maddesinin mülga (c) bendi şöyledir: “Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “... Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: ... e. Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması. ...” Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır,, a) Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması: Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde; süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümündeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 91 inci maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra \"Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir\" kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra Kuvvet Komutanlıkları Personel Başkanlıklarına, jandarma subaylarının sicillerini Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına, general ve amiral sicillerini Genelkurmay Personel Başkanlığına gönderirler. Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle hakkında ayırma sicil belgesi düzenlenen bir subay hakkında bu görüşe katılmayan sicil üstü, niteliklere işaret koymaksızın sicil belgesinin kendisine ait olan kanaat hanesine, gerekçeli olarak \"Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir Kanaatine Katılmıyorum\" kanaatini yazar ve imza eder. Kuvvet Komutanlıkları veya Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlığı veya Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat, harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri, adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi, belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen bu emeklilik istemleri, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askeri Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenlerin hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak, hakkında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği subayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığına iade edilir. Bu gibi subaylar hakkında, Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır. Yüksek Askerî Şûra tarafından durumları incelenen subaylardan, göreve devam etmesi kararı verilenler hakkında yapılan işlemler ve sıralı sicil üstlerince düzenlenen sicil belgeleri, mazbata edilerek personelin şahsî dosyasına konur ve bu gibilerin görev yerleri değiştirilir. ...” Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.  Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: ... (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. ...” 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir: “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır:  a) Kendi konularında;  Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak,  MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek,   İstihbarata karşı koymak.” ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16701", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir elektronik posta (e-posta) grubunda kurumu ile ilgili bir yazı yayınlayan başvurucuya kınama cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün; yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1963 doğumlu olup Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğünde başvuru tarihi itibarıyla yirmi sekiz yıldır görev yapan bir tiyatro sanatçısıdır. Başvurucu 13/12/2012 tarihinde sadece devlet tiyatrosu çalışanlarının üye olduğu kapalı bir grup olan devtiyatro@yahoogrups.com adlı internet paylaşım sitesinde, disiplin cezasına konu olan \"Sanat ve Yönetim Kurulunun 3 yıllık kararlarını nasıl elde ettim?\" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Söz konusu yazıda \"Yöneticilerin yetki kullanımının bu nedenle sonsuz ve sınırsız olduğu bu kara düzen\", \"Adamına göre muamele tavan yaptı\", \"Devlet eliyle bankamatik sanatçısı basına ve siyasete servis edildi\", \"Kadrosuz çalıştırma ilhamını içeriden alan siyasi irade yasa için düğmeye bastı\", \"performans uygulaması da aynı sonsuz ve sınırsız keyfi düzen içinde yerini alacak\", \"Öteden beri yukarıda anlattığım gizli saklı keyfi yönetim anlayışı\", \" Uygulamamak için bin takla atılan mahkeme kararları\", \"Teşvik ödememek için bazı arkadaşlar hakkında performansı düşük ödemeler\" şeklinde ifadeler yer almıştır. Söz konusu yazı içeriğinin Kurumun huzur ve sükûnunu bozmaya yönelik olduğu gerekçesiyle başvurucuya Disiplin Kurulunun 01/03/2013 tarihli kararıyla ve İdari Hizmet Sözleşmesi'nin , , ve maddeleri delaletiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin (B) bendinin (l) alt bendi uyarınca kınama cezası verilmiştir. Anılan kararda;i. Sanat ve Yönetim Kurulu kararlarına yönelik bilgilerin kanuna aykırı bir biçimde yayımlanması şeklindeki eylemi nedeniyle başvurucunun ifadesinde yer alan bilgilerde bireysel bir karara işaret edecek net bir açıklamanın yer almadığı görüldüğünden bu hususta hakkında bir işlem yapılmasına yer olmadığına, ii. Yazıda yer alan ifadelerin eleştiri sınırını aştığı, yazıdaki üslup ve ithamlar yazı içeriğinin bütünü içinde değerlendirildiğinde eylemin Kurumun huzur ve sükûnunu bozmaya yönelik olduğu anlaşıldığından başvurucunun kınama disiplin cezası ile cezalandırılmasına ve kullanılan ifadelerin niteliği ve ağırlığı, eylemin internet ortamında yayın yoluyla yapılması dikkate alınarak ceza indirimine yer olmadığına,karar verilmiştir. Başvurucu, disiplin cezasına 28/3/2013 tarihinde itiraz etmiştir. İtirazının 17/5/2013 tarihinde reddedilmesi üzerine disiplin cezasının iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 18/12/2013 tarihinde işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde;i. 657 sayılı Kanun'un geçici maddesine göre Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin sanatkâr olarak çalışan personeli hakkında 10/6/1949 tarihli ve 5441 sayılı Devlet Tiyatrosu Kuruluşu Hakkında Kanun'un, 14/7/1970 tarihli ve 1309 sayılı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Kuruluşu Hakkında Kanun'un, 14/7/1970 tarihli ve 1310 sayılı Kanun ile bu Kanunlarda atıf yapılan kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.ii. Anılan maddenin son fıkrasına atıfta bulunmak suretiyle, Devlet Tiyatroları sanatçısı olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında 657 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı, 5441 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri gereğince başvurucunun idari sözleşme ile görev yapmakta olan sanatkâr memur statüsünde bulunması nedeniyle 5441 sayılı Kanun hükümleri ve yine bu Kanun hükümlerine uygun olarak idare ile aralarında imzalanan idari sözleşme hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir.iii. Aynı Kanun'un maddesinin (A) ve (C) fıkralarında, kurumda görev yapan aktör ve aktrislerin Devlet Tiyatroları sanatkâr memurları olduğu ve idari sözleşmelerle göreve alınacakları, mali hakları ve özellikleri bu Kanun içinde kalmak ve devlet memuru niteliklerine halel gelmemek üzere sanatkâr memurların hizmete alınma, hizmete devam şekilleri ile sair özellik ve yükümlülüklerinin idari sözleşmelerinde belirtileceği hükümlerine yer verildiği belirtilmiştir. 5441 sayılı Kanun'un maddesine göre de sanatkârların disiplin işlerinin bir tüzükle belirleneceği vurgulanmıştır.iv. 5441 sayılı Kanun hükümleri kapsamında sanatkâr memur unvanı ile görev yapmakta olan başvurucunun özlük ve disiplin işleri yönünden 657 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine tabi olmadığı belirtilmiştir. Sanatkârların disipline ilişkin işlerinin bir tüzük ile belirleneceğine ilişkin emredici bir kanun hükmüne yer verilmiş olmasına karşın idarenin sanatçıları ile imzalamakta olduğu idari sözleşmelere disiplin hükümleri koymak suretiyle sanatçıların disiplin işlerinin sözleşme hükümlerine tabi kılındığı, böylelikle idari sözleşmede belirtilen disiplin hükümleri yönünden 5441 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne aykırılık oluştuğu ifade edilmiştir. Bu çerçevede idare tarafından başvurucuya idari sözleşme hükümlerine göre disiplin cezası verilmiş ise de kamu görevlisinin disiplin cezalarına konu olacak eylemlerinin neler olacağı ve bu eylemler için hangi cezaların uygulanacağının idari sözleşme ile belirlenmesinin kanuna aykırı olduğu ve disiplin cezasının kanuni bir dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. İdarenin karara itiraz etmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/1/2015 tarihinde idare mahkemesinin kararını bozmuş ve davanın reddine karar vermiştir. Ret kararının gerekçesinde 5441 sayılı Kanun'un maddesine göre sanatkârlarla yapılacak sözleşme esas ve ilkelerinin tüzükle düzenlenmesi gerektiği, ancak Danıştay Birinci Dairesinin 12/11/1992 tarihli ve E.1992/343, K.1992/349 sayılı ve Beşinci Dairesinin 7/5/2004 tarihli ve E.2000/6658, K.2004/2141 sayılı kararlarında da belirtildiği gibi tüzükle düzenleme yapılmamış olmasının anılan Kanun hükümlerin uygulanmasına engel oluşturmadığı belirtilmiştir. Kanun'da sözleşmeli sanatkâr memur çalıştırılması, tüzük çıkarılması koşuluna bağlanmadığına göre Kanun hükümlerinin uygulanmasının ertelenmeyeceğinin açık olduğu vurgulanmıştır. Bu kapsamda Kanun'un yürürlüğe girdiği 1949 yılından bu yana tüzüğün çıkarılmaması karşısında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün (İdare) sözleşmeli sanatkâr memur çalıştırmadan faaliyetini sürdürebilmesinin de düşünülemeyeceği belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararında başvurucunun 657 sayılı Kanun'un ek geçici maddesi kapsamına dâhil personel olduğu, sözleşmeli personel çalıştırılmasına ilişkin esaslara dair Bakanlar Kurulu kararının maddesinde, sözleşmeli olarak çalıştırılacakların ilgili kurumun saptayacağı özel koşulların yanı sıra 657 sayılı Kanun'un değişik maddesinin (A) bendinin , , ve alt bentlerinde belirtilen koşulları da taşımaları gerektiği hükmüne yer verildiği belirtilmiştir. Kararda; Kanun hükmüyle sözleşmeli sanatkâr memur statüsünün düzenlenmiş olduğu, İdareye sanatkâr memurlarla sözleşme yapma yetkisi tanındığı ifade edilmiştir. Bu durumda İdarenin Kanun gereği sözleşmeli sanatkâr memur istihdam edeceğine göre belirli statüde çalıştıracağı kişilerde arayacağı nitelikleri belirlemeye, bu konuda düzenleme yapmaya da yetkili bulunduğu; Kanun'da öngörülen tüzüğün henüz çıkarılmamasının yine Kanun'la verilen yetkinin kullanımından kaynaklanan düzenleme yetkisini ortadan kaldırmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen 5/7/2007 tarihli ve E.2007/346 sayılı kararın da aynı gerekçeye dayandığı belirtilen karar gerekçesinde bu yetkiye dayanarak sözleşmeli personelin çalışma koşullarını kendileri ile sözleşme yapmak suretiyle belirleyen İdarenin aynı sözleşmede hizmet süresince bu kişilerin tabi olacağı disiplin kurallarını da 657 sayılı Kanun'a gönderme yapmak suretiyle belirlemesinde hukuka aykırılık olmadığı değerlendirilmiştir. Kararda, aksi takdirde 5441 sayılı Kanun'un 3/B maddesi ile kurulan Disiplin Kurulu'nun personeli hakkında hiçbir cezai işlem yapamaz hâle geleceği belirtilmiştir. Yine kararda başvurucuya verilen kınama cezasının Sanatçı Hizmet Sözleşmesi’nin , ve maddeleri delaletiyle ancak 657 sayılı Kanun'un maddesinin (B) bendinin (l) alt bendi uyarınca verildiği belirtilerek disiplin cezasının salt hizmet sözleşmesine dayalı olarak verildiğinin de söylenemeyeceği vurgulanmıştır. Belirtilen durum karşısında ilk derece mahkemesinin iptal kararında hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bölge İdare Mahkemesince yapılan esas incelemesi sonucunda davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, 657 sayılı Kanun'un maddesinin (B) bendinin (l) alt bendinde \"Kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozma\"nın kınama cezasını gerektiren eylemler arasında sayıldığı belirtilerek başvurucu tarafından yazılan söz konusu ifadelerin geçtiği yazı bölümleri tümüyle incelendiğinde başvurucunun ileri sürdüğü görüşlerin eleştiri sınırını aştığı, kullanılan üslup ve yapılan ithamların Kurumun huzur ve sükûnunu bozacak düzeye ulaştığı ifade edilmiştir. Bu nedenle başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasında ve bu ceza uygulanırken eylemin internet ortamında yayın yoluyla işlendiği gözetilerek ceza indirimine gidilmemesinde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Ret kararı başvurucuya 25/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\" Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir....l) Kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak....\" Aynı Kanun'un \"Tiyatro, Opera, Bale Sanatkarları ve Orkestra Teknik Personeli\" başlıklı ek geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin özel kanunlarına göre, stajyer, uzman memurlar, uygulatıcı uzman memurlar, sanatkar olarak çalışan personeli hakkında, bu Kanun esasları çerçevesinde hazırlanacak kendi özel kanunları yürürlüğe girinceye kadar, 10/06/1949 tarihli ve 5441 sayılı Kanun, 14/07/1970 tarihli ve 1309 Sayılı Kanun, 14/07/1970 tarihli ve 1310 Sayılı Kanun ile bu kanunlarda atıf yapılan kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Ancak:A) 14/07/1970 tarihli ve 1309 sayılı Kanunun 12 nci maddesi ile 14/07/1970 tarih ve 1310 Sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde idari sözleşme ücret limitleri aşağıdaki tutarlara yükseltilmiştir.Stajyerler 1650Sahne uygulatıcıları (Uzman memurlar) 1100 - 3700Sanat uygulatıcıları (Uygulatıcı uzman memurlar) 1500 - 5000Sanatkar memurlar 2000 - 7000...D) Devlet Tiyatro, Opera ve Balesinin (A) bendinde tespit edilen personelin dışında kalan personeli hakkında Devlet Memurları Kanununun (1327 Sayılı Kanunun 90 ıncı maddesiyle eklenen ek geçici 20 nci maddesi hükümleri hariç) bütün hükümleri uygulanır....Kültür ve Turizm Bakanlığının sanatla ilgili merkez ve taşra birimlerine bağlı olarak çalışan orkestra, koro ve topluluk sanatçıları, sanatkarları ve sanatçı öğretmenleri ile stajyerleri hakkında da bu maddenin (B) ve (D) bendlerinde yer alan hükümler uygulanır. Halen görevde bulunanların durumları da buna göre yeniden düzenlenir. 5441 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Sanatkarların sözleşme prim, tedavi, ayrılış ve ölüm tazminatı, askerlik, izin, yaz tatili aylarında Devlet Tiyatrosu dışında kendi hesaplarına çalışma, yolluk, inceleme seyahati ve disiplin işleriyle yabancı sanatkar ve trup getirme ve Tiyatronun iç ve yönetim işleri bir tüzükle belirtilir.\"B. Sanatçı İdari Hizmet Sözleşmesi'nin İlgili Hükümleri Başvurucu ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü arasında imzalanan Sanatçı İdari Hizmet Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:\"İlgili görevinde 5441/1310 sayılı yasa ve 657 sayılı yasanın ilgili maddeleri ve sözleşme hükümleri ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün mevcut veya çıkarılacak Tüzük, Kararname, Yönetmelik, Yönerge, Genelge, Karar ve Duyurularına tam olarak uymak zorundadır. Aksi takdirde sözleşmenin disiplin hükümleri uygulanır. Sözleşme dönemi içinde Kanun, Tüzük, Kararname, Yönetmelik ve Yönerge değişikliği veya yeniden düzenlenmesi durumlarında bu mevzuatla sözleşme arasında çelişki doğduğu takdirde, yeni mevzuat hükümleri uygulanır. \" Aynı Sözleşmenin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"a) Devlet Tiyatroları Sanatçıları, yasalarla belirlenen kamu görevlisi niteliklerinin gerektirdiği saygınlık ve güvene yaraşır olduklarını, kurum içinde ve kurum dışındaki davranışları ile göstermek zorundadırlar. Sanatçılar, Kurumun içinde ve dışında Kurumu, amirlerini ve arkadaşlarını küçük düşürecek konuşma ya da davranışlarda bulunmak, amirlerine karşı gelmek ya da verilen emirleri dinlememek, başkalarını kuruma karşı tahrik etmek, kurum aleyhine yayın yapmak ya da yaptırmak ya da demeç vermek gibi davranışlarda bulunamazlar.Bu tür davranışlarda bulunduklarında sözleşmenin disiplin hükümlerine göre işlem yapılır....\" Aynı Sözleşmenin disiplin hükümlerine ilişkin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sanatçılara verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller aşağıda belirtilmiştir. Sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde. 657 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen disiplin hükümleri uygulanır. 1) Uyarma: İlgiye görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir. ...2) Kınama: İlgiliye görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir. A) Eser oynanmakta iken sırası geldiğinde sahneye girişini 10 saniyeye kadar geciktirmek. B) Provaya 15 dakikadan fazla geç gelerek provanın gecikmesine ve aksamasına neden olmak. C) Kurumun tanıtımını sağlayacak haber niteliğindeki televizyon çekimine ve fotoğraf çekimine gelmemek. D) Oyun için saptanmış olan aksesuvar, kostüm, makyaj, mizansen, oyun metninde değişiklik yapmak ya da yapılmasına neden olmak. E) Oyun başlama saatinden ı saat önce görevi başında bulunmamak. F) Prova oyun ve çalışma sırasında Rejisörün yada yetkilinin izni olmadan çalışma mekanından uzaklaşmak. G) Prova süresince provanın ciddiyetini ve akışını bozacak davranışlarda bulunmak.H) Oyun ve provalarda kullanılması kararlaştırılan dekor, aksesuvar, makyaj malzemesi, kostüm, ışık planlarının uygulama hatasına sebep olmak ve prova, oyun antresinden önce denetlememek nedeniyle çalışma ve oyun akışının bozulmasına sebebiyet vermek. I) İzinsiz selama çıkmamak, İ) Turnelere gidilirken izin almadan Genel Müdürlükçe saptanan araçlar dışında yolculuk yapmak. saptanan yerler dışında kalmak ve kalınan yerlerde ve yolculukta görevin ciddiyet ve onuru ile bağdaşmayan davranışlarda bulunmak. ...\" İlgili Danıştay Kararı Danıştay Beşinci Dairesinin 7/5/2004 tarihli ve E.2000/6658, K.2004/2141 sayılı kararına konu olayda; Devlet Tiyatrolarında idare müdürü olarak görev yapan davacı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünce toplam sekiz adet reji asistanlığı pozisyonu için yapılacak sınava girmek için başvurmuştur. Görev ve Çalışma Yönergesi'nin (Yönerge) reji asistanları ile ilgili maddesinde belirtilen şartları taşımadığı gerekçesiyle başvurusunun reddi üzerine davacı, Yönerge'nin maddesinin fıkrasına \"...ile master, doktora yapmış olup, aldıkları ders, hazırlamış oldukları tez ve uygulamaların tiyatro sanat alanı ile ilgili olanlar\" cümlesini ekleyen 26/6/2000 tarihli Bakan olurunun iptali talebiyle bir dava açmıştır. Danıştay ilgili Kanun hükmüne göre sanatkârlarla yapılacak sözleşme esas ve ilkelerinin tüzükle düzenlenmesi gerektiğini, nitekim Danıştay Birinci Dairesinin 12/11/1992 tarihli ve E.1992/343, K.1992/349 sayılı kararında da belirtilen konuda tüzükle düzenleme yapma zorunluluğunun ifade edildiğinin belirtildiğini, ancak Danıştay Birinci Daire kararında da belirtildiği gibi tüzükle düzenleme yapılmamış olmasının anılan Kanun hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmadığını, esasen Kanun'un yürürlüğe girdiği 1949 yılından bu yana tüzüğün çıkarılmaması karşısında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün sözleşmeli sanatkâr memur çalıştırmadan faaliyetini sürdürebilmesinin de düşünülemeyeceğini vurgulamıştır. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5402", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir elektronik posta e-posta) grubunda kurumu ile ilgili bir yazı yayınlayan başvurucuya kınama cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün; yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, maddi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 22/11/2012 tarihinde açılan davada 5/3/2019 tarihinde karar verildiği fakat davanın taraflarınca söz konusu kararın tebliğ alınmadığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kapsamındaki bilgi ve belgelerden tespit edilmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 3/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1762", "Başvuru Konusu":"Başvuru, maddi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) kadrosunda anabilim dalı başkanı olarak görev yaparken Türk Hava Kurumu (THK) Üniversitesi’nin mütevelli heyeti üyeliğinde görev yapmak için bağlı bulunduğu idareye yapılan başvurunun reddine dair karara karşı açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 12/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 16/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, \"Profesör Tabip Kıdemli Albay\" unvanı ile GATA’da Üroloji Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, bu görevine devam ederken THK Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğine seçilmiş ve görevlendirilme yapılabilmesi için 10/1/2011 tarihinde GATA Komutanlığı Askeri Tıp Fakültesi Dekanlığı Eğitim Hastanesi Baştabipliğinden izin talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi, GATA Komutanlığınca Genel Kurmay Başkanlığına sunulmuş ve Genel Kurmay Başkanlığının 17/8/2011 tarihli yazısı ile reddedilmiştir. Bu işlem başvurucuya 6/9/2011 tarihinde tebliğ edilmiştir. Yazının ilgili kısmı şöyledir:\"... Milli Savunma Bakanlığının görüşü doğrultusunda ilgi (b) yazı ile, vakıf üniversitelerinin tüzel kişiliklerinin temsil edildiği mütevelli heyetlerinde TSK personelinin görev yapmalarına ilişkin bir düzenleme bulunmadığından, TSK mensuplarının vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetlerinde görev yapamayacakları bildirilmiştir. ...\" Başvurucu, idarenin ret işleminin iptal edilmesi talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) önünde dava açmıştır. Bu davası, AYİM Üçüncü Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2011/2300, K.2012/2160 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir.\"... Davacının statüsü ve görev yaptığı kurum itibarıyla tabi olduğu 2955 sayılı GATA Kanunu kapsamında, diğer yükseköğretim kurumlarında geçici olarak görevlendirilebilmesi, ilgili kurumun isteği, Akademi Kurulunun kararı ve Genel Kurmay Başkanlığının uygun görmesi şartlarına bağlanmış ve TSK personelinin hizmet yerlerinin belirlendiği 926 sayılı Personel Kanunu’nun 124’üncü maddesi hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir. 124’üncü madde de ise, personelin Silahlı Kuvvetler içindeki hizmetlerinden başka bir göreve verilmeyeceği ana kural olarak belirlenmiş iken, istisnai durumlarda Genel Kurmay Başkanlığı görüşüyle, bazı Devlet hizmetleriyle Türk Hava Kurumu hizmetlerinde görevlendirilmesi mümkün kılınmıştır. Mevzuat itibarıyla TSK personelinin asli görev yeri dışında görevlendirilmeleri (veya görev almaları) kanunla belirlenmiş, şartları gösterilmiştir. Kamu görevlilerinin hak ve yükümlülükleri, statüleri kanunla belirlenir. Dolayısıyla 926 sayılı Kanun’un 124’üncü maddesi kapsamında, vakıf yükseköğretim mütevelli heyeti içerisindeki faaliyetlerinde görevlendirilme imkânı kanunla verilmemiştir. Yine davacının mütevelli heyetindeki bu faaliyeti, 2855 sayılı Kanun’un 33’üncü maddesi kapsamında, mesleği ile ilgili diğer yükseköğretim kurumundaki bir eğitim faaliyeti de değildir. Öte yandan 211 sayılı Kanun’un 43’üncü maddesi kapsamında, siyasi olmayan ve MSB tarafından adları yayımlanan vakıfların faal olmayan üyeliklerine katılması mümkün olmasına rağmen, vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet üyeliğinin aktif bir faaliyet olması karşısında yasak kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mevzuat hükümleri uyarınca davacının vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyetinde görev almasına ilişkin talebin kabul edilmemesi işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.\" Başvurucu, anılan ret kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 14/2/2013 tarihli ve E.2013/169, K.2013/172 sayılı kararı ile düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Karar 14/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 17/11/1983 tarihli ve 2955 sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanunu'nun “Kamu Kuruluşlarında görevlendirme” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"İlgili kurumların isteği, Akademi Kurulunun kararı ve Genelkurmay Başkanlığının uygun görmesiyle ihtiyaç duyulan konularda öğretim elemanları diğer yükseköğretim kurumlarıyla, kamu kurum ve kuruluşlarında geçici olarak görevlendirilebilirler. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 124 üncü maddesi hükümleri saklıdır.” 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun “Silahlı Kuvvetler personelinin hizmet yerleri” başlıklı maddesi şöyledir: “Silahlı Kuvvetlere (Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil) mensup muvazzaf subay ve astsubaylar, Silahlı Kuvvetler içindeki hizmetlerden başka bir göreve verilemezler. Ancak, zorunlu durumlarda Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile Silahlı Kuvvetler kadrolarında gösterilmek ve aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali ve sosyal hak ve yardımlarını ve istihkaklarını mevcut hükümler çerçevesinde, kendi bağlı bulunduğu Bakanlık bütçesinden almak şartı ile Silahlı Kuvvetler dışındaki Devlet hizmetleri ile Türk Hava Kurumu hizmetlerinde görevlendirilebilirler. Bu personelin görev süresi azami iki yıl olup, görevlendirme süresi Bakanlar Kurulu kararında belirtilir. Genelkurmay Başkanlığının teklifi ile bu süre kısaltılabilir veya uzatılabilir. Görev süresi uzatılmayan personel, yeni bir karara gerek kalmaksızın görev süresinin sonunda Silahlı Kuvvetlerdeki asli görevine iade edilir.” 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“…Silahlı Kuvvetler mensupları Milli Savunma Bakanlığınca adları yayınlanan ve siyasi olmıyan cemiyetler ile spor kulüplerinin faal olmıyan üyeliklerine girebilirler. Girenler durumlarını en kısa zamanda Milli Savunma Bakanlığına bildirmeye mecburdurlar.…Silahlı Kuvvetler mensupları kanunla kurulan meslek kuruluşlarına üye olamaz ve organlarında görev alamazlar. Ancak üye olamamaları kanunlarda belirtilen diğer kayıt ve şartlara uymak kaydıyla meslekleriyle ilgili görevlerde çalışmalarına, mesleki hizmetleri yürütmelerine, yetkilerini kullanmalarına, mesleki eğitim ve öğretim yaptırmalarına, kurum amirlerinin izniyle kuruluşun bilimsel çalışmalarına katılmalarına, meslek kural ve koşullarına uymak yükümlülüklerine, haklarında disiplin cezası uygulanmasına, özel kanunların öngördüğü kayıtlarla mesleklerini serbestçe icra etmelerine, resmi veya özel bir görev almalarına engel teşkil etmez.Belli bir meslek veya sanatın icra edilebilmesi için meslek kuruluşlarına üye olmayı zorunlu kılan kanun hükümleri Silahlı Kuvvetler mensupları hakkında uygulanmaz.…” 18/10/1982 tarihli ve 2709 sayılı Anayasa’nın “Yükseköğretim Kurumları” başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir.” 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Kapsam” başlıklı 2 maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumlarıyla ilgili hususlar ayrı kanunlarla düzenlenir.” 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’nun “Türk Hava Kurumu Üniversitesi” başlıklı ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Ankara’da Türk Hava Kurumu Havacılık Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Türk Hava Kurumu Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.…” 31/12/2005 tarihli Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“… Devlet üniversitelerinde görev yapan öğretim elemanları üniversitesinden gerekli iznin alınmış olması kaydı ile vakıf yükseköğretim kurumları mütevelli heyetinde görev alabilirler. …” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Kanun yollarını ilişkin özel hükümler” başlıklı maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:“Yargılamanın iadesi ve kararın düzeltilmesi istekleri kanunda yazılı sebeplere dayanmıyor ise isteğin reddine karar verilir ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bu husustaki hükümlerine göre para cezasına da hükmolunur.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2175", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Gülhane Askeri Tıp Akademisi GATA) kadrosunda anabilim dalı başkanı olarak görev yaparken Türk Hava Kurumu THK) Üniversitesi’nin mütevelli heyeti üyeliğinde görev yapmak için bağlı bulunduğu idareye yapılan başvurunun reddine dair karara karşı açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa nın 10., 1, 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, atış alanı olarak kullanılan bölgede bulduğu patlayıcı maddenin patlaması sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanan başvurucunun zararının karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının, manevi zararın tazmini talebinin reddedilerek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde yedi yaşında olan başvurucu, Diyarbakır'ın Hani ilçesinde yaşamaktadır. 18/11/1995 tarihinde başvurucu ile kardeşi H., ilçenin Kalaba köyü istikametinde bulunan atış alanı bölgesi civarında oyun oynadıkları sırada arazide buldukları patlayıcı madde patlamış ve patlama sonucu başvurucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanırken H. de hayatını kaybetmiştir. A. Olayla İlgiliCeza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak Hani Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) derhâl soruşturma başlatmıştır. Kolluk görevlileri patlamadan sonra olay yerine intikal etmiş, olay yerinin krokisini çizmiş, Görgü ve Tespit Tutanağı düzenlemişlerdir. 18/11/1995 tarihli Görgü ve Tespit Tutanağında, Hani ilçesi Kalaba köyü istikametinde bulunan atış alanı civarında menşei belli olmayan patlayıcı bir maddenin patladığı, olay yerinde yapılan araştırmada bir adet balta, bir adet dahra, iki çuval içinde eski ve patlamış roket mermisi parçaları ile patlamadan dolayı meydana gelen kan izlerinin mevcut olduğu tespit edilmiştir. Patlama sırasında hayatını kaybeden başvurucunun kardeşi H. için 18/11/1995 tarihinde düzenlenen Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağında H.nin kesin ölüm nedeninin patlayıcı madde parçalarının kafa bölgesine isabet etmesi sonucu oluşan hemorojik şok ve beyin kanaması olduğu belirtilmiştir. Patlama sırasında yaralanan başvurucu ise Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılmış, yapılan tedavinin ardından taburcu edilmiştir. Düzenlenen 18/11/1995 tarihli adli raporlarda, başvurucunun çocuk cerrahisi ve genel cerrahi açısından hayati tehlikesinin bulunduğu belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 29/12/1995 tarihinde, olayın tamamen başvurucu ve başvurucunun kardeşinin kusur ve dikkatsizliğinden kaynaklandığı, ayrıca başvurucunun kardeşinin hayatını kaybettiği gerekçeleriyle takipsizlik kararı vermiştir. Başvurucu formu ve ekindeki bilgi ve belgelerden başvurucunun anılan karara itiraz edip etmediği anlaşılamamıştır.B. 5233 Sayılı Kanun'a İstinaden Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç Başvurucu 10/11/2004 tarihli dilekçeyle Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş ve olay dolayısıyla uğradığını ileri sürdüğü zararın giderilmesini talep etmiştir. Komisyon 24/9/2009 tarihli kararıyla, başvurucunun 25 gün çalışma gücü kaybı olduğu gerekçesiyle başvurucuya 978,60 TL ödenmesine karar vermiştir. Tazminat Davası Süreci Komisyonca hükmedilen bedeli kabul etmeyen başvurucu 12/10/2009 tarihli Uyuşmazlık Tutanağını imzaladıktan sonra, önerilen tazminat miktarının maddi ve manevi zararını karşılamadığını ileri sürerek 1/12/2009 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 8/12/2009 tarihli kararında eksiklikleri bulunan dilekçenin reddine karar vermiştir. Eksikliklerin giderilmesinden sonra Mahkemeye sunulan 4/1/2010 tarihlidilekçede özetle başvurucu, 18/11/1995 tarihinde ağabeyinin hayatını kaybetmesine, kendisinin ise hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına neden olan olayın ardından Komisyona başvurduğunu, Komisyonun zararı gidermekten çok uzak bir şekilde maddi tazminata hükmettiğini,kararın eksik inceleme ile verildiğini, idarenin olay yerinde yeterli güvenlik önlemlerini almadığını, dolayısıyla meydana gelen olayda idarenin kusurlu ve sorumlu olduğunu, kaldı ki idarenin bu olayda sosyal risk ilkesince kusursuz sorumluluğunun da bulunduğunu belirterek idarenin oluşan maddi ve manevi zararı tazminle yükümlü olduğunu ileri sürmüştür. Herhangi bir gerekçe belirtmeden -kusur sorumluluğu hususunda herhangi bir değerlendirme yapmadan- davanın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında açılan bir dava olduğu olduğunu kabul eden Mahkeme yaptığı yargılama neticesinde 26/5/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “Davalı idarece anılan olay nedeniyle davacının yaralanmasının kaç gün iş ve güç kaybına neden olduğu, sakatlık varsa derecesinin bildirilmesinin Diyarbakır Devlet Hastanesi Baştabipliğinden istenildiği, davacı hakkında düzenlenen 2005 tarih ve 669 sayılı Adli Raporda, davacının Adli Tıp Polikliniğinde yapılan muayenesinde işgücü kaybının bulunmadığı, anılan olay nedeniyle meydana gelen yaralanmanın 25 gün mutat iştigaline engel olduğu bildirilmiştir.Bu durumda, ilgili Yönetmeliğin maddesinin (a) bendine göre davacının yaralanmasının 25 gün iş ve gücüne engel teşkil ettiği, (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın onda birinin davacının yaralanmasının 25 gün iş ve gücüne engel teşkil etmesi nedeniyle 25 ile çarpımı sonucu (7000x05592/10= 39,14-YTLx25=) 978,60-TL’nin ödenmesine karar verildiği görülmüş olup 5233 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmelik kapsamında mevzuata uygun olarak yapılan ödeme işleminde mevzuata aykırılık bulunmadığından davacının 000,00-TL maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.Davacının 000,00-TL manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Yasa'nın amacı terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanması olduğundan, davacının manevi tazminat isteminin karşılanmasına olanak bulunmamaktadır…” Başvurucu, anılan kararı 21/7/2010 tarihinde temyiz etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) 30/10/2014 tarihli kararıyla Mahkemenin 26/5/2010 tarihli kararının onanmasına karar vermiştir. Onama kararına karşı başvurucu 27/1/2015 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 28/5/2015 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar5/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5233 sayılı Kanun’un \"Amaç\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un \"Kapsam\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun \"iptal ve tam yargı davaları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” 2577 sayılı Kanunu’nun \"Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: \"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.\" Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2016 tarihli ve E.2015/2933, K.2016/326 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: \" ...İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.İdare, Anayasamızın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği birtakım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın maddesinde öngörüldüğü üzere, hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin toplumsal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından, doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış; bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir. ...Anılan Kanunun gerekçesinde, 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ...Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ...İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ... Bu çerçevede ... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması ... amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.' denilmektedir....\" Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/12/2018 tarihli ve E.2016/5245, K.2018/8344 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"...Terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla çıkarılan ve 2004 gün ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 'Amaç' başlıklı maddesinde, bu Kanunun amacının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu, 'Kapsam' başlıklı maddesinde, bu Kanunun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1'inci, 3'üncü ve 4'üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı, terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar ve kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararların bu Kanunun kapsamı dışında sayılan durumlardanolduğu,'Karşılanacak Zararlar' başlıklı maddesinde ise, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararların, hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar olduğuhükümlerine yer verilmiştir.Öte yandan, anılan Kanunun gerekçesinde, 'Kural olarak idarenin hukukî sorumluluğu kusur esasına dayanmaktadır. Sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği birtakım zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanması gerekmektedir. ....Ortaya çıkan zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara ugramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. Kişilere verilen zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, ister terörle mücadele sırasında Devletçe alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların belirtilen ilkeler uyarınca karşılanması, Devlete olan güveni pekiştirecek; vatandaş-Devlet kaynaşmasını artıracak, terörle mücadeleye ve toplumsal barışa önemli katkıda bulunacaktır. Terörle mücadelede Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin kazandığı olağanüstü başarının sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklenmesi zorunluluğu toplumumuzun bütün kesimlerince kabul edilmektedir.' denilerek Kanunun getiriliş amacı açıklanmıştır. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun’un 'Terörün Tanımı' başlıklı maddesinde; 'Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa'da belirtilen Cumhuriyetinniteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.' şeklinde tanımlanmış, Kanunun maddesinde, Türk Ceza Kanun’unda yer alan terör suçları sayılmış, maddesinde ise terör amacı ile işlenen suçlar belirtilmiştir.Terör eylemlerinin devlete yönelik olduğu, devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı yukarıda anılan 3713 sayılı Kanunda belirtilmiş olup bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel husumetten ileri gelmediğinin dikkate alınması gerekmektedir. Terör eylemleri nedeniyle zarara uğrayan, bu eylemlere herhangi bir şekilde katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplum içinde ortaya çıkan bu olaylardan toplumun bir parçası olması sıfatıyla zarar görmektedir. 5233 sayılı Kanunun terör eylemleri sonucu zarar görenlerin zararların karşılanmasına yönelik olduğu, nakdi tazminat ödenmesi için bir maddi zararın oluşması, zararın 3713 sayılı Kanunun ve maddeleri kapsamında yer alan eylemlerden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle uğranılması gerektiği belirtilmiştir.Yukarıda yer verilen Kanun hükümlerine göre, terör veya terörle mücadelede kapsamında yürütülen faaliyetlerden kaynaklanmayan zararların 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması hukuken olanaklı değildir. ...\" Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/189, K.2012/7048 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:\"...İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel gerekçesinde 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ......Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun maddesinin uygulanması gerekmektedir. ...\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15098", "Başvuru Konusu":"Başvuru, atış alanı olarak kullanılan bölgede bulduğu patlayıcı maddenin patlaması sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanan başvurucunun zararının karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının, manevi zararın tazmini talebinin reddedilerek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuya gönderilen mektupların, sakıncalı bulunan kısımları okunmayacak şekilde karalanarak başvurucuya verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuya ait 2017/27361 sayılı bireysel başvurunun, kişi ve konu yönünden irtibat nedeniyle 2017/27359 numaralı bireysel başvuru dosyasıyla birleştirilmesine 18/12/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu vekili, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucuya farklı zamanlarda G.A. ve Ş. isimli kişiler tarafından iki adet mektup gönderilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından 23/3/2017 ve 12/4/2017 tarihinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla; G.A. tarafından gönderilen mektubun sayfasının \"...hoşuna giderse ara ara yazarım mektuba ...\" cümlesinden \"Değerli heval, yaptığım eleştirilere karşı...\" cümlesine kadar kısımları ile sayfasının \"Ben yine kitabımdan devam edeyim acık...\" cümlesinden sonraki \"Değerli heval kolum ağrıdı...\" cümlesine kadar kısımların okunmayacak şekilde çizilerek başvurucuya verilmesine; Ş. tarafından gönderilen mektubun ekinde yer alan A4 ebatlı 60 sayfadan oluşan fotokopi şeklinde çoğaltılmış kısımların başvurucuya verilmeyerek alıkonulmasına karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde; sakıncalı görülen kısımların terör örgütü kurucusu A.Ö. tarafından yazıldığının düşünüldüğü, mektupta terör örgütü propagandası niteliğinde, terör ve terörizmi övücü hatta teşvik edici ve bu yönde etki altında bırakabilecek ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararlarına karşı Edirne İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet başvurusu 14/4/2017 ve 16/5/2017 tarihli kararlarla kabul edilmiş ve Disiplin Kurulu kararlarının kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde; mektupların başka bir ceza infaz kurumu tarafından uygun görülüp gönderildiği ancak diğer bir ceza infaz kurumu tarafından sakıncalı görülerek muhatabına verilmediği, bu durumun objektif kriterlere dayanmadığı vurgulanmıştır. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Edirne Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar 29/5/2017 ve 11/5/2017 tarihli kesin kararlarla kabul edilmiş ve İnfaz Hâkimliği kararlarının kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai kararlar 2/6/2017 ve 25/5/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 20/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16- ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27359", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuya gönderilen mektupların, sakıncalı bulunan kısımları okunmayacak şekilde karalanarak başvurucuya verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, görevinden uzaklaştırılıp sonrasında görevine iade edilen kamu görevlisinin sonradan ödenen aylıkları için faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 9/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 7/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1923", "Başvuru Konusu":"Başvuru, görevinden uzaklaştırılıp sonrasında görevine iade edilen kamu görevlisinin sonradan ödenen aylıkları için faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, ana dilde savunma yapma imkânı verilmemesi ve savunma yapmak için yeterli kolaylıklardan faydalandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gerekçeli kararın yaklaşık beş ay sonra tebliğ edilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 1/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuve diğer sekiz şüpheli hakkında PKK terör örgütünün talimatları doğrultusunda örgüt adına yasa dışı olaylarda kullanmak amacıyla bomba ve molotof yapımında kullanılan malzemeler ile terör örgütünün pankartlarını ve molotof bulundurdukları iddiasıyla 18/4/2011 tarihinde adli soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 18/4/2011 tarihinde gözaltına alınmış, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) Nöbetçi Hâkimliğinin 21/4/2011 tarihli ve 2011/37 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 21/6/2011 tarihli ve E.2011/1222 sayılı iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Başvurucu, hüküm celsesinde savunmasını tercüman yardımından faydalanarak yapmış; son sözünde beraatini talep etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 25/4/2013 tarihli duruşmada hükmü açıklamış ve başvurucunun tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma ve terör örgütüne üye olmamakla örgüt adına suç işleme eylemlerinin örgüte silah sağlama suçunu oluşturduğunu belirterek 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan açılan kamu davasında ise kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: \"(...) yasa dışı gösteriler sırasında güvenlik güçleri ile şahıslara ve kamuya ait mallara yönelik olarak yapılacak olan eylemlerde kullanacaklarının açık olduğu, molotof kokteyli ve el yapımı bomba yapımında kullanılacak malzemelerin sanığın içinde bulunduğu binada bulunduğu, ayrıca malzemelerin bulunduğu yerde elde edilen ve malzemelerin taşınmasında kullanıldığı değerlendirilen poşetler ile suçta kullanılan malzemeler üzerinde sanık Nihat BAYMİŞ'in [Başvurucu] parmak izinin tespit edildiği anlaşıldığından, sanığın aksi yöndeki savunmalarına itibar edilmemiştir.(...)Söz konusu, kanun hükümleri dikkate alındığında; örgüt üyesi olduğu tespit edilemeyen sanığın, terör örgütünün çağrıları doğrultusunda bir gün sonra KCK duruşmasını protesto etmek için düzenlenecek gösterilerde ve eylemlerde kullanılmak üzere molotof kokteylive el yapımı bomba imal etmek için olay yerine geldiği, yapılan aramalarda, patlayıcı maddeler kapsamında kalan molotof kokteyli ve el yapımı bomba yapımında kullanılan malzemelerin ele geçirilmek suretiyle terör örgütüne silah sağlamaya teşebbüs ettikleri anlaşıldığından, sanığın 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 315/1 maddesi gereğince silah sağlama suçundan dolayı cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiştir.(...)Sanığın, malzemelerini temin etmek suretiyle imal etmek istediği molotof kokteylive el yapımı bomba yerleşik uygulamalardoğrultusunda Türk Ceza Kanununun 6/1-f ve 174/1 maddeleri kapsamında tehlikeli madde ve silah niteliğindedir.(...)Açıklanan sebeplerle; örgüt üyesi olduğu tespit edilemeyen sanığın, terör örgütünün çağrıları doğrultusunda bir gün sonra KCK duruşmasını protesto etmek için düzenlenecek gösterilerde ve eylemlerde kullanılmak üzere molotof kokteyli ve el yapımı bomba imal etmek için olay yerine geldiği, malzemeleri temin ettiği, yapılan aramalarda, patlayıcı maddeler kapsamında kalan el yapımı bomba ve molotof kokteyli yapımında kullanılan malzemelerin ele geçirilmesi suretiyle ve bu malzemeleri de 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesinde tanımlanan patlayıcı maddeler kapsamında kalan el yapımı bomba ve molotof yapımında kullanacağının anlaşılması karşısında; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 315/1 maddesi kapsamında kalan silah sağlamaya teşebbüs suçunu işlediği sonuç ve kanaatine varılmıştır.\" Kovuşturmanın ertelenmesi kararına yapılan itiraz 25/9/2013 tarihinde reddedilmiştir. Hükmün başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2013/17824, K.2014/1992 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmiştir. Müddetname başvurucuya 27/5/2014 tarihine tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yukarıdaki maddede tanımlanan örgütlerin faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu örgütlere üretmek, satın almak veya ülkeye sokmak suretiyle silâh temin eden, nakleden veya depolayan kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir(...)(4) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.) Ayrıca sanık; a) İddianamenin okunması, b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10373", "Başvuru Konusu":"Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, ana dilde savunma yapma imkânı verilmemesi ve savunma yapmak için yeterli kolaylıklardan faydalandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gerekçeli kararın yaklaşık beş ay sonra tebliğ edilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, akaryakıt istasyonunda yapılan denetimler sonucu teknik düzenlemelere uygun olmadığı tespit edilen sıvılaştırılmış petrol gazının değeri kadar paranın müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Karapınar Mahallesi Karapınar Caddesi No: 271 Merkez/Adıyaman adresinde dağıtıcı lisansı ile depolama tesisi işleten bir şirkettir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından yapılan denetimler kapsamında 25/8/2015 tarihinde başvurucu Şirkete ait tesisten petrol gazı (LGP) numunesi alınarak analiz için Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Petrol Araştırma Merkezine gönderilmiştir. ODTÜ Petrol Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen analiz raporunda, alınan numunenin teknik düzenlemelere aykırı nitelik taşıdığı belirtilmiştir. Bunun üzerine Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (Kurul) tarafından 10/3/2016 tarihinde başvurucunun savunmasının alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun savunması ve Denetim Daire Başkanlığının görüşlerini değerlendiren Kurul 2/3/2005 tarihli ve 5307 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı altı bendi uyarınca 8/6/2017 ve 8/3/2018 tarihlerinde başvurucu hakkında ayrı ayrı 205 TL tutarlarında idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir. Kurul ayrıca 5307 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca denetim tarihi itibarıyla numune alınan tankta bulunan ürün miktarı esas alınarak müsadere işlemlerinin başlatılmasına karar vermiştir. B. İdari Dava Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen idari para cezasının kesilmesi işlemlerine karşı sırasıyla farklı tarihlerde Ankara ve İdare Mahkemelerinde iptal davaları açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 28/11/2018 tarihli kararıyla, depolama tesisinden alınan LPG numunelerine ilişkin düzenlenen analiz raporlarında başvurucunun teknik düzenlemelere aykırı LPG ikmalinde bulunduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Ankara İdare Mahkemesi de 27/3/2019 tarihli kararıyla, dava konusu idari para cezasının mükerreren verildiği anlaşılmakla dava konusu Kurul kararının başvurucunun hukukunu etkileyen, tek başına sonuç doğuran, bu hâliyle de iptal davasına konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olduğunu belirtmiş ancak Ankara İdare MahkemesininE.2017/2675 sayılı esasına kayıtlı dava ile bu davanın tarafları, konusu ve sebebinin aynı olduğu anlaşıldığından sonradan açılan davanın esasının derdestlik nedeniyle incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine hükmetmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre başvuru tarihi itibarıyla söz konusu davalar istinaf aşamasında olup bireysel başvurunun incelenmesi tarihi itibarıyla derdesttir. Müsadere Süreci EPDK 25/8/2015 tarihli numune alma tutanağında belirtilen LPG'nin değeri kadar paranın başvurucudan müsadere edilmesi istemiyle 27/3/2018 tarihinde Adıyaman Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvuruda bulunmuştur. Dilekçede EPDK, yapılan laboratuvar analizlerine göre numunesi alınan LPG'nin teknik kriterlere aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca -muhafaza altına alınmadığından- mevcut olmadığı için ürünün değeri kadar paranın müsaderesi gerektiğini ifade etmiştir. Hâkimlik, numune alma tutanağındaki müsadere konusu edilen LPG'nin parasal değerinin tespiti için Adıyaman Valiliği Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğüne (Müdürlük) müzekkere yazmıştır. Müdürlük 10/7/2018 tarihli yazısı ekinde Hâkimliğe gönderdiği yazıda LPG'nin parasal değerinin 910,28 TL olduğunu bildirmiştir. Hâkimlik 1/8/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne, 25/8/2015 tarihli numune alma tutanağındaki 000 kg LPG'nin parasal değeri olan 910,28 TL'nin müsaderesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir: i. 5307 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrasının (ğ) bendinde söz konusu Kanun'a göre faaliyette bulunanların piyasa faaliyetlerinde teknik düzenlemelere uygun LPG sağlamak ile yükümlü olduğu, yine aynı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasına göre ise teknik düzenlemelere uygun olmayan LPG ile piyasa faaliyetinde bulunan lisans sahiplerinin lisansının iptal edileceği ve teknik düzenlemelere uygun olmayan LPG'nin mahkeme kararı ile müsadere edileceği belirtilmiştir.ii. LPG'yi ikmal eden kişi ve firmalar zararı tazmin etmekle yükümlü olup 5/6/2007 tarihli ve 26543 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasasında Uygulanacak Teknik Düzenlemeler Hakkında Yönetmelik'in maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre piyasaya arz olunacak LPG'nin sırasıyla TS, EN veya ISO standartlarına uygun olması zorunluluk arz etmektedir.iii. 10/5/2006 tarihli ve 26164 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasasında Yapılacak Denetimler ile Ön Araştırma ve Soruşturmalarda Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre test ve analiz sonuçlarının ilgili teknik düzenlemeye aykırı çıkması ve lisans sahibinin olaya ilişkin olarak yapacağı savunmasının kurulca yetersiz görülmesi hâlinde, geçici mühürleme yapılarak kanun uyarınca mahkemeden müsadere kararı alınmasını teminen kurumca ilgili mahkemeye başvuruda bulunulabilecektir.iv. Numune alınmasından müsadere kararının verilmesine kadar geçecek süre zarfında numune alınan ürünün ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde ilgili mahkemeden numune alma tutanağında belirtilen ürün miktarının değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilmesi talep edilebilecektir. Nitekim bu durum 5307 sayılı Kanun'un ve maddelerinde öngörülen idari para cezası ve/veya idari yaptırımların uygulanmasına engel teşkil etmeyecektir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/9/2018 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 27- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31619", "Başvuru Konusu":"Başvuru, akaryakıt istasyonunda yapılan denetimler sonucu teknik düzenlemelere uygun olmadığı tespit edilen sıvılaştırılmış petrol gazının değeri kadar paranın müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmakta iken uyuşturucu madde kullanılmasına aracı olduğu iddiası ile hakkında başlatılan idari soruşturma neticesinde Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulunun 21/9/2001 tarihli kararı ile meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 28/12//2001 tarihinde iptal davası açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin 17/10/2002 tarihli ve E.2001/1661, K.2002/1166 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 10/2/2006 tarihli ve E.2003/396, K.2006/340 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 9/6/2008 tarihli ve E.2006/3901, K.2008/3384 sayılı kararı ile yerinde görülerek İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan incelemede ilk kararda ısrar edilerek İstanbul İdare Mahkemesinin 9/7/2009 tarihli ve E.2008/1496, K.2008/2184 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi, temyiz harç ve posta masraflarının zamanında yatırılmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesince kabul edilmeyerek dosyanın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, dosyanın temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin Yerel Mahkeme kararına karşı temyiz talebinde bulunmuş ve başvurucunun bu talebi Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca kabul edilerek işin esasının görüşülmesi aşamasına geçilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30/9/2013 tarihli ve E.2010/302, K.2013/2563 sayılı ilamıyla onama kararı verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/11/2014 tarihli ve E.2014/4669, K.2014/4240 sayılı kararı ile karar düzeltme dilekçesinin süresinde verilmediği gerekçesiyle \"karar düzeltme yolu açık olmak üzere\" ifadesine de yer verilerek reddedilmiştir. Başvurucu tekrar karar düzeltme talebinde bulunmuş, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 8/9/2015 tarihli ilk inceleme tutanağında başvurucunun talebi mesmu görülmüştür. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda E.2015/2912 sayılı dosya ile derdesttir. Başvurucu 4/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8688", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucular, “silahlı terör örgütüne üye olmak ve resmi belgede sahtecilik” suçlarını işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 7/4/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Gıyasettin Gür tarafından yapılan 2014/4841 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Selahattin Aslan tarafından yapılan 2014/4844 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/4841 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 9/4/2007 tarihinde gözaltına alınmışlardır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. maddesi ile görevli) 12/4/2007 tarih ve 2007/56 Sorgu sayılı karar ile başvurucuların “silahlı terör örgütüne üye olmak ve resmi belgede sahtecilik” suçlarından tutuklanmalarına karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 24/4/2007 tarih ve E.2007/630 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak ve resmi belgede sahtecilik” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucular, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 17/3/2011 tarihli kararı ile tahliye edilmişlerdir. Anılan Mahkemece, 31/5/2011 tarih ve E.2007/274, K.2011/110 sayılı karar ile başvuruculardan Gıyasettin Gür’ün “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 7 yıl 6 ay, “resmi belgede sahtecilik” suçundan 2 yıl 6 ay, Selahattin Aslan’ın “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Kararın başvurucular tarafından 17/1/2012 tarihinde temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/7/2014 tarih ve E.2013/515, K.2014/8612 sayılı ilâmı ile hüküm onanmıştır. Başvurucular, 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ile maddesinin (1) numaralı fıkrası. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4841", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, “silahlı terör örgütüne üye olmak ve resmi belgede sahtecilik” suçlarını işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşi ve ailesi ile aynı anda görüş yapamaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Samsun T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) hükümözlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun eşi de aynı yerleşkede hükümözlü olarak bulunmaktadır. Kurum 26/3/2019 tarihli kararı ile 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi gereğince ziyaret konusunda yapılan değişiklikler hakkında Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 8/3/2019 tarihli yazısı hükümlüye tebliğ edilmiştir. Bu tebliğ uyarınca tutukludan kapalı veya açık ceza infaz kurumundaki yakın akrabası ile mi yoksa dışarıdan gelen ziyaretçi ile mi görüşmek istediğini açıkça belirtir dilekçesini her hafta pazartesi günü vermesi hususunda bilgilendirme yapılmıştır. Başvurucu, 29/5/2019 tarihli dilekçeyle Samsun İnfaz Hâkimliği'ne (İnfaz Hâkimliği) şikâyet yoluyla başvurmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle görüş yaptığında ailesiyle görüşemediğini, ailesiyle görüş yaptığında eşiyle görüşemediğini belirterek eşi ve ailesi arasında tercih yapmak zorunda bırakılmadan aile ve eşi ile ayrı ayrı görüşlerinin devam etmesi hususunda talepte bulunmuştur. Başvurucunun şikâyetini değerlendiren İnfaz Hakimliği 31/5/2019 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. Kararda Genel Müdürlüğün 8/3/2019 tarihli görüşü ile Kurum yazısı uyarınca aynı ceza infaz kurumu ya da birden fazla ceza infaz kurumunun bir arada bulunduğu yerleşkedeki farklı kurumlarda barındırılmakta olan hükümlü ve tutukluların Yönetmeliğin maddesinin birinci fıkrasında sayılan kişilerden olması şartıyla görüşme yapabileceği, bu görüşmenin 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde belirtilen süre ile sınırlı olduğu, bu kapsamda başvurucuya kapalı veya açık ceza infaz kurumundaki yakın akrabası ile mi yoksa dışarıdan gelen ziyaretçi ile mi görüşmek istediğini belirtir dilekçesini her hafta pazartesi günü vermesi hususunda tebliğ işleminin yapıldığı vurgulanmıştır. Kararda başvurucu tarafından belirtilen kanun maddesi uyarınca kiminle görüşmek istediğini cezaevi idaresine bildirmesi gerektiği, aynı anda hem cezaevinde bulunan hem dışarıdan gelen ziyaretçisi ile görüşmesinin Yönetmeliğe aykırı olacağı belirtilerek Kurum kararının Yönetmelik'in maddesine uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazı, infaz hakimliği kararında usule ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle Samsun Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20/6/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 24/6/2019 tarihinde öğrendikten sonra 9/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23790", "Başvuru Konusu":"Başvuru, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşi ve ailesi ile aynı anda görüş yapamaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, vasiyet alacaklısı olmasına rağmen mirasçılık belgesinde bu hususun gösterilmemiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinin 19/10/2010 tarihli kararı ile başvurucunun vefat eden eşine ait vasiyetnamenin açılıp okunmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müteveffa eşinin tek mirasçısı olduğunu belirterek mirasçılık belgesi verilmesini talep etmiştir. Antalya Sulh Hukuk Mahkemesi 2/12/2014 tarihinde, başvurucu ile murisin ölen kardeşlerinin çocuklarının yasal mirasçı olduklarını tespit etmiştir. Başvurucu, açılan vasiyetname dikkate alınmadan mirasçılık belgesi verildiğini ileri sürerek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi kararı onamış ve başvurucunun karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Başvurucu 26/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 21/4/2019 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25480", "Başvuru Konusu":"Başvuru, vasiyet alacaklısı olmasına rağmen mirasçılık belgesinde bu hususun gösterilmemiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru “Cevizlik Regülatörü ve Hidroelektrik Santralleri Projesi” kapsamında Rize ili Kalkandere ilçesi Soğuksu köyü sınırları içinde, Orman Genel Müdürlüğünün verdiği ek karar üzerine inşa edilen şalt sahası hakkında ayrıca çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı alınmaması ve bu hususta açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/4/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 7/4/2014 tarihli görüş yazısı 16/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmiştir. İkinci Bölüm tarafından 21/1/2016 tarihinde, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Rize ili Kalkandere ilçesi Soğuksu köyü 12 No.lu parselde yer alan dört katlı bir binanın malikidir. Rize ili İkizdere havzasında A. Enerji Üretimi San. ve Tic. A.Ş. (Şirket) tarafından yapılmak istenen Cevizlik Hidroelektrik Santrali için Çevre ve Orman Bakanlığının 24/7/2006 tarihli ve 5801 sayılı ÇED olumlu kararı verilmiş daha sonra 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası gereğince Orman Genel Müdürlüğü Kadastro ve Mülkiyet Dairesi Başkanlığının 21/8/2006 tarihli izni ile 881 m²1ik ormanlık alan 24/2/2055 tarihine kadar Şirkete tahsis edilmiştir. Bu kapsamda alınan 24/7/2006 tarihli ve 5801 sayılı ÇED olumlu kararının iptali istemiyle Rize İdare Mahkemesinin E.2007/440 sırasına kayden açılan dava, Cevizlik Regülatörü'nden bırakılacak suyla ilgili biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliği için 2800 lt/sn'lik bir debiye ihtiyaç bulunduğu oysa projede dereye 750 lt/sn su bırakılmasının taahhüt edildiği, bu nedenle anılan ÇED olumlu kararının sucul hayatın devamı için bırakılacak hayat suyunun hesaplanması dışında çevresel etkilerinin kabul edilebilir seviyelerde olduğu gerekçesiyle 23/12/2008 tarihli ve E.2007/440, K.2008/914 sayılı kararla kabul edilerek söz konusu işlem iptal edilmiştir. Bunun üzerine Şirket tarafından 4/2/2009 tarihinde Ankara Noterliğinde düzenlenen taahhüt ile Mahkeme kararında belirtilen miktar olan 2800 lt/sn suyun dereye bırakılmasının taahhüt edilmesi üzerine 20/2/2009 tarihli ve 1657 sayılı ÇED olumlu kararı verilmiş, bu kararın iptali istemiyle Rize İdare Mahkemesinin E.2009/204 sırasına kayden açılan davada, Rize İdare Mahkemesinin E.2007/440 sırasına kayden açılan davada verilen 23/12/2008 tarihli kararda, projenin sucul hayatın devamı için bırakılacak hayat suyunun hesaplanması dışında çevresel etkilerinin kabul edilebilir seviyede olduğu, ilk Mahkeme kararında belirlenen eksiklik giderilip 2800 lt/sn'lik su miktarının yıl boyunca dere yatağına bırakılacağı taahhüt edilerek alınan 20/2/2009 tarihli ve 1657 sayılı ÇED olumlu kararının hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 18/12/2009 tarihli ve E.2007/440, K.2009/749 sayılı kararla davanın reddine hükmedilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü Kadastro ve Mülkiyet Dairesi Başkanlığının 21/8/2006 tarihli izni ile 881 m²lik ormanlık alan Cevizlik Hidroelektrik Santrali için tahsis edildikten sonra izin verilen 881 m²lik saha içindeki şalt sahasının TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından uygun bulunmaması üzerine, izinli 169 m²lik sahanın izninin iptal edilerek yeni belirlenen 638 m²lik ormanlık sahada ek izin verilmesi talep edilmiştir. Bunun üzerine Çevre ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü Kadastro ve Mülkiyet Dairesi Başkanlığının 5/5/2008 tarihli Bakanlık olurunu taşıyan 169 sayılı işlemi ile Rize ili Kalkandere ilçesi Soğuksu köyü hudutlarında bulunan 638 m²lik ormanlık sahada şalt sahası yapımı amacıyla ilgili Şirkete 27/10/2055 tarihine kadar ek izin verilmiş, başvurucu ve diğer üçüncü kişi tarafından söz konusu işlemin iptali hususunda Rize İdare Mahkemesi nezdinde idari dava açılmıştır. Başvurucu tarafından söz konusu yargılama sürecinde verilen dava dilekçesi ile bilirkişi raporuna itiraz ve cevaba cevap dilekçelerinde; şalt sahası inşaatının Soğuksu köyünde olacağına dair mevcut ÇED raporunda herhangi bir bilgi olmadığı, yapılan her değişikliğin ÇED raporuna tabi olduğu, tarım alanları dışında tahsis yapılması gerektiği hâlde buna uyulmadığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin maddesi uyarınca proje ünitesi olan şalt sahası hidroelektrik santralinin esaslı bir unsuru olduğu için söz konusu tesisin ÇED raporu dışında bırakılamayacağı, buna rağmen daha önce alınan ÇED raporunda şalt sahası ve çevresel etkileri bağlamında hiçbir değerlendirmenin yapılmamış olduğu; bu kapsamda şalt sahasının jeolojik yönden, flora ve fauna yönünden yerleşim alanında kalması nedeniyle sosyolojik, tarım alanlarında kalması nedeni ile zirai, orman içinde kalması nedeni ile ormancılık yönünden hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmadığı, şalt sahasının mevcut ÇED raporuna uygun olup olmadığı açısından ilgili tesisin belirtilen ÇED raporunda değerlendirilip değerlendirilmediği, değerlendirmenin yeterli ve kapsamlı olup olmadığı, çevresel etkiler noktasında gerekli tedbirlerin öngörülüp öngörülmediği hususunda değerlendirme yapmayan bilirkişilerin, görevlerinin kapsamına ve hukuka aykırı olarak tesisin Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’ne uygun olduğu tespitinde bulundukları, tesisin inşa edildiği yerin yerleşime açık bir alan olduğu ve tesisin hemen yakınında kendi evinin bulunduğu, inşa edilecek yüksek gerilim hatlarının evin çok yakınından geçeceği, bu hatların 600 m etrafına radyasyon yayması nedeniyle kanser dâhil bazı hastalıklara neden olduğu ifade edilmiştir. Rize İdare Mahkemesinin E.2009/469 sırasına kayden yapılan yargılama neticesinde, Mahkemenin 28/9/2010 tarihli ve E.2009/469, K.2010/449 sayılı kararı ile dava reddedilmiş olup ret gerekçesi şöyledir: “Ormanlık alandaki şalt sahası alanının TEİAŞ Genel Müdürlüğü’nce uygun bulunmaması nedeniyle 169 m².lik sahanın izninin iptal edilip yeni belirlenen 638 m².lik ormanlık sahada ek izin verilmesine dair davaya konu edilen işlem ile 638 m².1ik ormanlık alanın doğal yapısının ne tür bir özellik arz ettiği, bu alanda yapılacak çalışma sonucunda bitki örtüsünün doğal yaşamın hangi düzeyde etkileneceği, bu etkinin kabul edilebilir bir düzeyde olup olmadığı, 638 m².1ik alanda verilen ek izin için sırf bu alana münhasır ayrı ve yeni bir ÇED olumlu kararı alınmasının gerekli olup olmadığının belirlenebilmesi amacıyla, uyuşmazlığa konu edilen alanda keşif ve bilirkişi incelemesine karar verildiği, 2010 tarihinde yapılan keşif sonucunda, bilirkişiler tarafından düzenlenip 2010 tarihinde Mahkememiz kaydına giren bilirkişi raporunda özetle, elektrik üretildikten sonra dağıtım şebekesine verilmesi için gerekli düzenlemelerin yapıldığı, açık trafo merkezlerinin şalt sahası olarak adlandırıldığı, bu merkezlerde elektriği toplamak veya dağıtmak için gerekli ekipmanın (ayırıcılar, kesiciler, baralar, transformatör ve yardımcı gereçlerin) bulunduğu, Cevizli Hidroelektrik Santrali için elektrik üretimi gerçekleştirildikten sonra elektrik dağıtım şebekesine düzenlenmiş akım olarak verilmesini sağlamak için Soğuksu Çayı dere kenarında bir adet şalt sahası için tesis kurulduğu, HES projesinde trafolarda yapılan, elektriğin iletim hattı gerilimine (154 kV) yükseltgenme işleminin ÇED raporunda 258 m. kotunda olduğu belirtilen santral tesisin üzerindeki bir bölgede yapıldığı, santralin trafolarının şalt sahası içinde yer almadığı, Soğuksu deresi güney yamacında kurulan şalt sahasının sadece düzenlenen elektrik akımının dağıtım şebekesine iletileceğinin keşif sırasında belirtildiği, daha önce üstlenici firma tarafından belirlenen şalt sahasının 169 m².lik kısmının TEİAŞ tarafından teknik nedenlerle uygun bulunmaması nedeniyle yeni şalt sahasının belirlendiği, şalt sahası kurulacak alanın 330-380 m. yüksekliğindeki bitki örtüsü çeşitliliğinin, bu yüksekliklerde diğer benzer alanlarla ortak özellikler gösterdiği, bu alanın endemik bitkiler bakımından zengin olmadığı, alanda göze çarpan ve Türkiye'nin diğer yörelerine göre yağızlı ve nemli ikliminden dolayı bolca bulunan bitkilerin bulunduğu, ayrıca yerleşim alanının önemli kısmının çay haraları ile kaplı olduğu, keşif bölgesinde olduğu belirlenen bitki örtüsünün Karadeniz bölgesinin tipik özelliklerini taşıdığı, bu bölgenin yerleşim ve yaşam etkileri nedeniyle değişime uğradığı, kurulmuş olan tesisin gerekli koruma planları uygulandığı sürece doğal dokuyu tahrip etmeyeceği, dava dosyasında yer alan 154 kV Cevizlik Salt Merkezi Yer Tespit tutanağı başlıklı belgede şalt sahası için daha önce bir yer seçiminin yapıldığı, ancak belirlenen yerin TEİAŞ yetkilileri tarafından uygun bulunmadığı ve bu nedenle seçilen yerin değiştirildiğini belgelediği, sonuç olarak belirlenen şalt sahasının Soğuksu deresi güney yamaçlarında çay tarımı faaliyetlerinin yapıldığı, küçük bir yerleşimi içeren bir bölge olduğu, 17 Temmuz 2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği şalt sahaları için çevre etki değerlendirme sürecinin işletilmesini 154 kV gerilimli ve 15 km uzunluğunda iletim hattı olan projeler için zorunlu kıldığı, gerilimin 154 kV ve iletim hattı uzunluğu 5 km. ise projenin çevre etki değerlendirme işlemine tabi olması seçme ve eleme kriterine dayandırılarak yapıldığı, yani projenin yapılacağı yerin hassasiyetine ve/veya projenin etkisine göre ÇED gereklidir veya değildir kararı verildiği, uyuşmazlığa konu olan olayda ise iletim hattına erişimin 5 km.'lik mesafe içinde sağlandığı, şalt sahasının yapıldığı alanın 638 m².1ik alan doğal özgünlük taşıyan bir alan olmadığı, Soğuksu şalt sahasının yerleştirildiği yer ve büyüklüğü değerlendirildiğinde yürürlükte olan ÇED Yönetmeliğine uygun göründüğü belirtilmiştir. Öte yandan, Mahkememizin 2009 tarihli ara kararıyla, 638 m² lik ormanlık sahanın, 5403 sayılı Yasa kapsamında tarım arazisi olup olmadığı, tarım arazisi ise hangi sınıf tarım arazisi olduğunun sorulması üzerine, cevabi yazı ekindeki Rize Tarım İl Müdürlüğü'nün 2010 tarih ve 280 sayılı yazısında, sözü edilen 638 m².lik ormanlık sahanın 5403 sayılı Yasa kapsamında tarım arazisi olmadığı, bu nedenle tarımsal anlamda sınıflandırma yapılmadığının belirtildiği görülmüştür. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden. Cevizlik Hidroelektrik Santralinin yapımı için Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 2006 tarih ve 5801 sayılı kararla verilen, çevresel etki değerlendirilmesi olumlu kararına karşı Mahkememizde açılan davada, yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda, projenin genel olarak çevresel etkisinin kabul edilebilir düzeyde bulunduğu, sadece deredeki sucul hayatın devamı için bırakılması öngörülen yıllık 750 lt/sn.lik su miktarının yeterli olmadığı, en az 2800 lt/sn.lik suyun bırakılması gerektiği belirtilerek ÇED olumlu kararının iptal edilmesi üzerine, proje sahibi olan müdahil şirket tarafından noterde düzenlenen taahhütname ile yıllık 2800 lt/sn.lik suyun dereye bırakılacağının taahhüt edildiği, bunun üzerine Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından Cevizlik Hidroelektrik Santrali için 2009 tarih ve 1657 sayılı ÇED olumlu kararı verildiği, bu kararın da Mahkememizde dava konusu edildiği, 2009 tarih ve E.2009/204, K.2009/749 sayılı Mahkememizin kararıyla, son verilen ÇED olumlu kararının hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddedildiği, ancak Hidroelektrik Santrali için belirlenen şalt sahası alanının TEİAŞ Genel Müdürlüğü’nce uygun bulunmaması nedeniyle 169 m².1ik saha izni iptal edilerek yeni belirlenen 638 m².1ik ormanlık sahada dava konusu işlemle ek izin verildiği, proje için ormanlık alanda 881 m².1ik alan içindeki 169 m².1ik şalt sahası alanının iptal edilip, şalt sahası kurulabilmesi amacıyla tahsis edilen 638 m².1ik ormanlık alanın 5403 sayılı Yasa kapsamında tarım arazisi niteliği taşımadığı, Karadeniz bölgesinde görülen tipik bitki örtüsünün hakim olduğu, endemik bitkiler bakımından zengin olmadığı, çay haralarının bulunduğu. Hidroelektrik Santrali için kurulacak tesisin gerekli koruma planları uygulandığı sürece doğal dokuyu tahrip etmeyeceği, santral için oluşturulan iletim hattının 154 kV geriliminde 5 km. uzunluğunda olduğu, dolayısı ile şu anda yürürlükte bulunan Çevresel Etki Değerlendirilmesi Yönetmeliği'nin Ek-II listesinin sırasında yer alan düzenleme nedeniyle seçme eleme kriterlerine tabi olduğu, zaten Hidroelektrik Santrali için son olarak 2009 tarih ve 1657 sayılı ÇED olumlu kararının verildiği, ancak iletim hattı konusunda TEİAŞ'ın yetkili olduğu ve şalt sahası olarak belirlenen ve TEİAŞ tarafından teknik nedenlerle iptal edilen 169 m².1ik ormanlık alanın yerine yeni oluşturulan 638 m².1ik şalt sahası alanının doğal özgünlük taşıyan bir alan olmadığı, 2009 tarih ve 1657 sayılı ÇED olumlu kararından ayrı değerlendirmeyi gerektiren bir nedenin bulunmadığı, bu nedenle davaya konu edilen şalt sahası için ek izin verilmesine dair 2009 tarih ve 169 sayılı işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” İlk Derece Mahkemesi kararı temyiz edilmekle Danıştay Sekizinci Dairesinin 11/7/2011 tarihli ve E.2010/9172, K.2011/3634 sayılı kararı ile bozulmuş olup bozma ilamının gerekçesi şöyledir: “Her ne kadar İdare Mahkemesince keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak, santral için oluşturulan iletim hattının 154 kV (kilovolt) geriliminde ve 5 km uzunluğunda olması nedeniyle Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin Ek-ll listesinin sırasında yer alan düzenleme nedeniyle seçme eleme kriterlerine tabi olduğu, son olarak verilen 20/2/2009 gün ve 1657 sayılı ÇED olumlu kararından ayrı değerlendirmeyi gerektiren bir nedenin bulunmadığından bahisle dava reddedilmiş ise de, Orman Sayılan Alanlarda Verilecek İzinler Hakkında Yönetmelik gereği Cevizlik Hidroelektrik Santrali yapımı için izin verilen 881 m².lik sahanın 169 m².lik kısmının çıkarılması sonrası yeni belirlenen 638 m².lik ormanlık sahanın projeye eklendiği, proje sahasının genişletildiği, genişletilen proje sahasında gerçekleştirilmesi planlanan proje için yapılan ek izin başvurusunda izin talep edilen yerin ili, ilçesi, köyü, mevkii ve yüzölçümünün belirtilerek, diğer kanunlar uyarınca alınması gereken görüş, belge ve muvafakatların ve tabi ki, 638 m².lik ormanlık sahanın projeye eklenmesi sonrası meydana gelen proje sahasının çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerin, belirleyen, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemleri, seçilen yer ile teknoloji alternatifleri belirleyen çevresel etki değerlendirmesi olumlu ya da olumsuz; gereklidir ya da gerekli olmadığı kararının Orman İdaresine sunulmasının zorunlu olduğu tartışmasızdır. Bu bağlamda, Cevizlik Hidroelektrik Santrali yapımı için izin verilen 881 m².lik saha içerisindeki şalt sahasının TEİAŞ Genel Müdürlüğünce uygun bulunmaması nedeniyle izinli 169 m².lik sahanın izninin iptal edilerek, yeni belirlenen 638 m².lik ormanlık sahada ek izin başvurusunda bulunulması üzerine, davalı idarece ek izin başvurusunda belirtilen sahanın izin verilen 881 m².lik sahaya eklendiğinin ve proje sahasının genişletildiğinin dikkate alınması gerektiği açık olup, Orman Sayılan Alanlarda Verilecek İzinler Hakkında Yönetmeliğe aykırı olarak çevresel etki değerlendirmesi olumlu ya da olumsuz; gereklidir ya da gerekli olmadığı kararı alınmaksızın tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık, tersi yaklaşımla 20/2/2009 gün ve 1657 sayılı çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararından ayrı değerlendirmeyi gerektiren bir nedenin olmadığından bahisle davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamıştır”. Davalı idare tarafından karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/1930, K.2012/10732 sayılı kararıyla Dairenin 11/7/2011 tarihli kararı kaldırarak İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar 13/3/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 11/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Belirtilen idari yargı sürecinin yanı sıra TEİAŞ tarafından başvurucu ve üçüncü bir kişi aleyhine açılan kamulaştırma davasının yargılaması sonucunda Kalkandere Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/5/2013 tarihli ve E.2010/426, K.2013/198 sayılı kararı ile Rize ili Kalkandere ilçesi Soğuksu köyü 12 No.lu parselde bulunan taşınmazın bilirkişi raporunda gösterilen ve şalt sahası ile iletim hatlarının inşa edileceği kısmının irtifak hakkının TEİAŞ adına tesciline, taşınmaz irtifak bedeli için hesaplanan miktarın taşınmazın maliki olduğu belirtilen üçüncü kişi adına, bina irtifak bedeli olarak hesaplanan 343,51 TL’nin ise bina maliki olan başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. B. İlgili Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ Bu Kanunda geçen terimlerden; Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı, … Çevresel etki değerlendirmesi: Gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları, … İfade eder.” 2872 sayılı Kanun'un “Çevresel etki değerlendirilmesi” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.” 17/7/2008 tarihli ve 26939 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin “Çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası, çevresel etki değerlendirmesi raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlama yükümlülüğü” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki bir projeyi gerçekleştirmeyi planlayan gerçek ve tüzel kişiler; Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeler için; Çevresel Etki Değerlendirmesi Başvuru Dosyası, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu, Seçme Eleme Kriterlerine tabi projeler için proje tanıtım dosyası hazırlamak, ilgili makamlara sunmak ve projelerini verilen karara göre gerçekleştirmekle yükümlüdürler. (2) Kamu kurum ve kuruluşları, bu Yönetmelik hükümlerinin yerine getirilmesi sürecinde proje sahiplerinin isteyeceği konuya ilişkin her türlü bilgi, doküman ve görüşü vermekle yükümlüdürler. (3) Bu Yönetmeliğe tabi projeler için \"Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu\" kararı veya \"Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir\" kararı alınmadıkça bu projelere hiç bir teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.” Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel etki değerlendirmesine tabi projeler” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Yönetmeliğin; a) EK-I listesinde yer alan projelere, b) Seçme Eleme Kriterlerine tabi olup \"Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir\" kararı verilen projelere, c) Bu Yönetmelik kapsamında ya da kapsamı dışında bulunan projelere ilişkin kapasite artırımı ve/veya genişletilmesi halinde, kapasite artışı toplamı bu Yönetmeliğin EK-I’inde belirtilen eşik değer veya üzerindeki projelere, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hazırlanması zorunludur.” Belirtilen Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “(1) Bu Yönetmeliğin; a) EK-II listesinde yer alan projeler, b) Bu Yönetmelik kapsamında ya da kapsamı dışında bulunan projelere ilişkin kapasite artırımı ve/veya genişletilmesi halinde, kapasite artış toplamı bu Yönetmeliğin EK-II’sindeki eşik değer veya üzerindeki projeler, seçme eleme kriterlerine tabidir.” Belirtilen Yönetmelik’in Ek 1 sayılı listesinin maddesi şöyledir: “154 kV (kilovolt) ve üzeri gerilimde 15 km’den uzun enerji iletim tesisleri (iletim hattı, trafo merkezi, şalt sahaları).” Belirtilen Yönetmelik’in Ek 2 sayılı listesinin maddesi şöyledir: “154 kV üzeri gerilimdeki enerji iletim tesisleri (5 Km ve üzeri).” 6831 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırk dokuz yılı geçemez. Bu alanlarda Devletçe yapılanların dışındaki her türlü bina ve tesisler iznin sona ermesi halinde eksiksiz ve bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Söz konusu tesisler Orman Genel Müdürlüğü veya Çevre ve Orman Bakanlığı ihtiyacında kullanılabilir veya kiraya verilmek suretiyle değerlendirilebilir. İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksan dokuz yıla kadar uzatılabilir. Bu durumda devir işlemleri uzatma süresi sonunda yapılır. Verilen izinler amaç dışında kullanılamaz.” 22/3/2007 tarihli ve 26470 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Orman Sayılan Alanlarda Verilecek İzinler Hakkında Yönetmelik’in “Gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine verilecek izinler” başlıklı maddesi şöyledir: “Gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine, kamu yararı ve zaruret bulunması halinde; savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, iletişim panosu, su arama, su kuyusu, kaptaj, su isale hattı, su deposu, su dolum tesisi, atık su, petrol, doğalgaz, alt yapı ve katı atık bertaraf tesisi, sanatoryum, baraj ve gölet tesisleri için bedelli izin verilebilir.” Belirtilen Yönetmelik’in “Müracaat” başlıklı maddesi şöyledir: “Gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri; izin talep edilen yerin ilini, ilçesini, köyünü, mevkiini ve yüzölçümünü belirten yazılarına, talep sahasını gösterir koordinat değerleri belli 1/25000 ölçekli harita ile yapılması planlanan tesislerin 1/1000 ölçekli vaziyet planını, talep sahasının işlendiği meşçere haritasını dört takım halinde ekleyerek bölge müdürlüğüne müracaat ederler.” Belirtilen Yönetmelik’in “Taleplerin değerlendirilmesi ve izin verilmesi” başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Talep sahibince, talep edilen sahaya ait 1/25000 ölçekli harita ile memleket nirengisine bağlı yersel ölçü yapıldığına dair ölçü ve hesap cetvellerini, talep sahasının üzerinde gösterildiği 1/1000 ölçekli vaziyet planını ve diğer kanunlar uyarınca alınması gereken görüş, belge ve muvafakatların (ÇED, sit, su tahsis ve benzeri) orman idaresine verilmesi halinde, savunma, yol, enerji nakil hattı, su isale hattı, su kuyusu, su arama, su deposu, petrol ve doğalgaz boru hattı, baraj, gölet, telefon iletim hattı, iletişim panosu, R/L tesisleri, radyo-televizyon verici istasyonları ve antenleri, GSM baz istasyonları, ölçüm istasyonları ve alt yapı gibi talepler için bölge müdürlüğünce teşkil edilecek heyetçe; gerekli incelemeler yapılarak tesislerin Devlet ormanlarında yapılmasında zaruret olup olmadığı hususunu da içeren bedelli kesin izin raporu düzenlenir. (2) Bunların dışındaki ulaşım, enerji, haberleşme, su dolum tesisi, atık su, katı atık bertaraf tesisi, sanatoryum talepleri için gerekli incelemeler yapılarak tesislerin Devlet ormanlarında yapılmasında zaruret olup olmadığı hususunu da içeren bedelli ön izin raporu düzenlenir.” 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir: “Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır. Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.” Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin çevre ve insan haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararı’nın ilgili kısmı şöyledir: “Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları tavsiye eder: i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin , ve maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün maddesinde güvence altına alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler almalıdır. ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler. iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul etmelidirler.” ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2552", "Başvuru Konusu":"Başvuru “Cevizlik Regülatörü ve Hidroelektrik Santralleri Projesi” kapsamında Rize ili Kalkandere ilçesi Soğuksu köyü sınırları içinde, Orman Genel Müdürlüğünün verdiği ek karar üzerine inşa edilen şalt sahası hakkında ayrıca çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı alınmaması ve bu hususta açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, suç tarihinde çocuk olan başvurucunun hakkında suç tarihinden uzun süre geçtikten sonra kovuşturmanın duruşma devresinde uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından olay tarihi olan 9/7/2020 tarihinde on üç yaşında olan mağdurenin kanuni temsilcisinin şikâyeti üzerine 17/8/2004 doğumlu olup olay tarihinde on beş yaşında olan başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında cinsel saldırı suçundan soruşturma başlatılmıştır. Mağdurenin soruşturma kapsamında temin edilen jinekolojik ve psikiyatrik raporlarında cinsel saldırı eyleminin organ sokma suretiyle gerçekleştiği ve eylem neticesinde mağdurenin psikolojisinin bozulduğu tespitleri bulunmaktadır. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan mağdure, başvurucu ile rızasıyla ilişkiye girdiğini beyan etmiştir. Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçu isnadıyla başvurucunun ifadesi alınmış, başvurucu üzerine atılı suçlamaları reddetmiştir. Başsavcılık, başvurucu hakkında tutuklama sebeplerinin bulunduğunu fakat atılı suça ilişkin tutuklama yasağının öngörülmesi nedeniyle başvurucu hakkında çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği isnadı nedeniyle adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. 13/7/2020 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı suçun vasfı, mevcut delil durumu, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza gözetilerek başvurucu hakkında yurt dışına çıkamama ve haftada bir gün imza atma şeklinde adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında 24/11/2020 tarihinde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:\"... mağdur hakkındaki 12/07/2020 tarih... adli raporda hymende... yırtık olduğunun tespit edildiği, çocuğun savunmasında iddiaları kabul etmediği, mağdur beyanı ile hakkındaki adli raporun örtüşmesi sebebiyle çocuğun suçtan kurtulmaya yönelik beyanına itibar edilmediği, söz konusu kafe müdürü alınan beyanında olay günü lavaboda tartışma sesleri duyduğunu, mağdur ve çocuğun onu fark etmeleri üzerine kafeden ayrıldığını beyan ettiği, kamera araştırmasında tuvaletin giriş ve çıkışlarını gösterir kamera tespit edilemediğinin belirtildiği, eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 103/1-a delaletiyle 103/2 maddelerinde düzenlenen çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçlarına vücut verdiği, mağdurun çocuktan şikayetçi olmadığı, ancak müştekinin çocuktan şikayetçi olduğu, mağdurun beyanında geçen yetişkin şüphelilere ilişkin ... sayılı ayrı bir soruşturma yürütüldüğü...\" Çocuk Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılama 11/2/2021 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) aynı olayla ilgili olarak diğer iki sanık hakkında yürütülen yargılama ile birleştirilmiştir. Birleştirmeye Ağır Ceza Mahkemesinin 9/2/2021 tarihli müzekkere ile onay vermesi sonrasında 11/2/2021 tarihinde karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince 9/2/2021 tarihli duruşmada, birleşen yargılamada suça sürüklenen çocuk olan başvurucunun gelecek duruşmada ifadesinin alınması için -yargılamada tutuklu iki sanık bulunması nedeniyle- başvurucu hakkında zorla getirme emri düzenlenmesine karar verilmiştir. Dosyaların birleştirilmesi sonrasında gerçekleşen 6/4/2021 tarihli duruşmada Ağır Ceza Mahkemesi \"atılı suçun vasıf ve mahiyeti, adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, mevcut delil durumu ve atılı suçun katalog suçlardan olduğu\"gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince dosya kapsamına göre tutuklama kararının orantılı olduğu belirtilerek 16/4/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 20/4/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş olup 6/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 14/9/2021 tarihinde başvurucunun çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan neticeten 8 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutuklu kaldığı süre gözetilerek tahliyesine, hakkında yurt dışına çıkamama adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi başvurucu yönünden istinaf kanun yolu başvurusunun esastan reddine, Yargıtay Ceza Dairesi ise 7/11/2022 tarihinde, eylemin çocuğun cinsel istismarı suçunu oluşturduğu gerekçesiyle başvurucu yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 4/5/2023 tarihinde başvurucunun çocuğun cinsel istismarı suçundan neticeten 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz incelemesi devam etmektedir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/35038", "Başvuru Konusu":"Başvuru, suç tarihinde çocuk olan başvurucunun hakkında suç tarihinden uzun süre geçtikten sonra kovuşturmanın duruşma devresinde uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, Demirbank T.A.Ş.ye el konulması ile yönetim ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) devredilmesi sürecinde el konulan hisse senetleri karşılığında tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, tazminat istemine ilişkin yargılama sürecinde ilgili yargı kararlarının uygulanmaması ve davanın süre yönünden reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasın karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/06/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde 1/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucunun iddialarının BDDK ve TMSF’den görüş alındıktan sonra değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine, 14/12/2015 tarihli yazılar ile BDDK ve TMSF’den başvurucunun iddialarıyla ilgili açıklama yapması istenmiş ve BDDK Hukuk İşleri Başkanlığı 31/12/2015 tarihli, TMSF Başkanlığı ise 5/1/2016 tarihli yazıları ile açıklamalarını ibraz etmişlerdir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile ilgili dava dosyaları ve ilgili kurumlardan elde edilen belgelerde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun bir kısım hisse senetlerine (yaklaşık 000 EURO) sahip olduğu Demirbank T.A.Ş.nin (Banka) temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) 6/12/2000 tarihli ve 123 sayılı kararı ve zararının özkaynaklarını aştığı, yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediği ve faaliyetlerinin devamının mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle TMSF'ye devredilmiştir. TMSF Yönetim Kurulunun 6/12/2000 tarihli ve 29 sayılı kararı ile de Banka hisse senetlerinin tamamının, Banka zararının ödenmiş sermayeye tekabül eden miktarının, Bankaya aynı miktarda yapılacak ödeme karşılığında devralınmasına ve hisse senetlerinin Banka pay defterine TMSF adına kaydedilmesinin Banka Yönetim Kurulundan istenmesine karar verilmiş ve 275 milyon TL tutarında sermaye karşılığı kaynak Bankaya aktarılarak hisseleri devralınmıştır. Bunun üzerine TAKASBANKın üye ve ortaklara duyuru amacıyla hazırladığı 25/1/2001 günlü işlemle Demirbank T.A.Ş.nin hisse senetlerinin 31/1/2001 tarihinde bulundukları alt hesaplardan çıkartılarak TMSF adına açılacak hesaba aktarılacağı duyurulmuş ve 31/1/2001 tarihinde hisseler TMSF'nin hesabına aktarılarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında (İMKB) Bankanın senet tahtası kapatılmıştır. Ayrıca hisse senetleri fiziken 23/5/2001 tarihinde TMSF yetkilerince teslim edilmiştir. TMSF Bankanın kendisinde bulunan hisse senetlerini Fon Kurulunun 25/1/2001 tarihli ve 16 sayılı kararıyla satışa çıkarmış ve bu işlem 26/1/2001 tarihli Resmî Gazete'de ilan edilmiştir. Ardından Fon Kurulunun 19/9/2001 tarihli ve 213 sayılı kararına istinaden 20/9/2001 tarihinde HSCB Bank Plc. (HSBC) ile hisse devir sözleşmesi imzalamış, fiili devir 30/10/2001 tarihinde gerçekleştirilmiştir. BDDK 11/12/2001 tarihli 547 sayılı kararıyla (13/12/2001 tarihli ve 24612 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan) Bankanın HSBC ile birleşmesine izin vermiştir. Başvurucu, BDDK'nın 6/12/2000 tarihli ve 123 sayılı kararı neticesinde tasarruf hakkının kaybedildiğinden bahisle Bankanın hisse senedi bedellerinin tazminat olarak ödenmesi istemi ile BDDK'ya yaptığı başvurunun cevap verilmeyerek zımnen reddedilmesi işlemine karşı 2002 yılında Danıştayda tam yargı davası açmıştır. Yargılama sonunda Danıştay Onuncu Dairesi 26/6/2003 tarihli ve E.2002/2746, K.2003/3103 sayılı kararında BDDK'nın aynı işlemi hakkında yine aynı Dairede başka kişilerce iptal davası açıldığı ve bu davanın 3/6/2003 tarihli ve E.2002/4599, K.2003/2145 sayılı karar ile söz konusu işlemin18/6/1999 tarih ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu'na uygun olduğu gerekçesiyle reddedildiğini ve bu durumda kararın hukuka uygunluğunun ortaya konulduğu anlaşıldığını belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Kararın temyiz edilmesi sonucu Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 21/10/2004 tarihli ve E.2004/1373, K.2004/1633 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararında belirtilen ve eldeki davanın reddine dayanak alınan 3/6/2003 tarihli kararın temyiz incelemesi sonucu bozulduğunu, buna ilişkin karar düzeltme isteminin de reddedildiğini belirterek, bozmaya hükmetmiş, karar düzeltme istemini de 26/5/2005 tarihli ve E.2005/650, K.2005/1217 sayılı karar ile reddetmiştir. Bozma ilamı üzerine dosya bu defa yeni kurulan Danıştay Onüçüncü Dairesine sevk edilmiş, Onüçüncü Daire bu defa 4389 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca 19/9/2005 tarihli ve E.2005/8619, K.2005/3982 sayılı ilamı ile görevsizlik kararı vermiş ve davanın Ankara İdare Mahkemesinde görülmesi gerektiğine hükmetmiştir. Görevsizlik kararı üzerine dava Ankara İdare Mahkemesinde görülmeye başlanmıştır. Yapılan yargılama sonunda Ankara İdare Mahkemesi 29/12/2005 tarihli ve E.2005/2531,K.2005/2473 sayılı kararı ile Bankanın TMSF'ye devredilmesi sonrasındaTAKASBANKın üye ve ortaklara duyuru amacıyla hazırladığı 25/1/2001 günlü işlemle Demirbank T.A.Ş.nin hisse senetlerinin 31/1/2001 tarihinde bulundukları alt hesaplardan çıkartılarak TMSF adına açılacak hesaba aktarılacağının duyurulduğunu ve TMSF'nin hesabına aktarılan hisse senetlerinin 23/5/2001 tarihinde fiziken TMSF yetkilerince teslim alındığının anlaşıldığını, bu durumda Demirbank T.A.Ş.nin hisse senetleri 31/1/2001 tarihinde TMSF hesabına aktarılırken İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında (İMKB) senet tahtası kapatıldığından başvurucunun 31/1/2001 tarihi itibarıyla tüm işlemleri öğrendiğinin açık olduğunu ve başvurucunun bu tarihten itibaren 60 gün içinde davalı idareye başvurması veya doğrudan dava açması gerekirken bu süreler geçirildikten sonra idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine süresi içinde açılmayan davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyizi üzerine Danıştay Onüçüncü Dairesi, 10/7/2006 tarihli ve E.2006/2960, K.2006/2984 sayılı kararı ile onamaya hükmetmiştir. Yukarıda belirtilen yargılama süreci devam ederken Bankanın çoğunluk hissesini elinde bulunduranlarca BDDK'nın 6/12/2000 günlü ve 123 sayılı işlemine karşı Danıştay Onuncu Dairesinde açılan iptal davası önce reddedilmiş, ancak Danıştay İdari Dava daireleri Kurulunun bozma kararından sonra bozmaya uyularak verilen 5/11/2004 tarihli ve E.2004/8038, K.2004/7170 sayılı kararla (Başvurucu bu davada katılan olarak yer almıştır.) kabul edilerek idari işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu karar Danıştay İdari Dava daireleri Kurulunun 14/4/2005 tarihli ve E.2005/202, K.2005/276 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. TMSF tarafından gerçekleştirilen Bankanın satış işlemine karşı Ankara İdare Mahkemesinde açılan iptal davası ise 21/4/2004 tarihli ve E.2003/1260, K.2004/810 sayılı kararla kabul edilmiş ve Danıştay Dairesinin 3/6/2005 tarihli ve E.2005/1792, K.2005/2962 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Bu karar üzerine BDDK kararın uygulanabilmesi için inceleme yapmış ve 5/1/2005 tarihli ve 1523 sayılı Kurul kararıyla Bankanın tüzel kişiliğinin ticaret sicilinden terkin edilerek sona erdirildiğini, tüzel kişiliği sonra erdiren işlemlerden sadece Bankanın HSBC ile birleşmesi işlemine BDDK Kurul kararıyla onay verildiğini, tüzel kişiliği sona erdiren diğer işlemlerin TMSF tarafından yerine getirildiğini, ayrıca 26/12/2003 tarihinde yürürlüğe giren 2003 tarihli ve 5020 sayılı Kanun nedeniyle kararın uygulanmasının hukuken ve fiilen mümkün olmadığına ilişkin karar alınmıştır. Başka banka hissedarının Bankanın TMSF'ye devir işlemini iptal eden Danıştay kararı sonrasında kararın yerine getirilmesi amacıyla BDDK aleyhine açtıkları davada verilen ret kararı Danıştay Dairesi 11/2/2009 tarihli ve E.2008/1823, K.2009/1705 kararıyla davacının Bankanın hâkim ortağı olmadığı, küçük hissedarı olduğu, davacının hisselerinin mülkiyetine son veren işlemin TMSF tarafından yerine getirildiği, davacının mülkiyetini kaybetmesinde BDDK'nın bir işlevi bulunmadığı, ayrıca Bankanın tüzel kişiliğinin de mevcut olmadığı, dolayısıyla kararın yerine getirilmesinde hukuki ve fiili imkansızlık bulunduğu gerekçesiyle onamıştır. Başvurucu ise söz konusu kesinleşen Mahkeme kararları üzerine Bankaya el konulması tarihinden önceki durumun, tüm kurum ve kuruluşlar nezdinde hukuken ve fiilen oluşturulması ile kendisine hissedarlık haklarının iade edilmesi için BDDK'ya başvuru yapmış, başvuru zımnen reddedilmiştir. Başvurucu zımnen ret üzerine Ankara İdare Mahkemesinde 16/2/2007 tarihinde açtığı tam yargı davasında, Bankaya el konulması ile Bankanın faaliyetlerinin durdurulduğunu ancak tüzel kişiliği ile birlikte tüm varlıklarının tamamının satışının söz konusu olmadığını, Bankanın bir kısım varlıklarının hâlen TMSF'nin yönetiminde olduğunu dolayısıyla hukuken iadesi mümkün bazı varlıkların mevcut olduğunu bu nedenle hissedarlık haklarının iadesinin kısmen de olsa sağlanabileceğini, sağlanamaz ise Mahkeme kararlarının nasıl yerine getirileceğinin kendisine açıklanması gerektiğini, iadenin sağlanamaması durumunda uğradığı zararın Bankanın bilançosunda yer almayan değer unsurları üzerinden saptanarak kendisine ödenmesi gerektiğini ifade ederek uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi, 16/2/2010 tarihli ve E.2007/84, K.2010/236 sayılı kararı ile TMSF'ye devredilmiş ve satışı yapılmış olan bir bankanın, işlem tesisinden önceki sahiplerine iadesi suretiyle eski haline getirilmesi ve ihdasını gerektirmesi hâlinde,19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nda belirtilen hâkim ortak-kurucu ortakların bu yolda irade beyanlarının bulunmasının kaçınılmaz olduğunu, ancak somut dava konusu olayda, hakim ortak, nitelikli pay sahibi veya bankanın kurucusu olmayan, ancak hisse senedi sahibi olan başvurucu ve aynı durumda olan şahıslar tarafından, BDDK'nın 6/12/2000 günlü ve 123 sayılı kararının iptali istemi ile bireysel dava açılmadığı, Bankanın hisse senetlerinin borsa kaydından silindiği ve zarara uğranıldığından bahisle açtıkları davalar sonucunda verilen süre ret kararlarının ise onanarak kesinleştiğini, başvurucunun sahibi olduğunu iddia ettiği hisse senetlerinin mülkiyetini BDDK'nın 123 sayılı kararı ile değil, TMSF'nin 6/12/2000 tarihli ve 29 sayılı kararı (bkz. § 7) sonucunda kaybettiğini, dolayısıyla oluştuğu iddia edilen zararla BDDK'nın 123 sayılı kararı arasında nedensellik bağı bulunmadığını; mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi iddiasına gelince Danıştay Onuncu Dairesinin, Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin TMSF'ye devredilmesine ilişkin BDDK kararını iptal ettiğini, BDDK tarafından alınan kararlarda hisselerin mülkiyetinin devrine ilişkin karar bulunmadığını, bu durumda iptal kararının uygulanması çerçevesinde yapılacak işlemler arasında hisselerin mülkiyetinin iadesinin yer almadığını, ayrıca zaten HSBC Bankası ile TMSF arasında imzalanan hisse devri sözleşmesi ve fiili hisse devrinin gerçekleşmesi ile Bankanın HSBC Bankası ile birleştirilmiş olduğu dikkate alındığında artık ortada Bankanın tüzel kişiliğinin de bulunmadığını, bu nedenle hisselerin varlığındanda söz edilemeyeceğini ve Banka hakkında el koyma ve devir işlemlerinden önceki hukuki durumun yeniden yaratılmasının hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle mümkün olmadığını belirterek davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı temyiz edilmiş, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 30/11/2011 tarihli ve E.2010/1964, K.2011/5435 sayılı ilamı ile ve benzer bir gerekçe ile onanmıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 4/7/2013 tarihli ve E.2012/1980, K.2013/2093 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Bu Kanun ve ilgili diğer mevzuatın, Kanunda gösterilen yetkiler çerçevesinde düzenlemeler de yapmak suretiyle uygulanmasını sağlamak, uygulamayı denetlemek ve sonuçlandırmak, tasarrufların güvence altına alınmasını temin etmek ve Kanunla verilen diğer görevleri yapmak ve yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip \"Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu\" kurulmuştur. Kurum, tasarruf sahiplerinin haklarını ve bankaların düzenli ve emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye sokabilecek ve ekonomide önemli zararlar doğurabilecek her türlü işlem ve uygulamaları önlemek, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere gerekli karar ve tedbirleri almak ve uygulamakla yükümlü ve yetkilidir. Kurumun merkezi Ankara'dadır. Kurum gerekli gördüğü yerlerde teşkilat kurabilir.\" 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası ile beşinci fıkrasının ilgili bölümleri şöyledir:\"... (Değişik fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.)Kurum, bir bankanın; a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen mali bünyesinin güçlendirilmesine imkan bulunmadığını ya da mali bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu,b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediğini, c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını, d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini, Tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırmaya yetkilidir.... (Değişik fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) a) Fon, (3) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın devir tarihi itibariyle düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle; aa) Uygun göreceği aktiflerini, teşkilatını ve aksine talebi olmayan personeli ile devir tarihi itibariyle mevduat toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz oranları ortalamasını geçmemek üzere işlemiş faizleriyle birlikte sigortaya tabi tasarruf mevduatını ve pasifte yer alan karşılık kalemlerini, kurulacak bir bankaya ya da mevcut bankalardan istekli olanlara devretmeye ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye, ab) Sigorta kapsamında bulunan mevduat tutarını aşmamak ve hisselerinin tamamına sahip olmak kaydıyla, sermayesine tekabül eden zararlarını devralmaya, ac) (Ek alt bend: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Devralınan zararlar sonucunda hisselerinin tamamına sahip olunamaması halinde, zararın ödenmiş sermaye tutarından düşülmesi suretiyle hesaplanacak sermaye esas alınmak üzere bulunacak hisse bedelinin Fon Kurulunca belirlenecek süre içinde banka hissedarlarına ödenmesi karşılığında hisselerini devralmaya, Yetkilidir. Devralınan zararlara istinaden yapılacak ödemelerin karşılığını temsil eden hisseler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder....\" 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Bankalardaki tasarruf mevduatı kamu tüzelkişiliğini haiz \"Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu\" tarafından sigorta edilir. (Ek cümle: 17/12/1999 - 4491/8 md.) Fon, 14 üncü madde hükümlerine göre hisseleri ve/veya yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması ve üçüncü kişilere devri ve bu Kanun ile kendisine verilen diğer işleri de yapmakla görevli ve yetkilidir.\" 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun \"Dava açma süresi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler; a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,  b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği;Tarihi izleyen günden başlar.  Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün sonra işlemeye başlar.  İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.\" 2577 sayılı Kanun'un \"İptal ve tam yargı davaları\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6484", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Demirbank T.A.Ş.ye el konulması ile yönetim ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu na TMSF) devredilmesi sürecinde el konulan hisse senetleri karşılığında tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, tazminat istemine ilişkin yargılama sürecinde ilgili yargı kararlarının uygulanmaması ve davanın süre yönünden reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular adına kayıtlı olan Eskişehir ili Odunpazarı ilçesi Sümer Mahallesi'nde kâin 2738 ada 1 parsel numaralı 251,34 m² yüz ölçümlü taşınmaz 1993 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planında ''ortaokul alanı'' olarak ayrılmıştır. Başvurucular taşınmaz üzerindeki hukuki kısıtlamanın uzun sürmesi sebebiyle Millî Eğitim Bakanlığı ve Odunpazarı Belediye Başkanlığı aleyhine Eskişehir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde 000 TL tazminat talep edilmiştir. Mahkeme 23/11/2016 tarihinde uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği açıklanmıştır. Mahkeme bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Başvurucular, Mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 12/5/2017 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirtilerek istinaf başvurusu reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararı Danıştay Altıncı Dairesinin 11/10/2017 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 29/12/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3075", "Başvuru Konusu":"Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ceza infaz kurumuna yasak eşya sokma suçundan yargılanmıştır. İzmir Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama beş celsede tamamlanmıştır. Başvurucu başka bir mahkemede duruşması olması nedeniyle yargılamanın Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile gerçekleştirilen ilk celsesine katılamamıştır. Yargılamanın ikinci celsesine SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu tercüman yardımı talep etmiş, başvurucunun talebi kabul edilerek duruşma, tercümanın hazır edilmesi amacıyla ertelenmiştir. Başvurucu, yargılamanın takip eden celselerinde ise SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayı kabul etmemesi nedeniyle SEGBİS odasında hazır bulunmamıştır. Yargılamanın 22/2/2019 tarihli son celsesine SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucuya savunması sorulmuş, başvurucu SEGBİS aracılığı ile savunma yapmayı kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkeme; başvurucunun duruşma salonunda hazır edilmesinin \"yasal olarak mümkün olmadığı\" gerekçesiyle yargılamaya devam etmiş, savunma yapmayan başvurucunun susma hakkını kullandığını değerlendirerek hükmü açıklamıştır. Mahkemenin 22/2/2019 tarihli kararı ile başvurucunun anılan suçtan 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15355", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında çocuğunun tedavisi sebebiyle il dışına gidiş gelişlerinde yolluk yevmiye bildirimlerinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında beraat kararı verilmiştir. Başvurucu ceza yargılamasının 9 yıl sürdüğünü ve anılan davada yargılanmasına muhakkik raporlarının neden olduğunu ileri sürerek idare aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucunun 23/3/2016 tarihinde idare mahkemesinde açtığı dava reddedilmiş ve davanın yargılaması 28/11/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak gerekçesiz adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, çalışma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1295", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; Yargıtay kararının gerekçesiz olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; suça iştirak eden diğer sanık hakkındaki hükmün bozulmasına karar verilmesi nedeniyle de kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığının 2/1/2005 tarihli iddianamesiyle hakaret ve kasten yaralama suçlarından başvurucu hakkında açılan kamu davası sonucu Elbistan Asliye Ceza Mahkemesinin 8/3/2012 tarihli kararıyla başvurucunun yaralama suçundan mahkûmiyetine hükmedilmiştir. Diğer suçtan ise hakaretin karşılıklı yapıldığı gerekçesiyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık Bünyamin [başvurucu], olay günü trafikte seyir halinde iken sanık N.nin el, kol hareketi yaptığı daha sonra kırmızı ışıkta durduklarında sanık N.nin araçtan inerek küfürler ederek saldırdığını, tabanca çekerek öldürmekle tehdit ettiğini, E. ve N.nin kendilerine saldırdığını, ellerinde cop olduğunu, kendisinin elinde de bıçak olduğunu, kendisini savunmak için bu bıçağı kullandığını, kendisine vuran sanıktan şikayetçi olduğunu söylemiştir....Sanık Bünyamin'in ikrar içeren savunması ile E.yi bıçakladığı anlaşılmış, her ne kadar bıçağı rast gele savurduğunu, yaralamak kastıyla hareket etmediğini belirtmiş ise de, bıçakla yaralama eylemi sonucu mağdurun hayati tehlike geçirecek boyutta yaralanmış olması karşısında, bıçağın rast gele değdiğinin kabulü mümkün görülmemiş, her ne kadar sanık eylemini sanık N.nin babasına ve kendisine karşı gerçekleştirdiği, tehdit ve yaralama suçlarının verdiği hiddet altında işlemiş ise de, bu suçlarla hiçbir ilgisi bulunmayan ve olayı aralamaya çalışan E.ye karşı gerçekleştirdiği anlaşıldığından tahrik hükümlerinden yararlandırılmamış ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.\" Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 30/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, anılan karardan 21/7/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş ve 8/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12950", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Yargıtay kararının gerekçesiz olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; suça iştirak eden diğer sanık hakkındaki hükmün bozulmasına karar verilmesi nedeniyle de kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, zamanaşımına uğramasına karşın kamu davasının düşürülmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sonulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çal Cumhuriyet Başsavcılığının 12/10/2005 tarihli iddianamesi ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten Çal Asliye Ceza Mahkemesinin 10/2/2010 tarihli kararıyla başvurucunun isnatedilen suçtan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine 27/12/2013 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesinde mahkûmiyet hükmü onanmıştır. Başvurucu 24/4/2014 tarihli dilekçeyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından onama kararına karşı itirazyoluna başvurmasını talep etmiştir. Başvurucu, nihai karardan 5/6/2014 tarihinde haberdar olduğunu bildirmiştir. Başvurucu 3/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11149", "Başvuru Konusu":"Başvuru, zamanaşımına uğramasına karşın kamu davasının düşürülmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine karara karşı Cumhuriyet savcısınca yapılan itirazın, şikâyetçi tarafa bildirilmeden kabul edilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Sincan 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünde ( İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucunun barındırıldığı odada arama işlemi yapılmıştır. Bu aramada masanın üzerindeki ilaç kutusunun içerisinde gizlenmiş hâlde 4 adetnot tespit edilmiştir. İnfaz koruma memurları tarafından aynı tarihte düzenlenen tutanak esas alınarak İnfaz Kurumu tarafından başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı, başvurucunun savunmasını aldıktan sonra 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendinde düzenlenen \"suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak\" fiilini işlediğini değerlendirerek başvurucunun \"13 gün hücreye koyma\" disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasına karşı 23/3/2018 tarihinde Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. 12/4/2018 tarihinde yapılan ilk duruşmada hazır edilen başvurucu savunmasını yapmak üzere dosya örneğini ve kamera kayıtlarını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği, kamera kayıtlarının ve dosya örneğinin başvurucuya verilmesi için İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. İnfaz Kurumu tarafından 18/4/2018 tarihinde kamera kayıtları başvurucuya bilgisayar sınıfında izlettirilmiştir. Başvurucu, 8/5/2018 tarihli ikinci duruşmada hazır edildikten sonra kamera kayıtlarını izlediğini, deşifresini yapamadığını, kamera görüntülerinin kendisine verilmediğini belirterek görüntülerin verilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği kamera görüntülerinin başvurucuya incelettirilmesi için bir kez daha İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. İnfaz Kurumu, 11/5/2018 tarihinde İnfaz Hâkimliğine yazdığı yazıda başvurucuya İnfaz Kurumunda bulunan kamera görüntülerinin izlettirilmesi durumunda güvenlik zafiyeti yaşanabileceğini belirtmiştir. Başvurucu, 5/6/2018 tarihli üçüncü duruşmada kamera görüntülerini izlemeden savunma yapmak istemediğini, kamera görüntülerinin izlettirilmesi durumunda güvenlik zafiyeti yaşanmayacağını ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliği, İnfaz Kurumunun cevabi yazısı ile kamera kayıtlarının izlettirilmesinin güvenlik nedeni ile sakıncalı bulunduğunun bildirilmesi nedeniyle başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Aynı tarihli duruşmada başvurucu, savunma yapmak için süre talep etmiştir. 28/6/2018 tarihli dördüncü duruşmada başvurucuya disiplin cezası kararı ve üzerine atılı eylem okunmuştur. Ayrıntılı savunmasını yapan başvurucu özetle disiplin cezasına konu eylemi kabul etmediğini ve İnfaz Hâkimliğinin idarenin onay makamı gibi hareket ettiğini belirterek reddi hâkim talebinde bulunmuştur. Ardından başvurucuya disiplin cezasına esas alınan tutanak ve belgeler okunmuş ve başvurucu aleyhine olan hususları kabul etmediğini beyan etmiştir. Duruşma sonunda reddi hâkim talebinin kabulüne ve hâkim görevlendirilmesi için müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. İnfaz Hâkimliği, hâkim görevlendirilmesini beklemeden 10/9/2018 tarihinde İnfaz Kurumunca verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu, verilen cezada herhangi bir hukuka aykırılık söz konusu olmadığı gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliği kararına 2/10/2018 tarihinde itiraz edilmiştir. İtiraz üzerine Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi), 19/10/2018 tarihinde reddi hâkim talebi kabul edilmesine rağmen yine aynı hâkim tarafından karar verilmesinin usul hukuku açısından yanlış olduğunu değerlendirerek başvurucunun itirazının kabulü ile İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yeni hâkim görevlendirilmesi üzerine dosyayı yeniden ele alan İnfaz Hâkimliğinde yapılan 4/1/2019 tarihli ikinci duruşmaya başvurucu avukatı ile birlikte katılmıştır. Başvurucu savunmasında özetle kamera görüntülerinin izlettirilmediğini, savunma hakkının kısıtlandığını belirterek kamera görüntülerini izleyip savunma yapmak istediğini beyan etmiştir. İnfaz Hâkimliği, kamera görüntülerinin mahkeme huzurunda izlenmesi için CD'ye (compact disc) aktarılarak gönderilmesi, İnfaz Kurumu içerisinde bilgisayar odasında başvurucuya bahse konu görüntülerin izlettirilmesi, izlemenin kamera kaydına alınması ve görüntülerin izlettirildiğine ilişkin tutanağın gönderilmesi için İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. İnfaz Kurumu, 15/1/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliğine yazdığı yazıda başvurucuya bilgisayar sınıfında \"yaka kamerası 68 numaralı görüntülerin\" izletildiğini ve buna ilişkin tutanağın gönderildiğini belirtmiştir. İnfaz Kurumu aynı yazıda ayrıca A-12-13-14 nolu odaların avlularını gören kamera kayıtlarının ise \"Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 2002 tarih ve 71067 sayılı yazıları ile kurumumuzda bulunan elektronik sistemin (CCTV) görüntü kasetlerinin altı (6) ay süre ile saklanması ve muhafaza edilmesi diğer görüntülerin ise önceki tarihlerden başlanarak yeniden kullanılmak üzere silinmesi ve silinen kasetler üzerine kayıt yapılmaya devam olunması\" yönündeki talimatı uyarınca silindiğinden olay tarihine ilişkin A-12-13-14 nolu odaların avluyu gören kamera kayıtlarının bulunmadığını bildirmiştir. Başvurucu, 6/2/2019 tarihli üçüncü duruşmaya avukatı ile katılmış, \"yaka 68\" kamera görüntülerinin izlettirildiğini ancak avluyu gören kamera kayıtlarının izlettirilmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, \"yaka 68\" kamera kayıtlarının bir kez daha izlettirilmesini, buna göre savunma yapacağını belirtmiştir. Başvurucunun avukatı da avluyu gören kamera kayıtlarının daha önceden güvenlik gerekçesiyle izlettirilmediğini, İnfaz Kurumunun 15/1/2019 tarihli yazısıyla da kayıtların bulunmadığının belirtildiğini bu durumun çelişki oluşturduğunu ve açıklığa kavuşturulmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği \"yaka 68\" kamera görüntülerinin başvurucuya son kez izlettirilmesine, görüntülerin izlettirildiğine ilişkin tutanak tutulmasına ve başvurucu avukatının talebi doğrultusunda A-12-13-14 nolu odaların avlularını gören kayıtlarının disiplin işleri başladıktan sonra kayıt altına alınıp alınmadığı hususunun araştırılmasına, varsa bu kayıtların gönderilmesi için İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. İnfaz Kurumu, 11/2/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliğine yazdığı yazıda başvurucuya bilgisayar sınıfında \"yaka kamerası 68 numaralı görüntülerin\" izletildiğini ve buna ilişkin tutanağın gönderildiğini belirtmiştir. İnfaz Kurumu, yazısında ayrıca A-12-13-14 nolu odaların avlularını gören kamera kayıtlarının ise başvurucunun disiplin cezasına konu olan notun odasının içerisinde arama sırasında bulunmuş olması, havalandırma bahçesinde herhangi bir işlem yapılmaması ve ilgili notun başvurucunun odasında bulunduktan sonra yaka kamerası ile kayıt altına alınması nedeniyle bahçe kamerasının kayıt altına alınmadığını bildirmiştir. Başvurucu 17/4/2019 tarihli dördüncü ve son duruşmaya avukatı ile katılmıştır. Başvurucu günlük hayatta duyduğu haberleri not aldığını örgüt propagandası ve paylaşımı yapmadığını beyan etmiştir. İnfaz Hâkimliği, duruşma sonunda başvurucunun itirazının kabulüne ve disiplin cezasının iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: \"... disiplin cezasına konu olan el yazısıyla yazılan notlar ile ilgili olarak, itiraz edenin TV haberlerinden veya daha önce katıldığı duruşmalardan edindiği bilgileri düzensiz ve anlam bütünlüğü oluşturmayacak şekilde not ettiği, yazmış olduğu notlarda örgütsel bir propaganda ve haberleşmeye rastlanmadığı, herhangi bir terör örgütü ismi, sembolü veya işaretini de içermediği, itiraz edenin yukarıda açıkladığı savunmalarının aksine terör örgütü propagandası yaptığına veya terör örgütünü övücü mahiyette paylaşım yada hareketlerde bulunduğuna ilişkin herhangi bir delil veya tanık anlatımı da disiplin dosyasında mevcut olmadığı gerekçesiyle Sincan 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının 07/03/2018 tarih ve 2018/44 sayılı kararının iptaline...\" Cumhuriyet savcısı tarafından 29/4/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz edilmiştir. Cumhuriyet savcısı itirazında başvurucunun İnfaz Kurumunda yaptığı eylemin disiplin suçu teşkil ettiği,İnfaz Kurumunda kalan tutuklu/hükümlülere kötü örnek olduğu,İnfaz Kurumunda huzur ve güvenliği bozduğu, İnfaz Kurumunda düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük ve yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği ve gerekli kıldığı davranış ve tutumları kusurlu olarak ihlal ettiğinden yaptığı eylemin disiplin cezası ile cezalandırılmasının gerektiğini belirterek İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İtiraz üzerine, Ağır Ceza Mahkemesi 8/5/2019 tarihinde Cumhuriyet savcısının itiraz yazısında belirttiği gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğundan itirazın kabulüne karar vererek İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararının 21/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesinden sonra başvurucu 18/6/2019 tarihinde bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapılmasından sonra İnfaz Kurumundan yapılan ihbar üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan düzenlenen iddianame üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan kovuşturma evresinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğünden de alınan yazı üzerine ''içeriği belli olmayan, karalama şeklinde notların bulunduğu yer ve zaman dikkate alındığında....açık ve yakın tehlike olduğuna ilişkin her türlü şüpheden uzak inandırıcı delil bulunmadığı'' gerekçesiyle 10/12/2019 tarihinde beraat kararı verilmiş ve karar kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20045", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine karara karşı Cumhuriyet savcısınca yapılan itirazın, şikâyetçi tarafa bildirilmeden kabul edilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında cezayı azaltabilecek ya da ortadan kaldırabilecek bir olgunun araştırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) hileli olarak menfaat sağladığı gerekçesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmış, soruşturma neticesinde başvurucunun nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması talebiyle 11/6/2018 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 2/7/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Duruşma iki celsede bitirilmiştir. Başvurucu; birinci celsede yaptığı savunmasında müştekiyi tanımadığını, mahalleden tanıdığı F.S.nin bankaya kredi borcu olduğu için hesabını kullanamadığını söyleyerek amcasının göndereceği parayı çekmek için banka hesabını kullanma hususunda kendisinden yardım istediğini, kendisinin de hesabına yatan parayı bankadan çekerek F.S.ye verdiğini ifade etmiştir. Dolandırıcılık eylemini gerçekleştirenin kendisi olmadığını, F.S. tarafından dolandırıldığını, bu kişinin açık adresini bilmemekle beraber sosyal medya hesabını ve fotoğraflarını kolluk görevlilerine verdiğini, müştekiyi arayan numaranın kime ait olduğunun araştırılmadığını, bankadan para çekerek F.S.ye verdiği ana ilişkin kamera kayıtlarının temin edilmediğini, F.S.nin ..1485 numaralı telefonu kullandığını, F.S.nin mahkeme huzuruna çağrılarak dinlenmediğini belirterek isnat edilen suçlamayı reddetmiştir. Yine aynı celsede mahkeme görevlisi, başvurucunun F.S.nin kullandığını belirttiği telefon numarasını (..1485) aradığında GSM Operatöründe kayıtlı böyle bir numaranın olmadığı anlaşıldığı hususunu Mahkemeye bildirmiş, Mahkeme bu hususu tutanağa geçirmiştir. İkinci celsede sanık müdafiinin celse arasında Mahkemeye gönderdiği yazılı savunmada; müvekkilinin (başvurucu) bahse konu paranın hesabına yatırılmasından dolayı yargılandığını, söz konusu paranın müvekkilinin hesabına yatmasının nedeninin mahalleden tanıdığı F.S.nin bankaya kredi borcu olduğu için hesabını kullanamadığını söylemesi ve bunun üzerine arkadaşına hesap bilgilerini vermesi olduğunu, bunu arkadaşına yardım etmek için yaptığını, hesabına yatan parayı F.S.ye verdiğini, hiçbir maddi menfaatinin olmadığını belirtmiştir. Ayrıca bu hususların tespiti amacıyla F.S.nin bulunup dinlenilmesi ve banka kamera kayıtlarının elde edilmesini talep etmiş, ancak Mahkeme \"dosyadaki mevcut delil itibariyle, tevsi tahkikat taleplerinin yargılamaya bir katkı sağlayacak nitelik taşımadığı\" gerekçesiyle talepleri reddetmiş, başvurucunun atılı suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...[s]uç tarihinde müştekinin cep telefonunu arayarak Banka Genel Müdürlüğünden aradığını söyleyen şahsın, müştekiye kredisi nedeniyle yapılan kesinti ve sigorta bedellerinin iade edileceğini söyleyerek yanı[l]ttığı, müştekiden kart [b]ilgilerini öğrenerek müştekinin hesabından kendi hesabına 350 TL havale yaptığı iddasıyla açılan kamu davasında; sanık savunmasında [F.S.] isimli bir arkadaşının kendisine para geleceğinden bahisle hesabını kullanmak için yardım istediğini, yardım amaçlı kendi hesap bilgilerini verdiğini, gelen parayı da çekerek arkadaşına verdiğini, arkadaşının açık kimlik bilgilerini veya adresini bilmediğini beyan ederek atılı suçlamayı kabul etmemiş ise de; iddia, sanık ve müştekinin beyanları, banka yazı cevabı ve tüm dosya kapsamı itibariyle sanık savunmasının hayatı[n] olağan akışına uygun olmadığı, savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik olduğu kanaatine varılarak savunmalarına itibar edilmemiş olup, sanığın atılı suçtan cezalandırılması yönünde aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.\" Başvurucu; istinaf dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra banka hesap bilgilerini F.S.ye verdiğini, arkadaşına ait somut bilgiler vermesine ve bu hususların araştırılmasını istemesine rağmen Mahkemece bu yöndeki taleplerinin hukuka aykırı olarak reddedildiğini belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 26/1/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 5/2/2021 tarihinde öğrendikten sonra 4/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/10332", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında cezayı azaltabilecek ya da ortadan kaldırabilecek bir olgunun araştırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, katkı payı alacağının faizinin tahsili istemiyle başvurucu hakkında açılan davada kanun yolu incelemesi yapan merciinin görev yönünden kararı bozmasına rağmen mahkemenin bozma kararını aşarak ve önceki kararından dönerek yeni hüküm kurması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun boşandığı eşi, başvurucu hakkında alacak davası açıp daha önce hükmedilerek kesinleşen katkı payının ıslah tarihinden itibaren işlemiş yasal faizinin tahsilini talep etmiştir. Finike Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 30/7/2010 tarihli kararla faiz talebine ilişkin davanın boşanma ilamının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve başvurucu tarafından süresi içinde zamanaşımı definde bulunulduğu gerekçesiyle davayı zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir. Hüküm karşı tarafça temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 3/4/2012 tarihli kararla davanın aile mahkemesi sıfatıyla bakılması gerektiği gerekçesiyle mahkeme hükmünü bozmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkeme 28/11/2012 tarihli karar ile bozma ilamına uyarak katkı ve katılma payı alacağının, buna bağlı feri hak olan faiz alacağının zamanaşımı konusunda 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda bir hükmün bulunmadığını, alacağın 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, bu nedenle zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını belirterek davacının ıslah tarihi itibarıyla faiz alacağı istemini reddetmiş, boşanma ilamının kesinleştiği tarihten başlayan faiz alacağı talebinin ise kısmen kabulüne karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/4/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 20/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 23/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5074", "Başvuru Konusu":"Başvuru, katkı payı alacağının faizinin tahsili istemiyle başvurucu hakkında açılan davada kanun yolu incelemesi yapan merciinin görev yönünden kararı bozmasına rağmen mahkemenin bozma kararını aşarak ve önceki kararından dönerek yeni hüküm kurması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmesi için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adil yargılanma hakkı kapsamında savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma ve mahkemeye erişim haklarına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 26/12/2018 tarihli iddianamesiyle hakaret suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten Aydın Asliye Ceza Mahkemesi 12/3/2019 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Başvurucu müdafiine tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu müdafii, karara itiraz ettiğine ilişkin 15/3/2019 tarihli dilekçesinde gerekçeli dilekçesini gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra sunacağını bildirmiştir. Gerekçeli karar, başvurucu ve müdafiine tebliğ edilmeden dosya itiraz hususunda karar verilmek üzere 29/4/2019 tarihinde Aydın Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan itiraz, Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 3/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 31/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İtiraz ve HAGB'ye ilişkin ilgili hukuk için bkz. Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017, §§ 14- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22043", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmesi için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; taşınmazdan fiber optik kablo geçirilmesi nedeniyle oluşan zararlarının karşılanmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Telekomünikasyon hizmetleri 27/1/2000 tarihine kadar T. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğünce yetkilendirilen işletmeciler tarafından yürütülmüştür. 27/1/2000 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tabi Türk Telekom A.Ş. (Türk Telekom) her türlü telekomünikasyon hizmetlerini yürütmeye ve telekomünikasyon altyapısı işletmeye yetkili kılınmıştır. Ardından Türk Telekom 14/11/2005 tarihinde özelleştirilmiştir. Başvurucunun maliki bulunduğu, Diyarbakır ili Bağlar ilçesi Zoğa Mahallesi'nde kâin 186 parsel numaralı, 500 m² yüz ölçümündeki başvuru konusu taşınmaz tarla vasfındadır. Başvurucu 24/3/2009 tarihli noter ihtarnamesiyle başvuru konusu taşınmazın altından Türk Telekom tarafından haksız ve hukuka aykırı olarak fiber kablo geçirilmek suretiyle gerçekleştirilen tecavüz nedeniyle taşınmazda inşaat çalışmasına başlayamadığını belirterek zararlarının ödenmesini ve tecavüzün durdurularak kabloların çıkarılmasını talep etmiştir. Türk Telekom 17/4/2009 tarihli ihtarname cevabında, fiber optik kablolarının altyapı deplase çalışmalarının 29/5/2007 tarihinde başladığı ve 26/7/2007 tarihinde tamamlandığı belirtilmiştir. Öte yandan kabloların toplam 812 m uzunluğunda ortalama 1 m derinliğinde olmak üzere 0,5 m genişliğinde kazı yapılarak 0,04 m çapında iki boru ile döşendiği ifade edilmiştir. Türk Telekom ayrıca iki ay süren bu altyapı çalışmaları sırasında taşlık, kayalık ve yamaç olan araziye zarar verilmediğini açıklamıştır. Türk Telekom bununla birlikte 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun mülga ve maddeleri gereğince devlete veya özel şahıslara ait arazilerden kablo geçirme hakkının olduğunu vurgulamıştır. Bunun üzerine başvurucu tarafından Türk Telekom aleyhine 18/11/2009 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan el atmanın önlenmesi davasıyla tecavüzün önlenmesi ve 000 TL tazminatın ödenmesi talep edilmiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde, maliki bulunduğu araziden davalı şirket tarafından haber verilmeden ve kendisiyle görüşülmeden hukuka aykırı olarak ve bedel ödenmeksizin kablo geçirildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; noter ihtarnamesiyle dile getirdiği tecavüzün sona erdirilmesi ve zararının tazmini talebinin kabul edilmediğini, söz konusu tecavüz nedeniyle taşınmazının atıl bir duruma düştüğünü, bu sebeple hiçbir ticari faaliyette bulunamadığı gibi herhangi bir inşaat çalışmasına da başlayamadığını ifade etmiştir. Mahkeme 9/12/2010 tarihinde 406 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri gereğince davalının bedel ödemeden fiber optik kabloları araziden geçirme hakkı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 10/10/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Daire karar gerekçesinde 406 sayılı Kanun'un mülga ve maddelerine göre Türk Telekomun arazi ve yolların kullanımına engel olmayacak şekilde kablo geçirme hakkının mevcut olduğunu belirterek el atmasının önlenmesine karar verilemeyeceği ancak varsa zararın tazminine karar verilebileceğini vurgulamıştır. Buna göre keşif yapılarak ve döşenen hat nedeniyle taşınmazda zarar meydana gelip gelmediği tespit edilerek varsa zarar bedeline hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak bilirkişiler marifetiyle mahallinde 22/11/2012 tarihinde keşif yapılmış ve bilirkişi raporları alınmıştır. 28/11/2012 tarihli fen bilirkişi raporunda; kazı yapılarak yer altından geçirilen boru hattı zemininde kazı hafriyatının mevcut olduğu, yüzeysel olarak kazı ve çalışma alanın 1 m genişliğinde olduğu, kablo boru hattının taşınmazın içinden geçtiği ve buna göre boru hattının kapsadığı alanın 827,36 m² olduğu belirtilmiştir. 11/1/2013 tarihli birer ziraat ve inşaat mühendisi bilirkişisinin hazırladığı raporda ise;i. Tüm komşu parsellerin imar planı içinde olmasına rağmen başvuru konusu taşınmazın imar planı dışında kaldığı ve söz konusu kabloların taşınmazın ortasından geçtiği tespit edilmiştir.ii. Taşınmazın sürülerek taşınmaza arpa ekildiği ancak taşınmazın el atılan kısmının sürülmediği ve el atılan kısımda tarımsal faaliyet yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir.iii. Söz konusu el atılan taşınmazda şekil bozuklukları ve olumsuzluklar meydan geldiği, toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik yapısının bozulduğu, toprak altüst olduğu için toprağın en verimli üst horizon yapısının bozulduğu ve belirli ürünlerin yetişmesine sınırlama getirildiği vurgulanarak taşınmaza fiilen zarar verildiği açıklanmıştır.iv. El atılan taşınmazın 827,36 m²lik kısmının net gelir yöntemine göre dört yıllık ecrimisil bedeli 398,24 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece bilirkişiler marifetiyle mahallinde 8/5/2014 tarihinde ikinci kez keşif yapılmış ve bilirkişi raporları alınmıştır. i. 12/9/2014 tarihli ziraat bilirkişi raporunda; taşınmazın az bir kısmında tarımsal faaliyet yapıldığı, geri kalan kısmında ise gerek eğimden gerekse doğal olarak var olan taşlıklardan dolayı tarımsal faaliyetin olmadığının gözlemlendiği vurgulanmıştır. Buna göre başvuru konusu taşınmaz için zirai açıdan değerlendirmenin uygun olmayacağı belirtilmiştir.ii. 24/9/2014 tarihli inşaat bilirkişi raporunda taşınmazın hangi amaçla kullanılacağı belli olmadığından zarar hesabının yapılamadığı ifade edilmiştir.iii. Aynı inşaat mühendisi bilirkişisinin sunduğu 26/1/2015 tarihli ek bilirkişi raporunda ise fiber optik kablo hattının taşınmazın tamamının kullanımını etkilediği belirtilerek taşınmazın büyüklüğü ve konumu itibarıyla yediemin otoparkı, tır garajı, sosyal tesis ve büyük lojistik firmaları için depo alanı olarak kullanılabileceği vurgulanmıştır. Buna göre taşınmazın tamamı dikkate alınarak el atma tarihinden dava tarihine kadar 981,77 TL aylık kira geliri hesaplanmıştır. Başvurucunun aynı iddialarla 000 TL tazminat ödenmesi istemiyle 26/2/2015 tarihinde açtığı ek dava asıl dava ile birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemece bilirkişiler marifetiyle mahallinde 22/4/2015 tarihinde üçüncü kez keşif yapılmış ve bilirkişi raporları alınmıştır. 12/6/2015 tarihli inşaat bilirkişi heyet raporunda, önceki bilirkişi raporundaki fiber optik kablo hattının taşınmazın tamamının kullanımını etkilediği ve ecrimisil bedelinin taşınmazın tamamı için hesaplanmasının teknik olarak uygun olduğu ancak hesaplama tekniğinin yanlış olduğu belirtilmiştir. Netice olarak asıl dava için 129,04 TL, ek dava için214 TLaylık kira geliri hesaplanmıştır. Yargılama devam ederken başvurucu, davalıya hitaben 6/5/2015 tarihli noter ihtarnamesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından başvuru konusu taşınmaz için hazırlanan imar planına esas jeolojik jeoteknik etüt raporuna göre kabloların imar çalışmalarına engel olduğunu belirtmiştir. Netice itibarıyla söz konusu taşınmazda yapılaşmaya gidilebilmesi için teraslama ve düzeltme işlemlerinin yapılması gerektiğinden kabloların arazinin kullanımına engel olmayacak şekilde kaldırılmasını istemiştir. Başvuru formunda söz konusu kabloların 2015 yılı Haziran ayında söküldüğü belirtilmiştir. Mahkemece 13/3/2018 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. Ecrimisil tazminatının başkasının taşınmazını haksız olarak kullanmış olan kötü niyetli kimsenin, o taşınmazı haksız olarak elinde tutmasından doğan zararı ve elde ettiği veya etmeyi ihmal eylediği semereleri ödemekle yükümlü olduğu açıklanarak davalının müdahalesinin 406 sayılı Kanun'a dayandığı vurgulanmıştır.ii. Davanın esası başvurucunun taşınmazdan faydalanamamasından kaynaklanan zararın belirlenmesi olmasına rağmen bilirkişilerce taşınmazın değerinin ve ecrimisil bedelinin hesaplandığı belirtilerek bilirkişilerin ecrimisil hesaplamasına ilişkin tespit ve değerlendirilmelerine itibar edilmediği açıklanmıştır. Mahkeme kararı Dairece 20/12/2018 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise aynı Daire tarafından 2/5/2019 tarihinde kabul edilerek bu kez kararın değişik gerekçeyle onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar 23/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Taşınmaz mülkiyetinin içeriği'' başlığı altında \"Kapsam\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar.Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.'' 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun \"Amaç ve kapsam\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Bu Kanun; kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, Devlet ve kamu tüzelkişilerince kamulaştırılmasında yapılacak işlemleri, kamulaştırma bedelinin hesaplanmasını, taşınmaz malın ve irtifak hakkının idare adına tescilini, kullanılmayan taşınmaz malın geri alınmasını, idareler arasında taşınmaz malların devir işlemlerini, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile bunlara dayalı uyuşmazlıkların çözüm usul ve yöntemlerini düzenler.Özel kanunlarına dayanılarak gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri adına yapılacak kamulaştırmalarda da, bu Kanun hükümleri uygulanır. 406 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Posta ve telgraf tesis ve işletilmesine ilişkin hizmetler T. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğünce (PTT), telekomünikasyon hizmetleri ise yetkilendirilen işletmeciler tarafından yürütülür. Posta ve telgraf hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin usul ve esaslar PTT Yönetim Kurulunca belirlenir....(Ek fıkra: 27/1/2000-4502/1 md.; Değişik : 12/5/2001-4673/1 md.) Türk Telekom, buKanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. (Mülga cümleler: 5/11/2008-5809/66 md.) 406 sayılı Kanun'un mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Posta ve telgraf ve telefon idaresi kendi nâkil ve kablolarının tesis ve vazı için umuma ait arazi ve tarikleri işbu arazi ve tunik üzerinde mürür ve ubura sureti daimede halel gelmemek üzere istimal etmek hak ve salâhiyetini haizdir. Meydanlar, köprüler, sahilleri de dahil olduğu halde umumî sular dahi tariki âm ad ve itibar olunur. Yolların hüsnü muhafazasına ait tesisat ile tramvay ve şimendifer ve diğer bilcümle elektrik tesisatı telgraf ve telefon nâkillerine halel vermiyecek bir surette icra ve sevk ve idare olunur.\" 406 sayılı Kanun'un mülga maddesi şöyledir:\"Hükümet, eşhasın tahtı tasarrufundaki arazinin dahilinde ve emlâk ve müessesatın haricînde telgraf ve telefon tesisatı inşasına salâhiyettardır. Ancak yapılacak tesisat işbu arazi, emlâk ve müessesatın istimal ve istifadesini haleldar etmemesi lâzımdır.\" 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun ''Geçiş hakkının kapsamı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Geçiş hakkı; elektronik haberleşme hizmeti vermek amacıyla, her türlü elektronik haberleşme alt yapısını ve bunların destekleyici ekipmanlarını, kamu ve/veya özel mülkiyete konu taşınmazların altından, üstünden, üzerinden geçirme ve bu alt yapıyı kurmak, değiştirmek, sökmek, kontrol, bakım ve onarımlarını sağlamak ve benzeri amaçlarla söz konusu mülkiyet alanlarını bu Kanun hükümleri çerçevesinde kullanma hakkını kapsar.\" 5809 sayılı Kanun'un ''Geçiş hakkı talebinin kabulü'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Taşınmaza kalıcı zarar verilmemesi, bu taşınmaz üzerindeki hakların kullanımının sürekli biçimde aksatılmaması koşuluyla, teknik olarak imkan dahilinde, seçeneksiz ve ekonomik açıdan orantısız maliyetler ihtiva etmeyen geçiş hakkı talepleri, makul ve haklı sebepler saklı kalmak üzere, kabul edilir.\" 2/5/2006 tarihli ve 26156 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesinde Geçiş Hakkına İlişkin Yönetmelik'in (mülga Yönetmelik) \"Tanımlar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Bu Yönetmelikte geçen;a) Geçiş Hakkı: İşletmecilere, telekomünikasyon altyapısını kurmak, kaldırmak, bakım ve onarım yapmak ve benzeri amaçlar ile kamu ve özel mülkiyet alanlarının altından, üstünden, üzerinden geçmeleri için tanınan ayrıcalıklı hakları,b) Geçiş Hakkı Bedeli: İşletmecinin, geçiş hakkı karşılığında geçiş hakkı sağlayıcısına ödeyeceği bedeli,c) Geçiş Hakkı Sağlayıcısı: Geçiş hakkına konu olan kamuya ait ya da kamunun ortak kullanımında olan taşınmazlar da dahil olmak üzere, taşınmazın sahipleri ve/veya taşınmaz üzerindeki hak sahiplerini,...ifade eder\" Mülga Yönetmelik'in \"Geçiş hakkının kapsamı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Geçiş hakkı; işletmecinin, 406 sayılı Kanun ve bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde hizmet vermek amacıyla her türlü telekomünikasyon altyapısını ve bunların destekleyici ekipmanlarını, geçiş hakkı kapsamında kullanılacak kamuya ait arazi ve yollar, meydanlar, köprüler, sahiller, karasuları ve göller ile özel mülkiyete konu taşınmazların altından, üstünden, üzerinden geçirmesini ve bu altyapıyı kurmak, değiştirmek, sökmek, kontrol, bakım ve onarımlarını sağlamak ve benzeri amaçlarla yukarıda ifade edilen alanların kullanmasını kapsar.\" Mülga Yönetmelik'in \"İlkeler\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Geçiş hakkı uygulamasında aşağıdaki ilkeler esas alınır:c) Geçiş hakkının kullanılmasının öncelikle tarafların anlaşmasına bağlı olması,ç) Geçiş hakkı uygulamasının teknik açıdan imkânlı, ekonomik açıdan oranlı ve makul olması,...e) Geçiş hakkının kullanımının taşınmaza kalıcı zarar vermemesi ve geçiş hakkı sağlayıcısının bu taşınmaz üzerindeki haklarının kullanımını sürekli biçimde aksatmaması,...g) Çevre korumacılığı, şehir ve ülke planlamacılığından kaynaklanan özel koşulların göz önünde tutulması,\" Mülga Yönetmelik'in \"Anlaşma serbestisi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1)Taraflar, ilgili mevzuata, görev ve imtiyaz sözleşmelerine, telekomünikasyon ruhsatlarına, genel izinlere ve Kurum düzenlemelerine aykırı olmamak koşulu ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Medeni Kanun hükümleri saklı olmak üzere geçiş hakkına ilişkin serbestçe anlaşma yapabilirler.\" Mülga Yönetmelik'in \"Geçiş hakkı bedeline dair ilkeler\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Geçiş hakkı sağlayıcısının talep edebileceği geçiş hakkı bedeli, taraflar arasında, bu Yönetmelikte yer alan ilkeler çerçevesinde ve bu hakkın suistimaline yol açmayacak şekilde serbestçe belirlenir.(2) Fizibilite, inceleme, tetkik, ruhsat, zemin tahrip bedeli, yer değişikliği bedeli, var olan faaliyeti durdurma bedeli, ve benzeri adlarla alınan ücretler ve tazminatlar, taraflar arasında yapılan geçiş hakkı anlaşmasında aksi belirtilmediği sürece işletmeci tarafından karşılanır.\" Mülga Yönetmelik'in \"İşletmecinin yükümlülükleri\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''(1) İşletmeci, geçiş hakkı uygulamasında bu Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde belirtilen ilkelere uymakla ve geçiş hakkını kullanırken taşınmaza vereceği her türlü zararları en kısa sürede tazmin etmekle yükümlüdür.\" Yargıtay Kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/6/2021 tarihli ve E.2020/1912, K.2021/5392 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacı, taşınmazına direk dikilmek suretiyle gerçekleşen müdahale nedeniyle gerçekleşen ecrimisil alacağının tahsili amacıyla başlattığı icra takibine davalının haksız yere itiraz ettiğini belirterek itirazın iptali ile icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davalı Kurum tarafından dikilen direğin davacı tarafından dava konusu taşınmazın kullanımına engel teşkil etmediği ve bu doğrultuda davacının herhangi bir zararının bulunmadığı gerekçesiyle ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.Dava, ecrimisil alacağının tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir....Bilindiği gibi; 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun maddesine göre; “hükümet eşhasın tahtı tasarrufundaki arazinin dahilinde emlak ve müessesatın haricinde telgraf ve telefon tesisatı inşasına salahiyettardır. Ancak yapılacak tesisatın, işbu arazi emlak ve müessesatın istimal ve istifadesini haleldar etmemesi lazımdır”. Bu hükümler uyarınca, bir taşınmaz üzerinde tesisat yapılması halinde taşınmaz mal maliklerinin mülkiyet hakkı devam eder ve yapılan işlem hukuk açısından ne bir kamulaştırma ve ne de irtifak hakkı kurma olarak nitelendirilebilir. Aksine, yasa koyucu, malikin mülkiyet hakkını korumak amacıyla, kurulacak telgraf ve telefon tesisatının taşınmaz malın malikinin kullanma ve yararlanma, haklarını engellememesi koşulunu öngörmüştür. Demek oluyor ki, bir taşınmaz üzerinde 406 sayılı Kanun'un maddesi hükmünce telgraf ve telefon tesisatı kurulması, malikin taşınmazı kullanma ve ondan yararlanma haklarını engellememesi halinde mümkündür.Eldeki davada ,telefon direği dikilmek suretiyle taşınmazın arzına müdahale edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Elatma tarihinde yürürlükte bulunan 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun 12 ve maddelerine göre, davalı Türk Telekom A.Ş'nin kullanımına engel olmayacak şekilde araziden kablo geçirme hakkı mevcuttur. Ancak; dosya içindeki bilgi ve belgelere göre taşınmaza direk dikmek suretiyle elatıldığı davalı kurum tarafından faydalanıldığı anlaşıldığından davacının Türk Medeni Kanunu'nun maddesinden kaynaklanan mülkiyet hakkına değer verilerek; davalı kurumun elatma tarihi ile elatmaya son verildiği tarih tespit edilip davacı alacaklı tarafından talep edilen ecrimisil dönemi de dikkate alınarak bilirkişiye ecrimisil alacağı hesaplattırılarak sonucuna göre itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/12/2020 tarihli ve E.2018/7575, K.2020/8306 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacı vekili; müvekkilinin Batman ili, Beşiri ilçesi, 304 parsel sayılı taşınmazın tamamının maliki olduğunu, davalı Kurumun müvekkilinin müsaadesi olmadan taşınmazının altından kablo geçirdiğini ve bu durumun halen devam ettiğini, herhangi bir ücret ödenmediğini, öte yandan araziden geçirilen kablolar için yapılan kazılarda çok sayıda meyve ağacının kökünün kesildiğini, bu nedenle ağaçların zarar gördüğünü, bir kaç cm toprağın altında bulunan kablolar nedeniyle müvekkilin istediği şekilde tarlasından faydalanamadığını, çünkü biraz derin kazarsa veya sürerse davalı Kuruma ait kabloların zarar gördüğünü belirterek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla ecrimisil-kullanma bedeli olarak 500 TL, ağaçların kesilmesi nedeniyle uğranılan zarar nedeniyle de 500 TL olmak üzere toplam 1000 TL tazminatın kabloların döşendiği tarihten itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalı taraftan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir....Mahkemece; dava konusu taşınmazın, 3083 sayılı Yasa uygulanarak 158 ada, 9 ve 11 nolu parsellere ayrıldığı, kabloların geçtiği hattın 158 ada 11 nolu parsel içinde kaldığı, keşifte dinlenen tanık beyanlarına göre; kabloların döşenmesi sırasında ağaçların zarar gördüğü belirlenmiş, ancak söz konusu kabloların 1996 veya 98 yıllarında geçirildiği bu haliyle Borçlar Kanunu’nun maddesine göre haksız fiilden kaynaklanan, ağaçlarda meydana gelen zararın 10 yıllık zamanaşımı nedeniyle istenemeyeceği değerlendirilerek maddi zarar talebi reddedilmiş, öte yandan 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 12 ve maddeleri uyarınca davalı şirketin, mülkiyet hakkını kısıtlamamak, istifadeyi engellememek ve zarar vermemek kaydıyla telefon ve telgraf nakillerine ilişkin kablo döşeyebilme yetkisi bulunduğu belirtilerek ecrimisil yönünden de ret kararı verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.Dava, ecrimisil ve maddi tazminat istemlerine ilişkindir.Tüm dosya kapsamı ve toplanan delillerden; dava konusu Beşiri ilçesi 304 parsel sayılı taşınmazın, 158 ada 9 parsel ve 158 ada 11 parsele ayrıldığı, dava konusu 158 ada 11 parsel sayılı kabloların geçtiği tarla niteliğindeki taşınmazda davacının tam malik olduğu, kabloların 1998-1999 yıllarında geçirildiği, kabloların geçirildiği sırada tarlada bulunan ceviz ağaçlarının kesildiği anlaşılmaktadır. ... Davacı vekilinin ecrimisil yönünden temyiz itirazlarına gelince; Kablonun davalı Kurumca taşınmazdan geçirildiği tarihte yürürlükte bulunan 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun 12 ve maddelerine göre davalı Türk Telekom'un arazi ve yolların kullanımına engel olmayacak şekilde kablo geçirme hakkı mevcuttur. Hal böyle olunca; davacının dava dilekçesinde toprağın altından geçen kablolar nedeniyle taşınmazından istediği gibi faydalanamadığını, süremediğini, kazamadığını belirtmesi karşısında bu hususun keşfen tespit edilmesi, davalı Kuruma ait kabloların dava konusu taşınmazın kullanımına engel teşkil ettiğinin belirlenmesi durumunda ise, davalının süresinde verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunduğu da gözetilerek dava tarihinden geriye doğru beş yıllık dönem için ecrimisile hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/11/2012 tarihli ve E.2012/15433, K.2012/22536 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davacılar vekili; müvekkillerinin müştereken maliki bulundukları arsa vasıflı 4 adet taşınmaza davalı kurumun kablo geçirmek suretiyle el attığını ileri sürerek; dava tarihinden itibaren geriye doğru beş yıllık dönem için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 000 TL ecrimisilin el atma tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir....Mahkemece; yasal düzenlemeler uyarınca davalı kurumun davacılara ait taşınmazlardan elektronik haberleşme altyapısını ve bunların destekleyici ekipmanlarını geçirme hakkının bulunduğu, dava konusu edilen eylemin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir....Bundan ayrı, mülga 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun maddesi ile 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 22 ve maddelerine göre, davalı idarenin taşınmazların kullanımına engel olunmayacak şekilde telefon hattı geçirme hakkı mevcuttur. Dava konusu taşınmazlar ise, belediye imar planı içerisinde yer almaktadır. Bu durum itibarı ile davalı kuruma ait haberleşme tesislerinin, dava konusu taşınmazların kullanımına engel teşkil edip etmediğinin belirlenmesi zorunluluk arz etmektedir. Hal böyle olunca; mahkemece, davacı taraftan saklı tuttuğu fazlaya ilişkin hak miktarı sorularak talep edilen toplam ecrimisil miktarının ve buna bağlı olarak mahkemenin davaya bakmakla görevli olup olmadığının saptanması, davanın mahkemenin görevine girdiğinin belirlenmesi halinde ise açıklanan yasa hükümlerinin mahallinde keşif yapılmak suretiyle değerlendirilmesi, el atmanın bu hükümler kapsamında mütalaa edilip edilemeyeceğinin tartışılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması, aksi halde ise görev yönünden dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözardı edilerek eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır....\" Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 10/6/1993 tarihli ve E.1993/9, K.1993/21 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Davaya bakan mahkeme kişiye ait arazide PTT'nin tesisat yapmasına olanak veren 1924 günlü, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun maddesinin Anayasa'nın , ve maddelerine aykırı olduğu savıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur....2- Anayasa'nın Maddesi Yönünden İncelemeMahkeme, kişilerin arazilerini kullanırken bunların altından yararlanma yetkilerinin ve genellikle inşaat yapmalarının engellendiğini, çoğu defa haber verilmeden ve irtifak hakkı tesis edilmeden PTT yeraltı hatlarının geçirildiğini, dava konusunda olduğu gibi zararlı sonuçların doğduğunu belirterek Anayasa'nın maddesine aykırılıktan söz etmiştir....406 sayılı Kanunun itiraz konusu maddesiyle mülkiyet hakkı kimi koşullarla sınırlanmış ve kayıtlanmıştır. Ancak, telgraf ve telefon gibi toplumu ilgilendiren bir haberleşme tesisinin en kolay ve hızlı biçimde gerçekleştirilmesi amaçlandığına göre; mülkiyet hakkına konulan bu kayıtlama, kamu yararına dayanmakta, haberleşme hürriyetini düzenleyen Anayasa'nın maddesi gerekleriyle kişi yararına da olmakta ve maddedeki koşullar karşısında Anayasa'nın temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ile ilgili maddesine de aykırılık oluşturmamaktadır.Kaldı ki, söz konusu düzenlemede, arazi sahibinin mülkü üzerinde sahip olduğu kullanma ve yararlanma hak ve yetkilerine PTT'nin engel olmaması koşulu getirilmiştir. Maddenin incelenmesinden açıkça anlaşıldığı üzere PTT İşletmesi binaların dışında ve arazi kapsamına giren taşınmazların içinde, kullanma ve yararlanma haklarına engel olmayacak biçimde tesisat yapabilecektir. PTT, bu yetkinin kullanılmasında ve koşulların nazara alınmasında konunun önemine uygun özeni göstermek zorundadır. İnşaat ve benzeri nedenlerle sonradan çıkacak kullanma ve yararlanma ihtiyacının bildirilmesi halinde aynı Yasa'nın maddesi uyarınca PTT gerekli olanağı sağlamakla yükümlüdür.Bu nedenlerle inceleme konusu düzenleme Anayasa'nın maddesine aykırı değildir.3- Anayasa'nın Maddesi Yönünden İncelemeMahkemece, PTT'nin, kişilerin taşınmazlarından yararlanabilmesi için Anayasa'nın maddesi uyarınca irtifak hakkı kurulmasının gerekliliği üzerinde durulmuş ve bu husus gözetilmeksizin yapılan düzenlemenin Anayasa'nın maddesine aykırılık oluşturduğu ileri sürülmüştür.Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrası hükmü ile Devlete ve kamu tüzelkişilerine, kamu yararının gerektirdiği hallerde, özel mülkiyet konusu olan taşınmazları kamulaştırma veya bunlar üzerinde idari irtifaklar kurma yetkisi verilmiş ve gerçek değerin peşin olarak ödenmesi ilkesi benimsenmiştir.Kamulaştırılan taşınmaz üzerinde malikin hukukî ilişkisinin ortadan kalkması, kamulaştırma hukukunun ilkelerindendir. İtiraz konusu maddede kamulaştırmadan ve üzerinde tesisat yapılacak taşınmaz mal mülkiyetinin idareye geçeceğinden söz edilmemiştir. Bu kural uyarınca araziden tesisat geçirilmesi halinde, malikin mülkiyet hakkı devam etmektedir. İdarenin anılan maddeye dayanılarak tesisat yapması, hukuk açısından bir kamulaştırmayı veya idarî irtifak hakkı kurmayı zorunlu kılacak nitelikte değildir. Öte yandan, taşınmaz mal üzerinde telgraf ve telefon tesisatı yapma yetkisi, malikin kullanma ve yararlanma haklarının saklı tutulması koşuluyla sınırlandırdığından, söz konusu hükümle, idareye taşınmaz mallara kamulaştırmasız elatma yetkisi tanındığı biçiminde değerlendirilemez. Yapılacak tesisat ile malikin kullanma ve yararlanma haklarının engelleneceği anlaşılan durumlarda ise, taşınmazın tümünün ya da bir bölümünün kamulaştırılması veya taşınmaz üzerinde idarî irtifak kurulması gerekir. Kaldı ki, PTT tarafından kişilerin arazilerine tesisat yapılması ya da yapılan tesisat ile mülk sahibinin, kullanma, yararlanma olanaklarının ortadan kaldırılması durumunda malikin yargıya başvurabileceği açıktır.Bu nedenlerle itiraz konusu maddenin Anayasa'nın maddesine aykırı bir yönü yoktur....KARŞIOY GEREKÇESİ'Arazi' sözcüğüyle sınırlı olarak esası incelenen maddeyle Hükûmet, kişilerin kullandığı arazinin içinde, yapıların ve kuruluşların dışında telgraf ve telefon donanımı kurmaya yetkili kılınmakla birlikte yapılacak donanımın kurulduğu-geçirildiği arazi, yapı ve kuruluşların kullanımını ve onlardan yararlanmayı engellememesini öngörmektedir. PTT işletmesi olarak algılamak zorunluluğu bulunan 'Hükûmet'in içinden telgrafya da telefon donanımı geçirmesine katlanmak durumunda bırakılan arazi sahibinin olurunu gerekli kılmayan düzenleme hukuk devleti ilkesiyle çatışmaktadır. Anayasal güvenceye bağlı mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanması düzeyini ve niteliğini aşan, bu koşullara uymayan oluşum, arazi sahibine karşılıksız yükümlülük değil, katlanma zorunluluğu getirmektedir. Bu durumuyla yönetsel bir irtifak hakkı olmadığı gibi Medeni Yasa kapsamında düşünülecek taşınmaza ilişkin ya da kişisel irtifak hakkı da değildir.Taşınmaz üzerinde sınırlamaların Anayasa'nın maddesindeki nedenler dışında gerçekleştirilmesi olanaksızdır. 1961 ve 1982 Anayasalarından önce yürürlüğe konulmuş bir yasada hukuk devleti ilkesine uyma özeni aranmayabilinirdi. Oysa günümüzde bu gerekleri gözardı etmek Anayasa'ya aykırılığı gündeme getirir.Taşınmaz sahibinin kimi haklardan yoksun bırakıldığı bir yükümlülük (olumsuz edim) değil, başkalarının kimi eylemlerine katlanma zorunda bırakılması (olumlu edim) bu niteliğiyle mülkiyet hakkının sınırlanmasını aşan, kısıtlanmasına ilişkin özel bir durumdur.Anayasa'nın maddesiyle ilgisi olmayan bu elatma, Anayasa'nın , ve maddesine aykırılık oluşturmaktadır.Sınırlama ancak Anayasa'nın maddesindeki gereklerle, maddesindeki koşuluna uyularak gerçekleştirilebilir.Bu nedenlerle çoğunluk kararına katılamıyoruz....KARŞIOY YAZISI1924 kabul tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun maddesi, Hükûmet eşhasın tahtı tasarrufundaki arazinin dahilinde ve emlâk ve müessesatın haricinde telgraf ve telefon tesisatı inşasına selahiyettardır. Ancak yapılacak tesisat işbu arazi, emlâk ve müessesatın istimal ve istifadesini helaldar etmemesi lâzımdır\" biçiminde bir kuralı öngörmektedir.Maddelerin günümüz Türkçesindeki anlamı, gerçek kişilerin ya da özel hukuk tüzelkişilerinin tasarrufu altındaki arazinin içinde bina ve müesseselerin dışında telgraf ve telefon tesisatı yapmaya... Hükûmet yetkilidir. Buradaki \"Hükûmet\" sözcüğü PTT yönetimini ifade etmektedir.Telgraf ve telefon tesisatı yapımı, hiç kuşkusuz bir \"kamu hizmeti\" gereksinimini karşılamayı amaçlar. \"Kamu hizmeti\"nin varlığı ise, bir \"Kamu yararı\"nın varlığına kanıttır. Bu nedenle de, bir kamu yönetimi olan PTT yönetiminin, üstlendiği kamu hizmetini, yani telgraf ve telefon tesisatını yapma ereğine ulaşabilmesi için, itiraz yoluyla iptal istemine konu edilen 406 sayılı Yasa'nın maddesine dayanarak bireylerin ya da özel hukuk tüzel kişilerinin arazilerinin içine, binalarının ya da tesislerinin dışına müdahale yetkisi vardır. Bu yetkiyi kullanma öncesinde, bir bedel karşılığında ya da bedel ödemeden malikin rızasının alınması, bir uzlaşma yöntemi zorunluluğu, anılan Yasa kuralında öngörülmemiştir....Bir kamu yönetiminin, kamu hizmetini yürütebilmek için sahip olduğu yetki, önceliğini \"kamu gücü\"nden değil, \"kamu yararı\"ndan almaktadır. Kuvvet hakkın değil, hak kuvvetin belirleyicisidir. Bir hukuk devletinde olması gereken de budur. O halde burada, evrensel boyutlarda ve kutsal nitelik taşıyan bir \"temel hak\" ile, vazgeçilmezliği kuşku götürmeyen, ağırlıklı önemi, gerekliliği ve çağdaş özelliği yadsınamayacak \"toplum yararı\"nın bağdaştırılması sözkonusudur.Kanımızca, Anayasa'nın \"Mülkiyet hakkı\"nı düzenleyen ve üç fıkradan oluşan maddesindeki buyurucu kurallar, bu hak kullanabilme özgürlüğü ile, toplumun yoğunlaşan ve güncelleşen ortak beklentilerinden kaynaklanan \"kamu-toplum yararı\"nı mantıksal bir temelde bağdaştırıp dengelemiştir.Türk Medenî Kanunu da maddesinde öngördüğü mülkiyet hakkını tanımlarken, \"Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkına haizdir...\" demek suretiyle, iki kavram arasındaki uzlaştırma gereksinimini \"yasa\"nın takdir gücüne bırakmıştır.Temel hakların en önemlilerinden biri olan mülkiyet hakkının, ona sahip olanın \"...dilediği gibi...\" kullanabilmesinin de yasal bir çerçevesi vardır.Anayasa'nın \"Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması\" başlığı altında ve genel sınırlama nedenlerini belirleyen maddesinin birinci fıkrasına göre \"temel hak ve hürriyetler, .... kamu yararının, ... korunması amacı ile...., Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.\" Bu \"genel sınırlama nedeni\"nden ayrı olarak, yine Anayasa'nın mülkiyet hakkına ilişkin maddesinin ikinci fıkrası, \"Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.\" biçiminde bir \"özel sınırlama nedeni\"ni de içermektedir.Hemen işaret edelim ki, Anayasa'nın bu iki kuralının öngördüğü sınırlamanın da bir sınırı olduğunu, Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrası duraksamaya yer bırakmayacak bir açıklık ve kesinlikle göstermektedir: \"Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.\" Bu, bir ölçü-normdur ve uyulması zorunludur.İtiraz yoluyla iptal istemine konu edilen sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun maddesi ise, PTT yönetimince yerine getirilecek ve kuşkusuz birer kamu hizmeti olan telgraf ve telefon tesisatı için mülkiyet hakkına müdahale yetkisi karşılığında rayiç bedel ödenmesi ya da malikle uzlaşma yöntemine başvurulması olanağını içermemektedir. Kamu yararına dayalı kamu hizmeti, tek yanlı bir devlet gücüyle karşılanır durumdadır. Bu da, \"demokratik toplum düzeninin\" gerekleriyle çatışmaktadır. bir başka anlatımla temel hakkın özüne dokunmaktadır. Oysa, kamu hizmetinin amacına göre, Anayasa'nın maddesindeki \"kamulaştırma\" kuralları uygulanabilir.Açıklanan nedenlerle, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun maddesinin, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu ve iptal edilmesinin gerektiği kanısıyla, çoğunluk yönündeki karara karşıyız.\" Anayasa Mahkemesinin 14/5/2015 tarihli ve E.2014/177, K.2015/49 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...L- Kanun’un Maddesiyle 2942 Sayılı Kanun’un Maddesine Eklenen İkinci Fıkranın Üçüncü Cümlesinin İncelenmesiDava dilekçesinde, taşınmazların üstünde teleferik ve benzeri ulaşım hatları ile her türlü köprü, taşınmazların altında ise metro ve benzeri raylı taşıma sistemlerinin yapılmasında kamu yararının bulunduğu, ancak mülkiyet hakkının bu yolla sınırlanmasının Anayasa’ya uygun olabilmesi için taşınmaz üzerinde idare lehine irtifak hakkı kurulması ve taşınmazın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerindeki fiili kamulaştırmanın gerçek karşılığının ödenmesi gerektiği, taşınmazın değer kaybı için taşınmaz sahiplerine kamulaştırma, tazminat ve benzeri nam altında herhangi bir ücret ödenmemesinin kamulaştırmaya ilişkin anayasal ilkelerle bağdaşmadığı gibi mülkiyet hakkının ölçüsüzce sınırlandırılması sonucunu doğurduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.2942 sayılı Kanun’un maddesinde, kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulması düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabileceği hükme bağlanmıştır.Kanun’un maddesiyle anılan maddeye eklenen ikinci fıkranın birinci cümlesinde, maliklerinin mülkiyet hakkının kullanılmasının engellenmemesi, can ve mal güvenliği bakımından gerekli önlemlerin alınması kaydıyla, kamu yararına dayalı olarak taşınmazların üstünde teleferik ve benzeri ulaşım hatları ile her türlü köprü, taşınmazların altında metro ve benzeri raylı taşıma sistemleri yapılabileceği belirtildikten sonra, ikinci cümlesinde, taşınmazların mülkiyet hakkının kullanımının engellenmemesi hâlinde, taşınmazlara ilişkin herhangi bir kamulaştırma yapılmayacağı kurala bağlanmıştır. Dava konusu üçüncü cümlede ise taşınmaz sahiplerine bu işlemler nedeniyle kamulaştırma, tazminat ve benzeri nam altında herhangi bir ücret ödenmeyeceği ifade edilmiştir. Buna mukabil fıkranın son cümlesinde, yapılan yatırım nedeniyle taşınmaz maliklerinden değer artış bedeli de alınamayacağı düzenlenmiştir.Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, taşınmazın altını ve üstünü de kapsamaktadır. Bu itibarla, taşınmaz maliki, mülkiyet hakkından kaynaklanan yetkilerini taşınmazın üzerinde ve altında da kullanabilir. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinde, arazi üzerindeki mülkiyetin, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsadığı açıkça ifade edilmiştir. Bu itibarla, taşınmazın üstünde teleferik ve benzeri ulaşım hatları ile her türlü köprü, taşınmazların altında ise metro ve benzeri raylı taşıma sistemlerinin yapılması, mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır.Anayasa’nın maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Teleferik ve benzeri ulaşım hatları, her türlü köprü, metro ve benzeri raylı taşıma sistemleri yapılmasında kamu yararı bulunduğu hususunda tereddüt bulunmadığından bu tür yatırımların yapılması amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır. Ancak bu amaçla yapılan müdahalenin Anayasa’nın maddesinde düzenlenen ilkelere uygun olması gerekmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına yönelik sınırlamalar, demokratik toplum gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Ölçülülük ilkesi, amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder.Taşınmaz üzerinde irtifak tesis edilmesi gibi taşınmazın değerini azaltan her türlü müdahalede kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki denge, kural olarak malikin ekonomik kayıpları telafi edilmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle, taşınmaz üzerinde kamu irtifakı kurulması yoluyla gerçekleştirilen müdahalenin ölçülülüğünden söz edilebilmesi için malike ekonomik kayıpları karşılığında uygun bir tazminatın ödenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde malikin katlanmak zorunda olduğu külfet yönünden bir dengesizlik doğacak ve bu durum mülkiyet hakkına müdahaleyi ölçüsüz kılacaktır.Dava konusu kuralla, taşınmazların üstünde teleferik ve benzeri ulaşım hatları ile her türlü köprü, taşınmazların altında ise metro ve benzeri raylı taşıma sistemlerinin yapılması nedeniyle kamulaştırma, tazminat ve benzeri nam altında herhangi bir ücret ödenmemesinin öngörülmesi, malikin bu yatırımlar dolayısıyla doğabilecek ekonomik kayıplarının karşılanamaması sonucunu doğurmaktadır. Yapılan yatırım nedeniyle taşınmaz maliklerinden değer artış bedeli alınmaması öngörülmek suretiyle malikin çıkarları ile kamu çıkarları arasında bir dengeleme yapılmaya çalışılmış ise de sözü edilen yatırımlar sebebiyle taşınmazda meydana gelebilecek değer artışlarının her zaman için malikin tüm ekonomik kayıplarını telafi edemeyebileceği açıktır. Teleferik ve benzeri ulaşım hatları, her türlü köprü, metro ve benzeri raylı taşıma sistemleri gibi ilgili bölgede yaşayan kişiler bakımından büyük yararlar sağlayan yatırımların külfetinin bir kısım taşınmaz maliklerine yüklenmesi adalet ve hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşmaz. Dolayısıyla anılan yatırımlar sonucu taşınmazların değerinde oluşan azalma nedeniyle, taşınmazda meydana gelen değer artışları da dikkate alınmak suretiyle taşınmaz maliklerine uygun bir tazminatın ödenmesi mülkiyet hakkının gereğidir. Malikin tazminat imkânından mahrum bırakılması, kamu yararı ile bireysel yarar arasında kurulması gereken adil dengenin malik aleyhine ölçüsüz bir şekilde bozulmasına yol açabilir.Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.\"B. Uluslararası Hukuk Konu hakkındaki ilgili uluslararası hukuk için bkz. Abdullah Tantaş ve diğerleri [GK], B. No: 2018/2739, 15/12/2021, §§ 26- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20330", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazdan fiber optik kablo geçirilmesi nedeniyle oluşan zararlarının karşılanmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 30/10/2000 tarihli iddianameyle canavarca hisle ve eziyet çektirerek insan öldürmek suçundan kamu davası açılmış, Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin 6/3/2006 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemece görevsizlik kararı verilmiştir. (Kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 8/12/2010 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 3/10/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 6/5/2014 tarihli ilamıyla karar onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12826", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güvenlik güçlerinin toplantı ve gösteri yapmak isteyen gruba müdahale etmesi sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak vali ve il emniyet müdürü hakkında soruşturma izni verilmemesi ve yaralanan kişiye gerekli sağlık hizmetinin ulaştırılmaması nedenleriyle yaşam hakkının; yakının vefatıyla ilgili olarak yaşanan üzüntü nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.          Başvuru 30/3/2015 tarihinde yapılmıştır.     Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.     Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.      Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.     Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.    Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan soruşturma ve yargılama dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:      Başvurucuların yakını kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen protesto eylemlerine katılanlara yönelik müdahale sırasında yaralanmış, sonrasında tedavisi devam etmekteyken 11/3/2014 tarihinde vefat etmiştir (Gezi Parkı olaylarına ilişkin özet bilgi için bkz. Yonca Verdioğlu Şık, B. No: 2014/17177, 19/4/2018, § 8; Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10).     Başvuru formundaki anlatıma göre başvurucuların yakını, 1999 doğumlu B.E. Gezi Parkı protestolarının İstanbul'da gerçekleşen kısmının günü olan 16/6/2013 tarihinde ekmek almak için evinden çıkıp göstericilerin arka kısmında bakkala doğru yürüdüğü sırada güvenlik güçlerinin göstericileri hedef almak suretiyle yakın mesafeden attığı gaz bombasının başına isabet etmesiyle yaralanmıştır. Kafatasında kırıklar oluşan ve beyin kanaması geçiren B.E. kaldırıldığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) 269 gün komada kaldıktan sonra 11/3/2014 tarihinde vefat etmiştir. A.   Olayın Failleri Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci   16/6/2013 tarihinde B.E.nin başına gaz fişeği gelmesi nedeniyle Hastane'de ameliyata alındığı bilgisinin güvenlik güçleri tarafından iletilmesi üzerine Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhâl 2013/95255 numaraya kayden soruşturma başlatılmıştır.   Diğer yandan başvurucu Sami Elvan'ın sunduğu şikâyet dilekçesi üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) 2013/90982 numaraya kayden diğer bir soruşturma yürütülmeye başlanmıştır.  Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/6/2013 tarihli karar ile 2013/90982 numaralı soruşturmanın, 28/6/2013 tarihli kararla 2013/95255 numaralı soruşturmanın olay hakkında asıl olarak yürütülen 2013/79334 numaralı soruşturma ile birleştirilmesine karar verilmiştir.   Son olarak mağdur B.E. hakkındaki soruşturma yönünden Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/11/2013 tarihli karar ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli güvenlik güçleri hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, kasten öldürmeye teşebbüs, görevi kötüye kullanma ve yaralama suçlarına ilişkin yürütülen soruşturmanın ayrılarak 2013/155787 numaraya kayden yürütülmesine karar verilmiştir.   Tedavi gördüğü sırada Hastanede vefat eden B.E.nin 11/3/2014 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ölü muayenesi işlemi gerçekleştirilmiş, bu işlem sonucu düzenlenen tutanağa göre kesin ölüm nedeni ve mekanizmasının belirlenebilmesi için klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmesi gerekli görülmüştür. Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığının gerekli olduğu yönünde görüş bildirmesi üzerine temin edilen ATK İstanbul Adli Tıp İhtisas Kurulunun 19/11/2014 tarihli otopsi raporunda, B.E.nin künt kafa travmasına bağlı gelişen beyin kanaması ve komplikasyonlar sonucu vefat ettiği tespit edilmiştir. Söz konusu raporun ilgili kısımları şöyledir:        \"...               3- Otopsi raporu ve balistik inceleme raporu dikkate alındığında, ölüme neden olan künt kafa travmasının sorulduğu üzere gaz tüfeği kapsülü (Zet tüfeği) ve plastik mermi (FN tabanca) veya benzer özelliklerde başka bir ürünün doğrudan kafaya isabet etmesi ile meydana gelmiş olabileceği;  Künt kafa travmasına bağlı oluşan travmatik değişimlerin çocuğun kendiliğinden düşmesi ve/veya düşürülmesi suretiyle kafasının sert ve künt bir zemine çarpması ile husulünün mümkün olduğu gibi, sert veya künt bir cismin kafaya direk havalesi ile de oluşabileceği, kafada yumuşak doku ve kemik dokuda isabet eden cismin özelliklerini yansıtabilecek bir lezyon görülmediğinden, mevcut verilerle travmanın tam olarak ne şekilde meydana geldiği hususunda tıbben ayrım yapılamadığı,     Zet tüfeğinden atılan gaz tüfeği kapsülünün ve/veya FN tabancadan atılan plastik merminin duvara veya benzer bir sert yüzeye çarparak sekmesi veya havadan serbest düşmesi esnasında kafaya isabet etmesiyle oluşmasının mümkün görülmediği, mevcut verilerle gaz tüfeği (Zet tüfeği) kapsülünün ve/veya plastik merminin (FN tabanca) ateş edildiği mesafenin ve hedef gözetilerek ateş edilip edilmediği husununun tıbben belirlenemediği, adli tahkikatla aydınlatılması gerektiği değerlendirmesinde bulunulduğu anlaşılmıştır...\"   Diğer pek çok soruşturma işlemi sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/12/2016 tarihinde şüpheli kırk iki kolluk görevlisi hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:  \"...Kamuoyunda Taksim Gezi Parkı Olayları olarak bilenen olayların devamı sürecinde olay tarihi olan 2013 günü saat 01:00 sıralarında, Şişli ilçesi Okmeydanı mevkiinde toplanan 200-250 kişilik gösterici grubun otoyolu araç trafiğine kapatması ve çevredeki işyerlerine zarar vermesi üzerine, kolluk görevlilerin olay yerine intikal ettikleri sırada gösterici grubun taş atmak suretiyle görevlilere fiili saldırıda bulunması, bunun üzerine gösterici gruba müdahale edilerek otoyolun araç trafiğine açılması, ancak gösterici grubun kısa süre sonra Örnektepe Köprüsü üzerinde ve Mahmut Şevket Paşa Mahallesi ara sokaklarında tekrar toplanarak görevlilere taş, havai fişek, molotof kokteyli, el yapımı parça tesirli el bombası ve bilye atmak suretiyle fiili saldırılarda bulunmaları, sonrasında sonrasında maktül [B.E.nin] Mithatpaşa Caddesi, Gaziler Sokak içerisinde bulunan eylemci grubun yanında bulunduğu ve Mithatpaşa Caddesi'ne çıkmak istediği sırada olay yerinde kolluk görevlileri tarafından kullanılan gaz fişeği kapsülünün başına isabet etmesi sonucu yaralanarak, tedavisi sırasında ölümü ile ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda, olay yerinde görevli olan bir kısım kolluk görevlilerinden olan yukarıda isimleri yazılı şüphelilerin, maktül [B.E.nin] ölümüne neden olan olayda, olay faili olarak tespit edilen şüpheli [F.nin] eylemine iştirak sayılabilecek suça etki eden eylemlerinin ve iştirak iradelerinin tespit edilemediği, bu hali ile TCK. maddesinde düzenlenen 'Ceza Sorumluğunun Şahsiliği' prensibi gereğince ceza sorumluğunun şahsiliği ve kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağı kuralı dikkate alındığında, maktülün ölümü ile şüphelilerin eylemleri arasında uygun illiyet bağının bulunmadığı tespit edildiğinden...\"   Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2013/155787 Soruşturma sayılı ve 6/12/2016 tarihli iddianameyle kolluk görevlisi F. hakkında olası kasıt ile insan öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:  \"...Yine yapılan soruşturmada kolluk görevlisi olan şüphelinin olay sırasında kullandığı ve gaz fişeği istimali için kullanılan zet tüfeğinin yakın mesafede kullanılması halinde ölümcül niteliği haiz olduğu, özellikle 120 metreden yakın mesafe içerisinde zarar verme ihtimali bulunduğu, yaklaşık 150-200 metre arası olan menzili olduğu ve bu tüfek ile birlikte kullanılan gaz fişeğinin yaklaşık 150 gram ağırlığında olduğu, 9 mm çaplı bir tabanca mermisinin çekirdek ağırlığının sadece 8 gram olduğu da dikkate alındığında, tabanca namlusu çıkış hızına yakın bir hızda çıkan bu fişeğin insan kafasına çarpma etkisinin 150 gr. lık bir çekicin saatte 500 km hızla çarpması gibi balyoz etkisi yaratacağı, 150 gr.lık gaz fişeği kütlesinin insan kafatasını çökertmeye yeterli olduğu, namludan çıkış hızı ile yaklaşık 40 metre mesafede bir insan kafasına değdiğinde kafasını kırabileceği ve kafatasına gömülebileceği tespitleri veçhile, gerek gaz tüfeğinin bu niteliği gerek gaz tüfeği ile ateş edilen mesafe ve gerekse maktülün olay anındaki en hayati organ olan beyninin bulunduğu baş bölgesinden yaralanmış olmasının, kastın niteliğini belirleyebilmek için en önemli kriterler olduğu, bu hali ile söz konusu kriterler açısından somut olay değerlendirildiğinde, kullanımı konusunda yeterli bilgiye sahip ve gaz tüfeği kullanımı konusunda kurs almış olduğu anlaşılan şüphelinin, yukarıda açıklanan ve T. İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen gaz tüfeği kullanım esaslarına aykırı şekilde hareket ederek, öldürücü niteliği haiz bulunan gaz tüfeği ile olay yeri olan Gaziler Sokak ile Mithatpaşa Caddesi kesişimindeki eylemci grubun bulunduğu Gaziler Sokak ayrımına doğru ateş ettiğinde, doğrudan yaşı küçük maktülü hedef almamasına rağmen, etkili mesafede silahtan çıkan gaz fişeğinin ölüm neticesini meydana getirebileceğini öngörerek yeterli dikkat ve özeni göstererek ateş etmesi gerekirken, bu gerekliliğe uymadan ve objektif ölçülere göre muhakkak addedilemeyecek ölüm neticesini göze alarak fiili ika etmesi nedeniyle olası kast ile hareket ettiğinin kabulünün gerektiği anlaşılmıştır.        ...    ...yine adli emanetin ...sırasında kayıtlı fizik kimliğin tespiti ile ilgili fotoğraf ve video kayıtları ile şüpheli boy bilgileri birlikte değerlendirildiğinde;    Suç tarihinde Şişli ilçesi Okmeydanı mevkiinde toplanan 200-250 kişilik gösterici grubun ...tekrar toplanarak görevlilere taş, havai fişek, molotof kokteyli, el yapımı parça tesirli el bombası ve bilye atmak suretiyle fiili saldırılarda bulunmaları sonrası kolluk görevlilerinin müdahaleleri sırasında, Göz Yaşartıcı Gazlar ve Gaz Maskelerinin Kullanımı Kursu olmış olan ve bu hususta yeterli bilgiye sahip olan şüphelinin, gaz fişeklerinin doğrudan insan vücudunu hedef alacak şekilde kullanılmaması, kademeli olarak kullanım esaslarına uyulması ve uzak mesafe olarak tanımlanan (30–150 metre) kademe olarak belirlenen aşamada, kullanıcının vücuduna 45 derece açı ile kullanması gerektiği halde, T. İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen gaz tüfeği kullanım esaslarına aykırı şekilde hareket ederek, etkili mesafede öldürücü niteliği haiz bulunan gaz tüfeği ile olay yeri olan Gaziler Sokak ile Mithatpaşa Caddesi kesişimindeki eylemci grubun bulunduğu yöne doğru ölüme neden olabilecek etkili mesafeden, doğrudan yaşı küçük maktülü hedef almaksızın ancak ölüm sonucunun gerçekleşmesini de istememesine rağmen, silahtan çıkan gaz fişeğinin ölüm neticesini meydana getirebileceğini öngörerek maktülün bulunduğu bölgeye doğru ateş etmek suretiyle ve olası kast ile ölümüne neden olduğu anlaşılmıştır.              ...\"  İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/325 esasına kayden yürütülen yargılamada on duruşma gerçekleştirilmiş olup yargılama derdesttir.  B. Vali ve İl Emniyet Müdürü Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci   Başvuruculardan Sami Elvan 15/11/2013 tarihli dilekçeyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında olayın gerçekleştiği tarihte başbakan, içişleri bakanı, İstanbul valisi ve İstanbul il emniyet müdürü olan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Dilekçede özetle güvenlik güçlerinin göstericilere karşı gerçekleştirdiği, aşırı olduğu iddia edilen müdahaleye adı geçen kişilerce izin verildiği, bu müdahalenin bu kişilerce engellenmediği ve olayın faillerinin tespiti için gerekli bilgi ve belgeyi sunmamak suretiyle faillerin korunduğu iddia edilmiştir.   Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkındaki soruşturmanın soruşturma usul ve yönteminin farklı olması gerekçesiyle ayrılmasına karar verilmiştir.   Başvurucular Sami Elvan ve Gülsüm Elvan tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına sunulan 3/12/2014 tarihli dilekçeyle, aradan geçen zamana rağmen 2013/155787 numaralı soruşturmada faillerin tespit edilemediği ve yargılama sürecinin başlamadığı bildirilerek soruşturmanın sürüncemede kalmasına neden olan sorumlular hakkında gerekli işlemlerin yapılması talep edilmiştir. Söz konusu dilekçe TBMM Başkanlığı tarafından 4/12/2014 tarihli yazı ekinde Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir.   Cumhuriyet Başsavcılığı 11/12/2014 tarihli müzekkereyle Cumhuriyet Başsavcılığından 2013/155787 numaralı soruşturma dosyasını tetkik etmek üzere talep etmiştir.   Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından söz konusu soruşturma dosyası incelenerek Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü Çocuk Büro Amirliğinin 18/6/2013 tarihli Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı ile Görüşme Tutanağı ve 3/7/2013 tarihli Olay Tutanağı ile mağdur B.E.nin ifade veremediğine dair 17/6/2013 tarihli tutanağı içeren, 4/7/2013 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan olay bildirim yazısından başlayarak yapılan tüm soruşturma işlemleri tek tek listelenmiştir. Bu inceleme sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından on beş sayfalık 19/12/2014 tarihli Dosya İnceleme Tutanağı düzenlenmiştir.    Cumhuriyet Başsavcılığı 25/12/2014 tarihli karar ile Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkındaki adil soruşturmayı ve yargılamayı engellemeye teşebbüs ve görevi ihmal iddiasıyla yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına ve soruşturma evrakının işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:        \"...    İstanbul Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunun 11/12/2014 günlü yazısı ile, İstanbul Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu tarafından yürütülen 2013/155787 soruşturma sayılı dosya incelenmek üzere istenilmiş ve ... 3 klasör ve bilirkişi raporu eki halinde celp olunmuştur.    İstanbul Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu savcılığı tarafından yürütülen 2013/155787 sayılı soruşturma evrakının incelenmesine 19/12/2014 günü başlanılmış, kapsamının ve dosyaya intikal eden belgelerin çokluğu sebebiyle ancak 25/12/2014 günü bitirilebilmiştir. 15 sayfadan oluşan dosya inceleme tutanağı düzenlenmiş ve soruşturma dosyasına konulduğu gibi önemi açısından Adli Tıp Kurumu İstanbul Adli Tıp İhtisas Kurulunun 19/11/2014 tarihli ... 14 sayfadan oluşan raporunun bir örneği ile, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün 20/05/2014 tarih ... İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün 10/07/2013 tarih ... yazıları, bu yazının ekindeki 5 sayfalık rapor örneği alınarak soruşturma dosyasına eklenmiştir.    Gezi Parkı olayları olarak bilinen 2013 yılı Haziran ayında başlayan ve aralıklarla devam eden olaylar sırasında [B.E.] adlı yaşı küçük şahsın 16/06/2013 günü yaralandığı, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavisinin sürdüğü, 11/03/2014 günü saat 08:00 sırası vefat ettiği, soruşturmaya 'taksirli yaralamaya sebebiyet' suçu olarak başlanıldığı, daha sonra [B.E.nin] velileri ve avukatları tarafından sunulan dilekçeler de nazara alınarak öldürmeye teşebbüs suçu kapsamında devam edildiği; adı geçen kişinin bir cisimle başından yaralandıktan sonra vefatı öncesi ve sonrasında olayın fail veya faillerini tespit edebilmek amacıyla ve titizlikle soruşturmanın yürütüldüğü, bu kapsamda müşteki Vekilleri tarafından sunulan dilekçelerin ve dilekçelerde önü sürülen hususların titizlikle incelenmesi ve toplanması konusunda ilgili kolluk birimlerine gerekli direktif ve talimatların yazılı olarak gecikmeden bildirildiği; soruşturma evresinde birçok kere bilirkişi incelemesine ve kesin kanıya varabilmek için Adli Tıp Kurumundan rapor alınması yoluna gidildiği; dosyaya sunulan veya temin edilen delillerin birçok kere müşteki Vekillerine verildiği ve bilgilendirildikleri;    İstanbul Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosunun 2013/155787 sayılı soruşturma evrakı incelendiğinde, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bağlı şube müdürlüklerinden istenilen bilgilerin gizlendiğine veya kasten geciktirildiğine ilişkin delillere rastlanmadığı gibi, İstanbul Emniyet Müdürü veya İstanbul Valisi tarafından soruşturmanın sonuçlandırılmasına ve olayın faillerinin tespitini engelleme amacını güden herhangi bir yazısının veya tanık ifadesinin bulunmadığı; esasen ölen [B.E.] ailesi adına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan 03/12/2014 tarihli dilekçenin, söz konusu soruşturmanın bir an önce bitirilerek maddi gerçeğe ulaşılması amacını taşıdığı, bütün bu açıklanan tespitlerden sonra İstanbul İl Emniyet Müdürü ve İstanbul Valisi hakkında, 4483 sayılı yasa uyarınca 'idari görev kapsamı içinde' soruşturma açılması için 'soruşturma izni' talebini haklı kılan 'makul şüphe' oluşturmaya yeterli delillerin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.               ...\"   Karara başvurucular Sami ve Gülsüm Elvan tarafından yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 9/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.   Ret kararı başvuruculara 27/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 30/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.   Öte yandan İçişleri Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün dosya kapsamındaki 3/2/2014 tarihli yazısıyla, Gezi Parkı olayları sırasında güvenlik güçlerinin katılımcılara müdahalesi nedeniyle Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkında iletilen muhtelif şikâyet dilekçelerinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının çeşitli yazılarının ekinde iletilmesi üzerine mülkiye ve polis başmüfettişlerince yürütülen araştırma sonucu düzenlenen raporun İçişleri Bakanı'na sunulduğu anlaşılmıştır.   Rapor sonucunda 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un 17/7/2004 tarihli ve 5232 sayılı Kanun'la değişik maddesine göre Vali, İl Emniyet Müdürü ile diğer emniyet yetkilileri hakkındaki ihbar ve şikâyetlerin işleme konulmamasına 14/3/2014 tarihinde karar verilmiştir. Raporun sonuç kısmı şöyledir:       \"...        Meydana gelişi, kompozisyonu ve nitelikleri oldukça farklı ve daha önce benzeri görülmemiş ve tecrübe edilmemiş mezkur olaylarda, Raporun, 'Kapsam Dışında Bırakılan Konular' başlığı altında haklarında cezai ve disiplin soruşturması yapılacağı belirtilen bazı münferit olaylar dışında süreç içerisinde genel olarak polisin sevk ve idaresinde müdahalelerin tarz ve uygulamasında kanuna ve uygulamaya aykırı herhangi bir işlem veya eylem tesis edilmediği anlaşılmakla...\" Bu karara karşı yapılan itiraz, Danıştay Dairesinin 28/5/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:        \"... 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında; bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmamasının, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesinin zorunlu olduğu, iddiaların da ciddi bulgu ve belgelere dayanması gerektiği, bu hükme aykırı bulunan ihbar ve şikayetlerin, Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmayacağı ve durumun ihbar veya şikayette bulunana bildirileceği hükme bağlanmıştır.  Dosyanın incelenmesinden; iddialarla ilgili olarak düzenlenen 2013 tarihli araştırma raporunda; ilgililer hakkında ceza ve disiplin soruşturması yapılacağı belirtilen bazı olaylar dışında kamuoyunda gezi olayları olarak bilinen süreç içerisinde polisin sevk ve idaresinde, müdahalelerin tarzında ve uygulanmasında aykırılık görülmediğinin belirtildiği, söz konusu rapor dikkate alınarakşikayetin,4483 sayılıKanunun4üncümaddesi kapsamındaön inceleme yapılmasını gerektireceknitelikteolmadığıanlaşıldığından, İçişleriBakanının 2014tarih ve 8406 sayılı şikayetin işleme konulmaması kararına yapılan itirazınreddine...\"    A.   Ulusal Hukuk  4483 sayılı Kanun'un \"Amaç\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:             \"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir.\"      4483 sayılı Kanun'un \"Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikâyetler\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:         \"Madde 4 – Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.        ...       (Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.        (Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.\"   4483 sayılı Kanun'un \"İtiraz\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.           Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. ... ...Verilen kararlar kesindir.\" B.  Uluslararası Hukuk    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Yaşam hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...\"    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkını koruyan madde, Sözleşme'nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden birini korumaktadır. AİHM, bu maddenin ihlal edildiğine ilişkin iddiayı en dikkatli incelemeye tabi tutmalıdır. Devlet görevlileri tarafından güç kullanımına ilişkin davalarda, yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü de dâhilolayı çevreleyen tüm faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 93).    AİHM, Sözleşme'nin maddesini Sözleşme'nin maddesiyle birlikte yorumlayarak devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161).    AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Şener Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir.   Öte yandan AİHM; soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğunu, bu itibarla bu konudaki yaptığı değerlendirmelerin başvuruculara üçüncü kişileri adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği ve tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına hiçbir şekilde gelmediğini de belirtmiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 96).    ", "Haklar":"Ayrımcılık yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5718", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güvenlik güçlerinin toplantı ve gösteri yapmak isteyen gruba müdahale etmesi sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak vali ve il emniyet müdürü hakkında soruşturma izni verilmemesi ve yaralanan kişiye gerekli sağlık hizmetinin ulaştırılmaması nedenleriyle yaşam hakkının; yakının vefatıyla ilgili olarak yaşanan üzüntü nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucular, hakaret suçunu işledikleri iddiası ile yargılandıkları Halfeti Sulh Ceza Mahkemesinin hukukun uygulanmasında ve delillerin takdirinde hata yaparak mahkûmiyetlerine karar verdiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurular, 17/1/2013 tarihinde Halfeti Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/3/2013 tarihinde başvuruların karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçelerindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Halfeti Cumhuriyet Başsavcılığının 22/4/2011 tarih ve E.2011/52 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında hakaret suçunu işledikleri iddiası ile Halfeti Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama sonucunda Halfeti Sulh Ceza Mahkemesince,“… katılanın hazırlıktaki ve duruşmadaki tutarlı ve ısrarlı beyanları, katılan beyanını doğrular nitelikteki tanıklar … beyanları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde … hakaret suçunu işlediklerinin sabit olduğu …” gerekçeleri ile başvurucuların adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme kararı, hükmedilen cezanın miktar ve niteliği gereği temyiz yolu kapalı olduğundan, verildiği tarih olan 10/12/2012 tarihinde kesinleşmiş ve bu şekilde başvuru yolları tüketilmiştir. Bu karar, başvuruculara 2/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.…(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır....” 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1281", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, hakaret suçunu işledikleri iddiası ile yargılandıkları Halfeti Sulh Ceza Mahkemesinin hukukun uygulanmasında ve delillerin takdirinde hata yaparak mahkûmiyetlerine karar verdiğini ileri sürmüşlerdir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya teslim edilmeyen kitaplar hakkındaki toplatma kararlarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiası hakkındadır. Başvuru 20/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak Sincan 2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan \"Demokratik Uygarlık Çözümü I Uygarlık Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı\", \"Demokratik Uygarlık Çözümü II Kapitalist Uygarlık Maskesiz Tanrılar ve Çıplak Krallar Çağı\", \"Demokratik Uygarlık Çözümü III Özgürlük Sosyolojisi Tekrar Özgürlük Ütopyalarıyla Yaşama Çağı\", \"Demokratik Uygarlık Çözümü IV Ortadoğu'da Uygarlık Krizi Ortadoğu Kültürünü Demokratikleştirmek\" isimli kitaplar, İnfaz Kurumu Eğitim Kurulunun (Eğitim Kurulu) kararıyla başvurucuya teslim edilmemiştir. Eğitim Kurulu kararında, söz konusu kitaplar hakkında toplatma kararının devamına kararları bulunduğu ve 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya verilmelerinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu Eğitim Kurulu kararına itiraz etmiştir. Ankara Batı İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) başvurucunun itirazını reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği söz konusu yayınlarda örgüt propagandası yapıldığını ve terör örgütü üyelerini öven ifadelere yer verildiğini belirtmiştir. Bu nedenle İnfaz Hâkimliği, söz konusu kitapların başvurucuya verilmesi hâlinde terör örgütüyle olan bağının zayıflamayacağını, aksine örgütün hareketleri doğrultusunda hareket etmeye devam edeceğini ve bu durumun suç işlenmesini engelleyici etkenleri azaltacağını ifade etmiştir. Başvurucu İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 6/10/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 15/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.... (3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.\" 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: \"Soruşturma veya kovuşturmanın başlatılmış olması şartıyla 1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda, Anayasanın 174 üncü maddesinde yer alan inkılap kanunlarında, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, 153 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarında, 155 inci maddesinde, 311 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, 312 nci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında, 312/a maddesinde ve 1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarında öngörülen suçlarla ilgili olarak basılmış eserlerin tamamına hâkim kararıyla el konulabilir.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.\" ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16797", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya teslim edilmeyen kitaplar hakkındaki toplatma kararlarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiası hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 9/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 4/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16093", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; yakalama ve gözaltına alma işlemleri sırasında kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kalındığı, etkili soruşturma yürütülmediği, bu nedenle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/6/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 15/3/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 16/3/2016 tarihinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular kardeş olup İstanbul’da ikamet etmektedirler. Gözaltına Alma Süreci Başvurucular 13/12/2013 tarihinde saat 40 sıralarında, İstanbul ili Esenler ilçesi Oruçreis Mahallesi Sokak'ta bulunan Mareşal Fevzi Çakmak ve Aksoy İlkokulları ile Anadolu İmam Hatip Lisesi yakınında devriye görevi ifa eden üç kişilik kolluk ekibi tarafından durumlarından şüphelenildiği gerekçesiyle durdurularak kimlik ibraz etmeleri istenmiş ve üst araması girişiminde bulunulmuştur. Belirtilen işlemlerle ilgili olarak görevlilere direndikleri gerekçesiyle başvurucular, zor kullanılarak ekip aracına bindirilmişlerdir. Başvurucular hakkında yakalama ve gözaltına alma işlemleri yapılmıştır. Bilal Şorli'nin üst aramasında bulunan bıçağa el konulmuştur. Başvurucular, haklarındaki adli işlemlerin yürütülmesi için Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine teslim edilmişlerdir. Bu işleme ilişkin olarak, ilgili polis memurları tarafından aynı gün saat 40’ta bir tutanak düzenlenmiştir (bkz. § 29). Bu kapsamda başvurucular aynı gün adli muayene için Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüşlerdir. Belirtilen hastanede başvurucuların yanı sıra ilgili kolluk görevlileri hakkında da adli muayene raporu düzenlenmiştir (bkz. §§ 47, 51, 55, 58 ve 61). Gerekli adli işlemlerin yapılması için başvurucuları teslim alan polis memurları K. ve U. tarafından aynı gün saat 30’da, nöbetçi Cumhuriyet savcısı ile telefonla görüşme talimat alma ve salıverilme tutanağı düzenlenmiş ve anılan tutanak başvurucular tarafından da imzalanmıştır (bkz. § 30). Polis Merkezinde başvurucular hakkında yürütülen adli işlemler kapsamında ilgili polis memurlarının şikâyetçi ve başvurucuların ise şüpheli sıfatıyla ifadelerine başvurulmasını ve “yoklama kaçağı” oldukları tespit edilen başvuruculara “1111 sayılı Askerlik Kanunu gereği en yakın askerlik şubesine başvurması ve askerlik işlemlerini tamamlatmasına yönelik” talimatın tebliğini müteakip salıverilmişlerdir. Aynı gün -başvurucuların beyanlarına göre- Bilal Şorli’nin evde baygınlık geçirmesi üzerine her iki başvurucu saat 00 sıralarında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Belirtilen Hastanede muayene edilen başvurucular hakkında adli muayene raporu düzenlenmiştir (bkz. §§ 48, 52). Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 14/12/2013 tarihli ve 2013/590 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucu Bilal Şorli’ye ait bıçak hakkındaki el koyma işleminin onanmasına ve üzerinde inceleme yapılmasına izin verilmesine karar verilmiştir. Başvurucular Hakkında Yürütülen Adli Soruşturma Başvurucular hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 30/1/2014 tarihli ve 2014/11830 soruşturma, E.2014/5361 sayılı iddianamesi ile “görevi yaptırmamak için direnme” ve “kamu görevlisine görevi sebebiyle hakaret” suçlarını işledikleri iddiasıyla Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama sonucunda Asliye Ceza Mahkemesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/32 K.2014/608 sayılı kararı ile Vedat Şorli’nin üzerine atılı tüm suçlardan beraatına, Bilal Şorli’nin ise hakaret suçundan beraatına, görevi yaptırmamak için direnme suçu bakımından ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kolluk Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli Soruşturma Başvurucular 14/12/2013 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe ile müracaat ederek şikâyetçi olduklarını bildirmişlerdir. Aynı gün Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma başlatılmış ve başvurucuların şikâyetçi sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığının 14/12/2013 tarihli ve 2013/122380 soruşturma sayılı yazısı ile adli muayene raporu düzenlenmesi için Bakırköy Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edilmişlerdir. İlgili adli tıp uzmanı tarafından başvurucular hakkında yaşamı tehlikeye sokan bir durum veya kemik kırığı olmadığı ve tıbbi bulguların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu yönünde adli muayene raporları düzenlenmiştir (bkz. §§ 49, 53). Cumhuriyet Başsavcılığının 17/12/2013 tarihli ve 2013/122380 Soruşturma sayılı yazısı ile Atışalanı Polis Merkezi Amirliğinden başvurucular hakkında yapılan işlemlere ilişkin belgelerin gönderilmesi ve olayda görevli polis memurlarının Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatlarının sağlanması istenmiştir. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü Bayrampaşa Ekipler Amirliğinin 30/1/2014 tarihli ve 1702 sayılı yazısı ile görevli polis memurları Ö., İ.E. ve Y.ye gerekli tebligatın yapıldığı ve adı geçen görevlilerin Cumhuriyet Başsavcılığında hazır bulundurulmaları için bir başpolisin görevlendirildiği bilgisi verilmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından 30/1/2014 tarihinde şüpheli polis memurlarının ifadeleri alınmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli polis memurları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. 31/1/2014 tarihli ve 2013/122380 soruşturma, 2014/5689 sayılı anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Şikayetçiler Cumhuriyet Başsavcılığımıza müracaat ile 13/12/2013 günü Esenler Atışalanı’nda yolda giderlerken bir ekip otosunun kendilerini durdurduğunu, üstlerinde suç unsuru olup olmadığını sorduklarını, Bilal Şorli'nin üzerinde bulunan çakıyı gösterdiğini, polis memurlarının kendilerini zorla ekip aracına bindirmek istediklerini, biber gazı sıktıklarını, ellerini kelepçelediklerini, takviye ekip çağırdıklarını, kendilerini darp ettiklerini, doktor raporu aldıklarını, kendilerini darp eden polis memurlarından şikayetçi olduklarını belirterek dilekçe vermişlerdir. Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında ifadeleri alınan şüpheliler savunmalarında Önleyici Hizmetler Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yaptıklarını, olay günü ring görevlerini ifa ederlerken okul önlerinde bazı şahısların uyuşturucu madde sattığının bildirilmesi üzerine şikayetçilerin durumundan şüphelendiklerini, üst araması yapmak istediklerinde şahısların direndiğini, hakaret ettiklerini, ‘biz kürdistan vatandaşıyız, bizi arayamazsınız’ şeklinde sözler sarfettiklerini, şikayetçi Bilal Şorli'nin elini beline atması üzerine kendisine müdah[a]le ettiklerini ve elindeki bıçağı aldıklarını, diğer şika[ye]tçi Vedat Şorli'nin polis memuru .. Y...'ın gözüne yumrukla vurduğunu, vatandaşların 155 i araması üzerine olay yerine takviye ekip geldiğini, şahısları etkisiz hale getirerek ekip otosuna bindirdiklerini, her iki şikayetçinin de kendilerine saldırdıklarını, bıçak çektiklerini, şikayetçiler hakkında görevli memura mukavemet suçundan ve hakaret suçlarından işlem yapılmak üzere Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine teslim ettiklerini, üzerlerine atıl suçlamayı kabul etmediklerini savunmuşlardır. Şikayetçi Vedat Şorli, Bilal Şorli ve şüpheli polis memurları .. Ö..., .. Y... ve İ... E...'ın olayda basit tıbbi müdahele ile giderilebilecek ölçüde yaralandıkları 23/12/2013 tarih ve 2013/20626-20630 sayılı [A]dli [T]ıp [K]urumu raporlarından anlaşılmıştır. Polis memuru olan şüphelilerin suç tarihinde görevlerini yaptırmamak için kendilerine direnen şikayetçilere karşı 2559 sayılı [P]olis [V]azife [S]elahiyet [K]anunu’nun [m]addesi kapsamındaki zor kullanma yetkilerini kullandıkları, meşru sınırlar içerisinde kaldığı anlaşılan bu yetkinin kullanılması neticesinde şikayetçilerin hafif şekilde yaralandığı ve şüphelilerin eylemlerinde TCK’nun [m]addesinde yer alan zor kullanma yetkisine ilişkin sınırların aşılması sonucunun unsurlarının oluşmadığı, şikayetçilerle şüphelilerin yaralanması arasında denklik bulunduğu, aşırı güç kullanmadığı anlaşıldığından, şüphelilerin üzerine yüklenen suçun unsurları oluşmadığından, Şüpheliler hakkında CMK’nun maddesi gereğince KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA, … karar verildi. ...” Başvurucuların kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itirazları, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2014 tarihli ve 2014/429 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Soruşturma evresinde toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturmadığı gibi itiraza konu karardaki gerekçeler de dikkate alındığından şüpheli hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla;… itirazın REDDİNE,... karar verildi. ...” İtirazın reddine dair anılan karar, başvurucu Bilal Şorli’ye 15/5/2014, başvurucu Vedat Şorli’ye Cumhuriyet Başsavcılığı kaleminde 16/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Bulgular Tutanaklar Başvurucular, haklarındaki adli işlemlerin yürütülmesi için Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine teslim edilmişlerdir. İlgili polis memurları tarafından 13/12/2013 tarihinde saat 40’ta düzenlenen ve başvurucuların imzalamaktan kaçındıkları tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“ 2013 günü saat: 13:40 sıralarında Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü Bayrampaşa Ekipler Amirliğine bağlı 29498 kod nolu ekip olarak idaremiz Oruçreis Mahallesi Sokakta bulunan öğrencilere rahatsızlık veren şahısların bulunduğu ve bu şahıslarla ilgili okul giriş ve çıkışlarında rutin olarak yapmış olduğumuz kontrol esnasında okul önünde bekleyen durumundan şüphelendiğimiz kimlik bilgilerini sonradan öğrendiğimiz … Bilal ŞORLİ ve … Vedat ŞORLİ isimli şahısların kaba üst aramaları yapılmak istendiği sırada her iki şahıs da üst araması yaptırmak istemeyerek biz görevlilere direnmeye başlamış, Bilal ŞORLİ isimli şahıs elini sağ arka cebine atarak cebinden bir şey çıkarmaya çalışmış ve şahsın arka cebi biz görevlilerce kontrol edildiğinde bıçak olduğu görüşmüş ve bıçak tarafımızdan geçici olarak muhafaza altına alınmış, bu esnada şahıslar bıçağımızı alamazsınız bizi arayamazsınız diyerek biz görevlilere saldırmaya başlamışlar, Vedat ŞORLİ isimli şahıs ekipte görevli M… Y… a arkadan gelerek yüzüne yumruk atarak yaralanmasına sebep olmuş, Bilal ŞORLİ isimli şahıs bu sırada boynunda dolanmış vaziyette olan kırmızı yeşil sarı renkli puşisini çıkararak ‘ben kürdistan vatandaşıyım siz o… çocukları bizi arayamazsınız, dağdaki abilerim hepinizin leşini serecek, sizin devletinizi s…” gibi sinkaf içerikli sözcükleri bağırarak söylemiş ve akabinde biz görevlilere saldırmaya devam etmişler, biz görevlilerce direnişi kıracak ölçüde orantılı olarak güç kullanılarak şahıslar kontrol altına alınmak istenmiş, Bilal ŞORLİ isimli şahıs yere yatırılmaya çalışılırken kaçmak için hamlede bulunmuş ve bunun sonucu şahıs yere düşerek yüzünü ve başını yere çarpmış, Vedat ŞORLİ isimli şahıs görevli polis memuru V… Ö… e saldırmış ve bu saldırı sonucu gözlük camının çatlamasına neden olmuş, olay yerinin kalabalık olması ve çevredeki diğer şahısların biz görevlilere müdahale etmeye çalışmasından dolayı şahıslar kelepçe takılamadan ekip aracımıza bindirilerek hızla olay yerinden hareket edilmiş, Polis merkezine seyir halindeyken ekip otomuz içerisinde şahıslar biz görevlilere yumruk ve tekme vurmaya çalışmışlar, şahıslara kelepçe takılmak amacıyla ekip aracımız durdurulmuş, daha önce telefonla bahse konu olayla ilgili yardım istediğimiz 29496 ekibi yanımıza intikal etmiş, 29496 ekibiyle birlikte şahıslar araçtan indirilmiş, şahıslara kelepçe takılarak ekip aracına tekrar bindirilmiş, Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine intikal edilmiş, ilgili şahısların Polis Merkezinde yapılan üst aramasında başka bir suç unsuruna rastlanmamış ve şahısların yapılan UYAP sorgusunda aranmadıkları anlaşılmış, Bilal ŞORLİ isimli şahıstan ele geçirilen 1 adet sap kısmı kahverengi ve siyahla karışık renkleri olan sap kısmının uzunluğu yaklaşık 10 cm ve kesici kısmı yaklaşık 10 cm olan kesici kısmında Columbia ibaresi bulunan bıçak adı geçen şahıslarla birlikte şahıslara yasal hakları hatırlatılarak haklarında gerekli yasal işlemler yapılmak üzere doktor raporları alınarak Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine teslim edilmiş olup;İş bu tutanak tarafımızdan tanzimle altı birlikte imza altına alınmıştır. ...” Gerekli adli işlemlerin yapılması için başvurucuları teslim alan polis memurları K. ve U. tarafından aynı gün saat 30’da, nöbetçi Cumhuriyet savcısı ile telefonla görüşme talimat alma ve salıverilme tutanağı düzenlenmiş ve anılan tutanak başvurucular tarafından da imzalanmıştır. Belirtilen tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“... şahıslara yasal hakları hatırlatılarak haklarında gerekli yasal işlemler yapılmak üzere doktor raporları alınarak merkezimize celp ettirilmiş tahkikata başlanmıştır.Günün Nöbetçi Bakırköy Cumhuriyet Savcısı C… Y… a konu hakkında bilinen telefondan bilgi verildiğinde; Vedat ŞORLİ ve Bilal ŞORLİ isimli şahısların şüpheli [sıfatıyla] ifadelerinin alınarak salıverilmesini; elde edilen bıçağın ise incelenerek adli emanete teslim edilmesini, evrakın ikmalen gönderilmesi talimatı vermiş olup;Her iki şahsın aranmasının bulunmadığı fakat yoklama kaçağı olmalarından kendilerine tebliğ tebellüğ yaptırılarak salıverilmiştir.İş bu savcı ile telefon görüşme talimat [alma] ve salıverilme … tutanağı tanzimle birlikte imza altına alınmıştır. ...” Başvurucuların Beyanlarıa. Şikâyet Dilekçesi Başvurucular tarafından birlikte imzalanarak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 14/12/2013 tarihli şikâyet dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“Biz iki kardeş aynı iş yerinde çalışmaktayız. 2013 günü saat 12-13 arası öğle yemeği için yukarıda adresini verdiğimiz evimize gitmiştik. Yemekten sonra kardeşimiz B...’ı okuluna bıraktık. [O]radan işimize giderken ekip otosu yanımızda durdu. Üst araması yapacaklarını söyled[i]ler. [Ü]stün…üzde bir şey var mı diye sordular. Kardeşim BİLAL benim üzerimde küçük bir çakı var dedi. [B]ilal kendilerine benim ağabeyimin hediyesidir [dedi]. Kendisi de askerde olduğu için almamalarını ve bir daha üzerinde taşımayacağını söyledi. Rica etti. O sırada kardeşimin kolundan tutup çevirdi arabaya bindirmek istedi. Biz işe geç kalacağımızı ve bıçağın kendilerinde kalmasını söyledim. Bize küfür ettiler. Tartakladılar ve biber gazı sıktılar biz kendimizi tartakladıkları için ve biber gazı sıktıkları için kendimizi korumaya çalışırken bizi alıp ekip otosuna bindirdiler. Ekip otosunda 3 polis vardı. Sonra bizim yanımızda ellerindeki telsizle TEKSTİL KENTE GELİN ELİMİZDE İKİ KİŞİ VAR DİYE SÖYLEYİP BAŞKA EKİP ÇAĞIRDILAR. Bu arada bizi ekip otosuna bindirirken ellerimizi arkadan kelepçelemişlerdi. Hatta kelepçeler bileklerimizi kesmiştir. [H]ala da izleri mevcuttur. Bizi TEKSTİL KENTE GÖTÜRDÜKLERİNDE gözlerimiz biber gazından iyi göremediği için kaç polis olduğunu bilmiyoruz ama çağırdıkları ekipler de geldi. [E]peyce kalabalıktılar. Bizi arabanın kapılarını açıp içerde jopla ve tekme tokat dövdüler. Bu arada SİZİN BURADA NE İŞİNİZ VAR DAĞA GİDİN DEDİLER. Başımız yarıldı, yüzümüz gözümüz kanlar içinde kaldı. Vücudumuzu da darp ettiler. Sonra bizi karakola götürdüler. Karakolda da bizi tekmelediler. [K]arakolun içinde kameralar olduğu için çok fazla dövemediler ama çok ağır küfürler ettiler. Sonra bizi alıp hastaneye götürdüler. Bizi ayrı ekip otosuna bindirdiler. Hastaneye gidene kadar BİLAL’İ DÖVDÜLER. BİZE HASTANEDE ÇOK KONUŞMA HASTANENİN DÖNÜŞÜ DE VAR DEDİLER.Hastanede verilen raporu polisler aldı. Bizde mevcut değildir. Sonra bizi nezarette tuttular akşam saat 30 civarında serbest bıraktılar.Biz eve döndükten sonra BİLAL ŞORLİ bayıldı. Bayılınca babam bizi alıp HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİNE GÖTÜRDÜ. Orada bizim tedavimizi yaptılar. BİLAL’İN YARILAN BAŞINI DİKTİLER. Darptan dolayı hastanece verilen raporlarımız mevcuttur.Biz isimleriniz bilmediğimiz ancak ATIŞALANI KARAKOLUNDA GÖREVLİ 2013 TARİHİNDE SAAT 12-13 ARASI DEVRİYE OLARAK DOLAŞAN VE DAHA SONRA GELEN VE BİZİ TAKİP EDEN POLİSLERDEN ŞİKAYETÇİYİZ.Karakolda da bu olayla ilgili tutanaklar mevcuttur.…”b. Başvurucu Vedat Şorli’nin İfadeleri Başvurucu Vedat Şorli’nin Atışalanı Polis Merkezinde 13/12/2013 tarihinde saat 22’de şüpheli sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Bugün saat: 13:00 sıralarında ikametimden çıkarak işe gidiyordum, ismini hatırlayamadığım bir ilkokulun… önünden geçerken kardeşim Bilal Şorli’yi gördüm, polislerin de yanın[d]a olduğunu görerek yanına gittim. Kardeşimin üzerini arıyorlardı. [A]ramalarda bir adet bıçak bulmuşlar polisler verin dedi kardeşim de askerdeki abimin hatırasıdır diyerek vermek istemeyince kardeşim… [ile] aralarında arbede çıktı. [O]laya ben[im] de müdahil olmamla bizlere biber gazı sıkarak ekip otosuna koyarak tekstil kent sitesi içerisine götürdüler ekip otosunda darp ettiler. Sonra da polis merkezine getirdiler. Biber gazı sıktıklarından kendimde değildim. [P]olislere vurup vurmadığımı hatırlamıyorum. Beni darp etmelerinden [dolayı] polislerden davacıyım [d]edi.” Başvurucu Vedat Şorli’nin Cumhuriyet savcısı tarafından 13/12/2013 tarihinde şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Şikayet dilekçemi aynen tekrar ederim. Olay [d]ilekçemde anlattığım şekilde olmuştur. Dün hakkımızda işlem yapan bana ve … [kardeşime] vuran görsem tanıyabileceğim Atışalanı Polis Merkezinde görevli isimlerini bilmediğim polis memurlarından davacı ve şikayetçiyim. [A]dli raporumun alınmasını da talep ediyorum. …” Başvurucu Vedat Şorli’nin Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince görülen E.2014/32 sayılı ceza davasının 22/5/2014 tarihli duruşmasındaki savunması şöyledir:“Ben işe giderken okulun önünde kardeşim olan diğer sanığı gördüm kendisi küçük kardeşim B...’ı okula bırakmıştı yanında görevli memurlar varı o sırada kardeşimi tartaklayarak arabaya çekmeye çalışıyorlardı yanlarına gidip 'hayırdır mevzu nedir' dedim, müştekilerden .. beni iterek sen geç, 'kardeşini karakola götürüyoruz' dedi, her üç müşteki ellerinde biber gazlarını sıktılar, yerde tartakladılar, tokatlayıp tekmelediler, bize 'siz şimdi görürsünüz, [T]ekstilkentebi gidelim' dediler, olay sonrasında çekilmiş resimlerimiz ve bun[un]la ilgili adliye önünde bulunduğumuz sırada ki habere ilişkin internet görüntüleri de vardır bu arada da görül[ec]eği gibi darp izleri mevcuttur, bunun sebebi de kardeşimin boynundaki puşidir, hatta bize 'siz teröristsiniz gidin dağa, 30 yıldır çalışıyorsunuz hala bir toprak alamadınız' gibi sözler söylediler, ben hangi ülkenin vatandaşıyım, benim aslım kürttür ancak TC vatandaşıyım, öğlen birden akşam sekize kadar karakolda kelepçeli vaziyette ve darp görmüş halde bekletildik, şikayetçi olduk ancak takipsizlik kararı verildi, asıl biz mağdur olduk, bu hususta şikayetçi olduk ancak takipsizlik verildi, Suçsuzum. Beraatimi istiyorum, onlar bize hakaret etti biz nasıl onlara hakaret edelim, Cezalandırılmam halinde lehimdeki hükümlerin uygulanmasını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep ediyorum dedi. Ben adalete güvenmek istiyorum.”c. Başvurucu Bilal Şorli’nin İfadeleri Başvurucu Bilal Şorli’nin Atışalanı Polis Merkezinde 13/12/2013 tarihinde saat 44’te şüpheli sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Bugün saat: 13:00 sıralarında Aksoy ilkokulunda okuyan kardeşimi okula bıraktıktan sonra işe yaya giderken polisler beni dur[dur]du. [Ü]st araması yapacağız dedi. [B]en de tamam arayabilirsiniz dedim. Bana üzerinde bir şey var mı dediler. [B]en de bıçak var dedim. [B]ana ver dediler. Ben de kendilerine zorluk çıkarmadan teslim ettim. Vermiş olduğum bıçak askerden olan abimden hatıra idi. [P]olislere bıçağı geri vermeleri konusunda rica ettim. Olmaz dediler. Boynumda sarı, kırmızı ve yeşil renkte puşi bağlı idi. Bu sırada ise polislerden biri biber gazı sıkmaya başladı. O anda da abim Vedat ŞORLİ geldi. [İ]kimize de kelepçe takarak ekip otosuna koydular. [S]onra da Tekstilkent sitesi içerisine boş yere götürerek bizi dövdüler. Kafama yüzüme vurdular. Boynumda asılı puşinin pkk ile ilgi[s]i yoktur. [B]en de polislere benim abim dağda lan, ben Kürdistan vatandaşıyım, siz o… çocukları beni arayamazsınız, dağdaki ağabeylerim hepinizin leşini serecek, sizin devletinizi s… diye bağırarak hakaretlerde ve tehditlerde bulunmadım. Polislere el kaldırmadım. Atılı suçu kabul etmiyorum. Beni darp eden polislerden ben de davacıyım [d]edi.” Başvurucu Bilal Şorli’nin Cumhuriyet savcısı tarafından 13/12/2013 tarihinde şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Şikayet dilekçemi aynen tekrar ederim. Olay [d]ilekçemde anlattığım şekilde olmuştur. Dün hakkımızda işlem yapan bana ve ağabeyime vuran görsem tanıyabileceğim Atışalanı Polis Merkezinde görevli isimlerini bilmediğim polis memurlarından davacı ve şikayetçiyim. [A]dli raporumun alınmasını da talep ediyorum. …” Başvurucu Bilal Şorli’nin Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince görülen E.2014/32 sayılı ceza davasının 22/5/2014 tarihli duruşmasındaki savunması şöyledir:“Ben kardeşimi okula bıraktım bu esnada görevli memurlar yanıma ge…ldi üst araması yapmak istediler, bende yapabilirsiniz dedim, üstünde bir şey var mı diye sordular, ben de ufak bir çakı var dedim, bunu çıkarıp onlara verdim bana niye taşıyorsun dediler, ben de ‘abim askere gitmişti, onun hatırası olarak taşıyorum’ dedim, kendilerine teslim ettim hiçbir şekilde direnmedim, verdim, daha sonra kendilerine 'abimin hatırası bana bıçağı geri verebilir misiniz' dedim, kolumdan çektiler, 'gel arabaya bin dediler, abim veysel [Vedat] bu esnada yanıma geldi, 'ne oluyor' dedi, ben de 'üzerimdeki bıçağı verdim karakola götüreceğiz' dediler, boynumda puşi gördükleri için üzerime geldiler, bıçak bahane idi, bizi orada darp ettiler arkadan kelepçeleyip araca bindirdiler, bizi [T]ekstilkente götürüp bur[a]da darp ettiler, müştekiler ve ayrıca 15/20 tane polis bizi burada darp ettiler, karakola indirdiklerinde de gözümüze biber gazı sıktılar, kendilerine karşı geldiğimiz süsü vermek istediler, saat 00 de göz altına alındık akşam 00 ye kadar ordaydık, suçlamayı kabul etmiyorum, biz darp edildik bana sorduklarını da cevapladığım halde darp edildim, cevap vermediğim zaman da bana her türlü küfür ettiler, biz de darp raporu aldık, hastaneye giderken dahi yolda dövüldük, benim ellerim kelepçeli halde onlara nasıl vurabilirdim, kelepçelenmeden önce de sadece işe geç kaldı…m beni neden alıyorsunuz şeklinde direndim ancak fiziken herhangi bir ha[kar]ette bulunmadım, Suçsuzum. Beraatimi istiyorum. Cezalandırılmam halinde lehimdeki hükümlerin uygulanmasını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep ediyorum.” Polis Memurlarının İfadeleria. Polis Memuru Y.nin İfadeleri Polis memuru Y.nin Atışalanı Polis Merkezinde 13/12/2013 tarihinde saat 10’da şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“… [B]ugün saat 13:40 sıralarında okul önünde görevli olduğumuz esnada iki şahsı ekip arkadaşlarımla beraber incelemek istedik. Şahıslara durumu izah ettiğimizde siz bizi arayamazsınız, siz kimsiniz diyerek bize karşı çıktı, üzerini arattırmadılar. Akabinde Bilal ŞORLİ isimli şahsın elini arka cebine doğru götürünce şahsa hemen müdahale ettik. Cebindeki çıkarmaya çalıştığı maddenin bıçak olduğunu görünce şahısları ekip otosuna almak istedik. Durum üzerine şahsa müdahale edince Vedat ŞORLİ isimli şahıs arkamdan gelerek yüzüme 2 kez yumruk attı. Aynı zamanda da Bilal ŞORLİ isimli şahıs bu esnada kolundaki dolma kalemle yazılmış olan PKK ibareli yazıyı ve boğazına sarılı haldeki poşeyi göster…erek benim abim dağda lan, ben Kürdistan vatandaşıyım, siz o… çocukları beni arayamazsınız, dağdaki ağabeylerim hepinizin leşini serecek, sizin devletinizi s… diye bağırarak hakaretlerde ve tehditlerde bulunuyordu. Şahıslara müdahale etmeye çalıştığımız esnada da şahıslar hala bize saldırmaya çalışıyorlardı. Bu esnada yine Bilal ŞORLİ isimli şahıs birkaç kez tekme atmaya çalıştı. Tekmelerden bir tanesi de sol elimden yaralanmama sebep oldu. Şahısların fevri hareketlerinden ve şüphelilerin yakınlarının ve sempatizanlarının olay yerinde çoğunlukta olmalarından dolayı kelepçe takmaksızın şahısları ekip otosuna bindirdik. Polis Merkezine intikal ettiğimiz esnada Bilal ŞORLİ isimli şahıs ekip otosunu kullanan İ… E…’ın boğazına sarılmaya çalışınca aracı yol kenarında durdurup takviye gelen ekip ile şahıslara biber gazı marifetiyle kelepçe taktık ve Polis Merkezinize geldik. Olaydan dolayı ismi geçen şahıslardan davacı ve şikayetçiyim. …” Polis memuru Y.nin Cumhuriyet savcısı tarafından 30/1/2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Ben Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmet Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktayım. Olay günü arkadaşlarım V… Ö… ve İ… E…’la birlikte ring görevimizi ifa ediyorduk. Okul önlerinde bazı şahısların uyuşturucu madde sattığı ve öğrencilerden uzak tutulması gerektiği yönünde talimatların verilmesi üzerine Esenler Fevzi Çakmak İmam [H]atip Lisesi Aksoy İlköğretim Okulu ve Fevzi Çakmak Ortaokulu önlerinde dolaşırken Vedat Şorli ve Bilal Şorli’yi gördük. Durumlarından şüphe ettik. Kimlik kontrolü yapmak istediğimizde kimliklerini vermek istemediler. Üst aramasıyaptırmak istemediler. Bize karşı direndiler. Hakaret etmeye başladılar. [B]ize ‘biz kürdistan vatandaşıyız, bizi arayamazsınız’ şeklinde beyanda bulundular. Biz de bize karşı direnince kendilerini etkisiz hale getirmeye çalıştığımız sırada vatandaşlardan birisi 155 i arayarak 2 şahsın polislere karşı direndiğini, polislerin zor durumda olduğunu bildirmiş. Olay yeri kalabalıklaşınca şikayetçi Bilal Şorli elini beline doğru atınca arkadaşlarımız hemen bu şahsa müdahale edip elinden bıçağı aldı. İkinci ekipler gelmeden biz şahsı etkisiz hale getirdik. Aldık ve polis otosuna bindirdik. Bizi yaraladılar. Kendilerini aşırı güç kullanmadan zorla etkisiz hale getirdik. Hatta şikayetçilerden Bilal Şorli bize bıçakla vurmak istedi. Ona engel olduğumuz sırada Vedat Şorli benim gözüme yumrukla vurdu. Diğer arkadaşlarımızı yaraladılar. Biz kimseyi dövmedik. Aşırı güç kullanmadık …” Polis memuru Y.nin Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince görülen E.2014/32 sayılı ceza davasının 22/5/2014 tarihli duruşmasındaki beyanı şöyledir:“Ben [E]senler İlçe [E]mniyet [M]üdürlüğü [Ö]nleyici [H]izmetler [B]üro [A]mir[li]ğinde polis memuru olarak görev yapmaktayım, biz okul önü rutin önleme araması sırasında sanıklardan kısa boylu olanı yani huzurdaki sanık Vedat'ı okul önünde gördüm, aramak istedim, 'hayırdır beni niye arıyorsunuz' gibi aksi davranışlarda bulundu, direk bu şekilde hareket edince biz de şüphelendik, üstüne doğru davrandı, üstünü arayacağız d[e]dim o da; 'kardeşimi okula getirdim' dedi, yine engelleyici hareketlerde bulund[u], biz gene aramak isteyince bu sefer arka cebine davrandı ve bıçak çıkardı, ben bunun üzerin elini tuttum, 'bıçak taşımanın yasakolduğunu bilmiyor musun, sana işlem yapacağız' dedim,bu sırada müşteki [İ]... geldi ve diğer sanık Bilal geldi, sanık Bilal iki kere yüzüme yumruk attı, Vedat [d]a dirsek attı, ..'a da sanık içlerinden biri vurdu, büyük ihtimalle Vedat’tı, ..'ın gözlük çerçevesi kırıldı, ben Vedat’ın kemerinden tuttum, ikimiz beraber düştük, her iki sanık [d]a bize sinkaflı küfürler etti, biz zorla araca aldık, biber gazının başlığı çıktığı için sıkamadık, ben şikayetçiyim sanıkların cezalandırılmasını istiyorum.”b. Polis Memuru Ö.nün İfadeleri Polis memuru Ö.nünAtışalanı Polis Merkezinde 13/12/2013 tarihinde saat 25’te şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“… 13/12/2013 günü saat 13:40 sıralarında okul önünde görevli olduğumuz esnada iki şahsı ekip arkadaşlarımızla beraber incelemek istedik. Şahıslara durumu izah ettiğimizde siz bizi arayamazsınız, siz kimsiniz diyerek bize karşı çıktı, üzerini arattırmadılar. Akabinde Bilal ŞORLİ isimli şahsın elini arka cebine doğru götürünce şahsa hemen müdahale ettik. Cebindeki çıkarmaya çalıştığı maddenin bıçak olduğunu görünce şahısları ekip otosuna almak istedik. Durum üzerine şahsa müdahale edince Vedat ŞORLİ isimli şahıs ekip arkadaşımız olan M… Y…’a yumruk attı. Aynı zamanda da Bilal ŞORLİ isimli şahıs bu esnada kolundaki dolma kalemle yazılmış olan PKK ibareli yazıyı ve boğazına sarılı haldeki poşeyi göster…erek benim abim dağda lan, ben Kürdistan vatandaşıyım, siz o… çocukları beni arayamazsınız, dağdaki ağabeylerim hepinizin leşini serecek, sizin devletinizi s… diye bağırarak hakaretlerde ve tehditlerde bulunuyordu. Şahıslara müdahale etmeye çalıştığımız esnada da şahıslar hala bize saldırmaya çalışıyorlardı. O heng[a]me içerisinde Vedat ŞORLİ isimli şahıs yüzüme dirseği ile vurdu, yaralanmama ve gözlüğümün kırılmasına sebep oldu. Şahısların fevri hareketlerinden ve şüphelilerin yakınlarının ve sempatizanlarının olay yerinde çoğunlukta olmalarından dolayı kelepçe takmaksızın şahısları ekip otosuna bindirdik. Polis Merkezine intikal ettiğimiz esnada Bilal ŞORLİ isimli şahıs ekip otosun[u] kullanan İ… E…’ın boğazına sarılmaya çalışınca aracı yol kenarında durdurup takviye gelen ekip ile şahıslara biber gazı marifetiyle kelepçe taktık ve Polis Merkezinize geldik. Olaydan dolayı ismi geçen şahıslardan davacı ve şikayetçiyim. …” Polis memuru Ö.nün Cumhuriyet savcısı tarafından 30/1/2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Ben Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmet Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktayım. Olay günü arkadaşlarım İ… E… ve M… Y…’la birlikte ring görevimizi ifa ediyorduk. Okul önlerinde bazı şahısların uyuşturucu madde sattığı ve öğrencilerden uzak tutulması gerektiği yönünde talimatların verilmesi üzerine Esenler Fevzi Çakmak İmam [H]atip Lisesi, Aksoy İlköğretim Okulu ve Fevzi Çakmak Ortaokulu önlerinde dolaşırken Vedat Şorli ve Bilal Şorli’yi gördük. Durumlarından şüphe ettik. Kimlik kontrolü yapmak istediğimizde kimliklerini vermek istemediler. Üst aramasıyaptırmak istemediler. Bize karşı direndiler. Hakaret etmeye başladılar. [B]ize ‘biz kürdistan vatandaşıyız, bizi arayamazsınız’ şeklinde beyanda bulundular. Biz de bize karşı direnince kendilerini etkisiz hale getirmeye çalıştığımız sırada vatandaşlardan birisi 155 i arayarak 2 şahsın polislere karşı direndiğini, polislerin zor durumda olduğunu bildirmiş. Olay yeri kalabalıklaşınca şikayetçi Bilal Şorli elini beline doğru atınca arkadaşlarımız hemen bu şahsa müdahale edip elinden bıçağı aldı. İkinci ekipler gelmeden biz şahsı etkisiz hale getirdik. Aldık ve polis otosuna bindirdik. Şikayetçilerden Vedat Şorli arkadaşımız polis memuru M… Y…’ın gözüne yumrukla vurdu. Onu yaraladı. Her iki şikayetçi görevimizi engelledi. Bize saldırdılar. Direndiler. Kendilerine aşırı güç kullanmadık. Hatta şikayetçilerden Bilal Şor[l]i elini beline attı. Bize bıçak çekti. Kendisini tuttuğumuz sırada diğer şikayetçi Vedat Şor[l]i arkadaşım polis memuru M…’in gözüne yumrukla vurdu. Bu şekilde aramızda mücadele oldu. Bizi yaraladılar. Kendilerini etkisiz hale getirip Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine tutanakla görevli memura mukavemet ve hakaret suçlarından işlem yapılmak üzere teslim ettik … Ben keyfi olarak kimseyi memuriyet nüfuzumu kötüye kullanarak kasten yaralamadım. Suçlamayı kabul etmiyorum …”c. Polis Memuru İ.E.nin İfadeleri Polis memuru İ.E.nin Atışalanı Polis Merkezinde 13/12/2013 tarihinde saat 35’te şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“… 13/12/2013 günü saat 13:40 sıralarında okul önünde görevli olduğumuz esnada iki şahsı ekip arkadaşlarımızla beraber incelemek istedik. Şahıslara durumu izah ettiğimizde siz bizi arayamazsınız, siz kimsiniz diyerek bize karşı çıktı, üzerini arattırmadılar. Akabinde Bilal ŞORLİ isimli şahsın elini arka cebine doğru götürünce şahsa hemen müdahale ettik. Cebindeki çıkarmaya çalıştığı maddenin bıçak olduğunu görünce şahısları ekip otosuna almak istedik. Durum üzerine şahsa müdahale edince Vedat ŞORLİ isimli şahıs ekip arkadaşımız olan M… Y…’a yumruk attı. Aynı zamanda da Bilal ŞORLİ isimli şahıs bu esnada kolundaki dolma kalemle yazılmış olan PKK ibareli yazıyı ve boğazına sarılı haldeki poşeyi göster…erek benim abim dağda lan, ben Kürdistan vatandaşıyım, siz o… çocukları beni arayamazsınız, dağdaki ağabeylerim hepinizin leşini serecek, sizin devletinizi s… diye bağırarak hakaretlerde ve tehditlerde bulunuyordu. Şahıslara müdahale etmeye çalıştığımız esnada da şahıslar hala bize saldırmaya çalışıyorlardı. O heng[a]me içerisinde Vedat ŞORLİ isimli şahıs ekip arkadaşım V…’ın yüzüne vurdu. Şahısların fevri hareketlerinden ve şüphelilerin yakınlarının ve sempatizanlarının olay yerinde çoğunlukta olmalarından dolayı kelepçe takmaksızın şahısları ekip otosuna bindirdik. Polis Merkezine intikal ettiğimiz esnada Bilal ŞORLİ isimli şahıs ekip otosun[u] kullandığım esnada arka tarafta oturan Bilal ŞORLİ isimli şahıs boğazıma sarılınca aracı hemen kenara yanaştırdım. Akabinde de takviye gelen ekip ile şahıslara biber gazı marifetiyle kelepçe taktık ve Polis Merkezinize geldik. Olaydan dolayı ismi geçen şahıslardan davacı ve şikayetçiyim. …” Polis memuru İ.E.nin Cumhuriyet savcısı tarafından 30/1/2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir:“Ben Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmet Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktayım. Olay günü arkadaşlarım V… Ö… ve M… Y…’la birlikte ring görevimizi ifa ediyorduk. Okul önlerinde bazı şahısların uyuşturucu madde sattığı ve öğrencilerden uzak tutulması gerektiği yönünde talimatların verilmesi üzerine Esenler Fevzi Çakmak İmam [H]atip Lisesi, Aksoy İlköğretim Okulu ve Fevzi Çakmak Ortaokulu önlerinde dolaşırken Vedat Şorli ve Bilal Şorli’yi gördük. Durumlarından şüphe ettik. Kimlik kontrolü yapmak istediğimizde kimliklerini vermek istemediler. Üst aramasıyaptırmak istemediler. Bize karşı direndiler. Hakaret etmeye başladılar. [B]ize ‘biz kürdistan vatandaşıyız, bizi arayamazsınız’ şeklinde beyanda bulundular. Biz de bize karşı direnince kendilerini etkisiz hale getirmeye çalıştığımız sırada vatandaşlardan birisi 155 i arayarak 2 şahsın polislere karşı direndiğini, polislerin zor durumda olduğunu bildirmiş. Olay yeri kalabalıklaşınca şikayetçi Bilal Şorli elini beline doğru atınca arkadaşlarımız hemen bu şahsa müdahale edip elinden bıçağı aldı. İkinci ekipler gelmeden biz şahsı etkisiz hale getirdik. Aldık ve polis otosuna bindirdik. Şikayetçilerden V… Ş… arkadaşımız polis memuru M… Y…’ın gözüne yumrukla vurdu. Onu yaraladı ve şahıslar hakkında görevli memura mukavemet ve hakaret etmek suçundan [işlem yapılmak üzere] Esenler Atışalanı Polis Merkezi Amirliğine teslim ettik. Kendilerine yönelik kötü muamelede bulunmadık. Aşırı güç kullanmadık. Bu şahısların direnmesi nedeniyle itişme kakışma olmuştur …” Polis memuru İ.E.nin Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince görülen E.2014/32 sayılı ceza davasının 22/5/2014 tarihli duruşmasındaki beyanı şöyledir:“Ben [E]senler İlçe [E]mniyet [M]üdürlüğü [Ö]nleyici [H]izmetler [B]üro [A]mirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktayım, Okul önlerinde önlem amaçlı yaptığımız rutin önleme aramaları sırasında iki şahsın görevli memura zorluk çıkardığını gördüm, yanlarına gittim, sanıklardan Bilal arka cebine doğru bir har[e]ket yapmaya başlayınca biber gazı sıkmak istedim, gazımız bittiği için sıkamadım, diğer iki görevli arkadaş elindeki bıçağı aldılar, ekip aracına götürmek isterken bizi darp etmeye çalıştılar, görevli memur .. Y... a, sanık Vedat yumruk attı, bu esnada bize hitaben küfür etmeye başladılar ancak kimin ne söylediğini tam hatırlamıyorum, şahısları araca aldık, aracın içinde de yine aynı şekilde saldırgan har[e]ketleri devam etti bize vurmaya çalışıp hakaret ettiler, yolda giderken sanıklardan biri arkadan boğazıma sarıldı ancak hangisi olduğunu göremedim, bu arada yardımcı ekip geldi bizde araç içinde sanıkları kelepçeleyip karakola götürdük, davaya katılmak istemiyorum.” Tanık Beyanı Başvurucuların babası olan S.Ş.nin Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince görülen E.2014/32 sayılı ceza davasının 22/5/2014 tarihli duruşmasında tanık sıfatıyla alınan beyanı şöyledir:“[B]en olay sırasında kahvede oturuyordum, çocuklarımın polis tarafından dövüldüğühaberi gelince eve gidip arabayı aldım ve karakola gittim, baktığımda çocuklar yoktu, daha sonra polisekipleri geldi, çocuklarımı elleri arkadankelepçeli vaziyette araçtan çıkardılar ve yüzlerine biber gazı sıktılar, çocukların zaten gözleri kapalı idi, sanırım daha önce de biber gazı sıkmışlar, polislere karşı da herhangi bir saldırgan hareketi görmedim, neden biber gazı sıktıklarını anlayamadım, ben de dayanamayarak müdahale etmek istedim, ‘Allahaşkına çocuklarıma vurmayın’ dedim beni de hırpalayarak karakolun önüne attılar bir süre sonra yeniden gidip çocukları görmek için ricada bulundum, onlar da tamam bak dediler, ben de bulundukları odaya gittiğimde çocuklar arkadan kelepçeli iki büklüm vaziyette iken polisler tarafından yine dövülüyorlardı, beni[m] baktığımı gören polisler ‘hadi çık dışarı’ diyerek beni kovaladılar, akşam saat 20:00-21:00 arasında da çocukları bıraktılar, evde oğlum Bilal baygınlık geçirdi onu hastaneye götürdüm, doktorlara ‘çocuğumun halini görüyorsunuz Allah aşkına durumu ne ise ne görüyorsunuz [görüyorsanız] ona göre rapor verin’ dedim, çocuğun kafası da yarılmıştı, daha sonra polisler hakkında şikayette bulunduk, adliyenin önünde çocuklarımın resimleri çekilerek haber yapıldı, asıl biz mağdur olduk, polisler hakkında takipsizlik kararı verildi, polis ifadesinde çocuklarımdan birisinin dağda olduğuna dair ifadede bulundu, bir çocuğum kayboldu aynı gün devlet birimlerine haber vererek kaybolduğunubildirdim.” Adli Muayene Raporlarıa. Başvurucu Bilal Şorli Hakkında Düzenlenen Adli Muayene Raporları Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başvurucu Bilal Şorli hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 54’te düzenlenen adli muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“… Hasta darp şikayeti ile getirildi. Hastanın genel durumu iyi. Bilinci açık. Oryante-koopere. Hastanın sol göz periorbital [bölgesinde] ekimoz, sol kaşta hematom, her iki yanakta şişlik, sağ omuzda hassasiyet. Diğer sistem muayeneleri doğal.Durumu bildirir geçici hekim raporudur.” Kendi müracaatı üzerine Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başvurucu Bilal Şorli hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 00 sıralarında düzenlenen muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Darp ifadesi ile gelen hasta. SS doğalToraks ön sol … yüzeyel abrazyon var.Sağ omuzda hassasiyet var.Kafa frontal bölgede hassasiyet var.Bilateral el bölge[sin]de … yüzeyelabrazyon.… Solda mandibula üzerinde ödem mevcut.…” Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince başvurucu Bilal Şorli hakkında düzenlenen 14/12/2013 tarihli ve 20455 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Bilal Şorli adına düzenlenmiş Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 13/12/2013 tarih, bila sayılı raporunun incelenmesinde;Darp şikayetiyle gelen hastada santral SS doğal, toraks ön sol tarafta yüzeyelabrazyon, sağ omuzda hassasiyet kafa frontal bölgede hassasiyet, bilateral el bileğinde yüzeyel abrazyon olduğu, nöroşirurji notunda: bilinç açık, oryante, koopere, pupiller izokorik olduğu, acil nöroşirurjik girişim gerektirecek patoloji saptanmadığı, kbb notunda: solda mandibula önünde cilt ödemi mevcut olduğu, kriptasyon alınmadığı, bilateralotoskopik muayenenin buşon nedeniyle değerlendirilemediği, nazal pramitin orta hatta olduğu, palpasyonla kriptasyon alınmadığı, hastaya önerilerde bulunduğu, 2 gün sonra kontrole çağrıldığı,Kişinin 14/12/2013 tarihinde şubemizde yapılan muayenesinde; sol periyal bölgede hassasiyet ve şişlik, sol göz çevresinde mor renkli ekimoz, sol zygomatik bölgede 0,5 cm lik üzeri kurutlu ekimoz, sol zygomatik bölgede şişlik, sol gözde subkonjoktival kanama, sağ omuzda 5x5 cm lik ekimoz, her iki el bileklerinde kelepçeye bağlı ekimozlar olduğu,Kafa kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, iç organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediğine göre,SONUÇ:Darp sonucu meydana geldiğini ifade ettiği yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.” Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince başvurucu Bilal Şorli hakkında düzenlenen 23/12/2013 tarihli ve 2013/20626 – 20630 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2013 tarih ve 2406273 protokol sayılı raporunda; darp ifadesiyle getirildiği, sol göz periorbital ekimoz, sol kaşta hematom, her iki yanakta şişlik, sağ omuzda hassasiyet, diğer sistem muayeneleri doğal bulunduğu kayıtlı olduğuna,Şahsa ve olaya ait varsa mevcudun dışında tıbbi evrakın teminen gönderilmesi halinde yeniden değerlendirileceğine,Kafatası kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, büyük damar, iç organ yaralanması tarif edilmediğine göre;SONUÇ:Mevcut tıbbî evrakta tarif edilen bulgulara göre yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.”b. Başvurucu Vedat Şorli Hakkında Düzenlenen Adli Muayene Raporları Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başvurucu Vedat Şorli hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 53’te düzenlenen adli muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Darp şikayeti ile getirilen hastanın genel durumu iyi. Bilinç açık. Oryantekoopere. … torakal orta hatta yüzeyel sıyrık, şişlik, her iki yanakta kızarıklık ve şişlik. Diğer sistem muayeneleri doğal.Durumu bildirir geçici hekim raporudur.” Kendi müracaatı üzerine Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başvurucu Vedat Şorli hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 00 sıralarında düzenlenen muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Baş ağrısı tarifliyor.Sağ temporal bölgede 1x1 cm’lik ödem …1 cm’lik sıyrık sol dizde ağrı tarifliyor.Sağ göğüste hareketle ağrı tarifliyor. Sağ ve sol el sırtında ekimozlar.…Baş ağrısı tarifliyor. Sağ temporal bölgede 1x1 cm’lik sıyrık mevcut. Sol dizde ağrı tarifliyor. Sağ göğüste hareketle ağrı tarifliyor. Sağ el ve sol el sırtında ekimozlar mevcut.…” Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince başvurucu Vedat Şorli hakkında düzenlenen 14/12/2013 tarihli ve 20455 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Vedat Şorli adına düzenlenmiş Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 13/12/2013 tarih, bila sayılı raporunun incelenmesinde;Darp şikayetiyle geldiği, muayenesinde baş ağrısı tariflediği, sağ temporal bölgede 1x1 cmlik ödem, 1 cm lik sıyrık olduğu, sol dizde ağrı, sağ göğüste hareketli ağrı tariflediği, sağ ve sol el sırtında ekimozlar olduğu, nöroşirurji notunda: bilinci açık, oryante, koopere, pupiller izkorik, acil nöroşirurjik girişim gerektirecek patoloji saptanmadığı kayıtlıdır.Kişinin 14/12/2013 tarihinde şubemizde yapılan muayenesinde; sağ göğüs bölgesinde ağrı tariflediği, genel durumu iyi, şuur açık, koopere, sağ pariyetal bölgede 1x1 cm lik şişlik ve ödem, sol frontal bölgede 1,5x0,3 cm lik üzeri kurutlu ekimoz, alın orta hatta 0,4 cm lik açık renkli ekimoz, sağ göz kapağı üst kısmında 0,5 cmlik ekimoz, sağ gözden ekimoz, her ki el sırtında kelepçe iziyle uyumlu ekimozlar izlendi.Kafa kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, iç organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediğine göre,SONUÇ:Darp sonucu olduğu ifade edilen yumuşak doku yaralanmalarının1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.” Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince başvurucu Vedat Şorli hakkında düzenlenen 23/12/2013 tarihli ve 2013/20626 – 20630 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2013 tarih ve 2406273 protokol sayılı raporunda; darp ifadesiyle getirildiği, torakal orta hatta yüzeyel sıyrık, şişlik, her iki yanakta kızarıklık ve şişlik mevcut olduğu, diğer sistem muayeneleri doğal bulunduğu kayıtlı olduğuna,Şahsa ve olaya ait varsa mevcudun dışında tıbbi evrakın teminen gönderilmesi halinde yeniden değerlendirileceğine,Kafatası kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, büyük damar, iç organ yaralanması tarif edilmediğine göre;SONUÇ:Mevcut tıbbî evrakta tarif edilen bulgulara göre yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.”c. Polis Memuru Ö. Hakkında Düzenlenen Adli Muayene Raporları Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde polis memuru Ö. hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 50’de düzenlenen adli muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Darp ifadesiyle gelen hasta. Şuuru açık, koopere oryante. Sağ occipital bölgede hassasiyet mevcut (lezyon yok). Batın rahat. … sesleri doğal. Sol alt torakal bölgede hassasiyet mevcut. Diğer sistem muayeneleri doğal. Durumu bildirir geçici hekim raporudur. Kati raporun adli tabi[p]likçe verilmesi uygundur.” Aynı Hastane tarafından adı geçen hakkında ayrıca iki günlük istirahat raporu düzenlenmiştir. Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince Polis Memuru Ö. hakkında düzenlenen 23/12/2013 tarihli ve 2013/20626 – 20630 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2013 tarih ve 2406257 protokol sayılı raporunda; darp ifadesiyle getirildiği, sağ occipital bölgede hassasiyet (lezyon yok), sol alt torakal bölgede hassasiyet mevcut olduğu, diğer sistem muayeneleri doğal bulunduğu kayıtlı olduğuna,Şahsa ve olaya ait varsa mevcudun dışında tıbbi evrakın teminen gönderilmesi halinde yeniden değerlendirileceğine,Kafatası kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, büyük damar, iç organ yaralanması tarif edilmediğine göre;SONUÇ:Mevcut tıbbî evrakta tarif edilen bulgulara göre yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.”d. Polis Memuru Y. Hakkında Düzenlenen Adli Muayene Raporları Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde polis memuru Y. hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 50’de düzenlenen adli muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Darp ifadesiyle gelen hasta. Şuuru açık koopere oryante. … sağ el parmakta hassasiyet. Sol el sırtında dermabrazyon mevcut. Sağ zigomatik bölgede, ekimoz, hiperemi mevcut. Batın rahat. Solunum sesleri bilateral eşit, doğal. Sağ cruriste 2 cm çapında ekimoz mevcut. Ortopedi konsültasyonu uygundur. Durumu bildirir geçici hekim raporudur. Kati raporun adli tabi[p]likçe verilmesi uygundur.…OrtopediDarp ifadesiyle başvuran hasta.R – Cruris … da [yaklaşık] 2 cm kızarıklık/ekimoz mevcut.R – El II-III MC distalinde şişlik/ağrı.L-El dorsalinde abrazyon mevcut.X-Ray Oss[e]oz patoloji izlenmedi.” Aynı Hastane tarafından adı geçen hakkında ayrıca dört günlük istirahat raporu düzenlenmiştir. Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince Polis Memuru Y. hakkında düzenlenen 23/12/2013 tarihli ve 2013/20626 – 20630 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2013 tarih ve 2406250 protokol sayılı raporunda; darp ifadesiyle getirildiği, sağ el Parmakta hassasiyet, sol el sırtında demabrazyon, sağ zigomotik bölgede ekimoz, hiperemi, batın rahat, solunum sesleri bilateral eşit ve doğal, sağ cururiste 2 cm çapında ekimoz mevcut olduğu, Ortopedi Notunda; X-Ray’da osseoz patoloji saptanmadığı kayıtlı olduğuna,Şahsa ve olaya ait varsa mevcudun dışında tıbbi evrakın teminen gönderilmesi halinde yeniden değerlendirileceğine,Kafatası kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, büyük damar, iç organ yaralanması tarif edilmediğine göre;SONUÇ:Mevcut tıbbî evrakta tarif edilen bulgulara göre yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.”e. Polis Memuru İ.E. Hakkında Düzenlenen Adli Muayene Raporları Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Polis Memuru İ.E. hakkında 13/12/2013 tarihinde saat 50’de düzenlenen adli muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Darp ifadesiyle gelen hasta. Şuuru açık. Koopere oryante. … Sağ el …da dermabrazyon mevcut. Sol zigomatik bölgede hassasiyet mevcut. Batın rahat. Solunum sesleri doğal. Diğer sistem muayeneleri doğal. Durumu bildirir geçici hekim raporudur. Kati raporun adli tabi[p]likçe verilmesi uygundur. Ortopedi konsültasyonu uygundur. …OrtopediDarp ifadesiyle gelen hasta.R – El dorsali II parmak ve IV MC distalinde abrazyonlar mevcut.X-Ray Oss[e]oz patoloji izlenmedi.Durumu bildirir geçici hekim raporudur.” Aynı Hastane tarafından adı geçen hakkında ayrıca dört günlük istirahat raporu düzenlenmiştir. Adli Tıp Kurumu Bakırköy Şubesince Polis Memuru İ.E. hakkında düzenlenen 23/12/2013 tarihli ve 2013/20626 – 20630 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2013 tarih ve 2406267 protokol sayılı raporunda; darp ifadesiyle getirildiği, sağ el sırtında demabrazyon, sol zigomotik bölgede hassasiyet, batın rahat, solunum sesleri doğal olduğu, Ortopedi Notunda; sağ el dorsal parmak ve parmakta dermabrazyonlar mevcut olduğu, X-Ray’da osseoz patoloji saptanmadığı kayıtlı olduğuna,Şahsa ve olaya ait varsa mevcudun dışında tıbbi evrakın teminen gönderilmesi halinde yeniden değerlendirileceğine,Kafatası kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, büyük damar, iç organ yaralanması tarif edilmediğine göre;SONUÇ:Mevcut tıbbî evrakta tarif edilen bulgulara göre yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU,3- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif edilmediğini kanaatini bildirir rapordur.” İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten yaralama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Hakaret” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir....(3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır....” 5237 sayılı Kanun’un “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Durdurma ve kimlik sorma” kenar başlıklı 4/A maddesi şöyledir:“Polis, kişileri ve araçları; a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek, c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,amacıyla durdurabilir.Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.Polis, durdurduğu kişiye durdurma sebebini bildirir ve durdurma sebebine ilişkin sorular sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir. Durdurma süresi, durdurma sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan süreden fazla olamaz. Durdurma sebebinin ortadan kalkması halinde kişilerin ve araçların ayrılmalarına izin verilir.Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez. (Ek cümleler: 27/3/2015-6638/1 md.) Ancak, el ile dıştan kontrol hariç, kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir. Kolluk amirinin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Bu fıkra kapsamında yapılan araç aramalarına ilişkin olarak kişiye, arama gerekçesini de içeren bir belge verilir.Bu Kanun ve diğer kanunların verdiği görevlerin yerine getirilmesi sırasında, polis tarafından gerekli işlemler için durdurulan kişiler ve araçlarla ilgili hükümler saklıdır.Polis, görevini yerine getirirken, kendisinin polis olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabilir. Bu kişilere kimliğini ispatlamaları hususunda gerekli kolaylık gösterilir.Belgesinin bulunmaması, açıklamada bulunmaktan kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması dolayısıyla ya da sair surette kimliği belirlenemeyen kişi tutularak durumdan derhal Cumhuriyet savcısı haberdar edilir. Bu kişi, kimliği açık bir şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınır ve gerekirse tutuklanır. Gözaltına ve tutuklamaya karar verme yetkisi ve usûlü bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır. Kimliğinin tespiti amacıyla tutulan kişiye, kimliği tespit edildikten sonra ve talepte bulunması halinde, bu amaçla tutulduğuna ve tutulma süresine dair bir belge verilir. Kişinin kimliğinin belirlenmesi durumunda, bu nedenle gözaltına alınma veya tutuklanma haline derhal son verilir.Nüfusa kayıtlı olmadığı için kimliği tespit edilemeyen kişilerin nüfusa kayıtlarının temini için gerekli işlemler yapıldıktan sonra, 5 inci maddeye göre fotoğraf ve parmak izi tespit edilerek kayda alınır. Kimliği tespit edilemeyen kişinin yabancı olduğunun anlaşılması halinde, 5682 sayılı Pasaport Kanunu ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.” 2559 sayılı Kanun’un “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, (1)ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. ...” Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 15/2/2014 tarihli ve 6524 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen geçici maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve (8) No.lu Genelge’nin ilgili kısımları şöyledir:“…2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,…” Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 20/2/2015 tarihli ve 158 sayılı Genelge’sinin ilgili kısımları şöyledir:“…2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,…” Uluslararası Hukuk Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 - 7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:“Genel Hükümler Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, kanun adamlarının kişilere karşı zor ve silah kullanmaları hakkında yasalar çıkarıp düzenlemeler yaparlar ve bunları yerine getirirler. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar bu tür kurallar koyup düzenlemeler yaparlarken, zor ve silah kullanma ile bağlantılı olan ahlaki sorunları her zaman göz önünde tutarlar.… Kanun adamları görevlerini yaparlarken, zora ve silaha başvurmadan önce mümkün olduğu kadar şiddet içermeyen araçları kullanırlar. Sadece başka araçların etkisiz kalması veya hedeflenen sonucun gerçekleşme ümidinin bulunmaması halinde zor veya silah kullanabilirler. Kanun adamlarının, zor veya silah kullanmaları kaçınılmaz hale geldiği zaman:a) Suçun ciddiliğiyle ve gerçekleştirilmek istenen meşru amaçla orantılı bir ölçüde zor kullanılır;b) Meydana gelecek zarar ve hasarı en aza indirilir ve insan yaşamına saygı duyulur ve korunur;c) Yaralanan ve zarara maruz kalan kişilere mümkün olan en kısa sürede tıbbi yardım ve destek verilmesini sağlanır;d) Yaralanan veya zarara maruz kalan kişinin akrabaları veya yakın arkadaşlarına mümkün olan en kısa sürede haber verilmesi sağlanır. Kanun adamları tarafından zor veya silah kullanılması sonucunda bir yaralama ve ölüm meydana gelmesi halinde, aşağıda prensibe göre olay hemen üst makamlara bildirilir.…” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin maddesi şöyledir:“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.” İstanbul Protokolü’nün birinci ekinin maddesi şöyledir:“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; 6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.” ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10459", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalama ve gözaltına alma işlemleri sırasında kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kalındığı, etkili soruşturma yürütülmediği, bu nedenle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 26/2/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu, Diyarbakır'ın Kayapınar Belediyesinin (Belediye) işlettiği kreşte alt işveren olan özel bir şirkete (Şirket) bağlı temizlik işçisi olarak çalışmakta iken başvurucunun terör örgütü ile iltisaklı olduğu değerlendirmesiyle iş akdinin feshedilmesi Belediye tarafından Şirketten istenmiştir. Şirket, bu talep üzerine başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye cevap dilekçesinde, başvurucunun iş akdinin 667 sayılı KHK ve 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında KHK kapsamında feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı Şirket ise işe alım ve iş akdinin feshinin asıl işveren konumundaki Belediyenin tasarrufunda olduğunu belirtmiştir. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 20/12/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. İş Mahkemesinin kararında; 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasında millî güvenliği tehdit eden yapı ve oluşumlarla irtibatlı ve iltisaklı olduğu değerlendirilen kişilerin iş akitlerinin feshinin öngörüldüğü, Belediye Başkan Vekili'nin 16/2/2017 tarihli yazısıyla yazı eki listedeki -aralarında başvurucunun da bulunduğu- kişilerin bu kapsamda değerlendirilerek iş akdinin feshedildiği ve aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu kişilerin bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Gerekçede ayrıca davalıların işçi ile çalışmasının beklenemeyeceği, iş akdinin feshinin asıl işverence istenmesi nedeniyle alt işveren açısından feshin zorunlu hâle gelmesinden dolayı davanın reddine karar vermek gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu; dilekçesinde Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2017 tarihli ve E.2017/40671, K.2017/20227 sayılı kararına (ilgili karar için bkz. § 35) atıfta bulunarak kendisi hakkında işten çıkarmaya dayanak olabilecek idari, cezai soruşturma olup olmadığının ilgili kurumlardan araştırılarak öğrenilmesi gerektiğini, yasa dışı hangi yapı ve oluşuma iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunduğunun ortaya konulması gerektiğini, oysa hakkında herhangi bir soruşturma bulunmadığını ileri sürmüştür. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 28/6/2018 tarihli kararıyla istinaf istemini kesin olarak reddetmiştir. Kararda; iş akdinin feshinin Belediye tarafından 667 sayılı KHK uyarınca başvurucunun millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatı ve bu yapılara iltisakı olabileceğinin değerlendirildiği gerekçesiyle istendiği, bu durumda alt işveren açısından feshin zorunlu hâle geldiği ve feshin geçerli sebebe dayandığı asıl işveren yönünden ise haklılığın ileride açılacak alacak davasında tartışılacağı belirtilmiştir. İstinaf kararında Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/3/2017 tarihli ve E.2017/5151, K.2017/4850 sayılı kararına atıf yapılmıştır (söz konusu karar için bkz. § 32). Nihai karar 27/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun \"Tanımlar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....... Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,yönünde hükümler konulamaz.\" 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Sözleşmenin feshinde usul'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.” 4857 sayılı Kanun'un \"Fesih bildirimine itiraz ve usulü\" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle ilgili kısmı şöyledir:\"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ...Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. ...\" 4857 sayılı Kanun'un \"Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. ...İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur. \" 4857 sayılı Kanun'un \"İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:I- Sağlık sebepleri...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri...III- Zorlayıcı sebepler:...IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir. \" 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır. (2) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır.\" 6749 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa ve diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır. Bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilenlerin işlemleri ise söz konusu maddedeki usule göre yapılır.g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır. (2) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır.\" Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s.23).İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.Hukukumuzda 'olağanüstü fesih', 'bildirimsiz fesih', 'süresiz fesih', 'önelsiz fesih', 'derhal fesih', 'muhik sebeple fesih' gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih Türk Borçlar Kanunu md. 435, İş K. md. 24 ve 25; Deniz İş K. md. 14, 16; Basın İş K. md. 11'de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını 'Haklı nedenle derhal fesih' başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, / Baysal, U.: İş Hukuku Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Bası, Ankara 2014, s. 794).\" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/4/2019 tarihli ve E.2015/3294, K.2019/400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Asıl-alt işverenlik ilişkisi 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu'nun (4857 sayılı Kanun/Kanun/İK/İş Kanunu) 'Tanımlar' başlıklı 2’nci maddesinde düzenlenmiştir....Bu hükme göre, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir. Kanuna uygun biçimde bir asıl-alt işveren ilişkisi kurulmuş ise, asıl işveren, alt işveren işçilerinin Kanundan, iş sözleşmesinden ve alt işverenin taraf olduğu bir toplu iş sözleşmesi bulunması hâlinde bundan doğan yükümlüklerden işçilere karşı alt işveren ile birlikte sorumlu olacaktır.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/21299, K.2012/23405 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"İşçiye yüklenen iddia açık ve net bir şekilde kanıtlanmamışsa da olayın oluş şekli itibariyle iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli bir şüpheye dayanılarak yapılmış bir fesih söz konusu ise bu fesih şüphe feshi olarak nitelendirilmektedir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:  \"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır.\" Somut olayda Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin atıfta bulunduğu Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/3/2017 tarihli ve E.2017/5151, K.2017/4850 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dosya içerisindeki kayıt ve belgelerden; davacının, asıl işveren Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunda, davalı altişveren B. San. ve Tic. Ltd. Şti.'de yönetici asistanı olarak çalışmakta iken, 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında asıl işverenin 2016 tarihli yazısı ile FETÖ terör örgütü ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler sonucunda güvenlik tedbirleri nedeniyle davacının çalışmasının uygun görülmediğinin bildirilmesi üzerine alt işverence iş akdinin sona erdirildiği anlaşılmaktadır.Bölge Adliye Mahkemesince davacının güvenliği tehdit ettiğine ilişkin somut belge, bilgi sunulmadığından işe iade kararı verilmiş ise de, geçerli nedenin bulunup bulunmadığı davacının işvereni olan alt işveren açısından gerekmekte olup, davacının iş akdinin feshi asıl işverence 667 sayılı KHK kapsamında FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle istenilmekle, alt işveren açısından fesih zorunlu hale gelmiş ve geçerli fesih sebebi oluşmuştur. Diğer yandan asıl işveren olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun stratejik açıdan önemli bir kurum olması ve hizmetlerinin milli güvenliği de ilgilendirmesi karşısında feshin geçerli nedenle yapıldığının kabulü ve davanın bu gerekçelerle reddi gerekmektedir. Bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.\" Başvurucu gibi Belediyeye hizmet veren başka bir firmada çalışan bir işçinin açtığı davada verilen Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/4/2018 tarihli ve E.2018/3334, K.2018/9761 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Davacının iş sözleşmesinin feshi 667 sayılı KHK'nın maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı idare tarafından gerçekleştirilmiştir.Öncelikle belirtmek gerekir ki, 667 sayılı KHK'nın maddesinin fıkrası uyarınca terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin işten çıkartılmasına karşı yargı yolunun açık olması feshin geçerli veya haklı nedene dayanıp dayanmadığına yönelik yargısal denetimi kaçınılmaz kılmaktadır. Başka bir anlatımla, fesih işlemine karşı yargı yolu açıksa mahkemenin yargısal denetim kapsamında feshin geçerli veya haklı nedene dayanıp dayanmadığı yönünde inceleme yaparak sonucuna göre bir karar vermesi gerekir.Somut olayda iş sözleşmesinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye dayandığından hareketle feshin geçerli veya haklı nedene dayanıp dayanmadığına yönelik denetim yapılamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş olması hatalıdır.Davacı işçi 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla iş sözleşmesinin 2017 tarihindeki feshinde İş Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının iş akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının iş akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir.\" Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2017 tarihli ve E.2017/40671, K.2017/20227 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: \"Dosya içerisindeki kayıt ve belgelerden; davacının, mutfak personeli olarak çalışmakta iken, iş akdinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde yapılanan 'Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması' nın (FETÖ/PDY) ve/veya diğer terör örgütlerinin (PKK, PYD, DAİŞ, DHKP-C) sosyal medya üzerinden propagandasını yapmak, finansal destek sağlamak, doğrudan ya da dolaylı yardımda bulunmak suretiyle işbirliği içerisinde olabileceği şüphesi ile' sona erdirildiği görülmüştür. Bölge Adliye Mahkemesince davacının iş sözleşmesinin feshinin \"şüphe feshi\" nedeniyle 667 sayılı KHK kapsamında FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle yerinde olduğu yönünde hüküm kurulmuştur.Dosyada şüphe feshine dayanak oluşturacak nedenler araştırılmamıştır. Öncelikle davacı hakkında varsa adli ya da idari soruşturma evrakları, emniyet ve diğer güvenlik güçlerinden gelecek feshe dayanak bilgi ve belgeler ile taraf delilleri toplanmak suretiyle bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık, en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelerin olması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini, hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkı ile ilgili olarak verdiği Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) kararında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca, bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama- uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25). Diğer taraftan AİHM, bir istihbarat personelinin görevini gerçekleştirmeye zihinsel olarak uygun olmadığına dair doktor raporu nedeniyle görevine son verilmesi üzerine açılan davada, yargı yerinin doktor raporunu irdelemeyi reddetmesinin ve raporu tartışmamasının Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasını ihlal ettiği sonucuna varmıştır. AİHM, başvuranın istihbarat toplama ve verileri işlemekten sorumlu olan Ulusal Güvenlik Teşkilatında bir memur olduğu ve meşru ulusal güvenlik hususlarına ilişkin olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan hakların kısıtlanmasının haklı kılınabileceğini belirtmiş, ancak bununla güdülen amacın meşruluğunun ve orantılılığının gerekçelendirilmediğine dikkat çekmiştir (Fazliyski/Bulgaristan, 40908/05, 16/4/2013, §§ 56-63). Benzer şekilde AİHM, Cezayir'deki tıp fakültesinden mezun olan bir başvurucunun diplomasının denkliğinin tanınmaması nedeniyle açtığı davada, Fransa Danıştayının başvurucu tarafından ileri sürülen hukuki meseleler ile maddi olayları değerlendirmeden yalnızca idari makamların mütekabiliyet şartı ile ilgili görüşüne bağlı kalarak karar vermesi nedeniyle başvurucunun ileri sürdüğü iddialar çerçevesinde uyuşmazlığın tespiti ile ilgili tüm olgusal ve hukuki konuları incelemek üzere yeterli yargı yetkisine sahip olan bir mahkemeye eriştiğinin düşünülemeyeceğini belirterek Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Chevrol/Fransa, B. No: 49636/99, 13/2/2003, §§ 76-84). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23568", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, 6/11/2009 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde sigorta şirketine karşı açmış olduğu tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.   Başvuru, 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir.  Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.   Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar  Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:   Başvurucu, kocasının trafik kazasında vefat etmesi üzerine sigorta şirketi aleyhine 6/11/2009 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.   Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 30/6/2010 tarih ve E.2009/831, K.2010/575 sayılı ilamıyla davanın kabulüne ve başvurucuya tazminat ödenmesine karar vermiştir.  Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 1/11/2011 tarih ve E.2010/10030, K.2011/10170 sayılı ilamıyla, İlk Derece Mahkemesi kararının tebliğ edildiğine ilişkin belgeye dosyada rastlanılamadığından, temyizin süresinde yapılıp yapılmadığının anlaşılamadığını belirterek, yerel mahkeme hükmü başvurucuya tebliğ edilmiş ise tebliğ belgesinin dosyaya konulması ya da kayıtlar üzerinde inceleme yapılmak suretiyle tebliğ tarihinin saptanması, aksi halde gerekçeli kararın davalıya usulen tebliği ile temyiz süresi beklendikten sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir.  Eksikliğin tamamlanmasından sonra Yargıtay Hukuk Dairesi, 15/5/2012 tarih ve E.2012/3339, K.2012/6207 sayılı ilamıyla kararı onamıştır. Onama kararına karşı davalılar tarafından karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.  Yargıtay Hukuk Dairesi, 29/11/2012 tarih, E.2012/14509, K.2012/13322 sayılı ilamıyla karar düzeltme isteminin süresinde yapılıp yapılmadığı anlaşılamadığından dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir.  Eksikliğin tamamlanmasından sonra Yargıtay Hukuk Dairesi, 23/1/2014 tarih ve E.2013/17853, K.2014/798 sayılı ilamıyla karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.   Yargıtay kararının başvurucuya tebliğ edilmediği anlaşılmıştır.  Başvurucu, 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk   12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi, 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun ve maddeleri. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2617", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 6/11/2009 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde sigorta şirketine karşı açmış olduğu tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, internet haber arşivlerinde erişilebilir durumda olan haber ile ilgili içeriğin yayından kaldırılması yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Millî Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı bir eğitim kurumunda öğretmen olarak çalışan bir kişi 8/9/2009 tarihinde başvurucuların ikâmetgahında ölü olarak bulunmuştur. Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığının 27/10/2009 tarihli iddianamesiyle, olay tarihinde MEB'e bağlı bir eğitim kurumunda öğretmen olan başvurucu Asli Alp hakkında kasten adam öldürmeye yardım; eşi başvurucu Şükrü Alp hakkında kasten adam öldürme suçlarından kamu davası açılmıştır. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 20/9/2011 tarihinde başvurucu Asli Alp'in cezalandırılmasına yeter derecede kesin, inandırıcı ve her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan beraatine, başvurucu Şükrü Alp'in üzerine atılı suçu işlediği sabit olduğundan on yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar Yargıtay Ceza Dairesinin 12/11/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır. Bir öğretmenin ölümüyle sonuçlanan olaydan sonra bazı internet haber siteleri ile birkaç gazetenin İnternet sayfasında başvurucuların sanık sıfatıyla yargılandıkları ceza yargılamasına yönelik haberler yapılmıştır. Yapılan haberlerde \"Yasak aşk cinayetine 10 yıl hapis\", \"Birçok kez cinsel ilişkiye girdim\", \"Yasak aşk cinayetinin zanlıları hakim karşısında\", \"Öğretmenin katili sevgilisinin eşi çıktı\", \"Cinsel ilişkiye girdim, dost hayatı yaşamadık\" gibi başlıklar kullanılmış; haber içeriklerinde başvurucuların ceza yargılaması esnasında alınan savunmalarına, yargılama sürecine ve sonucuna ilişkin bilgilere yer verilmiştir. Başvurucular; geçmişte yaşanan bu olayın izlerini silerek yeni bir hayat kurmak istediklerini, haberlerin güncelliğini yitirdiğini ancak yayınlatılmaya devam edilmesi nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 15/9/2014 tarihinde haber içeriklerine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuşlardır. Adana Sulh Ceza Hâkimliği 16/9/2014 tarihli kararı ile erişimin engellenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Hâkimlik; gerekçeli kararında, bahse konu haberlerin yayımlanmasında kamu yararı bulunduğunu, topluma mal olan kişilerle siyasal ve idari yaşam içinde yer alan kişilerin hayatlarının toplumu ilgilendirdiğini, okuyucunun ilgisini çekebilmek amacıyla haberi ilginç biçime getirmenin basının hakkı ve görevi olduğunu belirtmiştir. Hâkimlik, yapılan yayınların haber niteliğinde olduğuna, yayınların içeriği bütüncül olarak değerlendirildiğinde hukuka uygunluk sınırları içinde ve basın özgürlüğü kapsamında kaldığına karar vermiştir. Başvurucuların anılan karara itirazı Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/10/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar başvuruculara 22/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesinin 3/3/2016 tarihli ve 2013/5653 numaralı N.B.B. Kararı. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18260", "Başvuru Konusu":"Başvuru, internet haber arşivlerinde erişilebilir durumda olan haber ile ilgili içeriğin yayından kaldırılması yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, bu veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmaması, eksik araştırma ile mahkûmiyet kararı verilmesi, tanık dinletme talebinin reddedilmesi, savcılık ifadesine başvurucu tarafından belirlenen müdafinin katılımının sağlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve aşağıdaki başlıklarda belirtilenler dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2019/13583 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelendirilen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde \"cemaat\", \"Gülen cemaati\", \"Fetullah Gülen cemaati\", \"hizmet hareketi\", \"gönüllüler hareketi\" ve \"camia\" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş, bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir(Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti ve adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, programın yüklenmesine, iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucunun babası olan N.B. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 18/9/2015 tarihli ihbar dilekçesi göndermiştir. N.B. anılan dilekçesinde özetle iki çocuğunun FETÖ ile alakası olduğunu, başvurucunun üniversite sınavına girerken soruların dershaneden verildiğini söylediğini, kendisinin buna inanmadığını, oğlunun üniversitede okurken arkadaşlarının yerine sınavlara girdiğini söylediğini, televizyonda Fetullah Gülen'in yanlışlarını gördüğünde durumun farkına vardığını ve milletini sevdiği için ihbarda bulunduğunu ileri sürmüştür. İhbar dilekçesinin Başsavcılığa ulaşması sonrasında başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Hakkında düzenlenen yakalama emrine istinaden yakalanan başvurucu, Başsavcılık ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Anılan ifadenin ilgili kısmı şöyledir:\"Ben baro tarafından tayin edilen müdafim huzurunda ifademi vereceğim. Bana isnat edilen suçlamaları anladım. Bana bahsetmiş olduğunuz ve telefon trafiğim ve mesajlaşmalarım olduğu iddia edilen [N.T.], [S.K.] ve [Ş.A.T.yi] tanımıyorum. Daha doğrusu [Ş.A.T.yi] medyadan tanırım. 0 530 [...] 86, 0 530 [...] 46 ve 0 546 [...] 11 numaralı telefonları [eskiden] kullandığımı hatırlıyorum. OHAL KHK ile kapatılan Özel Bahar Hastanesinde çalıştığım dönemde sık sık rahatsız edenler olduğu için bu numaraları değiştirdim. Bahsettiğim şekilde isimleri tanımadığımdan telefon trafiğini ve mesajlaşmaları kabul etmiyorum. Bu telefonları ByLock programını ben yüklemedim. Kimin yüklediğini de bilmiyorum. 10[...]17 müşteri numarası ile 2015 yılı Eylül ayında 19/04/2007 açılış tarihli hesabıma 767 TL yatırılmış olduğu yönündeki raporu kabul etmiyorum. Ben Bankasya'ya 3 yada 4 yıl kadar önce 000 TL bedelli askerlik ücreti yatırdım. Daha önce babam [N.B.] de benim hakkımda FETÖ adına para topladığı ve üye olduğum yönünde ihbarda bulunmuştu, ben bu konularla ilgili ifade vermiştim.\" Başsavcılık 12/5/2017 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, sorgusunda silahlı terör örgütü üyesi olmadığını, 0530 [...] 86 numaralı telefon hattını kendisinin kullandığını, 0546 [...] 11 ve 0530 [...] 46 numaralı telefon hatlarını ise kullanıp kullanmadığını hatırlamadığını, bu telefonlara ByLock yüklemediğini ve kullanmadığını, çalıştığı Özel Bahar Hastanesinin kanun hükmünde kararname (KHK) ile FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle kapatıldığını, Ş.A.T.yi şahsen tanımadığını, HTS kayıtlarında neden çıktığını bilmediğini ve isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii ise beyanında başvurucunun gözaltına alınması sonrasında emniyete telefon numarasının verilmesine rağmen Başsavcılık ifadesi sırasında kendisine haber verilmediğini, başvurucunun hastanede çalışan basit bir memur olduğunu, hastanenin bağlı olduğu üniversitenin rektörünü aramasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını, bunun da başvurucu adına hat çıkarıldığını gösterdiğini ileri sürmüştür. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 31/5/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede, başvurucunun 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) ile kapatılan kurumların bağlı olduğu iki farklı işyerinde Sosyal Güvenlik Kurumu kaydının olduğu, örgütün tepe yöneticilerinden olan N.T., S.K. ve Ş.A.T. ile yoğun telefon irtibatının bulunduğu, Bank Asya hesabında 2013 Aralık ayı itibarıyla 617 TL varken 2014 Temmuz ayında bakiyesinin sıfırlandığı, 2015 Eylül ayında ise 761 TL'ye yükseldiği belirtilmiştir. Ayrıca örgüt mensuplarının kendi aralarında gizli haberleşme aracı olarak kullandıkları bilinen ByLock uygulamasını kendi adına ve kullanımında olan 0530 ... 86, 0 ..46 ve 0 ..11 numaralı üç ayrı hat ile yükleyip kullandığı iddiasına yer verilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/68 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 15/6/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda müşteki N.B.nin bulunduğu adreste beyanının alınabilmesi için istinabe talebi yazılmasına ve duruşmanın 4/8/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Soruşturma evresinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) temin edilen HTS kayıtlarının İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından incelenmesi sonrasında başvurucunun örgütün tepe yöneticileri ile telefon irtibatının olduğu tespitini içeren 4/7/2017 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Anılan tutanak ile birlikte başvurucunun ..86 numaralı telefon hattı ile ..87 ve ..53 IMEI numaralı telefon cihazlar aracılığıyla ilk tespit tarihi 15/10/2014 olacak şekilde; 0546 ... 11 numaralı telefon hattı ile ..28 IMEI numaralı telefon cihazı aracılığıyla ilk tespit tarihi 29/3/2015 olacak şekilde, ..46 numaralı telefon hattı ile ..08 IMEI numaralı telefon cihazı aracılığıyla ilk tespit tarihi 12/9/2014 olacak şekilde ByLock kullandığına ilişkin tespitlere yer verilen 3/3/2017 tarihli tutanak duruşma öncesinde dosyaya gönderilmiştir. Başvurucu yargılamanın 4/8/2017 tarihli ilk celsesinde alınan savunmasında özetle;i. Annesi ve babasının boşanması sonrasında annesi ile görüşmeye başladığı için babasının kendisine husumet beslemeye başladığını, babasının bu nedenle kendisine iftira attığını,ii. Evlendikten sonra acilen işe girmesi gerektiği için Yeşilırmak Dershanesinde işe başladığını ve sonrasında Özel Bahar Hastanesine geçiş yaptığını, 2015 yılından sonra tazminatsız olarak işten çıkarıldığını, iii. Görüştüğü ileri sürülen kişileri tanımadığını, bu kişilerle hastane işleri nedeniyle görüşmüş olabileceğini, iv. İddianamede belirtilen telefon hatları kendi adına kayıtlı olmasına rağmen bu hatların hastane tarafından kendisine aldırılan ve faturaları kurum tarafından ödenen hatlar olduğunu, yine hastanenin başkalarının kullandığı ikinci el telefonları kendilerine verdiğini, telefonlarda kurulu programları bilmediğini, ByLock yüklemediğini ve kullanmadığını, buna ilişkin detayları talep ettiğini, v. Hastanede kullandıkları telefonları diğer arkadaşlarının da kullandığını, şifresi olmayan telefonları mesai saati içinde nadiren birbirlerine verdikleri,vi. Bank Asyaya talimat ile para yatırmadığını, yatırdığı meblağın araba almak için arkadaşından aldığı borç para olduğunu, sonrasında da borcunu ödediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii de anılan celsede bu yapının başvurucunun çalıştığı dönemde henüz terör örgütü olarak tanımlanmadığını, hastanenin halkla ilişkiler personeli olduğundan birçok kişi ile telefon görüşmesi yaptığını, örgütün tepe yöneticileri ile düzenli bir irtibatının bulunmadığını, Bank Asyaya para yatırdığı dönemde bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiş olduğunu, bu nedenle terör örgütüne desteğin mümkün olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu müdafii ayrıca ByLock'un üç ayrı hatla kullanılmasının mantığa aykırı olduğunu, henüz kullanılmaya başlanmayan hattan ByLock tespiti yapılmış göründüğünü, teknik imkânsızlığın söz konusu olduğunu, daha sonra güncellenmesinin verilerin güvenilir olmadığını ortaya çıkardığını savunmuştur. Söz konusu celsede başvurucu müdafii, başvurucunun öz amcası B.nin hazır bulunduğunu belirterek özellikle babasıyla arasındaki husumete ilişkin olarak B.nin dinlenmesini talep etmiştir. Mahkeme \"dinletilmek istenen tanık ve beyanda bulunacağı konu itibariyle babanın çocuklarını ihbar etmiş olması dikkate alınarak dosyaya bir yenilik getirmeyeceği anlaşıldığından\" şeklindeki gerekçe ile tanık dinletme talebini reddetmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu ile ilgili ByLock tespiti kapsamında detay bilgilerinin Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünden istenmesine, ByLock tespitine ilişkin olarak BTK'ya müzekkere yazılarak HTS veri trafiğinin teminine ve duruşmanın 1/12/2017 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Mahkemenin 8/8/2017 tarihli müzekkeresine istinaden BTK tarafından hazırlanan internet bağlantı (CGNAT) iletişim sorgu sonuçları ile HTS kayıtları ikinci celse öncesinde dosyaya gönderilmiştir. Ayrıca N.B.nin müşteki olarak dinlenilmesine ilişkin istinabe talebi muhatabın davetiye çıkarılan adreste tanınmaması nedeniyle bila ikmal iade edilmiştir. Yargılamanın 1/12/2017 tarihli ikinci celsesine mazeret bildiren başvurucu müdafii katılmamıştır. Bu celsede BTK'dan gelen kayıtlar okunarak başvurucuya diyecekleri sorulmuştur. Başvurucu ByLock'a ilişkin önceki savunmalarını tekrar ettiğini ve detaylı savunmasını müdafi huzurunda yapacağını beyan etmiştir. Anılan celsede iddia makamının celse arasında UYAP'tan yazılı olarak sunduğu esas hakkında mütalaa okunmuş ve bir sureti hazır bulunan başvurucuya elden tebliğ edilmiştir. Başvurucu mütalaayı inceleyip beyanda bulunmak için süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme, başvurucunun süre talebinin kabulü ile duruşmanın 27/2/2018 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu yargılamanın 27/2/2018 tarihli son celsesinde esas hakkında mütalaaya karşı savunmasında üzerine kayıtlı telefon hattının 0546 ...10 numaralı olduğunu, bu hatta ilişkin ByLock tespiti yapılmadığını, ByLock iddiasına konu telefon hatlarını hastanede iş sebebiyle kullandığını ve faturalarını kurumun ödediği hatlar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu müdafii de ByLock HTS kayıtları ile normal hatta ilişkin HTS kayıtlarının internet giriş tarihleri itibarıyla çelişkini olduğunu, bu konuyu aydınlatan bilirkişi raporu alınmasını talep ettiğini, mütalaanın aksine örgütün tepe yöneticileri olarak belirtilen kişilerle yoğun bir görüşme trafiğinin olmadığını, birkaç dakikalık görüşmelerin hastane işleriyle ilgili olduğunu, Bank Asyaya yatırılan paranın araç alımıyla ilgili olduğunu, talimat üzerine yatırılmadığını ve örgüt üyeliğine ilişkin delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Anılan celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Dosyada içeriğinde; sanık Muhammed Fatih Berber hakkında 0530 [...] 86, 0530 [...] 46 ve 0546 [...] 11 nolu telefon numaraları ile, 013[...]87, 357[...]53, 013[...]08, 355[...]28 IMEI nolu telefonlarla 2014, 2015, 2014 ilk tespit tarihli [ByLock] tespit tutanakları mevcuttur. [...]Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı'na yazılan müzekkerelerin cevapları dosya içinde mevcuttur. Gelen cevabi yazılar üzerinden inceleme yapılacak olursa; Sanık Muhammed Fatih Berber'in [ByLock] için Baltics Servers-Litvanya adlı firmadan kiralandığı anlaşılan sunuculara 0530 [...] 86 nolu hat için; 2014 tarihinden 2016 tarihine kadar toplamda 104254, 0546 [...] 11 nolu hat için; 2015 tarihinden 2016 tarihine kadar toplamda 47549,0530 [...] 46 nolu hat için; 2014 tarihinden 2015 tarihine kadar toplamda 432 İnternet bağlantı iletişim sorgu kaydı oluşturacak şekilde bağlantı kurduğu anlaşılmaktadır. Dosyada bulunan BTK yazı cevapları incelendiğinde; [ByLock] sunucularına irtibata kaynak olan telefonun [IMEI] numaraları BTK’nın 2017 tarihli cevabi yazısında belirtilen sanığın kullandığı bilinen telefon numarasının takılı olduğu telefon IMEI bilgilerinin uyumlu olduğu ve BTK cevabi yazısındaki [ByLock] sunucularına bağlantıya ilişkin baz istasyon bilgilerinin sanığın bulunduğu yer bilgileriyle örtüştüğü anlaşılmaktadır. (Sanığın [ByLock] sunucularına bağlantıya ilişkin baz bilgileri çoğunlukla Bursa ilinden sinyal vermektedir. Sanığın SGK kaydı sorgusu ile tespit edilen Bursa ilinde bulunan kurumlarda çalışmış olması ve sanığın babası olan [N.B.nin] ihbar yazısında sanığın Bursa ilinde ikamet ettiğini belirtmesi bu bilgileri teyit etmektedir.) [...]Dosyada örneği bulunan hesap kayıtlarına ilişkin 2017 tarihli RAPOR içeriğine göre yapılan incelemesinde; sanığın 10[...]17 müşteri numarası ile Bank Asya hesabının ve aktif kredi kartı kullanımının olduğu, hesap açılış tarihinin 2007 tarihi olduğu, sanığın bu hesabında 2013 Aralık ayı itibariyle 4617 TL var iken 2014 Temmuz ayında bakiyesinin sıfırlandığı, 2015 Eylül ayında ise 27761 TL'ye yükseldiği görülmüştür. Sanık aşamalara yansıyan savunmalarında özetle, hesap hareketlerinin olağan olduğunu savunmuştur. Yukarıda ifade edildiği gibi; kişilerin Banka ve Finans Kuruluşları nezdinde hesap sahibi olmak başta olmak üzere diğer Bankacılık Muamelelerine ilişkin olarak taraf olabilme bağlamında hukuki işlem özgürlüğü de gözetilerek hesaptaki tasarruflarının saiklerine, kişinin bulunduğu sosyal konum, iştigal alanı, hayatın olağan akışı ve ticari hayatın özelliklerine bakılması gerekmektedir. Sanığın 2014 Temmuz ayında hesap bakiyesinin sıfırlanması sonrası yukarıda anılan örgüt elebaşısının talimatı tarihinden sonraki döneme tekabül eden 2015 Eylül ayında hesabının 27761 TL'ye yükselmesi hususu ve aktif kredi kartı kullanımının bulunması dikkat çekicidir.Bu yöndeki hesap hareketleri sanığın aleyhine nitelendirilerek diğer delillerle birlikte ele alınmasında fayda görülmüştür.Dosya Kapsamında Elde Edilen Bilgi ve Belgelere Ek Olarak; Dosyamız arasında bulunan 2017 tarihli tutanağa göre sanığın 667 sayılı KHK ile kapatılan kurumların bağlı olduğu şirketlerden olan Yeşilırmak Kehkeşan Özel Eğt. Tes. İşl. A.Ş. ve Karçiçeği Özel Eğitim ve Sağlık Hizm. Îşlt. Tic. A.Ş. isimli iş yerlerinde SGK kaydının olduğu ve tepe yönetimi ile irtibat sorgusunda sanığın tepe yöneticilerinden olan [N.T.], [S.K.], [Ş.A.T.] isimli şahıslar ile irtibatlı olduğu görülmüştür.Tüm bu anlatılanların yanında sanığın babası ve aynı zamanda dosyamız müştekisi [N.B.nin] sanık hakkındaki ihbar yazısı dosyamızda mevcuttur. [N.B.] bu ihbar yazısında; sanığın oğlu olduğunu, sanığın üniversiteye girerken soruları dershanesinin verdiğini ve Üniversitede okurken başka arkadaşlarının yerine imtihana girdiğini kendisine söylediğini belirtmiştir.Yukarıda anlatılan tüm bu hususlar, sanığın [ByLock] adlı programı 3 ayrı hat ile yoğun olarak kullanmış olması da dikkate alınarak mahkememizde FETÖ/PDY örgüt üyesi olduğu kabulünün daha da güçlenmesinde belirleyici olmuştur. [...]Soruşturma aşamasında dosyaya eklenen sanığa ilişkin [ByLock] Raporunun dışında Mahkememizce gerekli araştırmalar yapılmış olup; sanığın kullandığı IMEI numarası belirtilen 3 ayrı hat ile [ByLock] programının IP sunucularına bağlantı kurduğu, bu yöndeki tespitleri havi BTK cevabi yazısı içeriği ile doğrulanmış olmakla birlikte telefon numarasının kullanıldığı [IMEI] numarasına ilişkin bilgiler de aksi yönde bir değerlendirmeyi gerekli kılmamaktadır. Sanığın [ByLock] kullandığı yönündeki tespite dayanak olarak bağlantıyı yapan IP, port bilgilerine de ulaşılmıştır. Sanığın [ByLock] programına ilişkin IP sunucuları ile tespit edilen bağlantı verilerinin tarih aralıkları, tespit edilen programı yoğun olarak kullandığına dair hususlar düşünüldüğünde; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mevcudiyetinin siyasi liderlerce kamuoyuna dile getirildiği tarihler, anılan örgütün terör örgütü olarak siyasi karar alma mekanizmalarınca kabul edildiği tarihlere bakıldığında sanığın anılan örgüte sempati duymasının da ötesinde Paralel Devlet oluşturmaya yönelik örgütün stratejisine ve yukarıda etraflıca açıklanan hedeflerinin gerçekleştirilmesi konusundaki kriminalize yapısal işleyişi, bir örgüt üyesi olarak paylaştığı, benimsediği kanaatine ulaşılmıştır. Dolayısıyla sanığın anılan iletişim ağının bir parçası olduğu kabul görmüştür. İletişim ağına dahil olan sanığın haberleşmeleri kimlerle yaptıkları, içeriklerinin tespiti sanığın örgüt içerisindeki konumlarını belirlemeye yönelik bulgulardır. Sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilintili kuruluşlarda çalışmış olması, Bank Asya hesap hareketleri, Bank Asya aktif kullanım kredi kartı olması ve sanığın örgütün tepe yöneticileri ile telefon irtibatının bulunması hususları bir bütün halinde değerlendirilmiş ve anılan durumların sanığın 3 ayrı hat ile [ByLock] programını yoğun olarak kullanım özellikleri ile örtüşmesi karşısında sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilmemiştir. Sanığın kriptografik haberleşme programı olan [ByLock] programını 3 ayrı hat ile yoğun bir şekilde kullanarak bu ağa dahil olması bu yöndeki iradesini örgüt iradesine terk etmesi bakımından önemlidir.Sanığın [ByLock] programını kullandığı yönündeki şüpheden uzak ve kesin tespit, tespite konu cevabi yazıdaki programın sunucularına bağlantı tarih aralıkları, internet bağlantı iletişim sorgu kaydı(sinyal sayısı) adedi ve örgütle olan bağını teyit eden diğer yan delillere bakıldığında; sanığın örgütün benimsediği hedefleri doğrultusunda oluşturulan hiyerarşiye/kurguya dahil olmakla kendi iradesine istenildiği takdirde emre amade olacak şekilde hazır tuttuğu ve örgütün kadrolarına hissettirdiği, bu yöndeki maddi ve manevi katkısının mevcudiyetini göstermektedir. Sanığın bu şekliyle, yukarıda değerlendirmesi yapıldığı gibi anılan programı kullandığı sabit görüldüğünden ayrıca bu program vasıtasıyla yapmış olduğu görüşmelerin içeriklerinin dosyaya ilave bir katkı sağlayamayacağı kanaatiyle bu yönden ayrıca bir araştırma cihetine gidilmemiştir.(Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2017/1921 E, 2017/5180 K. Sayılı kararı) [...]Somut vaka kabulü, sübut gerekçesi ve tarifi yukarıda açıklanan sanığın sabit eylemi, izah edilen örgüt üyeliği bağlamındaki somut maddi ve manevi katkıları babında 3 ayrı hat üzerinden yoğun bir şekilde [ByLock] kullanımının bulunması ve eylem çeşitliliği gözetilerek ceza tayininde aşağı hadden takdiren ve tercihen teşdit uygulaması yapılmıştır. Yazılı şekilde takdiri indirim de tatbik edilerek aşağıdaki hükmün tesis edilmesi gerekmiştir.\" Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 17/4/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunun esastan reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 5/2/2019 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden ilgili hukuk için bkz. Ferhat Kara, §§ 83- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13628", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, bu veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmaması, eksik araştırma ile mahkûmiyet kararı verilmesi, tanık dinletme talebinin reddedilmesi, savcılık ifadesine başvurucu tarafından belirlenen müdafinin katılımının sağlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; hukuka aykırı biçimde üst ve çanta aranması ve elde edilen delillerin yargılamada kullanılması, yargılama süresince tercüman atanmaması, savunma hazırlanmasına izin verilmeksizin ilk duruşmada hüküm kurulması, bazı müştekilerin Mahkeme huzurunda dinlenilmemesi ve cezanın belirlenmesinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/11/2013 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 10/10/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 27/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, öğrenim amacıyla Türkiye'de bulunmaktadırlar. Başvurucular 11/11/2012 tarihinde İzmir’deki bir alışveriş merkezinde bulunan mağazadan ellerindeki poşetlere koydukları eşyaların ücretini ödemeksizin çıkış yapmaları üzerine polis tarafından saat 22:30'ta durdurulmuşlar ve ellerindeki çantanın içindekiler göstermeleri başvuruculardan istenmiştir. Çanta içinde bir mağazadan alınan eşyaların görülmesi üzerine çanta kontrol edilmiş ve dört farklı mağazadan daha alındığı anlaşılan ve faturası olmayan eşyalar bulunmuştur. Başvurucu K. müdafii huzurunda 12/11/2012 tarihinde polise verdiği ifadesinde, beş yıldır Türkiye’de yaşadığını ve yüksek lisans yapmakta olduğunu, Türkçeyi konuşup anlayabildiğinden tercüman istemediğini söylemiştir. Başvurucu ise Türkiye’ye yeni geldiğini ve Türkçeyi tam olarak anlayamadığını belirtmiş, talebi üzerine başvurucu K.nin yardımıyla ifade vermiştir. Her iki başvurucu da kullanmış oldukları bir ilacın etkisiyle ne yapmış olduklarını hatırlamadıklarını ileri sürmüştür. Başvurucu nin ifade tutanağını, tercüme eden olarak diğer başvurucu da imzalamıştır. İzmir Sulh Ceza Mahkemesinin 12/11/2012 tarihli sorgu tutanağına göre susma, delillerin toplanmasını isteme ve müdafi yardımından faydalanma hakları başvuruculara hatırlatılmış; başvurucular, haklarını anladıklarını belirtmeleri üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi huzurunda savunmalarını vermişlerdir. Başvurucu K. dizlerinin ağrıması, başvurucu ise epilepsi hastası olması nedeniyle olay günü ağrı kesici ilaçtan dört tane aldıklarını, ilacın etkisiyle üzerlerine atılı eylemi yapmış olabileceklerini, hangi mağazalara girdiklerini hatırlamadıklarını söylemişlerdir. Mahkeme aynı gün, başvurucuların tutuklanmasına karar vermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 14/11/2012 tarihinde başvurucuların beş ayrı hırsızlık eyleminden cezalandırılmaları talebiyle iddianame düzenlemiştir. İddianamede, başvurucuların gece vakti dört mağazada hırsızlık yaptıktan sonra diğer bir mağazaya girdikleri ve buradan çıkarken yakalandıkları belirtilmiştir. İzmir Asliye Ceza Mahkemesi 23/11/2012 tarihli tensip tutanağında, başvurucuların tutuklu olmaları nedeniyle müştekilerin zorla getirilmelerine karar vermiştir. Mahkeme 20/12/2012 tarihli duruşmada iddianame ve eklerini başvuruculara okumuş, çıkarken yakalandıkları mağazadan sorumlu Müdür E.E.yi ve diğer iki mağdur Ö.Ö. ve S.A.yı dinlemiştir. Mağdur E.E., başvuruculardan şikâyetçi olmuş; diğer iki mağdur ise şikâyetçi olmamıştır. Mağdur Ö.Ö., hırsızlığın gece olduğunu fakat kendilerinin bunu sabahleyin fark ettiklerini; mağdur S.A. ise sabahleyin hırsızlık olayından haberdar edildiklerini söylemiştir. Mahkeme, toplanan delillerle olayın yeterince açıklığa kavuştuğunu belirterek duruşmada hazır edilemeyen diğer iki mağdurun dinlenmesinden vazgeçmiştir. Esasa ilişkin savunmaları sorulan başvurucu vekilleri; başvurucuların suç işleme kastının olmadığını, kullandıkları ilacın etkisiyle bu olayı gerçekleştirdiklerini, çalınan eşyaların iade edildiğini, başka zarar varsa onu da gidereceklerini ileri sürerek başvurucuların beraatına hükmedilmesini ya da lehe hükümlerin uygulanmasını talep etmiştir. Başvurucular, önceki savunmalarını tekrar etmiş ve pişman olduklarını söylemişlerdir. İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/1366, K.2012/1398 sayılı kararıyla gece vakti kilitli bir bina içinde hırsızlık veya hırsızlığa teşebbüs suçundan her iki başvurucunun beş kez mahkûmiyetine ve toplamda 9 yıl 7 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına hükmetmiştir. Mahkeme, ceza miktarını dikkate alarak başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucular; aramanın hukuka aykırı yapıldığı, tercüman hakkından faydalandırılmadıkları, hastalıklarından kaynaklı bilinç kaybına ilişkin hususun dikkate alınmadığı, hırsızlığın gece vakti gerçekleşip gerçekleşmediğine dair yeterli araştırma yapılmadığı, cezanın belirlenmesinde hataya düşüldüğü, tutukluluğun devamına karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçeleriyle bu kararıtemyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 28/5/2013 tarihli ve E.2013/9911, K.2013/16003 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır. Dosyanın en geç 9/7/2013 tarihinde Mahkeme kalemine döndüğü anlaşılmaktadır. Hazırlanan müddetnameler 2/8/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekiline onama kararı 8/10/2013 tarihinde Mahkeme kaleminde elden tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Başvurucuların mahkûmiyetine hükmedilen hırsızlık suçu 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde ve maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8183", "Başvuru Konusu":"Başvuru, hukuka aykırı biçimde üst ve çanta aranması ve elde edilen delillerin yargılamada kullanılması, yargılama süresince tercüman atanmaması, savunma hazırlanmasına izin verilmeksizin ilk duruşmada hüküm kurulması, bazı müştekilerin Mahkeme huzurunda dinlenilmemesi ve cezanın belirlenmesinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13865", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, mayın patlaması sonucu meydana gelen yaralanma olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; başvuru formunda 11/1/1995 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Acar köyü civarında hayvanlarını otlattığı sırada mayına basması nedeniyle sağ elinin bilek hizasından koptuğunu, vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığını ve gözlerinin ciddi derecede hasar gördüğünü belirtmiştir. Olayın meydana geldiği tarihte on dört yaşında olan başvurucu (1981 doğumlu), belli bir dönem Batman Devlet Hastanesi ile Dicle Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi görmüştür. Olay hakkında Sason Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen bir soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan soruşturma kapsamında kolluk görevlileri tarafından yapılan incelemeler neticesinde Olay Yeri Tespit Tutanağı düzenlenmiş, olay yerinin krokisi çizilmiş ve bazı kişilerin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Olay günü ifadesi alınan başvurucunun ağabeyi S. ilk ifadesinde özetle kardeşinin 11/1/1995 tarihinde hayvanları otlatmak için evden çıktığını, saat 00 sıralarında bir patlama sesi duyduğunu, bunun üzerine sesin geldiği yere gittiğini, sesin geldiği yere ulaştığında kardeşini kanlar içinde yerde gördüğünü, kardeşine \"Ne oldu sana?\" diye sorduğunu, kardeşinin ise cevap olarak el bombası bulduğunu ve el bombasıyla oynarken bombanın elinde patladığını söylediğini, bunun üzerine kardeşini önce köye, ardından da karakola götürdüğünü, kardeşine karakoldaki doktor tarafından ilk müdahalenin yapıldığını belirtmiştir. S., olay günü alınan ikinci ifadesinde ise özetle kardeşinin 11/1/1995 tarihinde çobanlık yapmakta olduğunu, olay günü hava kararmasına rağmen kardeşinin ve hayvan sürüsünün köye gelmediğini, bunun üzerine köyün çevresinde kardeşini aramak için evden çıktığını, kardeşini aradığı sırada bir uğultu duyduğunu, sesin geldiği yere gitmesi üzerine kardeşini kanlar içinde yerde gördüğünü, kardeşini ilk önce Acar Jandarma Karakoluna, akabinde de Batman Devlet Hastanesine götürdüğünü, kardeşinin nasıl yaralandığını görmediğini, kardeşi konuşamadığından bu durumun nasıl meydana geldiğini ona da soramadığını ifade etmiştir. Olay günü ifadesi alınan diğer bir tanık S.Ö. ise özetle kendisine ait keçilerin her gün başvurucu tarafından otlatıldığını, olay günü başvurucunun ağabeyi S.nin yardım çağrısını duyduğunu, başvurucunun bu sırada ağabeyi S.nin sırtında olduğunu, S.ye yardım ederek başvurucuyu ilk tedavisi için karakola götürdüklerini ifade etmiştir. Olayla ilgili olarak dinlenen diğer tanıklar da S.Ö.nün ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda da olayla ilgili görgü tanığının olmadığı belirtilmiştir. Olay yeri incelemesi neticesinde ayrıca olay yerinin krokisi çizilmiştir. Başvurucunun olayın meydana gelmesinden sonra hastanede tedavi görmesi nedeniyle ifadesi alınamamıştır. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı, mayın patlaması sonucu meydana gelen yaralanma olayının soruşturmasının Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının görev ve yetkisine girdiğini belirterek 15/3/1995 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Soruşturma evrakının kendisine gönderilmesi üzerine Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 4/4/1995 tarihinde \"Olay Faillerinin Yakalanması\" konulu bir müzekkere yazarak bu müzekkereyi Sason Cumhuriyet Başsavcılığına, Sason İlçe Jandarma Komutanlığına, Batman Emniyet Müdürlüğüne ve İl Jandarma Komutanlığına göndermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, bu müzekkereyle anılan makamlardan olayın faillerinin araştırılmasını ve her üç ayda bir kendisine bilgi verilmesini istemiştir. Bunun üzerine kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun yaralanması ile neticelenen olayda terör örgütü PKK'nın doğrudan bir ilgisinin tespit edilemediğini, söz konusu olayın kendi görev alanına giren bir suçu oluşturmadığını belirterek 20/3/2006 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Sason Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Görevsizlik kararı üzerine Sason Cumhuriyet Başsavcılığı 1/6/2006 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde özetle olay anında yalnız olduğunu, hayvanları otlattığı sırada keçilerden bir tanesinin mayına bastığını, mayının patlamasıyla kendisinin de yaralandığını, ayrıca üç keçinin de bu patlama sonucunda telef olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, el bombası ile oynarken yaralanması gibi bir durumun söz konusu olmadığını, olayın keçinin mayına basması sonucunda meydana geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca konuya ilişkin olarak daha önceden kendisinin beyanının alınmadığını, olayın terör örgütü PKK tarafından yerleştirilmiş mayının patlaması sonucu meydana geldiğini belirtmiştir. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2006 tarihinde başvurucunun ağabeyi S.nin de ifadesini almıştır. S. başvurucu ile benzer yönde beyanda bulunmuştur. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ile ağabeyinin ifadelerini dikkate alarak olayın soruşturmasının Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının görev ve yetkisine girdiği sonucuna ulaşmıştır. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2006 tarihinde görevsizlik kararı vererek soruşturma evrakını Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Anılan karar üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 3/7/2006 tarihinde daimî arama kararı vererek dava zamanaşımı süresi dolana kadar olayın araştırılmasını ve kendisine bu hususta bilgi verilmesini Sason İlçe Jandarma Komutanlığından istemiştir. Daimî arama kararı uyarınca kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereği kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiği gerekçesiyle 13/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Sason Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma evrakını inceledikten sonra 1/7/2014 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin 11/1/2015 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 14/1/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, soruşturmanın eksik bir şekilde yürütüldüğünü belirterek yetkili sulh ceza hâkimliğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılması talebinde bulunmuştur. Batman Sulh Ceza Hâkimliği 3/3/2015 tarihli kararla başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Kararda, Batman Sulh Ceza Hâkimliğine yedi gün içinde itiraz yolu açık olmak üzere karar verildiği belirtilmiştir. Bu karar üzerine başvurucu, Batman Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Batman Sulh Ceza Hâkimliği 23/3/2015 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 15/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6703", "Başvuru Konusu":"Başvuru, mayın patlaması sonucu meydana gelen yaralanma olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, delillerin eksik ve hatalı şekilde değerlendirilerek hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, ayrıca ana dilinde savunma yapmak istemesine rağmen mahkemece bunun reddedildiğini belirterek, Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 28/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK'nın maddesi ile görevli) 18/7/2010 tarih ve E.2010/573 sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. UYAP üzerinden yapılan araştırmada; başvurucu, soruşturma evresinde müdafisi huzurunda Türkçe olarak ifadesini vermiş, yargılamanın ilk celsesinde de savunmasını yine Türkçe olarak yapmıştır. Sanığın sonraki celselerdeki Kürtçe savunma yapma talebi, diğer sanıklar yönünden verilen ara karara yollamada bulunularak reddedilmiştir. Diğer sanıklar yönünden bu hususta verilen ara karar şöyledir: \"... 5271 sayılı CMK’nın maddesinde sanık veya mağdurun meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmemesi halinde mahkeme tarafından tercüman vasıtası ile duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktaların tercüme edileceğini düzenlendiği, sanıkların Türkiye'de doğup, öğrenim gördükleri, aşamalarda alınan savunmalarını Türkçe olarak yaptıkları, mahkememiz huzurunda da anlaşılır ve düzgün Türkçe kullandıkları, Türkçe dilini anlamak ve konuşmakta hiçbir sıkıntılarının bulunmadığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin 3-e fıkrasında yer alan bir tercüman yardımıyla para ödemeksizin yararlanma hakkının, açıkça, sanığın mahkemenin kullandığı dili anlamadığı veya konuşamadığı durumlarda geçerli olacağından sanıklar … ile bir kısım sanıklar müdafilerinin Kürtçe savunma yapma hususundaki taleplerinin 5271 sayılı CMK’nın 202, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-e maddeleri gereğince REDDİNE oy birliği ile karar verildi...\" Van Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK'nın maddesi ile görevli) 2/7/2012 tarih ve E.2010/356, K.2012/204 sayılı kararı ile başvurucunun atılı suçtan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“…Sanık Cafer Kaçak'ın tamamı dosya içerisinde bulunan ancak çok önemli görülen bir kısmı yukarıya alınan teknik takip kapsamındaki telefon görüşmelerine, sanığın ikametinde ele geçirilen ilimizin dört bölgeye ayrıldığı ve bu bölgelerin sorumlularının isimlerinin yazılı olduğu doküman içeriğine ve tüm dosya kapsamına göre; sanığın Van ilini dört bölgeye ayırarak burada örgütsel çalışmalarda bulunduğu, gençleri sokak hareketlerine yönlendirdiği/bu yönde talimat verdiği, çıkan yasadışı olayları organize ettiği, yasadışı olaylar içerisinde bizzat yer aldığı, örgütsel gizliliğe uygun olarak telefonda konuşulmamasını öğütlediği, bilemeyerek kendisi konuştuğunda ise hayıflandığı, fikren terör örgütünün ideolojisini benimsediği böylece PKK/KONGRA-GEL/KCK terör örgütüne organik bağ ile bağlı olduğu sabit olup, sanığın PKK/KONGRA-GEL/KCK terör örgütüne üye olmak suçundan hareketine uyan TCK'nın 314/2 nci maddesi, 3713 sayılı TMK'nın maddesi, TCK'nın 62, 53, 58 inci maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır…” Temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2013 tarih ve E.2013/4819, K.2013/15435 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, Yargıtay onama ilamından 5/3/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Bireysel başvuru 28/3/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tercüman bulundurulacak hâller” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır. (3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.(4) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Ayrıca sanık;a) İddianamenin okunması,b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.(5) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Tercümanlar, il adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4379", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, delillerin eksik ve hatalı şekilde değerlendirilerek hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, ayrıca ana dilinde savunma yapmak istemesine rağmen mahkemece bunun reddedildiğini belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; haksız gözaltı tedbiri için açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Siverek Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Siverek Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol altına alınarak 27/7/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan temel olgular şöyle özetlenebilir: i. Başvurucunun 1/10/2014 ile 22/7/2016 tarihleri arasında 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrası FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle kapatılan Özel Çağlayan Bulut adlı eğitim kurumunda aşçı olarak çalıştığı belirtilmiştir. ii. Başvurucunun 2014 yılında Bank Asyada hesap açtığı iddia edilmiştir. İddianameyi kabul eden Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda 29/6/2018 tarihinde başvurucunun atılı suçu işlediğinin sabit olmaması gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Beraat kararı istinaf edilmeden 9/7/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, haksız gözaltı tedbiri nedeniyle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesi ile istinaf başvurusunda başvurucu, gözaltına alınmasını gerektirecek hiçbir delil bulunmadığını ve gözaltı tedbirinin koşullarının oluşmadığını belirtmiştir. Siverek Ağır Ceza Mahkemesi 21/12/2018 tarihinde, başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle tazminat hakkına sahip olduğunu ifade etmiş, gözaltı tedbirine bağlı olarak başvurucuya 86,72 TL maddi tazminat ve 200 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi istinaf sürecinin sonunda hükmü hukuka uygun bularak istinaf başvurusunu kesin nitelikte kararla reddetmiştir. Bu karar 13/7/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46; Faik Deniz Şar, B. No:2014/1643, 4/11/2014, §§ 15- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25058", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız gözaltı tedbiri için açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işkence ve görevi kötüye kullanma suçlarının işlendiği iddiasıyla yapılan şikâyet sonucunda hukuk kurallarının ve delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ve işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/11/2013 tarihinde Kağızman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 6/8/2015 tarihli görüşü başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kars ili Kağızman ilçesi Tut köyünde ikamet eden başvurucu 9/6/1994 tarihinde köye gelen askerî özel hareket timlerinin kendilerinden yiyecek istediklerini ancak kendilerinin bu isteği kabul etmediklerini, ertesi gün yanında amcası ve yeğeni ile birlikte askerî tabura komutanla görüşmeye gittiklerinde görevli askerlerin gözlerini bağlayarak kendilerini askerî çadıra aldıklarını belirtmiştir. Yanında bulunan amcası ve yeğeninin yaklaşık bir saat sonra bırakıldığını, kendisinin ise gözleri kapalı şekilde yirmi dört saat su ve aspirin verilerek tutulduğunu, bu zaman içinde falakaya yatırılarak sopa ile dövüldüğünü, vücudunun kızgın demirle dağlandığını ve bıyıklarının yolunduğunu, yüzünün sol tarafının kibrit ile yakıldığını, bayıldığında dışarıya çıkarılarak bir süre bekletildikten sonra bırakıldığını, olaydan bir gün sonra Kars ve Kağızman'da bulunan devlet hastanelerine başvurmasına rağmen doktorların rapor düzenlemediğini iddia etmiştir. Başvurucu, çadırdan ayrıldıktan yaklaşık kırk sekiz saat sonra ayak tırnaklarından kan geldiğini; yapılanlar nedeni ile yıllar sonra ayağında damar tıkanıklığı oluştuğunu belirtmiştir. Başvurucu maruz kaldığı olayın bir gazetenin 5/8/1994 tarihli sayısında haber olarak kullanıldığını belirterek bu gazete sayfasını delil olarak göstermiştir. Olay nedeni ile başvurucu 21/5/2013 tarihinde şikâyette bulunmuş, Kağızman Cumhuriyet Başsavcılığınca işkence suçundan dolayı yürütülen soruşturma sonucunda 2/7/2013 tarihli ve S.2013/351, K.2013/247 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:''...İddia edilen işkence eylemine ilişkin somut delilin bulunmadığı, Kars Adli Tıp Şube Müdürlüğü'nce müştekinin vücudundaki yaraların nasıl meydana geldiğini saptamanın mümkün olmadığı, yaraların yaşamı tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu, yüzünde sabit ize, duyularında ve organlarından birinin işlevinin zayıflamasına ve yitirilmesine neden olmadığı şeklinde rapor düzenlendiği, müştekinin beyanında verdiği bilgiyle şüphelinin saptanmasının mümkün olmadığı,Ayrıca 5237 sayılı Kanun’un 7/ maddeleri gereğince lehe yasanın uygulanması yapıldığında eylemin suç tarihinde yürürlükte bulunan 13/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu, aynı suçun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde düzenlenen işkence suçu ile karşılaştırıldığında ceza miktarı bakımından 765 sayılı Kanun hükmünün daha lehe olduğunu, zamanaşımı bakımından da 765 sayılı kanunun 5237 sayılı Kanuna göre daha lehe olduğunu, 765 sayılı Kanun’un 102/ maddesine göre suçun 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, şikayet ve soruşturmanın yapıldığı tarih itibari ile 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu süre içerisinde zamanaşımın kesintiye uğramadığını, olağan ve olağanüstü zamanaşımı süresinin dolması nedeni ile suçun takibin mümkün olmadığını,Müşteki her ne kadar işkence suçlarından zamanaşımının kaldırıldığını iddia etmişse de, 30/4/2013 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun maddesi ile 5237 sayılı Kanunun işkence suçunu düzenleyen maddesinin son fıkrası ile bu suçlarda zamanaşımı işlemez hükmü getirilse de, lehe kanun değerlendirilmesi yapıldığında geçmişe dayalı olarak uygulamayacağı ....'' Başvurucunun anılan karara itirazı Ardahan Ağır Ceza Mahkemesinin 26/9/2013 tarihli ve 2013/322 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:''...zamanaşımı kesilmiş olsa bile suç tarihi itibariyle olağan ve 765 sayılı TCK'nın 104/2 maddesinde belirtilen olağanüstü zamanaşımı sürelerinin her ikisi de dolduğu, 6459 sayılı kanunun sanık aleyhine geçmişe yönelik uygulamayacağı, Kağızman Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 02/07/2013 tarih ve 2013/351 soruşturma sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından....'' İtirazın reddine dair karar 30/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımı sürelerini düzenleyen maddesi şöyledir:\"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene, 2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,3- Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,4- Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,5- Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para cezasını müstelzim fiillerde iki sene,6- Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar.Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbedyahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.\" 765 sayılı mülga Kanun’un zamanaşımını kesen sebepleri düzenleyen maddesi şöyledir:\"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkûmiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.\" 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.\" 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(2) Suçun;a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,İşlenmesi hâlinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. (5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi hâlinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz. (6)Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun \"Zaman bakımından uygulama\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: \"Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8705", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işkence ve görevi kötüye kullanma suçlarının işlendiği iddiasıyla yapılan şikâyet sonucunda hukuk kurallarının ve delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ve işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; beyanı hükme esas alınan tanığın duruşmada dinlenememesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, mahkûmiyet hükmünün usule aykırı olarak düzenlenen teşhis tutanağına dayanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer hakların ihlal edildiği iddialarına yöneliktir. Başvuru 19/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı 18/3/2009 tarihinde Bursa'nın Kestel ilçesinde sivil kıyafetli polis memurları, hareketlerinden ve üzerindeki kıyafetlerden şüphelendikleri iki kişiyi takip etmiştir. Daha sonra şüphelendikleri kişilerin kimliklerini alıp telefon üzerinden bunları kontrol ettikleri sırada silahlı saldırı sonucu bir polis memuru vefat etmiştir. Saldırgan olay yerinde bulunan diğer polisler tarafından yakalanmış, diğer kişi ise kaçmıştır. Kaçan kişinin kontrol için verdiği kimliğin sahte olduğu ve Gül A. ismine düzenlendiği anlaşılmıştır. Soruşturma sırasında edinilen bilgilere göre öncelikle bu kimlikte yer alan fotoğraftaki kişinin başvurucu olduğu düşünülmüştür. Bu kapsamda -saldırıyı gerçekleştiren kişi ile birlikte- başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesi ile yetkili bölümü tarafından 1/6/2009 tarihinde resmî belgede sahtecilik ve silahlı terör örgütü üyesi olma suçları kapsamında iddianame düzenlenmiştir. Başka bir olayda ise 8/11/2009 tarihinde İstanbul Avcılar'da polislerin şüphelendiği iki kişiye kimlik sorması üzerine polislerle kişiler arasında çatışma yaşanmıştır. Yakalanan kişilerin yasa dışı örgüt olan Marksist Leninist Komünist Partiye (MLKP) mensubiyetlerinin olduğundan şüphelenilmiş ve şüphelilerin ikamet ettiği yerde arama yapılmıştır. Kiraya veren ile yapılan görüşme sonucunda kira kontratında kiracı olarak gözüken kişinin Dilber olduğu, bu sahte kimlikte yer alan fotoğraf ile Gül A. adına düzenlenen sahte kimlikteki fotoğrafın aynı kişiye ait olduğu değerlendirilmiştir. Yakalanan kişilerin ikametgâhında yapılan arama sırasında ayrıca bir evlilik cüzdanı bulunmuştur. Evlilik cüzdanındaki fotoğraf ile Gül A. ve Dilber adına düzenlenen sahte nüfus cüzdan fotokopilerinde yer alan fotoğrafların karşılaştırılması sonucunda söz konusu kişinin Zeynep Y.ye ait olduğunu anlaşılmıştır. Bunun üzerine bu sefer söz konusu kişi hakkında da Bursa'daki olaylar nedeniyle soruşturma başlatılmış, resmî belgede sahtecilik ve silahlı terör örgütü üyesi olma suçları kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/3/2010 tarihinde bir iddianame daha düzenlenmiştir. Aralarında hukuki ve fiilî bağlantı bulunması nedeniyle dosyalar birleştirilmiştir. Hakkındaki yakalama kararı infaz edilememesine rağmen 5271 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile yetkili (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından başvurucu hakkında 20/1/2012 tarihinde beraat kararı vermiştir. Hükmün bu kısmının temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne ulaşan bir istihbari bilgide, silahlı terör örgütü MLKP üyelerinin örgütün aldığı karar doğrultusunda eğitim almak üzere 2010 yılından itibaren terör örgütü PKK/KCK'nın Kuzey Irak ve Suriye'de bulunan kamplarına gittikleri bildirilmiştir. Bu şekilde eğitim alan grupta yer alan, içlerinde başvurucunun da bulunduğu bazı şahısların silahlı eğitim aldıktan sonra tekrar illegal yollardan Türkiye'ye giriş yaptıklarının bildirilmesi üzerine başvurucu ile birlikte istihbari bilgide adı geçen diğer şahıslara yönelik olarak soruşturma başlatılmıştır. Bu süreçte 28/12/2012 tarihinde bir evde yapılan arama sonucunda başvurucu, Y. adına düzenlenen sahte bir kimlikle yakalanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 21/3/2013 tarihinde resmî belgede sahtecilik ve silahlı terör örgütü üye olma kapsamında başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 27/2/2014 tarihinde, bireysel başvuruya konu dava dosyası ile aralarında hukuki ve fiilî irtibat olması nedeniyle dava dosyalarının birleştirilmesine, dava esasının kapatılmasına karar vermiştir.B. Bireysel Başvuruya Konu Olaylar 6/10/2009 tarihinde İstanbul'un Eyüp ilçesinde yer alan bir kuyumcu yağmalanmıştır. Katılanın ve gizli tanıkların ifadesine göre soygunu gerçekleştiren beş kişi de silahlı ve maskelidir. Olay yerinden kaçan şüphelilerden T.A. polisler tarafından kısa sürede yakalanmıştır. Kolluk tarafından yakalanan kişinin ifadesi müdafii de hazır bulunmak suretiyle 8/10/2009 tarihinde saat 30'da alınmıştır Söz konusu ifadede şüphelinin olayın nasıl gerçekleştiğini detaylı olarak anlattığı görülmektedir. Bu kapsamda başvuru konusu ile ilgili olarak özetle yağma eyleminde bulunulacağından daha önceden haberdar olmadığını, toplamda beş kişinin olayın içinde yer aldığını, sadece (erkek olan) İrfan G.yi daha önceden tanıdığını, kendisinin soygun sırasında silah taşımadığını, olaydan kısa bir süre önce silahların İrfan G. tarafından diğerlerine dağıtıldığını, daha sonra da kar maskelerinin ve eldivenlerin verildiğini, soyguna katılan kişilerden ikisinin kadın olduğunu ifade etmiştir. Kısa boylu olarak tarif ettiği kadınla beraber kuyumcudaki altınları ve paraları poşete doldurduğunu, tanımadığı erkek kişinin kuyumcuyu etkisiz hâle getirdiğini, diğer uzun boylu olarak tarif ettiği kadının ise İrfan G. ile beraber gözcülük yaptığını belirtmiştir. 7/10/2009 tarihinde saat 30'da müdafii eşliğinde teşhis tutanağı hazırlanmıştır. Yakalanan şahsın arşivden gösterilen dokuz fotoğraf arasında yağma sırasında kasadan paraları alan şahıs olarak başvurucuyu teşhis ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bu tutanakta başvurucunun fiziki özelliklerini belirttiği de görülmüştür. 8/10/2009 tarihinde, yakalanan şüpheli, savcılık önündeki ifadesi ve hâkimlik önündeki sorgusunda da daha önceki ifadelerini teyit etmiş ve bildiklerini anlattığını söylemiştir. Diğer şüphelilerle birlikte başvurucu hakkında da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 18/12/2009 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede şüphelilerin yağma suçunu MLKP terör örgütü adına örgüte gelir sağlamak amacıyla gerçekleştirdikleri değerlendirilmiş, söz konusu eylemin devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya bozmaya yönelik olduğu kanaatine varıldığından şüpheliler hakkında ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında iddianame düzenlenmiştir. Görevli ve yetkili mahkemenin (kapatılan) (CMK madde ile yetkili) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin olduğu anlaşılmıştır. İlk duruşma 18/5/2010 tarihinde yapılmıştır. Olaydan hemen sonra yakalanan T.A. bu duruşmada; emniyet, savcılık, hâkim önündeki ifadeleri ile teşhis tutanağını teyit etmiştir. Aynı davada yargılanan diğer sanık İrfan G. de savunmasını yapmıştır. Duruşma sonunda başvurucu hakkındaki yakalama emrinin infazının beklenmesine karar verilmiştir. Katılan, ikinci duruşmada dinlenilmiş ve soygun sırasında kişilerin yüzlerinde kar maskesi olduğunu belirtmiştir. Üçüncü duruşmada, gizli tanıkların dinlenilmesine karar verilmiştir. Gizli tanıkların üç kişi olduğu anlaşılmaktadır. Bu gizli tanıklardan birisi, dördüncü duruşmada dinlenilmiştir. Gizli tanık bu ifadesinde suça karışan kişilerden birisinin İrfan G. olduğunu belirtmiş, başvurucuyla ilgili olarak herhangi bir ifadede bulunmamıştır. Ayrıca olay anında yanında bulunan diğer kişinin de kendisi gibi emniyette tanık olarak ifade verdiğini belirtmiştir. Bir sonraki duruşma sonunda diğer iki gizli tanığın dinlenilmesinden dosya kapsamı itibarıyla vazgeçilmesine ilişkin karar verilmiştir. Tutuklu bulunan sanıkların istemi üzerine 29/5/2012 tarihli yedinci duruşmada savunma tanıkları dinlenilmiştir. Bu duruşmada davada yargılanan sanıklardan T.A., teşhis tutanaklarında kendisine gösterilen fotoğraftaki kadınları simaen benzettiğini ve İrfan G.nin de bildiği kadarıyla örgütle alakalı olmadığını belirtmektedir. Benzer bir ifadeyi 6/12/2012 tarihli dokuzuncu duruşmada da ifade etmiş, bununla birlikte sadece İrfan G. ile ilgili olarak kolluktaki ifadesi sırasında doğru söylediğini ifade etmiştir. Başvurucunun yakalanmasından sonra, yağma eyleminde yer alan kadınların arasında başvurucunun olmadığını sanık T.A. açık bir dille ifade etmiştir. Bu kapsamda başvurucunun da hazır bulunduğu 19/2/2013 tarihli duruşma zaptının ilgili kısmı şu şekildedir:\"Sanık T.A: Ben mahkemenizdeki savunmamda gösterilen fotoğraflar ile ilgili simaen benzettim. Bana üç dört tane resim gösterdiler. Bu nedenle huzurda bulunan sanığın günahını almak istemiyorum. Kesinlikle bu şahıs değildir. Sanığa aşamalardaki ifadeleri ve olay anlatıldı. Soygundan önce bir araya geldikleri, toplandıkları, bu sırada henüz herkesin yüzünün açık olduğu, herhangi bir maske veya örtü olmadığı, aralarında konuşmalar geçtiği, yüzyüze görüştükleri hatırlatılarak soruldu,Sanık T.A.: Olay öncesi gelen bayanlar içerisinde bu kişi yoktu. Benim ifademde belirttiğim bayanlardan bir tane kısa boylu, diğeri baya uzun boyluydu. Huzurda bulunan bayandan hiç alakaları yoktu, dedi.\" Sanık T.A. 30/4/2013 tarihli duruşma sonunda tahliye edilmiştir. T.A.nın benzer ifadelere 17/12/2013 ve 26/3/2015 tarihli duruşmada da yer verdiği anlaşılmaktadır. T.A.nın söz konusu duruşmalardaki ifadeleri sırasıyla şu şekildedir:\"...benim olay sırasında gördüğüm bayanlardan kısa olarak tarif ettiğim bayan huzurda bulunan sanık Remziye'den kısa, uzun olarak tarif ettiğim bayan da Remziye'den uzundur, emniyette teşhis sırasında bana fotoğraflar gösterildiğinde ben simaen benziyor diye beyanda bulundum, tutanağı da tam olarak okumadan imzaladım, olaydan önce ben her iki bayanı da görmüştüm ancak çok kısa süre olarak görmüştüm, huzurda bulunan sanık Remziye olaya katılan kişi değildir dedi.\"\"...ben bu işin içinde vardım ancak zorunlu olarak istemeyerek bu işin içine sokuldum, buradaki bulunan sanıkların benim teşhis ettiğim kişilerle hiç alakası yoktur. Bana zaten birkaç fotoğraf gösterildi. Ben de simaen benzediklerini söyledim. Ben kimsenin günahını almak istemiyorum. Benim teşhis ettiğim kişilerden burada kimse yok. Olayda yer alan kimse yoktur, ... dedi.\" Başvurucunun İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki savunması sonrasında göstermiş olduğu tanıklar dinlenmiştir. 5/11/2013 tarihli duruşmada, sanıkların suçlarının sübutu hâlinde haklarında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanma ihtimaline binaen 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereğince sanıklar ve müdafilerine ek savunma hakkı verilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 5271 sayılı Kanun'un maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Tutuklu bulunan sanıklara esas hakkında mütalaaya karşı savunma vermeleri için süre tanınmıştır. 17/9/2014 tarihli duruşmanın sonunda başvurucunun astım hastası olması nedeniyle eylemi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği konusunda uzman doktor raporu alınması talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun talebinin yargılamanın geldiği aşama ve olay tarihi üzerinden geçen süre dikkate alınarak yargılamaya yenilik katmayacağı gerekçeleriyle reddedildiği görülmüştür. 1/6/2016 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını yine sunmuştur. Başvurucunun ve diğer sanıkların talebi üzerine süre verilerek duruşma ertelenmiştir. Duruşmaların daha sonra iki kez süre istenmesi nedeniyle ertelenmesi üzerine 26/10/2016 tarihinde yapılan son duruşmada başvurucu ve müdafii, sanık T.A.nın ifadelerinin çelişkili olduğunu yinelemiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi üç sanık yanında başvurucu hakkında da Anayasa'yı ihlal ve yağma suçları kapsamında mahkûmiyet kararı vermiştir. Ayrıca başvurucunun aldatıcı kabiliyeti haiz kimlik kullanması nedeniyle hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan da mahkûmiyet hükmü verilmiştir. Gerekçede şu tespitlerde bulunulmuştur:i. Kimliği tespit edilemeyen bir erkek şahısla birlikte başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam beş kişinin olay tarihi olan 6/10/2009 günü saat 45 sıralarında İstanbul Eyüp Akşemsettin Mahallesi Cengiz Topel Caddesi üzerinde bulunan kuyumcuya eldiven ve kar maskeleri takılı olduğu hâlde geldiği, T.A. dışındaki kişilerde silah olduğu, başvurucunun içerideki paraları alan kişi olduğu kabul edilmiştir.ii. MLKP terör örgütü soruşturmasına yönelik İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/9/2009 günlü dinleme kararı kapsamında dinlenen sanık İrfan G.nin görüşmelerinde \"Cengiz Topel'de yapacağız\" şeklindeki konuşmaları ile olaydan sonra \"zayiat var mı?\" şeklinde mesaj alması dikkate alınmıştır. Bu şekilde yağmanın; maskeli, eldivenli, biri otomatik olmak üzere silahlı birden fazla kişilerce işlenmesi ve yakalanan sanık T.A.nın MLKP terör örgütü adına pankart asmaktan kaydının bulunması hususları da gözönüne alınarak suçun örgüt kapsamında ve örgüte gelir temin etmek için işlendiği kabul edilmiştir.iii. Güvenlik kuvvetlerinin yakalanan sanık T.A.ya MLKP örgütünün fotoğraf arşivinden yaptırdığı teşhisler neticesinde olay sonrası kaçan sanıklardan birinin başvurucu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca sanıklardan T.A.nın kovuşturma aşamasının ilerleyen safhalarında diğer sanıkları cezai sorumluluktan kurtarmaya yönelik değişen ifadelerine inandırıcı bulunmadığı için itibar edilmediği, soruşturma aşamasındaki ilk ifadelerine ve teşhislerine itibar edildiği yer almaktadır. Bunun yanında soruşturmada evresinde tanık olarak dinlenen -gizli tanık olmayan- G.nin \"Remziye'nin kendisinden su isteyip üstünü değiştirmek isteyen yorgun ve telaşlı kadına benzediğini\" söylemesi de dikkate alınmıştır.iv. Sanıkların MLKP'nin faaliyetleri çerçevesinde iddianamelere konu eylemlerden önce ve sonra da bazı etkinlik ve eylemlere katıldıkları belirtilmektedir. Dosyada incelenip tartışılan delillere göre kuyumcunun silahlı yağmalanmasının da MLKP örgütünün faaliyeti kapsamında işlendiğinde bir tereddüt yaşanmadığı vurgulanmaktadır. Bu kapsamda yağma için seçilen yer, suç konusunun önemi ve değeri, beş failden dördünün silahlı hatta bunlardan birinin vahim nitelikteki silahlı oluşu, gündüz vakti yağmalamanın yapılış şekli, çevre işyeri sahiplerinde, müşteri ve vatandaşlarda yarattığı korku gözönüne alındığında vahim nitelikteki bu yağma eyleminin amaç suç olan Anayasa'yı ihlal suçunun ögelerini oluşturduğu kabul edilmiştir. Bu durum nedeniyle silahlı suç örgütü üyeliği suçundan ayrıca cezalandırma cihetine gidilmediği, buna karşın 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki düzenlemeden dolayı yağma suçundan da başvurucunun ayrıca cezalandırılması gerektiği ifade edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Resmî belgede sahtecilik suçu yönünden oybirliğiyle kesin olarak, diğer suçlar yönünden ise oyçokluğuyla temyiz yolu açık olmak üzere istinaf başvurusu reddedilmiştir. Karşıoy kullanan üye hâkim gerekçesinde; emniyette yaptırılan fotoğraf teşhisi dışında bir delilin bulunmadığını, yargılama sırasında T.A.nın yağma eyleminde başvurucunun ve diğer kadının yer almadığını ifade ettiğini, diğer sanık İrfan G.nin de yağma eylemine katılan kişiler hakkında bilgi vermediğini, bu durumda başvurucunun üzerine atılı yağma ve Anayasa'yı ihlal suçlarından delil yetersizliği nedeniyle beraatine karar verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Yargıtay Ceza Dairesi 13/2/2018 tarihinde oybirliğiyle hükmün onanmasına karar vermiştir. Kararda; tanık beyanlarına, teşhis tutanaklarına, ekspertiz raporlarına ve tüm dosya kapsamına göre yerel mahkemenin kabul, uygulaması ve gerekçesi yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki bozma düşüncelerine iştirak edilmediği de belirtilmiştir. Başvurucu vekili, nihai kararı 26/3/2018 tarihinde öğrendiğini belirterek 19/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat 2/6/2007 tarihli ve 5681 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la değişik 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun ek maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: \"...Polis, olaydaki failin, gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir.Tanıklıktan çekinebilecek olanlar, teşhiste bulunmaya zorlanamaz.İşleme başlanmadan önce, teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır.Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birden fazla ve aynı cinsten olması, aralarında yaş, boy, ağırlık, giyinme gibi görünüşe ilişkin hususlarda benzerlik bulunması gerekir. Teşhis için gerekli olması halinde, şüphelinin görünüşü ile ilgili gerekli değişiklikler yapılabilir. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin her birinde, teşhis sırasında bir numara bulundurulur.Teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birbirini görmemesi gerekir.Teşhis işlemi en az iki kez tekrarlanır ve teşhiste bulunması istenen kişiye, şüphelinin teşhis edilecek kişiler arasında yer almıyor olabileceği hatırlatılır.Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin, bu işlem sırasında birlikte fotoğrafları çekilerek veya görüntüleri kayda alınarak, soruşturma dosyasına konur.Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir.Teşhis işlemi tutanağa bağlanır....\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. (2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. (4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. (5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. (Ek cümleler: 25/5/2005 - 5353/29 md.) Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir. (2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa. (3) Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir. (4) (Mülga: 25/5/2005 - 5353/29 md.)\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\" Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62 nci maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir. (2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.\" 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur. (3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.\"B. Yargısal İçtihat Yargıtay Ceza Dairesinin 23/11/2018 tarihli ve E.2017/968, K.2018/4552 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"[...] Doktrin ve yerleşik yargısal içtihatları (Yargıtay Ceza Dairesinin 1995 tarih 348-3184 sayılı kararı) göre silahlı terör örgütü üyeliği suçları temadi eden suçlardan olup suç tarihi temadinin kesildiği yani failin yakalandığı tarihtir. Silahlı terör örgütleri ve üyeleri için amaç suç olan ve 765 sayılı TCK’nın ve , 5237 sayılı TCK’nın ise ve maddelerinde düzenlenen, ülkeyi bölmek veya yönetim şeklini değiştirmek suçları yönünden suç tarihi, amacı gerçekleştirmeye elverişli son eylem tarihidir[...]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 25/2/2010 tarihli ve E.2009/5271, K.2010/2433 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık Nurettin. K.ın üyesi olduğu silahlı terör örgütünün amacı doğrultusunda 1995 tarihinde İstanbul Bayrampaşa Kartaltepe mahallesinde silahlı yağma, sanıklar Nurettin K. ve Cemal S.'nın ise 1995 tarihinde İstanbul Sefaköy'de bir araca monte ettikleri bombanın patlatılması sonucu biri ağır üç kişinin yaralanması şeklindeki vahim olaylara katıldıklarının iddia ve kabul edilmiş olması karşısında, eylemlerine uyan ve suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK'nın 146/ maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şeklide hüküm kurulması, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/1/2011 tarihli ve E.2010/8311, K.2011/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"[...]Sanık K.ın örgütün faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirdiği kabul edilen ve dosya kapsamı ile de sübut bulan 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma' ve 'yağma' suçlarının niteliği itibariyle eylemlerinin bir bütün halinde suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın maddesinde tanımlanan Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı maddelerle uygulama yapılması, Kanuna aykırı olup,[...]\" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2012 tarihli ve E.2011/5647, K.2012/7947 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"PKK terör örgütü adına istenen parayı vermemesi üzerine ödeme yapmaya zorlamak amacıyla ve örgüt sorumlusunun talimatı doğrultusunda mağdur Halit A.ın evine cebir ve tehdit oluşturacak biçimde molotof kokteyli atarak paranın tahsilini sağlayan sanık Mustafa B.in yağma suçunu oluşturan bu eyleminin amaç suçu işlemeye elverişli ve vahim nitelikte olduğunun anlaşılması karşısında, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 125, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 302/1, 174/1, 149/1-a-c-f-g maddelerinde düzenlenen suçları oluşturacağı,[...]\" Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 23/1/2019 tarihli ve E.2018/1998, K.2019/53 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Ayrıntıları Yargıtay Ceza Dairesinin 2017 gün ve 2017/1443-4758 sayılı kararında ve yerleşik Yargıtay kararlarında açıklandığı üzere, Anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçladığı çeşitli eylemleriyle belirlenmiş bulunan kimi suç örgütlerinin amaçları doğrultusunda işlediği cebir ve şiddet içeren çeşitli eylemlerin bu suçu (Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs) oluşturacağını kabul edilmektedir. Örneğin failin mensubu bulunduğu silahlı örgütün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasını zorla değiştirip yerine başka bir ilkeye dayalı bir sistem getirmek şeklindeki amacına yönelik olarak gerçekleştirdiği silahlı saldırı, güvenlik güçleriyle çatışmaya girilmesi, yağma, kişinin kaçırılıp sorgulanması, araç yakma ve öldürmeye teşebbüs vb. eylemler TCK'nin maddedeki suçu oluşturmaya yeterli ve elverişli olduğu kabul edilmektedir.\" Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 21/6/2017 tarihli ve E.2017/807, K.2017/628 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"TCK'nın maddesinin gerekçesinde, suçun yalnızca ‘cebri’ fiillerle işlenebileceği belirtilmiş ve dolayısıyla suçun niteliği gereğince cebri fiiller dışındaki hareketlerin elverişli sayılamayacağı ifade edilmiştir. Şu halde maddedeki suç, korunan değerlere yönelik olarak tehdit veya şiddet içeren baskı, korkutma, yıldırma, sindirme gibi yöntem ve eylemlerle işlenebilir. Yine madde gerekçesinde, eylemin maddede korunan değerlere yönelik neticeleri gerçekleştirmeye ‘elverişli’ bulunması gerektiği vurgulanmış, yerleşik Yargıtay kararlarında da suçun oluşabilmesi için fiilin amaca elverişli olması şartı süregelen uygulamalarda aranmıştır. Yargıtay, maddede gösterilen tehlikeyi oluşturmaya yönelik eylemde, sonuca uygun ve elverişli araçları aramakta ve bunu suçun işlendiği yer, zaman ve neticeleri ile birlikte değerlendirmektedir.Bu kapsamda; ülke bütünlüğünü bölmeyi amaçlayan örgütün, amacı doğrultusunda kolluk görevlilerine veya sivil halka saldırı, terör ortamı yaratmak için kamu veya özel kişilere ait araç, bina ve benzeri yerlerin yakılması, silahlı taciz, yaralama, öldürme, yağma, örgüte gelir temini maksadıyla kişilerin alıkonulması, hürriyetten yoksun bırakma, güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girilmesi, köy basılması, silahla ve roketle saldırıda bulunulması, öldürme eylemi için eleman temin edip eyleme katılmalarının sağlanması ve benzeri eylemler Devletin ülkesine, egemenliğine ve birliğine yönelik önemli nitelikte eylemler olarak kabul edilmektedir.Silahlı örgüte üye olmak suçu ise, nitelikleri belirtilen örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Böylece bir örgüte katılmakla kişi örgüt üyeliğini kabul etmiş sayılmaktadır. Bu itibarla TCK'nın 314/ maddesinde yazılı örgüt üyeliği suçunun oluşması için, bu maddenin fıkrasında yazılı suçları işlemek için oluşturulan silahlı bir örgütün bulunması veya böyle bir örgütün yöneticilerinin herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir. Örgüte katılanların, örgütün gayesini bilerek ve benimseyerek bu örgüte girmiş olmaları ve yapıya dahil olma kastıyla ilişki içerisine girmeleri gerekir. Örgüt üyeliği suçunun oluşumunda temel ölçüt, kişinin rızasıyla örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmasıdır (organik bağ kriteri). Ayrıca sanığın eylemlerin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluğu kriteri ile eylemin niteliği kriteri (karineden yola çıkan kriter) örgüt üyeliği suçunun maddi unsuru bakımından organik bağ kriterine ilave istisnai ölçütlerdir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Dosya içeriğinden, 2014 yılı içerisinde PKK terör örgütünün dağ kadrosuna katılan ve \"X1\" kod adını kullanan sanığın, 24/10/2016 tarihinde kendiliğinden karakola gelerek teslim olduğu ve gerek çok sayıda örgüt mensubunun kimliği, gerekse örgüte ait silah, patlayıcı madde ve yaşam malzemelerinin bulunduğu yerler hakkında ayrıntılı bilgiler verdiği, sanığın verdiği bilgiler doğrultusunda terör örgütüne ait bir çok barınak bulunarak buralardaki silah ve diğer malzemelerin ele geçirildiği, yine teşhis ettiği kişiler hakkında terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma başlatıldığı, aşamalardaki savunmalarında halka veya güvenlik kuvvetlerine yönelik silahlı saldırı gibi herhangi bir eyleme katılmadığını söyleyen sanığın bu beyanının aksini gösteren herhangi bir delilin dosyada bulunmadığı, sanığın beyan ve yer göstermeleri üzerine sığınak ve mağaralarda depolanmış olarak ele geçirilen silah ve patlayıcı maddelerin muhafaza ve bulunuş şekilleri itibariyle TCK'nın maddesinde düzenlenen suçun oluşması için gerekli vehamet unsurunu ihtiva ettiğinden söz edilemeyeceği, zira anılan maddedeki suçun oluşumu için kanun maddesinde ve yerleşik yargısal uygulamalarda belirtildiği üzere yukarıda açıklanan tarzda bir eylemde bulunulması veya bu eylemlere teşebbüs edilmesi gerektiği;Bu durumda; Mahkemece, sanığın terör örgütü içerisinde bulunduğu süre içerisinde herhangi bir eyleme katılıp katılmadığı hususunun etraflıca araştırılması ve katıldığı herhangi bir eylem bulunduğunun anlaşılması halinde, bu eylemin niteliği yukarıda açıklanan hususlar çerçevesinde tartışılarak hakkında TCK'nın maddesinin tatbik edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi, herhangi bir eyleme iştirak ettiğinin belirlenememesi halinde ise, sanığın eyleminin terör örgütü üyeliği niteliğinde bulunduğu gözetilerek hakkında TCK'nın 314/2 ve 221/ maddelerine göre uygulama yapılması gerektiği halde, bu hususlarda herhangi bir açıklama yapılmaksızın ve yalnızca sanığın yer göstermesi üzerine ele geçen silah ve patlayıcı malzemelerin nitelik ve miktarı itibariyle vehamet arz ettiği şeklindeki soyut ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması,\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12143", "Başvuru Konusu":"Başvuru, beyanı hükme esas alınan tanığın duruşmada dinlenememesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, esasa etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, mahkûmiyet hükmünün usule aykırı olarak düzenlenen teşhis tutanağına dayanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer hakların ihlal edildiği iddialarına yöneliktir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/3/1996 tarihinde alacak davası açmıştır. Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesi 10/12/1996 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 12/5/1997 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 9/10/1998 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Dairenin 13/4/1999 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mahkemece 24/3/2000 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Dairenin 24/10/2000 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mahkeme 7/5/2002 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiş, karar Daire tarafından 3/10/2003 tarihinde bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 7/5/2007 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiş, anılan karar Daire tarafından yeniden bozulmuştur. Mahkemece 7/4/20011 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 5/11/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, Dairenin 2/12/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19291", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir belediyeye bağlı şirkette işçi olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yapmış olduğu paylaşım nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1972 doğumlu olup 1997 yılından iş akdinin feshedildiği 3/11/2017 tarihine kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Metro İstanbul Anonim Şirketinde vatman olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşımda bulunmuştur:\"Yumurtalık petrol boru hattından sperm akıtacaklar hani 3 çocuk yapın diye\" İşveren Şirket, bahse konu paylaşım nedeniyle 22/5/2003 tarihli ve4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası gereğince başvurucunun iş akdini haklı nedenle feshetmiştir. Başvurucu; fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek işveren aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme)paylaşımın eleştiri sınırlarını aşarak hakaret düzeyine vardığını, başvurucunun pozisyonu itibarıyla bu durumun işyerinde olumsuzluklara yol açabileceğini, feshin haklı değilse de geçerli olduğunu belirterek davanın reddine karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi), Mahkemenin kararını hukuka uygun bularak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu 29/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21066", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir belediyeye bağlı şirkette işçi olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yapmış olduğu paylaşım nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, \"resmi belgede sahtecilik\" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12/7/2007 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2009 tarih ve E.2009/979 sayılı iddianamesi ile \"dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik\" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesi, 25/3/2010 tarih ve E.2009/109, K.2010/229 sayılı kararı ile başvurucu hakkında, \"dolandırıcılık\" suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine, \"resmi belgede sahtecilik\" suçundan açılan kamu davasında Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 28/12/2010 tarih ve E.2010/335, K.2010/524 sayılı kararı ile başvurucunun \"resmi belgede sahtecilik\" suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/10/2013 tarih ve E.2012/8978, K.2013/14936 sayılı ilâmı ile onanmıştır. Başvurucu, anılan kararı 2/12/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu, 3/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9129", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, \"resmi belgede sahtecilik\" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Çorlu Adliyesinde hâkim olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, aynı tarihte Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadesinin müdafii huzurunda alınması sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğinde 18/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucuifadesinde özetle liseyi bitirdikten sonra Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak çalışmaya başladığını, hâkim adaylığı sınavını kazanmasının ardından da 2004 yılında mesleğe başladığını, 2013 yılında Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olarak atandığını, 2015 yılındaki kararname ile de Çorlu Hâkimliğine tayin edildiğini, darbe teşebbüsünün yaşandığı tarihte memleketi Konya'da yıllık izinde olduğunu, darbe teşebbüsüne doğrudan katılan kişilerle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını, hakkındaki yakalama ve gözaltı kararını öğrenir öğrenmez Çorlu'ya geldiğini, dolayısıyla kaçma şüphesinin bulunmadığını, isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:\" ... isnad edilen suçun şüpheli tarafından işlendiğine dair somut delil ııiteliğindeki; soruşturma dosyasmda mevcut Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genet Sekreterliği ... Sayılı şüphelilerin darbeye teşebbüs eylemlermin ardında olduğu belirtilen FETÖ Terör Örgütü ilc ilişkilendirmeleri sonucu tedbiren görevden uzaklaştırılmalarına dair yazısı, bu yazıya dayanak teşkil eden HSYK 3 Dairesi .... soruşturma izni verilmesi teklifi ve HSYK 2 Daire .... sayılı görüşme tutanağına göre şüphelinin de aralarında bulunduğu darbe girişiminde bulunan FETÖ/ PDY terör örgütü mensubu olan askerler ile birlikte şüphelinin de fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduğuna dair kuvvetli delil ve şüphe bulundultundanbu kapsamında HSYK soraşturmasmın ve darbe kalkışmasına dair soruşturmalarm devam etmesi, darbe katkışmasında ve darbenin başarılı olması halinde sonrasında uyumlu olduğu değerlendirilen şüphelinin devlet içinde bulundukları Hakimlik Savcılık makamı itibariyle sahip oldukları nitelik ve vasıfları, şüpheli hakkındaki başlatılan soruşturmanın önem ve mahiyeti: şüphelinin savcılıktaki ifadesi ve hakimliğimizdeki ayn ayrı sorgusu birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin müsned suçu işlediğine dair 5271 sayılı CMK,' nın 100/ maddesi gereği somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, şüpheli üzerine atılı isnad edilen suçlamanın 5271 sayılı CMK 100/ uyarınca katalog suçlardan olduğu ve tutuklama nedeni bulunduğu; ülke çapındaki bir çok şehit1erin verildiği, çatışmaların yaşandığı, TBMM'nin bombalandığı Cumhurbaşkanma saldırı düzenlendiği sivil halkın üzerine rastgele ateş edildiği, MİT'in bombalandığı, emniyettin bazı birimlerine ve askeri tesislere yönelik saldırtların yapıldığı, bu anlamda işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlcmi değerlendirildiğinde şüpheli hakkında adli kontrol tedbirinin uygulamasından sonuç alınamayacağı hususunda hakimliğimizde oluşan kanaat ve ölçülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemiolan adli kontrol redbirinin uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç, ortaya çıkan netice dikkate alındığında yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeycceği değerlendirilmekle şüphelinin tutuklanması talebinin kabulü ile ... TUTUKLANMASINA... [karar verildi.] \" Başvurucu tutuklama kararına 18/7/2016 tarihinde itiraz etmiş, Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Çorlu Sulh Ceza Hâkimliği 7/10/2016 tarihinde, Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:\" ...isnad edilen Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu nedeniyle şüpheliler hakkındaki HSYK Genel Kurulu'nun tutuklu şüphelilerin Fetö Pdy terör örgütü ile üyeliklerine dair görevden uzaklaştırılmaları kararı nedeniyle somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeninden dolayı tutuklandıkları, devam eden süreçte tutuklu şüphelilerin HSYK'nın ... kararları ile hakim savcılık mesleğinden aynı gerekçe ile ihraç edildikleri, tutuklu şüphelilerin tahliyesini gerektirecek nitelikte şüpheliler lehine yeni delil bulunmadığı, şüpheliler yönünden ayrı ayrı tutuklanmalarına esas kararlarında belirtilen somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedeninin varlığını sürdürdüğü, soruşturmanın sürmekte olduğu ve şüphelilerin salıverilmesini gerektirecek nitelikte hukuki durumlarında ve delil durumunda bir değişiklik bulunmadığı, 5271 sayılı CMK katalog suç düzenlemesine göre tutuklama nedeni bulunduğu, şüphelilere isnad edilen suçun niteliği, 15/07/2016 gecesinde Türk tarihinde görülmemiş şekilde halkın üzerine, halkın temsilcilerinin üzerine, devlet başkanına dönük saldırılar silahlı saldırılar düzenlendiği, tutuklu şüphelilerin belirlenen eylemler ile irtibatına dair HSYK kararı çerçevesinde tutuklama kararının ölçülü olduğu, adli kontrol tedbirlerinin beklenen yararı sağlamayacağı nazara alınarak ... şüphelilerin AYRI AYRI TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA... [karar verildi.] \" Başvurucu karara itiraz etmiş, Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği 27/10/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuya 2/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Soruşturma belgeleri incelendiğinde, bazı kişilerin başvurucu hakkında anlatımlarının bulunduğu görülmüştür. Bu beyanların ilgili kısımları şöyledir: i. İ.O. (HSYK eski üyesi) 23/12/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli olarak verdiği ifadesinde \"Kendisi bakanlıkta memur olarak çalıştığı dönemde hukuk fakültesini bitirmişti. Kendisi Feıullah Gülen cemaati ile ilgisi olmadığını biliyorduk. Bir yerden başlasın diye Hakkari'ye ACM Başkanı yapılmasına karar verdik.\" şeklinde beyanda bulunmuştur.ii. S.Ö. (eski Çorluhâkimi) 12/3/2017 tarihli fotoğraf teşhis tutanağında \"İsmini Mustafa olarak biliyorum. Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde 2013-2015 yılları arasında başkan olarak görev yapmış, Çorlu Adliyesine 2015 yılında atandığında yukarıda ismini vesoy ismini söylediğim Ö. ile birlikte takıldılar. FETÖ Mensubudur\" şeklinde ifadede bulunmuş, fotoğraf üzerinden yaptırılan teşhis işleminde başvurucuyu kesin ve net olarak teşhis etmiştir. Öte yandan soruşturma belgeleri içeriğinden hâkim olarak yargılamasını yaptığı bir kısım davada FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen kişiler lehine sonuç doğuracak şekilde kararlar verdiğine yönelik HSYK'ya başvurucu hakkında yapılan şikâyetler ve yürütülen idari soruşturmaların bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu şikâyetlere ilişkin yapılan idari soruşturma neticesinde verilen HSYK kararlarının içerikleri özetle şu şekildedir:i. Başvurucunun Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olarak çalıştığı süreçte yakın akrabayı öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanan E. tarafından, hâkim O.A. ve Cumhuriyet savcısı İ.nin FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğunun duruşmada söylenmesi ve ayrıca konuşma kayıtlarının çıkarılmasının istenmesi üzerine başvurucunun \"Kimseyi töhmet altında bırakma.\" diyerek isteneni yapamayacağını belirttiği iddiasına ilişkin olarak HSYK Dairesinin 20/2/2017 tarihli kararıyla, ileri sürülen iddianın genel ve soyut mahiyette olduğu, bu iddiaları doğrulayan somut delil gösterilmediği gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar verildiği görülmüştür.ii. Başvurucunun Çorlu Asliye Ceza hâkimi olarak görev yaptığı sırada anılan Mahkemenin E.2013/165 sayılı dosyasında sanık olan ve Çorlu'da FETÖ/PDY'nin imamı olarak bilindiği ileri sürülen K.A.yı beraat ettirip müştekiyi katılan yapmayarak temyiz hakkını engellediği iddiasına ilişkin olarak HSYK Dairesinin 27/2/2017 tarihli kararı ile söz konusu iddianın genel ve soyut mahiyette olduğu, somut delil gösterilmediği gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar verildiği anlaşılmıştır. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 30/1/2017 tarihli müzekkeresi ile başvurucunun telefonunda kullandığı hatlarda ByLock programının kullanıp kullanılmadığını ilgili kolluk biriminden sormuştur. Anılan müzekkereye İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce 3/2/2017 tarihli yazı ile verilen cevapta, başvurucunun ByLock kullanıcısı olduğuna dair bir veriye rastlanmadığı belirtilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2017 tarihinde, başvurucunun adli kontrol altına alınıp tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/3/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\" ...Şüphelinin devam eden soruşturma kapsamında hakkındaki digital verilerin incelenmesi de dahil delillerin toplanma aşamasında olduğu ancak şüphelinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından şifreli haberleşme aracı olarak kullanılan Bylock uygulamasını bu aşamada kullanmadığının tespit edildiği, sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve TC Anayasa'sının Maddesinde düzenlenen 'ölçülülük' prensibi de dikkate alınarak şüpheli hakkında bu aşamada Adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yeterli olacağı kanaatine varılmakla şüpheli hakkında Çorlu Sulh Ceza Hakimliğinin 18/07/2016 tarih ve 2016/3166 iş sayılı tutuklama kararından TAHLİYESİNE, ... [karar verildi.]\" Başvurucu hakkındaki soruşturma, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/65541", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19734", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, 1/3/1988 tarihinde Tunceli Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını, dava konusu taşınmazı bu sürede kullanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 14/3/2014 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.   Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Tunceli Merkez Atatürk mahallesinde yürütülen kadastro çalışmaları sonunda Tunceli Kadastro Komisyonunun 110 ada 35 numaralı parsel hakkında almış olduğu 4/11/1986 tarihli ek kararı sonrası söz konusu parselin başvurucu ve diğer paydaşlar adına hisseli olarak tespiti yapılmıştır. Bu tespit üzerine hak sahibi olduğunu iddia eden N.Y. tarafından başvurucu ve paydaşları aleyhine 1/3/1988 tarihinde Tunceli Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Bu dava Mahkemenin E.1988/34 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Maliye Hazinesi ve bazı şahıslar tarafından açılan E.1988/52, E.1987/189, E.1988/15, E.1987/33, E.1987/163 sayılı davalar da E.1988/34 sayılı dava ile birleştirilmiştir. Başvurucu ilk aşamada davalı olarak yargılamada yer alırken daha sonra 6/11/2002 tarihli dilekçesi ile hisse satışı nedeniyle satın aldığı kısmın kendisi adına tescil edilmesini talep etmiş ve müdahil davacı olarak yargılamada yer almıştır. Tunceli Kadastro Mahkemesi, 17/12/2003 tarih ve E. 1988/34, K.2003/61 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 2/6/2006 tarih, E.2006/2750, K.2006/4947 sayılı ilamıyla, eksik inceleme yapıldığı, komşu parsel olan 110 ada 29 parsel numaralı taşınmaza ilişkin yargılamanın devam ettiği Tunceli Kadastro Mahkemesinin E.1991/1 sayılı dosyası ile işbu dosyanın birleştirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. Bozma üzerine dava, Mahkemenin E.2007/419 sayılı dosyasına kaydedilerek yeniden görülmeye başlanmıştır. Bozma kararı doğrultusunda E.1991/1 sayılı dosya, Tunceli Kadastro Mahkemesinin 7/3/2008 tarih, E.1991/1 ve K.2008/1 sayılı kararıyla E.2007/419 esas sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Yargılama Tunceli Kadastro Mahkemesinin E.2007/419 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 14/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4069", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, 1/3/1988 tarihinde Tunceli Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını, dava konusu taşınmazı bu sürede kullanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, Fransa Cumhuriyeti Devletinden aldığı emekli maaşından kesinti yapıldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/10/2012 tarihinde Konya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu otuz yedi yıl Fransa’da çalışarak, prim ödemiştir. Başvurucunun emeklilik hakkını kazanmasıyla, Fransa sosyal güvenlik kurumu tarafından kendisine 9/9/2009 tarihine kadar aylık 667,00 Avro emekli maaşı ödenmiştir. Belirtilen tarihten itibaren ise, bu devlet tarafından maaşında kesinti yapılarak, aylık 250,00 Avro ödeme yapılmaya başlanmıştır. Başvurucu tarafından, Fransa Cumhuriyeti Devletince maaş miktarında yapılan kesinti işlemiyle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 16/5/2012 tarihli kararıyla, başvurucunun talebi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 34 ve maddesinde yer verilen şartları taşımadığı belirtilerek reddedilmiştir. Başvurucu nihai karar olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin belirtilen kararına dayanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/171", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, Fransa Cumhuriyeti Devletinden aldığı emekli maaşından kesinti yapıldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kolluk görevlilerinin gözaltında tutulan kişiye fiziksel ve sözlü saldırıda bulunması ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tespit edilemeyen bir tarihte, silahlı terör örgüt kurma veya yönetme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu Ankara Emniyet Müdürlüğüne (Müdürlük) ait nezarethanede 27/9/2018 Perşembe günü saat 55’ten 4/10/2018 Perşembe günü saat 50’ye kadar gözaltında tutulmuştur. Başvuru formuna ekli belgelerden başvurucunun Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yapılan bir kovuşturmada tutuklu olarak yargılandığı ve sözü edilen yargılamada 27/9/2018 tarihinde tahliye edildiği anlaşılmıştır. Gözaltı sürecinde Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde görevli doktorlarca düzenlenen genel adli muayene raporlarında başvurucuda darp veya cebir izi bulunmadığı açıklanmıştır. Bununla birlikte 29/9/2018 tarihli genel adli muayene raporunda -okunabildiği kadarıyla- başvurucunun ayaklarında mantar enfeksiyonuna bağlı kızarıklıklar olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, müdafii nezaretinde alınan 3/10/2018 tarihli kolluk ifadesi ile 4/10/2018 tarihli Başsavcılık ifadesinde ve 4/10/2018 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunda, gözaltı sürecinde karşılaştığı herhangi bir kötü muameleden söz etmemiştir. Yapılan sorgusu sonrasında isnat edilen her iki suç yönünden tutuklanan başvurucu, aynı gün Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. İnfaz Kurumu görevlilerince yapılan üst aramasında başvurucunun vücudunda bazı morluklar tespit edilince konuyla ilgili bir tutanak tutulmuş ve başvurucu, Kampüs Devlet Hastanesine (Kampüs Hastanesi) gönderilmiştir. Sevk yazısının üstüne muayenenin 4/10/2018 günü saat 08’de yapıldığı, sırt ve göğüs bölgesindeki üç yerde renk değişikliği olduğu, sağ dizin altında yara, şişlik ve morluklar bulunduğu, sağ bacak ile sol bacağın alt kısmında morluklar görüldüğü, darp ve cebir izi olduğuna dair rapor verildiği yazılmıştır. Ayrıca İnfaz Kurumunda yapılan ilk muayene ile ilgili 5/10/2018 tarihli kayıtta “göğüste, her iki yanda, sırtta, her iki skapula üzerinde, sağ bacak diz altında ve lateralda morluk, sağ ayak üst kısımda ağrı, hassasiyet, sol bacak arka kısımda morluk, sağ bacak ön yüzde morluk ve yüzeysel sıyrık” tespit edildiği, başkaca travmatik lezyon saptanmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun vücudundaki izler nedeniyle İnfaz Kurumu müdürü başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde özetle gözaltında kaldığı ilk gün ayak parmaklarının ezildiğini, ayaklarına vurulduğunu, sonraki günlerde de benzer muamelelere maruz kaldığını, doktorlara bir şey söylememesi konusunda tehdit edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca İnfaz Kurumuna getirilmesinden önce kendisini muayene eden doktorun darp ve cebir olmadığına ilişkin beyanına göre rapor düzenlediğini ve yapılan uygulamalar nedeniyle şikâyetinin olmadığını beyan etmiştir. İnfaz Kurumu 9/10/2018 tarihinde Ankara Batı Başsavcılığına (Batı Başsavcılığı) suç ihbarında bulunmuştur. Suç ihbarıyla ilgili yazının ekine başvurucunun alınan ifadesini içerir tutanak, başvurucunun vücudundaki izler hakkında İnfaz Kurumu görevlileri tarafından tutulan tutanak, Kampüs Hastanesinde görevli doktorun 4/10/2018 tarihli muayenesinde tespit ettiği bulguları içerir belge ve başvurucunun İnfaz Kurumuna teslim edilmesi nedeniyle düzenlenen tutanak eklenmiştir. Teslimle ilgili tutanağa göre başvurucuyu ve tutuklu Ç.yi İnfaz Kurumuna polis T.A. teslim etmiştir. Batı Başsavcılığı 23/10/2018 tarihinde başvurucunun ifadesine başvurmuştur. Başvurucu ifadesinde gözaltında kaldığı ilk iki gün başına ve ayaklarına vurulduğunu, ayakları ile ayak parmaklarının ezildiğini ve tekmelendiğini, ayrıca gözaltı sürecinde tehdit edilip hakarete uğradığını söylemiştir. Başvurucu ifadesinin devamında gözaltındaki ilk gün dövülmesinin ardından doktorun muayene ettiğini, doktora maruz kaldığı muameleleri anlattığını ancak raporun bir suretinin kendisine verilmediğini, bu muayene sonrasında bir polis tarafından tehdit edildiğini, muayeneler sırasında polisler hazır olduğu ve korktuğu için doktorlara bir şey söyleyemediğini ve maruz kaldığı muameleleri yapan polisleri teşhis edebileceğini beyan edip kötü muamelede bulunduğunu iddia ettiği bir polisin eşkâlini vermiştir. Başvurucu, bu polise başkalarınca hangi isimle hitap edildiğini de söylemiştir. Bununla beraber başvurucu korktuğu için polis amir ve memurlarından şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir. Başvurucunun ifadesinde tehdit içeren sözlerin neler olduğunu açıkladığı ancak hakaret içeren herhangi bir sözden bahsetmediği görülmüştür. Batı Başsavcılığı, soruşturma yetkisinin Başsavcılığa ait olduğu gerekçesiyle 25/10/2018 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Başsavcılık 23/11/2018 tarihinde, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun verdiği ifadelere ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorguya ait tutanakları dosya arasına almış ve gözaltı sürecinde başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları ile başvurucunun gözaltında kaldığı yerde bulunan kameralara ait kayıtları getirtmek için Müdürlükle yazışma yapmıştır. Başsavcılığa gönderilen 1/3/2019 tarihli cevap yazısı ile eklerinden Emniyet Genel Müdürlüğü Nezarethane Talimatnamesi’nin maddesi uyarınca nezarethanelerde bulunan kameralara ait kayıtların otuz gün süreyle saklandığı, bu nedenle başvurucunun gözaltında tutulduğu döneme ait kamera kaydı bulunmadığı öğrenilmiştir. Başsavcılık, başvurucuya yönelik işkence ve hakaret suçlarının işlendiğine dair başvurucunun soyut iddiası dışında kamu davası açmaya yeter delil elde edilemediği gerekçesiyle şüpheli kolluk görevlileri hakkında 19/3/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılığa göre başvurucunun gözaltında kaldığı süre içinde işkenceye maruz bırakıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporu bulunmamaktadır zira başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporlarında darp ve cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca kamera kayıtları mevcut değildir. Başvurucu; Batı Başsavcılığında verdiği ifadesini tekrar edip İnfaz Kurumunda vücudundaki izlerin gerek Kampüs Hastanesinde görevli doktor gerek İnfaz Kurumunda ilk muayenesini yapan doktor tarafından tespit edildiğini, karşılaştığı muamele ve tehditlerin İnfaz Kurumuna teslim edilinceye kadar devam ettiğine birlikte gözaltında tutulduğu ve aynı araçla İnfaz Kurumuna getirildiği Ç.nin de tanık olduğunu belirterek Başsavcılığın verdiği karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı 31/7/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) reddedilmiştir. İlgili hukuk için birçok karar arasından bkz. Ahmet Aşık, B. No: 2017/27330, 26/5/2021, §§ 36- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32558", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kolluk görevlilerinin gözaltında tutulan kişiye fiziksel ve sözlü saldırıda bulunması ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 doğumlu olup İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu 2016 yılında yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Van Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 14/12/2016 tarihinde,kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Van İdare Mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için dava açmış ancak anılan davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 22/3/2017 tarihli dilekçesiyle ülkesine sınır dışı edilmek istediğini ve bu nedenle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/10453", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu E.N. (10/9/2000 doğumlu, 15 yaşında) mala zarar verme, hırsızlık, konut dokunulmazlığını ihlal etme suçlarını işlediği iddiasıyla 8/10/2015 tarihinde göz altına alınmıştır. E.N. 9/10/2015 tarihli Savcılık ifadesinde \"Ö.B. ve T.G. ile birlikte yaklaşık 10 gün önce geceleyin saat 30 sıralarında ...iş merkezinde bulunan bir çay ocağının yanına gezdiğimiz araç ile birlikte gittik. Çay ocağının yan tarafına aracı park ettik. Kapıyı açmaya çalıştık, önce açamadık. Kapının üstünden girmeyi denedik ancak yine boyumuz yetmedi, kapıya tekme ile vurarak kapıyı açtık. Ö. ile birlikte çay ocağının içerisine girdik. İçerisinde bozuk para olan iki tane kumbarayı aldık. Başkaca bir şey almadan dışarıya çıktık. T. ise dışarıda arabanın içerisinde bizleri bekliyordu. O gün benim üzerimde arkasında 3 numara yazan Trabzonspor forması vardı. Ö.nün üzerinde hatırladığım kadarıyla gri renkli üzerinde mavi yıldızlar olan ve arkasında 23 numara yazan tişört bulunuyordu.\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Savcılık 9/10/2015 tarihinde, atılı suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğunu belirtilerek E.N.yi tutuklanması talebiyle Trabzon Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. E.N. 9/10/2015 tarihinde yapılan sorgusunda \"Bu konuda daha önce ifade vermiştim. O ifademi aynen tekrar ederim. Olay tarihinde arkadaşım Ö.B. ve T.G. ile birlikte gece saat 00-00 gibi ... iş merkezinde bulunan çay ocağına girelim dedik. Çay ocağının kapısı kapalıydı. Birlikte girmeye karar verdik. Tekme atarak kapıyı açtık. Daha sonra kamerada da görüleceği üzere Ö. ile birlikte içeriye girdik. T. ise siz girin ben gözetmen olarak kalayım dedi. T. girmedi. Dolaba Ö. baktı. İki tane kumbara gibi birşey buldu. İçlerinde 300 TL civarında bozuk para vardı. İki kutuyu da Ö. aldı. Ben de olay anında oradaydım. Sağa sola bakıyordum. Birlikte dışarı çıktık. T. bizi arabada bekliyordu. Arabayı T. sürdü. Olay bu şekilde olmuştur. Pişmanım.\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu sorgusunun tamamlanmasından sonra hırsızlık suçundan 9/10/2015 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\" [Başvurucunun] üzerine atılı hırsızlık suçunun vasıf ve mahiyeti, atılı suçun şüpheli tarafından işlendiğini gösterir somut delillerin mevcudiyeti, maddede öngörülen cezanın aşağı ve yukarı haddi, delillerin henüz toplanmamış olması, eylemin niteliği, yargılama sonucunda verilmesi muhtemel cezaya nazaran şüphelinin kaçma ihtimalinin bulunması, eylemin CMK 100/3 maddesindeki katalog suçlardan olması nedeniyle ve bu aşamada adli kontrolün yetersiz kalacağı kanaatiyle CMK maddesi gereğince tutuklanmasına... [karar verildi.]\" Bu karara yapılan itiraz 15/10/2015 tarihinde Trabzon Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararının ilgili kısmı şöyledir:\"[Başvurucunun] üzerine atılı hırsızlık suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin bulunması ( dosyada bulunan Kamera görüntüleri, müşteki beyanı, SSÇ (Suça sürüklenen çocuk)Ö.B.nin beyanı, tanık beyanı)şüphelinin samimi ikrarı, dosyasında mevcut görüntü inceleme tutanağı, atılı suçun CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, cezanın alt ve üst sınırı, işin önemi, şüphelinin tutuklulukta geçireceği sürenin yargılama sonrasında alması muhtemel ceza miktarı ile orantılı ve ölçülü olacağı, delillerin tam olarak toplanmamış bulunması, şüpheliye uygulanabilecek adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı değerlendirilerek şüpheli müdafiinin tutuklama kararına itirazının reddine karar vermek gerekmiş[tir].\" Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığının 4/11/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve Ö.B. hakkında hırsızlık, işyeri dokunulmazlığını ihlal etme, mala zarar verme ve nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:\"Yapılan olay yeri incelemesinde SSÇ E.N.nin parmak izlerinin ele geçirildiği, güvenlik cd'si görüntülerinde izlenen gri renkli tişörtün SSÇ Ö.B.den ele geçirildiği, iş yeri kapısı kenarlarına zarar verilmiş olduğunun tespit edildiği, Suça sürüklenen çocuklar E.N. ve Ö.B. şüpheli T.G. ile birlikte geceleyin müştekiye ait iş yerinin kapısını tekme ile açmak, kapıya zarar vermek suretiyle iş yeri içerisine girerek müştekinin şikayetinde belirtmiş olduğu şekilde yaklaşık 250TL tutarındaki parayı çaldıkları, Suça sürüklenen çocuklar hakkında atılı suçtan kamu davası açmaya yeterli delil bulunduğu sonucuna varılmakla; Suça sürüklenen çocukların,açık yargılamasının mahkemenizce yapılarak yukarıda belirtilen sevk maddelerine göre cezalandırılmasına, emanette kayıtlı bulunan suç delilinin dosya arasında saklanmasına karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.\" Trabzon Çocuk Mahkemesi 5/11/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2015/242 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Trabzon Çocuk Mahkemesince 5/11/2015 tarihinde yapılan tensip incelemesinde E.N. hakkında başka dosyada alınan sosyal inceleme raporunun dava dosyasına konulmasına, E.N.nin tutukluluk hâlinin devamına ve duruşmanın 3/12/2015 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. 20/4/2015 tarihli sosyal inceleme raporunda E.N. ilgili şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:\" E.N.nin özellikle annenin evliliğinden sonra tutum ve davranışlarının olumsuz yönde değiştiği, üvey babanın çocuğa ilgi sevgi göstermediği, çocuğun da ona karşı tepkili olduğu, E.N.nin öz babasını uzun yıllardır tanımadığı, geçen yıl babası ile karşılaştığı, öz babasının da çocukla ilgilenmediği öğrenilmiştir. Çocuğun evlenene kadar annesiyle birlikte yaşadığı, yaklaşık bir yıldır da anneannesiyle kaldığı, zaman zaman evden ayrıldığı, dışarıda kaldığı, çocuktan haber alamadıkları, annesi ve diğer akrabalarıyla çatışma yaşadığı, istekleri karşılanmayınca agresifleştiği, hakaret ve tehdit ettiği, çabuk sinirlenme, öfke patlamaları yaşama, kendine zarar verme, eşyaları kırma, sabırsız tutumlar sergileme gibi davranışlarının bulunduğu, evden kaçtığı, aile denetimine uymadığı belirlenmiştir. E.N.nin davranış bozuklukları nedeniyle Kaşüstü Numune Hastanesi ve Özel İmperyal Hastanesinde psikiyatrik tanılamasının yapıldığı, çocuk için ilaç tedavisi önerildiği ancak E.N.nin tedaviyi sürdürmediği anlaşılmıştır....Suça sürüklenen çocuk E.N. ile ilgili gerçekleştirilen sosyal incelemeler sonucunda çocuğun temel fiziksel ve biyolojik gereksinimlerinin anne ve anneanne tarafından karşılandığı belirlenmiştir. Ancak SSÇ'nin kişilik özellikleri, psikolojik durumu, tutum ve davranışları bütün olarak değerlendirildiğinde, E.N.nin şiddet suç içerikli olaylara karışma hususunda risk altında bulunduğu düşünüldüğünden, 1) Çocuğun ebeveynleri ile olan iletişimin olumlu ve nitelikli düzeyde olmaması, eğitim- öğretimden uzaklaşması, akademik başarısızlık yaşaması, gelecek yaşam sürecine ilişkin nitelikli plan ve öngörülerinin bulunmaması, sosyal uyum ve davranış bozuklukları sergilemesi nedeniyle SSÇ'ye psiko-sosyal kimlik gelişiminde kişisel eğitsel rehberlik danışmanlık yapılması, ayrıca suça sürüklenen çocuğun ebeveynlerine çocuğun eğitsel, sosyal, kültürel, psişik gelişimi, çocuğa karşı ilgi, sevgi şefkat sunumu, çocuk yetiştirme , etkili iletişim, nitelikli anne baba tutumları, çocuk/ergenlik psikolojisi gibi konularda bilgi verilmesi amacıyla, çocuk hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun a maddesi gereğince danışmanlık tedbiri uygulanmasının, alınan danışmanlık tedbiri kararının 5395 sayılı Kanunun a maddesi gereğince Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü'ne yönlendirilmesi, aynı kanunun maddesinin ikinci fıkrası gereğince tedbir kararının süreçleri hakkında üçer aylık sürelerle rapor istenmesinin,2) SSÇ'nin aşırı sinirlenme, tepkisel ve agresif davranışlar sergileme gibi olumsuz anti sosyal tutum-davranışlarının rehabilite edilmesi, ruhsal sağlığının korunması amacıyla gereken norölojik ve psikiyatrik teşhis ve tedavi sürecinin tekrar değerlendirilmesi için, çocuk hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nund maddesi gereğince sağlık tedbiri uygulanmasının, alınan tedbir kararının 5395 sayılı Kanunun d. maddesi gereğince il Halk Sağlığı Müdürlüğüne gönderilmesi, aynı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası gereğince tedbir kararının süreçleri hakkında üçer aylık sürelerle rapor istenmesinin uygun olduğu kanaatine varılmıştır.\" E.N. 10/11/2015 tarihinde Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu çocuk koğuşunda saat 30 sularında kendini asarak yaşamına son vermiştir. Mahkeme 3/12/2015 tarihli duruşmada, E.N.nin vefat etmesi nedeniyle hakkındaki dosyanın tefrikine karar vermiştir. Tefrik kararı üzerine E.N. hakkındaki dosya, Trabzon Çocuk Mahkemesinin E.2015/278 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Trabzon Çocuk Mahkemesi 3/12/2015 tarihinde E.N. hakkındaki davanın düşürülmesine karar vermiştir. Başvurucu 7/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Nitelikli Hırsızlık\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\" (1) Hırsızlık suçunun;...h) (Ek: 18/6/2014-6545/62 md.) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında,İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Suçun gece vakti işlenmesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Hırsızlık suçunun gece vakti işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (2)... Hırsızlık (madde 141,142)...\" 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun \"Tanımlar\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:\"Bu Kanunun uygulanmasında;a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi,.. .İfade eder.\" 5395 sayılı Kanun'un \"Temel ilkeler\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;...i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,...İlkeleri gözetilir. \" 5395 sayılı Kanun'un \"Adli kontrol\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Suça sürüklenen çocuklar hakkında soruşturma veya kovuşturma evrelerinde adlî kontrol tedbiri olarak Ceza Muhakemesi Kanununun 109 uncu maddesinde sayılanlar ile aşağıdaki tedbirlerden bir ya da birkaçına karar verilebilir:a) Belirlenen çevre sınırları dışına çıkmamak.b) Belirlenen bazı yerlere gidememek veya ancak bazı yerlere gidebilmek.c) Belirlenen kişi ve kuruluşlarla ilişki kurmamak. (2) Ancak bu tedbirlerden sonuç alınamaması, sonuç alınamayacağının anlaşılması veya tedbirlere uyulmaması durumunda tutuklama kararı verilebilir.\"B. Uluslararası Hukuk Çocukların tutuklanması ile ilgili uluslararası hukuk için bkz. Furkan Omurtag (B. No: 2014/18179, 25/10/2017, §§ 29-40) başvurusu hakkında verilen karar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi bağlamında genel kural olarak kişinin yakın akrabalarının mağdur statülerinin bulunmadığını zira kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının transfer edilemez bir hak olduğunu belirtmiştir (Khayrullina/Rusya, B. No: 29729/09, 19/12/2017, § 91; Lykova/Rusya, B. No: 68736/11, 22/12/2015, § 64). Ancak AİHM kişinin devletin sorumluluğu olduğu iddia edilen koşullarda ölmüş veya kaybolmuş olması ya da kişinin tutulmasının yaşam hakkı şikâyetiyle yakından bağlantılı olması durumunda kişinin yakınlarına başvuru yapma yetkisini tanımıştır (Lykova/Rusya, § 64; Kats ve diğerleri/Ukrayna, B. No: 29971/04, 18/12/2008, § 135). Kats ve diğerleri/Ukrayna davasında başvurucuların kızı sağlık sorunları nedeniyle ulusal hukukun gerektirdiği şekilde, hemen serbest bırakılması gerektiğine ilişkin yargı kararına rağmen serbest bırakılmamıştır. AİHM, bu nedenle başvurucuların kızının hukuka aykırı olarak tutuklanmasına ilişkin şikâyetlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki şikâyetleriyle yakından bağlantılı olduğuna ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğini iddia etme hakları olduğuna karar vermiştir (Kats ve diğerleri/Ukrayna, § 135). ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19167", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gözaltı sürecinde hukuka aykırı kuvvet kullanımına yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1988 yılı doğumlu olan başvurucu, Türk Hava Kuvvetleri Hava Harp Okulunda üsteğmen askerî rütbesiyle görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsü gerçekleşmiş ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir (darbe teşebbüsüne ilişkin sürece ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). İstanbul TEM otoyolundaki Sultanbeyli gişeleri civarında 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsüyle ilgili olarak meydana gelen olaylar sırasında orada bulunduğunu ifade eden başvurucu, 16/7/2016 tarihi sabahında askerî darbe teşebbüsüne katıldığı şüphesiyle yakalanarak gözaltına alınmış ve hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır. 16/7/2016 ile 20/7/2016 tarihleri arasında gözaltında tutulan başvurucu, 20/7/2016 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucu, gözaltına alınma esnasında direnmediğini, rızasıyla kolluk merkezine gittiğini ve bu ana dair görüntülerinin bir video internet sitesinde (Youtube) bulunduğunu beyan etmiş; internet sitesinin linkini başvuru formuna eklemiştir. Anayasa Mahkemesince bahse konu internet adresindeki görüntüler izlenmiştir. Görüntülerde, kolluk görevlisi olduğu tahmin edilen bir kişinin başvurucu olduğu belirtilen kişiyle konuşması yer almaktadır. Çoğunlukla başvurucu olduğu belirtilen kişinin yüzü görüntülere yansımasa da kısa süreliğine başvurucunun yüzü görüntülenmekte ve bu görüntüde yüzünde ekimoz (morluk) olduğu anlaşılmaktadır. Kamera görüntülerinde herhangi bir fiziksel temas bulunmamaktadır. Başvurucu, gözaltındayken kolluk görevlilerince darbedildiğini iddia ederek vekili vasıtasıyla 3/3/2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/2017 tarihinde başvurucunun gözaltında kaldığı nezarethaneyi gösteren kamera görüntülerini ilgili kolluk biriminden talep etmiştir. Kolluk birimi nezarethaneyi gösteren kamera kayıtları altmış gün süreyle saklandığından istenen görüntülere ulaşılamadığını bildirmiştir. Başvurucu hakkında gözaltı süresi boyunca alınan sağlık raporları İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne (Adli Tıp Kurumu) gönderilerek başvurucunun yaralanmasının niteliğinin tespit edilmesi istenmiştir (Başvuruya eklenmeyen ancak soruşturma evrakları içerisinde bulunan bu raporlar okunaklı değildir.). Adli Tıp Kurumunca önceki sağlık raporlarına atıfla 7/11/2017 tarihinde düzenlenen sağlık raporu şöyledir:\"Sultanbeyli Devlet Hastanesinin 2016 tarihli 25304 sayılı raporunda; darp ifadesi ile geldiği, el bileklerinde kelepçe izi, her iki göz çevresinde ekimoz ve ödem, saçlı deride yer yer en büyüğü 3x4cm olan ödemli alan, sağ yanağı kaplayan kızarıklık, sol kulak altından boyuna uzanan kızarıklık ve ödem, göğüs ön yüz sternum üzerinde kızarıklık, sol kürek kemiği üzerinde 8x10cmlik kızarık alan olduğu, 2016 tarihli 25600 sayılı raporunda; sağ ön kostolomber bölgede 3x3cmlik morluk, ekimoz, sağ kürek kemiği üzerinde 2 adet paralel ekimoz, yüz sağ tarafta yaygın ödem, ekimoz, morluk, her iki göz etrafında yaygın ödemi ekimoz, morluk, hassasiyet, sol kulak kepçesinde ödem, ekimoz, alt çene sol yanak bölgesinde 3x1cmlik kabuklanmış yara, sol el bileğinde kelepçe izine bağlı çepeçevre kabuklanmış yara izi, sol kürek kemiği üzerinde 8x12cmlik ekimoz, ağız içi her iki yanak bölgesinde ekimoz ve ödem olduğu, 2016 tarihli 25628 sayılı raporunda; 1 gün önceki bulguların aynen görüldüğü, aynı şahsa ait 2016 tarihli 25900 sayılı raporda sağ gözde kanlanma, her iki göz çevresinde 2x2cmlik ekimoz ve küçük lezyonlar olduğu, Şubemizin 2016 tarihli 11639 sayılı raporunda; göz altına alındıktan sonra harici bir lezyon olmadığının belirtildiği, yaygın yumuşak doku arızasının;Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI...\" İstanbul Başsavcılığı 3/11/2017 tarihinde başvurucunun şikâyeti ile ilgili soruşturmayı bir başka şikâyetçinin soruşturmasıyla birleştirerek 4/12/2017 tarihinde iddia olunan suç yerinin bağlı bulunduğu İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) yetkisizlik kararıyla göndermiştir. Başsavcılık 14/2/2018 tarihinde başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak şüpheli \"Tuzla İlçe Emniyet Müdürlüğü görevli polis memurları, Sultanbeyli İlçe Emniyet Müdürlüğü görevli polis memurları, İl Emniyet Müdürlüğü polis memurları\" hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"Her iki müştekinin raporlarında BTM ile giderilebilecek şekilde yaralanma bulgularının bulunduğu, ancak yaralanmalarının gözaltında/yeni oluşmuş tespitleri içermediği, ilk gözaltına alınmaları sırasında tespit edilen bulgular haricinde yeni oluşmuş bulgu ve tespitlerin bulunmadığının belirtildiği, yaralanmalarının hain darbe girişimi sırasında şahısların yakalanmalarını temin sırasında kolluk kuvvetine, kaçma ve direnmelerini kıracak ölçüde zor kullanarak yakalama işlemi kapsamında kaldığı, kanunun tanıdığı görevinin gerektirdiği ölçü dışında şüpheliler tarafından kasten yaralandıklarına ilişkin müştekilerin salt soyut iddiaları dışında dava açmayı gerektirir yeterli delil elde edilemediğinden şüpheliler hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...\" Başvurucunun Başsavcılık kararına itirazı, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 20/3/2018 tarihinde tebliğe çıkarılmıştır. Başvurucu 23/3/2018 tarihinde ret kararını tebliğ aldığını beyan ederek 24/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Kasten yaralama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:\"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine dair içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30; Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55; Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12630", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltı sürecinde hukuka aykırı kuvvet kullanımına yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının; hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 8/2/2012 tarihinde Hakkari'nin Yüksekova ilçesi F. İlköğretim Okuluna aday öğretmen olarak atanmıştır. 8/2/2013 tarihinde adaylığı kaldırılan başvurucunun 6/9/2013 tarihinde eş özrüne dayalı olarak Nevşehir'in Ürgüp ilçesi Ortaokuluna naklen ataması yapılmıştır. Başvurucunun kademe ilerlemesinin hesaplanmasında F. İlköğretim Okulunda çalıştığı sürelerin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen kalkınmada birinci derecede öncelikli yörelerde fiilen çalışılarak geçirilen her iki yıl için bir kademe ilerlemesi verilmesi talebiyle yaptığı başvuru Ürgüp Kaymakamlığı İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü (İdare) tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, İdarenin ret işleminin iptali talebiyle Kayseri İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 7/9/2017 tarihli kararıyla mevzuata göre adaylıkta geçirilen sürelerin kademe ilerlemesinde esas alınacak olan hizmet süresinin hesabında dikkate alınmayacağına ilişkin bir sınırlama bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir. İdare, Mahkeme kararına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İkinci Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 31/5/2018 tarihli kararıyla istinaf talebini kabul etmiş ve davanın reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Karar gerekçesinde; kalkınmada öncelikli yerlerde bulunanlara belirli şartlarda kademe ilerlemesi verilmesini düzenleyen 657 sayılı Kanun'un maddesinin aynı Kanun'un atanan memurlara ilişkin düzenlemenin yer aldığı maddesine gönderme yaptığı, bu nedenle maddenin ancak yer değiştirme suretiyle atananlara uygulanabileceği belirtilmiştir. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26178", "Başvuru Konusu":"Başvuru, istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının; hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; haksız yakalama ve gözaltı tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında yetersiz maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, kişi hakkında haksız yere dava açılıp yargılama yapıldığı iddiasına dayanan tazminat talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, lehe hükmedilen vekâlet ücretinin az olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nitelikli yağma suçunu işlediği iddiasıyla hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma kapsamında 2/10/2015 tarihinde polis karakoluna götürülmüştür. Yaşının küçüklüğü nedeniyle hakkında kimlik tespiti işlemi yapılan başvurucu ertesi gün, ifadesinin alınması için polis nezaretinden Başsavcılığa götürülmüştür. Başsavcılık başvurucu hakkında kamu davası açsa da yargılamayı yapan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar vermiş ve başvurucu lehine 360 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Bu karar, aleyhine kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle 1/12/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkında uygulanan haksız koruma tedbiri nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 vd. maddeleri kapsamında tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, uygulanan koruma tedbirinin haksız olduğunu ve üç yılı aşkın bir süre devam eden yargılama nedeniyle ceza tehdidi altında yaşadığını belirterek 000 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Yargılamayı yapan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi), uygulanan koruma tedbiri nedeniyle uğradığı maddi zararı bilirkişiye hesaplatmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan rapora göre başvurucu, asgari ücret miktarı dikkate alındığında bir gün için 33,35 TL maddi zarara uğramıştır. Başvurucu, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince lehine hükmedilen vekâlet ücretinin müdafiine ait olduğunu ve bu sebeple maddi zarar hesabında vekâlet ücretinin de dikkate alınması gerektiğini belirterek bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Ceza Mahkemesi yargılama sonunda davayı kısmen kabul ederek başvurucuya 33,35 TL maddi tazminat ile 400 TL manevi tazminat ödenmesine karar verip başvurucu lehine 320 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Başvurucu, haksız yargılama nedenine dayalı tazminat talebiyle ilgili karar verilmediğini ve hükmedilen manevi tazminatın Anayasa Mahkemesinin benzer ihlaller nedeniyle hükmettiği tazminatlara nazaran oldukça yetersiz ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının özünü ihlal edici nitelikte olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Davalı Hazine de Ceza Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusu yapmıştır. Başvurucu, davalı Hazinenin istemine karşı beyanında Ceza Mahkemesince verilen kararın davalı Hazine yönünden kesin olduğunu ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) istinaf başvurularını 19/3/2021 tarihinde kesin olarak esastan reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 22/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 21/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26594", "Başvuru Konusu":"Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında yetersiz maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, kişi hakkında haksız yere dava açılıp yargılama yapıldığı iddiasına dayanan tazminat talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, lehe hükmedilen vekâlet ücretinin az olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamulaştırma yapılmaksızın yol geçirilmek suretiyle taşınmaza el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu adına tapuda kayıtlı olan Gaziantep'in Şehitkamil ilçesi Çıksorut Mahallesi'nde bulunan 1018 ada 33 parsel sayılı taşınmaz, Şehitkamil Belediyesinin (Belediye) 22/7/1999 tarihli işlemi ile parselasyon işlemine tabi tutulmuştur. Parselasyon işlemi ile taşınmaz ''A'' ve ''B'' olarak iki kısma ifraz edilmiş ve ''B'' harfi ile belirtilen kısım yola terk edilmiştir. Taşınmazın ''A'' harfi ile ifade edilen 514 m2lik diğer kısmı da 3760 ada 1 parsel numarasını almıştır. Başvurucu 3760 ada 1 parsel sayılı taşınmazı ifraz ettirmiş ve değişik tarihlerde hisseli olarak üçüncü kişilere satmıştır. Tapu kayıtlarına göre başvurucunun bu taşınmazda 195/3514 oranında hissesi kalmıştır. Bu taşınmaz tapuda arsa vasfıyla kayıtlıdır. Belediye tarafından 3760 ada 1 parsel sayılı taşınmazın ortasından bir yol geçirilmiştir. Derece mahkemesine sunulan bilirkişi raporlarından bu yolun 71 numaralı sokak olarak belirtildiği ve yüzölçümünün 349,44 m2 olduğu anlaşılmaktadır.B. Tazminat ve Ecrimisil Davalarına İlişkin Süreç Başvurucu bu taşınmazda bulunan 195 m2 lik payına Belediye tarafından yol geçirilmek suretiyle kamulaştırmasız olarak el konulduğunu belirterek 000 TL tazminat ve 500 TL ecri misil ödenmesi istemiyle 9/12/2011 tarihinde Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu daha sonra dava değerini ıslah etmiştir. Mahkeme, taşınmazın başında keşif yapıp bilirkişi görüşüne başvurmuş ve 2/10/2012 tarihinde taşınmaza kamulaştırma yapılmaksızın el atıldığına ilişkin davayı kabul etmiş; ecri misil istemini ise reddetmiştir. Belediye bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, başvurucunun öncelikle uzlaşma yoluna başvurmaması nedeniyle davanın usulden reddi gerektiği belirtilmiştir. Diğer taraftan dava konusu taşınmazdan 349,44 m2 yol geçirildiği, bu taşınmazın hisseli olduğu, tüm maliklerin burada payının olduğu, yolda kalan başvurucu hissesinin belirlenmesi gerektiği, oranlama yapılmaksızın başvurucunun tüm hissesinin yolda kaldığının kabulünün hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 4/6/2013 tarihinde hükmü bozmuştur. Kararda, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinde belirtilen, \"özel parselasyon sonunda malikin muvafakatıyla kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerler için eski malikler tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz\" hükmüne değinilmiştir. Buna göre taşınmazın maliki olan başvurucunun küçük hisseler hâlinde taşınmazı üçüncü kişilere sattığı, taşınmaz üzerinde yapılaşmanın tamamlandığı, yolların kamuya terk edildiği ve o tarihten bu yana oluşan yolların aynı şekilde kullanılmaya devam edildiği ve yolların başvurucuya kaldığı, bu nedenle de davanın reddi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 13/3/2014 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılamaya devam edilmiş ve bozma kararında belirtilen gerekçelerle 10/7/2014 tarihinde dava reddedilmiştir. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesindeki beyanında dava konusu taşınmaz üzerinde özel parselasyon işlemi yapılmadığını savunan başvurucu bu nedenle 2942 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen hükmün söz konusu olayda uygulanamayacağından yakınmıştır. Başvurucuya göre Belediye tarafından Encümen kararıyla yapılan parselasyon işlemi neticesinde düzenleme ortaklık payı kesintisi yapılarak taşınmazın bir kısmı yola terk edilmiştir. Davalı Belediye bunun dışında parselasyon işlemi sonucu kendisine kalan taşınmazdan tekrar yol geçirmek suretiyle buraya kamulaştırmasız olarak el atmıştır. Ancak herhangi bir tazminat ödenmemiştir. Temyiz edilen karar Daire tarafından 5/5/2015 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 9/2/2016 tarihinde reddedilmesi üzerine hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 9/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2942 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''İmar mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden düzenleme ortaklık payı karşılığı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle, özel parselasyon sonunda malikinin muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.'' ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7062", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamulaştırma yapılmaksızın yol geçirilmek suretiyle taşınmaza el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu yaralanma meydana gelmesi ile olaydan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 10/10/2015 tarihinde bazı sivil toplum örgütlerinin çağrısı ile Ankara Gar Meydanı'nda düzenlenen açık hava toplantısında IŞİD-DEAŞ mensubu teröristler tarafından bombalı saldırı gerçekleştirilmiş, 100'ü aşkın katılımcı ölmüş ve aralarında Aydın'dan gelen başvurucunun da bulunduğu çok sayıdaki katılımcı ise yaralanmıştır (söz konusu patlama ilgili olarak İçişleri Bakanlığının yaptırdığı ön incelemeyle ilgili süreç, bu süreç sonunda düzenlenen soruşturma raporu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan diğer işlemlere ilişkin tüm izahatlar için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-15). Ankara İdare Mahkemesince (İdare Mahkemesi) görülen yargılama sonucu verilen gerekçeli kararda belirtildiği üzere başvurucunun Ankara Devlet Hastanesinde ayakta ilk tedavisi tamamlandıktan sonra, hakkında Özel İ. Ö. Tıp Merkezince \"ayağın açık yarası\" teşhisi ile 10/10/2015 tarihinden itibaren yedi gün, aynı nedenden Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesince 19/10/2015 tarihinden itibaren yirmi gün, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince de \"anksiyete bozukluğu\" tanısı nedeniyle 11/11/2015 tarihinden itibaren on gün istirahat raporu düzenlenmiştir. Başvurucu 8/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat ederek olayda hizmet kusuru bulunduğunu belirtmiş ve olay nedeniyle uğradığı zararlarının tazminini talep etmiştir. Talebin zımnen reddi üzerine başvurucu 5/4/2016 tarihinde İdare Mahkemesinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde özetle güvenlik güçlerine iletilen istihbarat bilgilerine rağmen mitinge katılacak kişilerin güvenliğini sağlamak için yeterli önlem alınmadığını, bu nedenle yaralandığını, olayda ağır hizmet kusuru olduğunu, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ve katılma hakkına ilişkin olarak devletin kendisine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmediğini iddia etmiştir. Başvurucu, yaralanması nedeniyle manevi tazminat talep etmiştir. İçişleri Bakanlığı olayda idareye yüklenebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığını, olayın bir terör saldırısı olduğunu belirtmiştir. İdare Mahkemesi 3/4/2018 tarihinde olayda hizmet kusuru bulunduğunu değerlendirerek davanın kısmen kabulüne, başvurucuya 000 TL manevi tazminatın ödenmesine oyçokluğu ile karar vermiştir. Kararın karşıoyunda olayda hizmet kusuru bulunmadığı, olayın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında bulunduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: ''...Olayda işbu davaya neden olan patlama neticesinde talep edilen maddi/manevi zararların tazmini istemiyle başka davacı/davacılar tarafından açılıp Mahkememizin 2016/1616 esas sayılı dava dosyası kapsamında davalı idarelerce gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 10/10/2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama ile ilgili olarak 'yeterli önleyici tedbirlerin alınmadığı' ile 'patlamanın hemen ardından kolluk kuvvetlerince yaralı ve ölülerin olduğu yere gaz bombası atıldığı, böylelikle yaralılara yardım edilmesinin engellendiği, gazın etkisi ile yaralıların daha da kötüleştiği hatta ölümüne neden olunduğu' konularına ilişkin olarak İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından hazırlanan 25/02/2016 tarih ... Ön İnceleme Raporunda; TEM Daire Başkanlığının 14/09/2015 tarih... yazısı ile Ankara ve 47 İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüklerine gönderildiği anlaşılan istihbaratın konusunun ... yönünde teyide muhtaç bilgiler elde edildiğine ve son gelişmeler ışığında DEAŞ'ın ülkemize yönelik sansasyonel eylem arayışında olabileceğinin değerlendirildiğine ait olduğu, bahse konu istihbarat üzerine TEM Şube Müdürlüğü tarafından yapılan işlemler olarak;... [alınan bir takım önlemler sayılmıştır] ilgili personel tarafından bahse konu istihbarat bilgisinin üst amirler ile paylaşılmamasının en azından bir ihmal olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin adli makamlarca soruşturulmasında kamu yararı bulunduğu şeklinde değerlendirme yapıldığı görülmektedir....Dava konusu uyuşmazlıkta; dava dosyasında ve emsal dava dosyası ekinde yer alan tüm bilgi ve belgeler ile yukarıda içeriği belirtilen Ön İnceleme Raporunun birlikte değerlendirilmesinden; yaşanan patlama olayını da kapsayacak şekilde elinde yakın tarihli istihbari bilgi bulunan idarenin, önceki standart uygulamasından dahi ayrılarak, bu bilginin ilgili birimlere iletilmesi, güvenlik tedbirlerinin alınması noktasında gerekli ve yeterli hassasiyeti göstermediği ve bu suretle hizmet kusuru bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır....Bu durumda; yakın zamanda benzeri terör olayları yaşandığı ve terör, güvenlik gibi konularda eğitimi olmayan kişilerce dahi olası bir terör eylemi korkusuyla yakınlarının kalabalık yerlerden uzak durulması konusunda uyarıldığı, yaygın şekilde terör saldırısı beklentisi olan bir dönemde elde edilen hayati önemdeki istihbari bilginin özellikle miting gibi kalabalık alanlarda canlı bomba eylemine ilişkin olmasına rağmen, bu konuda önlem alması gereken birimlere iletilmesinde mülkiye müfettişlerince tespit edilen, ancak yukarıda belirtilen hususlar ve uzun süreli terör deneyimi olan bir Devlet'te ihmal olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan kusurlu davranış sonrası istihbari bilgide yer alan doğrultuda gerçekleşen canlı bomba eyleminden kaynaklı yaralanma olayında idarenin gerekli ve yeterli özeni göstermemesi nedeniyle hizmet kusurunun bulunduğu anlaşıldığından, bu kusurun ağırlığı, davacının sosyo ekonomik durumu ve statüsü ile terör eylemi sonucu oluşan psikolojik durumu dikkate alınarak, davacının olay nedeniyle duymuş olduğu acı ve üzüntü ile orantılı olarak takdiren 000,00 TL manevi tazminatın yerleşik Danıştay içtihatları ile kabul edildiği üzere davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idarelerce davacıya ödenmesi; fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin ise reddi gerekmektedir....\" Başvurucu, Ankara Valiliği ve İçişleri Bakanlığı anılan karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) nezdinde istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 16/1/2019 tarihinde istinaf incelemesi sonucunda, olayda idarenin hizmet kusuru olmadığını belirtmek suretiyle sosyal risk ilkesi gereği başvurucuya 000 TL ödenmesine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:\"...Aynı konuda açılmış diğer dosyalarda bulunan bilgi ve belgelerden, 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde saat 04'te iki ayrı patlama meydana geldiği, çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği ve yaralandığı, 2015 tarihli müracaat dilekçesiyle mitingi düzenleyen kuruluşları temsil eden Düzenleme Kurulunun 2015 Cumartesi günü saat 30-00 saatleri arasında Ankara Garı önünde toplanıldıktan sonra buradan Sıhhiye Meydanına yürümek suretiyle 'Sıhhiye Meydanında Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Barış, Emek, Demokrasi' adı altında yürüyüş ve açık hava toplantısı düzenlenmesinin talep edildiği, Valilik Makamı tarafından izin verilmesinin ardından mitingin başlama saatinin, miting alanı trafiğe kapatılacağından vatandaşların mağdur olmaması için saat 30'dan 00'e çekildiğinin bildirildiği, 2015 tarihinde Düzenleme Kurulu üyelerinin Emniyet Müdürlüğüne davet edilerek miting ile ilgili gerekli uyarılarda bulunulduğu, görüş alışverişi yapıldığı, Ankara Valiliği Emniyet Müdürlüğü sorumluluk bölgesinde 2015 günü saat 00-00 saatleri arasında kişilerin üstleri ile araçlarının, özel kağıtlarında ve eşyalarında önleme araması yapılması yönünde Ankara 1 nci Sulh Ceza Hakimliğinden 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 9 ncu maddesi ile Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinin 19 ncu maddesi gereğince gerekli iznin alındığı, bu durumun görevli tüm personele tebliğ edildiği, miting günü saat 00'den itibaren bir Vali Yardımcısı Başkanlığında Asayiş Harekat Merkezinin kurulduğu, İl Jandarma Komutanlığından meydana gelebilecek olayların önlemesi amacıyla 'Hazır Kıta Kuvveti Görevlendirmesi' nin talep edildiği, olay günü 00'den itibaren toplantı alanı ve yakın çevresinde bulunan çöp konteynırlarının kaldırılması, çöp bidonlarının boşaltılmasının Büyükşehir Belediye Başkanlığından istenildiği, Ankara Tren Garı ile Sıhhiye Meydanı ve yakın çevresi tüm elektrik /trafo panolarının miting alanında görevli emniyet görevlilerince kontrol edilerek kilitlenmesinin Tedaş Genel Müdürlüğünden talep edildiği, alınan emniyet tedbirleri için 500 bariyerin Konya İl Emniyet Müdürlüğü'nden talep edildiği, olay günü ise sabah 00'dan itibaren toplanma yerinin bomba, patlayıcı madde gibi malzemelerden temizlenmesi ve vatandaşlarla görevli emniyet personelinin can ve mal güvenliği için Bomba İmha Uzmanı ekiplerce saat 00'den itibaren güzergah aramasının yapıldığı, 2044 personel görevlendirmesinin planlandığı, bu personelden 129 personelin ilk toplanma alanı olan Tren Garı önü ve çevresinde görevlendirildiği, toplanma yerinde görevlendirilen personele alınması gerekli tedbirler konusunda gerekli bilgilendirmelerin yapıldığı, il dışından gelen araçların yönlendirilecekleri alanlar için Trafik Şube Müdürlüğü ekiplerinin bilgilendirildiği, toplanma yerinde Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube Müdürlüğünden yeteri kadar personelin şubeleri yönünden gerekli çalışmaların yapılmasının tedbir yazısında istenildiği hususların, Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 2016 tarihli cevabi yazısından anlaşılmıştır.2015 tarihli olay tutanağının incelenmesinden; miting alanı ve çevresinde alınan güvenlik önlemlerinin ve tedbirlerinin yazılı olduğu, arama noktalarına yakın yerlerde kamyonet, kapalı kasa kamyonet, panelvan tipi araç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan illere ait plakalı araç varsa uzman ekipler ile kontrol edilerek kaldırılması talimatlarının verildiği, sabah 07:15'den itibaren katılımcı grupların Ankara Tren Garı önüne gelmeye başladıkları, saat 39 itibariyle bölgeye intikal eden otobüs sayısının 34, kişi sayısının ise 500 olduğu, bu sayının 07:49'da 500 kişiye ulaştığı, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi önünde, Mithatpaşa ve Necatibey Caddeleri ile Ankara Adliyesi bölgelerinde arama noktaları oluşturulduğu, saat 09:20 itibariyle tren garındaki kişi sayısının 000 civarında olduğu, Sıhhiye Meydanı miting alanında bomba aramasının yapıldığı, saat 09:51 itibariyle Tren Garı önünde son sayının 000 civarında olduğu, saat 10:00 sıralarında Tren Garı önünde bulunan kalabalık grubun içinden peş peşe 2 kez patlama sesinin duyulduğu, orada bulunan kalabalığın güvenli bölgelere uzaklaşmaları yönünde ikaz ve uyarılar yapıldığı, yaralıların hastanelere ulaşması için gerekli acil önlemlerin alındığının belirtildiği anlaşılmıştır.... Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 2016 tarihli yazısından, 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama olayı ile ilgili yapılmış bir ihbarın tespit edilemediği, İl genelinde yapılan güvenlik tedbirlerinin Ankara Güvenlik Şube Müdürlüğü tarafından belirlendiği, Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli 39 personelin miting alanında, 295 personelin ise Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli olduğu anlaşılmıştır.Ayrıca, davalı İçişleri Bakanlığı savunmasında, söz konusu olayla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından iddianame tanzim edildiği, söz konusu iddianamede, 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen terör saldırısı eylemini azmettiren, yardım eden ve iştirak eden kamu görevlisi olduğuna dair bilgi, belge ve delil elde edilemediği hususlarının belirtildiği görülmüştür.Öte yandan; dava dosyasında, Ankara Tren Garı patlamasıyla ilgili olarak hiç bir Emniyet mensubunun görevini ihmal etmesinden veya kötüye kullanmasından dolayı adli veya idari soruşturma nedeniyle ceza aldığına veya dava açıldığına dair bir bilgi ve belgenin de bulunmadığı görülmüştür.Hizmet kusurunda idarenin eylemi ile zarar arasında nedensellik bağının ve kusurun varlığının net olarak ortaya konması gereklidir. Sadece genel mahiyette olan istihbari nitelikte bir bilginin yazılı şekilde ve resmi yoldan Ankara Güvenlik Şube Müdürlüğü'ne ve diğer birimlere iletilmemesinin tek başına idarenin kusurlu olduğunu söylemek için yeterli olmayacağı, kaldı ki, Emniyet Ekiplerince mitingden önce canlı bomba konusunda görevli ekiplerin bilgilendirildiği, daha önce yazılan tedbir yazıları doğrultusunda buna yönelik tedbirlerin alındığı anlaşılmış olup, söz konusu terör olayının gerçekleşmesinde dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ışığında idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır....Bu durumda; somut terör eyleminin niteliği gereği olayın, bizatihi maksat ve hedefinin devlet ve onu teşkil eden toplum olması, özünde bu toplumun bir ferdi olarak davacıların yakınının vefat etmesi nedeniyle davacıların uğradığı manevi zararın duyulan ızdırap ve elemin ağırlığı ölçüsünde sosyal risk ilkesine göre tazmin edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır....Bu durumda; davacılara Ankara Valiliği Zarar Tespit Komisyon Kararı ile 000,00-TL tazminat ödenmesi ve İdare Mahkemesince yukarıdaki açıklamalara uygun olmayan bir manevi tazminat miktarına hükmedilmesinde isabet görülmemiş olup, takdiren 000,00-TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir....\" Bölge İdare Mahkemesinin söz konusu kararı 21/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 7/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Uzunyayla, B. No: 2018/31464, 15/6/2021; Ali Hıdır Tekin, B. No: 2018/35243, 15/9/ ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7723", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu yaralanma meydana gelmesi ile olaydan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; başvurucuya ait bina ve eklentilerinin madencilik faaliyetleri yüzünden gördüğü zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 29/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Ülkemizde en önemli taş kömürü rezervleri başvuruya konu taşınmazın da yer aldığı Zonguldak havzasında bulunmaktadır. Bu çerçevede Zonguldak havzası taş kömürlerinin yüzyıl ortalarından beri ülkemizin ekonomik, endüstriyel ve toplumsal gelişiminde önemli bir payı olduğu kabul edilmektedir. Havza-i Fahmiye olarak adlandırılan anılan bölgedeki taş kömürü havzasının sınırları 17/1/1326 (1910) tarihli ve 289 sayılı Tezkere-i Samiyye (Sadaret Tezkeresi) ile belirlenmiştir. Tezkere ile havzanın bir haritasının çıkarılması amaçlanmış ancak bu harita yapılamamış, Ereğli kömür havzasının sınırını gösteren 1295 tarihli Bahriye Nezareti haritasıyla yetinilmiştir. Buna göre Zonguldak Merkez ilçesi, Ereğli, Bartın, Çaycuma ve Kurucaşile ilçelerinin tamamı, Devrek, Ulus ve Karabük ilçelerinin de bir kısmı havza kapsamına alınmıştır. Cumhuriyet Dönemi'nde 5/2/1958 tarihli ve 4/9925 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile havzanın sınırları genişletilmiştir. 10/10/1983 tarihli ve 96 sayılı Türkiye Taşkömürü Kurumu Kuruluşu Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (96 sayılı KHK) maddesiyle Tezkere-i Samiyye ile belirlenen ve bilahare 5/2/1958 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile genişletilen saha, kömür havzasına tahsis edilmiştir. Öte yandan Tezkere-i Samiyye ile havza içinde kalan taşınmaz malların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilmesi yasaklanmıştır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10/6/1953 tarihli ve E.1953/6, K.1953/5 sayılı kararı ile Tezkere-i Samiyye'nin hâlen geçerli olduğu, bu tezkerenin konusunu oluşturan taşınmazların kamu malları kapsamına alındığı, bu nedenle söz konusu kömür havzasındaki taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilemeyeceği kabul edilmiştir. Bununla birlikte Tezkere-i Samiyye gereği kazanılmış olan haklar saklı tutulmuş, bu kapsamda 17/1/1326 (1910) tarihinden önce on yıllık kazandırıcı zamanaşımı şartı gerçekleşmişse zilyedi lehine tescil kararı verilebilmesi mümkün görülmüştür. 96 sayılı KHK'nın maddesinde Tezkere-i Samiyye ile belirlenen ve bilahare 5/2/1958 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile genişletilen, aynı madde ile kömür havzasına tahsis edilen sahanın kamu malı olduğu hükme bağlanmıştır. 5/6/1986 tarihli ve 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun 19/6/1989 tarihli ve 19139 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun'un maddesine göre söz konusu taş kömürü havzası dâhilindeki taşınmazların zilyetleri adına tesciline imkân sağlanmıştır. Buna karşılık aynı Kanun'un maddesinde tespit ve tescil edilen taşınmazların maliklerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri düzenlenmiştir. Ayrıca Tezkere-i Samiyye, Anayasa Mahkemesi kararına da konu olmuştur. Anayasa Mahkemesinin 25/3/1963 tarihli ve E.1963/28, K.1963/66 sayılı kararı ile Tezkere-i Samiyye'nin dayanağı olan itiraz konusu 289 sayılı Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararının kanun niteliğinde olmayıp idari bir karardan ibaret olduğu belirtilerek itirazın görev yönünden reddine karar verilmiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu, Zonguldak'ın Merkez ilçesi Dilaver Mahallesi'nde kâin 1 parsel numaralı taşınmazın malikidir. Taşınmazın üzerinde dört bina ve muhtelif eklentiler bulunmaktadır. Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüğü, Demir Mad. Pet. Ür. İnş. Tur. Nak. San. Tic. A.Ş. ile 1996 yılında rödovans sözleşmesi imzalamak suretiyle söz konusu Şirkete 7 No.lu ruhsat sahasında maden işletme hakkını devrederek madencilik faaliyetinde bulunma izni vermiştir. Başvurucunun beyanına göre anılan sahada 1990-1996 yılları arasında TTK, 1996 yılından günümüze değin ise rödovans işletmecisi olarak faaliyet göstermektedir. Başvurucu, mezkûr taşınmazının kusurlu kömür üretimi nedeniyle oluşan tasman dolayısıyla meydana gelen çökmelerden hasar görerek tamamen kullanılamaz hâle geldiği iddiasıyla TTK Genel Müdürlüğü ile Demir Mad. Pet. Ür. İnş. Tur. Nak. San. Tic. A.Ş. aleyhine Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 19/9/2011 tarihinde tazminat davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde yıkım, enkaz nakliye ve yeniden inşadan dolayı uğradığı zararlardan fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup 000 TL zararın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı TTK Genel Müdürlüğü cevap dilekçesinde dava konusu taşınmazların 3303 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tespit ve tescil edildiğini, bu Kanun hükümleri uyarınca taşınmaz malların sahiplerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyeceklerini belirtmiştir. TTK Genel Müdürlüğüne göre ayrıca rödovans işletmecisi diğer davalı şirket ile yapılan sözleşmenin maddesi hükmü uyarınca üretim faaliyetleri esnasında işletmeci tarafından özel kişiye veya kamuya ait mallara veya taşınmazlara verilecek her türlü zararın sorumluluğu işletmeciye aittir. Diğer davalı rödovans işletmecisi şirket de cevap dilekçesinde TTK Genel Müdürlüğü ile akdettikleri mezkûr sözleşmenin aralarındaki ilişkiyi düzenlediğini belirtmiştir. Mahkeme 4/9/2012 tarihinde inşaat mühendisi, maden mühendisi ve yüksek maden-jeoloji mühendisinden müteşekkil teknik bilirkişiler eşliğinde mahallinde keşif yapmıştır. Keşif sonucu düzenlenen 4/9/2013 tarihli teknik bilirkişi raporunda; dava konusu krokideki 1 No.lu binada meydana gelen hasarın %15'inin yapımdan doğan kusurlardan, %85'inin ise davalıların neomi damarında kömür üretiminin neden olduğu tasman etkisiyle meydana gelen oturmadan kaynaklandığı, 2 No.lu binada meydana gelen hasarın %10'unun yapımdan doğan kusurlardan, %90'ının ise davalıların neomi damarında kömür üretiminin neden olduğu tasman etkisiyle meydana gelen oturmadan kaynaklandığı, 3 No.lu binada meydana gelen hasarın %15'inin yapımdan doğan kusurlardan, %85'inin ise davalıların neomi damarında kömür üretiminin neden olduğu tasman etkisiyle meydana gelen oturmadan kaynaklandığı, 4 No.lu binada meydana gelen hasarın %15'inin yapımdan doğan kusurlardan, %85'inin ise davalıların neomi damarında kömür üretiminin neden olduğu tasman etkisiyle meydana gelen oturmadan kaynaklandığı ve dava tarihi itibarıyla yıpranma payı ile yapımdan kaynaklanan kusur oranı düşüldükten sonra dört bina ve eklentilerindeki hasar bedelinin 055 TL olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca mezkûr rapora göre dava konusu yapının bulunduğu taşınmaz 3303 sayılı Kanun kapsamında kalmaktadır. Mahkeme 28/11/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 23/9/2013 tarihli ilamına da atıf yapılmak suretiyle 3303 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tapu kayıt maliklerinin dahi maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep etme hakları bulunmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun şahsi hak iddiasına dayalı olarak taş kömürü havzasındaki yapısında oluşan zararın tazmini için herhangi bir hakka sahip olmadığı ifade edilmiştir. Daire, başvurucunun temyiz ettiği kararı 11/2/2016 tarihinde onamış; düzeltme talebini ise 27/12/2016 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar, başvurucunun vekiline 20/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 3303 sayılı Kanun'un \"Tazminat hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri; madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur, maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler.Madenleri işleten kurum veya tahsis sahiplerinin arama ve işletme hakları aynen devam eder, iş ve emniyet sahaları ile bu sahaların uzantısı içinde mevcut her türlü yeraltı ve yerüstü tesisleri aynen muhafaza edilir. Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri, mülkiyet hakkına dayanarak bu konularda bir hak ve tazminat iddiasında bulunamazlar.\"Bu hususlar tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilir.'' Konu hakkındaki diğer ilgili hukuk için bkz. Sabri Uhrağ ([GK], B. No: 2017/34596, 29/12/2020, §§ 26-41). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17428", "Başvuru Konusu":"Başvuru, başvurucuya ait bina ve eklentilerinin madencilik faaliyetleri yüzünden gördüğü zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, bir bankada çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1968 doğumlu olup 1991 yılından iş akdinin feshedildiği 25/7/2016 tarihine kadar Türkiye Ziraat Bankası Anonim Şirketinde (Banka) belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu, iş akdinin feshedildiği sırada Bankanın bir şubesinde yönetmen yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 16/7/2016 tarihinde Twitter isimli sosyal medya hesabından iki ayrı paylaşımda bulunmuştur. Başvurucunun ilk paylaşımında \"Tezgahlanan bu oyunu görebilmek için tüm halkımıza basiret ihsan eyle ya Rab!\" şeklinde ifadeler bulunmaktadır. İkinci paylaşımda ise başvurucu, üçüncü bir şahıs tarafından yapılan \"Son dakika: HSYK 2 bin 745 hakim ve savcıyı açığa aldı\" şeklindeki paylaşımın altına \"İşte gerçek darbe\" yorumunda bulunmuştur. Banka, başvurucunun bahse konu paylaşımları ile ilgili olarak Bankanın saygınlığını ve imajını zedelediği gibi itibar kaybına da neden olduğunu belirttikten sonra 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinde yer alan \"geçerli fesih\" şartlarının oluştuğundan bahisle başvurucunun iş akdini sona erdirmiştir. Başvurucu, Bankanın fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek Banka aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme; paylaşımların doğruluk ve sadakatle bağdaşmadığı, işçinin işverene karşı daha özenli ve sorumlu davranması gerektiği, anılan paylaşımların işverenin güvenini sarstığı değerlendirmelerinde bulunmuştur. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 30/6/2017 tarihinde Mahkeme ile benzer gerekçelerle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 6/12/2017 tarihinde onama kararı vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 22/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 19/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10550", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir bankada çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınma işleminden dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Askerlik Şubesi Başkanlığı Askerlik Meclisince yapılan muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olduğuna karar verilerek askere sevk edilmiştir. Başvurucu, zorunlu askerlik hizmetini tamamlayarak 2010 yılında terhis edilmiştir. Terhisine kısa bir süre kala uzman erbaş adaylığına müracaat eden başvurucu, yine 2010 yılı içinde sözleşme imzalayarak jandarma uzman erbaş olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde göreve başlamıştır. Görevi esnasında yapılan sağlık kontrolü sonucunda düzenlenen 14/10/2014 tarihli sağlık kurulu raporunda, romatizmal aort yetmezliği tanısı nedeniyle başvurucu hakkında ''Askerliğe elverişli değildir. TSK'da görev yapamaz.'' tespiti yapılmıştır. Bu raporun 1/12/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığınca onaylanıp kesinleşmesinin ardından başvurucunun sözleşmesi, sağlık nedeniylefeshedilmiştir. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 19/1/2015 tarihinde idareye başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 25/3/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 29/4/2015 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi) doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun en geç terhis tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca davanın en geç terhis tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un maddesi uyarınca davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine idarenin cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca hesaplanacak süre içinde açılması gerektiği belirtilmiş;başvurucunun ise askere alınması işleminin tesis, öğrenme ve icra tarihlerinden yaklaşık beş yıl sonra 19/1/2015 tarihinde idareye başvurması nedeniyle bu başvurunun zımnen reddi üzerine açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoyda ise başvurucunun terhis edildiği tarihte söz konusu rahatsızlıktan ve dolayısıyla zararının varlığından haberdar olduğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple dava açma süresinin başlangıcında terhis tarihinin esas alınmaması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucunun askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği kesinleşen sağlık raporunun kendisine tebliğiyle birlikte zararı öğrenebileceği ancak dosya kapsamına göre başvurucuya herhangi bir tebligat yapılmadığının anlaşıldığı, bu sebeple idareye başvurduğu 19/1/2015 tarihi itibarıyla zararı öğrendiğinin kabulünün gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davanın süresinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Mahkemenin 11/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 2/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir...\"B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Yusuf Gürkan [GK], B. No: 2014/11067, 18/10/2017, §§ 19- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19926", "Başvuru Konusu":"Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde zorunlu askerlik hizmetine alınma işleminden dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/61324", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, yargılandığı ceza davasında Kürtçe tercümandan faydalandırılmamasının ve gizli tanığa soru soramamasının adil yargılanma hakkına müdahale niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvuru, 5/6/2013 tarihinde Muş Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 5/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, PKK Kongra GEL/KCK terör Örgütüne üye olmak suçlamasıyla 24/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 27/12/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığının 18/7/2010 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Van Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan başvurucu, Mahkemenin 7/8/2012 tarihli kararı ile PKK Kongra GEL/ KCK terör Örgütüne üye olmak suçundan 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 22/1/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4187", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, yargılandığı ceza davasında Kürtçe tercümandan faydalandırılmamasının ve gizli tanığa soru soramamasının adil yargılanma hakkına müdahale niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, terör olaylarından dolayı köyleri terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvurular, muhtelif tarihlerde yerel mahkemeler vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölümler tarafından yapılmak üzere dosyaların Bölümlere gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve birer örneklerinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuruların birer örneği ve ekleri görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığı tarafından benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak, ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 25/6/2015 tarihinde, ekli tablonun (A) sütununda başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4657 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/4657 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuruculara ait bireysel başvurularda, başvuru dilekçeleri ile başvurulara konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, ekli tablonun (C) sütununda belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talepleriyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuşlardır. Ekli tablonun (D) sütununda tarih ve sayıları belirtilen Zarar Tespit Komisyonu kararlarında, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca köyün boşaltılmadığı, köyde nüfus istikrarının sürekli korunduğu, her beş yılda bir muhtarlık seçiminin yapıldığı, köyde korucuların bulunduğu ve korucuların dışında da vatandaşların ikamet ettiği, köy okulunun 1989 yılından günümüze kadar eğitime açık olduğu, köyde ibadethanenin bulunduğu ve karar tarihinde kadrosu münhal olmakla birlikte 1985-1986 ve 1998-1999 tarihlerinde kadrolu din görevlisinin mevcut olduğu, 2007 yılı milletvekili genel seçimleri ile Anayasa halkoylaması ve 2009 yılı mahalli idareler seçiminde köyde seçim sandığı kurulduğu, yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması ile şahısların malvarlığından istifade etmek amacıyla başka bir yerleşim yerinden aralıksız olarak köye ulaşabilmelerinin, o bölgede güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağı sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesi halini ihtiva ettiği belirtilerek, taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine başvurucular tarafından ekli tablonun (E) sütununda belirtilen tarihlerde açılan iptal davalarında, ekli tablonun (F) sütununda tarihleri gösterilen idare mahkemesi kararları ile başvurucuların ikamet ettikleri köyün boşalan ve/veya boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, genel nüfus sayımı ve tespitlerine göre köyde 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 1002 kişinin yaşadığı, muhtarlık seçimlerinin düzenli olarak yapıldığı, geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği, köyde bulunan askeri birlik personeli sayısı nedeniyle, nüfus sayımı sonuçlarının yüksek tespit edildiği iddiası konusunda toplanan bilgi ve belgelere göre 1990 yılına ait bilgi bulunamamakla birlikte, 1997 yılında köyde 90 köy korucusunun bulunduğu, korucuların dışında 20 hanenin korucu olmadığı ve bunların yaklaşık 250 kişiye karşılık geldiği, 2000 yılında ise köyde 90 korucunun bulunduğu ve korucular hariç köyde yaklaşık 100 kişilik nüfusa tekabül eden 13 hanenin bulunduğunun anlaşıldığı, anılan yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin var olduğu, köy halkının bir kısmının sübjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle göç ettiği, bu nedenle uğradıkları zararın idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı belirtilerek, davaların reddine karar verilmiştir. Kararların başvurucular tarafından temyiz edilmesi üzerine, ekli tablonun (G) sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile “karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği” gerekçesiyle hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, ekli tablonun (H) sütununda belirtilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Ret kararları başvurucular vekiline tebliğ edilmiş ve muhtelif tarihlerde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (bkz. Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 15-27). Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in “Zararın tespiti” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Yönetmeliğin “Zararın tespitinde komisyonca istenilecek belgeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(Değişik: 22/8/2005 – 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi Komisyona sunar. Ayrıca; Komisyon, gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden ister.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4657", "Başvuru Konusu":"Başvurular, terör olaylarından dolayı köyleri terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen menfi tespit davasında verilen kararın usul yönünden bozulması sonrasında yapılan yargılamada, Mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma kapsamı dışına çıkılarak karar verilmesi, verilen ikinci kararın eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeye dayanması, ikinci kararın temyizi üzerine birleşen dosya yönünden temyiz incelemesi yapılmadan kararın bütün olarak onanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/6/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 27/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 4/5/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 20/5/2015 tarihinde beyanda bulunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Demsan Turizm İnşaat Otomotiv Ticaret Limited Şirketi (Şirket), davalı B. Turizm İnşaat Ticaret Limited Şirketi (B. Şirketi) aleyhine Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin 2005/146 esas sırasına kayıtlı menfi tespit davasını açarak davalı B. Şirketi ile aralarında imzalanan 12/6/2003 tarihli kira sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, davalı B. Şirketinin ortağı ve yöneticisi olan A.Ç.nin tehdit ve zor kullanarak protokoller imzalatıp kendilerinden sekiz senet aldığını iddia etmiş ve bu senetler nedeniyle borçlu olmadığının tespitini talep etmiştir. Bu davanın yanı sıra tüm başvurucular B. Şirketi ile bu Şirketin ortağı ve yöneticisi olan A.Ç. aleyhine altı senedin tehdit ve zor ile alındığı gerekçesiyle Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin 2005/272 esas sırasına kayıtlı dosyasında (2005/272 esas sayılı dava); davalı S. aleyhine ise A.Ç. tarafından zor ve tehdit kullanılarak alınan bir adet bonoyu kötü niyetli olarak ciro aldığı gerekçesiyle Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2005/258 sırasına kayıtlı dosyasında (E.2005/258 sayılı dava) menfi tespit davaları açmışlardır. Bağlantı nedeniyle anılan iki dava, Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin 2005/146 esas sayılı dosyasıyla birleştirilerek yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 31/3/2008 tarihli ve E.2005/146, K.2008/189 sayılı karar ile başvurucu Şirketin kira sözleşmesini haklı nedenlerle feshettiği, kira bedeli olarak verilen bonoların bedelsiz kaldığı ve davalı S.nin de iyi niyetli hamil olmadığı gerekçesiyle asıl dava ile birleştirilen 2005/258 ve 2005/272 Esas sayılı davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/2/2009 tarihli ve E.2008/6049, K.2009/577 sayılı ilamı ile nispi harca tabi asıl davada eksik alınan harcın tamamlanması gerektiği, birleşen E.2005/272 sayılı davada, davalı B. Şirketinin derdestlik itirazı konusunda olumlu ya da olumsuz bir hüküm verilmesi ve anılan davanın davalısı A.Ç.nin dava konusu edilen bonolarda sıfatı bulunmadığından taraf ehliyetinin mevcut olup olmadığının Mahkemece resen araştırılması gerektiği gerekçesiyle asıl dava ve birleşen 2005/272 sayılı davadaki hükümlerin davalılar yararına bozulmasına; asıl davada verilecek hükmün, birleşen E.2005/258 sayılı davaya etkisi değerlendirilemediğinden davalı S.nin bu davaya yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin anılan bozma ilamı şöyledir: “… 1- Ltd.Şti. tarafından 2005 tarihinde açılan asıl davada toplam 000 USD bedelli bonolar ile borçlu olunmadığının tespiti talep edilmiş ise de, nispi harca tabi davada harcın eksik alındığı anlaşılmaktadır. 2005 tarihli dilekçe ile davacı vekili, açtıkları davayı takip etmeyeceklerini belirterek HUMK’nun maddesi uyarınca müracaata bırakılmasını talep etmiş ise de, 2005 tarihli oturumda davalı vekili davayı takip edeceklerini bildirmiş, ancak eksik harcı tamamlamamıştır. 492 sayılı Harçlar Kanununun ilgili maddesi uyarınca harç eksikliği giderilmeden müteakip işlemler yapılmaz. Mahkemece bu yön gözetilmeden yargılamaya devam olunarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.  2-Birleştirilen 2005/272 esas sayılı davaya yönelik birleşen davalıların temyizine gelince;  Davada, davacıların borçsuzluğuna karar verilen 6 adet bononun daha önce açılan 2005/ 146 esas sayılı davada da iptalinin istendiği, bu nedenle davalı B. Ltd.Şti.'nin derdestlik itirazında bulunmuş ise de, bu talep hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm verilmemiştir. Öte yandan birleştirilen davanın davalısı A.Ç.’nin dava konusu edilen bonolarda sıfatı bulunmamaktadır. Taraf ehliyetinin bulunup bulunmadığı yargılamanın her safhasında mahkemece re'sen araştırılması gerektiğinden bu yönün gözetilmemesi de isabetsizdir.  3-Birleştirilen E.2005/258 sayılı davanın davalısı S.’nin temyizine gelince;  Asıl davanın (1) nolu bentte açıklanan nedenle bozulmasına karar verilmiş olması sebebiyle asıl davada verilecek hükmün bu davaya etkisi değerlendirilemediğinden birleştirilen davalının temyiz itirazları şimdilik incelenmemiştir.  SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenle asıl davanın ve birleştirilen 2005/272 Esas sayılı davanın davalılar B. Ltd.Şti. ve A.Ç. yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenle birleştirilen davanın (2005/258) davalısı S.’nin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, bozma nedenine göre davacının asıl ve birleştirilen davalara yönelik tüm asıl ve birleştirilen davanın davalıları B. Ltd. Şti. ve A.Ç.’nin bozma kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,  … karar verildi.” Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesince 2009/417 esas sırasına kaydedilen dosyada bozma ilamına uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda 14/12/2010 tarihli ve E.2009/417, K.2010/1004 sayılı karar ile asıl davanın takipsiz bırakılan kısmının açılmamış sayılmasına, harcı ikmal edilerek devam edilen kısmının kabulüne, birleşen E.2005/272 sayılı davada derdestlik itirazının reddi ile davanın, davalı B. Şirketi yönünden kabulüne; davalı A.Ç. yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, birleşen E.2005/258 sayılı davanın davalısı S.nin iyi niyetli hamil olması nedeniyle bu davanın da reddine karar verilmiştir. Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin anılan kararının gerekçesi şöyledir: “Bozma ilamına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonunda tüm dosya kapsamına göre; 2003 tarihli kira akdi sonrası düzenlenen protokollerde sözleşme şartlarının kiracı aleyhine ağırlaştırıldığı, bu nedenle 6570 Sayılı Yasanın maddesinin ihlal edildiği, davacının kiraladığı otelin kullanımına engel olunduğu, taşınmazın icra yolu ile satışa çıkarıldığı, bu nedenle davacı şirketin kira akdini haklı nedenlerle feshettiği, artık kira bedeli olarak verilen asıl davaya konu 2005 vade tarihli, - ABD Dolarlı bono ile birleşen 2005-272 esas sayılı dava dosyasındaki bonolar bedelsiz kaldığından bu bonolar yönünden asıl dava ile asıl dava ile birleşen 2005-272 esas sayılı davadaki birleşen davalı B. Ltd. Şti. [y]önünden asıl ve birleşen 2005-272 esas sayılı davanın kabulü, diğer birleşen davalı A.Ç. yönünden mahkememizce uyulan Yargıtay bozma kararı uyarınca pasif husumet yokluğundan davanın reddi, asıl davada konu (2005 vade tarihli, - ABD Dolarlı bono dışındaki) diğer bonolar yönünden dava takip edilmediğinden HUMK.nun 409/5 maddesi uyarınca açılmamış sayılması, asıl dava ile birleştirilen 2005-258 Esas sayılı davada; Kadıköy İcra Müdürlüğünün 2005-3141 Esas sayılı icra takibine dayanak yapılan 2005 vade tarihli, - ABD Dolarlı bonoda birleşen davalı S.’nin davaya konu senedi B. Ltd. Şti'nden ciro yolu ile alan bu durumda hukuken kural olan iyi niyetli hamil üçüncü kişi konumunda olduğu, bunun aksini iddia eden davacının davalı ’nin senedin bedelsiz kaldığını bilerek kendisi zararına hareketle iktisap ettiğini ve kötü niyetli olduğunu Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca ispatla yükümlü olup, her türlü delille ispat edebileceği halde tanık dinletme isteminden 2010 tarihli duruşmada vazgeçmiş olduğundan üzerine düşen ispat yükümlülüğünü yerine getiremediği, bu nedenle birleşen davalı ’nin iyi niyetli hamil üçüncü kişi olduğunun kabulü gerektiği vicdani kanaate varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” Taraf vekillerinin bu kararı da temyiz etmeleri üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/9/2012 tarihli ve E.2012/5823, K.2012/11362 sayılı ilamı ile anılan karar onanmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin onama ilamı şöyledir: “Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı menfi tespit davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davalılar-davacı tarafından süresi içinde istenilmekle gün tayin edilerek taraflara gönderilen davetiyelerin tebliğ edilmesi üzerine belli günde davacılar vekili Av. R.T. ile davalı şirket ve davalı A.Ç. vekili Av. Y.F: geldiler. Hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.Dosya kapsamına, toplanan delillere, bozma gereklerine uygun şekilde karar verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna ve bozma gereklerine uygun olan hükmün ONANMASINA ve Yargıtay duruşması için kendisini vekille temsil ettiren davacılar yararına takdir olunan -TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacılara verilmesine, keza Yargıtay duruşması için kendisini vekille temsil ettiren davalı şirket ve A.Ç. yararına takdir olunan -TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalı şirket ve A.Ç.’ye verilmesine … karar verildi.” Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 4/4/2013 tarihli ve E.2012/17816, K.2013/6211 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar 28/5/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 27/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “Poliçeden dolayı kendisine müracaat olunan kimse keşideci veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan defileri müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez; meğer ki, hamil, poliçeyi iktisabederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun.” 6762 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bononun mahiyetine aykırı düşmedikçe poliçelerin cirosuna ait (593-602) … maddeler hükümleri bonolar hakkında da caridir.” 18/5/1955 tarihli ve 6570 sayılı mülga Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “Kira mukavelelerinde; bu Kanunun kira bedellerinin tayinine mütaalik hususlar müstesna kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz.” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.” 9/5/1960 tarihli ve E.1960/21, K.1960/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararı’nın ilgili kısmı şöyledir: “Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılmaz ve bozma sebebidir; meğerki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arzetmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulî müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadiyle kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi, Usul Kanununun dayandığı ana esaslardandır ve âmme intizamiyle de ilgilidir.” 21/4/1965 tarihli ve E.1965/1-91, K.1965/184 sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı’nın ilgili kısmı şöyledir: “Özel dairenin uyulan bozma ilâmı ile kazanılmış usule ilişkin bir hak söz konusu değildir. Zira bu bozma ilâmı ile taraflardan birisi yararına bir hak meydana gelmemektedir. Özel Daire sadece tapu kaydının uygulanmasını öngörmüş, taraflardan hangisinin haklı olduğu veya tapu kaydıyla bu yere sahip bulunduğu konusunda bir yargı belirtmemiştir. Özel Daire işin esasını ele almayarak usul bakımından olan bu eksikliği belirtmekle yetinmiştir. Uyulan bir bozma ilâmı taraflardan biri yararına bir hak meydana getirmiyorsa usule ilişkin bir haktan söz edilemez.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5009", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen menfi tespit davasında verilen kararın usul yönünden bozulması sonrasında yapılan yargılamada, Mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma kapsamı dışına çıkılarak karar verilmesi, verilen ikinci kararın eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeye dayanması, ikinci kararın temyizi üzerine birleşen dosya yönünden temyiz incelemesi yapılmadan kararın bütün olarak onanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek devlet memurluğundan çıkarılma işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde sivil memur olarak göreve başlamıştır. Bir astsubayla evlidir ve iki çocuk annesidir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmiş olan belgelere göre bir askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelen isimsiz bir ihbar üzerine İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmış veİstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde oluşturulan İnceleme Timi görevlendirilmiştir. Söz konusu İnceleme Timi tarafından konuyla ilgili sekiz personelin ifadeleri alınmıştır. Ayrıca hakkında tahkikat yürütülen asker kişilerin özlük dosyaları ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki personelin göreve mahsus e-posta (intranet, outlook) hesapları incelenmiştir. Bu incelemeler sırasında başvurucunun eşiyle boşanma sürecine girdiği dönemde başka asker kişilerle ilişki yaşadığı, göreve tahsisli e-posta adresine gönderilen veya kendisinin gönderdiği iletilerde aşk ve cinsellik içerikli mesajlar bulunduğu tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre İstihbarat Timi tarafından alınan ifade tutanaklarında \"İstihbarata Karşı Koyma\" (İKK) zafiyeti kapsamında ifade alınmıştır. Tutanaklarda, \"ifadeyi alan\" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya ait ifade tutanağında; evliliğinin ne zaman başladığı nasıl geliştiği ve hangi sebeplerle sona erdiği, ilişkisi olduğu tespit edilen kişilerle tanışıklığının ne zaman başladığı, aralarında cinsel anlamda ne zaman ve nerede yakınlaşma olduğu, intranet üzerinden bu kişilerle yaptığı yazışmaların hangi dönemde gerçekleştiği hususlarında sorular sorulmuştur. Bunun yanı sıra hizmet amaçlı olan intranet sisteminin özel amaçlarla kullanılmasının yasak olduğunu bilip bilmediği sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu ifade tutanağında; ilk evliliğinin bitmesinden sonra 1998-1999 yılları arasında bir asker kişiyle ilişkisi olduğu, 2003 yılında ikinci evliliğini yaptığı ancak evliliğinde sorunlar olduğu ve boşanma evresine girdiği dönemde 2008-2009 yılları arasında başka bir asker kişiyle duygusal olarak yakınlaştığı yönünde ifade verdiği görülmüştür. İfade tutanağına göre başvurucu, intranet sistemini hizmet amaçları dışında kullanmanın yasak olduğunu bildiğini beyan etmiştir. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesine gönderilen belgeler arasında bulunan e-posta iletileri incelendiğinde 2008-2011 yılları arasında başvurucunun intranet hesabına gönderilmiş ve başvurucunun gönderdiği iletiler bulunmaktadır. Başvurucunun cinsellik içerikli mesaj göndermediği, yeni yıl kutlaması, duygusal içerikli sözler, şiirler, esprili resimler göndermiş olduğu görülmüştür. Başvurucuya gönderilmiş olan bazı iletilerde ise cinsellik içerikli ifadeler yer almaktadır. İnceleme Timi tarafından hazırlanan İnceleme Sonuç Raporu'nda, başvurucunun başkasıyla evli olmasına rağmen belirtilen kişilerle evllik dışı ilişkileri olduğunun anlaşıldığı, göreve tahsisli bilgisayarında intranet ve e-posta sistemi üzerinden bu kişilerle cinsellik içerikli yazışmalar yaptığının belirlendiği belirtilerek Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kuruluna (Yüksek Disiplin Kurulu) sevki gerektiğine dair teklif getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu Yüksek Disiplin Kuruluna sevkedilmiştir. Başvurucu Yüksek Disiplin Kuruluna verdiği savunmasında söz konusu iddiaların doğru olmadığını belirtmiştir. Yüksek Disiplin Kurulunun 20/3/2013 tarihli işlemiyle başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu devlet memurluğundan çıkarılma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu vekili davalı idarece gönderilen gizli nitelikli belgeleri incelemesi ve belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi yönünde talepte bulunmuştur. AYİM İkinci Dairesi, 11/9//2013 tarihli kararıyla incelenmesine izin verilen belgeler arasında başkalarının özel yaşamlarına ait bilgiler yer alması nedeniyle bu belgelerin 4/7/1972 tarihli ve1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesinde belirtilen esaslar dâhilinde incelettirilmesine, başvurucunun ifade tutanağının bir örneğinin başvurucu vekiline verilmesine karar vermiştir. Ayrıca bu kararda başvurucu vekiline belgeleri incelemesinden sonra beyanda bulunması için otuz günlük süre verilmesine hükmedilmiştir. Başvurucu vekili 18/12/2013 tarihinde söz konusu belgeleri incelemiştir. Başvurucu vekili daha sonra sunduğu dilekçeleriyle anılan gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur. Ayrıca AYİM Başsavcılığı düşüncesine cevap ve karar düzeltme dilekçelerinde de söz konusu belgeler hakkındaki görüş ve beyanlarını sunmuştur. Başvurucu dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında sunduğu diğer dilekçelerinde İstihbarat Timi tarafından psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, sorgulamanın saatlerce sürdüğünü, ne için beyanda bulunduğunu bilmediği gibi ifadesinin disiplin cezası verilmesine esas alınacağını da bilmediğini, tanık olarak beyanına başvurulduğu ve ifadenin aleyhine kullanılmayacağı söylenilerek kandırıldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca kimliği belirsiz soruşturmacılar tarafından soruşturma yapılması ve hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, söz konusu fiillerden kimsenin haberi ve bilgisi olmadığını, işyerinde hiçbir disiplin zaafiyetine sebep olmadığını, kendisine ait mesajların incelenmesi suretiyle özel yaşamın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Yargılama sırasında AYİM Başsavcılığı görüşlerini sunmuştur. Başsavcılık, işlemin iptaline karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başsavcılığa göre eylem tarihleri bakımından iki yıllık ceza zamanaşımı süresi dolmuştur. Ayrıca Başsavcılık görüşünde, istihbarat çalışması çerçevesinde ifade alma işleminin hukuka uygun kabul edilemeyeceği belirtilmiş, bu suretle elde edilmiş ifade beyanlarına dayalı memurluktan çıkarma kararının da sebep unsuru bakımından hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. AYİM, oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucunun yazışmalarından ilişkilerinin devam ettiği anlaşılmaktadır ve dolayısıyla iki yıllık ceza zamanaşımı süresi bitmemiştir. AYİM, başvurucunun iki asker kişiyle süreklilik arz eder şekilde mesajlar gönderdikleri, mesajlar arasında cinsel temalı ibareler bulunduğu ve başvurucunun İstihbarat Timine verdiği yazılı ifadede söz konusu olayları kabul ettiği tespitinde bulunmuştur. AYİM'e göre söz konusu eylemler memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelikte yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler kapsamındadır. AYİM'e göre söz konusu e-postalar başvurucunun özeli olan bir alandan değil hizmete yönelik kullanılan ve denetime açık olan intranet üzerinden elde edilmiştir ve e-posta içeriklerinden anlaşılan ilişkileri, başvurucu ve diğer personelin ifadeleriyle teyit edilmiştir. AYİM'e göre söz konusu eylemler Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) disiplin anlayışıyla bağdaşmamakta ve TSK'nin itibarını zedelemektedir. AYİM kararında ayrıca başvurucunun geçmiş hizmetinin başarılı olduğu, ödül ve takdir belgeleri bulunduğu ve disiplin cezası bulunmadığı anlaşılmakta ise de davacının eylemlerinin vasıf ve yoğunluğu dikkate alınarak bir alt disiplin cezası verilmemesinin hukuka uygun bulunduğunu belirtmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üyeye göre davacının ve diğer şahısların savunma hakkı ihlal edilerek alınan ifadeler delil olarak kabul edilemez. Ayrıca başvurucunun geçmiş hizmetleri başarılıdır, takdir ve teşekkür belgeleri bulunmaktadır ve herhangi bir displin cezası bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra isnat edilen eylemlerin başvurucu ve anılan şahıslar dışında başka kimseler tarafından bilinmediği dikkate alındığında, başvurucunun TSK'de hizmet etmesine engel teşkil edecek derecede vehamet arz etmemektedir. Dolayısıyla en ağır disiplin cezası olan devlet memurluğundan çıkarılması cezası ölçülülük ilkesine uygun değildir. Anılan karar 19/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmemiştir. Başvurucu vekili tarafından 10/9/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk Anayasa'nın \"... disiplin kovuşturulmasında güvence\" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:\"Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ... mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez. \" 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun \"Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: ... E - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: ... g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak.” 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir.” 657 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Yüksek disiplin kurulları kendilerine intikal eden dosyaların incelenmesinde, gerekli gördükleri takdirde, ilgilinin özlük dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili kurumlardan bilgi almaya, yeminli tanık ve bilirkişi dinlemeye veya niyabeten dinletmeye, mahallen keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkilidirler.Hakkında memurluktan çıkarma cezası istenen memur, (…) soruşturma evrakını incelemeye, tanık dinletmeye, disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma hakkına sahiptir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Kamu makamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde, maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No:7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular, Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eşcinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30). Başvurucular, Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eşcinsel olanların silahlı kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları halinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecini değerlendirmiştir. AİHM'e göre, sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta hükümet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eşcinselliğin silahlı kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır. Bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, hükümetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda hükümetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110). ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14751", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek devlet memurluğundan çıkarılma işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gerekçeli kararın süresinde yazılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında 5/1/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 25/3/2019 tarihinde, başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 25/2/2020 tarihinde Mahkemeden anılan kararın gerekçesinin yazılmasını talep etmiş, ardından 17/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme de17/3/2020 tarihinde gerekçeli kararı açıklamıştır. Başvurucu, mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi inceleme tarihi itibarıyla Yargıtay’da derdesttir. Komisyon tarafından başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11476", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gerekçeli kararın süresinde yazılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47997", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun bir internet sitesinde yayımlanan röportajında kullandığı ifadeler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Diyarbakır'da bir ortaokulda Türkçe öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesidir. Somut olay 2015 yılı Haziran ayından itibaren yaşanan terör eylemleriyle mücadele kapsamında bazı ilçelerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve eğitim faaliyetlerine bir süre ara verilmesi etrafında şekillenmiştir (arka plan bilgisi için bkz. Dilek Kaya, B. No: 2018/14313, 17/7/2019, §§ 8-11). Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi, anılan durumu protesto etmek maksadıyla bir nöbet tutma eylemi organize etmiştir. Başvurucu, söz konusu eyleme iştirak ederek konu hakkında bir internet haber sitesine mülakat vermiştir. Başvurucunun 11/2/2016 tarihinde haberleştirilerek internette yayımlanan açıklaması şu şekildedir:\"Eğitimci birinin öğrencilerinden ayrılması bir ağacın toprakla olan temasının kesilmesi gibidir. Bir eğitimcinin öğrencileri ile olan ilişkisi onu anlamlandıran şeydir, bende eylül ayından beri oluşan bu yönde, sonuçta öğrenci olmadan, okul olmadan bir eğitimcinin de anlamı olmuyor. Öğrencilerin hissedemedikleri eğitimi veriyorsunuz, çok ciddi siyasi bilinç ufak yaştaki çocukta bir şekilde gelişebiliyor, bunu siz çocukların tamamında hissedebiliyorsunuz. Duruşlarından, bakışlarından bunu anlayabiliyorsunuz. İtiraf edeyim okula olan bakışlarına kadar bu sözünü ettiğim bilinç şekilleniyor, sonuçta şöyle bir durum var ortada kendilerini hissedemedikleri, örtüşemedikleri bir eğitim veriyoruz çocuklara, siz çocuğun umudunu alırsanız geriye ne kalır ki, böylesi bir gerçeklik yaşanırken, eğitimcilerin varoluş gerçeklikleri ortadan kaldırılmışken, buna karşı ses çıkarmak ve yaşanan durumun değişmesi ve dönüşmesi noktasında bir çaba içerisinde olmak, bütün öğretmenlerin alması gereken bir tutum olarak duruyor. Bu fikir ilk ortaya atıldığında buna güç vermek gerektiğini düşünüyorum, insanlar yaşanan gerçeği görsünler çünkü üzerine konuştuğumuz şey geleceğimiz, herkesin öyle ya da böyle duyarlı olması gerekiyor\". Söz konusu haber nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu ifadesinde; çocukların kendilerini hissedemedikleri ve örtüşemedikleri bir eğitim verildiği ifadesiyle yaşanan dil problemine vurgu yaptığını, çocukların yaşadıkları hak ihlallerine dair söyleminin ise çatışmalar nedeniyle çocukların eğitim hakkının ihlal edildiğine ve yaşanan olumsuzluklara vurgu yapmaktan ibaret olduğunu, kullandığı ifadelerin şiddet içerikli olmadığını ve kamuyu bilinçlendirme amacı taşıdığını belirtmiştir. Soruşturma neticesinde yapılan açıklamada \"terör örgütünü destekleyecek unsurları barındıran açık cümlelerin olmadığı görülmekle birlikte ifadeler bir bütün halinde değerlendirildiğinde bir öğretmenin kullanmaması gereken ifadeler oldukları, yaşanan olaylara ilişkin terör örgütünü eleştiren hiçbir ifadeye yer verilmemiş olduğu, üstü kapalı politik mesajlar verilmeye çalışıldığı, bir öğretmene asla yakışmayacak bir tonda olduğu ve sendikal eylem niteliği taşımadığı\" belirtilerek eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendi -\"hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak\"- kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun kınama cezasının cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi, başvurucunun açıklamasında ''çocukların umudunun ellerinden alınması; çocuklara çok hissedemedikleri örtüşemedikleri bir eğitimin verildiği; çocukların yaşadığı hak ihlallerinin görünür kılınmasının amaçlandığı\" gibi cümleleri kullanmasının hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlardan olduğu sonucuyla davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar istinaf yolunda oyçokluğu ile kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 28/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 28/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/380", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun bir internet sitesinde yayımlanan röportajında kullandığı ifadeler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 13/2/2010 tarihinde gözaltına alınmış, hakkında terör örgütü üyesi olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 23/12/2010 tarihli iddianamesi ile (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Mahkemece 7/3/2014 tarihinde Mahkemenin görevsizliğine ve dava dosyasının Siirt Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yargılama, Siirt Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19220", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçuyla ilgili etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1970 doğumlu olup bir ilçede yaşamakta ve doktor olarak görev yapmaktadır. Başvurucu ile eşi arasında 2015 yılından beri devam eden boşanma davası kapsamında 16/11/2012 doğumlu olan oğlunun yargılama süresince geçici velayetinin başvurucu anneye verilmesine ve baba ile çocuk arasında şahsi ilişki tesis edilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar gereği 4/7/2017 ile 31/7/2017 tarihleri arasında çocuk, başvurucunun eşi ile birlikte kalmıştır. Baba ile oğlu, babanın yaşadığı il merkezinde bir hafta kadar babanın kardeşinin evinde kaldıktan sonra babanın ailesinin bulunduğu köylerine gitmişler, kalan süreyi burada geçirmişlerdir. Oğlunun 31/7/2017 tarihinde kendisine teslim edildikten sonra oğlunda bazı davranış değişiklikleri gözlemlediğini dile getiren başvurucu, çocuğun babasından dönüşünden sonra içine kapandığını ve tuvaletini altına kaçırmaya başladığını fark etmesi üzerine oğlunun muayene edilmesi amacıyla doğrudan 17/8/2017 tarihinde yaşadıkları ildeki B.U. Çocuk Hastanesinin Çocuk Psikiyatri bölümüne başvurduğunu, oğlunun cinsel istismara uğradığının tespit edilmesi üzerine şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. B.U. Çocuk Hastanesi çocuk psikiyatri doktoru tarafından 17/8/2017 tarihinde saat 00'de muayene edilen çocuk hakkında yazılan reçetede çocuk izleme merkezine hitaben \"olguda istismar vakası tanımlandığı\" belirtilmiştir. Başvurucunun aynı gün saat 30'da Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubesine (Kolluk Merkezine) başvurarak oğlunun yaz tatilini geçirdiği babasının yanında 2003 yılı doğumlu (olay tarihinde 15 yaşından küçük) olan halasının oğlu tarafından cinsel istismara uğradığını iddia edip şikâyetçi olması üzerine soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır. Başvurucu aynı gün Kolluk Merkezinde alınan ifadesinde; oğlunda davranış değişiklikleri gözlemlemesi nedeniyle kendisiyle konuştuğunda köyde babasının ailesiyle birlikte kaldığı dönemde halasının oğlu ile yalnızken kuzeninin kendisine cinsel organını gösterdiğini ve üstüne yaprak koyarak cinsel organına dokundurtmaya çalıştığını, kalçasına ve göğsüne dokundurttuğunu, ayrıca küfrettiğini söylediğini ileri sürmüştür. İl Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı doğrultusunda 18/8/2017 tarihinde mağdur çocuğun ifadesi Çocuk İzleme Merkezinde adli görüşmeci aracılığıyla alınmıştır. Çocuğun yaşı, sorulara net cevap verememesi, olayları oyuncak erkek bebek üzerinde göstererek anlatması nedeniyle ifadesinin adli görüşmenin kaydedildiği CD'nin izlenmesi suretiyle anlaşılabileceği hususunda İfade Tutanağı'na not yazıldığı görülmüştür. Mağdur çocuğun dört sayfadan oluşan İfade Tutanağı'nda özetle; mağdur çocukla suça sürüklenen çocuğun evin dışında salıncakta iken suça sürüklenen çocuğun mağdur çocuğa cinsel organını gösterdiğini, daha sonra üzerine yaprak koyarak mağdur çocuktan cinsel organına dokunmasını istediğini ancak çocuğun dokunmadığını, buna karşın suça sürüklenen çocuğun mağdur çocuğun cinsel organına dokunduğunu dile getirdiği belirtilmiştir. Mağdur çocuk, halasının oğlunun ayrıca kalçasına (tuvaletini yaptığı yere) bir parmağıyla dokunduğunu, dokunduktan sonra başka bir şey olmadığını, bu arada küfrettiğini, dokunma ve küfür olayını daha önce babasına ve halasına anlattığını, onların kuzenine kızacaklarını söylediklerini beyan ettiğine tutanakta yer verilmiştir. Çocuğun ifadesinin adli görüşmeci A.E.nin oyuncak bebek üzerinde göstererek doğrudan sorduğu sorulara verilen yanıtlardan oluştuğu anlaşılmıştır. Adli görüşmeci tarafından düzenlenen adli görüşme raporunda başvurucunun oğlunun fiziksel gelişimi, sözel becerisi ve zihinsel kapasitesinin yaşıtlarıyla uyumlu olduğu, kendisini ifade etmekte zorlanmadığı, sorulara yaşıyla uyumlu yanıtlar verdiği, dolayısıyla verdiği bilgilerin tutarlı ve güvenilir olduğunun değerlendirildiği, bunun yanı sıra çocuğun psikiyatrik muayenesi ve sosyal incelemesinin yapılması gerektiği açıklanmıştır. Başvurucunun oğlunun anlatımları doğrultusunda başvurucu ve vekilinin çocuğun iç ve dış beden muayenesi yapılmasına gerek olmadığını, bu nedenle muayene yapılmasını istemediklerini beyan etmelerinin yanı sıra Cumhuriyet savcısı tarafından çocuğun muayene edilmesini gerektiren bir iddiada bulunmadığının değerlendirilmesi sonucunda çocuğun beden muayenesinin yaptırılmadığına ilişkin olarak 18/8/2017 tarihinde tutanak düzenlenmiştir. Şikâyet edilen suçun işlediği yerin başka bir il sınırlarında olması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 23/8/2017 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiştir. Bu arada mağdur çocuk hakkında bir kısım sağlık raporu düzenlenmiştir.i. Mağdur çocuk hakkında düzenlenen 24/8/2017 tarihli adli muayene raporları için psikiyatrik konsültasyon raporunda, çocuğun eskiye göre daha sinirli, anneye yapışma ve anneden ayrılamama, enürezis (istem dışı idrar kaçırma) ve enkoprezis (istem dışı altına gaita kaçırma) yakınmalarının mevcut olduğu, anksiyete bozukluğu olduğu düşünülen çocuğa ilaç (Prozac) başlandığı, ruh sağlığı açısından istismarın yaşandığı ortama çocuğun gitmemesi ve babayla görüşmenin çocuğun anneyle kaldığı ortamda gerçekleşmesi gerektiği vurgulanmıştır. ii. B.U. Çocuk Hastanesi üç çocuk psikiyatri doktoru tarafından 25/8/2017 tarihinde düzenlenen sağlık kurulu raporunda, klinik bulgular olarak istismar olayından sonra başlayan enürezis ve enkoprezis, ayrılma anksiyetesi bulguları, hareketlilik, irritabilite, olayla ilgili tekrarlayan davranış ve konuşmalar tespit edilmiş; yaşadığı travma nedeniyle çocuğun istismara uğradığı yere gitmemesi, kendi ortamında babayla görüşmesi gerektiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.iii. Başvurucu ile eşi arasında devam eden boşanma davasına ilişkin olarak şahsi ilişki tesisine yönelik olarak çocuk hakkında psikolojik danışman tarafından 10/10/2017 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda, çocuğun babasının yaşam alanıyla ilgili hususlarda herhangi bir baskı, zorlama ve yönlendirme olmaksızın ciddi anksiyetik tepkiler verdiği, sosyal ve duyusal gelişimi için uzmandan yardım alınması gerektiği, çocuğun yaşadığı bölgede çocuk ile baba arasında şahsi ilişki tesis edilmesi gerektiği açıklanmıştır. Yetkisizlik kararıyla soruşturmayı devralan Cumhuriyet Başsavcılığınca suça sürüklenen çocuğun 10/11/2017 tarihinde savunması alınmıştır. Üzerine atılı suçlamayı kabul etmeyen şüpheli çocuk, mağdur çocukla birbirlerini sevmediklerini, bu nedenle kendisine suçlama yöneltmiş olabileceğini, dayısının oğlu olan mağdur çocukla köyde yalnız kalmadıklarını, kendisinin daha çok köyde arkadaşlarıyla oynadığını ifade etmiştir. Olay tarihinde 12-15 yaş aralığında olan suça sürüklenen çocuk hakkında Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğü (Adli Tıp Kurumu) tarafından 10/11/2017 tarihinde düzenlenen adli raporda, suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı suçun anlam ve sonuçlarını kavrayacak düzeyde bedensel ve ruhsal olgunluğa sahip olmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/11/2017 tarihinde suçun işlendiği iddia olunan yerin bir ilçe sınırları içinde kaldığının tespit edilmesi üzerine ikinci kez yetkisizlik kararı verilmiştir. Soruşturma dosyasında yetki uyuşmazlığı bulunduğu gerekçesiyle en yakın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilerek yetkili savcılığın belirlenmesi talep edilmiştir. İlgili Ağır Ceza Mahkemesinin 1/12/2017 tarihli kararıyla yetkili savcılık ilçe Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) olarak belirlenmiştir. Savcılıkça başvurucunun eşi, kardeşi olan suça sürüklenen çocuğun annesi ve diğer erkek kardeşlerinin tanık olarak ifadelerine başvurulmuştur. Savcılıkça dinlenen üç tanık da olay yeri olan köyde mağdur çocukla birlikte kaldıklarını ifade etmiştir. Tanıklar 18/12/2017 tarihinde alınan ifadelerinde benzer söylemlerde bulunmuş; mağdur çocuğun iddia ettiği olayın yaşandığını görmediklerini, duymadıklarını ayrıca böylesine bir olayın yaşanmış olmasının mümkün olmadığını beyan etmişlerdir. Tanıklar iki çocuk arasında geçimsizlik olduğunu, iki çocuğun hiç yalnız kalmadığını, başvurucunun oğlunun köye geldiğinde tuvaletini altına yapma probleminin olduğunu, başvurucu ile eşi arasındaki boşanma davasının devam etmesi ve bu süreçte başvurucunun eşi hakkında şikâyetlerde bulunması gibi bu şikâyetin de asılsız olduğunu, annesi olan başvurucudan etkilenerek küçüğün doğru söylemediğini dile getirmişlerdir. Savcılıkça 26/12/2017 tarihinde suça sürüklenen çocuk hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Mağdurun avukat adli görüşmeci ve aile görüşmecisi eşliğinde ... Başsavcılığınca ifadesinin alındığı, ifade içerisinde mağdurun sorulara tam ve net cevap veremediğinin belirtildiği, 2017 tarihli tutanağa göre mağdur vekili ile mağdurun annesi olan müştekinin mağdurun muayene olmasını istemediklerini beyan ettikleri,...Müştekinin şikayetçi olduğu, suça sürüklenen çocuğun atılı suçlamaları kabul etmediği, dinlenen tanıkların mağduru doğrulamadıkları, eyleme ilişkin başkaca tanığın bulunmadığı, mağdurun babasının dosyaya sunmuş olduğu kamera kayıtlarında ve fotoğraflarda mağdurun sürekli güler halde bulunduğu, içine kapanık bir halinin olmadığı, iddia hakkında başka suretle delil elde etme imkanı bulunmadığı, bu haliyle suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediğine dair hakkında kamu davası açmayı gerektirir nitelikte ve yeterlilikte mağdur ile müştekinin soyut beyanları dışında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 170/2 Maddesi kapsamında şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmakla; Suça sürüklenen çocuk hakkında üzerine atılı suçtan kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...\" Savcılık kararında yer verilen, başvurucunun eşi tarafından sunulan ve mağdur çocuğun köyde olduğu döneme ait fotoğraf veya kamera görüntüleri başvuru veya soruşturma dosyasında (UYAP'ta) bulunmadığından Anayasa Mahkemesince incelenememiştir. Başvurucu, Savcılığın kovuşturmama kararına itiraz etmiştir. İki ayrı vekili tarafından sunulan itiraz dilekçelerinde başvurucu özetle Savcılığın kendini mahkeme yerine koyarak karar verdiğini, yaşı dikkate alındığında bu şekilde suç uydurması mümkün olmamasına rağmen mağdurun beyanlarına itibar edilmediğini, suça sürüklenen çocuğun annesi ve amcalarının tanık olarak dinlenerek mağduru doğrulamadıkları sonucuna ulaşılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, raporlarla mağdur doğrulanmasına rağmen ceza davası açılmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun itirazı yetkili Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/1/2018 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 14/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurudan sonra başvurucu, Savcılıkça verilen kararın kanun yararına bozulması için 22/10/2018 tarihinde talepte bulunmuş, Savcılık tarafından soruşturma dosyası 7/11/2018 tarihinde Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Başvurucu ile eşinin Aile Mahkemesince 14/2/2018 tarihinde boşanmalarına ve oğullarının velayetinin başvurucu anneye verilmesine karar verilmiştir. Anılan kararın istinaf aşamasından geçerek inceleme tarihi itibarıyla temyiz aşamasında olduğu görülmüştür. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Z. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, §§ 24-29, 32- ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6688", "Başvuru Konusu":"Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçuyla ilgili etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, okul aile birliğinden kiralanan kantinin kirası için katma değer vergisi (KDV) tevkifatı yapılmadığı gerekçesiyle resen tarh edilen KDV ve kesilen vergi zıyaı cezası aleyhine açılan davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru, 17/12/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Edremit ilçesi Akçay beldesi Naim Süleymanoğlu İlköğretim Okulunda bulunan, okul aile birliğinden kiraladığı kantini işletmekte iken 2005 yılı , , , ve vergilendirme dönemlerinde kira ödemesinden KDV tevkifatı yapmadığı gerekçesiyle hakkında resen tarh edilen KDV ve kesilen vergi zıyaı cezasına karşı Balıkesir Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin, 11/5/2011 tarihli ve E.2010/818, K.2011/507 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmesi üzerine Edremit Vergi Dairesi Müdürlüğünce başvurucu hakkında 22/9/2011 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir. İtiraz üzerine, Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 27/9/2011 tarihli ve E.2011/1866, K.2011/2096 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Mahkemenin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/2795, K.2012/160 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucu, anılan ödeme emrinin iptali istemiyle Balıkesir Vergi Mahkemesinde dava açmış, Mahkemenin 21/11/2012 tarihli ve E.2012/21, K.2012/833 sayılı kararıyla; 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesinde, kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, borcu olmadığı, borcunu kısmen ödediği veya borcunun zamanaşımına uğradığı iddialarıyla tebliğden itibaren yedi gün içerisinde idari dava açabileceğinin hükme bağlandığını; uyuşmazlık konusu ödeme emrinin, Balıkesir Vergi Mahkemesinin 11/5/2011 tarihli ve E.2010/818, K.2011/507 sayılı kararının uygulanmasını teminen, vergi miktarı ve nevi olarak anılan Mahkeme kararına ve usulüne uygun olarak düzenlendiği anlaşıldığından, ödeme emrinde hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. İtiraz üzerine, Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2013/1132, K.2013/1412 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Mahkemenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/2883, K.2013/3012 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 18/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6183 sayılı Kanun’un “Ödeme emrine itiraz” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9505", "Başvuru Konusu":"Başvuru, okul aile birliğinden kiralanan kantinin kirası için katma değer vergisi (KDV) tevkifatı yapılmadığı gerekçesiyle resen tarh edilen KDV ve kesilen vergi zıyaı cezası aleyhine açılan davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. 2019/21578 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/21562 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2019/21578 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2019/21562 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verildi. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 18/10/2011 tarihinde dava açılmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucular, asliye hukuk mahkemesinde açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 18/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21562", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucular Remziye Develi ve ÇuçiÖzekinci yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna, diğer başvurucular yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/14835, 2014/15856 ve 2014/17242 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/13504 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Çuçi Özekinci'nin eşi ve başvurucular Maruf Özekinci, Abdurrahman Özekinci, Mehmet Özekinci, Remziye Develi ve Tevfik Özekinci'nin babaları olan murislerinin 6/12/1982 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasına başvurucular Nesime Alkan, Süleyman Ektiren ve Emine Çiçek'in babaları, başvurucu Burhan Ektiren'in ise dedesi olan murisleri 8/2/1999 tarihinde müdahil olmuş veyerel Mahkemece verilen kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine Yargıtayca usulüne uygun tebliğ yapılmadığı gerekçesiyle Mahkemesine geri çevrilen dava dosyası yerel Mahkeme kararının tebliği aşamasındadır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13504", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirleri sonrasında hâkim önüne geç çıkarılma dolayısıyla açılan davada ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 13/3/2016 tarihinde Ankara/Güvenpark otobüs durakları önünde bomba yüklü aracın patlatılması sonucu 36 kişinin hayatını kaybettiği, 349 kişinin yaralandığı, birçok araç ve binanın zarar gördüğü olay ile ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan yürütülen yargılamada başvurucunun haftanın belli günlerinde polis merkezine müracaat ederek imza atma şeklinde adli kontrol tedbirine tabi tutulması kararı verilerek başvurucu serbest bırakılmış ancak başvurucunun adli kontrol kararını ihlal etmesi nedeniyle hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmıştır. Söz konusu yakalama emri gereğince başvurucunun 27/3/2019 tarihinde Şanlıurfa'da yakalanması üzerine Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütü üyeliğinden yeni bir soruşturma açılmıştır. Başvurucu 27/3/2019 tarihinde gözaltına alınmış ve toplam altı gün gözaltında kalmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkındaki yakalama emri gereğince başvurucunun savunmasının Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi aracılığı ile 2/4/2019 tarihinde temin edilmesi nedeniyle başvurucunun derhâl salıverilmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/4/2019 tarihinde başvurucu hakkında yakalama kaydı olduğunun tespit edilerek yakalanmasının ardından müsnet suçtan Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığının tespit edilmesi nedeniyle soruşturmanın gereğinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca takdir edilmesi gerektiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasının yetkisizlik kararı ile iletilmesi sonrasında, başvurucu hakkında Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamanın devam etmesi nedeniyle mevcut soruşturmanın yeni delile ilişkin olmayıp yakalama emri nedeniyle açıldığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılama neticesinde ise başvurucuya isnat edilen suç vasfı değişerek başvurucu hakkında 21/11/2018 tarihinde silahlı terör örgütü propagandası suçundan neticeten 3 yıl hapis cezasına hükmedilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı sonrasında başvurucu, yakalama kararının devam eden bir yargılamaya ilişkin olduğunu, herhangi bir soruşturma işlemi yapılmasının beklenmesini gerektirmediğini, yakalama emrine istinaden yakalanması sonrasında derhâl mahkeme huzuruna çıkarılması gerekirken altı gün boyunca hukuka aykırı olarak gözaltında tutulduğunu, her ne kadar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından terör örgütü üyeliğinden açılan soruşturma kapsamında da gözaltında tutulduysa da bu soruşturmanın hakkındaki yargılama nedeniyle yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini ve yeni delil bulunmadığı gerekçesiyle bu soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlandığını belirterek haksız olarak altı gün gözaltında tutulup hâkim önüne geç çıkarılması nedeniyle 000 TL manevi, 000 TL maddi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi ( Ağır Ceza Mahkemesi) 10/7/2020 tarihinde başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 435 TL maddi tazminat ile 500 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi \"... Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin... dosyasından çıkarılan yakalama emri uyarınca davacının Şanlıurfa ilinde yakalandığı, gözaltına alındığı, makul sürede yakalama emrini veren mahkemede savunması için hazır edilmesi gerekir iken 6 gün süre ile gözaltında tutulduğu, 6 gün sonra mahkeme huzuruna çıkarılarak serbest bırakıldığı, Şanlıurfa Başsavcılığı'nın yetkisizlik kararı ve Ankara Başsavcılığı'nın takipsizlik kararından anlaşıldığı üzere davacı hakkında başkaca bir suç soruşturmasının bulunmadığı, gözaltına alınma sebebinin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi yakalama emri olduğu ancak makul sürede mahkemesine çıkarılmadığı böylece haksız gözaltı işleminin uygulandığı, davacı hakkında uygulanan koruma tedbirinin CMK 141/1-b maddesine aykırılık teşkil ettiği, bu nedenle koruma tedbirinin hukuka aykırı olduğundan tazminat gerektirdiği, ...\" gerekçesine dayanmıştır. Başvurucunun istinaf kanun yolu başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 22/2/2021 tarihinde esastan kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/3/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 31/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19647", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirleri sonrasında hâkim önüne geç çıkarılma dolayısıyla açılan davada ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ikamet edilen ilin terk edilmemesi şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan açılan soruşturma kapsamında 10/6/2019 tarihinde tutuklanmıştır. Kovuşturma aşamasında; başvurucunun 2016 doğumlu bakıma muhtaç çocuğu ile birlikte ceza evinde kaldığı, eşinin de tutuklu olarak yargılandığı, başvurucunun tutukluluğunun devamının çocuk açısından ileride telafisi güç veya imkânsız sonuçlar doğurabileceği gözetilerek 3/7/2019 tarihinde tahliyesine karar verilmiştir. Tahliye kararı ile birlikte başvurucu hakkında yurt dışına çıkmamak ve ikamet ettiği Eskişehir ilini terk etmemek şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Antalya ilinde tutuklu bulunan eşi ile açık görüş gerçekleştirmek için 18/7/2019 tarihinde izin talebinde bulunmuş ancak bu talebi ağır ceza mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu 30/7/2019 tarihinde yeni bir talepte bulunmuş, ağır ceza mahkemesince talebin tekrar niteliğinde olduğu gerekçesiyle 2/8/2019 tarihinde yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu yargılandığı suçtan 8/10/2019 tarihinde 8 yıl 1 ay 15 gün süreyle hapis cezasına mahkûm edilmiş ve adli kontrol tedbirlerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 30/12/2019 tarihinde; Antalya'da tutuklu bulunan eşinin nakil talebinin kabul edilmediğini, adli tedbir kararı nedeniyle eşini ziyaret edemediğini, kendisinin iki buçuk yıldır eşini, çocuğunun ise sekiz aydır babasını göremediğini ifade ederek aile bütünlüğünün korunması için adli kontrol tedbirinin kaldırılmasını, bu kabul görmezse açık görüş ziyareti için iki gün izin verilmesini talep etmiştir. İstinaf mahkemesi; başvurucunun terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûm olması, aldığı cezanın miktarı ve kabul edilebilir bir mazeretinin bulunmadığı gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Başvurucunun itirazı ise söz konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 27/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6715", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ikamet edilen ilin terk edilmemesi şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Batman ili Kozluk ilçesi Yeniçağlar köyü Karşıyaka mevkisinde bulunan, başvuruculara ait konut ve yapılara, Batman Barajı ve Hidro Elektrik Santrali Tesislerinin yapımı sırasında dinamit patlatılmasıyla meydana gelen sarsıntılar sonucu zarar verildiği iddiasıyla başvurucular tarafından Kozluk Asliye Hukuk Mahkemesinde tespit davası açılmıştır. Kozluk Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda, binalarda ciddi çatlakların bulunduğunun ve meydana gelen zararın 841,00 TL olduğunun belirlenmesi üzerine başvurucular, söz konusu tutarın tazminat olarak taraflarına ödenmesi talebiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunmuşlardır. İdarenin cevap vermemesi üzerine başvurucular, zımni ret işlemi sonucu 12/10/2001 tarihinde maddi tazminat istemli tam yargı davası açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 30/12/2004 tarihli ve E.2001/1194, K.2004/3134 sayılı kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 3/7/2008 tarihli ve E.2007/7804, K.2008/5307 sayılı kararı ile bozma kararı verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede Diyarbakır İdare Mahkemesinin 9/7/2009 tarihli ve E.2008/2362, K.2009/1448 sayılı kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 9/7/2012 tarihli ve E.2010/2859, K.2012/3362 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 27/2/2014 tarihli ve E.2012/8202, K.2014/1234 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 15/4/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6920", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; Yargıtay onursal üyesi olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu genel sekreterine yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Yargıtay Cumhuriyet savcılığı, Yargıtay üyeliği, Yargıtay daire başkanlığı olmak üzere toplam otuz yıl Yargıtay da görev almış; Yargıtay birinci başkanlığı görevini yapmaktayken emekli olmuştur. Başvurucu hâlen ceza ve ceza yargılaması hukuku profesörü olarak bir vakıf üniversitesinde öğretim üyesidir. Hâlen Yargıtay üyesi olan davacı ise olayların yaşandığı tarihte o zamanki adıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) genel sekreteri olarak görev yapmaktadır.A. Arka Plan Bilgisi 2015 yılı Nisan ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan yürüttüğü soruşturmalar kapsamında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüpheli tutuklanmıştır. Olay tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olan Ö., şüpheli müdafileri tarafından verilen İstanbul sulh ceza hâkimliklerinin tamamının reddine dair dilekçeyi işleme koyarak sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulü ile şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi B.yi görevlendirmiştir. B. ise bir gün sonra anılan soruşturma dosyaları kapsamında tutuklu olan tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. O tarihlerde ulusal basında sayısız habere konu olan tahliye kararıyla ilgili olarak Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) talimatıyla hareket ettikleri iddia edilen Hâkim Ö. ve B. hakkında soruşturma işlemleri başlatılmış ve sonrasında Ö. ve B. tutuklanmıştır.B. Başvuru Konusu Olay Olayların meydana geldiği tarihlerde HSYK genel sekreteri olan davacı 11/6/2015 tarihinde bir gazeteye konuyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Açıklamaların yer aldığı haberin ilgili kısmı şu şekildedir:\"...Paralel yapı soruşturmalarında tutuklu bulunan 66 şüpheliye yönelik hukuksuz tahliye girişimi için avukatlar aracılığıyla kamikaze hakimleri kullanan örgüt, bu sefer de sosyal medya aracılığıyla dedikodular üreterek kaos yaratma çabasına girdi. Paralel yapıya yakın sosyal medya hesapları tarafından, paralel yapı soruşturmaları kapsamında tutuklama kararına imza atan hakimlerin pişman oldukları ve avukatlarla pazarlık içine girdikleri iddiası ortaya atıldı.'Kararlılığımızı Göreceksiniz'Paralel yapının sosyal medyada hakim ve savcılara yönelik iftiralarıyla ilgili olarak HSYK Genel Sekreteri [B.B.] özel açıklamalar yaptı. [B.B.], paralel yapı soruşturmalarında görev alan hakim ve savcıların af dilediği, avukatlarla pazarlık yaptığı iddialarının hayal ürünü olduğunu söyledi. [B.B.], sosyal medyada yer alan iddiaların gerçeği yansıtmadığını, paralel yapıyla olan mücadeledeki kararlılıklarını hazırladıkları HSYK kararnamesinde kamuoyunun göreceğini belirtti.' Kamikaze Vakasında Gereği Yapılır'Öte yandan paralel yapı soruşturmalarında tutuklu bulunan 66 şüpheliye yönelik hukuksuz tahliye kararı veren 'kamikaze hakimler' [B.] ve [Ö.] gibi hakimlerin bu süreçte ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Yeni bir kamikaze girişiminin planlanabileceği iddia ediliyor. HSYK'nın paralel yapı soruşturmalarında görev alan yargı mensuplarının arkasında olduğunu dile getiren HSYK Genel Sekreteri [B.B.], Mayıs ayında gerçekleştirilen kamikaze hakim vakasının bir benzerinin planlanması ve hayata geçirilmesi durumunda ise gereğinin aynı şekilde yeniden yapılacağını ifade etti.\" 17/6/2015 tarihinde bir televizyon kanalında davacının anılan açıklamalarıyla ilgili düşüncesi sorulan başvurucunun değerlendirmeleri ise şu şekildedir:\"Açıklamayı yeni öğrendim ve hayretle karşıladım. Böyle bir arkadaşın hâkimler ve savcılar yüksek kurulunda bulunmasından dolayı gerçekten çok üzüntü duydum. Doğru bulmuyorum, yanlış buluyorum. Böyle bir açıklama yapmış arkadaşın derhal oradan ayrılmasını tavsiye ederim. Bu düpedüz bir tehdittir. Bundan başka bir yorumu yok bunun. Yani onu serbest bırakırsanız biz de şöyle yaparız böyle yaparız. Ne demek bu. Yargıç kararını özgür bir şekilde verecektir. Ahmet'in Mehmet'in isteğiyle değil. Bu arkadaş yargıçlıktan gelmedir herhalde. Bunu bilmesi gerekir. Herkesten önce bilmesi gerekir ve bu konuda duyarlı olması gerekir. Ben bunu şaşkınlıkla karşılıyorum. Üzüntüyle karşılıyorum. Orada bulunmasını da tasvip etmiyorum. Hukuk devletinde bu olmaz. Bunun gereğini onun arkadaşlarının yapması gerekir. Diyecekler ki ayrıl. Bu kadar basit. Bunu onlar demezlerse onlar sorumludurlar. Suça katılmış olurlar. Bu bir suçtur. maddeyi okursanız görürsünüz. Derhal yapılmalı gereği.\" Davacı, başvurucunun açıklamalarında geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 13/7/2015 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Davanın görüldüğü Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 22/12/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; davacının açıklamalarıyla ilgili görüşlerine başvurulan başvurucunun anılan açıklamaları eleştirdiği, davacı hakkında herhangi bir isnatta bulunmadığı, bu nedenle başvurucunun beyanlarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı ifade edilmiştir. Davacının temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 8/5/2018 tarihinde Mahkemenin kararını bozmuştur. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Dosya kapsamından; hakim olan davacının, yürütmüş olduğu HSYK Genel Sekreterliği görevi kapsamında 11/6/2015 tarihinde yargı gündeminde olan güncel konularla ilgili basına yaptığı açıklamalar üzerine, davalı tarafından 17/6/2015 tarihinde [B] TV’nin [A.Ö.] programında bu açıklamaların değerlendirilmesi sırasında davacıya yönelik olarak, davacının basına vermiş olduğu demeci nedeniyle adil yargılamayı etkileme suçunu işlediği şeklinde bir isnatta bulunduğu anlaşılmaktadır. Oysa ki, davacının beyanlarında tehdit unsuru herhangi bir ifade bulunmadığı gibi, davacının yürütmüş olduğu kamusal görev kapsamında korunması gerekir. Şu durumda, olay tarihi, olayın oluş şekli, davalı tarafından sarf edilen sözler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, eleştiri sınırlarının aşıldığı, kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kabul edilmeli ve uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmelidir. Bu yön gözetilmeden yanılgılı gerekçe ile davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir...\" Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Dairenin bozma kararına uyan Mahkeme; başvurucunun davacıya yönelik olarak basına vermiş olduğu demeci nedeniyle adil yargılamayı etkileme suçunu işlediği şeklinde bir isnatta bulunduğu, eleştiri sınırlarının aşıldığı, davacının onuru, şerefi ve saygınlığı yönünden kişilik haklarını zedelediği gerekçesiyle 17/9/2019 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun 500 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Kararı temyiz eden başvurucu dilekçesinde; Yargıtay başkanlığı yapmış, hâlen bir hukuk fakültesinde profesör unvanlıyla ders veren, hukuk alanında bilimsel çalışmalar yürüten, yaşadığımız hukuk sorunları üzerine görüş açıklayan bir hukuk insanı olarak yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlamakla görevli HSYK’nın genel sekreterliği görevini yapan davacının açıklamaları hakkında ülkenin yargı pratiği ve adalet sisteminin işleyişi üzerinden eleştirilerde bulunmasının doğal olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu; davacının HSYK genel sekreteri sıfatıyla yaptığı anılan açıklamasının adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu, verilen bu demecin hukukun temel ilkeleri açısından değerlendirip eleştirildiğini, kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyen beyanlarının ifade özgürlüğü korumasından yararlanması gerektiğini belirtmiştir. Daire, kararı 11/3/2020 tarihinde oyçokluğu ile onamıştır. Nihai karar, başvurucuya 8/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19011", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Yargıtay onursal üyesi olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu genel sekreterine yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucular, 29/6/2004 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında ihtiyati tedbir kararının kaldırıldığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 30/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.  İkinci Bölümün 19/12/2013 tarihli ara kararı gereğince, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 10/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 27/4/2004 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat emiştir. a) İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca, trafik kazasına sebebiyet veren sürücü İsmet Güneş hakkında İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine açılan dava sonunda Mahkemece, 12/12/2006 tarih ve E.2005/439, K.2006/558 sayılı kararla; sürücünün 4/8 oranında kusurlu, müteveffanın kusursuz olduğu gerekçesiyle 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği neticeten 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. b) Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/3/2012 tarih ve E.2012/12953, K.2012/7375 sayılı ilamıyla; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair düzenlemenin değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. c) Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 14/8/2012 tarih ve E.2012/125, K.2012/158 sayılı kararla; sanığın 30/7/2011 tarihinde vefat etmesi nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir. Başvurucular, murisin anne ve babası ile kardeşleri, 29/6/2004 tarihinde araç sürücüsü İsmet Güneş, aracın tescil sahibi İbrahimoğulları Oto Lastik İth. İhr. Ltd. Şti. ve aracın kiralayanı Özgüneyler Taşımacılık A.Ş. aleyhine İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında, davalıların kazanın meydana gelmesinde tam kusurlu olduklarını ve zararlarının doğduğunu ileri sürerek, maddi ve manevi zararlarının tazminini, davalılara ait araçlar üzerine ihtiyati tedbir konulmasını talep emişlerdir. İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/9/2004 tarih ve 2004/465 esas sayılı yazısı ile davalılara ait araçlar üzerine ihtiyati tedbir konulmuştur. İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin kapatılması üzerine yargılamaya İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/9 esas numarasında devam edilmiştir. Davalıların talebi üzerine, İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/4/2013 tarih ve 2011/9 esas sayılı kararıyla araçlar üzerine konulan ihtiyati tedbir kararı kaldırılmıştır. Anılan karara yapılan itiraz, Mahkemece 17/9/2013 tarihli duruşmada reddedilmiştir. Yargılama İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/9 sayılı dava dosyasında devam etmekte olup, duruşmanın 1/7/2014 tarihine ertelendiği belirlenmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“… İhtiyati tedbir kararının uygulanması sebebiyle menfaati açıkça ihlal edilen üçüncü kişiler de ihtiyati tedbiri öğrenmelerinden itibaren bir hafta içinde ihtiyati tedbirin şartlarına ve teminata itiraz edebilirler. İtiraz dilekçeyle yapılır. İtiraz eden, itiraz sebeplerini açıkça göstermek ve itirazının dayanağı olan tüm delilleri dilekçesine eklemek zorundadır. Mahkeme, ilgilileri dinlemek üzere davet eder; gelmedikleri takdirde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. İtiraz üzerine mahkeme, tedbir kararını değiştirebilir veya kaldırabilir.…” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Durum ve koşulların değiştiği sabit olursa, talep üzerine ihtiyati tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına teminat aranmaksızın karar verilebilir. (2) İtiraza ilişkin 394 üncü maddenin üçüncü ve dördüncü fıkrası, kıyas yoluyla uygulanır.” 13/10/1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir“Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” 2918 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Cismani bir zarara düçar olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflarını isteyebilir.Eğer hükmün suduru esnasında, kafi derecede kanaat ile cismani zararın neticelerini tayin etmek mümkün değil ise; hükmün tefhimi tarihinden itibaren iki sene zarfında hakimin, tetkik salahiyetini muhafaza etmeğe hakkı vardır.” 818 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7740", "Başvuru Konusu":"Başvurucular, 29/6/2004 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında ihtiyati tedbir kararının kaldırıldığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek tazminat talep etmişlerdir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca idari para cezası uygulanmış, idari para cezasının tahsili amacıyla da ödeme emri düzenlenmiştir. Ödeme emrine karşı açılan dava, \"ödeme emri içeriği alacağa karşı açılan dava reddedildiği, alacak hukuka uygun olduğu\" gerekçesi ile reddedilmiştir. Başvurucu 16/7/2013 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Ondördüncü Dairesi27/11/2018 tarihinde kararı onamış, hüküm 17/12/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, idari para cezasına konu taşınmaz üzerindeki ruhsatsız yapının3194 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce yapıldığı için bu kanun uyarınca para cezası kesilmesinin kanunların geriye yürümezliği ilkesine aykırı olduğunu, soruşturma zamanaşımı dikkate alınmaksızın ceza verilmesinin hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiğini, mahkemelerce iddialarının karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 18/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2598", "Başvuru Konusu":"Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, güvenlik güçleri tarafından kullanılan silahla meydana gelen ölüm nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesi, aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Denizli-Aydın karayolu üzerinde 11/1/2006 tarihinde yapılan yol kontrolünde, aralarında başvurucuların murisinin de bulunduğu aracın önce durması ardından da hareket etmesi üzerine havaya ateş edilmiş fakat söz konusu araç seyrine devam etmiştir. Aracın durdurulması amacıyla hareket hâlinde olan aracın tekerleklerine doğru edilen ateş tekerlerle birlikte başvurucuların yakınına da isabet etmiş ve başvurucuların murisi vefat etmiştir. Başvuruculardan Binefş ve Cafer Kocaman olayda ölen R.K.nın anne ve babası, Güneş Kocaman eşi, Cem ve Can Kocaman ise oğullarıdır. Başvurucular, Denizli İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) ölene olan yakınlıklarına göre toplam 000 TL maddi ve manevi tazminat istemli tazminat davasını 10/4/2007 tarihinde açmıştır. Olayla ilgili olarak başlatılan ceza kovuşturması sonucunda ilgili kamu görevlisi jandarma hakkında 2009 yılında verilen ilk hükümde netice olarak sanığın verilen emri ve görevini yerine getirirken kasıt olmaksızın sınırı aşarak dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı ve bunun sonucunda da ölüm olayının öngörülmeyerek meydana geldiği belirtilmiş, sanığın 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ve maddelerine göre 1 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz incelemesinde, Yargıtay Ceza Dairesi bu kararın bozulmasına 13/3/2013 tarihinde karar vermiştir. Bozma kararı üzerine ilgili ceza mahkemesi tarafından kanun hükmünü icra kapsamında olan olayla ilgili, sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına 2013 yılında karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 18/3/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi, olaya ilişkin olarak ilgili ceza soruşturması ve kovuşturmasında yer alan bilgilere dayanarak özetle; sanığın kanun hükmüne uygun verilen emri ifa amacıyla hareket ettiği, öldürme kastı ile hareket etmediği ve burada kamu görevlisine ve dolayısıyla da idareye yüklenebilir bir kusur bulunmadığını kabul etmiştir. İdare Mahkemesi ayrıca aracın önce durmasına rağmen daha sonra tekrar hareket ederek yoldaki barikat engellerini ve önüne çıkan jandarmaları geçtiğini ve durdurmak amacıyla önüne çıkan bir adet araca da çarptığını tespit etmiştir. İdare Mahkemesine göre aracın içerisinde bulunan şahıslar havaya yapılan uyarı atışına rağmen durmayarak kaçmaya çalışmıştır. İdare Mahkemesi, araçta bulunan şahıslar üzerinde ve aracın çeşitli bölmelerinde çeşitli çap ve markada silahlar ve bunlara ait mermiler, bıçak, tornavida gibi kesici, delici aletler ve uyuşturucu madde de bulunduğunu vurgulamıştır. Tüm bunlardan hareketle İdare Mahkemesi; dur ihtarına uymayan başvurucuların murisinin de içinde bulunduğu araçta davalı idarenin bir personeli olan kişi tarafından gerçekleştirilen eylem nedeniyle meydana gelen zarardaki illiyet bağını araçtaki şahısların kusurlu davranışının ortadan kaldırdığını ve zararın doğmasına bu kusurlu davranışın neden olduğunu, netice olarak meydana gelen olayda idareye atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığını değerlendirmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi, İdare Mahkemesi kararının bozulmasına 15/11/2013 tarihinde karar vermiştir. Daire özetle, ceza kovuşturmasında verilen fakat bozulan kararda yer alan kusura ilişkin değerlendirme ve kabullerden hareketle, baştan ve batın bölgesinden vurulma sonucunda meydana gelen ölüm olayında zararın hizmet kusuru ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bozma kararı sonrasında İdare Mahkemesi, ilgili ağır ceza mahkemesinin Yargıtayın bozma kararı sonrasında olaya ilişkin olarak sanığın kanun hükmünü icrası kapsamında görev ifa ettiğine dair kabulüne atfen özetle meydana gelen olayda idareye atfedilebilecek bir kusurun veya kusursuz sorumluluk hâlinin bulunmadığı gerekçesiyle 29/5/2014 tarihinde direnme kararı vermiştir. Bu kararında İdare Mahkemesi ayrıca kendisini adli müşavir ile temsil ettiren ilgili davalı idare lehine 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (659 sayılı KHK) kapsamında, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hesaplanan toplam 925 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) İdare Mahkemesi kararının onanmasına 28/4/2016 tarihinde karar vermiştir. Karar düzeltme talebi 7/3/2019 tarihinde İDDK tarafından davanın esası ve vekâlet ücreti yönünden oyçokluğu ile reddedilmiştir. Karşıoy yazılarında özetle 659 sayılı KHK'nın maddesinin fıkrasında; idareleri adli ve idari yargıda vekil sıfatıyla doğrudan temsil yetkisinin hukuk birimi amirleri, hukuk müşavirleri, muhakemat müdürleri ve avukata ait olduğunun kurala bağlandığı, söz konusu düzenlemenin ise 2/11/2011 tarihinde yayımlandığı ve ilgili düzenlemenin de ancak bu tarihten sonra açılan davalarda uygulanacağı belirtilmiştir. Kararın 19/4/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 20/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvuruculardan Cafer Kocaman 30/10/2020 tarihinde ölmüştür. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17847", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güvenlik güçleri tarafından kullanılan silahla meydana gelen ölüm nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesi, aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yapılan toplantıya kolluk kuvvetleri tarafından müdahale edilmesi ve bu müdahale neticesinde yaralanma meydana gelmesiyle ilgili yürütülen ceza soruşturmalarının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvurular 25/8/2016 ve 5/9/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2016/21853 numaralı bireysel başvuru aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle eldeki bireysel başvuruyla birleştirilmiştir. İncelemeye 2016/15227 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1977 yılı doğumlu ve öğretmen olan başvurucu, olay tarihinde İzmir'de yaşamaktadır. Başvurucu 13/2/2015 tarihinde bazı sivil toplum kuruluşlarının laik, bilimsel ve ana dilde eğitim konusunda ülke genelinde gerçekleştirdiği basın toplantısı ve protesto gösterilerin İzmir'de düzenlenen kısmına katılmıştır. Anlatımına göre başvurucu, gösteri sırasında kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle karşılaşmış; toplumsal müdahale aracı (TOMA) içinde bulunan bir polis memuru tarafından hedef alınarak yakın mesafeden basınçlı su sıkılması sonucu kulağından yaralanmıştır. Alsancak Nevvar-Salih İşgören Devlet Hastanesi tarafından başvurucu hakkında olay tarihinde düzenlenen muayene ve iş göremezlik raporuna göre başvurucuda kulak zarı perforasyonu (delinmesi) tespit edilmiş ve başvurucuya beş gün istirahat izni verilmiştir. Başvurucu 17/2/2015 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliğine (İnsan Hakları Vakfı) başvurarak hakkında rapor düzenlenmesini talep etmiştir. İnsan Hakları Vakfı tarafından 9/10/2015 tarihinde düzenlenen değerlendirme raporunda özetle maruz kalındığı iddia edilen basınçlı su müdahalesi nedeniyle başvurucuya sağ kulak zarı perforasyonu tanısı konulduğu, yaralanmasının olay anlatımıyla uyumlu olduğu, olaydan sonra psikiyatrik yönden değerlendirilen başvurucuda akut stres bozukluğu tespit edilerek ikinci psikiyatrik görüşmesinde hafif-orta düzeyde post travmatik stres bozukluğu bulunduğu ifade edilmiştir. Göstericilerden 58 kişinin olay nedeniyle yakalanarak gözaltına alındığını beyan eden başvurucunun gözaltına alınıp alınmadığına veya hakkında ceza soruşturması yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi başvuru dosyasına yansımamıştır. Başvurucu kendisini yaralayan kolluk görevlisi, olay yerinde görevli diğer kolluk görevlileri, üst düzey kolluk amirleri, İzmir Valisi ve İzmir Emniyet Müdürü hakkında işkence suçunu işledikleri iddiasıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 31/12/2015 tarihinde şikâyette bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde ifade özgürlüğü kapsamında toplantı yürüyüşüne başladıkları sırada kolluk görevlilerinin müdahalesiyle karşılaştıklarını, TOMA kullanan polis memurunun doğrudan kendisini hedef alıp basınçlı su sıkması nedeniyle kulak zarının yırtıldığını ve ambulansla hastaneye götürüldüğünü, barışçıl gösteriye hukuka aykırı olarak müdahale edilme emri veren il valisinin ve il emniyet müdürünün de sorumlu olduğunu, ayrıca orantılı olmayan müdahale nedeniyle işkence suçunun işlendiğini iddia etmiş; kamera görüntülerinin incelenmesini, sorumlu görevlilerin belirlenmesini ve cezalandırılmasını talep etmiştir. İzmir Valisi hakkında yapılan şikâyetle ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/2016 tarihinde işleme konulmama kararı vermiştir. Kararda, İzmir Valisi'nin sendika tarafından düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşünün engellenmesi için hukuka aykırı emir verdiğine, dolayısıyla başvurucunun kasten yaralanmasında sorumluluğu bulunduğuna dair iddianın soyut ve genel nitelikte olduğu gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kararına karşı 14/4/2016 tarihinde Danıştaya itirazda bulunmuştur. Danıştay Birinci Dairesinin 25/5/2016 tarihli kararıyla başsavcılık kararlarına karşı itiraz yolu bulunmadığından başvurucunun itirazı incelenmeksizin reddedilmiştir. Anılan ret kararının başvurucuya 5/8/2016 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından başvurucu 25/8/2016 tarihinde 2016/15227 numaralı mevcut bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan Başsavcılıkça üst düzey kolluk amirleri ve kolluk memurları hakkında yapılan şikâyetle ilgili olarak 19/2/2016 tarihinde, sorumluların kimliklerinin tespit edilip 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturulmaları için İzmir Valiliğinden izin istenmiştir. Valilikçe 17/5/2016 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar verilmiş, başvurucunun anılan karara itirazı İzmir Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun kararıyla reddedilmiştir. Başsavcılık tarafından 3/8/2016 tarihinde kimlikleri belirlenen on iki kolluk görevlisi ve üst düzey kolluk amirleri hakkında görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili olarak inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir (Valiliğin ön inceleme raporu veya soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı başvuru dosyasında mevcut değildir). Başsavcılığın karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"İzmir Valilik Makamınca 17/05/2016 tarih ve 2016/130 sayılı Soruşturma İzni Verilmemesine kararı verildiği, mezkur karara yasal süresi içinde itiraz edilmesi üzerine nedeniyle mezkur karara yasal süresi içinde itiraz edilmesi üzerine Bölge İdare Mahkemesinin 13/07/2016 tarih ve 2016/216 Esas ve 2016/224 sayılı kararıyla itirazın red edilerek 13/07/2016 tarihinde kesinleştiği tespit edilmekle; Buna göre, 4483 sayılı Yasa uyarınca yetkili mercii tarafından verilen soruşturma izninin bulunmadığı ve soruşturma koşulunun gerçekleşmediği anlaşıldığından, hakkında ön inceleme yapılanların üzerlerine atılı görevi kötüye kullanmak suçuyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca inceleme yapılmasına yer olmadığına...\" Başvurucu 5/9/2016 tarihinde 2016/21853 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Soruşturma iznine ilişkin ilgili ulusal mevzuat için bkz. Erdal Sarıkaya [GK], B. No: 2017/37237, 17/3/2021, §§ 46- Kolluk görevlilerinin güç kullanımına ilişkin ilgili ulusal mevzuat için bkz. Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi ile ilgili içtihatlarda kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Sözleşme'nin maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediğini içtihatlarında da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM başvuruculara karşı fiziki güç kullanan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin şikâyeti incelediği İşeri ve diğerleri/Türkiye (B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 42) kararında 4483 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca soruşturma konusu fiilin soruşturma izni gereken bir suç olmadığına işaret edip daha önceki içtihatlarına da atıf yaparak idari makamlar tarafından yürütülen soruşturmanın bağımsız bir makam tarafından yürütülen bir soruşturma olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki bir başka karar için bkz. Karahan/Türkiye, B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15227", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yapılan toplantıya kolluk kuvvetleri tarafından müdahale edilmesi ve bu müdahale neticesinde yaralanma meydana gelmesiyle ilgili yürütülen ceza soruşturmalarının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 7/10/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 11/10/2009 tarihli kararı ile MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) terör örgütü üyesi olma ve nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) görülen dava başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 1/10/2014 tarihli celsede başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 26/10/2016 tarihli kararıyla Anayasa'yı ihlal ve yağma suçları kapsamında başvurucu mahkûm edilmiştir. İstinaf başvurusu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 17/3/2017 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Temyiz istemi üzerine Yargıtay Ceza Dairesince 13/2/2018 tarihinde hükmün onanmasına dair karar verilmiştir. 28/6/2018 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Ceza sorumluluğunun şahsiliği\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:\"Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.\" 5237 sayılı Kanun'un \"Sanığın veya hükümlünün ölümü\" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:\"(1) Sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.(2) Hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adlî para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak, müsadereye ve yargılama giderlerine ilişkin olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm, infaz olunur.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Duruşmanın sona ermesi ve hüküm\" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şu şekildedir:\"Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir. Ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşılırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verilir. Bu karara itiraz edilebilir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21744", "Başvuru Konusu":"Başvuru, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2017 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin 31/5/2014 tarihli nüshasında başvurucu hakkında \"Paralel Yapıya Yurtdışı Darbesi\" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Başvurucu bu haber nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini belirterek 2/6/2016 tarihinde, gazetenin sahibi şirkete karşı 000 TL manevi tazminat talebiyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Bu davada duruşma günü başvurucuya 19/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak başvurucu 21/7/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde yapılan ilk duruşmaya katılmadığı ve duruşmaya katılan davalı taraf davayı takip etmek istemediğini beyan ettiği için Mahkeme 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi gereğince yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Kocaeli 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) aracılığıyla Mahkemeye gönderdiği 16/12/2016 tarihli dilekçesinde; tutuklanması nedeniyle duruşmaya katılamadığını belirtmiş, duruşma zaptının bir örneğinin tarafına gönderilmesini talep etmiş ve mal varlığına el konulduğu için adli yardım hükümlerinden faydalanmak istediğini beyan etmiştir. Başvurucunun bu dilekçesi Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 20/1/2017 tarihli yazısı ile Mahkemeye gönderilmiştir. Başvurucunun daha önce Ceza İnfaz Kurumu kanalıyla Mahkemeye gönderdiği 9/12/2016 tarihli dilekçesi ise Savcılığın 2/3/2017 tarihli yazısı ile Mahkemeye gönderilmiş, başvurucu bu dilekçesinde de duruşmaya tutuklanması nedeniyle katılamadığını belirtmiş, son duruşma zaptı ile davalı tarafça dosyaya sunulan belgelerin Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden kendisine gönderilmesini talep etmiş ve adli yardım hükümlerinden faydalanmak istediğini belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderdiği 14/3/2017 tarihli dilekçesinde de, 9/12/2016 ve 16/12/2016 tarihlerinde ilettiği taleplerine cevap verilmediğini belirterek talebini yinelemiş; bu dilekçe de Savcılığın 16/3/2017 tarihli yazısıyla Mahkemeye gönderilmiştir. Mahkeme 13/3/2017 tarihli karar ile başvurucunun 29/11/2016 tarihli duruşmaya katılmaması nedeniyle dosyanın -yenileninceye kadar- işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu ilk duruşmadan bir ay sonra Ceza İnfaz Kurumunda olduğunu bildirmiş ise de usulüne uygun tebligat yapıldığı, süresinde mazeret bildirmediği, bu arada dosyanın geçici işlemden kaldırıldığı kendisine belirtilmiştir. Ayrıca dilekçe Mahkemeye ulaştığında harçsız yenileme süresinin bile dolduğu, aslında duruşmadan on yedi gün sonra mazeret dilekçesinin Ceza İnfaz Kurumuna verildiği ve buradan Mahkemeye 20/1/2017 tarihinde üst yazı ile gönderildiği açıklanmıştır. Mahkeme; yenileme harcının yatırılmadığını, dilekçenin de yenileme dilekçesi olmadığını belirterek 13/3/2017 tarihinde üç aylık yenileme süresi dolduğundan davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu tarafından karara karşı istinaf talebinde bulunulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 6/6/2017 tarihli kararla; başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu kanalıyla gönderdiği duruşma zaptının bir örneğinin gönderilmesi talebini ve adli yardım talebini içeren 16/12/2016 tarihli dilekçesinin Savcılığın 20/1/2017 tarihli yazısı ile Mahkemesine gönderildiği, başvurucunun tutukluluk nedeniyle katılamadığı duruşma gününe yönelik olarak 6100 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında eski hâle getirme talebinde bulunabileceği, 16/12/2016 tarihli dilekçenin içerik olarak yenileme talebi niteliğinde olmadığı gerekçeleri ile istinaf istemini esastan kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 19/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 17/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6100 sayılı Kanun’un ''Tarafların duruşmaya gelmemesi, sonuçları ve davanın açılmamış sayılması'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. (2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez.... (5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.  (7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır.\" 6100 sayılı Kanun’un''Eski hale getirme'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) Elde olmayan sebeplerle, kanunda belirtilen veya hâkimin kesin olarak belirlediği süre içinde bir işlemi yapamayan kimse, eski hâle getirme talebinde bulunabilir. (2) Süresinde yapılamayan işlemle ulaşılmak istenen aynı sonuca, eski hâle getirme dışında, başka bir hukuki yoldan ulaşılabiliyorsa, eski hâle getirme talebinde bulunulamaz.'' 6100 sayılı Kanun’un''Süre''kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Eski hâle getirme, işlemin süresinde yapılamamasına sebep olan engelin ortadan kalkmasından itibaren iki hafta içinde talep edilmelidir.\" 6100 sayılı Kanun’un ''Talebin şekli ve kapsamı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Eski hâle getirme, dilekçeyle talep edilir. Dilekçede, talebin dayandığı sebepler ile bunların delil veya emareleri gösterilir. Süresinde yapılamayan işlemin de eski hâle getirme talebinde bulunmak için öngörülen süre içinde yapılması zorunludur.'' 6100 sayılı Kanun’un ''Talep ve inceleme mercii'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' (1) Yapılamayan işlem için eski hâle getirme, bu işlem hakkında hangi mahkemede inceleme yapılacak idiyse, o mahkemeden talep edilir.\" 6100 sayılı Kanun’un ''Talebin yargılamaya ve hükmün icrasına etkisi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Eski hâle getirme talebi, yargılamanın ertelenmesini gerektirmez ve hükmün icrasına engel olmaz. Ancak, talebi inceleyen mahkeme, talebi haklı görürse, teminat gösterilmek şartıyla, yargılamanın ertelenmesine veya hükmün icrasının geri bırakılmasına karar verebilir. Mahkeme, gerektiğinde teminat gösterilmeden de yargılamanın ertelenmesine veya icranın geri bırakılmasına karar verebilir.'' 6100 sayılı Kanun’un''İnceleme ve karar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) İlk derece mahkemeleri veya bölge adliye mahkemelerinde eski hâle getirme talebi, ön sorunlar hakkındaki usule; Yargıtayda ileri sürülecek eski hâle getirme talebi ise temyiz usulüne göre yapılır ve incelenir. (2) Mahkeme, eski hâle getirme talebinin kabulü hâlinde, hangi işlemlerin geçersiz hâle geldiğini kararında belirtir. Islahla geçersiz kılınamayan işlemler, eski hâle getirme talebinden de etkilenmez.'' ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31337", "Başvuru Konusu":"Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak İzmir 2 No.lu T Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu farklı gazetelerde köşe yazarlığı yapan iki gazeteciye içerikleri büyük oranda aynı olan mektup göndermek istemiştir. Mektuplar incelendiğinde; tutuklanmadan önce öğretmen olarak çalıştığını beyan eden başvurucunun meslek hayatı boyunca çeşitli fedakârlıklar yaparak bu mesleği yerine getirdiğine ilişkin bir kısım olayları anlattıktan sonra ülkesine bağlı biri olarak terörist gibi görülmesini hazmedemediğini vurguladığı görülmüştür. Başvurucu, mektupta kendisine yönelik suç isnadına ilişkin bazı açıklamalar yapmış; içinde bulunduğu durumdan dolayı hem kendisinin hem de ailesinin mağdur olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca kızının başvurucuya yazdığı bir mektubun sakıncalı kabul edilen mektupların ekinde gazetecilere isim belirtilmeden yayımlanma istemiyle gönderildiği, bu mektubun da başvurucunun kızının babasına olan özlemi ve sevgisine yönelik ifadeler içerdiği görülmüştür. İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu (Komisyon) 5/12/2017 tarihinde düzenlediği tutanakla mektuplarının içeriklerinin sakıncalı ifadeler içerdiği, kamuoyu oluşturmak ve medyadan destek almak amacıyla gönderildiği kanaatiyle mektupla ilgili bir karar alması için mektubu Disiplin Kurulu Başkanlığına (Disiplin Kurulu) göndermiştir. Disiplin Kurulu 6/12/2017 tarihinde mektubun tamamının gönderilmemesine karar vermiştir. Anılan kararda mevzuat hükümleri tekrarlandıktan sonra mektupların kamuoyu oluşturma ve medyadan destek alma amacı taşıdığı ifade edilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı itirazlarında mektuba el konulmasının hukuki bir dayanağının olmadığını, mektupta güvenliği tehlikeye düşürecek, devleti ve Ceza İnfaz Kurumunu zora sokacak ifadelerin olmadığını, aksine mektuplarda tutuklanmadan önce devleti için yaptığı fedakârlıkları ve devleti ne kadar sevdiğini anlatmaya çalıştığını belirtmiştir. İçeriğinde şiddet, tehdit ve hakaret bulunmayan mektuplarda bir terör örgütüne neden üye olmadığını ve olamayacağına dair açıklamaların yer aldığını, ayrıca kızının kendisine gönderdiği mektubu aynen kopyalayarak gazetecilere göndermek istediğini vurgulayarak haberleşme hürriyetinin haksız yere engellendiğini ileri sürmüştür. Mahkeme başvurucunun itirazlarını 28/12/2018 ve 30/12/2018 tarihli kararlarla reddetmiştir. Aynı gerekçeyi içeren kararlarda; mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesi kararları hatırlatıldıktan sonra mektupların tamamının kamuoyu oluşturma ve medyadan destek alma amacı taşıdığı görüldüğünden Kurum güvenliğini tehlikeye düşürebileceği kanaatiyle alıkonulmasına karar verilmesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, bu kararlara karşı Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itirazında sakıncalı görülen mektuplarla tamamen aynı içerikteki mektubunu 12/12/2017 tarihinde başkalarına gönderdiğini, bu mektubun sakıncalı görülmemesine rağmen gazetecilere yazdığı mektuplara el konulduğunu belirtmiştir. Mahkeme 16/2/2018 ve 19/2/2018 tarihli kararlarıyla, İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Nihai kararlar 13/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327,10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/220, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve diğerleri, B. No: 2017/16227, 10/3/2020, §§ 18, ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14937", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; oğlu, gelini ve dört torununun 28/5/2005 tarihinde rahatsızlanmaları üzerine Eskişehir Devlet Hastanesi Alpu Entegre Hizmet Birimine kaldırıldıklarını ancak bu birimde gerekli tanı ve tedavilerin yapılmaması sonucu idarenin hizmet kusuru nedeniyle anılan yakınlarının vefat ettiklerini ileri sürerek olay nedeniyle uğradığı zararın tazmini talebiyle Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunmuş, başvurucunun talebi Sağlık Bakanlığının 13/10/2005 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi üzerine Sağlık Bakanlığı aleyhine 2/12/2005 tarihinde maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Eskişehir İdare Mahkemesinin 28/12/2005 tarihli kararı ile, tazminat istemiyle davalı idareye başvuru yapılıp yapılmadığı, yapılmışsa idarece bir cevap verilip verilmediği ve cevap verilmişse bunun ne zaman tebliğ edildiğinin dava dilekçesinde açıklanmadığı gerekçeleriyle dilekçenin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından eksiklikler tamamlanarak yeniden açılan davada, Eskişehir İdare Mahkemesinin 18/7/2006 tarihli E.2006/2310, K.2006/1366 sayılı kararı ile, dava dilekçesi ve eklerinin karşı taraf sayısından bir fazla olması gerekirken tek örnek verildiği ve dava dilekçesinin eklenmediği gerekçeleriyle tekrar dilekçenin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen eksiklikler tamamlanarak 30/10/2006 tarihinde yeniden açılan davada Eskişehir İdare Mahkemesinin 12/3/2008 tarihli ve E.2006/2986, K.2008/375 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 27/4/2012 tarihli ve E.2008/7080, K.2012/1888 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 26/4/2013 tarihli ve E.2013/3221, K.2013/3056 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede Eskişehir İdare Mahkemesinin 13/5/2014 tarihli ve E.2013/952, K.2014/602 sayılı kararı ile başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne, davanın açılış tarihi olan 2/12/2005 tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 30/1/2015 tarihli ve E.2014/7136, K.2015/413 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararında hükmedilen manevi tazminat için faizin başlangıç tarihine ilişkin kısmın bozulmasına, davalı idarenin temyiz isteminin reddi, başvurucunun temyiz isteminin kısmen reddi, anılan kararın manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ve kısmen reddine ilişkin kısımlarının onanmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/11/2015 tarihli ve E.2015/7618, K.2015/7797 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kısmi bozma kararı üzerine yapılan incelemede, Eskişehir İdare Mahkemesinin 15/7/2016 tarihli ve E.2015/1493, K.2016/717 sayılı kararı ile bozma kararına uyulmasına, manevi tazminat miktarına idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun ve davalı idarenin temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin E.2016/10508 sayılı dosyasında derdesttir. Başvurucu 13/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13549", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının infazı sırasında kendisi hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanmakta iken daha önce işlemiş olduğu iddia edilen bir suçtan dolayı kovuşturma başlatıldığını ve bu nedenle denetimli serbestlik tedbirinin kaldırılmasına karar verilerek hakkında yakalama emri çıkartıldığını belirtmiş ve bu işlem dolayısıyla özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/8/2013 tarihinde Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 3/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 16/10/2002 tarihli iddianamesi ile resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 28/5/2008 tarihli kararı ile başvurucunun 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş; temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 9/7/2012 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını onamış ve karar kesinleşmiştir. Başvurucunun kesinleşmiş hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına 27/3/2013 tarihinde Aydın Açık Ceza İnfaz Kurumda başlanmıştır. Aydın İnfaz Hâkimliğinin 28/3/2013 tarihli kararı ile başvurucunun koşullu salıverilme tarihine 1 yıldan az süre kaldığı ve iyi halli olduğu gerekçesiyle 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105/A maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca “bakiye cezasının koşullu salıverilme tarihi olan 14/1/2014 tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına” karar verilerek başvurucu aynı tarihte tahliye edilmiştir. Aydın İnfaz Hâkimliğinin 15/5/2013 tarihli kararı ile başvurucunun 10/7/2008 tarihinde işlediği iddia edilen dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçundan dolayı Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/70 sayılı dava dosyasında kovuşturma yapıldığı, başvurucuya isnat edilen dolandırıcılık suçunun cezasının üst sınırının 7 yıl hapis cezasını gerektirdiği belirtilerek 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca başvurucunun koşullu salıverilme tarihine kadar olan cezasının infazı için kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. İtiraz üzerine Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2013 tarihli kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun Anayasa’ya aykırılık iddiasına dayalı infazın durdurulması talebi üzerine Aydın İnfaz Hâkimliği 4/12/2013 tarihinde, “Hâkimliğimizin 2013/2 Değişik İş sayılı kararı ile dosyada uygulama yeri bulunan 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a 6291 Sayılı Kanun'un Maddesi ile eklenen \"Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi\" şeklindeki 105/A maddesinin 7 fıkrasının (b) bendinin iptali yönünde Anayasa Mahkemesi'ne itiraz yoluna başvurulması nedeniyle yapılmış olan itiraz başvurusunun 6216 Sayılı Kanun’un 41/2 maddesi uyarınca bekletici mesele yapılmasına, hükümlü Fetih Ahmet Özer hakkındaki Hâkimliğimizin 15/05/2013 tarih ve 2013/876 Esas, 2013/979 Karar sayılı kararına konu olan infazın durdurulmasına” şeklinde bir karar vermiştir. Bu karar üzerine, başvurucu, Aydın İnfaz Hâkimliğinin 15/5/2013 tarihli, başvurucunun koşullu salıverilme tarihine kadar olan cezasının infazına dair kararı nedeniyle cezaevine kapatılmamıştır. 5275 sayılı Kanun’a 5/4/2012 tarih ve 6291 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesiyle eklenen 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinin Anayasa’nın maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğu ileri sürülerek iptali, 19-20/11/2013 tarihli itiraz başvuruları ile Anayasa Mahkemesinden talep edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 26/12/2013 tarih ve E.2013/133, K.2013/169 sayılı kararı ile, 5275 sayılı Kanun’a, 6291 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin Anayasa’ya aykırı olduklarına ve iptallerine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin mezkûr kararının gerekçesi şöyledir:“…Ceza hukukunda bir kişinin suçlu olarak kabul edilebilmesi için hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması gerekir. Ceza muhakemesinin evrelerinden olan soruşturma ve kovuşturma aşamalarında ise kişi kesin hükümle mahkûm olmadığından suçlu olarak nitelendirilemez ve bu suç nedeniyle hakkında ceza hukuku alanına giren yaptırımlar uygulanamaz. 5275 sayılı Kanun’un maddesinde, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amacın, hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak olduğu belirtilerek, suçlunun da diğer bireyler gibi onurlu bir yaşam hakkının bulunduğu bilincine vurgu yapılmış ve çağdaş ceza hukukunda benzer haklara ilişkin düzenlemelere yer verildiği görülmüştür.Denetimli serbestlik suretiyle hapis cezasının infazı, özgürlüğü bağlayıcı cezanın kanunlarla belirlenecek bir alt sınırının infaz kurumunda geçirilmesi koşuluyla, suçlunun kişiliğindeki gelişmeleri gözlemleyerek cezasının koşullu salıverilmeden önceki bir yılını dışarıda geçirmesini sağlayan bir tedbirdir. Bu yöntemde işlenen suçun, denetimli serbestlik açısından belirleyici bir niteliği bulunmamakta, verilen cezanın çekilen süresi ve iyi halli olma koşulları aranmaktadır.Denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması ile de hükümlülerin; yeniden suç işleme risklerinin azaltılması, sosyal hayata hazırlanmalarına imkân sağlanması, tahliye şartlarına uyumun gerçekleştirilmesi, toplumsal kurallara uyma becerilerinin geliştirilmesi, toplumun hükümlüye olumsuz bakışının azaltılması ve ailesi ile görüşmesinin sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. İtiraz konusu kurallar uyarınca hükümlüler hakkında; denetimli serbestlik kararının verilmesinden önce veya sonra, kurallarda cezalarının alt ve üst hadleri gösterilen suçları işledikleri iddiasıyla soruşturma veya kovuşturmaya başlanmış olması veya devam edilmesi hâlinde tekrar kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmeleri kanun koyucu tarafından bir tedbir olarak düzenlenmiş ise de, söz konusu kurallar bu kişilerin suçlu sayıldıkları gerekçesiyle bir yaptırım niteliğine dönüşmektedir. Bunun yanında kurallar, denetimli serbestlikten yararlanma hakkını ve denetimli serbestlik kurumundan hükümlü ve toplum lehine beklenen kamusal yararı ortadan kaldırmaktadır. Kanunun çıkarılma amacı ile çelişen bu hususlar ise hükümlülerin henüz işleyip işlemedikleri belirli olmayan bir suçtan dolayı suçlu olarak nitelendirilmelerine yol açıp Anayasa’nın maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen “suçsuzluk karinesi” ile bağdaşmamaktadır. Öte yandan, itiraz konusu kurallar, ilgilileri, suçlulukları ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılmaları olanağından ve bu olanağı yürürlüğe koyan üstün hukuk kurallarından yararlanmalarını engellemekte ve hukuk devletinin ilkelerinden olan hukuki güvenlik ilkesini de ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasa’nın ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.…”B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun’un “Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı” başlıklı 105/A. maddesinin (1) numaralı ve (b) ve (c) bentleri iptal edilen (7) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir.…(7) Hükümlü hakkında;a) İşlediği iddia olunan başka bir suçtan dolayı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100 üncü maddesinde sayılan nedenlerle tutuklama kararı verilmesi,b) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi,c) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlandıktan sonra işlediği iddia olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha fazla olan kasıtlı bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma başlatılması, hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, infaz hâkimi tarafından, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar verilir. Hükümlü hakkında soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya kovuşturma sonucunda beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya düşme kararı verilmesi hâlinde, hükümlünün cezasının infazına denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak devam olunmasına infaz hâkimi tarafından karar verilir.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6179", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının infazı sırasında kendisi hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanmakta iken daha önce işlemiş olduğu iddia edilen bir suçtan dolayı kovuşturma başlatıldığını ve bu nedenle denetimli serbestlik tedbirinin kaldırılmasına karar verilerek hakkında yakalama emri çıkartıldığını belirtmiş ve bu işlem dolayısıyla özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen işleme karşı açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, hâkim olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK/Kurul) 29/11/2016 tarihli kararıyla meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu meslekten çıkarılmasına dayanak teşkil eden soruşturma dosyasının kendisine verilmesini talep etmiş, bu talep Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliğinin (HSK Genel Sekreterliği) 31/5/2019 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu, anılan işlemin iptali talebiyle dava açmış; Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 10/7/2019 tarihli kararı ile davayı incelemeksizin reddetmiştir. İlk derece mahkemesi; HSK Genel Sekreterliğinin Kurulun idari ve mali işleri ile sekretarya hizmetlerini yerine getirmek üzere kurulmuş bir birim olduğunu, başvurucunun meslekten çıkarılmasına ilişkin işlemin dayanağı bilgi ve belgelerin 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında verilmesi talebinin reddine dair HSK Genel Sekreterliği işleminin Kurulun bir işlemi olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, Anayasa'nın maddesinin onuncu fıkrası uyarınca HSK'nın hâkim ve savcılara ilişkin olarak vermiş olduğu meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle davanın esasının incelenmesinin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. İlk derece mahkemesi ayrıca HSK Genel Sekreterliği işlemine karşı açılan bir davada itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapıldığını, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca 13/3/2014 tarihli ve E.2014/54, K.2014/53 sayılı kararı ile başvurunun reddedildiğini, bahsi geçen kararın gerekçesinde Anayasa'nın maddesinin onuncu fıkrası uyarınca dava konusu işleme karşı yargı yoluna başvurulamayacağının ifade edildiğini dolayısıyla kendisinin yetkisiz olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinin kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 8/1/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 3/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13879", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen işleme karşı açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, öğrencisi olduğu üniversitenin rektörüne hitaben sarf ettiği sözler ve sergilediği davranışlar nedeniyle başvurucuya bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1998 doğumlu olan başvurucu, Ankara Üniversitesi (Üniversite) Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (Fakülte) Sümeroloji Bölümü öğrencisidir. E.İ. ise olayların yaşandığı tarihte Ankara Üniversitesi rektörüdür. Başvurucu 17/10/2017 tarihinde E.İ.nin Fakülte binasına geldiğini fark etmesi üzerine E.İ.ye yaklaşarak \"Yüzlerce akademisyeni ihraç ettiniz utanmıyor musunuz buraya gelmeye, yüzünüz kızarmıyor mu hala, ne yüzle Üniversiteye geliyorsunuz?\" şeklinde sözler sarf etmiştir. 18/10/2017 tarihinde ise E.İ.nin fotoğrafının bulunduğu bir karton maketi Fakülte içinde gezdirmiş ve \"Gördük ki biz de bir hevesi var okulumuzu gezmek istiyor bu arkadaş, gezemiyor korkudan galiba, dün biz sorduk yüzlerce akademisyen ihraç edildi siz bu okulda nasıl gezebiliyorsunuz dedik cevap veremedi dili tutuldu, biz de onun bu hevesini karşılayabilmek adına maketini yaptık okulda Rektörümüz Sayın [E.İ.yi] gezdireceğiz, öğrenciler çok fazla görmediği için birazcık gezdirelim okulumuzu.\" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Anılan söz ve davranışları nedeniyle Üniversite yönetimi tarafından başvurucu hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Dekanlığın 22/11/2017 tarihli kararı ile yükseköğretim kurumu personelinin kurum içinde ya da dışında şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle başvurucuya bir ay yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucu 26/12/2017 tarihinde söz konusu idari işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Davayı inceleyen Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) başvurucunun sarf ettiği sözlerin Üniversite Rektörü'nün şeref ve itibarını zedeleyecek mahiyette olduğu gerekçesiyle davaya konu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi üzerine dava dosyasını inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi (Daire) 27/3/2019 tarihinde Mahkemenin kararının hukuka uygun olduğunu belirterek oyçokluğuyla istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Muhalif görüşte; bir sözün tahkir edici olup olmadığının zamana, yere ve duruma göre değişebileceği vurgulandıktan sonra dava konusu sözlerin onur, şeref ve saygınlığı rencide edici değil rahatsız edici, eleştirel nitelikte olduğu değerlendirmesinde bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun \"Öğrencilerin disiplin işleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir.\" 18/8/2012 tarihli Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) \"Dayanak\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Bu Yönetmelik 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 54 üncü maddesi ile 65 inci maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanmıştır.\" Yönetmelik'in \"Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"(1) Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;...d) Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak,...\"B. Uluslararası Hukuk Eğitim hakkı hususunda ayrıntılı uluslararası hukuk bilgisi için bkz. Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, §§ 22-28; İlknur Uyan, B. No: 2019/14617, 14/4/2022, §§ 12, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Eon/Fransa (B. No: 26118/10, 14/3/2013) kararına konu olayda başvurucu, Fransa Cumhurbaşkanı korteji geçmek üzereyken üzerinde “Casse toi pov’con” (Kaybol, seni beş para etmez dingil) yazılı bir pankart sallamıştır. Bu, Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen ve bolca reklamı yapılan bir ifadeyi ima etmektedir. Daha önce yaygın olarak yorumlanan ve medyada geniş şekilde yer alan, internette de çokça dolaşan ve gösterilerde slogan olarak kullanılan söz konusu ifadeden dolayı başvurucu derhâl durdurulmuş ve kendisine Cumhurbaşkanı’na hakaret etmekten dolayı 30 avro para cezası verilmiş ancak bu ceza ertelenmiştir. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası üzerine AİHM, bir ifadenin özellikle hitap edilen kişinin statüsü, başvuranın konumu, geçmişte kullanılan bir cümlenin tekrarlanma biçimi ve bağlamı dikkate alınarak davanın bütünselliği içinde incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. AİHM; Cumhurbaşkanı tarafından dillendirilen bu ifadenin tekrar edilmesinin ne Cumhurbaşkanı’nın yaşamını veya onurunu hedef aldığını ne de basit bir biçimde kendisi aleyhinde karşılıksız bir şahsi saldırı anlamına geldiğini belirtmiştir. AİHM'e göre davacı tarafından kullanılan ve medyada geniş şekilde yer alan kaba bir ifadeyi kendi hesabına kullanan başvurucunun eleştirisi de nezaketsiz sayılabilecek bir hiciv olarak kabul edilmelidir. Bu bağlamda AİHM, hicvin gerçekliği abartılı ve bozulmuş bir şekilde sunan sanatsal bir ifade ve sosyal bir yorumlama şekli olduğunu ve doğal olarak tahrik etme ve kışkırtma amacı güttüğünü vurgulamıştır. Sonuç olarak AİHM, toplumsal tartışmaların demokratik toplumlarda çok önemli rol oynadığını vurgulayarak hicvin cezalandırılmasının caydırıcı bir etki doğuracağı gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. ", "Haklar":"Eğitim hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19019", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öğrencisi olduğu üniversitenin rektörüne hitaben sarf ettiği sözler ve sergilediği davranışlar nedeniyle başvurucuya bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan soruşturma başlatmıştır. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçu şüphesiyle 5/3/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, adli kontrol altına alınması talebi ile Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Hâkimlik 7/3/2018 tarihinde başvurucunun yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ve haftanın iki günü kolluk birimine imza atması şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanması suretiyle serbest bırakılmasına karar vermiştir. Savcılık 14/1/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlemiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 31/1/2019 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın ilk celsesinin 3/4/2019 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun bu celseye Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılımının sağlanması hususunda bulunduğu yer mahkemesine talimat yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, duruşmanın 3/4/2019 tarihli celsesine bulunduğu yer mahkemesinin SEGBİS salonundan katılmıştır. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu duruşmadan muaf tutulmayı talep etmiştir. Mahkeme başvurucunun tutuklanmasına karar vererek duruşmayı 22/5/2019 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, duruşmanın 22/5/2019 tarihli celsesine Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan (Ceza İnfaz Kurumu) SEGBİS aracılığı ile katılarak savunma yapmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Mahkeme başvurucunun takip eden celsede bizzat hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 28/6/2019 tarihine ertelemiştir. Başvurucu duruşmanın 28/6/2019 tarihli celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamakla birlikte başvurucu müdafii yaşanan teknik sorunlar nedeniyle SEGBİS aracılığı ile savunma yapamadıklarını belirterek tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme bu hususta herhangi bir değerlendirmede bulunmamış ancak başvurucunun bir sonraki celsede bizzat hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 24/7/2019 tarihine ertelemiştir. Duruşma Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:\"Sanık müdafiden soruldu: müvekkilim tutuklanmadan önce adli kontrol tedbirlerini aksatmadan yerine getirmiştir. Segbis sisteminde sıkıntı olması sebebiyle savunmasını yapamamaktadır. Bu nedenle müvekkilin tahliyesini talep ediyorum, heyet değişikliğinden dolayı mütalaaya karşı savunmamızı yapmak için süre talep ediyoruz. \" Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce düzenlenen 12/7/2019 tarihli yazıya göre başvurucunun 24/7/2019 tarihinde yapılması planlanan duruşmada hazır bulundurulmasını temin etmek üzere yargılamanın görüldüğü Şırnak'taki Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna geçici olarak sevk edilmesi hususunda gereğinin yapılmasının istendiği ancak bu yazıyla ilgili ne tür bir işlem yapıldığı dosya kapsamından anlaşılamamıştır. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı duruşmanın 24/7/2019 tarihli celsesinde hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 3/10/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu; gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakıldığını, tüm talep ve itirazlarına rağmen duruşmada hazır bulundurulmadığını ayrıca video konferans sırasında ses ve görüntü kalitesiyle ilgili sorun yaşanması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür. Komisyon adli yardım talebinin kabulü ile duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18388", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; başvurucuya yüklenen suçların işlenmediğinin sabit olması gerekçesiyle beraat kararı verilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İlçe müftüsü ve aynı zamanda Türkiye Diyanet Vakfı Çekerek Şubesinin (Vakıf) yönetim kurulu başkanı olan başvurucu hakkında Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından zimmet, irtikâp, görevi kötüye kullanma, sahtecilik, kamu görevlisinin ticareti ve dolandırıcılık suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davaları açılmıştır. Başvurucu yargılama sırasında 5/5/2007 ile 25/6/2007 ve 24/10/2007 ile 23/6/2008 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Aralarındaki hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle davalar birleştirilerek yargılamaya Yozgat Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/104 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Yozgat Ağır Ceza mahkemesi 18/4/2011 tarihli kararıyla başvurucunun yargılama aşamalarındaki savunmaları, mağdur ve katılanların beyanları, tanık anlatımları vebilirkişi raporunu esas alarak Vakıf tarafından yapılan ihalenin katılımcısı İ.S.ye yönelik irtikâp; Vakfın parasıyla şahsi aracına akaryakıt alma suretiyle güveni kötüye kullanma ve belgede sahtecilik suçlarına ilişkin kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmiştir. Mahkeme aynı karar ile Vakıf adına imamlar vasıtasıyla başvurucunun para ve buğday toplaması, başarılı öğrencilere verilmek üzere esnaftan toplanan çeyrek altınların bir kısmının mal edinilmesi, müftülüğe ait binadan çıkan camekanların satışından elde edilen paranın kuruma aktarılmaması, kurum adına yapılan icra takibi sonucunda tahsil edilen paranın kurum hesaplarına yatırılmaması, memuriyet nüfuz ve yetkisini kullanarak kuruma ait çeşitli hizmetlerde kullanılmak üzere görevlilere ait geçici yollukların kendisine verilmesini sağlaması eylemleri nedeniyle güveni kötüye kullanma ve irtikâp suçlarından cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 20/6/2014 tarihli karar ile hükmün beraate ilişkin kısmını onamış, güveni kötüye kullanma suçundan açılan davanın ise düşmesine karar vermiştir. Diğer mahkûmiyet hükümleri ise bozulmuştur. Başvurucu düşme kararını 10/11/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 10/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19304", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; başvurucuya yüklenen suçların işlenmediğinin sabit olması gerekçesiyle beraat kararı verilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tescili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Tapulama Tespiti ve İtiraz Süreci Başvurucuların murisleri olan S.K., H.A. ve K.K., İstanbul'un Beykoz ilçesine bağlı Ali Bahadır köyünde bulunan 143 parsel sayılı taşınmazın 1950 yılından beri zilyedidirler. 10/6/1969 tarihli tapulama tutanağı ile taşınmaz, 1 hektar 200 m² yüz ölçümlü olarak tespit edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü, başvurucuların murislerine ait taşınmazın orman vasıflı arazi olduğu gerekçesiyle ilgili komisyon kararına itiraz ederek tespitin iptali ve orman olarak tescili istemiyle 19/1/1972 tarihinde dava açmıştır. Beykoz Kadastro Mahkemesi 24/10/2000 tarihinde dava konusu taşınmazın 450 m²sinin 1939 yılında yapılmış ve aynı yıl kesinleşen orman tahdidi sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle davayı kabul etmiş, taşınmazın bu kısmına yönelik tespitin iptali ile orman olarak tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) onanarak 12/3/2003 tarihinde kesinleşmiştir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucular, taşınmazın orman vasıflı olduğu kabul edilerek Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi hükmü uyarınca tazminat ödenmesi istemiyle 4/1/2013 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine dava açmışlardır. Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesi 25/2/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Beykoz Kadastro Mahkemesinin 24/10/2000 tarihli kararı ile de tespit edildiği üzere dava konusu parselin bulunduğu yörede ilk orman tahdidi çalışmaları 8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu'na göre 1939 yılında yapılmış ve aynı yıl kesinleşmiştir.ii. Tahdit çalışmaları sırasında dava konusu parselin bir kısmı 37, 38 ve 39 No.lu orman sınır noktalarını birleştiren hattın güneyinde, orman sınırları içindedir, diğer kısmı ise orman sınırlarının dışındadır.iii. Beykoz Kadastro Mahkemesinin kararı ile orman sınırları içinde kalan 450 m²lik kısmın iptal edilerek bu kısmın orman olarak tapuya tesciline karar verilmiş, mahkeme kararı 12/3/2003 tarihinde kesinleşmiştir.iv. Davacılar kesinleşen orman tahdit çalışmalarına süresinde itiraz etmemiş; dava, zamanaşımı süresi içinde açılmamıştır. Orman sınırları içinde kalan yerle ilgili de tazminat davası açılamayacaktır. Temyiz edilen karar Daire tarafından 15/12/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme istemi Daire tarafından 5/6/2017 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuların vekiline 18/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 1/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 12/7/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Tarıma elverişli olmıyan sahipsiz yerler ile aynı nitelikte olan sahipsiz kayalar, tepeler, dağlar ve Orman Kanunu uyarınca orman sayılan yerler, tapulamaya tabi tutulmaz. Birlik sınırları içinde kalan bu gibi gayrimenkullerin tapulamaya tabi olup olmadığı hususunda ilgililer arasında anlaşmazlık çıkarsa, tapulama tutanağı ve krokisi yapılır. Anlaşmazlık sebebi tutanakla belirtilir.Anlaşmazlık bu kanunda yazılı usul ve ilgili kanunların esasları dairesinde çözülür.\" 766 sayılı mülga Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:\"Orman Kanunu uyarınca, tahditleri yapılarak kesinleşmiş ve tescil edilmiş ormanlara ait kayıtlar, müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne olduğu gibi aktarılır.\" 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun \"Tapuda kayıtlı taşınmaz malların tespiti\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “ Tapuda kayıtlı taşınmaz mal:...B) Kayıt sahibi veya mirasçılarından başkası zilyet bulunuyorsa;...b) Zilyet, taşınmaz malı, kayıt malikinden veya mirasçılarından veya mümessillerinden tapu dışı bir yolla iktisap ettiğini, onların beyanı veya herhangi bir belge ile veya bilirkişi veyahut tanık sözleriyle ispat ettiği ve ayrıca en az on yıl müddetle çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyet bulunduğu takdirde zilyet adına,... tespit olunur.” 3402 sayılı Kanun’un \"Kamu malları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:...D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.” 3402 sayılı Kanun'un \"İhya edilen taşınmaz mallar\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.\" 3402 sayılı Kanun’un \"Hazine adına tespit\" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:  “Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.” 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: \"Tabii olarak yetişen ve emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır\" 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir: “1) İlgililer tarafından idareye başvurulması ve idarece bu başvuru üzerine veya resen yapılan inceleme ve araştırma sonucunda doğruluğu tespit edilmesi hâlinde;a) Tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda halen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtları bedel alınmaksızın geçerli kabul edilir ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmeleri terkin edilerek tescilleri aynen devam eder, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilen, kesinleşen ve tapuda henüz infaz edilmeyen taşınmazlar hakkında da aynı şekilde işlem yapılır. Ancak bu kararlardan infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazlar ise, ilgilileri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması hâlinde, bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilir.b) Özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskânen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleri devredilen özel hukuk tüzel kişileri adına kayıtlı olan ancak daha sonra Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi konulan taşınmazların tapu kayıtları geçerli kabul edilir, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda Hazine adına tescil edilenler ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde ilgilileri tarafından idareye başvurulması hâlinde önceki maliklerine veya kanuni ya da akdî haleflerine bedelsiz olarak iade edilir. Ancak, bu kişilerden taşınmazlarına karşılık daha önce yer verilenlere veya bedeli ödenenlere iade işlemi yapılmaz.c) Bu fıkra kapsamında kalan taşınmazların kullanıcılarının kayıt maliklerinden farklı kişiler olmaları ve kayıt maliklerinin bu fıkradan yararlanmak istemeleri hâlinde, kullanıcılar bu Kanunda belirtilen şartları taşısalar dahi doğrudan satış hakkından yararlanamazlar. (2) Birinci fıkra kapsamında kalan taşınmazlardan orman sınırı dışına çıkartılacak yerlerde bulunan ve Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulması gereken taşınmazların tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulmaz ve bunlar hakkında dava açılmaz. (3) Birinci fıkra kapsamında kalan taşınmazlardan tapuda Hazine adına tescilli olan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre içerisinde idareye başvurmayan ilgililerin hakları bu süre sonunda sona erer, bu kişiler idareden başkaca talepte bulunamazlar, hak ve tazminat talep edemezler ve dava açamazlar. Bu taşınmazlardan Hazine adına tescilli olanlar idarece satış dâhil genel hükümlere göre değerlendirilir. (4) Bu maddeye göre ilgililerine iade edilmesi gereken taşınmazlardan orman olduğu iddiasıyla Orman Genel Müdürlüğünce açılan davalar sonucunda orman niteliğiyle Hazine adına tescil edilen, fiilen orman niteliğinde olan veya bu nedenle dava açılması gereken, ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan, özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gereken veya Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ilgililerine iade edilmez. Bu taşınmazların yerine, idarece belirlenen ve ilgililerince itiraz ve dava konusu edilmeksizin kabul edilen rayiç bedelleri ödenebilir veya rayiç bedellerine uygun taşınmazlar verilebilir.” 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağına dair Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31698", "Başvuru Konusu":"Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tescili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/2/2016 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Neslihan Altuğ doğum belirtilerinin başlaması üzerine 27/2/2008 tarihinde saat 09'da Kartal Yakacık Doğumevi ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine (Hastane) başvurmuş, saat 40'da normal doğum yoluyla ve 4 kg ağırlığında Sevde Hilal adında bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Nöbetçi ebe tarafından yaptırılan doğum sırasında başı çıkan bebeğin omuzları takılmış, gerekli manevralar yaptırılarak doğum gerçekleştirilmiştir. Sonrasında çocuk doktoru tarafından yapılan muayenede sağ kolda refleks alınamadığı, inleme ve solunum sıkıntısı görülen bebek yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan bir hastaneye sevk edilmiştir. Takip ve tedavisi yapılan bebeğin sağ kol ve sağ el parmaklarının üçünde felç oluştuğu, 14/6/2010 tarihli ve iki yıl geçerlilik süresi bulunan sağlık kurulu raporunda brakial pleksus felci tanısıyla %60 oranında vücut fonksiyon kaybının bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların tıbbi ihmal iddiasıyla şikâyet ve tazminat talebinde bulunmaları üzerine İstanbul Valiliği ilgili sağlık personeli hakkında inceleme başlatmıştır. İnceleme sonucu düzenlenen 15/9/2009 tarihli raporda; nöbetçi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doktor İ.nin doğumun meydana geldiği saatte ameliyatta olduğu ve doğumda bulunamadığı, omuz takılmasını önceden tahmin ederek önlem almanın mümkün olmadığı, bu komplikasyonla karşılaşıldığında uygun manevraları yaparak bebeğin ve annenin en az zararla bu durumdan kurtulmasının sağlanması gerektiği, olayda nöbetçi ebe tarafından gerekli müdahalelerin yapılması nedeniyle sağlık personeli bakımından kusur, ihmal ve özen eksikliğinin söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Doktor İ.nin imzasının da yer aldığı hekim mütalaasında, nöbetçi uzman hekimin ameliyatta olması nedeniyle hastayı nöbetçi ebenin muayene ettiği, durumu bildirdiği uzman hekimin yatış vererek ameliyattan çıktıktan sonra hastanın muayenesini yapacağını beyan ettiği, ameliyattan çıkıncaya kadar doğumun ilerlediği, omuzların takılması üzerine ebenin gerekli manevraları yaparak doğumu sonlandırmaya çalıştığı ancak hastanın bacaklarını kapatıp kendini sağa sola döndürerek bilinçsiz hareketlerle ebenin çalışmasını zorlaştırdığı ve doğumun uzamasına sebep olduğu, bütün bunlara rağmen ebenin çocuğun canlı doğumunu sağladığı belirtilmiştir. Doğuma ilişkin Günlük İzleme belgesinde \"Anne doğum sırasında bacaklarını kapattı. Sağa sola attı.\" ve \"Doğum esnasında Dr. Bey Sectio'da olduğundan Anestezi Teknisyeni İstiklal Bey çağrılmıştır.\" şeklinde kaydın yazılı olduğu, Ameliyat Kayıt Defteri'nde ise Doktor İ.nin 26/2/2008 günü saat 55'te girdiği ameliyattan 27/2/2008 günü saat 20'de çıktığı, aynı gün 30'da girdiği diğer bir ameliyatı 00'da tamamladığı, sabah 50'de tekrar ameliyata girdiği kayıt altına alınmıştır. Sağlık Bakanlığı (Bakanlık) 17/7/2009 tarihli işlemle, idari inceleme sonucu düzenlenen mütalaa ve raporlarda ulaşılan görüşe istinaden başvurucuların tazminat talebini reddetmiştir. Başvuruculardan Neslihan Altuğ ve Tevfik Altuğ 11/9/2009 tarihinde Bakanlık aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde kendi adlarına maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; doğum sırasında görevli doktorun hazır bulunmadığı, doğumu yaptıran ebenin ise hatalı müdahalede bulunması nedeniyle çocuklarında kalıcı hasar oluştuğu belirtilmiştir. Yargılama devam ederken başvurucular 18/2/2010 tarihli dilekçe ile Bakanlığa bu kez çocukları Sevde Hilal adına tazminat başvurusunda bulunmuşlardır. 15/2/2010 tarihinde ameliyat olan çocuklarında meydana gelen zararın devam ettiği ve artma ihtimali bulunduğunu belirten başvurucuların talebi zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucular bunun üzerine 22/3/2010 tarihinde Bakanlık aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde çocukları adına maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; daha önceki iddialarına ek olarak nöbetçi doktorun doğumdan kırk üç dakika önce ameliyattan çıktığı hâlde başvurucunun doğumuna girmediği, doğuma müdahale etmiş olması hâlinde çocukta felç durumunun gerçekleşmeyeceği, ayrıca doğum sonrasında ebe tarafından düzenlenen günlük izleme raporunun ve satırları arasına annenin doğum sırasında bacaklarını kapattığı, sağa sola yattığı şeklinde sonradan ekleme yapılarak hatanın örtülmeye çalışıldığı ileri sürülmüştür. Başvurucuların açtığı ilk davada İstanbul İdare Mahkemesi dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Mahkeme çocuğun muayenesi yapılarak sağ kolunda fiziki deformasyon bulunup bulunmadığı, şayet kolda normal dışı bir oluşum mevcut ise bunun mahiyeti (uzuv kaybı, uzuv zafiyeti) ve derecesinin ne olduğu, bu durumun doğumdan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, sakatlığın ortaya çıkmasında sağlık kurumlarına ve personele yöneltilebilecek kusur bulunup bulunmadığı, sakatlığın mevcut tıbbi teknik ve yöntemlerle tedavisinin ve araz bırakmadan giderilmesinin mümkün olup olmadığı hususlarında Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir. ATK İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından çocuk muayene edilip dosya evrakı incelendikten sonra hazırlanan 19/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda; bebek doğum ağırlığı 4000 g olan gebenin normal doğuma bırakılma kararının uygun olduğu, omuz takılmasının normal doğumda bir komplikasyon olarak görülebildiği, bebekte ortaya çıkan brakial pleksus (boyundan kollara giden ana sinir grubu) zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği cihetle ebe, sağlık personeli ve idarenin eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca, doğum eyleminde oluşan brakial pleksus hasarına bağlı koldaki mevcut arızanın uzuv zaafı niteliğinde olduğu, mevcut tablonun tedavi ile tamamen düzelmesinin beklenemeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucular bilirkişi raporuna karşı beyanlarında, omuz takılmasının uzman bir ekip tarafından ve acil müdahale edilmesi gereken bir durum olduğunu, olayda uzman doktor yerine ebe ve doğumhane personeli tarafından duruma müdahale edildiğini, ATK'nın sözü edilen acil durumda yapılması gereken manevraları uzman kişilerin yapıp yapmadığı ve doğru manevranın uygulanıp uygulanmadığı, ameliyatta olduğu iddia edilen nöbetçi doktorun kayıtlara göre doğumdan kırk dakika önce ameliyattan çıkmasına rağmen doğuma müdahale için çağrılıp çağrılmadığı, çağrılmışsa neden müdahalede bulunmadığı hususlarını araştırmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca, zor bir doğum olmasına ve bebekte solunum sıkıntısı tespit edilmesine rağmen çocuk doktoruna derhâl haber verilmemesi nedeniyle teşhis ve tedavide gecikme olup olmadığının da incelenmediğini belirtmişlerdir. Mahkeme 25/5/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde; ilgili sağlık personelinin ifadeleri, inceleme raporu ve ATK raporu birlikte değerlendirilerek tıp literatüründe her doğumda olabilecek bir risk kapsamında ele alınan omuz takılmasının önceden öngörülmesine imkan bulunmadığı, böyle bir olayın meydana gelmesinde ise uygun tekniklerin kullanılarak bebeğin en az hasarla doğumunun sağlanması gerektiği, doğum esnasında ebe tarafından verilen talimatlara uymayan ve doğumu zorlaştıran annenin bu hareketlerine rağmen bebeğin omzunun takılmasından sonra ebe tarafından tıp literatüründe yer alan ve yapılması gereken müdahalenin yerine getirilerek en az hasarla doğumun gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca ATK raporunda, doğumun normal başladığı ve normal süresinde seyrettiği, doğum takibinin tıp kurallarına uygun olduğu, bebekte oluşan sekel dikkate alındığında omuz takılmasının hiç bir şekilde önlenemeyeceği, bu nedenle önceden önlem alınamayacağından olayın normal yolla doğum endikasyonunun bir komplikasyonu olduğu belirtilmek suretiyle davalı idarenin kusurunun bulunmadığı yolunda görüş bildirilmiş olması nedeniyle davalı idarenin ağır hizmet kusurunun varlığından söz edilemeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucuların çocukları adına açtığı diğer davada ise İstanbul İdare Mahkemesi ATK tarafından yapılan incelemenin sonuçlanmasını beklemiş, ATK raporunu temin edip inceledikten sonra 28/5/2012 tarihli kararıyla ve ilk davadakine benzer gerekçelerle davayı reddetmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen her iki kararın vekâlet ücreti dışındaki kısımları, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/6/2014 tarihli toplantısında onanmış, karar düzeltme istemleri de Dairenin 19/11/2015 ve 27/11/2015 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai kararların biri 7/1/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, diğer karar ise 25/1/2016 tarihinde başvurucular tarafından öğrenilmiştir. 1/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar (B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30) kararı. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2796", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kullanılması, mahkeme kararlarının idari denetime tabi tutulması, yetkisiz soruşturma makamınca soruşturmanın yürütülmesi ve soruşturma dosyasına erişim imkânı ile savunmanın hazırlanması için makul süre verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, siyasilerin ve bir kısım medya organının birtakım açıklama ve yorumları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları ile Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kanun maddelerinin iptali istemine ilişkindir. Başvuru 8/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, daha önce benzer bir başvuruda sunulan görüşler çerçevesinde yeni bir görüş sunulmasına gerek bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) Edirne Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 13/11/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 14/11/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Edirne Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde altlık-üstlük ilişkilerini kullanarak yasa dışı bir örgütlenmede bir araya geldikleri, devletin istihbarat faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve güç ile yasaların verdiği yetkileri görevin gereklerine aykırı kullanarak amaçlarına ulaşmak için toplumda tanınan ve kamuoyuna mal olmuş kişileri, çoğunlukla emniyet müdürleri ve eşlerini, öğretim görevlilerini, meslek odası mensuplarını -organize suç örgütleriyle ilişkilendirmek ve bu kişilere ait bilgileri bildikleri hâlde kişinin gerçek kimliklerini gizlemek veya eksik ya da yanlış bilgi vermek suretiyle- içeriği itibarıyla sahte belgelerle temin edilen dinleme kararlarıyla dinledikleri, bu şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal ettikleri ifade edilmiş; başvurucu tarafından gerçekleştirildiği ve suç oluşturduğu iddia edilen eylemlere ilişkin bir açıklamaya yer verilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/11/2014 tarihinde, tutuklama talebinin reddi ile başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 14/11/2014 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin bu kararına itiraz etmiştir. Başsavcılığın bu itirazının değerlendiren İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 18/11/2014 tarihinde, itirazın kabulü ile başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan tutuklanmasına ve hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin tevdi raporuna, atılı suçların işlendiği hususundaki tanık ve müşteki beyanları ile ıslak imzalı sahte belgelerin varlığına atıfta bulunmuştur. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin dinleme kararı alınması sürecinde örgütlü bir yapı içinde uygun mahkeme seçimi konusunda birbirlerini yönlendirdikleri, ret kararlarına rağmen aynı gerekçelerle tekrar mahkeme kararı alarak suç işlemedeki iradelerini, azim ve kararlılıklarını ortaya koydukları, bu hususların tevdi raporuyla da tespit edildiği ifade edilmiştir. Aynı kararda; şüphelilerin Edirne Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde görev yaptıkları dönemde görevin sağladığı nüfuz ve gücü görevlerinin gereklerine aykırı bir şekilde kullanarak toplumda tanınan ve kamuoyuna mal olmuş birçok kişi hakkında, bu kişileri suç örgütleri ile ilişkilendirmek suretiyle iletişim tespiti kararları aldıkları, bu kararları alırken yargı mensuplarını da aldatacak şekilde, aleyhinde dinleme kararı alınan kişilerin gerçek kimlik bilgilerini gizleyerek veya eksik yazarak hatta yanlış bilgi vererek talepte bulundukları, bu kararlarla kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları amaç dışı kaydettikleri, bu kararları alabilmek için iletişime müdahale talep formlarını yaygın, sistemli ve organize bir şekilde sahte olarak düzenleyip kullandıkları yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise \"... suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, bu suçun önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu]'nun ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadğı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin üzerine atılı suç sayısı ve çeşitliliği dikkate alınarak alabilecekleri ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme,tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada ve bu suçlar ile bu şüpheliler yönünden yetersiz kalacağı...\" değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu, çıkarılan yakalama kararı üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/11/2014 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu 19/11/2014 tarihinde tutuklamaya dair İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/11/2014 tarihli kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 24/11/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 9/12/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 8/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek, hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 36-47) kararı. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/507", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kullanılması, mahkeme kararlarının idari denetime tabi tutulması, yetkisiz soruşturma makamınca soruşturmanın yürütülmesi ve soruşturma dosyasına erişim imkânı ile savunmanın hazırlanması için makul süre verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, siyasilerin ve bir kısım medya organının birtakım açıklama ve yorumları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları ile Anayasa ya aykırılığı ileri sürülen kanun maddelerinin iptali istemine ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, eşcinsel olan kardeşini kasten öldüren sanığa isnat edilen suçun yetersiz araştırma ve hatalı değerlendirme sonucunda Mahkemece yanlış nitelendirilmesi ve şartları oluşmadığı halde haksız tahrik ve takdiri indirim hükümlerinin uygulanması neticesinde eksik ceza tayin edilmesi, ayrıca eşcinselleri ayrımcılığa karşı koruyacak ve onlara yönelik suç işleyenlerin cezai indirimden yararlanmasını engelleyecek bir düzenlemenin olmaması ve bu suçları işleyenlerin cezalarında indirim yapılarak farklı muamelede bulunulması nedenleriyle Anayasa’nın , , , ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 28/2/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, öldürülen Ahmet Öztürk’ün kardeşidir. Ahmet Öztürk, 8/8/2010 tarihinde kendisi gibi eşcinsel olan arkadaşı N. ile birlikte yoğunlukla eşcinsellerin buluştuğu bir bara giderek, burada sanık ve arkadaşı Ö. ile tanışmışlardır. Bir süre beraber eğlendikten sonra gece saat 30 sıralarında hep birlikte N. ’nin evine gitmişlerdir. N. ve Ö. eşleşip başka bir odaya geçerlerken, Ahmet Öztürk ve sanık ise beraber salon kısmında kalmışlardır. Cinsel ilişkiye girme konusunda çıkan anlaşmazlık sonucunda Ahmet Öztürk, sanık tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. 8/8/2010 tarihli olay yeri inceleme raporuna göre Ahmet Öztürk’ün öldürüldüğü odada yapılan incelemede; “şahsın sırt üstü yatar, üzeri çıplak, yoğun kan lekeleri içinde bulunduğu, yaşamını yitirdiği, sehpadaki küllüğün yere düştüğü, yerde sigara izmaritlerinin olduğu, çekyat olarak bilinen kanepenin yatak olarak kullanılacak biçimde açık olduğu, üzerinde iki yastık bulunduğu, sandalye üzerinde kullanılmış banyo havlusu ve bornozun bulunduğu, odanın birçok yerinde kan lekesinin görüldüğü, mutfakta boş içki şişeleri ve meyve suyu kutularının olduğu” gözlemlenerek, kriminal incelemeye esas olabilecek tüm iz ve eşyalar alınmıştır. Adli Tıp Kurumu’nun 9/8/2010 tarihli raporuna göre ölüm olayının “kesici delici alet yaralamasına bağlı iç organ ve büyük damar yırtılmasından gelişen iç ve dış kanama” nedeniyle meydana geldiği belirlenmiştir. Adli Tıp Kurumu’nun 21/9/2010 tarihli ayrıntılı otopsi raporunda, ölenin vücudunda 9 adet kesici delici alet yarası ile 8 adet kesik vasıfta yara saptanmış, anal muayenede postmortem dilatasyon (ölümden sonra genişleme) dışında makroskopik patolojik özellik görülmediği, kanda 93 mg/dl etanol, 0,217 ng/ml MDMA (ecstasy), 5,12 ng/ml sertralin bulunduğu, aranan uyutucu uyuşturucu maddelerin bulunmadığı tespit edilmiştir. Sanık hakkında 9/8/2010 tarihinde düzenlenen Adli Tıp raporunda; “sağ elde ağrı ve hassasiyet, sağ ön kolda ağrı ve hassasiyet, sağ omuzda 3x3 cm ebadında ısırık izi, sol el avuç içinde 0,5 cm kesici alet giriş deliğinin saptandığı” hususlarına yer verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda, 27/10/2010 tarih ve Sor.2010/41069, E.2010/27874 sayılı iddianameyle, sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81/1 ve maddeleri uyarınca “haksız tahrik altında kasten öldürme” suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Sanık savunmasında; “olay gecesi arkadaşı Ö. ile gittikleri barda Ahmet Öztürk ve N. ile tanıştıklarını, iki kız da olduğu halde birlikte dışarı çıktıklarını, yolda kızların ayrıldığını, Ahmet’e sorduğunda kızların daha sonra geleceğini söylediğini, yolda Ö. ’nin bir 50 TL’den bahsettiğini, bunun gelecek olan kızlarla ilgili olacağını düşündüğünü, N. ’nin evine gittiklerini, Ahmet’in burada da alkol aldığını, bir süre sonra N. ve Ö. ’nin ayrı bir odaya geçtiğini, Ahmet’in duş alıp kendisine de yıkanmasını istediğini, buna anlam veremediğini, sonra duş alacağını bildirdiğini, halen kızların geleceğini düşündüğünü, bu arada N. ve Ö. ’nin ilişkiye girdiğini anladığını, Ahmet’in bir bıçakla yanına geldiğini, fantezilerini baskı ile yaptırmaya kalktığını, karım olacaksın gibi sözler söylediğini, bu sırada Ahmet’in niyetini anladığını, konuşmaları ile bu durumu tasvip etmediğini söylediğini, bunun üzerine Ahmet’in ses tonunun değiştiğini, bazı hareketlere maruz kaldığını, boğazına bıçak dayalı olduğu ve tehdit edildiği için korkup kısmen cinsel isteklerine cevap verdiğini, …ancak isteklerinde ileri gidince kendisine bir kafa attığını, boğuşmaya başladıklarını, bıçağı almaya çalışırken avucundan yaralandığını, o anki şok ve heyecan ile almış olduğu bıçakla Ahmet’i birkaç yerinden bıçakladığını, seslerden N. ve Ö. ’nin de gelip, öncesinde Ahmet’in kilitlemiş olduğu kapıyı zorlayınca kapıyı kendilerine açtığını, siz bizi bu amaçla mı buraya getirdiniz diyerek N. ’ye çıkıştığını, yaralı olarak Ahmet’i bırakarak Ö. ile evden ayrıldıklarını, sonradan yakalandığını” belirtmiştir. Ö. ifadesinde; “aslında kız arkadaşlarla konuşma amaçlı olarak bara gittiklerini, tanıştıkları N. ve Ahmet ile bardan ayrıldıktan sonra 50 TL karşılığında ilişkiye girme konusunda N. ile konuştuğunu, sanığın bu para konusunun ilişki nedeni ile olduğunu düşünmediğini sandığını, evde ayrı bir odada N. ile birlikte olduklarını, bir ara diğer odada sesler gelince N. ’nin ‘Ahmet yine huysuzlandı herhalde’ diye konuştuğunu, ancak sesler artınca yanlarına girmek için çıktıklarını, kilitli olan kapıyı sanığın açtığını, elinde bıçak bulunduğunu, giyinik olduğunu, Ahmet’in ise yerde çıplak vaziyette uzanmış olduğunu, sanığın N. ’ye ‘siz bizi bunun için mi buraya getirdiniz’ diye bağırdığını, N. ’nin kendilerine 50 TL vererek taksi tutup gitmelerini istediğini ve ayrılıp gittiklerini” beyan etmiştir. N. ifadesinde; “9 yıldır tanıştıkları Ahmet ile eşcinsel olduklarını, olay gecesi gittikleri barda tanıştıkları Ö. ve sanık ile anlaşarak, bardan ayrılıp evine gittiklerini, barda yanlarında kızlar olmadığını, Ö. ile ayrı bir odada ilişkiye girdiklerini, bir ara Ahmet’in kendisine seslendiğini duyduğunu, bir problem olduğunu anladığını, Ö. ile kilitli olan kapıya yüklendiklerini, kapının sanık tarafından açıldığını, Ahmet’i kanlar içerisinde yerde çıplak vaziyette gördüğünü, sanığın elinde bıçak bulunduğunu, tamamıyla giyinik olduğunu, ne yaptın diye sorduğunda sanığın Ahmet’e dönerek ‘o. çocuğu, adamı sinkaf etmeye çalışırsan böyle adamı doğrarlar’ dediğini, odada fazla eşya olmadığı için bir boğuşma izini fark etmediğini, aralarında ne geçtiğini, olayın tam neden kaynaklandığını bilmediğini, kendilerine 50 TL verip göndererek patronuna ve kolluğa haber verdiğini” söylemiştir. Anılan Mahkemenin 6/10/2011 tarih ve E.2010/368, K.2011/285 sayılı kararı ile; “dosya kapsamına göre sanığın, kızlarla beraber olmak için eve geldiği yönündeki savunması haricinde aksi kanıtlanmayan diğer savunmalarına itibar edilerek, ilişki kurmak için N. ve Ö. ’nin ayrı bir odaya, Ahmet ve sanığın ise ayrı bir odaya girdiği, …burada maktulün elinde bıçak olduğu, bir takım cinsel fantezilerini gerçekleştirmek için sanığı zorladığı, hatta onu elinde kesi oluşturacak ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaraladığı, vücudunda ekimozlar oluştuğu, aralarında boğuşma yaşandığı, sanığın bıçağı ele geçirerek maktulü öldürdüğü, maktulün cinsel fantezilerini gerçekleştirmek için sanığı zorlaması sonucunda eylemin meydana geldiği ve dolayısıyla sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği” gerekçesiyle, sanığın eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 81/ maddesi uyarınca verilen müebbet hapis cezası, aynı Kanun’un haksız tahrik hükmü gözetilerek ve duruşmadaki saygılı tutum ve davranışları dikkate alınarak maddeleri gereğince 10 yıl hapis cezasına indirilmek suretiyle hüküm kurulmuştur. Başvurucunun, öldürme eyleminin içselleştirilen homofobiden, cinsel yönelime duyulan nefretten dolayı “canavarca hisle” yapıldığını, 5237 sayılı Kanun’un 82/1-b maddesi uyarınca hüküm kurulması gerektiğini, dolayısıyla cezanın eksik belirlendiğini, suçun niteliğinin yanlış değerlendirildiğini, haksız tahrik şartlarının oluşmadığını belirterek yaptığı temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/12/2012 tarih ve E.2012/2106, K.2012/9263 sayılı ilamıyla onanan Mahkeme kararı başvurucuya, 31/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 28/2/2013 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Haksız tahrik” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” 5237 sayılı Kanun’un “Takdiri indirim nedenleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. (2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir.” 5237 sayılı Kanun’un “Kasten Öldürme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli haller” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: “(1) Kasten öldürme suçunun; b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek, İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1948", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, eşcinsel olan kardeşini kasten öldüren sanığa isnat edilen suçun yetersiz araştırma ve hatalı değerlendirme sonucunda Mahkemece yanlış nitelendirilmesi ve şartları oluşmadığı halde haksız tahrik ve takdiri indirim hükümlerinin uygulanması neticesinde eksik ceza tayin edilmesi, ayrıca eşcinselleri ayrımcılığa karşı koruyacak ve onlara yönelik suç işleyenlerin cezai indirimden yararlanmasını engelleyecek bir düzenlemenin olmaması ve bu suçları işleyenlerin cezalarında indirim yapılarak farklı muamelede bulunulması nedenleriyle Anayasa’nın 10. , 17. , 36. , 40. ve 14 maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun annesinin vefatından dolayı taziye için talep ettiği mazeret izninin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçundan Türkoğlu (Kahramanmaraş) 2 No.lu L Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu 4/10/2019 tarihinde, aynı tarihte vefat eden annesinin taziyesine katılmak için mazeret izni talebiyle Ceza İnfaz Kurumuna dilekçe vermiştir. Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 4/10/2019 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Başsavcılık kararında; başvurucunun iznini geçireceği adresin güvenlik açısından sakıncalı olup olmadığına ilişkin yapılan tahkikat neticesinde cenazenin bulunduğu mahallenin kozmopolit olduğu, cenaze çadırına dört beş yerden girilebildiği, adresin Amanos Dağlarının yakınlarında olduğu, başvurucunun mazeret iznine çıkmasının güvenlik açısından uygun olmadığının bildirildiği belirtilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 5/10/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 1/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37577", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun annesinin vefatından dolayı taziye için talep ettiği mazeret izninin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, infaz koruma memurlarının hükümlü ve tutuklu çocuklara sistematik ve insan onuruna aykırı bir şekilde davranarak kötü muamele yasağını ihlal ettikleri iddialarına ilişkindir.         Başvuru 23/9/2014 tarihinde yapılmıştır.     Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.     Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.      Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.     Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.        Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:     Başvurucular olayların meydana geldiği 1/1/2014 tarihinde Ankara (Sincan) Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda terör örgütü üyeliği suçundan tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucuların doğum tarihleri 1/3/1996 ile 10/12/1997 tarihleri arasında değişmekte olup tamamı olay tarihinde 16-17 yaş grubundadır.     Başvuruculardan F.E., A., B., H.E. C-10 ünitesinde; K., K.Ş., B.K., F.T., E.T., H.A. ve H.B. C-12 ünitesinde kalmaktadır.   1/1/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli dört infaz koruma memuru saat 05'te sayım için C-10 ünitesine gelmişlerdir. Sayım esnasında başvuruculardan H.E.nin sayım için üst kattan inmemesi üzerine C-10 ünitesinde kalan başvurucular ile infaz koruma memurları arasında tartışma başlamıştır.   Başvurucular, tartışmanın nedeninin başvuruculardan H.E.nin hasta olması sebebiyle sayım için üst kattan inmemesi üzerine infaz koruma memurlarının sayıma herkesin katılmasında ısrarcı olarak hakaret ve tehditlerde bulunmaları olduğunu ileri sürmüşlerdir. İnfaz koruma memurları ise tartışma nedeninin başvurucu H.E.nin sayım için çağrıldığında sayıma karşı çıkması ve diğer tutuklu çocukların hakarette bulunması olduğunu belirtmişlerdir.  İnfaz koruma memurları ile tutuklu çocuklar arasında başlayan tartışma esnasında başvurucu B. infaz koruma başmemuruna kafa atarak saldırmıştır. Bu olay üzerine diğer tutuklu çocuklar da diğer infaz koruma memurlarına vurmaya başlamışlardır. İnfaz koruma memurları da karşılık vermeye başlamıştır. Bu esnada başvurucu H.E. de üst kattan inerek önce başmemura, daha sonra infaz koruma memurlarına saldırmıştır. Başvurucular temizlik için kullanılan çekpas sopalarını alarak saldırmaya devam etmişlerdir.    Kavga seslerinin duyulması ve başmemurun yardım istemesi üzerine diğer infaz koruma memurları da C-10 ünitesine gelerek tutuklu ve hükümlüleri kontrol altına almaya çalışmış ve kontrol altına alınan çocuklar müşahede odasına götürülmüştür.  İnfaz koruma memurlarının iddiasına göre, C-10 ünitesindeki tutuklu çocukların C-12 ünitesine işaret etmesiyle buradaki tutuklu çocuklar da hakaret ederek camlara vurmaya başlamıştır. İnfaz koruma memurlarından birinin C-12 ünitesinin kapısını sürgülemesi üzerine tutuklu çocuklar dışarıya çıkamamıştır. Dışarı çıkamayan çocuklar kapılara vurup bağırmaya başlamış ve diğer ünitelerdeki hükümlü ve tutukluları kışkırtıp isyan çıkarmaya çalışmışlardır. Dışarı çıkmaları engellenen C-12 ünitesindeki çocuklar üst kata çıkarak ünite içinde bulunan masa tenisi masası, ayakkabılıklar, odalarda sabit hâlde bulunan elbise dolapları, yatak ve nevresimlerle barikat kurmuşlardır.   Olay, Ceza İnfaz Kurumu müdürü ve ikinci müdürüne bildirilmiş, bunun üzerine mesaide olmayan bazı infaz koruma memurları da göreve çağrılmıştır. Ayrıca 112 Acil Servis aranarak C-12 ünitesine nasıl müdahale yapılacağı planlanmıştır.   Görevli infaz koruma memurları öncelikle çocuklara ihtarda bulunarak olayların sona erdirilmesini istemiştir. Tutuklu çocuklar uyarıları reddederek ellerindeki sert cisimleri ve eşyaları merdivenden çıkmaya çalışan infaz koruma memurlarının üzerine atmışlardır. Tutuklu çocukların yangın çıkarma tehditleri üzerine yangın söndürme tüpü ve tazyikli su ile müdahalede bulunulmuştur. Bu esnada üst kattan atılan bir dolap yangın söndürme tüpünü patlatmıştır. İnfaz koruma memurlarından bazıları atılan cisimler nedeniyle yaralanmıştır.   Olayların kontrol altına alınmasından sonra C-10 ünitesindeki dört çocuk 1 No.lu müşahede bölümüne, C-12 ünitesindeki yedi çocuk ise 2 No.lu müşahede bölümüne konulmuştur. Bu çocuklara, müşahede bölümüne götürülürken infaz koruma memurlarına ve kendilerine zarar vermelerini engellemek için plastik kelepçe takılmıştır.   Olay sonrasında tutuklu on bir çocuk hakkında idari soruşturma başlatılmış ve kaldıkları kurumun değiştirilmesine karar verilmiştir. Dört çocuk İzmir (Şakran) Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, dört çocuk İstanbul (Maltepe) Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna 3/1/2014 tarihinde nakledilmiştir.   Ceza İnfaz Kurumu müdürü tarafından 2/1/2014 tarihinde Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Savcılığına da suç duyurusunda bulunulmuştur. Öte yandan olay günü görevli infaz koruma memurları hakkında da idari soruşturma başlatılmıştır. Olaylara ilişkin olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) iki ayrı rapor hazırlamıştır. A. Tutuklu Çocukların Beyanları     Başvurucu F.E.nin Beyanları   Başvurucu F.E. olaydan bir gün sonra 2/1/2014 tarihinde avukatlarla görüşmüştür. Görüşme tutanağı kapsamında başvurucu, H.E.nin hasta olması sebebiyle sayıma çıkmadığını, H.E.nin gelmesi için infaz koruma memurunun sayım alanında koltuğa oturarak bacak bacak üstüne atması üzerine A.nin \"Saygılı ol\" dediğini ve infaz koruma memurunun küfrettiğini, B.nin de infaz koruma memuruna kafa attığını ve koğuşa gelen infaz koruma memurlarının kendilerini dövdüğünü, sonra ise müşahede odasına götürdüklerini ifade etmiştir. Başvurucu, müşahede odasında kendisine giyecek ve yemek verilmediğini ileri sürmüş; ayrıca ayağının kırık olduğunu beyan etmesine rağmen sağlık raporunda bu hususun belirtilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu olaydan sonra müşahede odasında tekrar dayak atıldığını ve ellerinin kelepçelendiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, kendisine bir battaniye verildiğini ve olaydan bir gün sonra yatak verildiğini belirtmiştir.  Başvurucunun TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \"C10 Ünitesinde kalan F.E., Hakkari’den Sincan Cezaevine nakledildiğini, yolculuk esnasında kendisine yemek verildiğini, olay günü H.E. isimli arkadaşının hasta olması nedeniyle aşağıdaki sayıma inmediğini, infaz koruma memurlarının inmesi için ısrarcı olduklarını, daha sonra memurların kendilerine küfrettiklerini ve B. isimli arkadaşlarının üzerine atıldıklarını, ancak ilk hareketin arkadaşlarından mı yoksa memurlardan mı geldiğini bilmediğini, kendilerinden istenmesine rağmen adli mahkumlar gibi ayakta sayım vermediklerini, ortak kullanım alanında oturarak sayım verdiklerini, arbededen sonra memurların kendilerini döverek müşahede odasına götürdüklerini, aynı gün doktora götürüldüklerini, müşahede odasının pencerelerinin kapalı olduğunu ve kaloriferlerin yandığını ifade etmiştir.\"   Başvurucunun 9/1/2014 tarihinde suça sürüklenen çocuk sıfatıyla Cumhuriyet savcısına verdiği beyan şöyledir: \"Biz C10 koğuşunda A., B., H.E. olduğu halde dört kişi kalıyorduk. Olay günü H.E. hasta olduğu için sayım nedeniyle aşağı inmek istemedi 6-7 tane İnfaz Koruma Memuru odaya geldi. Niye sayıma gelmiyorsun dedi o da hastayım dedi, aşağıya gelmezsen biz burda oturacağız dediler. O esnada ben mutfağa geçtim dönüşte bağırma sesleri duydum, \"siz kimsiniz, bize karşı gelemezsiniz\"diye İnfaz koruma memurları bağırıyordu. A. ile B.nin üstüne İnfaz koruma memurları atladılar ben ne oluyor demeye kalmadan beni şu anda adını bilmediğim ancak fotoğrafını görsem tespit edeceğim infaz koruma memuru darp etmeye başladı. \"piçler, o.. Çocukları\" diyerek bana küfür etti. Daha sonra koğuşta bulunan A., B., H. ve beni döverek aşağı müşahede odasına götürdüler burada süngerli odaya doğru çektiler. C12 de ne olduğunu ben bilmiyorum ancak bizim üzerimizde çakmak yoktu duyduğum kadarıyla C12 de kalan tutuklulara İnfaz koruma memurlarından biri küfür etmiş, sıra size de gelecekdemiş bu nedenle bu kişilerde barikat kurmuşlar ben hiç biryeri kırmadım, ancak bana infaz koruma memurları vurunca bende onlara vurdum kendimi savundum. Olay bu şekilde olmuştur. Ben infaz koruma memurlarından şu anda şikayetçi değilim dedi.\"      Başvurucu A.nin Beyanları   Başvurucu A.nin TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \"Olay esnasında C10 koğuşunda (ünite) kalmakta olan A., olay günü C10 koğuşunda (ünite) dört kişi oturduklarını, H.E. adlı arkadaşlarının hasta olduğunu, memurlar ısrarla “aşağıya geleceksin, köpek gibi ayağımıza geleceksin” diyerek küfür ettiklerini, ayak ayaküstüne attıklarını, “ayak ayaküstüne atmayın, bize saygı gösterin” dediklerini, bunun üzerine olayların çıktığını, olay gününe kadar sayım verdiklerini bir sorun yaşamadıklarını, olay günü H.E.’nin hasta olduğunu, küfür etmeksizin güzelce konuşulsaydı arkadaşlarının aşağıya ineceğini ve bu olayın olmayacağını, fiili saldırıyı ilk olarak kimin başlattığını bilemediğini, ilk saldırı hareketini kendilerinin de yapmış olabileceğini, olay esnasında cam kırmadıklarını ve hiçbir şeye zarar vermediklerini, Sincan Cezaevine olaylardan önce iki hafta önce gelmiş olduğunu, ayakta sayım konusunda görevliler ısrar etmeleri nedeniyle açlık grevine gitmeyi düşündüklerini, kendilerinin diğer adli tutuklu ve mahkûmlardan farklı bir muameleye tabi tutulduklarını, örneğin Kürtçe şarkı söyledikleri için tutanak tutularak disiplin cezası verilmekle tehdit edildiklerini,  Olaydan sonra, kendisine arkadan kelepçe takıldığını, elleri kelepçeli olarak süngerli odada altı saat kaldığını, bilahare kampüsteki hastaneye götürüldüğünü, hastanede jandarma komutanının kendisi için “rapor mapor vermeyin” dediğini, doktorla görüşüp konuştuğunu, kendisine doktor raporu verildiğini ancak raporun içeriğini görmediğini, hastaneden dönüşte çıplak aramaya maruz kalmadığını, kamerasız odada dövüldüğünü, Müşahede odasında yataksız ranza üzerinde iki gün yattığını, ertesi güne kadar yatak verilmediğini, ayakları ve ellerinin yara olduğunu, boynunu kıpırdatamadığını, ellerinin kelepçe izi olduğunu, odada bulunan üst camın kenarının açık olduğunu, kaloriferin yanmadığını odanın soğuk olduğunu, elbisesinin kendisine verilmediğini, müşahedede kaldığı sırada yemek verildiğini,  ... ifade etmiştir.\"   Başvurucunun mağdur sıfatıyla İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyan şöyledir: \"Olay günü Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz kurumunun C-10 koğuşunda ... bulunduğum esnada [infaz koruma memurları] koğuşa gelerek sayım yapacaklarını söylediler. H. dışındaki 2 kişi ve beni saydılar. Bu esnada hasta olan ve yatakta yatan arkadaşımız H.E. üst kattan aşağı inip infaz koruma başmemuru K.O.ya göründü. Rahatsız olduğunu söyleyerek yatağına gitmek istediğni beyan etti. Ancak başmemur K.O. H.E.ye dönerek \"köpek gibi ayağıma geleceksin\" diye bağırdı. Ben ve diğer 2 arkadaşım sayımda bir sorun olmadığını H.nin hasta olduğunu belirtmemize rağmen baş memur K.O. talebinde ısrarcı oldu. Müdür ... ve baş memur ... başka infaz koruma memurlarını çağırdılar. Bu memurlar geldikten sonra baş memur ve diğer memurlar bana ve arkadaşlarıma ana avrat küfür ettiler. \"sizi süründüreceğiz müşahede odasına götürüp döveceğiz\" diye tehditte bulundular ayrıca beni ve arkadaşlarımı darp ettiler. Beni tehdit eden hakarette bulunan ve darp eden görevlilerden şikayetçiyim, cezalandırılmalarını istiyorum ... dedi.\"   Başvurucu B.nin Beyanları   Başvurucu B. olaydan bir gün sonra 2/1/2014 tarihinde avukatlarla görüşmüştür. Görüşme tutanağında başvurucu, H.E.nin hasta olması sebebiyle sayıma çıkamadığını, bunun üzerine infaz koruma memurunun \"Ben ne dersem o olur\" diyerek sayım alanına gelmesini istediğini, daha sonra A. ile diğer infaz koruma memurunun tartışmaya başladığını belirtmiştir. Başvurucu tartışma üzerine elliye yakın infaz koruma memurunun koğuşa gelerek diğer arkadaşları ile birlikte kendisini de dövdüğünü, ellerinin kelepçelenerek müşahede odasına götürüldüğünü, infaz koruma memurlarının hakaret ve tehdit içeren sözler söylediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, yapılan muayenesinde doktorun vücudundaki tüm izleri yazmadığını ve muayene sonrasında da darbedildiğini iddia etmiştir.   Başvurucunun TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \"Olay esnasında C10 koğuşunda kalmakta olan B., olay günü H.E. adlı arkadaşının hasta olduğunu, oturarak sayım verdiklerini, gardiyanların “aşağıya ineceksin”, “Köpek gibi ayağıma geleceksin” diyerek kendilerini tahrik ettiklerini, A. ve kendisine küfrettiklerini, kendilerinin de küfürle karşılık verdiklerini ve kavga çıktığını, H.E.’nin C12’den C10’a yeni geldiğini, H.E.’nin hasta ve halsiz olduğunu bildirdiğini, “Bu günlük böyle olsun” dediğini, kendisinin sırf sıkıntı çıkmasın diye ayakta sayım verdiğini, hatta H.E.’ye “Sıkıntı çıkmasın, sürünerek in” dediğini, A. ile görevli memurun bu sırada tartıştığını, bana da “Sizin gibi teröristleri çok gördük” deyince dayanamayıp görevliye kafa attığını, arbede çıkınca ellerine geçirdikleri temizlik malzemesinin sopalarıyla görevlilere karşılık verdiklerini, süngerli odada kelepçelendiklerini, sol kolunda yarasının olduğunu, Sayımla ilgili daha önce bir sorun yaşamadıklarını, açlık grevine girince Savcının “Tamam oturarak sayım versinler” dediğini, olay sonrasında süngerli odada baygın olarak uzun süre kaldıklarını, süngerli odada ve kamerasız odada darp edildiklerini, hastaneden döndükten sonra müşahede odasında soğukta yataksız demir ranzanın üzerinde iki gün kaldığını, ... ifade etmiştir.\"   Başvurucu 19/2/2014 tarihinde Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildikten sonra kendisine ulaşılamadığından Cumhuriyet Başsavcılığınca beyanı alınamamıştır.     Başvurucu H.E.nin Beyanları   Başvurucu H.E. olaydan bir gün sonra 2/1/2014 tarihinde avukatlarla görüşmüş ve görüşme tutanağına göre olay günü odasında hasta yattığını, sayıma inmediği için koğuş arkadaşları ile infaz koruma memurlarının kavga etmeye başladığını, arkadaşlarına bakmaya gittiğinde infaz koruma memurlarının arkadaşlarını dövdüğünü gördüğünü, daha sonra kendisini de dövdüklerini belirtmiştir. İnfaz koruma memurları kendisini koğuştan çıkardığında \"İnsanlık onuru işkenceyi yenecek\" şeklinde slogan attığını, bunun üzerine kafasını duvara sürttüklerini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca müşahede odasına atıldığını, odanın soğuk ve pis bir yer olduğunu, odada yatak olmadığını, sadece kendisine bir battaniye verdiklerini, burada ayakları ve elleri (tersten) kelepçeli olarak bırakıldığını ileri sürülmüştür. Başvurucu, hastaneye gidiş gelişte de dövüldüğünü ve bu sırada çıplak arama yapıldığını iddia etmiştir. Başvurucu, infaz koruma memurlarının sürekli tehdit ve hakarette bulunduğunu, bu esnada üzerine portakal kabuğu atıldığını belirtmiştir.   Başvurucunun TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: Olay esnasında C10 koğuşunda kalmakta olan H.E., sayım günü grip olduğunu, kalkacak durumunun olmadığını ve üst kattaki odasından kalkıp sayım yerine gelemediğini, sayım yapan görevlilere yukarıdan göründüğünü, “hastayım gelemem, aşağıya gelmemi bu sefer istemeyin” dediğini, aşağıda ortak alanda bir görevlinin ısrarla aşağıya gelmesini istediğini, oturarak ayak ayaküstüne attığını, bir arkadaşının görevliye “ayak ayaküstüne atmayın” dediğini, bu sırada gardiyanın arkadaşına vurduğunu, diğer arkadaşının da ona kafa attığını, bu arada 10-15 gardiyanın daha koğuşa geldiğini, bilahare 30-40 kişi olduklarını, “tamam, geri çekiliyoruz” dediklerini ancak yüzünü duvara vura vura müşahedeye götürdüklerini, görüşme sırasında heyete dönerek “Yüzümde yara var bakın gözüküyor, Raporda belli, dişim sallanıyor, dişime yumrukvurdular.” diyerek olayı anlatmaya devam etmiş ve olay sırasında slogan attığını, “sesini kes” diyerek kendisine daha fazla vurmaya başladıklarını, ellerine ve ayaklarına kelepçe vurduklarını, müşahede odasına götürdüklerini, süngerli odada kendisini duvardan duvara vurduklarını, nefes almakta zorlandıklarını, orada bir süre beklediklerini, bilahare kötü kelimelerle küfürler ederek hastaneye götürdüklerini, hastanede doktora “darp izi ne olacak?” diye sorduğunu, kendisini büyük hastaneye sevk ettiklerini, orada askerler ve gardiyanların olduğunu, onların da kendisine küfrettiklerini, ring arabasında da küfrettiklerini, cezaevine gelince beyaz saçlı gardiyanın arama odasında üzerindeki elbiseyi pantolonunu zorla çıkarttığını, sadece iç çamaşırının kaldığını, pantolonunu yırtarak çıkardıklarını, kemerle vurmaya başladıklarını, daha sonra kapıyı açarak üzerini giydirdiklerini, bir gardiyanın ellerinden tuttuğunu bu sırada diğer gardiyanların kendisine vurmaya başladıklarını, kendisini “hücreye” attıklarını, orada da vurduklarını, diğer arkadaşlarının da çıplak aramaya tabi tutulmak istendiğini, kaldığı “hücrede” yatak olmadığını, elbiselerinin üzerinde oturduğunu, odada cam olmadığını, Bir senedir cezaevinde olduğunu, kendisine kinli davranıldığını, “bir senedir buradasın sana göstereceğiz” diyerek üzerine portakal kabukları atıp tükürdüklerini, yemek vermediklerini ve hakaret ettiklerini, yine sabah gelip hakaret ettiklerini, kendisine kahvaltı vermediklerini, bir gardiyanın kendisine yemek vermediğini ve hakaret edip küfrettiğini, avukatlarla görüşme yaptıklarını ve onlara her şeyi anlattıklarını, bunun üzerine gardiyanların yatak verdiklerini, C12’de olanları bilmediğini, ancak C12’de kalan arkadaşlarının müşahedeye geldiklerinde üzerlerinin ıslak olduğunu, gaz koktuklarını, Olay olmadan önce cezaevi müdürünün kendilerini “Eğer kurallara uymazsanız sizi hücreye atarız.” diyerek tehdit ettiğini, sayımı oturarak verdiklerini, yönetimin ise her zaman ayakta sayım yapmak istediğini, kendilerini zorlamalarına rağmen bunu yapmadıklarını, gerginlik olunca cezaevi savcısının kendilerine tenis masasının yanında sayım vereceklerini söylediğini, kendilerinin ise oturarak sayım vermek istediklerini savcının da buna onay vermesi üzerine uygulamanın böyle devam ettiğini,  Hastaneye giderken ve gelirken üst araması yapıldığını, Cezaevi Savcısı üst araması yapılmayacak demesine rağmen aramanın yapılmaya devam edildiğini, kitaplarının yırtıldığını, ayda bir askerlerin arama yaptığını, gardiyanların da bir hafta sonra gelip keyfi arama yaptığını, ... Olaydan önce 2013 Mart ayında sayım vermemek için açlık grevine gittiklerini, zorla sayıma götürüldüklerini, bu eylemden dolayı kendisine disiplin cezası verildiğini ve beş gün müşahede odasında (hücrede) kaldığını, ...ifade etmiştir.\"   Başvurucu 18/2/2014 tarihli dilekçesi ile ifade vermek istememiş, daha sonra tekrar beyanı alınmak istendiğinde ise 7/3/2014 tarihinde İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildikten sonra kendisine ulaşılamadığından Cumhuriyet Başsavcılığınca beyanı alınamamıştır.     Başvurucu K.Ş.nin Beyanları    Başvurucu K.Ş.nin TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \"Olay esnasında C12 koğuşunda kalmakta olan K.Ş., C10 koğuşunda yaşanan arbedeyi kendi koğuşlarından görebildiklerini, sonradan öğrendiklerine göre bir arkadaşlarının hastalığını gerekçe göstererek, “Kalkamıyorum, gelemiyorum” demiş olduğunu, kavganın başlangıcını ve görevlilerle tutuklu çocukların birbirlerine girmesini koğuşlarından görebildiklerini,  Gardiyanların zorla saygı gösterilmesini istediklerini, sayım esnasında ayaklarına gelmelerini istediklerini, ana babalarına ve kardeşlerine küfredildiğini, kendilerinin de gördükleri olaylara tepki gösterdiklerini, ne oluyor diye sorduklarını, arkadaşlarının dövüldüğünü gördüklerini, Olaydan önce Müdürün kendilerini müşahede odasına atmakla tehdit ettiğini, müdürün kışkırtması ile olayların geliştiğini, memurlarla bir sorunlarının olmadığını, olay esnasında ölümle tehdit edildiklerini, “Savcıyı çağırın” dediklerini, barikat kurduklarını, camı ve bilgisayarı kırdıklarını, korktuklarını orada öleceklerini sandıklarını, ancak dinlemediklerini, ellerinde çakmakları olsaydı yangın çıkartacaklarını, memurların, bulundukları koğuşu bastığını hortumla su ve gaz sıktıklarını, yüzlerinin yandığını, yangın tüpü gibi bir şeyle gaz sıkıldığını, gardiyanların yukarıya çıktıklarını kendilerinin bir odaya girdiklerini, ve burada dayak yediklerini, ellerinin kelepçelendiğini, süngerli odada altı saat dövüldüklerini, oradan hastaneye götürülürken arama odasında dövüldüklerini, hastaneye gittiklerini dönünce müşahede odasında kendisini yeniden dövdüklerini, sabaha kadar yerde ıslak mermerin üzerine yattığını, yatak olmadığını, yatak istediklerini, elbiselerinin ıslak olduğunu, odada kaloriferin yandığını ancak odanın soğuk olduğunu, ... Aramayı çıplak yapmak istediklerini, buna zorladıklarını ancak kendilerinin kabul etmediğini,  ... ifade etmiştir.\"  Başvurucunun mağdur sıfatıyla İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyan şöyledir: \"Ankara Çocuk ve Gençlik kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunduğum sırada diğer tutuklu ve hükümlü arkadaşlarımızla birlikte cezaevi idaresinden bazı taleplerimiz oldu. İdare bu taleplerimizi kabul etmedi. Bunun üzerine arkadaşlarımızdan O. ve B. ve H.E. açlık grevine girdiler. Açlık grevi devam ederken Cezaevi Savcısı bizimle görüştü. Taleplerimizi kabul etti. Bu taleplerimiz arasında sayımı oturtarak verme hususuda vardı. Ancak Savcının talimatına rağmen cezaevi müdürü sayımı ayakta alacağını söyledi. Olay günü Cezaevi Müdürü, infaz koruma başmemurları ve infaz koruma memurları koğuşa girerek sıraya girmemizi istediler. Savcıyla görüştüğümüzü talebimizin kabul edildiğini bu nedenle ayakta sayım vermeyeceğimizi söyledik. Görevliler zor kullandılar. Bu arada hasta olan ve yatakta yatan arkadaşımız H.E. zorla yataktan kaldırılmak istendi. Biz bu duruma engel olmak istedik. Cezaevi müdürü,infaz koruma başmemurları ve infaz koruma memurları bana ve arkadaşlarıma ana avrat küfür ettiler. \"sizi süründüreceğiz, işkence yapacağız, süngerli odaya götürüp döveceğiz\" dediler. Ayrıca beni ve arkadaşlarımı darp ettiler. Beni tehdit eden hakarette bulunan ve darp eden görevlilerden şikayetçiyim cezalandırılmalarını istiyorum. Uzlaşmakta istemiyorum dedi.\"      Başvurucu K.nın Beyanları   Başvurucu K. olaydan bir gün sonra 2/1/2014 tarihinde avukatlarla görüşmüştür. Görüşme tutanağında başvurucu; ellerinde hareket kısıtlılığı olduğunu, karnının ağrıdığını ve müşahede odasında soğukta yerde yattığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca olaylar esnasında soğuk, tazyikli su ve biber gazı ile müdahale edildiğini, dövülerek müşahede odasına atıldığını ileri sürmüş; yumuşak oda olarak tanımlanan müşahede odasında eli ve ayağı kelepçeli iken dövüldüğünü iddia etmiştir.Başvurucunun TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \"C12 koğuşunda kalan K., arkadaşlarından duyduğu kadarıyla, bir arkadaşının hasta olduğunu, bu arkadaşının ne tür bir hastalığı olduğunu bilmediğini, sayım sırasında aşağıya inememiş olduğunu, görevlilerin küfür ettiklerini, B. isimli arkadaşının gardiyana kafa attığını duyduğunu ifade etmiştir. Daha sonra C12 koğuşunda kalmakta iken C10’daki sesleri duyduklarını ve protesto ettiklerini, koğuşun üst katına çıktıklarını, üzerlerine tazyikli su ve gaz sıkıldığını, kendilerinde çakmak vs. olmadığından ateş yakma imkânlarının olmadığını, bir arkadaşının kafasının duvara vurulduğunu, dolapları devirdiklerini, arkadaşlarının yüzleri eğilerek müşahede odasına götürdüklerini, orada iken üzerinin ıslak olduğunu ve üşüdüğünü, bazı arkadaşlarının kaldığı odaların camlarının kırık olduğunu, kendisinin kaldığı odanın camının kırık olmadığını, olayda parmağının yaralandığını, olay sırasında niteliğini bilemediği bir gaz sıkıldığını, bundan etkilenerek kusmaya başladığını, 7-8 kişinin eli kelepçeli olarak 10 saat yumuşak oda adı verilen müşahede odasında kaldığını, hepsinin kelepçeli ve üzerleri ıslak olduğunu, gece hastaneye gönderildiklerini, hastanede gardiyan ve jandarmaların bulunduğunu ve doktorla hiç baş başa kalamadıklarını, hastaneden dönüşte 10-20 gardiyanın üzerlerine saldırdığını, elbiseleri çıkartılarak arama yapıldığını ve arama odasında dövüldüklerini, bu olaydan önce müdürün kendilerini “sizi yumuşak odalara atacağım, aklınız başınıza gelecek” diye tehdit ettiğini, telefonda görüşmek için önceden kayıt yaptırdıklarını, görüşmelerinde bir sorun yaşamadıklarını, ... ifade etmiştir.\"   Başvurucu 13/3/2014 tarihinde İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildikten sonra kendisine ulaşılamadığından Cumhuriyet Başsavcılığınca beyanı alınamamıştır. Öte yandan başvurucu vekili 28/4/2016 tarihli ek dilekçesinde başvurucunun vefat ettiğini belirtmiştir.    Başvurucu B.K.nın Beyanları    Başvurucu B.K. olaydan bir gün sonra 2/1/2014 tarihinde avukatlarla görüşmüştür. Başvurucu görüşme tutanağında; C-12 koğuşunda kaldığını, olay günü C-10 koğuşunda olanları protesto ettiklerini, bunun üzerine yetmişe yakın infaz koruma memurunun koğuşlarına girerek önce su, daha sonra biber gazı sıktığını belirtmiştir. Başvurucu, gazın etkisi geçtikten sonra infaz koruma memurlarının kendilerini koğuştan çıkarıp döverek ve elleri ters kelepçeli olarak müşahede odasına götürdüklerini, beş altı saat orada tutulduktan sonra hastaneye sevk edildiklerini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca hastaneye götürülürken infaz koruma memurlarının çıplak arama yapmaya çalıştıklarını ve kendisini tekrar darbettiklerini ileri sürmüştür. Başvurucu müşahede odasında da dört infaz koruma memuru ellerini tutarken iki infaz koruma memurunun tekme ve tokatla kendisini dövdüğünü iddia etmiş ve müşahede odasında kendisine battaniye verilmediğini belirtmiştir.   Başvurucunun tahliye edilmesi nedeniyle görüşme yapılamadığından TİHK raporunda beyanı bulunmamaktadır.   Başvurucu 30/1/2014 tarihinde Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildikten sonra kendisine ulaşılamadığından Cumhuriyet Başsavcılığınca beyanı alınamamıştır.   Başvurucu F.T.nin Beyanları  Başvurucu F.T.nin TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir:\"Olay esnasında C12 koğuşunda kalmakta olan F.T., C10'da kalan H.E.’nin olay günü hasta olduğunu, gardiyanların aşağıya inmesi hususunda ısrar ve küfür ettiklerini, bunun üzerine kargaşanın çıktığını duyduklarını, kendilerinin de C12 koğuşundan olayları gördüklerini, bunun üzerine kendilerinin de koğuş kapısına vurduklarını, daha sonra gardiyanların kendilerini almaya geldiklerini, içeriye su ve biber gazı sıktıklarını, demir sopalarla ve karavana ile kendilerine vurduklarını, ıslandıklarını ve sürüklenerek götürüldüklerini, olaylar sırasında gardiyanlara saldıran bir arkadaşlarının olmadığını ve koğuşta 50-60 gardiyanın olduğunu, üst kattaki kamerayı kapattıklarını, bilgisayarı kırdıklarını, kendilerini savunmak için eşyaları yığdıklarını, masaları, dolapları engel olsun diye çıkışa koyduklarını, koğuşun rengini anlayamadığın bir gazla kaplandığını, hastaneden getirildikten sonra müşahede odasında ve küçük arama yerinde dövüldüklerini, elleri kelepçeli ve üzerleri ıslak hâlde beton zeminde kaldıklarını, Arama yerinde kendilerine soyunun denildiğini, zorla kaba elbiselerini soyduklarını, hastaneden dönünce dövüldüklerini, montunun ve elbiselerinin kanlı vaziyette olduğunu, kendisinin süngerli odada kalmadığını, müşahede odasına konulduğunu, odada yatak olmadığını, elbiselerinin ıslak ve eli kelepçeli olarak betonda yerde kaldığını, camı kırık olduğundan odanın soğuk olduğunu, Ankara’dan, İzmir’e nakil sırasında araçta dört kişi birlikte geldiklerini, yolda kendilerine bir defa yemek verildiğini, yolculuk süresince mola verilmediğini, Sincan cezaevinden ayrıldıktan sonra emanette bulunan parasını tam olarak aldığını, ancak bir kısım elbiseleri ile kitaplarının eksik olduğunu, ...ifade etmiştir.\"   Başvurucunun mağdur sıfatıyla Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyanı şöyledir: \"...olay günü  akşam 16:00 -17;00desayım verdikbu esnadabizdecamdandışarıdiğer koğuşa bakıyorduk. Daha sonra bir grup infaz koruma memurudiğerodada bulunanarkadaşlarımıza saldırmaya başladılar. Bizde koğuştan neler oluyor diye bağırmaya başladıkve onlarda bunun üzerine bizim koğuşun kapıları kapattılar onları hücreye aldıktan sonra bizim koğuşunkapısının önünde toplandılar ve konuşmaya başladılar bizim anladığmıız kadarıylahazırlık yapıyorlardı . Kapıda bir grupgardiyanı görünce korktuk veyukarı çıkarak bize saldıracaklarını sanarak masalarıaldık vekorktuğumuz için saklandıkve içeribir grupinfaz koruma memuru girdi ve odanın içerisine sarı renkligaz bombası şeklinde bir madde attılar bu esnada biz yukarıdabulunuyorduk daha sonra kendileriyukarı çıkarak yangın hortumuylabizi ıslattılar biz kendimizi korumak için odayagirdikancakonlardabizimarkamızdangelerek ellerinde karavana ve sopalarla bize saldırdılarbizi darp ettiler bu esnadafırlattıkları karavanalardan bir tanesiduvaraçarparak geriinfaz koruma memuru çarptıayrıca gardiyanlardan bir tanesi sopayısallarken diğer infaz koruma memurunaçarptı. Biz sadece masalarıkendimizi korumak için merdivenin önünekoydukancak onlara yukarı çıkmak için masaları zarar verdiler. Biz hiç bir şekilde masaları veya diğer eşyalara zarar vermedik. Bizi odadan çıkardıktan sonra ikincikatını merdivenindenaşağıya doğrufırlattılar. Bizi sürükleyerek koridora çıkardılar koridorda 30-40tane infaz koruma memuru vardı. Yanlarından hergeçtiğimizde bize hepsivurdudarp etti bizlerimüşahedeninönünde yere dizdiler ellerimizi arkadanayaklarımızaplastik kelepçe taktılar. Bizi bu halde hücreye attılar sonra hücre kapısının önünde kameralı ortamdabize vurdular. Bizi ıslak halimizlebetonaattılar veoradabattaniyesizyataksız orada yatırdılar. Hücrede olduğumu esnada bizi hastaneye götürdüler neden hastaneye götürdüklerini bilmiyorum. Hastaneden rapor aldılar hastane dönüşünde debizi dövmeye başladılar ve bu esnadabenim burnumunüst kemiği kırıldığı haldehiç bir şekilde bu raporda geçilmedi. Daha sonra beni hücreye geri aldılargecesürekli olarakpsikolojik baskı yaptılar uyamamızıengelledilerküfürettilerdaha sonra 03/01/2014 günü bizi alarak zorlaring aracına bindirdiler. Bu olaylar olmadanönce 28/12/2013 günümüdür bizi çağırdıbize ayağınızı denk alın sizi sürüm sürüm süründürceğimsizeişkence yapacağım sizi hücrelerde çürüteceğimadınızı unutturacağım\" şeklinde sözler söyleyerektehditettibu olaylar için önceden hazırlık yapmışlardırBizigardiyanlardöverkenbize hitaben\" 1,5 için yılın intikamını da alacağız \"şeklinde sözler sarf ediyorlardı. Bizi sürekli olarak tahrik ediyorlardı. Biz birkaç defa uzlaşmak istesektekabul etmediler sözlü ve fizikitacizlerine devam ediyorlardı. Beni darp eden bana hakaret eden küfür eden fiziki ve psikilojik işkence uygulayan olay tarihinde görevli infaz koruma memurlarından olay tarihindenönce bizi odasına çağırarakbiz tehdit eden 1 müdürdenşikayetçiyimve davacıyım dedi.\"   Başvurucu E.T.nin Beyanları Başvurucu E.T.nin TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \"E.T. ifadesinde; kendisinin C12 koğuşunda kaldığını, Mersin’den Sincan Cezaevine naklen geldiğini belirterek olay günü arkadaşlarının dövülmesini duyunca olayı protesto etmek amacıyla C12 koğuşunun kapılarına vurduklarını, üzerlerine hortumla su sıkıldığını, daha sonra sarı renkte gaz sıkıldığını, karavana kapağı ile kafasına vurulduğunu, bilahare kendilerinin yumuşak odaya götürüldüklerini, bu odada ellerinin plastik kelepçeyle kelepçelendiğini, 3-5 saat bu vaziyette bekletildiklerini, daha sonra kampüsteki hastaneye buradan da Sincan Devlet Hastanesine götürüldüklerini, kendisinin doktorlarla görüşmesinde bir sıkıntı yaşamadığını, son olaya kadar da Cezaevinde sosyal aktivitelere katılma konusunda ve diğer etkinliklerde sıkıntı yaşamadıklarını, ilk gün kendisinin kalmış olduğu müşahede odasının kaloriferinin bozuk olduğunu ve üzerinin ıslak olması nedeniyle üşüdüğünü, ancak sabah kaloriferin tamir edildiğini, kendilerinin çıplak aramaya maruz kalmadığını ifade etmiştir.\"   Başvurucunun suça sürüklenen çocuk sıfatıyla Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyanı şöyledir: \"Olay günü H.E. isimli arkadaşımız hasta olduğundan dolayı aşağı sayıma inemediğinden İnfaz Koruma Memurları arkadaşımız H.E.yi dövmüş bizde sinirlendik camlara vurduk, ancak hiç bir şeyi kırmadık, suçlamayı kabul etmiyorum, memur kabininin kapısını da kırmaya çalışmadık, H.E.yi hangi İnfaz Koruma Memurları dövdü bilmiyorum, H.E. dayak yediğinde ben C12 koğuşunun penceresinden H.nin bulunduğu C10 numaralı koğuşun penceresine bakıyordum H.E.nin dayak yediğini gördüm ama kimin vurduğunu seçemedim. Dayak yediğini görünce biz de tepki gösterdik ancak slogan atmadık, memurları dövmedik, camlara vurduk bütün tepkimiz buydu bunun dışındaki hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. Şunu da eklemek istiyorum memurların girişini engellemek için yataklarla barikatkurduk, elbise dolaplarını sökerekbarikatı destekledik bu bölüm doğrudur. Biz hiç kimseye kendimizi yakarız diye tehditte bulunmadık çocuk koğuşunda zaten çakmak yok nasıl yakacağız, İnfaz Koruma Memurlarının nasıl yaralandığını da bilmiyorum ben hiç kimseye birşey atmadım atanı veya darp edeni de bilmiyorum görmedim. Bize biber gazı attılar biz zaten odada nefessiz kaldık. Olay beyanımda belirttiğim şekilde cereyan etmiştir bunun dışında hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum ayırca İnfaz Koruma Memurlarından şu anda hatırlamadığım ismini bilmediğim kişiler beni dövmüştür teşhis te yapamam çünkü gözüm o anda şişti bende İnfaz Koruma Memurlarından şikayetçiyim dedi.\" Başvurucu H.A.nın Beyanları   Başvurucu H.A. olaydan bir gün sonra 2/1/2014 tarihinde avukatlarla görüşmüştür. Görüşme tutanağında başvurucu; C-12 koğuşunda kaldığını, C-10 koğuşunda kalan arkadaşlarının darbedildiğini gördüklerini, bunun üzerine kapılarının kapatıldığını ve C-12 koğuşunda kalan arkadaşları ile slogan attıklarını beyan etmiştir. Daha sonra C-10 koğuşundakilerin müşahede odasına götürüldüğünü görmeleri üzerine infaz koruma memurlarının kendilerine de saldıracaklarını düşünerek üst kata çıktıklarını ve saldırıyı engellemek için masaları merdivene koyduklarını belirtmiştir. Başvurucu; infaz koruma memurlarının tazyikli su sıkarak müdahaleye başladığını, arkadaşlarını görme talebinin müdür tarafından reddedilmesi üzerine aşağıya inmediklerini ileri sürmüştür. Daha sonra gaz ile müdahale yapıldığını iddia eden başvurucu; infaz koruma memurlarının kendilerini dövdüğünü, müşahede odasına götürülürken de dövüldüğünü, müşahede odasında elleri (tersten) ve ayakları kelepçeli olarak bırakıldığını, odada yatak olmadığını ve sadece bir battaniye olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; doktor muayenesi esnasında yanında askerler olduğundan rahat konuşamadığını, hastane dönüşü kamerasız bir odada dövüldüğünü, çıplak arama yapıldığını, müşahedeye alınmadan yine dövüldüğünü ve arkadaşlarının sesini duyduğunu ifade etmiştir.   Başvurucunun TİHK raporunda belirtilen beyanı şöyledir: \" Olay esnasında C12 koğuşunda kalmakta olan H.A., C10’da hasta bir arkadaşının olduğunu, bu kişinin sayım sırasında aşağıya inemediğini, gardiyanın O’nu gördüğü halde aşağıya gelmesi için ısrar ettiğini, başgardiyanın bacak bacak üstüne attığını, küfür ettiğini, arbede sırasında önce gardiyanın saldırdığını duyduğunu, 40-50 gardiyanın geldiğini, sayımda sürekli sorun çıkardıklarını, oturarak sayım verdiklerini, sayım sırasında ayağa kalkarak sıraya girmelerinin istendiğini, tek koğuşta dokuz kişi kaldıklarını, bazı sorunlar yaşandığını, daha sonra sayı azalınca ayrı ayrı koğuşlara ayrıldıklarını, Olay öncesinde kapının gece kapalı kalmamasını istediklerini, bundan dolayı sorun çıktığını, sayım meselesi yüzünden cezaevi müdürünün kendilerini disiplin cezası vermekle tehdit ettiğini ve nihai olarak olayın asıl sebebinin gece ve gündüz kaldıkları odaların kapılarını açık bırakmak istemeleri olduğunu, C10 koğuşunda olanları duyduğunda kendilerine de aynısı yapılacak diye önlem almak için üst kata çıktıklarını, masa, sandalye ve dolap gibi eşyaları görevlilerin yukarıya çıkmalarını önlemek için merdiven başına koyduklarını, arkadaşlarının sağ ve salim olduklarını görmek istediklerini, sağlam olduğunu görünce kendilerinin ineceklerini söylediklerini, üst katın kamerasını kendilerinin kırdıklarını, birkaç görevlinin üniteye gelerek kendileriyle temasa geçip müdahale etmeye başladıkları sırada çakmak aradıklarını ancak bulamadıklarını, bunu bir gardiyanın duyduğunu ve görevlilerin yatakları ve diğer eşyaların yakılacağını düşündüklerini, bu sırada bir anda 'pıss' diye bir ses duyduklarını, üzerlerine su ve gaz sıkıldığını, bulundukları koridorun gazla dolduğunu, gazın renginin beyaz mı, sarı mı olduğunu anlayamadıklarını, Müşahede odasına götürülürken gardiyanların kendilerini dövdüklerini, kendisinin yumuşak odaya götürülmediğini, elleri ve ayaklarından kelepçelediklerini, hücreye atıp orada dövdüklerini, müşahede odasında üç saat kaldığını, daha sonra kelepçenin çıkarılarak hastaneye götürüldüğünü, hastaneden geri gelirken yine kendisini dövdüklerini, üst araması yaptıklarını, kamerasız odaya aldıklarını, üstsüz arama yapmak istediklerini, “soyunun” dediklerini, ancak soyunmadıklarını bunun üzerine gardiyanların kendilerini dövdüklerini, tekmelerden dolayı darp raporunun olduğunu, beyin tomografisi için Sincan Devlet Hastanesine götürüldüğünü, Müşahede odasında yatak bulunmadığını, camın kırık olduğunu, İnsan Hakları Derneğinden ziyaretçiler gelince yatak verdiklerini, ayın üçüne kadar müşahede odasında kaldıklarını, nakledilirken kendilerine yemek verildiğini, ... Olay olana kadar Sincan Cezaevinde yedi aydır kaldığını, bu süre içerisinde bir sorun olmadığını, ilk defa sayım ve kapıların kapatılıp kapatılmaması sorunu yüzünden gerginlik çıktığını, sayımı ayakta değil de oturarak vermek istediklerini, sayıma iki üç görevlinin geldiğini,  Ankara’daki olayın gerçek sebebinin, kendi koğuşlarında kalmak isteyen diğer siyasi suçlulara izin verilmemesi olduğunu, kendi koğuşlarında tüzük oluşturduklarını, bu tüzüğe uymayan arkadaşların ayrıldıklarını, ayakta sayıma razı olmalarının teslim olmak gibi bir anlama geleceğini düşündüklerini, diğer koğuşlarda kalan ve 'bağımsızlar' olarak adlandırdıkları arkadaşlarına da kötü davranıldığını, ...ifade etmiştir.\"   Başvurucu 13/2/2014 tarihinde İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildikten sonra kendisine ulaşılamadığından Cumhuriyet Başsavcılığınca beyanı alınamamıştır. Başvurucu H.B.nin Beyanları    Başvurucu H.B.nin tahliye edilmesi nedeniyle kendisiyle görüşme yapılamadığından TİHK raporunda beyanı bulunmamaktadır.   Başvurucunun suça sürüklenen çocuk sıfatıyla 9/1/2014 tarihinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyanı şöyledir: \"Ben C12 koğuşunda bulunuyordum, C10 da bulunan H.E.yi pencereden baktığımızda H'ye 30-50 civarında İnfaz koruma Memurunun vurduğunu gördük, H.yi sürükleyerek yumuşak odaya attılar. Ben fotoğraflarını görsem döven infaz koruma memurlarını tespit edebilirim ancak fotoğraflarını görmem lazım şu anda isimlerini bilmiyorum. H. hiç kimseye kafa vurmadı. Tutanakta ismi bulunmayan A. isimli kişi baş memur olan infaz koruma memuruna kafa attı. Bunun dışında da ben ve arkadaşlarım vurmadık. Memur kapısının kilitli kapısının kilidini biz kırmadık, ancak C12 ünitesinde bulunan bizler masa tenisi masasını, ayakkabılıkları, elbise dolaplarını ve yatakları yığmak suretiyle barikat oluşturduk fakat koridor kamerasını kırmadık. İnfaz Koruma memurlarından bana da vuranlar oldu isimlerini bilmiyorum. Fakat dediğim gibi fotoğraf gösterilirse teşhis yapabilirim. Ben infaz koruma memurlarından şikayetçi değilim ama adaletin yerini bulmasını istiyorum. İnfaz Koruma memurları o gün 'o..çocukları' diyerek bize hakarette bulundular niye direniyorsunuz diyerek direnmediğimiz halde bizi dövdüler biz henüz barikat kurmadan neden arkadaşlarımızı dövüyorsunuz deyince bizi dövdüler, sonra barikatı kurduk. Zaten sıra size de gelecek dediler. Daha sonra da bizi dövdüler. Benim diyeceğim bundan ibarettir. Sunu da eklemek istiyorum olayları yatıştırdıktan sonra bizi yumuşak odaya attılar, raporlarımızı aldılar daha sonra bizi demir yatakta yatırdılar. bunları da belirtmek istiyorum.dedi.\"    Başvurucunun mağdur/şikayetçi sıfatıyla Silopi İlçe Emniyet Müdürlüğüne verdiği beyan şöyledir: \"... 01/01/2014 tarihinde benim de bulunmuş olduğum cezaevinde kavga çıktı. Bir anda cezaevi içinde kargaşa olmaya başladı. Benim bulunduğum koğuşun karşısında bulunan koğuşta bulunan çocuklar arasında kavga çıkmıştı. Bu kargaşa sırasında olayı bastırmaya gelen gardiyanlar karşı koğuşta bulunan H.E.yi dövdüklerini gördüm. H.yi döven gardiyanların yüzlerini göremedim. Kim olduklarını hatırlamıyorum. Gardiyanlar içeriye girdikten sonra bizim koğuşa da gelerek beni ve arkadaşlarımı darp etmeye başladılar. Benim kafama ve koluma vurdular. Beni darp eden gardiyanlar kalabalıktı yaklaşık 30-40 kişi vardı. Beni darp eden gardiyanları tanımıyorum. İsimlerini bilmiyorum. Teşhis için bana gösterilen resimlerden şahısları tanıyamadım. Bu olayla iligli davacı ve şikâyetçi değilim.\" B. Sağlık Raporları     Başvuruculara İlişkin Sağlık Raporları   Başvurucular olay günü önce Kampüs Hastanesine, ardından da 00'den sonra Sincan Devlet Hastanesine sevk edilmişlerdir. Her iki Hastane tarafından pek çoğunda tarih ve saat belirtilmeksizin genel adli muayene yapılarak Genel Adli Muayene Formu düzenlenmiş ve teşhis Müdüriyetçe sevk için hazırlanan resmî yazının altına derkenar olarak yazılmıştır.  Anılan raporlar kapsamında Adli Tıp Kurumunun hazırladığı 9/1/2014 ve 14/1/2014 tarihli raporlarda başvurucuların yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte Adli Tıp Kurumu o tarihte Ceza İnfaz Kurumunda tutulan H.B., F.E. ve E.T.nin muayenesini yapıp rapor hazırlarken diğer başvurucular için Kampüs ve Sincan Devlet Hastanesinde hazırlanan raporlar üzerinden sonuca ulaşmıştır. Bu bağlamda raporda belirtilen başvurucuların vücudunda tespit edilen bulgular şu şekildedir: \"1-) B.K.; haricen lezyon olmadığı her iki elin ödemli olduğu çekilen grafisinin normal olarak değerlendirilmiştir. 2-) B.; sağ elde ödem, sağ frontalde 1 cm.lik ödem ve ekimoz, occipitial bölgede 1 cm.lik ödem ve hiperemi, sağ kol lateralde 10x5 cm.lik ekimo, sol kol medialde 5x5 cm.lik ekimoz bulunduğu nörolojik defisit olmadığı, çekilen grafisinin normal olduğudeğerlendirilmiştir.  3-) A.; sol kulak arkasında 2x3 cm.lik ödem ekimoz, sol temporalde 3 cm ebadında ödem, sağ elbileği dorsalinde hassasiyet parmak distal falanks üzerinde hassasiyet bulunduğu nörolojik defisit çekilen grafisinin normal olduğu değerlendirilmiştir.  4-) H.E.; Kampüs hekimince düzenlenen raporunda sol maksilla üzerinde 3x3 cm ebadında ekimoz, sağ tibia üzerinde 1x1 cm ebadında sıyrık, sol göz kapağı üzerinde 0,5 cm.lik sıyrık bulunduğu çekilen direk kafa grafisinde occipital kemikte fraktür olduğu ileri tetkik ve tedavi için bir üst merkeze sevki uygun görülmüştür.  Sincan Devlet Hastanesi Acil Tıp uzmanınca düzenlenen raporda darp sonucu getirildiği fizik muayenesinde sol kaş üzeri ve sol zigomatik bölgede hiperemi ve hassasiyet bulunduğu, sol paryeto occipitalde minimal hassasiyet bulunduğu belirtilmiştir. 5-) K.Ş.; sağ acromionda 3x1 cm.lik ekimoz, sol scapula medialinde 2 adet 1x0,5 cm.lik ekimoz olduğu belirtilmiştir. 6-) F.T.; İlk muayenesinde baş dönmesi iki kez bayılma öyküsü olduğu, sağ bacakta ağrı yakınması bulunduğu fizik muayenede sağ tibia proksimalinde ödem, sol ve sağ elbileklerinde ekimoz, sağ zigomatik kemik üzerinde hassasiyet bulunduğu, kafa grafisinde herhangi bir patalojik bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir.7-) K.; alın orta saçlı deri bitiminde çizgi şeklinde ekimoz, sağ el tenar bölgede 1 cm.lik ekimoz bulunduğu değerlendirilmiştir. 8-) H.A.; ilk muayene raporunda çenede 1 cm.lik kesi, burunda şişlik ekimoz bulunduğu değerlendirilmiştir. 9-)                       H.B.; sol omuz başında 0,5 cm.lik birbiri ile irtibatlı yüzeysel sıyrık, boyun sağ alt kısmında 2 cm.lik sıyrık, sağ el bileğinde dorso medialden başlayıp palmar yüzü geçip dorso lateralde sonlanan 8-10 cm uzunluğunda çift sıralı kenar kısımlarında sıyrık bulunan kelepçe izi olduğu belirtilmiştir.\" 10-) F.E.; sol ayak parmağında hafif ödem hassasiyet, sağ kasıkta morluk ve 1x1 cm ebadında ekimoz olduğu tespit edilmiştir. 11-) E.T.; sol gözde subkonjoktival kanama, sol periorbital ekimotik alan, sol occipitalde 3x3 cm.lik ödem, sağ ve sol el bileklerinde yüzeysel sıyrık olduğu belirtilmiştir.\"   Anılan raporda tespit edilen bulgular ile Avukat Görüşme Tutanağında belirtilen bulguların benzer nitelikte olduğu görülmüştür.     İnfaz Koruma Memurlarına ilişkin Sağlık Raporları   İnfaz ve koruma memurları olayın ardından önce Kampüs Hastanesinde, daha sonra da saat 30 sıralarında Sincan Devlet Hastanesinde muayene edilerek haklarında rapor verilmiştir. Her iki Hastane tarafından genel adli muayene tutanağa bağlanmış, infaz ve koruma memurlarından bazılarında çeşitli darp ve cebir izleri tespit edilmiştir.   Anılan raporlar kapsamında Adli Tıp Kurumunun hazırladığı 9/1/2014 ve 14/1/2014 tarihli raporlarda yirmi infaz koruma memurunun yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte olduğu belirtilmiştir. Bunun dışında infaz koruma memurlarının vücudunda değişik boyutlarda ödem ve ekimozlar tespit edilmiştir.   Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu   Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun (Komisyon) 29/1/2014 tarihli toplantısında kabul edilen Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun inceleme raporunun ilgili kısımları şöyledir: \"... Ankara Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu, Komisyonumuzun 2013 tarihli raporunda belirttiği üzere, bir ceza infaz kurumundan çok eğitim birimini andırmaktadır. Çocuklara sunulan fiziki şartlar ve psiko-sosyal servis hizmetlerinin faaliyetleri oldukça üstün standartlardadır. Böyle bir Kurumda en hafif kötü muamele uygulaması dahi ıslah çalışmalarını tehlikeye atabileceğinden, en üst seviyeden kabul edilemez bir husus olacaktır. Komisyonumuz suça süreklenen çocukların ve genel olarak çocuk haklarına gösterdiği hassasiyetin bir gereği olarak, fiziki şiddet uygulandığına ilişkin haberlerin bazı medya kuruluşlarında yer alması üzerine, yerinde inceleme yapmak amacıyla ivedilikle harekete geçmiştir. Böylece muhtemel insan hakkı ihlallerinin cezasız kalmamasını takip etmeyi ve olaya ilişkin hızlı bir inceleme gerçekleştirerek, konu hakkında kamuoyunun etraflıca bilgilendirilmesini hedeflemiştir.Sonuç olarak,  Olay öncesinde, Kurum görevlilerinin sayım amaçlı ünitede bulunduğu ve hasta olduğu iddia edilen H.E. adlı çocuğun üst kattan inmesini beklediği anlaşılmaktadır.  Çocukların infaz koruma memurları tarafından önceden hazırlanan bir program/plan çerçevesinde dövüldüğü ve eziyete maruz bırakıldığı yönündeki iddialar tamamen gerçeklere aykırıdır. Zira rutin bir sayımda görülebileceği üzere, üniteye toplamda 4 görevlinin girdiği ve olayların başlamasını tetikleyen hadisenin bir çocuğun infaz koruma görevlisine kafa atması olduğu, görüntülerden net olarak izlenebilmektedir.  Kurumda dinlenen çocukların ifadelerindeki tutarsızlıklar dikkat çekici bulunmuştur. Olay günü C-12 ünitesinde bulunan bir çocuk, C-10 ünitesindeki olayların başlangıcını görmüş gibi beyanda bulunmuştur. Ayrıca hem hastaneye götürülmeden önce dayak yediğini, hem de hastanede izler görünmesin diye hastane muayenesi sonrası dövüldüklerini söylemiştir.  Sayıları 20 ila 50 arasında değişen infaz koruma memurlarının çocuklara müdahale ettiği iddiasının asılsız olduğu kanaatine varılmıştır. Görüntülerde olaylara aktif müdahale eden personel sayısının 15’i aşmayacağı görülmektedir. Olay günü resmi tatil olması sebebiyle Kurumda 26 adet infaz koruma memurunun görevde bulunduğu, bu nedenle lojmanlarda kalan personele haber verildiği öğrenilmiştir.  Çocuklara biber gazı sıkıldığı, işkence amaçlı ıslatıldıkları iddialarının gerçeği yansıtmadığı değerlendirilmektedir. Zira Kurumun çocukları barındırması nedeniyle Kurumda biber gazı bulunmamaktadır. Suyun ise, C-12 ünitesinde barikat kuran çocukların “burayı yakacağız” demesi üzerine müessif bir olaya sebep vermemek için kullanıldığı öğrenilmiştir. Yine aynı amaçla yangın söndürme tüplerinin hazır bulundurulduğu, 112 acil servisine ve itfaiyeye haber verildiği öğrenilmiştir.  Çocukların olayı önceden tasarlamış oldukları yönünde bir kanaat oluşmuştur. Zira C-10 ünitesinde olay başlamadan önce, bir çocuğun C-12 ünitesiyle işaretleştiği kamera görüntülerinden izlenmektedir. Çocukların bu kararı kendi başlarına mı aldıkları, yoksa dışarıdan bir yönlendirmenin mi bulunduğu tespit edilememiştir.  Çocukların doktorlar tarafında muayene edilmediği yönündeki iddiaları doğrulamak mümkün değildir. Zira Komisyonumuza sunulan adli muayene raporlarında çocukların tıbbi muayenelerinin ayrıntılı bir şekilde yapıldığı görülmektedir. Ayrıca çocukların vücutlarının çeşitli yerlerinde ödem, çizgi halinde ekimoz ve lezyon türü unsurların bulunduğunun not edildiği görülmektedir.  Çocukların doktor raporlarında gözlenen ödem, ekimoz ve lezyon türü sorunlar, ceza infaz kurumu görevlileri ile çocuklar arasında cereyan eden arbede esnasında oluşması mümkün boyutlardadır.  Arbedenin gerçekleştiği yerlerden biri olduğu düşünülen C-12 ünitesinin üst katındaki kameranın çocuklar tarafından kırılmış olması, bazı konuların aydınlığa kavuşturulmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca kamera kırmanın büyük bir art niyet olduğu eklenmelidir.  Çocukların saldırısına maruz kalan ve barikat kuran çocuklara müdahalede eden infaz koruma memurlarından zarar gören 12’sinin, 1 ila 7 gün arasında değişen istirahat raporu almak zorunda kaldığı tespit edilmiştir. Ayrıca bir infaz koruma memuruna “parmak diğer kırığı” tanısının konulduğu görülmektedir. Kamuoyunu yanıltmak ve çocuklara ilişkin kamuoyundaki hassasiyeti suiistimal etmek amaçlı haberlerin yayılması en çok çocukları hak kaybına uğratacak bir husustur. Bu konuda bazı sivil toplum kuruluşlarının duyarlı olması gerektiği değerlendirilmektedir.\"  Türkiye İnsan Hakları Kurumu Raporu   TİHK, Ankara (Sincan) Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olaylara ilişkin olarak 10/7/2014 tarihli bir rapor yayımlamıştır. Raporda, olaya karışan tutuklu çocukların büyük bir kısmının beyanları ve olaya ait kamera görüntüleri rapora yansıtılmıştır (kamera kayıtlarına ilişkin tespitler için bkz. TİHK Raporu, s. 32-53). Öte yandan olaylara ilişkin değerlendirme altı başlıkta yapılmıştır. Bu başlıklar şöyledir: \" Krize Müdahale ve Zor Kullanma Yetkisi Bakımından  Müşahedede Tutma (Odaya Kapatma) Olayı Bakımından  İşkence ve Kötü Muamele Yasağı Bakımından  Şikâyet Hakkı ve Etkili Soruşturma Bakımından  İspat Külfeti Bakımından  İnfaz Kurumlarının İdaresi Bakımından\"   TİHK, yukarıda belirtilen başlıklar altında yaptığı değerlendirmede infaz koruma memurlarının krize müdahale ve zor kullanma yetkisini kullanmaları açısından tutuklu çocuklara kötü muamele olarak kabul edilecek şekilde davrandıklarını, müşahede odasında tutulmanın kanuni dayanağının ortaya konulması gerektiğini, çocukların çıplak arandığına, doktorun adli raporu düzenlerken jandarma ve polisin orada olduğuna dair iddiaların etkili bir şekilde soruşturulması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca İnfaz Kurumunun idaresine yönelik sayım, tekmil, nakil, çocuklara görev verilmesi ve mesai saati dışında uzman bulunmaması hususları değerlendirilmiştir. Rapor, tavsiyeler ile sonlandırılmıştır. E. Başvurucuların İddiaları Hakkında Yürütülen Adli İşlemler   Olayların ertesi günü 2/1/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tutuklu çocuklar hakkında Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş, olaya karışan tutuklu ve hükümlülerin doktor raporları ile Kurum görevlilerinin doktor raporları ve olaya ait kamera görüntülerini içeren CD'ler Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.   Cumhuriyet Başsavcılığı 8/1/2014 tarihinde müşteki memurların ifadelerinin alınması için Savcılıkta hazır bulundurulmasını istemiştir. Öte yandan başvurucular ile 2/1/2014 tarihinde görüşen avukatlar, tutuklu çocuklar ile yaptıkları görüşme tutanaklarını ekleyerek infaz koruma memurlarının kötü muamelede bulundukları iddiası ile 10/1/2014 tarihinde suç duyurusunda bulunmuşlardır.   Aynı şekilde nakledilen bazı başvurucuların şikâyet dilekçeleri yetkisizlik kararı ile Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Ceza infaz kurumlarında tutulan bazı hükümlüler de olaylara ilişkin olarak basından duydukları haberler üzerine suç duyurusunda bulunmuşlardır.   Cumhuriyet Başsavcılığı, ifadesi alınamayan ve diğer ceza infaz kurumlarına sevk edilen çocukların beyanlarının alınması için ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarına talimatlar yazmıştır. Ayrıca 9/1/2014 tarihinde, olaylara ilişkin olarak hazırlanan adli raporların değerlendirilmesi için Sincan Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğünden tekrar rapor istenmiştir. Bunun dışında tutuklu çocukların olay gecesi alınan raporları dışında tekrar hastaneye sevk edildiklerine dair bir evraka rastlanmamıştır.   10/1/2014 tarihinde tutuklu çocukların infaz koruma memurlarına yönelik şikâyeti ile tutuklu çocuklar hakkında yürütülen soruşturma tefrik edilmiştir.   Diğer taraftan olaya ilişkin kamera kayıtlarının incelenmesi için bilirkişi görevlendirilmiştir. Bilirkişi iki ayrı rapor hazırlamış, 6/3/2014 ve 6/6/2014 tarihinde bu raporları sunmuştur.   Cumhuriyet Başsavcılığı bazı çocukların tahliye edilmeleri nedeniyle beyanlarını alamamıştır. H.B. dışındaki çocukların beyanları Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat alınmıştır.   Cumhuriyet Başsavcılığı infaz koruma memurları hakkında basit yaralama, hakaret, tehdit, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçlarından başlattığı soruşturmada 9/6/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde Komisyon raporuna atıfta bulunularak infaz koruma memurlarının orantılı güç kullanarak isyanı engellediği; hakaret ve tehdit iddialarına ilişkin olarak ise soyut iddia dışında somut herhangi bir bulgu olmadığı belirtilmiştir. Kararda başvurucuların müşahede odasında darbedilme, ters kelepçe takılma, çıplak aranma iddiaları değerlendirilmemiştir.   Başvurucular tarafından bu karara karşı yapılan itiraz, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar 28/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.   Başvurucular 23/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.  A. Ulusal Hukuk   3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:  \"Madde 4- (1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla; a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması, b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi, c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması, d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,  e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları, f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi, g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi, h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi, i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,  j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması, k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları, l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması, ilkeleri gözetilir.\" \"Madde 18- (1) Çocuklara zincir, kelepçe ve benzeri aletler takılamaz. Ancak; zorunlu hâllerde çocuğun kaçmasını, kendisinin veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri bakımından doğabilecek tehlikeleri önlemek için kolluk tarafından gerekli önlem alınabilir.\"   13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un , , , ve maddeleri şöyledir:  \"İnfazda temel ilke Madde 2- (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz. Çocuk kapalı ceza infaz kurumları Madde 11- (1) Çocuk tutukluların ya da çocuk eğitimevlerinden disiplin veya diğer nedenlerle kapalı ceza infaz kurumlarına nakillerine karar verilen çocukların barındırıldıkları ve firara karşı engelleri olan iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, eğitim ve öğretime dayalı kurumlardır. (2) Oniki-onsekiz yaş grubu çocuklar, cinsiyetleri ve fizikî gelişim durumları göz önüne alınarak bu kurumların ayrı ayrı bölümlerinde barındırılırlar. (3) Bu hükümlüler, kendilerine özgü kurumun bulunmadığı hâllerde kapalı ceza infaz kurumlarının çocuklara ayrılan bölümlerine yerleştirilirler. Kurumlarda ayrı bölümlerin bulunmaması hâlinde, kız çocukları kadın kapalı ceza infaz kurumlarının bir bölümünde veya diğer kapalı ceza infaz kurumlarının kendilerine ayrılan bölümlerinde barındırılırlar. (4) Bu kurumlarda çocuklara eğitim ve öğretim verilmesi ilkesine tam olarak uyulur. Çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri Madde 45- (1) Çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri, çocuğun disiplin cezası gerektiren eyleminin gerçekleşme riskinin bulunması hâlinde bu riski ortadan kaldırmak veya soruşturma sürerken giderilmesi güç ve imkânsız zararların doğmasını önlemek amacıyla uygulanan ve ceza niteliği taşımayan koruma ve önleme amaçlı tedbirlerdir. (2) Çocuklar hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri şunlardır: a) Teşvik esaslı ayrıcalıkları ertelemek. b) Kaldığı odayı ve yatakhaneyi değiştirmek. c) Bulunduğu kurumun başka bir kısmına nakletmek. d) Meslek eğitiminin bütünlüğünü ve sürekliliğini bozmayacak şekilde çalıştığı işyerini veya atölyeyi değiştirmek. e) Belli yerlere girmesini yasaklamak. f) Bazı eşyaları bulundurmasını veya kullanmasını yasaklamak. Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler Madde 49- (1) Yönetim, disiplin soruşturması yapılan hükümlünün odasını, iş ve çalışma yerini değiştirebilir, hükümlüyü kurumun başka kesimine nakledebilir veya diğer hükümlülerden ayırabilir. (2) Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz. Zorlayıcı araçların kullanılması Madde 50- (1) Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar; a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için, b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle, c) Diğer kontrol usullerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle kullanılabilir. (2) Çocuk hükümlüler için birinci fıkranın (a) bendi hükmü uygulanmaz.\"  6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (8) numaralı fıkrası ile maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"(8) “İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.” \"Madde 46- (1) Kurumlarda, oda ve eklentilerinde, hükümlünün üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Kurumun tamamında her ay bir kez mutlaka arama yapılır. Oda ve eklentilerinde yapılacak aramalarda bir hükümlü hazır bulundurulur. (2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir. a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir, b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır, c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir, d) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir. ... (9) Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır.\" B. Uluslararası Hukuk     Birleşmiş Milletler Belgeleri   18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak onaylanması uygun bulunan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:  \"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz.\"   27/1/1995 tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına İlişkin BM Sözleşmesi'nin ve maddeleri şöyledir: \"Madde 37- Taraf Devletler aşağıdaki hususları sağlarlar: Hiçbir çocuk, işkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tabi tutulmayacaktır. Onsekiz yaşından küçük olanlara, işledikleri suçlar nedeniyle idam cezası verilemeyeceği gibi salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası da verilmeyecektir. Hiçbir çocuk yasadışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır. Özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuğa insancıl biçimde ve insan kişiliğinin özünde bulunan saygınlık ve kendi yaşındaki kişilerin gereksinimleri gözönünde tutularak davranılacaktır. Özgürlüğünden yoksun olan her çocuk, kendi yüksek yararı aksini gerektirmedikçe, özellikle yetişkinlerden ayrı tutulacak ve olağanüstü durumlar dışında ailesi ile yazışma ve görüşme yoluyla ilişki kurma hakkına sahip olacaktır. Özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuk, kısa zamanda yasal ve uygun olan diğer yardımlardan yararlanma hakkına sahip olacağı gibi özgürlüğünden yoksun bırakılmasının yasaya aykırılığını bir mahkeme veya diğer yetkili, bağımsız ve tarafsız makam önünde iddia etme ve böylesi bir işlemle ilgili olarak ivedi karar verilmesi isteme hakkına da sahip olacaktır.Madde 39- Taraf Devletler, her türlü ihmal, sömürü ya da suistimal, işkence ya da her türlü zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulaması ya da silahlı çatışma mağduru olan bir çocuğun, bedensel ve ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden toplumla bütünleşebilmesini temin için uygun olan tüm önlemleri alırlar. Bu tür sağlığa kavuşturma ve toplumla bütünleştirme, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve saygınlığını geliştirici bir ortamda gerçekleştirilir.\"   10/8/1988 tarihli ve 19895 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 10/12/1984 tarihli BM İşkenceye ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin maddenin (1) numaralı fıkrası ile ve maddeleri şöyledir: \"Madde 1 - Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.  Madde 2 - İşkenceyi önleme yükümlülüğü ve işkenceyi haklı gösterme yasağı  Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki ülkelerde işkence fiillerinin işlenmesini önlemek için etkili yasal, idari, yargısal veya diğer tedbirleri alır.  Her ne olursa olsun, savaş durumu, savaş tehdidi, iç siyasal huzursuzluk veya diğer olağanüstü hal gibi herhangi bir istisnai durum, işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez.  Bir amirin veya bir kamu makamının verdiği bir emir, işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez. Madde 4 - İşkenceyi cezalandırma yükümlülüğü  Her bir Taraf Devlet bütün işkence fiillerini kendi ceza kanunda suç olarak düzenler. Işkence fiilini işlemeye teşebbüs ile her hangi bir kimsenin işkenceye iştirak etme veya katılma oluşturan fiilleri de aynı şekilde suç olarak düzenlenir.  Her bir Taraf Devlet bu fiillerin aşırlıklarını göz önünde tutarak uygun cezalar ile cezalandırır.\"   BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin ve maddeleri şöyledir: \" Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır. ... 6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.  6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır: (i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar; (ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu; (iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı. (iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler; (v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;  6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.\"     Avrupa Konseyi Belgeleri  1/2/2001 tarihli ve 24305 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 25/1/1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin maddesi şöyledir: “Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, çocuğun esenliğinin ağır bir tehlike altında olduğunun iç hukuk tarafından belirlendiği durumlarda, adli merciin resen harekete geçme yetkisi vardır.”   Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”   Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin -mağdurların davranışlarından bağımsız olarak- işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği ve kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği belirtilmiştir (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119; Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 81; Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55).    Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (bkz. Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).    AİHM, tutuklu ve hükümlülerin korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahiyetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57).    Bununla birlikte AİHM, ceza infaz kurumlarında bir şiddet potansiyeli bulunduğunun ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovsky ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81). Bu bağlamda Sözleşme'nin maddesinin güvenliği sağlamak için güç kullanılmasını yasakladığı söylenemez, ancak bu güç zorunlu hâllerde kullanılmalı ve aşırı olmamalıdır (Ivan Vasilev/Bulgaristan, B. No: 48130/99, 12/4/2017, § 63).   AİHM, tamamen duyusal yalıtma ile birlikte bütünüyle sosyal yalıtmanın kişiliği tahrip edeceğini ve güvenlik veya başka gerekçelerle haklı gösterilmeyecek bir insanlık dışı muamele biçimi oluşturacağını belirtmiştir. Diğer taraftan mahkûmların diğer mahkûmlarla görüşmesinin yasaklanmasının güvenlik, disiplin veya önleyici tedbirlerin gerektirdiği koşullarda Sözleşme'nin maddesinin ihlali olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 191). AİHM ayrıca sıkı güvenlik rejimine ilişkin bir tedbir olan tek başına tutmanın, kendiliğinden Sözleşme’nin maddesine aykırı bir müdahale sayılmayacağını ifade etmiştir (Van der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/2/2003, § 50). Uzun süre başkalarından ayrı tutmanın Sözleşme’nin maddesi kapsamında bir ihlal oluşturup oluşturmayacağı değerlendirirken olayın içinde bulunduğu özel koşullara, tedbirin zorunluluğuna, süresine, izlenen amaca ve ilgili kişi üzerindeki etkilerine bakılması gerekir (Rohde/Danimarka, B. No: 69332/01, 21/7/2005, § 93).   AİHM, içtihatlarında çıplak arama konusunu da ele almaktadır. AİHM, ceza infaz kurumu güvenliğini sağlamak, suç işlenmesini ya da düzenin bozulmasını engellemek amacıyla çıplak arama yapılmasının gerekli olabileceğini kabul etmektedir (Van Der Ven/Hollanda, § 60). Ancak somut olayın şartları açısından bu uygulamanın üzüntü ve aşağılama duygusunu artırabileceği, bu yönüyle kamu otoritelerinin hükümlü/tutukluların onurunu zedelemeyecek şekilde uygun davranmaları gerektiği değerlendirilmektedir (Van Der Ven/Hollanda, §§ 61, 62; Valašinas/Litvanya, B. No: 44558/98, 24/7/2001, § 117; Iwańczuk/Polonya, B. No: 25196/94, 15/11/2001, § 59; Frerot/Fransa, B. No: 70204/01, 12/6/2007, §§ 38-47; Pawel Pawlak/Polonya, B. No: 13421/03, 30/10/2012, § 141).    AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (bkz. Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (bkz. Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).   AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini, ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).   Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) 27/11/2013 tarihinde Ankara (Sincan) Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gerçekleştirdiği ziyaret sonrası hazırladığı Rapor 15/1/2015 tarihinde yayımlanmıştır (CPT/Iİnf (2015), § 6). Anılan Raporda, ziyarette bulunan delegasyonun -2012 yılında yapılan ziyaretteki ölçekte olmamakla birlikte- Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından çocuklara fiziksel kötü muamelede bulunulduğu iddiaları ile karşılaştığı belirtilmiştir. Bu iddiaların çoğu tokat, yumruk, tekme ya da plastik sopa ile ele ve/veya ayak tabanına vurma şeklindeki cismani cezalardır (Raporun paragrafı).    Anılan Raporda, iddialara ilişkin olarak görevlilerin ve idarenin hükümlü/tutuklulara yönelik kötü muamelerinin kabul edilemez olduğu ve bundan dolayı cezalandırılabileceklerinin görevlilere ve idareye düzenli aralıklarla, kesin bir talimat olarak iletilmesi tavsiye edilmiştir. Talimatın bir parçası olarak da çocuklara karşı fiziksel cezalandırmanın hiçbir türünün uygulanamayacağının hatırlatılması gerektiği belirtilmiştir (Raporun paragrafı).    Öte yandan Raporda 10/10/2013 tarihli Rapora atıfta bulunularak (CPT/Inf (2013) 27, § 31)Ceza İnfaz Kurumunun maddi koşullarının çok iyi olduğu, yaşam alanlarının geniş olduğu, Kurumda dokuz hücre olduğu, hücrelerde yatak, masa, sandalye, raf ve dolap olduğu belirtilmiştir (Raporun paragrafı).     ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15586", "Başvuru Konusu":"Başvuru, infaz koruma memurlarının hükümlü ve tutuklu çocuklara sistematik ve insan onuruna aykırı bir şekilde davranarak kötü muamele yasağını ihlal ettikleri iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle belediye başkanlığı görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle de ifade özgürlüğü ile siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-30). B. Hendek Olayları Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca patlayıcı ve bomba imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30). Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 22/7/2007 tarihinde Diyarbakır'dan, 12/6/2011 tarihinde Siirt'den bağımsız olarak [Daha sonra sırasıyla Demokratik Toplum Partisine (DTP), Barış ve Demokrasi Partisine (BDP) katılmıştır.] milletvekili seçilmiştir. Başvurucu 1/2/2010 tarihinde BDP'nin eş genel başkanlığına, 30/3/2014 tarihinde yapılan yerel seçimlerde ise Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi başkanlığına seçilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında PKK/KCK ile bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca anılan soruşturma kapsamında 25/10/2016 tarihinde, başvurucunun konutunda ve aracında terör örgütüyle bağını ortaya çıkaracak deliller ile suç konusu olabilecek diğer eşyalara el konulması ve başvurucunun yakalanması amacıyla arama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş ve bu talep, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir. Başvurucu 25/10/2016 tarihinde, Diyarbakır Havalimanı'nda yakalanmıştır. Başvurucunun konutunda yapılan aramada ise SUR RAPOR 2016 ibareli bir kitap ve kitabın içindeki aynı başlıklı 1 adet CD ele geçirilmiştir. Kolluk görevlileri tarafından yapılan incelemede CD'de \"Türkçe ve İngilizce hazırlanmış belgelerin ve Belediye’ye ait armaların kullanıldığı, sivil toplum kuruluşları ile yabancı kuruluşlara cevap niteliği taşıyan yazılar bulunduğu, bu belgelerde kentin yıkılmasında devletin yasal silahlı unsurları olan asker, polis, jandarma gibi kurumların suçlandığı, terör örgütünün meşrulaştırıldığı, YDG-H ve PKK militanlarının muhalif güçler olarak belirtildiği ve ülkede yaşanan terör olaylarında sorumlunun devlet olarak gösterildiği\"şeklinde bulgular tespit edilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucu hakkında daha önce yürütülen çok sayıda soruşturma dosyasının eylem bütünlüğü açısından -2015/45832 sayılı soruşturma dosyasında- birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu hakkında farklı tarihlerde başlatılan soruşturmaların dosyalarında suça konu edilen fiillerin birlikte değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Başvurucu 30/10/2016 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiş ve burada verdiği ifadesinde \"... Demokratik toplum kongresinin hiçbir aşamasında eş başkan ya da yönetici olarak bulunmadım. DTK'nın[Demokratik Toplum Kongresi] bir sivil toplum platformu olduğunu düşünüyorum. Dosya arasında da mevcut olduğu üzere zaman zaman DTK'nın bulunduğu binaya gittiğim doğrudur. Ancak binada bulunuyor olmam toplantılara katılıp yönetimde aktif olarak rol aldığım anlamına gelmez. Katıldığım toplantıların tamamı basın toplantıları ve basın açıklamalarıdır. Bu açıklamalar adı üzerinde basına açık olduğu için tüm Türkiye'nin bu toplantılardan ve basın açıklamalarından haberi vardır. Zaman zaman canlı yayınlar yapılmıştır. Çoğu ajansın katıldığını da hatırlıyorum. Bahsi geçen basın açıklamaları olay tarihinde görev yaptığım Barış ve Demokrasi Partisi'nin hem tüzüğü ile hem hedefleriyle gayet uyumludur. Katıldığım basın açıklamaları tamamen partimin faaliyetleri ile alakalıdır. Zira o tarihlerde partimin eş genel başkanıydım. 31/8/2011, 3/9/2011, 14/3/2012, 23/3/2012, 1/7/2012, 9/7/2012, 10/11/2012, 20/4/2013 tarihlerinde DTK'nın bulunduğu binaya gidip gitmediğimi hatırlamıyorum. Hatırlamam da mümkün değildir. Az önce bahsettiğim gibi katılmış isem de basın açıklaması yapmak üzere gitmişimdir. ... 14/3/2012 tarihinde DTK binasında bulunup bulunmadığımı hatırlamıyorum. O tarihte nevruzla alakalı bir açıklama yapmış olabilirim. Bu açıklamayı BDP eş başkanı olarak yaptım. Benimle beraber aynı basın toplantısında başka şahıslarda konuşma yaptılar. Ben sadece partimle alakalı hususları dile getirdim. Her ne kadar yaptığım söylenen konuşmada DTK ile irtibatım olabileceğine ilişkin bir beyan bulunsa da genel bir açıklama yaptığım için yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Benim DTK ile bir bağlantım yoktur. 1/7/2012 tarihinde DTK binasında bulunmuş olabilirim. Bulunmuş isem basın açıklaması yapmışımdır. Açıklamada Abdullah Öcalan'ın muhataplık sürecine vurgu yapmış olabilirim. Burada kastettiğim şey çatışmaların sona erdiği barış sürecidir. Bu açıklama devletin Abdullah Öcalan'ı muhatap olarak kabul edip İmralı'da devlet görevlileriyle bizzat görüşmeler yaptığı süreçte söylenmiştir.16/9/2012 tarihinde DTK binasında bulunmuş olabilirim. Bulunmuş isem basın açıklaması yapmışımdır. Ben bahsi geçen tarihte kesinlikle DTK eş başkanlığı yapmadım. Dolayısıyla böyle bir söz sarf etmedim. Suçlamayı kabul etmiyorum. 20/4/2013 tarihinde mensubu olduğum parti binasında bulunmuş olabilirim. Partide bulunduğum esnada yaptığım tüm açıklamalar yada konuştuğum herşey parti örgütlenmesiyle alakalıdır. Başka hiçbir amacım olamaz. Konuşma içeriğinde geçen 'okulları boşaltabildik mi' cümlesini hatırlamıyorum, böyle bir cümle kurmuş olamam. O tarihlerde mecliste kurulan anayasa uzlaşma komisyonuna parti olarak ana dilde eğitimin kamusal bir hak olduğunu düşündüğüm için teklifte bulunmuştum. Basın açıklamasının devamında DTK dan bahsetmiş olabilirim. Burada kastettiğim şey DTK nın eylemleri yada çağrıları değil muhatap alınmasıdır. Açıklamanın devamında bahsettiğim devrim demokrasi devrimidir. Bu çağrımdan yasa dışı bir yorum çıkarılamaz.31/8/2011 tarihli konuşmada geçen şahıs ben değilim. Benim hiçbir ortamda 'Kalkınma meclisi' şeklinde bir cümlem olmamıştır. 23/7/2012 tarihinde 'kcdnavend@gmail.com' isimli mail adresinin mahkeme kararlarıyla incelendiğini şuan duydum. DTK nın kendi çalışması olabilir. Kimlerin delege olacağına kendisi karar vermiş yada ön görmüş olabilir. Benim o tarihlerde milletvekili olmam DTK nın doğal delegesi yada üyesi olduğum anlamına gelmez.3/9/2011 tarihinde adımın geçtiği bir konuşma yapılmış olabilir ancak DTK ile olan ilişkim sadece parti düzeyindedir. Herhangi bir aktif görev almadım.12/12/2012 tarihinde yapılan konuşmadan haberim yok. Ben kesinlikle meclise gönderildiği iddia edilen anayasa komisyonunun hazırlık sürecinde DTK'dan görüş alınmasını önermedim. 18/2/2012tarihli görüşmeden haberim yok. Birçok kişinin isminin geçtiğini görüyorum. DTK nın yapacağı bir konferansla alakalı katılımcı listesinden bahsedildiğini düşünüyorum.29/6/2012 tarihinde B. isimli şahsın yaptığı konuşmadan haberdar değilim. Bana böyle bir teklifte bulunan olmadı. 14/7/2011 tarihinde demokratik özerkliğin ilanı ile ilgili basın açıklaması yapılmış olabilir. Bu ilandan sonra demokratik toplum kongresinin basın açıklamasına katılıp katılmadığımı hatırlamıyorum. Katılmış isem debir partinin eş başkanı olarak katılmışımdır.2011 yılından 2016 yılının bu zamanına kadar çeşitli tarihlerde yasalar çerçevesinde yapılan etkinliklere partim adına yada farklı STK ların daveti üzerine katılmış olabilirim. Katıldığım etkinliklerde yasa dışı pankart taşınmış, slogan atılmış olabilir. Benim bu eylemlere hiçbir alakam yoktur. Şehrin belediye başkanı olduğum için vefat eden insanların cenaze merasimlerinde bulunmam ailelerinin acısını paylaşmak içindir. İnsani bir görev olarak düşünüyorum. Orada yapılan eylemlerden ben sorumlu tutulamam.8/3/2014 tarihli konuşma metnini hatırlıyorum. 'Kürdistan'ın dört parçası' ndan kastettiğim yer Türkiye'nin, Suriye'nin, Irak'ın ve İran'ın bir kısmıdır. Bu bölümler kürt kökenli insanların yoğunluklu olarak yaşadığı yerdir. 'Serhıldanlarla korkumuzdan kurtulduk' şeklindeki sözümü tam olarak hatırlamıyorum ancak Serhıldan kelime anlamı itibariyle itiraz etmek, haksızlıklara karşı durmak anlamındadır. Konuşma yaptığım gün dünya kadınlar günü olduğu için kadınların erkek egemen sisteme itirazını düşünerek bu kelimeyi kullandım. Kadınların eşit ve özgür yurttaş olarak iradeli bir birey olarak toplumda kabul edilmeleri ikincil sınıf pozisyondan kurtulmaları için en çok gerekli olan şey kadınların kendilerine yapılan haksızlığı kabul etmemeleri ve itiraz etmeleridir. Konuşmanın devamında öz yönetimden bahsetmiş olabilirim. Kastettiğim şey yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Türkiye Belediyeler Birliğinin misyonu da yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir.5/10/2015 tarihinde bir açılışa gitmiş olabilirim. Eğitim destek evleri bildiğim kadarıyla sosyal sorumluluk projesidir. Ben eğitim destek evlerinin hangi amaçla kurulduğu konusunda bilgi sahibi değilim. Konuşmanın başına DTK yı da teşekkür ettiğim kurumların arasında sayıyor olmam bu evlerin DTK ya bağlı olduğunu yada benim irtibatım olduğu anlamını doğurmaz. Anadilde eğitim konusunda parti faaliyetleri çerçevesinde yasal tüm taleplerimizi yapıyoruz. Kamusal bir hak olduğunu düşünüyoruz.Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi adına tescilli araçların cenaze işlemlerinde kullanılması gayet doğaldır. Yasal zorunluluktur. Araç cenaze için ayarlandıktan sonra hangi güzergahta seyredeceği yada aracın etrafında hangi şahısların olacağı belediyeyi ilgilendirmez. Cenaze nakil işlemlerinin propagandaya dönüşmesi konusunda belediyenin sorumluluğu yoktur. Bu husus cenaze sahipleriyle alakalıdır.25/10/2016 tarihinde evimde ve görev yaptığım Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde yapılan aramalarda ele geçirilen bazı materyallere el konulmuştur. Materyallerin suç unsuru taşıdığını düşünmüyorum. 2 üniversite mezunu, 12 yıl aktif gazetecilik ve 2 dönem milletvekilliği yapmış bir şahıs olarak arşivimin bulunması gayet doğaldır. Www. facebook.com/kisanakgultan/ isimli hesap her ne kadar benim adına gözükse de parti eş başkanlığı yaptığım dönemden açılmış kurumsal bir hesaptır. Bu hesabı bizzat ben kullanmıyorum. Açıldığı tarihlerde partinin basın bürosu yönetiyordu. Şu anda ise belediyenin basın bürosu yönetmektedir ancak tam olarak kimin yönettiğini bilmiyorum.Uzun yıllardır aktif siyasetin içerisindeyim. 2 dönem milletvekilliği yaptım, bir süredir de belediye başkanı olarak görev yapıyorum. Görev aldığım tüm kurumlarda savunduğum değerler üzerinden siyaset geliştirdim. İnsan hakları ve demokrasi bağlamında elimden geldiğince mücadele ettim. Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümü için halen fırsat olduğunu düşünüyorum. Bu sorunun çözümü için ülkenin kendi kendine yeteceği kanaatindeyim. Türkiye demokratik bir hukuk devleti olmak durumundadır. Bu ülkede bütün siyasi partiler anayasa ve yasalar çerçevesinde kurulur, faaliyet yürütür. Benim mensubu olduğum Barış ve Demokrasi Partisi de yasalar çerçevesinde kurulmuş açık şeffaf demokratik mücadele yürüten bir partidir. Bütün çalışmaları kamuoyuna açıktır. Demokratik siyaset ve siyasi partiler bir ülkede demokrasinin en vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi partileri işlevsiz kılmak suç örgütü gibi göstermek demokrasiyi sakatlar. Bu nedenle yaptığım çalışmaların, yürüttüğüm faaliyetlerin demokratik siyaset kapsamında yürütüldüğünü biliyorum. Bunların kriminalize edilmesini suçmuş gibi gösterilmesini doğru bulmuyorum. Demokratik siyasetin alanını daraltmak işlevsiz kılmak ülkede demokrasi sorunu ve kaos ortamı yaratır. Yine yerel yönetimler kamu yönetiminin ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasada da açıkça kamu yönetimi merkezi ve yerel idareler eliyle yürütülür diye net olarak yazılmaktadır. Yerel yönetim çalışmalarının doğrudan halka en hızlı, en etkin hizmet üretme mekanizmaları olarak kabul edilmesi ve güçlendirilmesi gerekir. Artık çağımızda yerel yönetimlerin özelliği en temel hukuk kuralı haline gelmiştir. Türkiye'de Avrupa yerel özerklik şartına imza atan ülkelerden biridir. Bu şartın gereklerinin yerine getirilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi Türkiye'de hem demokrasinin çıtasını yükseltecek hemde sorunlarımızın çözümüne katkı sunacaktır. Bu nedenle Türkiye'nin Büyükşehir Belediyelerinden biri de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesidir ve 1 milyon 600 bin insana hizmet üreten bir kamu kurumudur. Ben de bu kamu kurumuna belediye başkanı olarak halkın oylarıyla seçilerek göreve getirildim. Demokrasilerde esas olan seçimlerde demokratik bir ortamda demokratik bir yarış içerisinde herkesin inandığı siyasi programıyla ve hizmet programıyla halkın karşısına çıkmasıdır. Tercihte bulunacak olan halktır. Bunun dışındaki müdahaleler yerel yönetimi kesintiye uğratacak tutum ve davranışlar hem vatandaşın mağdur olmasına hemde demokrasinin sakatlanmasına neden olacaktır. Bu nedenle bir an önce serbest bırakılmamı ve halka hizmet edebilmek için halkın bana verdiği bu görevi ifa edebilmem için görevimin başında olmamın temin edilmesini istiyorum\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun müdafilerinin ise tutuklama koşullarının bulunmaması nedeniyle müvekkillerinin serbest bırakılmasını talep ettikleri görülmüştür. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/2016 tarihinde \"üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi\" gerekçesiyle başvurucuyu silahlı terör örgütü yönetme suçundan tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde Savcılık aşamasında verdiği ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve devamında \"...Uzunca yıllardır, demokratik yollarla siyaset yapmaktayım. Milletvekili yapmışım, Belediye Başkanlığı görevini ifa ettim. Bir dönem bir partinin grup başkan vekili ve eş başkanlığını yaptım. Bütün çalışmalarım, bütün faaliyetlerim yasaların güvencesi altındadır. Parti programımızda olan ve politikalar doğrultusunda seçimlere katıldık, halka parti programımızı anlattık, bunun doğrultusunda oy istedik, faaliyetlerimin tamamının yasal olduğunu ve siyasi parti faaliyeti ve demokratik bir hak olduğunu dile getirmek istiyorum. Bunlar dışında herhangi bir yasa dışı faaliyetim mümkün değildir, yaptığım çalışmaların tamamı siyasi ve demokratik bir faaliyettir. Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Muhalif bir partinin milletvekilliğini dahi yaptım. Sert eleştirilerim olmuştur ancak bunlar demokrasi sınırları içerisinde yapılmıştır. Muhalefet demokrasinin gereğidir. Kürt sorunu bu Ülkenin kanayan bir yarasıdır. Bu sorunu çözebilmek için çeşitli çalışmalarım olmuştur, ben bunun altını bir kez daha çözmek istiyorum. Ayrıca yerel yönetimlerin demokrasiler için ne kadar kıymetli olduğunusizde takdir edersiniz yerel yönetimler demokrasinin vazgeçilmez parçaları olarak siyasi hayatın vazgeçilmezidir. Yerel yönetimler anayasamızda güvence altına alınmıştır, çok açık net vurgulanmasa da yerel yönetimlerin seçilmişler eliyle yürütüldüğü vurgulanmaktadır. Bu kentte belediye başkanlığı seçimine aday oldum ve bu konuda bir kampanyam oldu, programımı halka izah ettim, nasıl bir programım olduğunu anlatmaya çalıştım, onlarca mitingler yaptım, ve çeşitli şekillerde kamuoyuna duyurmaya çalıştım. Bunun sonucunda Diyarbakır halkı beni seçti ve yüksek bir oy alarak belediye başkanı seçildim. Başkan olduktan sonra yaptığım hizmetlerin tamamı demokratik çerçevede yaptığım çalışmalar, seçim aşamasında halka vaat ettiğim çalışmalarımı yerine getirdim. Şiddetle, terörle anılmam hem kendime hem bulunduğum görev ve makamlara hakaret olarak kabul ediyorum. Böyle bir girişimim asla olmamıştır. Dosya kapsamında da bana sorulan soruların neredeyse tamamı yaptığım basın açıklamaları, miting çalışmaları veya yaptığım siyasi katılımlara ilgili idi. ...Evimde yapılan aramada sadece kitapların bir kısmının alındığı ve basın yayınlarının alındığı söylendi, bunların suç unsuru olduğunu düşünmüyorum. İki üniversite okunmuş, bu Ülkede en kıymetli ve aydın bir insanım, uzun yıllar siyaset ile uğraştım, gazetecilik yaptım, yazan çizen bir insanım. Evimde 3 bine yakın kitap var, benim evimde her türlü kitap var, kitapların suç sayılmasını ben uygun görmüyorum. Bunun dışında evimde başka bir şey bulunduğuna dair bir ithamda bulunulmadı. Bulunan silahın benim odamla ilgisi yoktur. Oda numarası verilmiştir, o silahın kime ait olduğunu veya kimin kullandığını bilmiyorum. Belediyede 2500civarında kişi çalışmaktadır. Kaç odası olduğunu dahi bilmiyorum. Benim kullandığım odada ve odanın bulunduğu katta herhangi bir şey bulunmamış ve bu konuda suç isnat edilmemiştir. ...Bir belediye başkanının cenazeye katılan araçlara müsaade etmemesi söz konusu olamaz. Cenazelerin naklini ve defnini ilgili yasal mevzuatta belediyelerin asli görevleri arasında sayılmıştır. Belediyeler bir cenazeyi yerde bırakamaz. Yapılan otopsiden sonra belediyeye ait cenaze aracı taşınır ve cenaze yakınları cenazenin nereye defin edileceğine dair yönlendirme yaparlar. Bu organizasyonlar belediyeye ait değildir, sadece belediye araçları cenazeyi alıp mezarlığa götürürler, herhangi bir flama veya başkaca şeylerin kullanması belediyenin sorumluluğuna girmez, bunu belediye olarak bizim engelleme imkanımız yoktur, bunu ancak kolluk veya diğer Devletin kurumları cenaze sahipleri ile görüşüp engelleyebilirler. Belediye olarak yaptığımız tek şey cenaze naklidir, bu da belediyenin asli görevleri arasındadır. ...Cenazelerin birçoğuna katıldığım iddiasını kabul etmiyorum. Son iki yılda kente ne kadar çok cenaze geldiğini sizde biliyorsunuz, benim bu cenazelere katıldığım ithamı doğru değildir. Belki kişisel olarak tanıdığım ya da aile dostu olduğumuz veya belediye olarak aileyi ziyaretimiz olmuş olabilir, bunlarda insani bir şeydir, halktan oy istemek için bunlar yapılabilir ve bu belediye başkanlığının görevleri arasındadır. Cenazelerin tamamına katıldığım ithamını kabul etmiyorum, bu söz konusu olamaz dedi. ...Belediyeye ait mezarlıkların terör örgütü mezarlığı olarak kullanılmasına kişisel olarak izin vermem söz konusu değildir. Belediyeye ait mezarlıkta özel bir bölüm yoktur, nereye defin yapılacağı ailelerin isteği üzerine tespit edilir. Mezarlıklar aile bölümü mezarlığı var, veya tek tek defin edildikleri yerler var. Ailelerin isteği üzerine belediyeler istekleriyerine getirir. Belediyenin bir bölüm tahsis etmesi söz konusu olamaz. Yine varsa bazı ibareler, herkes kendi mezarlığını yapar, o mezar sahibi aileleri bağlar, belediye sadece defin işlemini yapar, mezarlığın bakımı veya onarımı ailelere bırakılır dedi.Ayrıca bu durum yıllardır geleneksel olarak aileler kendileri cenazelerin hangi kısma defin edileceğini tercih ederler, defin işlemleri bu şekilde gerçekleşir, hukuki mevzuatta bu şekildedir dedi. ...DTK'da benim aktif bir görevim ve sorumluluğum söz konusu değildir. Orasını ben de kamu oyundanherkesin bildiği gibi biliyorum. Orası sivil toplum örgütlerinin zaman zaman bir araya geldiği platform şeklindedir, bunun dışında DTK ile ilgili sorumlu ben değilim, orada herhangi bir görevim ve yetkim olmadığı için sorulan sorulara cevap verecek durumum yoktur dedi.Yapılan teknik takiplerde bahse konu kongre merkezine benim girdiğim Savcı Beyin söylediğine göre 8 tespit mevcuttur, bu 8 defalık tespit 3 sene içerisinde yapılan tespitlerdir. Bu yere girmemin sebebi de mekanda bulunan salonu yapacağımız duyuru ve basın açıklamasıyla ilgili kullanmak amaçlıdır. Basın açıklamaları da onlarca gazeteci ve kameranın önünde siyasi çalışmalarımız ve görüşmelerimizle alakalı vermiş olduğumuz beyanlardır. Bunun haricinde benim DTK ile kurumsal bir görevim ve sorumluluğum bulunmamaktadır dedi. ...Katıldığım yürüyüş, gösteri, miting ve basın açıklamalarının vs gibi programların herhangi bir illegal örgüt ile bir bağı asla yoktur. Bu programların büyük çoğunluğu siyasi parti mensubu bulunduğum hatta eş başkanı olduğum partinin programlar ve faaliyetlerdir. Bunlar yasal ve demokratik ve gösteri yürüyüş hakkını kulanmak kapsamındadır. Ben de milletvekili olarak partimin eş genel başkanı olarak bu toplantı ve etkinliklere tabiki iştirak ettim. Ama ben bunları herhangi bir illegal örgüt veya yasalara aykırı olduğunu düşünmüyorum, bunlar örgütlerle bağlantılı değildir, demokratik ve yasal protestolardır. Gösteri hakkının Anayasal bir hak olduğunun, aykırı görüşleri dile getirmenin ifade özgürlüğü olduğunu ve bunların da demokrasinin bir güvencesi olduğunu düşünüyorum. Bunlar olmaksızın demokrasiden söz etmek mümkün değildir. ...Kürdistan'ın kurulmasına dair bir cümlem yoktur, fakat Kürdistan kelimesini açıklamalarımda zaman zaman kullandım, bunu herkes kullanır, bu coğrafive tarihi bir tanımdır. Osmanlı belgelerinde kayıtları var, devlet sistemi içerisinde tanımı olan bir tanımlamadır. Bu suç teşkil eden bir kelime değildir, fakat ben kürdistanın kurulmasına dair bir konuşma yaptığımı hatırlamıyorum, böyle bir konuşmam olmadı dedi. Coğrafi tanım içerisinde Türkiye'deki bazı alanları kapsamıyor, mezopotamyayı kapsamaktadır. 'Amed kürdistanın başkentidir' gibi bir cümlem olmamıştır, ancak şu kasıtla söylemiş olabilirim, tarihsel olarak diyarbakır osmanlı döneminde musula kadar uzanan eyaletin merkezidir. Iraktaki kürdistan bölgessell yönetiminde yaşayan ve diğer coğrafyalarda yaşayan insanlar için merkezi bir yerdir, bu manada kullanılmış cümleler olabilir ancak resmi bir tanımını yapmam mümkün değildir. Sokağa çıkma yasaklarının bir an önce kaldırılmasını ve mağdur olan vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılaması, çatışmaların durması ve ölümlerin durmasına dair açıklamalarım olmuştur, keşke çatışmalar olmasaydı, keşke hiç bu kadar insan evini barkını terk etmek zorunda kalmasaydı, ölümler olmasaydı. Kişiler yaralanmasaydı, göçler meydana gelmeseydi, ben sorumlu bir insan olarak bu Ülkeninkentinde yaşanan sorunların, çatışmaların son bulması için çeşitli açıklamalar yaptım, kentin mülki amirleri ile Vali ile görüşmeler yaptım, bu da kamu görevinin bir parçasıdır. Surda yaşayan 000 insana karşı sorumluluğum var, bunların yaşam haklarını, çocuklarının okula gitme sorumluluğunu düşünmek ve tasasını çekmek zorundayım. Yaptığım açıklamalar bu çerçevededir....Sayın Öcalan ile ilgili kısma gelirsek, bununla ilgili ifadelerim doğrudur, zaman zaman bu tür ifadelerde bulunmuşluğum vardır. Benim kendi tanımlamam değil, Devlet ve Hükümet'de sayın Öcalan ilebazı görüşmeler yapmıştır, kendisi bu konuda etki yapabilecek ve rol oynayacak bir pozisyondadır. ...Benimgüvenlik görevlileriyle yaşanançatışmalardahayatını kaybedenler için bunlar bizim şehitlerimiz, kahramanlarımız gibi onları unutmayacağız, hatıralarını yaşatacağız gibi sözlerim olmamıştır, sanırım dosya kapsamında sözü edilen bir konuşma var. 12 eylül darbesi dönemine ait Diyarbakır ceza evinde işkence ile katledilen ve henüz suçlu olup olmadıkları yönünde bir belirginlik olmayan kişilere yönelik yaptığım açıklamalar olabilir. Ağır işkencelere maruz kalmış bir insan olarak 12 eylül askeri darbenin yıl dönümünde onu kınayan ve bu konuda açıklamalar yaparım. Meclise bu konuda önergeler verdim, Diyarbakır ceza evinde yaşanan gerçeklerle yüzleşilmesini dile getirdim. Beyanlarım bunlarla ilgilidir, bunun dışında başkaca bir beyanım olmamıştır. ...Terör örgütünü simgeleyen bir şeylerin belediye de kullanılması söz konusu değildir. Vefat eden kişi belediyemizin meclis üyesi T.T.dir. Aynı zamanda belediye meclisinde başkanlık divanı için yapılan seçimde ikinci başkan vekili olarak seçilmiştir. Ben yani başkan olmadığı zaman birinci başkan vekili vekalet eder, o da olmayınca ikinci başkan vekili vekalet eder. Bu arkadaşımız vefat edince üzüüntüsünü paylaşmak için rutin olarak belediye meclis toplantısının bir kısmında, birkaç cümle ile ben kendi görüşllerimi söyledim, meclis üyesi birkaç arkadaşımızda buna dair bir konuşma yaptılar. Bir anma programı söz konusu değildir. Bir belediye meclisi, kendi üyesi vefat etmişse onunla ilgiili bir başsağlığı ve acıyı paylaşan bir tutum alması gerekir, bu meclisin sorumluluğu gereğidir. Bu kişi bizim meclis üyemizdi, bu kişinin suçlu olup olmadığınıda bilmiyoruz, zan altındaydı, ancak henüz yargılanması yapılmamıştı, şüpheli pozisyonundaydı, kendisine terörist muamelesi yapılmasını da vicdani bulmuyorum dedi. Şunu eklemek istiyorum, gerçekten demokratik siyasetin önemine inanmamız gerekiyor, bir ülkeyi kaostan, karmaşadanhukuk normlarından uzaklaşmadan kurtarmamız gerekir. Adalet mekanizmasının demokratik siyaset hakkını güvence altına alınacak biçimde hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Yerel yönetimler demokrasinin temel taşıdır, yerel ve yerinden yönetim en etkili kamu hizmeti mekanizmasıdır. Yerel yönetimlerin mutlaka güçlendirilmesi ve demokratik işleyişinin hakim kılınması, seçimlerde halkın seçtiğine değer verilmesi ve seçimle gelenin seçimle gitmesi ilkesinin esas alınması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Nihayetinde halk iyiyi kötüyü idrak edebilecekdurumdadır, seçimle gelen seçimle gitmelidir. Seçimle geleni başka bir yolla görevinden men etmek, oy veren insanların ve seçmenlerin seçme hakkına yapılmış bir müdahaledir. Anayasamız bunu güvence altına almıştır. Herkesin sınıfı, cinsiyeti, sosyal mensubiyeti, ekonomik durumu ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun herkesin oyu eşittir ve değerlidir. Bunlara değer verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Önemli bir görevi ifa ediyorum, 000 nüfusu olan bir şehirde önemli bir görev ifa ediyorum. Bir an önce bu hukuksuzluğa bir son verilerek görevime dönmek istiyorum dedi.Hayatım boyunca hiçbir mahkemeden veya yargılanmaktan kaçmadım, ne zaman çağrıldım ise ifade vermeye gittim, şimdiye kadar onlarca soruşturma yürütülmüş ve ne zaman çağrılmışsa ifadeye gitmişim, adalet mekanizmasının işlemesinden yanayım. Bu nedenle tutuklama tedbirini hak ettiğimi düşünmüyorum. Bu zamana kadarher çağrıldığında ve ihtiyacım olduğunda adalet mercilerine gitmişim.\" şeklinde beyanda bulunmuştur.Başvurucunun müdafileri de tutuklama nedenlerinin bulunmadığını belirterekmüvekkillerinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/10/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"[Başvurucunun] üzerine atılı silahlı terör örgütü yönetme suçu işlediğine dair suç şüphesi ile tutuklanması için Hakimliğimize gönderilmiş ise de dosya tetkikindeHakimliğimizin kanaati üzerine suçun terör örgütü yönetmek olmayacağı, terör örgütüne üyelik unsurlarının oluşacağı yönünde şüphe oluşmakla şüphelinin terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine yönelik kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosyadaki şüpheliye ait yerlerde yapılan aramada ele geçen argümanlar, ( ... adresinde ele geçen dökümanlar ve bu dökümanlara ilişkin Emniyetçe hazırlanmış olan değerlendirme raporu, Elazığ caddesi üzerinde bulunan Belediye hizmet binası adresinde ele geçen dökümanlar ve bu dökümanlara ilişkin Emniyetçe hazırlanmış olan değerlendirme raporu) şüphelinin terör örgütü çağrısı üzerine terör örgütü faaliyetleri ve fikirlerini savunmak amacı ile düzenlenen ve Devletin ve güvenlik güçlerinin kamu güvenliğini sağlamaya yönelik çalışmalarını engellemek amaçlı düzenlenen bir çok program, gösteri, miting, basın açıklaması ( 24/11/2013, 15-16/01/2012, 13/01/2011, 24/03/2011, 21/10/2012, 30/10/2012, 02/11/2012, 03/11/2012, 08/03/2014, 21/03/2014, 15/02/2015, 11/07/2015, 20/07/2015, 13/08/2015, 11/09/2015, 10/09/2015, 03/10/2015, 04/10/2015, 05/10/2015, 12/11/2015, 20/11/2015, 25/11/2015, 10/12/2015, 06/02/2016, 08/03/2016, 21/03/2016, 16/04/2016, 02/07/2016, 11/05/2016, 30/06/2016, 03/07/2016, 15/08/2016, ) ayrıca yine terör örgütünün faaliyetlerini meşru göstermek için örgütün Devletin yasal silahlı unsurlarıyla çatışırken etkisiz hale getirilmiş mensuplarının cenaze törenlerine katıldığı, terör örgütü ele başısı Abdullah Öcalan'ın bizzat talimatı ile kurulan DTK'nın faaliyetlerine yoğun bir şekilde katıldığı, bazılarında konuşmalar yaptığı, bu DTK'nın terör örgütünün en önemli üst organı kabul gördüğü, ayrıca tüm alanlara yayılma amacı güden örgüt yapılanmasının çatı yapısı olduğu ve yasama organı olduğu yönünde tespitlerin bulunması, yapmış olduğu ve katılmış olduğu birçok programlarda terör örgütü ele başı olduğu herkesçe bilinen ve sabit olan Abdullah Öcalan hakkında saygın ifadeler kullandığı, kürt halkının lideri olarak gösterdiği, ( kürt halk önderi sayın öcalan siz merak etmeyin biz herşeyi hal ederiz, kürt halk önderi sayın öcalan'ı biz kürdistanda siyasi irade olarak kabul ediyoruz, ..... gibi ifadeler kullandığı, ) birçok programda Öcalan'a özgürlüğü vurgulayan çalışmalar ve konuşmalar yaptığı, konuşmalarının bazı kısımlarında bölücülük anlamında kürdistan tabirlerini sıkça kullandığı, ( kürt sorunu, kürdistan sorunu bir devrim sorunudur, halk olarak kürt sorununu radikal biçimde çözmek konusunda kararlıyız. Biz kürt halkı olarak özgürlüğe ihtiyacımız var, kürt halkı olarak kendi dilimizle, kendi kimliğimizle ama vatanımızda özgürce yaşamaya ihtiyacımız var. Kürdistanın dört bir parçasından gelenler evinize hoşgeldiniz, hepiniz kürdistanın başkentine hoşgeldiğiniz, Amed'e hoşgeldiniz, ..... gibi ifadeler kullandığı,) yine konuşmalarının birçoğunda terör örgütü üyelerinden hayatını kaybedenlerden şehitler diye bahsettiği, (şehit kadın yoldaşlarımızdan K., B., Z. yoldaşlarımızdan her birini saygı ve şükranla yad ediyorum, S., , F. ve tüm kadın yoldaşlarımız dört parça kürdistanda halkımızın özgürlüğü için mücadele eden, hepsi kürdistan şehitleridirler, hepsini zaferle anıyorum, kürt halkının direnişine selam olsun,) ayrıca belediyenin imkanlarını kullanarak Devletin silahlı yasal unsurlarıyla çatışırken etkisiz hale getirilen teröristlerin cenazelerinin kaldırılması sırasında bilinçli olarak terör propagandası yapılmasına göz yumulduğu, Devletin resmi araçlarına terör örgütünü simgeleyen sözde bayrak, flama ve renklerin asıldığı, etkisiz hale getirilen terör unsurlarının resimlerinin asıldığı, ayrıca belediyeye ait mezarlık olarak tahsis edilen Diyarbakır Bağlar ilçesi, Yeniköy mahallesi Orhan Doğan cad., 1056 sk. ve Karanfil altı caddeleri ile çevrilmiş olan Hassi mezarlığın ana giriş kapısı olan Orhan Doğan caddesindeki kapıdan girildiğinde yolun solunda sol tarafta ayrılmış olan köşe alanı örgüt mezarlığı ve şehitliği haline getirttiği, söz konusu yerde bulunan mezarlarının hepsinin nizami bir şekilde yaptırıldığı, hepsinin birebir aynı olduğu, mezar taşlarının aynı olduğu, renklerinin dahi aynı olduğu, bu nedenle şüphelinin savunmasında cenaze sahipleri kendileri yaptırır savunması var olan gerçekle uyuşmadığı, bu hususunda Diyarbakır TEM Şube Müdürlüğü tarafından tespit edildiği, tespit tutanağının dosyanın içinde bulunduğu, ayrıca terör örgütü üyesi olduğu için gözaltına alınan ve gözaltında yapılan bir saldırı neticesinde hayatını kaybeden kişi için mecliste anma yapıldığı bu anma sırasında bu kişinin örgüt üyesi olduğunu anımsatan renk ve işaretlerin kullanıldığı, konuyla ilgili ulusal ve yerel basında belediye meclisinde terörist anıldığı şeklinde haberlerin çıktığı, belediyede yapılan aramalarda terör örgütünün Diyarbakır başta Sur ilçesi olmak üzere çeşitli yerlerinde yapılan Devletin bölünmez bütünlüğüne karşı silahlı ve bombalı eylemlerini meşrulaştırıcı örgütün ideolojisinin savunulduğu,propaganda ve örgüte alan kazandırmaya yönelik basılmış eser olan ve üzerinde 5 TL ibaresi bulunan para karşılığı satılarak örgüte destek sağlandığına yönelik kolluğun değerlendirmesi bulunan derginin yakalanmış olması, yineşüphelinin ikametinde yapılan aramada SUR2016RAPOR ibaresinin üzerinde yazılı olduğu cd bulunduğu, bu cd'nin içerisinde Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanmış belgelerin bulunduğu, belediyeye ait armaların kullanıldığı, sivil toplum kuruluşları ile yabancı kuruluşlara cevap niteliği taşıyan yazıların bulunduğu, bu belgelerde kentin yıkılmasında Devletin yasal silahlı unsurları olan, Polis, Asker, Jandarma gibi kurumların suçlandığı, terör örgütünün meşrulaştırıldığı, YDG-H ve PKK militanların muhalif güçler olarak belirtildiği, ve ülkede yaşanan terör olaylarında sorumlunun Devlet olarak gösterildiği, dosya içerisinde bulunan delillerin sıklığı, yapılan fiillerin ve eylemlerin tarihsel yakınlığı, yapılan eylemlerin ve fiillerin ve ele geçen diğer suç unsurlarının eylemsel bütünlüğü, fikirsel parallelliği ve ilkesel ve amaçsal doğrultusu birlikte düşünüldüğünde şüphelinin suçu işlediğine dair Yargıtay kriterleri ve içtihatları doğrultusunda kuvvetli suç şüphesi oluştuğugöz önünde bulundurularak suçu işlermiş olduğu hususundasomut delile dayalıkuvvetli şüphe oluşturması nedeniyle ve yargılama sonucunda suçlu bulunması halinde alacağı ceza miktarı göz önünde bulundurularakAvrupa İnsan Hakları sözleşmesinin Maddesinde öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 anayasasınn Maddesinde belirtilen kuvvetli belirtinin ve CMK'nın 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu müsnet suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması,müsnet suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı,verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelinin CMK'nun 100 maddesi gereğince tutuklanmasına ... [karar verildi.]\" Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma (41 kez),kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun PKK/KCK terör örgütünün tabana yayılması için oluşturulduğu iddia edilen Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) kuruluş sürecinde görev aldığı, ayrıca DTK tarafından organize edilen birçok etkinliğe katıldığı, bu etkinliklerde konuşmalar yaptığı ve bu konuşmalarda PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun çeşitli tarihlerde PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ettiği ileri sürülmüştür. İddianamede suça konu edilen bu konuşmalardan ve eylemlerden bazıları özetle şöyledir: - 21/10/2012 tarihinde BDP Bağlar ilçe binası önünden E tipi Ceza İnfaz Kurumuna kadar \"Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrit ve ceza evlerinde başlatılan açlık grevleri\" ile ilgili yürüyüş planlanması akabinde 20/10/2012 tarihinde eylem ve etkinlikler Valilik makamınca yasaklanmış olmasına karşın \"Bıji serok apo, kürdistan faşizme mezar olacak.\" şeklinde slogan atıldığı ve \"Susmak ölümlere ortak olmaktır ölümlere göz yummayacağız.\" şeklinde pankart asıldığı, başvurucunun bahsi geçen eyleme katılarak terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- PKK/KCK silahlı terör örgütü adına yayın yapan www.fıratnews.bz isimli sitenin 14-15/10/2012 tarihli yayınlarında “PKK ve PJAK lı mahkumlar tarafından PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının yaratılması ve üzerinde uygulanan sözde tecride son verilmesi ve kürtler üzerindeki baskıların sonlandırılması amacıyla 12/09/2012 günü itibariyle süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlanılmıştır.” şeklinde haberlere yer verildiği,30/10/2012 tarihinde örgüte ait internet sitelerinde yapılan çağrılar üzerine Valiliğin yasaklama kararına rağmen Dicle Yas Evinden Ceza İnfaz Kurumuna yürüyen şahıslara dağılmaları konusunda birçok kez çağrı yapıldığı, buna karşın şahısların yol ve caddelerde bulunan kamu güçlerine ve kamu mallarına yönelik taşlı, molotoflu ve havai fişekli saldırılarda bulunduğu, aralarında başvurucunun da olduğu grubun yapılan tüm çağrılara rağmen ısrarla dağılmadığı tespit edilmiştir.- 2/11/2012 tarihinde, Diyarbakır'da kaldırım üzerinde Abdullah Öcalan'a özgürlük ve bunun için yapılan açlık grevlerine destek amacıyla basın açıklaması ile oturma eyleminin yapıldığı, \"Susmak ölüme ortak olmaktır, ölümlere göz yummayacağız, direne direne kazanacağız, baskılar bizi yıldıramaz, devrimci tutsaklar onurumuzdur, yaşasın zindanların direnişi, yaşasın başkan Apo.\" şeklinde sloganların atıldığı ve yine benzer mahiyette pankartların taşındığı, başvurucunun bahsi geçen eyleme katılarak terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- Başvurucunun www.facebook.com/kisanakgultan/ adresli Facebook hesabında 7/6/2014 tarihli bir paylaşımın yer aldığı, üç şahsın bulunduğu video paylaşımının üzerinde “Lice’de, Karakol kalekol ve askeri operasyonlara karşı direnişte olan halka gerçek mermiler ile müdahalede bulunan askerler 2 yurttaşımızı katletti.” şeklinde bir yazının yer aldığı, başvurucunun bahsi geçen fotoğrafı ve yazıyı profilinde paylaştığı, bu paylaşımın yaklaşık 000 kişi tarafından beğenildiği ve 922 kez paylaşıldığı, yürütülen operasyonlarda sivil insanların kasti olarak öldürüldüğü şeklinde yapılan yorumla birlikte operasyonlara gayrimeşru özellik verilmeye çalışıldığı, örgüt mensuplarının gerçekleştirdikleri eylemleri meşrulaştırdığı ve bu şekilde başvurucunun terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- Başvurucuya ait www.facebook.com/kisanakgultan/ adresine ait Facebook hesabında 8/6/2014 tarihli bir paylaşımın yer aldığı, bir şahsa ait cenaze merasimi fotoğrafının üzerinde “B.nin cenazesi Yeniköy mezarlığına doğru yola çıkarıldı, Lice de askerler tarafından vurularak katledilen 26 yaşındaki R.B. nin cenazesi yüzlerce kişi tarafından...” şeklinde bir yazının yer aldığı, başvurucunun bahsi geçen fotoğrafı ve yazıyı profilinde paylaştığı, bu paylaşımın yaklaşık 000 kişi tarafından beğenildiği ve 043 kez paylaşıldığı, \"Askerler tarafından vurularak katledildi.\" şeklindeki beyanın terörle mücadelede görev alan kolluk kuvvetlerinin eylemlerini gayrimeşru gösterdiği, bununla birlikte örgüt mensuplarının eylemlerini meşrulaştırdığı ve bu şekilde başvurucunun terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- Başvurucunun www.facebook.com/kısanakgultan/ adresli Facebook hesabında 7/12/2014 tarihli bir paylaşımın yer aldığı, “Gülizar ana halkın anası olmayı haketti.” şeklindeki yazının altında başvurucunun başka bir şahsın resmi ile çekilmiş fotoğrafının yer aldığı, resimdeki kişinin PKK’nın kurucularından A.H.K.nın annesi G.K. olduğu, fotoğraf ve üzerinde yapılan yorum ile başvurucunun terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- 21/3/2015 günü Diyarbakır'da düzenlenen nevruz etkinliğinde başvurucunun “Kürdistanın başkentine hoşgeldiniz, Önder aponun nevruzunu kutluyorum.” şeklinde sözler sarf ettiği, bu sözlerin terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandası sonucunu doğurduğu ileri sürülmüştür.- Başvurucunun www.facebook.com/kisanakgultan/ adresli Facebook hesabında 22/03/2015 tarihli bir paylaşımın yer aldığı “İzmir newruzu-22/03/2015-Gündoğdu meydanı” olarak belirtilen paylaşımın başında “Rahşanın yaktığı meşale İzmir gündoğdu meydanında yakılıyor mazlum doğan diyarbakır zindanında bedenini ateşe verdiği için bugün izmirde newruz kutlanıyor emeğimiz direnişimiz boşa gitmedi.” şeklinde bir yazının yer aldığı, PKK terör örgütünün kurucularından nin gerçekeştirildiği eylemin övüldüğü ve meşru gösterildiği, böylece başvurucunun terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- 29/6/2015 tarihinde PKK/KCK terör örgütünün Suriye kanadı olan YPG/YPJ ile DAEŞ terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışma sonucu öldürülen örgüt üyesi cenazesinin Diyarbakır'daki defni esnasında “Şehitler ölmez yaşasın kobani direnişi” örgüt propagandası niteliğini haiz sözler sarf edildiği ve terör örgütünü simgeleyen bayrağın taşındığı, başvurucunun bahsi geçen eyleme katılarak terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- 19/8/2015 günü Sur ilçesinde gözaltıları protesto amaçlı Diyarbakır'da yapılan açıklamada başvurucunun “Buna tüm Türkiye sessiz kalırsa bugün Sur’da olan bugün Silvan’da olan bugün Lice’de yaşananlar yarın Türkiye’nin batısında da yaşanacak, Devlet gelir benim belediye başkanımı gözaltına alırsa bende özerklik ilan ederim tabiki” şeklinde örgüt propagandası taşıyan ve bu kapsamda terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek sözler sarfettiği ileri sürülmüştür.- 10/9/2015 tarihinde Diyarbakır'da, Cizre ilçesinde PKK/KCK terör örgütüne yönelik devam eden operasyonları protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen eylemde ıslık çalma, düdük çalma fiillerinin dışında terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek tarzda “Cizre halkı yalnız değildir, direnişiniz direnişimizdir.” şeklinde pankart asıldığı, başvurucunun da bahsi geçen eyleme katıldığı tespit edilmiştir.- 4/10/2015 tarihinde vefat eden iki şahsın cenaze işlemleri sırasında 5/10/2015 tarihinde yapılan eylemde “Şehitler ölmez... Ey şehit kanın yerde kalmayacak... Canımızla kanımızla seninleyiz ey başkan... Başkansız yaşam olmaz... PKK intikam” şeklinde sloganların atıldığı ve “Özgürlüğün geldiği gün ölmek yasak Ş. Rezzan.” şeklinde pankart taşındığı, başvurucunun da bahsi geçen eyleme katıldığı tespit edilmiştir.- 12/11/2015 tarihinde Diyarbakır'da, Silvan ilçesinde gerçekleştirilen operasyonları protesto amaçlı yapılan yürüyüş ve basın açıklamasında “Devrim Çarkı” isimli marşın söylendiği, Abdullah Öcalan’a ait pankartların ve yine “Sokaklardayız. direniyoruz. yasa tanımıyoruz. YDK” ibarelerinini bulunduğu flamaların taşındığı, başvurucunun bahsi geçen eyleme katılarak terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- 20/11/2015 tarihinde Diyarbakır'da, Nusaybin'de PKK/KCK terör örgütüne yönelik yürütülen operasyonlar sırasında öldürülen örgüt üyesi S.Y. isimli şahsı anmak için düzenlenen gösteride başvurucunun “Öz savunma haktır... Özyönetimin inşaasına direnen yaşamını yitiren kadınların mücadelesini yükseltmek için yürüyoruz.” ibareleri bulunan bildiri dağıttığı ve bu kapsamda terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüşür.- 6/2/2016 tarihinde PKK kadın kollarının düzenlediği organizasyonlarda, PKK/KCK terör örgütüne yönelik Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yapılan operasyonları protesto etmek için tertip edilen barış nöbeti sırasında “Kürdistanda yaşayan YPG ye bin selam.. Yaşasın Sur direnişi.. Yaşasın YPG direnişi.. Sabah akşam farketmez YPJ affetmez.. Katil devlet kürdistandandefol.. Katil devlet hesap verecek.” şeklinde sloganların atıldığı ve başvurucunun burada yaptığı basın açıklamasında “Sur da direnen halkımız adına..bu vahşete bu savaşa.. eminimki annesinin karnında katledilen bebeği 3 aylık anayı biliyorsunuz.. şu savaşı şu vahşeti ölümü durdurmamız lazım.” şeklinde sözler sarf ettiği ve böylece terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- 8/3/2016 günü Diyarbakır'da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü açık hava toplantısında başvurucunun yaptığı basın açıklamasında “Yüreğimizin bir parçası Sur’da bir parçası Cizre’de bir parçası Nusaybin’de.. Ne yazık ki kadınların bu sesine savaşla tankla topla ölümle yanıt verdiler.” şeklinde sözler sarf ettiği ve böylece terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- 21/3/2016 tarihinde gerçekleştirilen nevruz mitinginde Abdullah Öcalan'a ait resimlerin ve terör örgütünü simgeleyen bez parçalarının belirli aralıklarla gösterildiği, hendek kazan ve barikat kuran,silahlı örgüt mensuplarının gösterildiği, terör örgütü propagandası niteliğini haiz pankartların açıldığı ve sözlerin sarf edildiği, başvurucunun burada yaptığı konuşmada “Selam olsun direnenlere selam olsun Sur’a Selam olsun Nusaybin’e.. tutsaklara karşı onurlu bir mücadeleye.” şeklinde sözler sarf ettiği ve bu kapsamda terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. Savcılık, başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmelerden bazıları özetle şöyledir:\"...Şüphelinin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün Genel Kurulunun sonuç bildirisinde ilan edilen KCK terör örgütü yapılanmasının amacı doğrultusunda tabana yayılma faaliyeti olarakve ileride kurulacak sözde özerk kürdistan’ın bir nevi ulusal kurucu meclisi olarak kabul gören DTK’nın içerisinde yönetici olarak aktif bir şekilde faaliyet gösterdiği hususunda kuvvetli şüpheye ulaşıldığı anlaşılmıştır. ...Çeşitli tarihlerde PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı ve 2911 sayılı yasaya muhalefet ettiği ...Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olan şüpheli[nin] terör örgütü propagandasına dönüşen bu eyleme bizzat katılarak konuşma yaptığı ve bu kapsamda terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı, ...Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olan şüphelinin böyle bir etkinliğe katılmakla terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütünün propagandasını yaptığı tespit edilmiştir....Şüphelinin 21/10/2012 tarihinden 15/08/2016 tarihine kadar gerçekleştirmiş olduğu terör örgütünün propagandası niteliğindeki eylemleri açısından 5237 sayılı TCK nın maddesinde belirtilen 'Bir suç işleme kararının icrası kapsamında' hükmünün uygulanamayacağı, yaklaşık 4 yıllık bir zaman zarfında farklı farklı olaylar kapsamında bahsi geçen eylemlerin gerçekleştirildiği, her ne kadar mağduru belli olmayan suçlar açısından da bu hükmün uygulanacağı belirtilmiş ise de birbirinden bağımsız niteliğe haiz propaganda suçu açısından tek bir cezaya hükmedilmesinin kabul edilemeyeceğikanaatine varılmıştır....Son dönemde Sur ve Cizre ilçelerinde PKK/KCK bölücü terör örgütü tarafından sözde özerk bölge oluşturma amacıyla yoğun şekilde gerçekleştirilen hendek kazma, bomba tuzaklama, güvenlik güçlerine yönelik silahlı ve roketli saldırıların sahiplenildiği ve bu saldırıların direniş/mücadele olarak nitelendirildiği, saldırılara yönelik gerçekleştirilen operasyonların toplu katliam ve abluka olarak, etkisiz hale getirilen silahlı bölücü terör örgütü mensuplarının şehit olarak dile getirildiği, bu şekilde bölücü terör örgütüne açıkça destek verildiği ve örgüt mensuplarının, barikat ve hendeklerin açıkça sahiplenildiği gibi bölücü terör örgütüne yönelik güvenlik güçlerince gerçekleştirilen operasyonlarla ilgili olumsuz bir algı da oluşturulmaya çalışıldığı, silahlı örgüt mensuplarının masum gösterilmeye çalışıldığı,bölücü terör örgütünün çıkarları doğrultusunda ülkemizin bölünmez bütünlüğü aleyhine açıklamalar yapıldığı, KCK örgütlenmesinin sözde kürdistan devleti kurma amacının bir ayağı olan öz yönetim ilanlarının meşru gösterilmeye çalışıldığı, böylelikle KCK örgütlenmesine ve teröristbaşı Abdullah Öcalan'a bağlılığın gösterildiği, şüphelinin yukarıda açıklanan ve özellikle örgütün direkt ve internet siteleri vasıtasıyla yapmış olduğu çağrılara uyarak, yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katıldığı, burada bölücü terör örgütünün propagandasını yaptığı ... kanaatine varılmıştır.\" Başvurucu hakkındaki dava Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,28/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2016/3 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 2/12/2106 tarihinde yapılan tensip incelemesi sonucunda başvurucunun tutukluluğunun devamına ve duruşmanın 25/1/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Tutukluğun devamına ilişkin kararın gerekçesi şu şekildedir: \"...üzerlerine atılı eylem nedeniyle kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, sanıkların savunmalarının alınmamış olması ve dolayısıyla kanıtların henüz tamamen toplanmamış olması, sanıkların tutuklulukta geçirdikleri süre, atılı eylemin CMK'nun 100/ maddesindeki sayılan suçlardan olması, eylemlerin sabit olması halinde kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı ...[anlaşılmıştır.]\" Mahkeme 20/12/2016 tarihinde ise kamu güvenliği gerekçesiyle davanın nakli için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuruda bulunmuştur. Bakanlığın davanın nakli talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 19/1/2017 tarihinde yargılamanın \"esas yetkili mahkemesinde yapılması durumunda kamu güvenliği yönünden açık ve yakın tehlikenin söz konusu olabileceği\" gerekçesiyle davanın Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar vermiştir. Anılan karar uyarınca Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 3/2/2017 tarihinde söz konusu dava dosyasını Malatya Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine göndermiş, tevzi işlemi sonrasında dava dosyasının Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/145 sırasına kaydı yapılmıştır. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 22/2/2017 tarihinde tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir: \"...işlemiş oldu[ğu] iddia edilen suçların vasıf ve mahiyeti, CMK’nın 100/ maddesi uyarınca katalog suçlardan oluşu, tutuklu sanığın cezalandırılması istenen yasa maddesinde ön görülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın üst sınırı, tutuklulukta geçirilen süre, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosyada mevcut Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen fezleke içerikleri, gizli tanık Bahar'ın beyanları, ... tarihli teknik araçlarla izleme ve dinleme ve çözüm tutanakları, dosya kapsamındaki tüm görüntü inceleme ve tespit tutanakları, Sabah gazetesinin \"Gültan Kışanak Örgüt Denetlemesinde\" başlıklı haberi ve bu habere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığına ilişkin 03/10/2011 tarihli tutanak, CMK’nın maddesinde ön görülen tutuklama şartlarının halen devam ediyor olması ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ...[anlaşılmıştır.]\" Mahkemece 22/3/2017 tarihinde yapılan incelemede başvurucunun tahliye talebinin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı üzerine Malatya Ağır Ceza Mahkemesince 29/3/2017 tarihinde \" ... Sanığınüzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın iddianame konusu eylemi gerçekleştirmiş olabileceği yönünde somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunması, kanundan kaynaklanan tutuklama sebeplerinin varlığı, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırına göre tutukluluğun ölçülü bulunması, belirtilen sebeplerle sanık hakkında tutuklama şartlarının oluşup devam ettiği, sanık hakkında CMK maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı\" gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Anılan karar 6/4/2017 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 5/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22108", "Başvuru Konusu":"Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle belediye başkanlığı görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle de ifade özgürlüğü ile siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26867", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2019/3006 numaralı başvuru dosyasının 2019/3005 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/3005 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 29/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3005", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında psikolojik rahatsızlık geçirilmesi sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 25/02/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiş; Bakanlık, yazılı görüşünü 12/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 25/9/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 13/10/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu olan yargılama dosyasından tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yapılan son yoklamasında askerliğe elverişli bulunarak 2/10/2002 tarihinde askere sevk edilmiştir. Askerlik hizmeti sırasında birden fazla firar ve izin tecavüzü suçlaması ile başvurucu hakkında birden çok kamu davası açılmış ve son açılan kamu davası kapsamında cezai ehliyetinin ve askerliğe elverişliliğinin tespitine yönelik düzenlenen Çorlu Asker Hastanesi Baştabipliğinin 14/6/2010 tarihli sağlık kurulu raporunda “antisosyal kişilik bozukluğu tanısına bağlı olarak '17BF1 Barışta askerliğe elverişli değildir, elverişsizlik kararı 16/7/2008 tarihinden başlar.” kararı verilmiş, anılan rapor 16/7/2010 tarihinde onaylanmıştır. Başvurucu, 14/6/2010 tarihli rapor uyarınca 17/6/2010 tarihinde terhis edilmiş olup terhis belgesinde Çorlu Asker Hastanesinin düzenlediği 14/6/2010 tarihli sağlık kurulu raporundaki teşhise de yer verilmiştir. Başvurucu, aynı teşhisi içerdiğini ve Çorlu Asker Hastanesince verildiğini beyan ettiği 28/2/2011 tarihli ek sağlık kurulu raporuna istinaden 15/8/2011 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurarak rahatsızlığının geç tespit edilmesi nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek zararlarının tazminini talep etmiş, bu istemin zımnen reddedilmesi üzerine ilgili idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi, 12/9/2012 tarihli ve E.2012/291, K.2012/756 sayılı kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Karar oyçokluğu ile alınmış olup kararın ilgili kısmı şöyledir:“… Davacı hakkında, Çorlu Asker Hastanesinin 2010 gün ve 1472 sayılı sağlık kurulu raporu ile “Antisosyal kişilik bozukluğu” tanısına bağlı olarak “17BF1 Barışta askerliğe elverişli değildir, elverişsizlik kararı 16/7/2008 tarihinden başlar.” kararı verildiği, bu raporun 2010 tarihinde onaylandığı, davanın eylemden (davacının askere alındıktan sonra rahatsızlığının geç teşhisi) doğan tazminat davası olduğu, onay tarihinden itibaren bir yıl içinde idareye manevi zararının tazmini amacıyla müracaat etmesi gerekirken bu süreyi geçirdikten sonra, 2011 tarihinde müracaatta bulunduğu bu davada, süre aşımı bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.” Karşıoy gerekçesi şöyledir:“… olayda davacının askerliğe elverişli olmadığına ilişkin kesinleşen sağlık kurulu raporu davacıya tebliğ edilmediğinden, davacı vekilinin dava dilekçesinde Çorlu Asker Hastanesinden alınan 2011 tarihli davacının “askerliğe elverişsiz” olduğuna ilişkin ek rapor tarihinin zararın öğrenilme tarihi olarak kabul edilip, dava açma süresinin bu tarihten başlatılması gerektiği, sürenin bu tarihten başlatılması halinde 2011 tarihinde idareye yapılan müracaat ve devamında idarenin cevap vermemesi üzerine 211 tarihinde açılan davda süre aşımı bulunmadığından,…” Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 23/1/2013 tarihli ve E.2012/1213, K.2013/53 sayılı kararıyla reddedilmiş; karar, başvurucuya 12/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı maddesinin (a) bendi şöyledir:“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” Anılan Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” Anılan Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1524", "Başvuru Konusu":"Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında psikolojik rahatsızlık geçirilmesi sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 9. , 17. , 36. , 37. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek uzman erbaş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2008 yılında sözleşmeli uzman erbaş statüsünde görev yapmak üzere sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve başlamıştır. Başvurucu tarafından imzalanan 11/1/2010 tarihli son sözleşme ile görev süresi üç yıl uzatılmıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığına 28/10/2012 tarihli ihbar içerikli bir e-posta gönderilmiş ve e-posta ekinde başvurucuya ait olduğu ileri sürülen cinsel içerikli fotoğraflara ve video kayıtlarına yer verilmiştir. Hakkında yapılan idari tahkikat sonucunda başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu, TSK'daki görevine yabancılaştığı, kamu hizmetini verimli bir şekilde yürütmekten uzaklaştığı ve Kurum bünyesinde artık tutulmasında kamu yararı bulunmadığı değerlendirilerek Hava Kuvvetleri Komutanının 23/11/2012 tarihli onayıyla sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, 2012 yılının Kasım ayı içinde istihbarat birimindeki görevliler tarafından mülakat adı altında çağrılarak sorguya alındığını, sorguda kendisine ait mahrem fotoğraflar gösterilerek cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan, tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, masumiyet karinesinin esas alınmadığını, hiçbir disiplin cezasının bulunmaması ve takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması, ayırma işleminin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 9/1/2013 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış, kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 22/1/2013 tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun ahlaki düşüklük içinde olduğu yönündeki kabulün bazı kadınlarla çekilmiş fotoğrafların ve İnternet üzerinden yapılan cinsel içerikli görüşmelere ilişkin görüntülerin imzasız bir e-posta ile komuta kademesine ulaştırılmış olmasına dayandırıldığını, bu görüntüler incelendiğinde başvurucunun farklı kadınlarla çekilmiş fotoğraflarında ayırma işlemini gerektirecek vahamet derecesinde bir durumun bulunmadığını, söz konusu görüntülerin tek başına ayırma işlemi tesis edilmesini hukuka uygun hâle getirmeye yeterli olmadığını, görüntülerin bir kısmının imzasız e-posta gönderen kişi tarafından rızası hilafına başvurucunun hakimiyet alanında ele geçirilen kişisel veri mahiyetinde olduğunu, görüntü içeriklerinin özel hayatın dokunulmazlık sahası içinde kaldığı hususunda duraksama bulunmadığını, bu nitelikteki bilgilerin disiplin cezalarının en ağırı olan sözleşmenin feshedilmesi işlemine dayanak olarak kabul edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, ayrıca meslek yaşamı boyunca sicil ve başarı performansı oldukça yüksek olan başvurucunun söz konusu görüntülere itibar edilerek hiçbir ikazda bulunulmaksızın derhal statüden çıkarılmasının fesih işlemini hukuka aykırı hâle getirdiğini, disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülülük ilkesinin ihlal edildiğini ve dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 11/2/2014 tarihli ve E.2013/82, K.2014/154 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, İnternet vasıtasıyla ya da yüz yüze tanıştığı birçok kadınla cinsel birliktelikler yaşadığı, bu birlikteliklerini kayda aldığı, İnternet üzerinden yaptığı görüntülü sohbetlerde cinsel davranışlar sergilediği, mesleki sicili ve disiplin durumu olumlu olmasına rağmen mevzuatın aradığı anlamda \"iyi ahlak sahibi olmak\" vasfını taşımadığı, TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, sözleşmenin feshedilmesi işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca, herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu personeli hakkında disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında, başvurucunun 14/11/2012 tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/736, K.2014/617 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 7/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 6/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesine sunulan “gizli” ibareli belgelerin incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca 14/11/2012 tarihinde istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, ilişki yaşadığı kadınların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya yönelik bir girişimde bulunup bulunmadığı ve kendisine gösterilen görüntülerdeki şahsın kim olduğu, görüntülerin nerede ve kim tarafından kayıt altına alındığı hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Başvurucu ayrıca bu konuda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında mağdur sıfatıyla ifade verdiğini beyan etmiştir.B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.  Askerliğin temeli disiplindir.  Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur. Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunda geçen deyimlerden; a) Uzman Çavuş: En az lise veya dengi okul mezunu çavuşlar veya en az ilköğretim okulu mezunu olup, muvazzaflık hizmetini çavuş rütbesi ile tamamlayanlardan, muvazzaflık hizmetini müteakip Türk Silâhlı Kuvvetlerinin devamlılık arz eden teknik ve kritik görev yerlerinde veya çavuş kadro görev yerlerinde, bu Kanun esaslarına göre istihdam edilenler ile yönetmelikte belirtilen esaslara göre uzman onbaşılıktan uzman çavuşluğa geçirilenleri, b) Uzman Onbaşı: En az ilköğretim okulu veya dengi okul mezunu olup, muvazzaflık hizmetini müteakip, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin devamlılık arz eden teknik ve kritik uzmanlık görev yerlerinde istihdam edilenleri, c) Uzman Erbaş: Bu Kanun hükümlerine göre istihdam edilen uzman çavuş ve uzman onbaşıları, İfade eder.” 3269 sayılı Kanun’un “Hizmet süresi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Uzman erbaşlar; iki yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla sözleşme yaparak göreve başlar ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile ilgilendirilirler. Bunlardan; a) İstihdam edildikleri kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile ilgili sağlık nitelikleri uygun olanların, b) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında malul olanlardan istekleri, bilgi ve tecrübelerinin sınıfı için faydalı olması ve fiziki noksanlıklarını kapatabilmesi şartıyla mensup olduğu kuvvet komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı ile Genelkurmay Başkanlığınca uygun görülenlerden, istihdam edilecekleri kadronun sağlık niteliklerini taşıyanların, müteakip sözleşmeleri, bir yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla azami kırkbeş yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir. ...” 3269 sayılı Kanun’un “Başarı Gösteremeyenler ve Ceza Alanlar” kenar başlıklı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar. Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir....” 20/9/2005 tarihli ve 25942 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin \"Görevde başarısız olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi sebepleri\" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: \"Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.'' 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.  Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: ... (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. ...'' 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir: “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır:  a) Kendi konularında; Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak, MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek, İstihbarata karşı koymak.” ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12777", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek uzman erbaş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, Türkiye'ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bireysel başvuru formuna göre Fas Krallığı vatandaşı olan 1976 doğumlu başvurucu 21/7/2003 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmış ve iltica başvurusunda bulunmuştur. Başvurusunun 2007 yılında olumsuz sonuçlanması üzerine 2013 yılında üçüncü bir ülkeye gidinceye kadar şartlı mülteci statüsüyle Türkiye'de kalmak için uluslararası koruma başvurusu yapmıştır. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) tarafından 28/1/2015 tarihinde başvurucunun B. ilinde ikamet etmesine izin verilmiştir. Başvurucu uluslararası koruma talebine ilişkin işlemlerin ailesi ile birlikte yerleşik olduğu ve ticaretle uğraştığı İstanbul iline naklini istemiştir. Genel Müdürlük tarafından 24/2/2016 tarihinde, İnterpol'ün difüzyon kararı nedeniyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi gereğince G-87 tahdit kodu girildiği ve Türkiye'ye giriş yasağının mevcut olduğu, nakil işleminin yapılamayacağı başvurucuya bildirilmiştir. Ayrıca başvurucu bir süre idari gözetim altına alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucu, yurda giriş yasağı konulması işlemine karşı Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 2/6/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, Fas Krallığı'nda siyasi muhalif bir grup olan Justice for Morocco platformu üyesi olması ve bu grubun kurucusunun kızıyla evli olması nedeniyle hedef gösterildiğini ve ailesinin birçok üyesinin işkenceye maruz kaldığını; baskılardan kurtulmak amacıyla güvenli ülke olarak gördüğü Türkiye'ye 2003 yılında ailesiyle geldiğini belirtmiştir. Anılan gruba üye olması nedeniyle gıyabında 20 yıl hapis cezası verildiğini, ülkesine gönderilmesi hâlinde işkence göreceğini ve hak ihlallerine maruz kalacağını, ailesi ile birlikte İstanbul’da bir hayat kurduğunu, eşinin oturma izni olduğunu ve Kapalı Çarşı’da işyeri açtığını, bir çocuğunun bulunduğunu, amacının kişisel güvenliğini sağlamak ve aile bütünlüğünü korumak olduğunu vurgulamıştır. Türkiye'de kaldığı sürede yasalara uygun yaşadığını, hakkındaki güvenlik kodunun somut hiçbir delile dayanmadığını ifade etmiştir. Davalı idare savunmasında, ilgili mevzuat hatırlatılarak ülkemizin güvenliği için yurda yasal yollardan bile olsa giriş yapan yabancıların ilgili kurumların araştırması sonucu kamu güvenliği açısından sakıncalı görülmesi hâlinde sınır dışı edilmelerinin veya yurda giriş yasağı konulmasının hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Türkiye'nin jeopolitik konumunun çatışma bölgelerine geçiş olarak kullanılan bir coğrafi bölgede olduğu, uluslararası terörizm ile mücadele kapsamında kamu güvenliğinin korunmasının devletin hükümranlık yetkisinin bir sonucu olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca davacının yurda girişinin ve kalışının kamu düzeni ve güvenliği açısından sakıncalı olduğunun tespit edildiği dikkate alındığında dava konusu işlemin devletin hükümranlık yetkisine dayanılarak tesis edildiğinin kabulü gerektiği iddia edilmiştir. Mahkeme 23/1/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının (MİT) ilgili yazısıyla başvurucunun yurda girişinin ve yurtta kalışının kamu düzeni ve güvenliği açısından risk oluşturabileceği, başvurucunun çatışma bölgelerine seyahat edecek yabancı uyruklu şahıslar arasında değerlendirildiği, terör eylemlerinin önüne geçebilmek amacıyla G-87 tahdit kaydı konulduğunun bildirildiği vurgulanmış, yazı içeriği dikkate alındığında yurda giriş yasağının hükümranlık yetkisi dâhilinde tesis olunduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 27/9/2017 tarihli kararıyla kesin olmak üzere reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 7/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu hakkında Adana Valiliği tarafından 12/5/2016 tarihinde sınır dışı kararı verilmiştir. Başvurucu, anılan işleme karşı Adana İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 6/9/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. İstinaf incelemesinden geçerek kesinleşen kararın gerekçesinde; Türkiye'nin jeopolitik konumu ile bölgede terör olayların yoğun şekilde yaşanması dikkate alındığında kamu güvenliğini sağlamakla yükümlü olan devletin önlemler alması gerektiği vurgulanmıştır. Yabancıların ülkeye girişi ve ülkede kalma kurallarının devletin hükümranlık yetkisinde ve takdirinde olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda MİT Müsteşarlığının yazısına istinaden başvurucu hakkında G-87 tahdit kaydı koduyla Türkiye'ye giriş yasağı veri girişinin yapıldığı, başvurucunun uluslararası koruma başvurusu bulunsa da durumunun 6458 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında aranan şartları sağladığından kamu düzeni ve kamu güvenliği gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı 2016/22584 sayılı bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi 21/4/2021 tarihinde kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar vererek yeniden yargılama yapılmasına hükmetmiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun’un “Türkiye'ye giriş yasağı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir.  (2) Türkiye’den sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye girişi, Genel Müdürlük veya valilikler tarafından yasaklanır. (3) Türkiye’ye giriş yasağının süresi en fazla beş yıldır. Ancak, kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından ciddi tehdit bulunması hâlinde bu süre Genel Müdürlükçe en fazla on yıl daha artırılabilir....”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Özel ve aile hayatına saygı hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), öncelikle yerleşik uluslararası hukuk çerçevesinde ve Sözleşme'ye dâhil diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklere dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye giriş, ülkede ikamet ve ülkeden sınır dışı edilmelerini denetlemek hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87, 30/10/1991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma şeklindeki bir hakkı güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği yükümlülüğün, çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10, 24/5/2016, § 117). Sözleşme, yabancıların ülkeye girişi veya orada yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması, belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. AİHM'in sınır dışı etme ve suçluların iadesi tedbirlerine ilişkin içtihadında, aile hayatı yönünden Sözleşmeci devletin hâkimiyet alanında yasal olarak ikamet eden yabancıların Sözleşme'nin sağladığı güvencelerden yararlanabileceğine vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda aile hayatı çekirdek aile ile sınırlı olarak anlaşılır. Bununla birlikte AİHM, Sözleşme'nin bir kişinin belirli bir ülkede aile kurma gibi bir hakkı içermediğine hükmetmiştir. Bunun yanı sıra belirli koşullar altında ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir. Ancak göç kontrolü ve kamu düzeninin korunması için söz konusu olan gereklilikler aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında devletlere geniş takdir yetkisi verir. Bu bakımdan AİHM içtihadında aile yaşamının gelişim gösterdiği koşullar, aile hayatındaki ilişkilerin ne ölçüde kesildiği ya da kesileceği, Sözleşmeci devletteki bağların ne ölçüde olduğu, başka bir yerde aile yaşamını sürdürmek için aşılamaz nesnel engeller olup olmadığı, göç kontrolünün gereklerinin veya sınır dışı edilmenin ağır bastığı kamu düzenine ilişkin değerlendirmelerin olup olmadığı gibi kriterler dikkate alınmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). AİHM tarafından sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile Sözleşme'nin maddesi bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkilerle ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildikleri ve bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Letonya, § 94; A.A/Birleşik Krallık, B. No: 8000/08, 20/9/2011, § 49; Bousarra/Fransa, B. No: 25672/07, 23/9/2010, §§ 38-39). ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38596", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Türkiye'ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, şeref ve itibara yönelik sözlere karşı açılan tazminat davasının reddi nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1965 doğumlu olup avukatlık mesleğini icra eden başvurucu, mesleki faaliyetleri sırasında gelişen bazı olaylar nedeniyle resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarının da aralarında bulunduğu pek çok suçtan yargılanmıştır. Anılan yargılama süreçleri esnasında başvurucu 11/6/2012 tarihinde yakalanmış ve gözaltına alınmış, 14/6/2012 tarihinde ise tutuklanmıştır. Başvurucu hakkındaki gözaltı ve tutuklama tedbirlerine ilişkin bu gelişmeler ve başvurucuya isnat edilen suçlar haber ajansları tarafından haberleştirilmiş ve yerel basında pek çok habere konu olmuştur. Genel olarak Antalya'da gelişmelere ilişkin haberler yapan antalyaburada.com isimli internet sitesinde de anılan olaya ilişkin olarak 15/6/2012 tarihinde bir haber yapılmıştır. İlk derece mahkemesinin kararındaki tespitlere göre haberde kullanılan bir fotoğraf başvurucuya ait değildir. Haberde ayrıca başvurucunun adı kısaltılmıştır. Haberin ilgili kısmı şöyledir:\"Antalya'da müvekkilini dolandıran avukat tutuklandıResmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık yaparak müvekkillerini kendisine borçlandırdığı iddiasıyla gözaltına alınan avukat, çıkarıldığı mahkemece tutklanarak cezaevine konuldu.Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri, Antalya Cumhuriyet Savcılığı'na çok sayıda şikayet gelmesi üzerine aldığı talimat doğrultusunda Antalya Barosu’na kayıtlı avukatlar İ. ile A.Ş. ve H.Ö. isimli iki kadın çalışanı gözaltına alınmıştı.Soruşturma sonucunda zanlılar, emniyetteki sorguları sonrası ''Resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık'' suçlamalarıyla Antalya Adliyesi’ne sevk edildi. Savcılık tarafından iki kadın çalışan serbest bırakılırken, avukat İ., nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Mahkeme sonucunda ise İ., belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık' suçlamalarıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi.\" Başvurucu; bu haberle kişilik haklarına, mesleki kariyer ve şöhretine saldırıda bulunulduğu iddiasıyla anılan internet sitesinin sahiplerine (davalılar) karşımanevi tazminat davası açmıştır.Yargılamayı yapan Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi aşağıdaki gerekçelerle davayı reddetmiştir:\"Antalya Ağır Ceza Mahkemesine ait ... sayılı dava dosyasının sureti celp edilerek dosyamız arasına alınmış, incelenmesinde ; davacı hakkında özel belgede sahtecilik, resmi belgede sahtecilik, hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmaksuretiyle dolandırıcılık, silahla yağma, kamu kurum kuruluşlar vb tüzel kişiliklerin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık, beden bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı yağma, serbest meslek sahibi kişilerin dolandırıcılığı suçlarından kamu davası açıldığı ve yargılamasının devam ettiği anlaşılmıştır. ....Somut olayımızda da yayınlarda yer alan dava konusu haber adli bir olaya ilişkin görünürdeki gerçekliğe uygun bir haberdir. Yayının içerisinde iddia boyutunda olduğu belirtilerek haberyapılmıştır. Ayrıca haberin içeriğinde davacının ismi ve resmi kullanılmamıştır. Bu nedenle yayına konu haber Antalya Ağır Ceza Mahkemesine ait dava dosyasındaki soruşturma hakkında yapılan bir haberdir. Bu nedenle gazeteci maddi gerçeği bulmak zorunda değildir. Görünürdeki gerçeğe uygun haber vermek gerçek haber sayılacağı için gazeteci maddi gerçeği araştırmak ve ortaya çıkarmakla yükümlü değildir. Bu nedenle tamamen basın özgürlüğü sınırları içinde yapılmış olan dava konusu yayın yüzünden davalılar sorumlu tutulamaz. Bu nedenle soruşturma konusu olan adli olay hakkında yapılan haber ,yayınlandığı tarih itibariyle gerçek ve güncel olup, aynı zamanda bir adli vakaya ilişkin olması sebebiyle topluma duyurulmasında kamu yararı bulunduğundan; manevi tazminat şartlarının oluşmaması sebebiyle davanın reddine karar veril[miştir]\" Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtayca 4/6/2015 tarihinde onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 4/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun \"İlke\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” 4721 sayılı Kanun’un \"Davalar\" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır.\" B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade ve basın özgürlükleri ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Haci Boğatekin (B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20) kararına bakılabilir. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15955", "Başvuru Konusu":"Başvuru, şeref ve itibara yönelik sözlere karşı açılan tazminat davasının reddi nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, işçilik alacağı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun alacak istemiyle 24/5/2013 tarihinde açtığı dava kısmen kabul edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi tarafından 1/12/2018 tarihinde istinaf talebi kısmen kabul edilerek yeniden davanın kısmen kabulüyle kesin hüküm kurularak karar verilmiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak, istinaf incelemesinde lehe vekâlet ücretine hükmedilmeyerek ve yargılamanın uzun sürmesi nedenlele adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla süresindeAnayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12378", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işçilik alacağı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, işçilik alacağı davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/8/2007-25/3/2009 tarihleri arasında P.. Spor Giyim Sanayi ve Ticaret A.Ş. isimli işyerinde (İşveren) mağaza müdürü olarak çalışmıştır. İşveren, mağazalardan sorumlu koordinatörünün yaptığı denetimde, başvurucunun müdür olduğu şubede ürünlerin satışında şirketin belirlediği oranın dışında indirim uygulandığını belirterek Büyükçekmece Noterliğinin 25/3/2009 tarihli ihtarnamesi ile başvurucunun iş akdini sonlandırmıştır. Başvurucu, iş akdinin haklı bir neden olmaksızın feshedildiğini belirterek 21/4/2009 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde (Mahkeme) kıdem ve ihbar tazminatı talebinde bulunmuştur. Mahkemenin 1/6/2012 tarihli kararında, dinlenen davalı tanıkların beyanlarına göre mağaza müdürü olan davacının defolu ürünlerde %70 oranında indirim yapma hakkının bulunduğu, davalı İşveren tarafından defolu malların fiyatının kimler tarafından belirleneceğine ilişkin belge ibraz edilmediği, davacının defolu olmayan malı defolu gibi göstererek satması eyleminin herhangi bir belge ile kanıtlanmadığı, davalı İşverenin ileri sürdüğü fesih gerekçesini ispat edemediği, bu nedenle feshin haklı nedene dayanmadığı belirtilerek davanın kısmen kabulüne, davalı tarafın kazanç kaybı nedeniyle uğradığı zarara ilişkin talebinin de reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarihli ilamında belirtilen \"Tüm dosya kapsamı, tanık beyanları, faturalar, davacının savunması bir bütün halinde değerlendirildiğinde; davacının iş sözleşmesinin doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmayan davranışlarda bulunması, işverenin güvenini kötüye kullanması nedeniyle davalı tarafından 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II-e maddesi gereğince haklı sebeple feshedildiği anlaşılmakta olup, davacı-karşı davalı tarafından davalı-karşı davacıya karşı açılan alacak davasında davacı lehine kıdem ve ihbar tazminatına hükmedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.2-Davalı-karşı davacı vekilinin karşı davası ile, davacının toplam onbeş faturada elliüç adet üründe olması gerekenin üzerinde indirim yaptığı ve haksız kazanç elde edildiğinin tespit edilmesi sebebiyle uğranılan zarar miktarının davacıdan tahsiline karar verilmesini talep ettiği, mahkemece şirket kayıtları ve defterleri, faturaları üzerinde inceleme yapılması ve ayrıntılı ve denetime elverişli zarar tespitine yönelik bilirkişi raporu alınması gerekirken, eksik inceleme ve araştırma sonucunda karşı-davanın reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.\" gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkemenin 25/6/2014 tarihli kararında, davacınındoğruluk ve güven ile bağdaşmayan davranışlarda bulunması, İşverenin güvenini kötüye kullanması ve davalı tarafından haklı sebeple sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle davacı lehine kıdem ve ihbar tazminatına hükmedilmesinin hatalı olduğu, davacının toplam 15 faturada 53 adet üründe olması gerekenin üzerinde indirim yapıp haksız kazanç elde etmesi sebebi ile uğranan zarar miktarının şirket kayıtları defterleri faturaları üzerinde inceleme yapıldıktan sonra davacıdan tahsiline karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile dosyanın Yargıtayca bozularak iade edildiği, uyulan bozma ilamı doğrultusunda davalı İşveren tarafından uğranıldığı iddia edilen zarar miktarının tayin ve tespiti amacıyla resen görevlendirilen mali müşavir bilirkişi K.Ç. marifetiyle bilirkişi incelemesi yapıldığı, bilirkişinin 06/01/2014 ve 30/03/2014 tarihli raporlarına itibar edildiği belirtilerek davanın reddine karşı davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/11/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Onama kararı 3/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20301", "Başvuru Konusu":"Başvuru, işçilik alacağı davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, derece mahkemesince hukuka aykırı karar verilmesi, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:Başvurucu 2/9/2007 tarihinde gözaltına alınmış; hakkında, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, bir kimseyi fuhuşa teşvik etme, fuhuş yaptırma veya fuhuşa aracılık etme, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, fuhuş için yer temin etme suçlarından Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 22/10/2007 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 21/4/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2014 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12737", "Başvuru Konusu":"Başvuru, derece mahkemesince hukuka aykırı karar verilmesi, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; beraatle sonuçlanan bir suç isnadı kapsamında taşınmaza el konulması ve el konulan taşınmazın makul olmayan bir sürede, zarara yol açılarak iade edilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hakkında Örgüt Üyeliğinden Açılan Ceza Davası Süreci Başvurucu, İsviçre'de ikamet etmekte iken 5/7/1999 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmıştır. Sonrasında 26/7/1999 tarihinde İstanbul ili Kartal ilçesine bağlı Çavuşoğlu Mahallesi'nde bulunan 2370 ada 562 parsel sayılı taşınmazı H.A.dan tapuda satın almıştır. Bu taşınmazın üzerinde tek katlı villa niteliğinde bir yapı bulunmaktadır. Başvurucu daha sonra -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- ülkeden ayrılmıştır. Hizbullah terör örgütüne yönelik olarak yürütülen bir ceza soruşturması kapsamında 17/1/2000 tarihinde, söz konusu villada kolluk görevlilerince dokuz erkek cesedi bulunmuştur. Bu olaydan sonra başvurucu 13/1/2007 tarihinde yeniden Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu ülkeden çıkarken 25/1/2007 tarihinde yakalanarak terör örgütü üyesi olma suçundan gözaltına alınmış ve aynı tarihte bu suçtan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun Hizbullah terör örgütüne üye olma suçunu işlediği yönünde yeterli şüphenin bulunduğu belirtilerek bu suçtan cezalandırılması istemiyle 31/1/2007 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede, başvurucunun evinde bulunan belgelere göre örgüte öz geçmiş raporu verdiği, suç tarihi ve öncesinde örgüt lideriyle yakından görüştüğü, operasyon yapılan hücre evinin başvurucuya ait olduğu belirtilmiştir. İddianamenin kabul edilmesiyle başlanan kamu davasında yapılan yargılama neticesinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ilamıyla başvurucunun terör örgütü üyeliği suçunu işlediği sonucuna varılmıştır. Mahkeme, başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, ve maddeleri ile maddesinin (9) numaralı fıkrası uygulanarak 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun operasyon sırasında hücre evinde ele geçirildiği belirtilen fotoğrafı ve öz geçmiş raporunu kabul ettiği ancak bunları başka bir derneğe verdiğini söylediği belirtilmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun satın aldığı bu evi görmeyip kiracıları tanımaması ve bu durumdan haberdar olmaması hayatın olağan akışına uygun değildir. Mahkeme 28/1/2001 tarihinde evin bahçesinde yapılan kazıda dokuz erkek cesedinin ele geçirildiğine ve bu tarihten önce evin boşaltılmış olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme ayrıca, öz geçmiş raporunda başvurucuyu örgütle tanıştıran kişinin adına yer verildiğini ve bu kişinin ise örgüt üyeliği suçundan arandığını vurgulamıştır. Bununla birlikte gerek iddianamade gerekse de mahkûmiyet kararında hücre evi olarak nitelendirilen söz konusu villanın müsaderesine ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2009 tarihli ilamıyla onanmıştır.B. El Koyma ve Kara Paranın Aklanmasına İlişkin Ceza Davası Süreci Başvurucu hakkında ayrıca, söz konusu taşınmazı örgüt üyesi olarak kanun dışı yollarla elde edilen para ile satın aldığı iddiasıyla kara paranın aklanması suçundan ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu ceza soruşturması kapsamında Kartal Sulh Ceza Mahkemesinin 8/11/2000 tarihli ve 2000/175 Müteferrik sayılı kararı ile başvurucu adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaza el konulmasına karar verilmiştir. Mahkeme, bu taşınmaz üzerindeki her türlü tasarruf yetkisinin tamamen yasaklanmasına ve el koyma tedbirinin tapuya şerh edilmesine karar vermiştir. Ayrıca bu olay nedeniyle taşınmaz, kolluk görevlilerince mühürlenmiştir. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 29/3/2001 tarihli iddianamesi ile başvurucunun ve H.A.nın kara paranın aklanması suçundan 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı mülga Kara paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası ile aynı maddenin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında cezalandırılması istemiyle Kartal Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, örgüt üyesi olan H.A.nın örgütün kanun dışı yollarla elde ettiği parayla söz konusu taşınmazı edindiği belirtilmiştir. İddianamede ayrıca, bu evin alındığı para ile kaynağının gizlenmesi amacıyla aynı evin 1999 yılında başvurucu tarafından satın alındığı ileri sürülmüştür. Yapılan yargılama sırasında Mahkeme 28/9/2005 tarihinde, el konulan taşınmaz üzerinde bulunan yapının başvurucuya teslimine karar vermiştir. Kolluk görevlilerince 6/10/2005 tarihinde düzenlenen bir tutanak ile söz konusu taşınmaz üzerinde bulunan yapı, başvurucu adına avukatına teslim edilmiştir. Teslim tutanağında, binanın kapılarında herhangi bir mührün bulunmadığı, binanın ise bütün kapı ve pencerelerinin sökülmüş, harabe bir durumda bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu 22/1/2007 tarihli sekizinci oturuma müdafii ile birlikte katılmış ve kendisinin savunması alınarak sorgusu yapılmıştır. Mahkemece başvurucu hakkında kara paranın aklanması suçu ile ilgili olarak gözaltına alma ya da gıyabi bir tutuklama kararının mevcut olmadığı bildirilmiştir. Yargılama devam ederken 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrası ile 4208 sayılı mülga Kanun'un maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Mahkeme bu kanun değişikliği nedeniyle başvurucuya isnat edilen fiilin artık bir suç teşkil etmediği gerekçesiyle 22/12/2011 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Aynı kararda, el koyma tedbiri konulan taşınmazın tapu kaydındaki şerhin de kaldırılmasına karar verilmiştir. Mahkemece düzenlenen 13/2/2012 tarihli kesinleşme şerhinde, başvurucunun beraatine ilişkin hükmün temyiz edilmeksizin 24/1/2012 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Mahkeme 28/2/2012 tarihinde, başvurucuya ait el konulan taşınmazın tapu kaydına konulan tedbir şerhinin kaldırılması hususunda Kartal Bölge Tapu Sicil Müdürlüğüne yazı yazmıştır. Bununla birlikte söz konusu beraat hükmü katılan sıfatıyla Hazine tarafından 7/5/2014 tarihinde temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde kararın sonradan öğrenildiği belirtilmiş ve hükmün bozulması talep edilmiştir. Mahkeme 16/5/2014 tarihinde Hazinenin temyiz talebini katılan sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bu karar da Hazine tarafından 28/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu müdafii de hükmü, vekâlet ücreti verilmesi gerektiğini belirterek temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 4/2/2016 tarihli ilamıyla başvurucunun temyiz talebini süre yönünden reddetmiştir. Daire, Hazinenin temyiz talebi yönünden ise suçtan doğrudan zarar gördüğünden bahisle Hazinenin katılan sıfatının bulunduğunu belirterek temyiz talebinin reddine ilişkin Mahkeme kararını kaldırmıştır. Aynı ilamda, kanunda öngörülen zamanaşımı süresinin dolmuş olduğu gerekçesiyle davanın düşürülmesine; dava konusu taşınmaz üzerine konulan tedbirin ise kaldırılmasına karar verilmiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucu, haksız yere yakalanıp gözaltına alındığı ve taşınmazına el konulduğunu belirterek bu tedbirler nedeniyle uğradığı zararların tazmini istemiyle Maliye Hazinesi aleyhine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde 24/4/2012 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, İsviçre'de ikamet ettiği bildirilen başvurucunun ülkemizdeki yerleşim yeri adreslerinin Mahkemenin yetki alanı içinde kalmadığı gerekçesiyle 10/5/2012 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Aynı kararda, yetkisizlik kararının kesinleşmesiyle birlikte dava dosyasının görevli ve yetkili Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderileceği belirtilmiştir. Karara yapılan itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiş; dava dosyası Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Başvurucu, zararının tespiti için dava konusu taşınmazın başında keşif yapılmasını talep etmiş; Mahkemenin 28/3/2013 tarihli üçüncü oturumunda başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Mahkeme 28/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan düzenlemeye dayanılmıştır. Mahkeme, tazminata hak kazanmadığı hâlde sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren Kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenlere bu kanun hükmü gereği tazminat verilemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun kara paranın aklanması suçundan yargılanmakta iken bu suçun düzenlendiği 4208 sayılı mülga Kanun'un maddesinin yürürlükten kaldırıldığı için beraat ettiğini tespit etmiştir. Mahkemeye göre bu sebeple başvurucunun durumu, lehe düzenlemeler getiren Kanun hükmü gereğince sonradan tazminat istemeye uygun hâle dönüşmüştür. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Bu karar, başvurucu vekiline 26/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. ....3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:...b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler...\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14551", "Başvuru Konusu":"Başvuru, beraatle sonuçlanan bir suç isnadı kapsamında taşınmaza el konulması ve el konulan taşınmazın makul olmayan bir sürede, zarara yol açılarak iade edilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yetiştirildiği belirtilen kayısı ağaçları ile üzüm asmasının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (DSİ) sulama kanalı geçirilmesi sırasındazarar görmesi ve bu zararın tazmini istemiyle açılan tazminat davasının da reddedilmesi nedenleriyle eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde Malatya İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında bu aşamada bir görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı bulunan Malatya ili, Battalgazi ilçesi, Hatunsuyu köyünde bulunan 1241 parsel sayılı taşınmazı kayısı bahçesi olarak kullanmaktadır. Başvurucu bu taşınmaz için; 1995-1996 yıllarına ilişkin olarak 30/12/1999 tarihinde 000 TL, 8/2/1999 tarihinde 000 TL, 12/1/2000 tarihinde 000 TL, 2/1/2002 tarihinde 000 TL, 12/2/2001 tarihinde 000 TL, 18/2/2002 tarihinde 000 TL ve 24/12/2003 tarihinde de 000 TL ile 000 TL tutarlarında ecrimisil bedeli ödediğini gösteren maliye vezne alındıları sunmuştur (belirtilen tutarlar eski Türk Lirası üzerindendir). Başvurucunun ecrimisil ödeyerek kullandığı taşınmazdan DSİ tarafından sulama kanalı geçirilmesi üzerine başvurucu, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/342 Değişik İş sayılı dosyasında delil tespiti talebinde bulunmuş, Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 7/11/2009 tarihli ziraat uzmanı teknik bilirkişi raporunda, DSİ tarafından 23 adet 15 yaşında, 4 adet 8 yaşında ve 1 adet 2 yaşında olmak üzere toplam 28 adet kayısı ağacının ve 1 adet de 5 yaşında üzüm asmasının sökülmesi nedeniyle başvurucunun toplam 914 TL tutarında zararının olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, kanal yapımı sırasında sökülen ağaçların ve üzüm asmasının bedelinin ödenmesi için 17/11/2009 tarihinde DSİ Malatya Şube Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. Şube Müdürlüğü 18/11/2009 tarihli cevap yazısında, yargı kararına dayalı olarak ödeme yapılabileceğini başvurucuya bildirmiştir. Adli Yargı Süreci Başvurucu kayısı bahçesi olarak kullandığı taşınmazdan sulama kanalı geçirilmesi sırasında kayısı ağaçları ve üzüm asmasının sökülmesi nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle 9/12/2009 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 26/5/2010 tarihli ve E.2009/576, K.2010/274 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve 914 TL tutarındaki maddi tazminatın 24/11/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Davalı idarenin kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 4/7/2011 tarihli ve E.2010/7947, K.2011/7807 sayılı ilamıyla \"...davacı, baraj yapımı sırasında zarar verilen ağaçların bedelini istediğine göre, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddedilmemiş olması doğru değildir...\" gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkeme 20/10/2011 tarihli ve E.2011/566, K.2011/783 sayılı kararı ile uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar 16/12/2011 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. İdari Yargı Süreci Başvurucu bu defa, aynı olay nedeniyle 576,26 TL tutarındaki maddi zararının tazmini istemiyle 22/12/2011 tarihinde Malatya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, 24/12/2013 tarihli ve E.2013/1581, K.2013/1783 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/566 esas sayılı dosyasına sunulan ecrimisil ihbarnameleri ile ecrimisil ödendiğini gösteren belgeler dikkate alındığında davacının, mülkiyeti Hazineye ait ve sulama kanalı yapımı için DSİ Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilen taşınmazı kira, geçit hakkı, mecra hakkı vb. hukuki ilişkiye dayanmadan ağaç dikmek suretiyle kullanması nedeniyle işgalci konumunda bulunduğu sabittir.Bu durumda, mülkiyeti Hazineye ait ve sulama kanalı yapımı için davalı idareye tahsis edilen taşınmazı herhangi bir hukuki ilişkiye dayanmadan (fuzuli şagil olarak) ağaç dikmek suretiyle kullanıldığı için herhangi bir hukuki korumadan faydalanamayan davacı tarafından dikilen ağaçların, Kanunla kendisine verilen sulama kanalı yapım görevini hukuka uygun olarak yine kendisine tahsis edilen taşınmaz üzerinde yerine getirmesi sırasında sökülmesi nedeniyle uğranılan zararının tazminine hükmedilmesi için gerekli olan hukuka aykırı fiil şartı gerçekleşmediğinden davalı idarenin tazminle sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.\" Başvurucu tarafından itiraz edilen bu karar, Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 5/7/2013 tarihli ve E.2013/1057, K.2013/997 sayılı ilamıyla onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi ise Bölge İdare Mahkemesinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/1581, K.2013/1783 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar.Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.\" 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, Hazinenin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.(Ek cümle: 23/7/2010-6009/24 md.) Ecrimisile itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde onbeş indirim uygulanır. Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.Kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi halinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir. Aksi halde ecrimisil alınır.İşgal edilen taşınmaz mal, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye teslim edilir.(Ek fıkra: 23/7/2010-6009/24 md.)Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların işgalcilerinden tahsil edilen ecrimisil gelirlerinin yüzde beşi, 442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzel kişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir.” 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun \"Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tescili ve zilyedin hakları\" kenar başlıklı maddesine26/5/2004 tarihli ve 5177 sayılı Maden Kanunu'nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi ile eklenen onuncu fıkra şöyledir:  “Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir.” 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanunu'nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un maddesinin onbirinci fıkrasının Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hali şöyledir:\"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesisler, başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal eder. Yapı ve tesisleri yapanlar herhangi bir hak ve tazminat talep edemezler.” Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/9, K.2014/121 sayılı kararı ile 4706 sayılı Kanun'un maddesinin onbirinci fıkrasının ikinci cümlesi iptal edilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:\"A- Kanun’un Maddesinin Onbirinci Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi... İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinde, Kanun’un maddesinin yürürlüğe girdiği 2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesislerin, başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır. ... İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinin, 2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde her türlü yapı ve tesis yapanların mülkiyet haklarının sınırlanması sonucunu doğurduğu açıktır. Bu sınırlamanın Anayasa’ya uygun olabilmesi için Anayasa’nın maddesinde öngörülen temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin ilkelere uygun olması ve bu bağlamda kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında makul bir denge gözetmesi gerekir. Kanun gerekçesinde itiraz konusu kuralın, Kanun’un yürürlük tarihinden sonra Hazine taşınmazları üzerinde kaçak yapılaşmanın önlenmesi amacıyla kabul edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle, kuralın mülkiyet hakkını kamu yararı amacıyla sınırlandırdığında kuşku bulunmamaktadır.  Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve tesis yapılması, kamuya ait mülkiyet hakkını ihlal etmektedir. Hazinenin söz konusu yapı ya da tesislerin yapılmasına izni ya da muvafakati bulunmadığından, bu hakkından vazgeçmesi ya da kişiler lehine fedakârlıkta bulunması beklenemez. Ayrıca, itiraz konusu kuralda, söz konusu sınırlamanın kuralın yer aldığı maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için geçerli olduğu belirtilerek, geçmişe etkili uygulamanın yol açabileceği hak kayıplarının önüne geçildiği görülmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde kuralın, birey hakları ile kamu yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı söylenemez.  Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın birinci cümlesi Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.B- Kanun’un Maddesinin Onbirinci Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi ... İtiraz konusu kuralın ikinci cümlesinde, birinci cümlede belirtilen yapı ve tesisleri yapanların herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri hükme bağlanmıştır.  Anayasa’nın maddesinde 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.' denilmektedir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur. İtiraz konusu kuralın ikinci cümlesi ile maddenin yürürlüğe girdiği 2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve tesis yapanların, söz konusu yapı ve tesislerin başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal etmesi nedeniyle herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu kural, Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ya da tesis yapan kişilerin haklılıklarını ileri sürüp kanıtlayabilmelerine ve zararlarını giderebilmelerine engel olmakta, böylece hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın ikinci cümlesi Anayasa’nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir.\" 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:\"Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünün vazife ve salahiyetleri şunlardır:...n) Umum Müdürlüğün vazifesi içinde bulunan işlerin yapılmasına lüzumlu arazi ve gayrimenkulleri kanunlarına göre muvakkat olarak işgal etmek veya istimlak etmek veya satın almak;...\" 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir: \"Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2927", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yetiştirildiği belirtilen kayısı ağaçları ile üzüm asmasının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce DSİ) sulama kanalı geçirilmesi sırasında zarar görmesi ve bu zararın tazmini istemiyle açılan tazminat davasının da reddedilmesi nedenleriyle eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kasten öldürme suçlarından gözaltına alındığı ve tutuklu kalındığı süreçte kötü muamele görüldüğü, haksız olarak üç buçuk yıl tutuklu kalındığı, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı ileri sürülerek işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/9/2014 tarihinde Didim Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 22/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında herhangi bir görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ilgili olaylar özetle şöyledir: 1971 doğumlu olan başvurucu hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 1999/7363 Hazırlık sayılı dosyasında 18/3/1999 tarihinde taammüden iki kişiyi öldürmeye iştirakten soruşturma başlatılmıştır. Kolluk güçleri tarafından 18/3/1999 tarihinde saat 35'da hazırlanan görgü tespit tutanağına göre maktuller S.Y. ile başvurucunun yengesi G.A.nın bulundukları eve gidilmiş, her iki maktul yatak odasında boğazları kesilmiş hâlde bulunmuş, yerlerde, yatak üzerinde bulunan yastıkta ve duvarlarda bol miktarda kan izinin olduğu görülmüş ve olay yeri krokisi çizilmiştir. Kolluk tarafından 18/3/1999 tarihinde saat 00'da düzenlenen tutanaktaki bilgilere göre Yozgat İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdür Vekili ile aynı gün saat 00’da yapılan telefon görüşmesinde Antalya Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliğinden gelen telefonda Sorgun nüfusuna kayıtlı S.Y. ile G.A.nın boğazları kesilerek öldürülmelerinin namus cinayeti olabileceği, maktule G.A.nın resmî nikâhlı eşi A.A.nın olaya karışabilecek yakınlarının araştırılması istenmiş; başvurucu evinde ve babasına ait iş yerinde aranmış ancak bulunamamış, saat 30 sıralarında evi ile yapılan telefon görüşmesi sonucunda polis merkezine getirilmesi sağlanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu ve diğer şüphelilerden Z.Y. ve A.A.nın gözaltı süreleri Sorgun Sulh Ceza Mahkemesinin 19/3/1999 tarihli ve 1999/15 Müteferrik, 22/3/1999 tarihli ve 1999/16 Müteferrik sayılı kararları ile üçer gün uzatılmıştır. 24/3/1999 tarihli zapt etme tutanağına göre şüpheli A.Y. ile E.K. Ankara’da yakalanmışlar, E.K.nin ayağında bulunan sarı renkli yarım bot şeklindeki ayakkabısında kan lekelerinin bulunduğu tespit edilerek bot zapt edilmiştir. 24/3/1999 tarihinde saat 00'de düzenlenen zapt etme tutanağına göre şüpheliler A.Y. ile E.K. yakalandıklarında suç aletlerinin yeri sorulmuş, A.Y. kullandıkları suç aletleri ve giydikleri kıyafetlerini üzeri ... yazılı bir poşete doldurup Burdur-Antalya kara yolu üzerinde bir su kanalının içine attığını söylemesi üzerine şüphelinin yer göstermesi sonucunda şehir çıkışında sağ tarafta bulunan K. Benzin İstasyonu'nun tahminen 5 km ilerisinde yolun 5 m kadar içinde ormanlık alanda betonarme su kanalı içinde bu poşet bulunmuş; poşet içinde bir adet çizgili kanlı gömlek, koli bandı, maket bıçağı ve çeşitli giyecek eşyaları ele geçirilerek zapt edilmiş; süreç video kaydına alınmıştır. 25/3/1999 tarihinde saat 00'da tanzim edilen olay tutanağına göre olayla ilgili olarak Yozgat ili Sorgun ilçesine gidilerek A.A. ve başvurucu yakalanmış; başvurucu beyanında ağabeyi H.A.nın telefonla talimat vermesi üzerine Antalya’ya gittiğini, maktullerin adreslerini tespit edip ağabeyi H.A.ya bildirdiğini, yine H.A.nın talimatıyla Antalya’da A.Y. ve E.K.ye 100 Alman markı verdiğini söylemiş; ayrıca A.Y. ve E.K.nin Ankara’da yakalandıkları ve olayı kendilerinin yaptıklarını beyan ettikleri belirtilmiştir. Başvurucu 25/3/1999 tarihinde kollukta müdafi huzurunda verdiği beyanında özetle yengesi G.A. ile S.Y.nin Ramazan Bayramı’ndan bir hafta kadar önce birlikte kaçtıklarını öğrendiğini, ağabeyleri A.A. ve H.A.nın da köyde bulunduklarını, yengesinin kaçmasına çok üzüldüklerini, ağabeyi A.A.nın durumdan çok etkilendiğini, bir hafta kendisine gelemediğini, yengesinin kaçarken üç çocuğunu da alıp götürdüğünü, olaydan bir hafta kadar sonra çocukları kimliğini bilmedikleri bir kişi vasıtasıyla kendi babasının evine bıraktığını, yengesinin kaçtığı yeri çocuklarından öğrenmeye çalıştıklarını, ancak çocuklarını da kandırıp Ankara’da olduklarını söylediklerini anladıklarını, yengesi kaçarken 000 Alman markı ve 10 tane bilezik götürdüğü için Cumhuriyet savcılığına başvurduklarını, daha sonra ağabeyinin yengesinden umudunu keserek boşanma davası açıp resmî olarak ayrıldıklarını, ayrıldıktan sonra ağabeyi A.A.nın amcasının kızı ile nişanlandığını, Almanya’da bulunan ağabeyi H.A.nın isteği üzerine yengesi G.A. ile S.Y.nin yerini öğrenmek amacıyla 3/3/1999 tarihinde Antalya’ya geldiğini, orada B... Pansiyonu'nda kaldığını, daha önceden tanıdıkları hemşehrileri R.Y.nin evinin kaldığı pansiyona yakın olduğunu, ağabeyi H.A.nın kendisinden R.Y.nin evine giderek adresi öğrenmeye çalışmasını istediğini, Pansiyonda kaldığı süreçte başvurucunun yengesinin birlikte kaçtığı S.Y.nin aracını bir sokakta gördüğünü, Almanya’da bulunan ağabeyinin bir gün kendisine telefon açarak \"Akdeniz Sanayi Sitesi girişinde seni birisi bekleyecek ona 100 mark para ver.\" dediğini, orada sanıklar A.Y. ve E.K. ile karşılaştığını, 100 markı E.K.ye verdiğini, yengesinin ağabeyi A.A.nın 000 markını ve 10 bileziğini de alarak kaçtıklarını söylediğini, onların öldürülmeleri konusunda bir bilgiye sahip olmadığını, ağabeyinin parasını kurtarmak amacıyla aradığını düşündüğünü, yengesinin öldürüldüğünü polisler tarafından gözaltına alınınca öğrendiğini, öldürülmeleri konusunda aile meclisi tarafından bir karar alınmadığını, alınsaydı bundan haberinin olacağını, kimseyi öldürmek için bir plan yapmadığını, ağabeyi H.A.nın bir plan kurup kurmadığını bilmediğini söylemiştir. Başvurucunun ifadesinde işkence ve kötü muamele ile ilgili bir açıklama bulunmamaktadır. Başvurucu Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinde 25/3/1999 tarihinde müdafi huzurunda verdiği ifadesinde; Antalya’ya iş aramak için gittiğini, Almanya’da bulunan ağabeyi H.A.nın Antalya’da bulunduğu sırada kendisini arayarak yengesi G.A.ya 100 mark borcunu ödemesi için sanık A.Y.ye vermesini istediğini, A.Y.yi daha önceden tanımadığını, 100 markı ona verdiğini, iş bulamayınca memleketine geri döndüğünü söylemiş, poliste verdiği ifadesiyle çelişkiler sorulduğunda ise şimdi verdiği ifadesinin doğru olduğunu, polisteki ifadesinin bazı kısımlarının doğru olmadığını söylemiştir. Yapılan sorgu sonucunda başvurucu ile birlikte sanıklar A.Y., E.K. ve A.A.nın tutuklanmalarına, Almanya’da bulunan sanık H.A.nın ise gıyaben tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu; yargılandığı Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde 18/5/1999 günlü celsede müdafi ile birlikte yaptığı savunmasında; camcılık yaptığını, sanıklardan A.Y.yi ismen tanıdığını ancak ilk kez Antalya’da gördüğünü, E.K.yi ise ilk kez soruşturma sırasında Ankara’da gözaltına alındıklarında gördüğünü, Antalya’ya yengesi ve dostunun adresini öğrenmek amacıyla değil iş bulmak için geldiğini, bir hafta kadar B... Oteli'nde kaldığını, ancak Antalya’da iş bulamayınca memleketine geri döndüğünü, ağabeyi H.A.nın Antalya’ya gitmesi için talimat vermediğini, yengesi ve dostunun yerini öğrenip ona bildirmediğini sanıklar A.Y. ve E.K.ye para vermediğini söylemiştir. Başvurucu; polisteki ifadesinin zorla imzalattırıldığını, korktuğu için ifadesi sırasında yanında bulunan avukatına bir şey söyleyemediğini, sulh ceza mahkemesinde verdiği ifadesini de kabul etmediğini, kendisini polislerin sorguya getirdiğini, polislerden bir an önce kurtulmak için o şekilde anlatımda bulunduğunu söylemiştir. Antalya Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 25/3/1999 tarihli 1999/1410 sayılı raporuna göre gözaltından çıkarılırken başvurucunun vücudunda darp cebir izine rastlanmadığı kayıtlıdır. Başvurucu ile birlikte toplam altı sanık hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/1999 tarihli ve 1999/7363 hazırlık, 1999/3918 esas sayılı iddianamesiyle taammüden iki kişiyi öldürme suçlarından Antalya Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucunun bu suçlara feri iştirak ettiği ileri sürülmüştür. İddianame şöyledir:“Sanıklar H.A., A.A. ve Ömer Aktaş’ın kardeş oldukları, sanık Z.Y.nin akrabaları olduğu, sanık A.A.nın yurt dışında bulunduğu sırada eşi G.A.nın S.Y. ile ilişkiye girdiği, A.A.nın evine dönmesi üzerine G.A. ile S.Y.nin ilçeden ayrılıp izlerini kaybettirdikleri, Antalya’ya gelip ev kiralayarak birlikte yaşamaya başladıkları, H.A. ile A.A.nın birlikte S.Y. ile G.A.yı öldürmeye karar verdikleri, adreslerini tespit için Ö.A. ile Z.Y.yi görevlendirdikleri, Ö.A.nın bu nedenle Antalya’ya gelip S.Y. ile G.A.nın kalmakta oldukları evin adresini belirlediği, H.A. ile A.A.nın S.Y.yi öldürmeleri için A.Y.ye para vaadinde bulunup olaydan sonra Almanya’ya götürmeyi söyledikleri, A.Y.nin S.Y. ile G.A.nın kalmakta olduğu evin karşısında bir yer kiralayıp S.Y. ile G.A.yı öldürmek için takibe başladığı ve bu iş için E.K.nin ellerine tahra, demir sopa, ip, ağız bandı alarak S.Y. ile G.A.nın kaldıkları eve yatak odasına girip kafalarına vurarak etkisiz hale getirip ağızlarını kapatıp boğazlarını iple sıktıktan sonra her ikisinin de boğazlarını keserek öldürüp olay yerinden uzaklaştıkları, H.A. tarafından yurt dışından banka havalesiyle A.Y.ye 000 mark, E.K.ye 500 mark gönderildiği, iddia, ikrar, tanık beyanları, otopsi raporları, olay mahalli görgü tespit tutanağı, ele geçirilen kanlı eşyalardan anlaşılmış olduğundan,…sanıklar Ömer Aktaş ve Z.Y.nin eylemlerine uygun düşen TCK’nun 65/3 maddesi delaletiyle 450/4-5, 31, ve maddeleri uyarınca cezalandırılmaları için yargılanmalarına mahkemenizde başlanması kamu adına talep ve iddia olunur.” Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2001 tarihli ve E.1999/109, K.2001/240 sayılı kararıyla hakkında yakalama emri bulunan sanık H.A. hakkında açılan kamu davasının tefriki ile ayrı bir esasa kaydına, sanıklar A.A. ve Z.Y.nin delil yetersizliği nedeniyle beraatlerine, sanıklar A.Y. ve E.K.nin ikişer kez müebbet ağır hapis cezasıyla, başvurucunun iki kez 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Hakkında yakalama emri bulunan sanık H.A. hakkında tefrik edilen dosya Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/369 sırasına kaydedilmiştir. Başvurucu ve diğer sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 24/4/2002 tarihli ve E.2002/719, K.2002/1486 sayılı kararı ile bozulmuştur. Yargıtay kararı şöyledir:“…Sanık A.Y.nin hükümden sonra 27/7/2001 tarihinde öldüğü dosyaya katılan nüfus kaydından anlaşılmış olmakla hakkındaki hükmün bozulmasına ve CMUK.nun maddesinin verdiği yetkiye müsteniden TCK. maddesi uyarınca kamu davasının ortadan kaldırılmasına,Sanıklar E.K. ve Ömer Aktaş haklarındaki hükümle ilgili incelemede;Mahkeme kararları Anayasa’nın 141/3 ve CMUK. maddeleri uyarınca gerekçeli olarak yazılır. CMUK. maddesine göre hükmün dayandığı ispatlanmış olgular ve bu olguların kabul olunan suçun unsurlarına uygunluğu açıklanmalı, ayrıca cezayı kaldıran, azaltan ya da ağırlaştıran sebeplerin sabit sayılıp sayılmadığı da açıkça yazılmalıdır. İncelenen dosyada, sanıklar E. ve A.nın maktulleri taammüden öldürdükleri, sanık Ömer’in de bu suçlara fer’an iştirak ettiği şeklindeki kabul, hazırlıktaki ikrarların zorla alınmayıp samimi irade mahsulü olduğunun anlaşılmasına dayanılarak bu ifadelere itibar olunduğu belirtilmiş ise de, bu ikrarların mahiyet ve içeriğine kararda yer verilmediği gibi, olayın cereyan şekli yani suçların hangi nedenle ve hangi şartlar dahilinde, nerede ve nasıl işlendiği, suç vasfının taammüd olarak tayinini kabule sevk eden vakıalar açıklanmamıştır.Bu sebeple Yargıtay denetimine imkan sağlayacak biçimde gerekçe gösterilmemesi [nedeniyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.]” Bozmadan sonra dava Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/363 sayılı esasına kaydedilip yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemenin 25/7/2002 tarihli celsesinde 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun gözönüne alınarak başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Sanık H.A. hakkında tefrik edilerek Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/369 sırasında kayıtlı bulunan dosya aynı Mahkemenin 25/12/2002 tarihli ve E.2001/369, K.2002/617 sayılı kararıyla E.2002/363 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Dosyada tutuklu bulunan tek sanık E.K. Mahkemenin 14/10/2003 tarihli celsesinde tutuklu kaldığı süre ve 4616 sayılı Kanun gözönünde bulundurularak tahliye edilmiştir. Bu celseden sonra bireysel başvuruda bulunulan 8/9/2014 tarihine kadar yapılan tüm duruşmalarda yurt dışında bulunan sanık H.A. hakkında çıkarılan yakalama emrinin infaz edilmesi beklenmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından yapılan incelemede bireysel başvuru yapıldıktan sonraki duruşmalarda da sanık H.A. hakkında çıkarılan yakalama emrinin infazının beklendiği, duruşmanın 10/11/2016 tarihine ertelendiği tespit edilmiştir. Başvurucu, taammüden iki kişiyi öldürmeye iştirakten Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamanın sürdüğü sırada 8/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:“Madde 450 - (Değişik madde: 09/07/1953 - 6123/1 md.)Öldürmek fiili:… Taammüden icra olunursa; Birden ziyade kimseler aleyhine işlenirse;…fail, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum edilir. Madde 65 - (Değişik madde: 02/06/1941 - 4055/1 md.) I - Suç işlemeğe teşvik veya suçu irtikap kararını takviye ederek yahut fiil işlendikten sonra muzaheret ve muavenette bulunacağını vadeyleyerek,II - Suçun ne suretle işleneceğine mütaallik talimat vererek yahut fiilin işlenmesine yarayacak iş veya vasıtaları tedarik ederek,III - (Değişik bent: 21/01/1983 - 2787/7 md.) Suç işlenmeden evvel veya işlendiği sırada müzaharet ve muavenetle icrasını kolaylaştırarak suça iştirak eden şahıs, işlenmiş fiille mahsus olan ceza ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ise yirmi yıldan, müebbet ağır hapis cezası ise onaltı yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası ile cezalandırılır. Sair hallerde kanunen muayyen olan cezanın yarısı indirilir.Bu maddede yazılı fiillerden birini işleyen kimsenin iştiraki inzimam etmeksizin fiilin irtikabı mümkün olamayacağı sabit olan hallerde o kimse yukarıda gösterilen tenzilattan istifada edemez.” 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun , ve maddeleri şöyledir: “Davaların Birleştirilmesi ve Ayrılması Madde 2 - Murtabıt ceza davalarının her biri muhtelif mahkemelerin vazifesi dahilinde olsa bile bunlar birleştirilerek yüksek vazifeli mahkemeye verilebilir.Bu mahkeme birleştirilmiş olan ceza davalarının ayrılmasına da karar verebilir.Madde 4 - Tahkikata başlandıktan sonra dahi murtabıt ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına Cumhuriyet Müddeiumumisinin veya maznunun talebiyle yahut resen karar verilebilir. Bu kararı vermek hakkı yüksek vazifeli mahkemeye aittir.Suçların İhbarı Madde 151 - Suçlara dair ihbarlar, şifahi veya yazılı olarak Cumhuriyet Müddeiumumiliğine, zabıta makam ve memurlarına ve sulh hakimlerine yapılabilir.Bu ihbarlar kanuni mercilere tevdi edilmek üzere vali, kaymakam ve nahiye müdürlerine de yapılabilir.Şifahi ihbarlar üzerine zabıt varakası tutulur.(Değişik fıkra: 21/05/1985 - 3206/32 md.) Takibi şikayete bağlı olan suçlarda bu şikayet yazı ile veya tutanağa geçirilecek beyan ile mahkemeye, Cumhuriyet savcılığına ve yukarıda gösterilen makamlara da yapılabilir.” 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:“Görülmekte Olan Davaların Birleştirilmesi ve AyrılmasıMadde 10 - (1) Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir.(2) Birleştirilen davalarda, bu davaları gören mahkemenin tâbi olduğu yargılama usulü uygulanır.(3) İşin esasına girdikten sonra ayrılan davalara aynı mahkemede devam olunur.İhbar ve Şikâyet Madde 158 - (1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.(2) Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. …(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.…” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14915", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kasten öldürme suçlarından gözaltına alındığı ve tutuklu kalındığı süreçte kötü muamele görüldüğü, haksız olarak üç buçuk yıl tutuklu kalındığı, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı ileri sürülerek işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği bir dokümanın idarece sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; başvuru tarihinde, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan Balıkesir L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, el yazısıyla kaleme aldığı doksan iki sayfadan oluşan dokümanı bir yakınına göndermek istemiştir. Başvurucu, kapağında \"Netameli Vadinin Yolcuları\" yazan dokümanın bir kitap çalışması olduğunu ifade etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu (Komisyon) 11/8/2016 tarihinde söz konusu el yazması metni incelemiş, içeriğinde \"terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan\" ifadeler bulunduğu kanaatine ulaşmış ve bu metnin Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kuruluna (Disiplin Kurulu) sunulmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu, incelemesinin sonucunda el yazması metni sakıncalı görerek bu metnin kurum dışına gönderilmemesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu metnin içeriğine ilişkin bir değerlendirme yapmamış ancak dokümanın 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında kaldığını ifade etmiştir. Başvurucu 17/8/2016 tarihinde Disiplin Kurulu kararına karşı Balıkesir İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 19/8/2016 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Hâkimlik kararında; dokümanın içeriğinde PKK terör örgütüne katılmayı özendiren, suçu ve suçluyu öven, PKK terör örgütünün cebir, tehdit ve şiddet içeren yöntemlerini meşru göstermek ve bu yöntemlere başvurmayı teşvik etmek suretiyle propagandasını yapan cümleler bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı 24/8/2016 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesi, Hâkimlik kararında bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 7/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 4/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun'un \"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez...\" 5275 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir:\"Birleşmiş Milletler Hükümlülerin İyileştirilmesi İçin Asgari Standart Kurallarının dış dünya ile irtibat kurma başlığını taşıyan 37 nci maddesinde, 'Gerekli gözetim altında hükümlülerin düzenli aralıklarla aileleri ve yakın arkadaşları ile haberleşmelerine olanak sağlanarak iletişim kurmalarına izin verilir.' denilmektedir.Avrupa Cezaevi Kurallarının 43 üncü maddesinde de benzeri tavsiye kuralı bulunmaktadır.Bu madde ile hükümlülere, kurum üst âmirinin veya varsa mektup okuma komisyonunun denetiminden geçen mektup, faks ve telgrafları göndermek veya kendilerine gelenleri almak hakkı verilmektedir....Cezaevinin güvenlik ve disiplini asıl olduğundan, asayiş ve güvenliği tehlikeye düşürecek haberleşmelere izin verilmeyecektir. Bu husus maddenin üçüncü fıkrasında yer alan hükümle sağlanmıştır.\" Tüzük'ün \"Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.\" Tüzük'ün \"Sakıncalı görülen mektuplar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır....(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.\" ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/79252", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği bir dokümanın idarece sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Medeni Alioğlu'nun babası, başvurucu Fikriye Baktaş'ın mirasçısı olduğu eşinin murisi olan babası ve diğer başvurucuların dedesi olan muris hakkında 24/5/1976 tarihinde Batman Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkemece verilen kararın Yargıtayca bozulması üzerine dava, yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9982", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık sekiz yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların beyanına göre 13/6/2000 tarihinde dünyaya gelen müşterek çocukları , 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen aşı kampanyası kapsamında kızamık aşısı olmasına rağmen bundan yaklaşık bir buçuk yıl sonra kızamık hastalığına yakalanmış, daha sonraki dönemde ise subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına yakalanarak 22/10/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde nın belli bir dönem çeşitli hastanelerde SSPE tanısıyla tedavi gördüğü anlaşılmaktadır. Başvurucular 15/11/2006 tarihinde Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğüne bir dilekçe sunarak bilgi edinme hakkı çerçevesinde bazı bilgi ve belgelerin taraflarına verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular bu dilekçede özetle tek doz kızamık aşısı uygulamasından hangi tarihte vazgeçildiğinin kendilerine bildirilmesi, 2006 yılının Kasım ayına kadar Diyarbakır'da görülen SSPE vakalarının sayısının ve bu hastalıktan ölen kişilere ait istatistiki bilgilerin taraflarına sunulması ve 2001-2002 yıllarında Diyarbakır'da gerçekleştirilen tek doz kızamık aşısı uygulaması kararını alan idari yetkililerinin isim, soy isim ve adres bilgilerinin hukuki başvuruda kullanılmak üzere kendilerine verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır. Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü 7/12/2006 tarihli yazıyla, kızamık aşısının rutin aşılama programı içinde 1998 yılına dek her zaman tek doz olarak uygulandığını, 1998 yılında ilköğretim birinci sınıfta ikinci doz aşı uygulamasının başlatıldığını başvuruculara bildirmiştir. Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü, başvurucuların ikinci talebi ile ilgili olarak ise kayıtlarına göre -2006 yılının Kasım ayı dâhil olmak üzere- Diyarbakır'da altmış üç SSPE vakasının tespit edildiği ve bu vakalardan yedisinin hayatını kaybettiği bilgisini başvuruculara vermiştir. Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü başvurucuların üçüncü talebi ile ilgili olarak ise il müdürlüklerinin rutin aşı takvimini değiştirme yetkisinin olmadığını, 2001-2002 yıllarında ilköğretim birinci sınıfta ikinci doz aşı uygulamasına Diyarbakır'da devam edildiğini başvuruculara bildirmiştir. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek 14/12/2006 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu inceleme kapsamında Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü ekipleri tarafından başvurucu Hasibe Işıktaş ile bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede Hasibe Işıktaş; oğlu ya bağlı oldukları Şehitlik Sağlık Ocağında tüm aşılarının yapıldığını, oğluna ayrıca kızamık aşı kampanyası sırasında da aşı yapıldığını ancak oğlunun iki buçuk üç yaşlarında iken kızamık hastalığına yakalandığını ifade etmiştir. Bunun üzerine Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü tarafından Şehitlik Sağlık Ocağı aşı kayıtları incelenmiş ancak bu kayıtlarda ya aşı yapıldığına dair bir bilgiye rastlanmamıştır. SağlıkBakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 14/2/2007 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmış ve 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.Diyarbakır İdare Mahkemesi, dava dilekçesinde her bir davacı için istenen tazminat miktarının ayrı ayrı gösterilmesi gerekirken tek miktar gösterildiği gerekçesiyle 5/3/2007 tarihinde dilekçenin reddine karar vermiştir. Dilekçenin yenilenmesi üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinin 2007/453 esasına kaydedilen dava hakkında 12/9/2008 tarihinde bir kez daha dilekçe ret kararı verilmiştir. Bu karar üzerine başvurucular 14/10/2008 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesine yeni bir dilekçe sunmuşlardır. Başvurucular bu dilekçede özetle oğulları ya 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen aşı kampanyası kapsamında Diyarbakır Devlet Hastanesi Çocuk Bölümünde tek doz kızamık aşısı yapıldığını ifade etmişlerdir. Dava dilekçesinde, anne Hasibe Işıktaş ve oğlu ile Hasibe Işıktaş'ın akrabası S.T. ve onun oğlu J.T.nin anılan hastaneye birlikte gittiği ve burada her iki çocuğa da kızamık aşısı yaptırıldığı belirtilmiştir (Başvurucular, derece mahkemelerine J.T.ye ait aşı kartını ibraz etmekle birlikte kendi oğullarına ait aşı kartını ibraz etmemişlerdir.). Başvurucular, oğullarının bu aşıdan yaklaşık bir buçuk yıl sonra ağır bir kızamık hastalığına yakalandığını ve bu sebeple takriben on gün Diyarbakır Devlet Hastanesi Çocuk Bölümünde yattığını, tedavi sonrasında iyileşen oğullarının iki yıl boyunca sağlıklı bir şekilde yaşamını devam ettirdiğini ancak daha sonra rahatsızlanan oğullarına SSPE tanısı konulduğunu ve oğullarının 2006 yılında yaşamını yitirdiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, 2002 yılında yapılan kızamık aşı kampanyasının iyi bir şekilde yürütülmemesi sonucu oğullarının SSPE hastalığına yakalandığını, aşılama kampanyasının gereği gibi yürütülmemesinden Sağlık Bakanlığının sorumlu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının belli bir dönem tek doz olarak uygulanmasının SSPE hastalığına yakalanma riskini artırdığını, Sağlık Bakanlığının tüm uyarılara rağmen tek doz aşı uygulamasına devam ettiğini belirtmişler ve bu husus ile ilgili olarak Prof. Dr. Z.K.nın bir gazetede yayımlanan haberine işaret etmişlerdir. Başvurucular ayrıca soğuk zincir kuralına uyulmadığı için aşıların koruyucu özellik gösteremediğini iddia etmişlerdir. Başvurucular son olarak SSPE hastalığından korunmanın toplumun bağışıklığını artırmaktan geçtiğini, aşılama oranının yüksek olmasının SSPE hastalığını azaltacağını ifade etmişlerdir. SağlıkBakanlığı, dava tarihinden önce Sağlık Bakanlığı onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970 yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888 sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. , ayrıca Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon, rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda;i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık aşısının neden olmadığını açıklamıştır.iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices) kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve sistem sürekli olarak izlenmektedir.vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir.vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7, 1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı, 2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95 oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade edilmiştir.viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık aşısının dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on ikinci ayda uygulanmış, ilkokul sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam edilmiştir.ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının 131 olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının bildirildiği ifade edilmiştir.x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85 olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği belirtilmiştir. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:\"Sonuç olarak;Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim sınıfta doz uygulaması başlatılmıştır.Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı virüsü sorumludur.Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı görülmektedir.Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.Öneriler; Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir.Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.Kızamık ve SSPE sürveyans ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.İlgili dallardan uzmanların katılımıyla, SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması önerilir.  (...)\" Diyarbakır İdare Mahkemesi 25/1/2011 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:\"(...)Davada her şeyden önce davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı, başka bir deyişle ortada idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Bu konuda, davalı idarece savunma ekinde sunulan belgelerde Şehitlik Sağlık Ocağınınbila tarih ve sayılı yazılarında davacıların çocuğuna aşı yapıldığına dair kayda rastlanılmadığının belirtildiği, davacı vekili tarafından ise davacıların çocuğuna aşı yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığı, akrabası [S.T.nin] oğlu [J.T.nin] aşı kartıyla aşı yaptırıldığının belirtildiği görülmüştür. Bu açıdan, idareye bağlı ekiplerce davacıların çocuğuna kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşılmış olup ortada idarenin bir fiilinin bulunduğu belirlenememekte, davacı tarafça da idarenin kusurlu fiilinin olduğu ortaya konulamamaktadır. Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir. Davacılar tarafından hastalığın kızamık aşısından kaynaklandığı iddia edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan 2006 tarihli raporda, SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, SSPE hastalığının yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak kabul edilemiyecek nitelikte olduğu, Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrollerinin yapıldığı ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırıldığı,bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk olması hususunun da kabul edilemeyecek bir durum olduğu belirtilmiştir.Aşının iki doz yerine tek doz yapılması hususuna gelince; hem raporun hem de savunma dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz, bu yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir. Bunların dışında, idarece sunulan aşı uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı yukarıda açıklanmıştır. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklandığının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa bile SSPE hastalığına yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı, hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davacıların çocuğunun bahsi geçen hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin kabulüne olanak bulunmamaktadır.\" Başvurucular, kararın hukuki gerekçeden yoksun olduğunu belirterek temyiz yoluna başvurmuşlardır. Başvurucular dava dosyasına sundukları tüm delillerin görmezden gelindiğini, konuya ilişkin uzman kişilerin görüşlerinin dikkate alınmadığını, teknik bir konu olan bu husus ile ilgili olarak bilirkişi raporu alınmadan karar verilmesinin hatalı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, bebekken aşı olan ve yedi yaşında yaşamını yitiren oğullarının aşı kartının dosyaya sunulmasının beklenmesinin abesle iştigal olduğunu, kaldı ki davada tartışılması gereken esas meselenin toplumun yaygın olarak aşılanmamış olması olduğunu ifade etmişler; toplumun tüm kesimini aşılamayan, bozuk aşı yapan, eksik doz uygulayan devlet yerine sorumluluğu anne ve babaya yüklemenin hakkaniyete aykırı olduğunu savunmuşlardır. Danıştay Onbeşinci Dairesi 15/5/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 22/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun maddesi şöyledir:\"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir.\" 1593 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan doğruya ifa eder: (...)3 -Memlekete sari ve salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır amillerle mücadele. (...)6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe.\" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağiişevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummairacia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.\" 1593 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: (...)2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı. (...)\" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur.\" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının, icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede zikredilir.\" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Sari hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin olunur.\" 1593 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil olunur.\" 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun \"Temel esaslar\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının k bendinin ilgili kısmı şöyledir:  “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır: (...)k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakopemamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna, murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir. (...)” 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:\"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program dahilinde sosyalleştirilecektir.\" 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.Sağlık ocağı: Takriben 5000 - 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il içinde idari taksimata uyması icabetmez.\" 224 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri, çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder.\" 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler.\" 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli, ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler.\" 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar, Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları -kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir.\" Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak, uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve kurdurmak,b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini yapmak,c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile planlaması hizmetlerini yapmak,d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin, dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak, (...)\" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, (...)c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, (...)e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, (...)\" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) (Değişik bent: 08/06/1984 - KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve bağışıklık hizmetlerini yürütmek, (...)f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları, bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek, (...)\" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır :a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu amaçla gerekli kontrolleri yapmak, (...)\" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi şöyledir:\"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri yapmak.\" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları şunlardır: (...)c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı.\" Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi) bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir.\" 3959 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum üzerine:A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi maddelerin kontrollerini yapmak, (...) E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla mükelleftir.\" 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesi şöyledir:\"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:\"Çocuk, ana ve babasına riayete mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz oldukları nisbette çocuklarının kanuni mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin reyine ihtiyaçları yoktur.\" 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Ana ve baba, vazifelerini ifa etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir.\" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz.\" 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.\" 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.\" 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:\"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.\" Sağlık Bakanlığının 19/12/2000 tarihli ve 18679 sayılı Genişletilmiş Bağışıklama Programı Genelgesi'nin \"Genişletilmiş Bagışıklama Programı\" başlıklı kısmı şöyledir:\"Genişletilmiş Bagışıklama Programı (GBP): Boğmaca, Difteri, Tetanos, Kızamık, Verem, Çocuk Felci (polio) ve Heparit-B hastalıklarının morbidite ve mortalitesini azaltarak, bu hastalıkları kontrol altına almak ve hatta tamamen ortadan kaldırmak amacı ile, hassas yaş gruplarına enfeksiyona yakalanmalarından önce ulaşıp bağışıklanmalarını sağlamak için yapılan aşılama hizmetlerini içerir. Yüksek aşılama oranlarına ulaşarak, bu hastalıkların kontrol altına alınması, 2000'li yıllarda bebek ölümlerinin binde 40'a düşürülmesi hedefine ulaşılmasında önemli bir adım olacaktır.Temel strateji ise her doğan bebeğin bir yaşına ulaşmadan önce aşı takvimine uygun olarak bağışık kılınmasıdır. Genişletilmiş deyimi, aşısız veya eksik aşılı bebek ve çocukların tespit edildiği anda bağışıklanmasının sağlanması ve bu uygulamanın ülke genelinde her yerde eşit olarak yapılması anlamını vurgulama için kullanılmaktadır.\" Anılan Genelge'nin \"Aşı Takvimi\" başlıklı kısmı şöyledir:\"AŞI TAKVİMİ: 1) BİR YAS ALTI (0-11 ay 29 günlük) BEBEKLERE • Ayın bitiminde ( 8 haftalık ) : BCG DBT-1POLİO-1• Ayın bitiminde ( 12 haftalık ) : DBT-2 POLİO-2 Hepatit B-1• Ayın bitiminde ( 16 haftalık ) : DBT-3 POLİO-3Hepatit B-2 • Ayın bitiminde ( 36 haftalık ) : KIZAMIKHepatit B-3 2) RAPEL DOZ • 1,5 yaşında ( 16-24 aylık ) : DBT (DBT III-OPV III'ten 1 yıl sonra) POLİO3) OKUL AŞILAMALARl• İlköğretim sınıfta : BCG POLİOKlZAMIK Td * * Td : Erişkin Tipi Difteri- Tetanos • İlköğretim sınıfta :Td • Lise l. sınıfta : TT (Tetanos)\" Anılan Genelge'nin \"Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler\" başlıklı kısmı şöyledir:\"[Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler:]* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılama durumu kontrol edilmeli, aşı takvimine göre aşılanması gerekenler ve eksik aşı1ılar tespit edilip, aşılamak için her fırsat değerlendirilmelidir. * Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk ya da gebe için bir ampul yada şişe aşı açılmalıdır. * Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki etiketi ve son kullanma tarihi kontrol edilmeli, etiketi olmayan ya da son kullanma tarihi geçmiş aşılar ve enjektörler kullanılmamalıdır. İlk olarak miadı önce dolacaklar kullanılmalıdır (son kullanma tarihi en yakın olan aşı ilk önce kullanılmalıdır). * Açılan aşı şişelerine açılış tarih ve saati yazılmalıdır. * Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör kullanılmalıdır.  (...)* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri gereken zaman ve uygulanan aşının gerekliliği ile yan etkileri hakkında bilgi verilerek, mutlaka aşı kartı verilmelidir. (...)\" Anılan Genelge'nin \"Aşı Uygulamalarında Kayıt ve Bildirim Sistemi\" başlıklı kısmı şöyledir:\"Aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak kaydedilmesi sağlanmalıdır.* Form 012A (0-59 ay aşı kayıt fişi) * Form 012B (5 yaş üzeri aşı kayıt fişi)* Form 006 (Bebek ve çocuk izleme fişi)* Form 004 (Kişisel sağlık fişi) * Aşı kartı * Form 013 (Ay sonunda sağlık ocağı tarafından o ay yapılan aşılar Form 012A dan ve form 012B den, yaş grubuna göre ayrılarak, bu forma geçirilir. Bu form takip eden ayın ilk haftası içinde sağlık müdürlüğüne gönderilir.  (...) Anılan Genelge'nin \"Aşı İhtiyacının Belirlenmesi\" başlıklı kısmı şöyledir:\"Aşılar, İl Sağlık Müdürlüklerine 3'er aylık, sağlık ocaklarına aylık dönemler halinde dağıtılır. Bakanlık gönderimleri dönem (Ocak-Şubat-Mart ayları) için Aralık , dönem (Nisan-Mayıs-Haziran ayları) için Mart, Ill. Dönem (Temmuz-Ağustos-Eylül ayları) için Haziran ve Dönem (Ekim-Kasım-Aralık ayları) için Eylül aylarında, soğutuculu kamyonlar ile yapılmaktadır. İhtiyaçlar bu dönem süreleri dikkate alınarak, hesaplanır (...)\" Anılan Genelge'nin \"Kızamık Hastalığına Yönelik Bağışıklama Çalışmaları\" başlıklı kısmı şöyledir:\"Kızamık aşı ile korunabilir hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir. Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası yeterince bağışık olmayan bir toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin Temel Stratejiler: • Her il ve sağlık ocağı düzeyinde kızamık aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamlılığının sağlanması. • Aşının etkinliğinin %85 olması dolayısıyla zamanla bağışıklanamamış çocuklar birikmektedir. Hastalığa duyarlı havuz denen bu sayının artması salgın patlama tehlikesini de beraberinde getirmektedir. • Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu, kızamık ve okul çağı aşılarında yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup 1 yaş altı bebeklerdir. Bebekleri yüksek oranda aşılama ile; hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek, ayrıca hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa karşı korunmuş olacaktır. • Kızamığa duyarlı nüfusun hedef nüfus sayısına ulaştığı durumlar kolayca salgın oluşacak durumlar olarak değerlendirilmektedir. Bu durumda duyarlı nüfusu azaltmaya yönelik olarak ek aşılama aktiviteleri düzenlenir. Bu uygulamalar Genel Müdürlüğümuz bilgisi dahilinde organize edilmelidir. Ek Aşılama Aktiviteleri: • Yakalama Aşılaması (CatchUp) : Hastalık bulaş zincirini kırmak, etkenin dolaşımını durdurmak amacıyla uygulanır. Tek dozluk bir kampanya uygulamasıdır. Bulaşın düşükolduğu mevsimlerde, 9 ay ile 14 yaş arası tüm çocuklara, aşılanma durumuna bakılmaksızın aşılama yapılır. Bu uygulamanın 1 hafta ile 1 ay gibi kısa sürede tamamlanması gerekmektedir. • İzleme Aşılamaları (FollowUp) : Zamanında aşılanamama ya da aşıların %100 koruyuculuğu olmaması nedeniyle hastalığa duyarlı nüfusun artışına dayalı olarak yapılan kampanya uygulamasıdır. Duyarlı nüfusun biriktiği yaş gruplarına, birikme periyotlarına göre 4-5 yılda bir, 1 hafta ile 1 ay içinde uygulanabilmektedir. 5 yaş altı duyarlı nüfus, 1 yılın doğum kohortuna eşitlenince yapılabileceği gibi okul öncesi çağlara periyodik olarak 4 - 5 yılda bir bu kampanya yapılabilir. • Silme Aşılaması (MopUp) : Aşı oranı düşük olan bölgelerde, aşı oranını kısa sürede yükseltmek ve virus dolaşımını azaltmak amacıyla uygulanır. 1 hafta gibi kısa sürede, daha önceki aşılanma durumuna bakılmaksızın tüm belirlenmiş duyarlı nüfusa uygulanır. • Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri, nüfusun yoğun oldugu bölgeler v.b.) öncelik verilmelidir. • Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele alınmalıdır. • Hastalık sürveyansının güçlendirilmesi sağlanmalıdır. (...)\" Anılan Genelge'nin \"Soğuk Zincir\" başlıklı kısmı şöyledir:\"Soğuk zincir, bir aşının etkinliğini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve ihtiyacı olanlara yeterli miktarda etkin aşının ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı uygulamaları aksayacaktır. Kullanılan aşılar etkin değilse de, %100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir GBP'nin can alıcı komponentlerinden biri olarak büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır, aynca BCG ve Kızamık aşıları güneş ışığı gibi ultraviyole ışınına da hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok yüksek (30-35 derece üzeri) sıcaklığa maruziyet kadar, bir çok kereler daha az sıcaklıklara (10-30 derece arası) maruziyet de aşıyı aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa, aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir. Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken (Polio, Kızamık, BCG); DBT, TT, DT, Td ve Hepatit B aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir. Bu aşılar donduğu taktirde aşı materyali özelliğini yitirmekte, geri dönmeyecek şekilde bozunuma uğrayarak, çökeller oluşturmaktadır. Bazı donma durumlarında şiddetli çalkalamalarla yine homojene yakın bulanıklık meydana gelebilmekte ve sanki donmamış izlenimi verebilmektedir. Bunun önüne geçebilmek için soğutucu ve dolapların belirlenmiş süreler dahilinde mutlaka izlenmeleri, olanak var ise elektronik olarak kaydedilmeleri yerinde olacaktır. İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları aşağıdaki kurallara göre düzenlenir: • Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere dağıtılmasından sorumlu, bir \"İl Soğuk Zincir Sorumlusu\" ve yardımcısı olmalıdır.• Aşıların dağıtımında ve kullanımında son kullanma tarihleri mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı sağlanmalı ve miadı dolmuş ya da kullanım süresi dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir. • Gönderilen aşılar farklı firmalar tarafından imal edildiğinden uygulama dozları için mutlaka prospektüslerine bakılmalıdır. • Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi belirlenmelidir. Soğuk zincir sorumluları Sağlık Memuru, Hemşire ya da Ebe olmalıdır. • Buzdolaplarında mutlaka bir termometre olmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konulmalı ve buzdolabının sıcaklığı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır. Özellikle +4 derecede kalması sağlanmalıdır. • Buzdolabının kapısına bir sıcaklık izlem çizelgesi yapıştırılarak, dolabın sıcaklığı sabah ve akşam bu çizelgeye kaydedilmelidir. Sıcaklık izlem çizelgesinin altında soğuk zincir sorumlusu ve yedeğinin adı soyadı bulunmalıdır. • Aşıların saklandığı buzdolabı aşırı soğuk ve sıcaktan korunacak, muhafazalı uygun bir odaya yerleştirilecektir. Buzdolabı gölge bir yerde, kışın ısıtılan odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine yerleştirilmelidir. • Uzun tatillerde ve elektrik kesintilerinde, il ve sağlık ocağı düzeyinde soğuk zincir sorumluları dolap ısısını kontrol ederek gereken önlemleri almalıdırlar. • Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı sevkinde kullanılan soğutuculu (frigorifik) kamyonların soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır. • Ankara merkez depodan kurye ile sevk yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı kullanılmalıdır. • İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak yapılan aşı sevklerinde 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil kabı kullanılabilir. • Çok acil durumlarda ya da nakil kabı yetmediğinde uzun ömürlü nakil kabı niteliğinde poliüretan ya da strafordan (köpük vb.) üretilmiş izolasyonlu özel aşı kapları, yeterli buz aküsü desteği ile aşı naklinde kullanılabilirler. • Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme ihtiyacı belirlenmeli, onarımı veya temini sağlanmalıdır.  (...)\" Anılan Genelge'de soğuk zincir ile ilgili olarak ayrıca aşıların buzdolabına doğru olarak yerleştirilmesine ilişkin çeşitli hükümler mevcuttur. Keza Genelge'de Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında çalışan personelin görev ve sorumluluğuna ilişkin de çeşitli hükümler bulunmaktadır.B. Uluslararası Hukuk Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. (3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:\" Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması;c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması:e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle gözönünde tutulur.\" Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Yaşam hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir: \"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81). AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi gibi meselelerde taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM'e göre daha elverişli konumda olduğunu belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz [BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1863", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık sekiz yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6460", "Başvuru Konusu":"Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, boşanma davasında tanık beyanlarının hatalı değerlendirilmesi sonucunda adil olmayan karar verilmesi ve yeminli dinlenmesi gereken tanığın yeminsiz dinlenmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde Küçükçekmece Aile Mahkemesi (Mahkeme) vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 17/5/2007 tarihinde eşi tarafından boşanma davası açılmıştır. Dava kapsamında taraflarca bildirilen tanıkların beyanları alınmış, davacının tanık olarak gösterdiği eniştesi ve annesi 17/9/2007 tarihli duruşmada yeminsiz olarak dinlenmiştir. Mahkemece 20/7/2009 tarihli ve E.2007/517, K.2009/857 sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçeli kararda, davacının yakın akrabaları olmaları nedeniyle davacı tanıklarının beyanlarına itibar edilmediği, davalının (başvurucu) dinlettiği tanıkların anlatımlarına göre davacının ağır kusurlu olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle sübut bulmayan davanın reddine karar verildiği belirtilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Somut olay irdelendiğinde: tarafların iddia ve savunmaları, tanıklarının anlatımları, Adli Tıp Kurumu 4 İhtisas Kurulunun raporu olmak üzere tüm dosya kapsamı itibariyle davacı tanıklarının davalıya yakınlığı, yasal zorunluluk sonucu yeminsiz dinlenmesi nedeniyle özellikle de tarafsızlıkları konusunda mahkememizce tambir vicdani kanaat hasıl olmadığından tarafsızlıklarından kuşku duyulduğundan, davacı tanıklarına üstünlük tanınmamış, davalı eşin davacı eşinin şiddetine maruz kaldığı yeminli olarak dinlenen davalı tanıklarının anlatımlarından anlaşıldığından adli tıp raporuna göre de davalının müşterek hayatı çekilmez kılacak bir rahatsızlığının bulunmadığı yönünde görüş bildirdiğinden sonuç olarak davacı eşin ağır kusurlu kabulü gerektiği sonucuna varılmış, sayılı nedenlerle subut bulmayan davanın reddi yönünde karar [verilmiştir].” Davacının temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/1/2011 tarihli ve E.2009/21793, K.2011/999 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Yargıtay ilamının ilgili kısmı şöyledir: “Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır(HUMK.md.254). Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Dosyada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur. O halde davalı kadının eşine \"sen kısırsın\" diye hakaret etmesine, eşinin çocuğu olmadığı için eşinin annesine \"bunu ne ile besledin\" diye aşağılamasına ilişkin ve olaylara çok yakın tanık sözlerine değer verilerek isteğin kabulü gerekirken bu yön gözönünde tutulmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.SONUÇ:Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebepleBOZULMASINA ...karar verildi.” Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 8/6/2011 tarihli ve E.2011/7869, K.2011/10081 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Temyiz ilamında bildirilen gerektirici sebeplere, özellikle bozma ilamında yer verilen kadının kusurlu davranışları yanında mahkemece de kabul edildiği gibi eşine şiddet uygulayan davacı kocanın ağır kusurlu bulunmasına ve Türk Medeni Kanununun 166/ madde koşullarının oluştuğunun anlaşılmasına göre, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddine ... karar verildi.” Bozma ilamı sonrası Mahkeme 3/2/2012 tarihli ve E.2011/400, K.2012/113 sayılı kararı ile davanın kabulüne, tarafların boşanmalarına, evlilik birliğinin sarsılmasında az kusurlu olduğu tespit edilen başvurucunun nafaka ve tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:“Tüm dosya kapsamından davacının eşine şiddet uyguladığı, kötü davrandığı, ortak alınması gereken önemli kararlarda eşinin görüşüne değer vermediği (kız kardeşininçocuklarından birini eşi istemediği halde evlat edinme kararı almak gibi) anlaşılmaktadır. Bununla birlikte davacı tanıklarının beyanı ilede davalının eşine \"kısır\" diyerek hakaret ettiği, aşağıladığı tesbit edildiğine göre daha az olsa da davalı da kusurludur. Bu durumda evlilikte sosyal fayda kalmadığı, ortak hayatın çekilmez olduğu anlaşıldığından boşanmaya karar vermek gerekmiş, davalı az kusurlu olduğundan çalışsa da devamlı güvencesi olmadığı anlaşıldığından yoksulluk nafakasına hükmedilmiştir. Davalının boşanma sonucunda evlilikten beklenen menfaatleri zedeleneceğinden yanların ekonomik halleri gözetilerek maddi tazminat isteği kısmen kabul edilmiş, eşinin şiddetine maruz kaldığı açık olduğundan [davalının] kişilik haklarının zedelendiğinin kabulüyle manevi giderim isteği de karşılanmıştır.” Davacı ve başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/6/2013 tarihli ve E.2012/14839, K.2013/16199 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 23/12/2013 tarihli ve E.2013/24945, K.2013/30364 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmışöyledir:“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.…” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Aşağıdaki kimseler şahadetten imtina edebilirler:1 - İki taraftan birinin nişanlısı,2 - Aralarında evlilik rabıtası mürtefi olsa bile iki taraftan birinin karı veya kocası,3 - İki taraftan birinin neseben veya sebeben usul ve füruu yahut üçüncü dereceye kadar neseben veya kendisiyle sıhriyet hasıl olan evlilik rabıtası mürtefı olsa bile ikinci dereceye kadar sebeben civar hısımları ve aralarında evlatlık rabıtası bulunanlar,4 - Memuriyet ve sanat ve meslekleri itibariyle bir kimsenin sırrını bilenler, şu kadar ki o kimse muvafakat ederse şahadetten imtina edemezler.” 1086 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Aşağıdaki kimseler yeminsiz dinlenir:1 - İstima esnasında on beş yaşını ikmal etmiyenler,2 - Kuvayı akliye ve fehmiyelerinin tekemmül edememesinden veya hali zaafta bulunmasından dolayı yeminin mahiyet ve manasını kafi derecede takdir edemiyenler.3 - Müddeti cezaiyeleri içinde hidematı ammeden memnu bulunanlar,4 - 245 inci maddenin 1,3 numaraları ve 246 ncı maddenin 1,2 numaraları mucibince şahadetten imtina hakları olup da işbu haklarını istimal etmiyenler,5 - Bir tarafın davayı kazanmasında hukuki menfaati olan kimseler,6 - Şahadet zamanında iki taraftan birinin evinde veya ticarethanesinde infak ve iaşe veya istihdam olunanlar.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3996", "Başvuru Konusu":"Başvuru, boşanma davasında tanık beyanlarının hatalı değerlendirilmesi sonucunda adil olmayan karar verilmesi ve yeminli dinlenmesi gereken tanığın yeminsiz dinlenmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kanun hükmünde kararname gereğince göreve son verme işleminin iptali talebiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi İstanbul Hava Harp Akademisinde astsubay üstçavuş rütbesiyle idari personel olarak görev yapan başvurucunun 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığının emri ile kamu görevinden çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun kamu görevinden çıkarılması işleminin iptali talebiyle açtığı davanın İstanbul İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 7/8/2017 tarihli kararıyla davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesine kesin olmak üzere karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesinde; başvurucunun adının 667 sayılı KHK'nın eki listesinde yer alması sebebiyle 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin geçici maddesine eklenen (3) numaralı fıkrası uyarınca davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu; Mahkeme kararına karşı 20/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmak üzere Anayasa Mahkemesine, istinaf istemiyle İstanbul Bölge İdare Mahkemesine başvurmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 30/1/2008 tarihinde, başvurucunun istinaf başvurusunun kabulüne, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:\"...İdare Mahkemesince uyuşmazlık, davacının 667 sayılı KHK'nin ekinde yer alan listede ismine yer verilerek kamu görevinden çıkartılmasına dair işlem olarak kurgulanmış olmakla birlikte 667 sayılı KHK' nın eki bir liste söz konusu olmadığı gibi dava konusu işlemin de böyle bir listede yer almak suretiyle doğrudan kamu görevinden çıkarma işlemi olmadığı açıktır. Dolayısıyla davacının doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen bir işleme değil 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca tesis edilen kamu görevinden çıkarma işlemine muhatap olduğu ve bu durumun da yukarıda anılan mevzuat uyarınca Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvurulmasına imkan tanımadığı sabittir.Bu bağlamda, 'davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı, dosyanın Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonuna gönderilmesi' yönünde verilen hüküm isabetli olmadığından ve işin esasına dair bir inceleme yapılıp esasa dair bir hüküm bulunmadığından mahkemece dosyanın esasının incelenmesi ve ayrıca sonradan çıkan Kanun Hükmünde Kararnamelerle doğrudan kamu görevine son verilmişse oluşan duruma göre de bir karar verilmesi gerekmektedir....\" Bölge İdare Mahkemesi kararı gereğince dosya Mahkemeye gönderilmiştir. Mahkeme 27/6/2019 tarihli E.2018/1180, K. 2019/1612 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf istemi Bölge İdare Mahkemesi tarafından temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Başvuru temyiz incelemesi aşamasında derdest bulunmaktadır. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un \"Bireysel başvuru hakkı\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: \"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35080", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanun hükmünde kararname gereğince göreve son verme işleminin iptali talebiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, inşaatta meydana gelen asansör kazasında on işçinin hayatını kaybetmesi olayına ilişkin etkili ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/974 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/161 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/161 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular yakını İ.S. ve H.A.G. 6/9/2014 tarihinde, eski Ali Sami Yen Stadyumu arsası üzerine yapılan inşaatta işçi olarak çalıştıkları sırada üzerinde bulundukları asansörün ila kat seviyesindeki yükseklikten düşmesi sonucu diğer sekiz işçiyle birlikte hayatlarını kaybetmiştir. Olaya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında yedi kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. 23/9/2014 tarihli anılan raporun sonuç ve kanaat bölümünde; cephe asansörünü kiralayan, şantiyeye montajını ve bakımını yapan G. firmasının yetkilileri ve teknik personelinin asli kusurlu, asıl işveren konumundaki asansör kiracısı T. GYO-T. Yapı-T. Gıda Proje Ortaklığının idari ve teknik sorumlularının asli kusurlu, iş sağlığı ve güvenliği firması olan N. İş Güvenliği Danışmanlık ve Ticaret A.Ş. ortaklarının tali kusurlu, N. İş Güvenliği Danışmanlık ve Ticaret A.Ş. firmasının iş güvenliği uzman ya da uzmanlarının tali kusurlu, kazada hayatını kaybeden müteveffa işçilerin olayda kusursuz oldukları şeklinde görüş bildirilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15/10/2014 tarihinde, işveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işverenin sorumlu olduğu hükme bağlanmış ise de buradaki sorumluluğun hukuki bir sorumluluk olduğu (tazminat sorumluluğu), ceza hukukunun genel prensiplerinden olan suç ve cezaların şahsiliği ve fiil ile netice arasında uygun illiyet bağının olmaması nedeniyle asıl işveren konumundaki şüpheliler T., Y.E.T., A.T.nin cezai bir sorumlulukları olmadığı, bu şüpheliler hakkında kamu davasını açmaya yeterli, kesin, inandırıcı ve şüpheden uzak delil elde edilemediği gerekçeleriyle anılan şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Aynı tarihte diğer altı şüpheli hakkında farklı gerekçelerle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 15/10/2014 tarihinde verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 2/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvuruculara 5/12/2014 ve 16/12/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiş olup başvurucular başvuru süresi içinde sırasıyla 5/1/2015 ve 15/1/2015 tarihlerinde anılan karara yönelik bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/10/2014 tarihinde, T. GYO-T, G. isimli asansör firması ve N. isimli iş güvenliği firmasının yönetici ve çalışanlarının aralarında bulunduğu yirmi beş kişi hakkında taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet verme suçundan cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile başlayan yargılama sürecinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 23/3/2018 tarihinde, bir kısım sanığın beraatine bir kısım sanığın ise adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Dosyanın istinaf incelemesinin devam ettiği anlaşılmaktadır. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/161", "Başvuru Konusu":"Başvuru, inşaatta meydana gelen asansör kazasında on işçinin hayatını kaybetmesi olayına ilişkin etkili ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği uyarınca yapılan ve başarılı olunan seviye tespit sınavının sonradan iptalinin kamu hizmetine girme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, yurt dışındaki bir üniversiteden mezun olmuştur. Başvurucu 10/11/2010 tarihli dilekçesi ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığına başvurmuş ve diplomasına ilişkin denklik işlemlerinin tesis edilmesini istemiştir. YÖK Başkanlığınca verilen yanıtta olay tarihinde yürürlükte bulunan 6/11/2010 tarihli ve 27751 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği uyarınca yurtdışı yükseköğretim kurumlarından alınan diplomalara denklik tanınabilmesi amacıyla yapılan seviye tespit sınavının aşamasında başvurucunun başarılı olması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, belirtilen sınava 29/5/2011 tarihinde girmiş ve başarılı olmuştur. Anılan sınav, bu sınavda sorulan soruların geçmiş yıllarda yapılan sınavlardaki bazı soruların tekrarı niteliğinde olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. Başvurucu, sınavın yenilenmesine ilişkin kararın iptali istemiyle dava açmıştır. Söz konusu dava Ankara İdare Mahkemesince 5/1/2012 tarihinde aşağıdaki gerekçeyle reddedilmiştir:\"...2011 - Seviye Tespit Sınavı Aşama Sınavı ile 16 mayıs 2010 tarihinde gerçekleştirilen sınavda sorulan soruların karşılaştırılmasında, sorulan soruların çok büyük oranda aynı olduğu görülmekte olup, Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği'nin maddesinin (Ç) fıkrasının (1) bendine göre seviye tespit sınavı öğrenim süresince kazanılması gereken en az bilgi düzeyinin tespitine yönelik olup, bu amacın gerçekleştirilebilmesi için sınavın her türlü şüpheden uzak, objektif ve adayların eşit şartlarda yarışmalarına imkan veren bir tarzda ve yurtdışında alınan eğitimin mevzuatta aranan şartları sağladığını tespit edebilecek bir yol ve yöntemle yapılması gerekmektedir.Dava konusu sınavda sorulan soruların önceki yıl sınav sorulan ile çok büyük oranda aynı olması ve bu soruların sınavdan çok önce İnternet ortamında yayınlandığı ve adaylar tarafından kolayca erişilebilir nitelikte olduğu da dikkate alındığında, anılan sınavın yukarıda belirtilen şartları sağlamaktan uzak olduğu kanaatine varıldığından, davalı idarece 6114 sayılı Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun Maddesine istinaden tesis edilen işlemde hukuka ve hakkaniyete aykırılık görülmemiştir...\" Başvurucunun karara yönelik temyiz başvurusu 24/9/2014, karar düzeltme başvurusu ise 6/2/2015 tarihlerinde Danıştay Sekizinci Dairesince reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusunun reddine dair karar başvurucuya 13/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Kapsam dışı haklar", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6282", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği uyarınca yapılan ve başarılı olunan seviye tespit sınavının sonradan iptalinin kamu hizmetine girme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvurucu, soyut suç isnadına dayalı olarak 2008 yılından bu yana tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/12/2013 tarihinde Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/3/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir Başvuru konusu olay ve olgular 12/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 14/7/2014 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında kasten insan öldürme suçundan 2/6/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesinin 3/6/2008 tarih ve 2008/141 sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2008 tarih, 2008/138 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında tasarlayarak kasten insan öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17/7/2009 tarih ve E.2008/228, K.2009/216 sayılı mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 21/11/2011 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrasında Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinde başvurucunun yargılanmasına devam edilmiştir. Başvurucu, bu dönemde tutukluluğuna itiraz ettiğine dair bir kararı Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Ayrıca eksiklik tamamlama aşamasında başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin nihai karar olarak Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2013 tarih ve E.2012/1 sayılı kararını göstermiştir. Söz konusu kararda başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verildiği tespit edilmiştir. Başvurucu, 11/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 13/5/2014 tarih, E.2012/1, K.2014/157 sayılı kararla, başvurucuyu tasarlayarak kasten öldürme suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Temyiz üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş olup, dava hâlen temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ (1) Kuvvetlisuç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedenininbulunması halinde, şüpheli veya sanıkhakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesibeklenen ceza veya güvenlik tedbiriile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerdebir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdurveya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçlarınişlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  ...  Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ....” Anılan Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çokiki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üçyılı geçemez.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir: “(1) Kasten öldürmesuçunun;  a) Tasarlayarak, İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmışmüebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/236", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, soyut suç isnadına dayalı olarak 2008 yılından bu yana tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru 14/4/1995 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine açılan alacak davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1993 yılında Tekel Genel Müdürlüğüne sattığı tütün ürününün bedelini alamadığını ileri sürerek 14/4/1995 tarihinde alacak davası açmıştır. Muş Asliye Hukuk Mahkemesi 18/4/2014 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/12/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/4/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu Süleyman Eşkin'in 26/6/2002 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3359", "Başvuru Konusu":"Başvuru 14/4/1995 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine açılan alacak davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kolluk görevlileri tarafından gözaltında darbedilme nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular 3/4/2013 tarihinde öğrencisi oldukları okulda çıkan bir tartışma nedeniyle gözaltına alınmıştır. Başvuruculardan Meshut Eşen hakkında düzenlenen Bismil Devlet Hastanesinin (Hastane) 3/4/2013 tarihli raporunda; sol yanakta, sol göz altında, sağ kolda, karında, sırtta, belde, kalçada, sağ testiste, her iki bacakta ve uylukta ağrı, sağ ayakta ağrı, her iki yanakta ekimoz, sol zigomatik kemik üzerinde 4x5 cm'lik ödem, ekimoz, sol kol dirsekte 4x4 cm'lik ekimoz, ödem, sağ scpula bölgesinde ekimoz ve 9x10 cm'lik ödem, dermal abrazyon, sırtta ve belde tama yakın dermal abrazyon, karında hassasiyet, göğüste hiperemi ve hassasiyet, sol scapulada hassasiyet, sağ testiste ağrı ve şişlik mevcut olduğu, her iki bacakta ağrı ve kızarıklık, sol ayak altında hiperemi, nazal fraktür şüphesi, zigomatik fraktür, A. pnömotaraks şüphesi olduğu, pnömotoraks zigomatik kırık şüphesi ve nazal fraktür şüphesi olan hastanın hayati tehlikesinin olabileceği tespitlerine yer verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 1/4/2014 tarihli raporda ise yaraların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı tespitine yer verilmiştir. Başvuruculardan Mervan Eşen hakkında Hastane tarafından düzenlenen 3/4/2013 tarihli raporda ise burunda, göğüste, her iki bacakta, sağ el bileğinde ağrı şikâyetleri olduğu, burunda hassasiyet bulunduğu, sağ bacak dış malleolün üstünde ters C harfi şeklinde yaklaşık 4 cm'lik basit kesi, göğüste ağrı, hassasiyet, nazal kemikte fraktür (muhtemelen eski) olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulunun 1/4/2015 tarihli raporunda ise burun kemiğinde kırığa ve yumuşak doku lezyonlarına neden olan yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı, saptanan kırığın, hayat fonksiyonlarını hafif (1) derecede etkileyecek nitelikte olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Polis memurları E.K., H.A., A.T. hakkında 15/10/2015 tarihinde kamu görevi nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle yaralama, kemiklerin kırılmasına sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama suçlarından cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 30/1/2019 tarihinde polis memurları E.K. ile A.T.nin başvurucu Meshut Eşen'e yönelik olarak işledikleri kasten yaralama suçundan ayrı ayrı 7 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB); her üç polis memurunun başvurucu Mervan Eşen'e karşı işledikleri nitelikli yaralama suçundan ayrı ayrı 1 yıl 9 ay 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve HAGB'ye karar verilmiştir. Başvurucuların itirazı 16/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. 19/3/2019 tarihinde tebliğ edilen karara karşı başvurucular 17/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13412", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kolluk görevlileri tarafından gözaltında darbedilme nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tanıkların sorgulanamaması, bilirkişi raporu alınması için yapılan taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve hükmün gerekçesiz olarak onanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/8/2005 ile 2/10/2009 tarihleri arasında Çeşme Adliyesinde Yazı İşleri müdürü olarak görev yapmıştır. 6/2/2008 tarihinde mevcut görevlerine ilaveten İdari İşler müdürlüğü ve maaş mutemetliği işleri ile de görevlendirilmiştir. Başvurucu, suçüstü ödeneğinden bilirkişi ve tanıklara ödenmesine karar verilen bir kısım paranın tahakkukunu yaparak parayı çektiği ancak hak sahiplerine ödemediği gerekçesiyle hakkında 2009 yılında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında İzmir Polis Krimanal Laboratuvarından alınan 5/7/2010 tarihli raporda bazı tanıklar adına atılı sahte imzalar ile başvurucunun imza yazı örneklerinin benzer ve başvurucunun eli ürünü olduğunun, bazı tanıklar adına atılan imzalarınise sahte nitelikte olduğunun tespit edildiği mütalaa olunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 3/9/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında resmî belgede sahtecilik ve zimmet suçlarından İzmir Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Yargılama esnasında Adli Tıp Kurumu Fizik Adli Belge İnceleme Şubesinden alınan 12/4/2011 tarihli raporda ücret bordrolarındaki bir kısım imzanın hak sahiplerinin eli ürünü olmadığı, bir kısım imzanın tanı unsurları itibarıyla sanığın veya hak sahiplerinin eli ürünü olup olmadığı konusunda bir tespit yapılamadığı, bir kısım imzanın yazı içermediği, basit tersimli ve çizgilerden ibaret olması nedeniyle hak sahiplerinin eli ürünü olup olmadığı konusunda tespit yapılamadığı, bir kısım imzanın ise hak sahipleri olan K. ile İ.G.nin eli ürünü olduğu belirtilmiştir.10 Mahkemenin 5/7/2011 tarihli ara kararı uyarınca bilirkişi heyetine dosya tevdi edilerek rapor alınması yoluna gidilmiş ve Sayıştay Emekli Uzman Denetçileri H.İ. ve B.S. ile Emekli Başmüfettiş N.Ö. tarafından oluşan bilirkişi heyeti, raporunu Mahkemeye 14/9/2011 tarihinde sunmuştur. Anılan raporda, söz konusu imzaların sanık tarafından atıldığının kuvvetle muhtemel olduğu ve eylemin zincirleme nitelikli zimmet suçunu oluşturduğumütalaa olunmuştur. Başvurucu 25/8/2010 ile 7/10/2010 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2011 tarihli ve E.2010/296, K.2011/402 sayılı kararıyla başvurucunun müsnet suçlardan ayrı ayrı mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesi şöyledir: \"Sanık Hülya Doğan'ın yukarıda deliller kısmında gösterilen delillerden de anlaşılacağı üzere … 10/08/2005 ile 02/10/2009 tarihleri arasında kendi asli görevinin Çeşme Sulh Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürlüğü olduğu, 06/02/2008 tarihinde de kendi görevine ilaveten Çeşme Başsavcılığı'nca İdari İşler Müdürlüğü ve Maaş Mutemetliği işleri ile görevlendirildiği ve bu süreç zarfı içerisinde keşif veya bilirkişi incelemeleri ile tanık dinlenmelerine ilişkin tahakkuk edecek ücretler ile ilgili bordrolar hazırlayıp hak sahiplerine ödeme görevinin de bulunduğu, sanığın bu görevlendirmelerinin yasalara uygun görevlendirmeler olduğu ve fiilen de bu şekilde görevlendirildiği, ancak bu dönem zarfında dosyada müşteki olarak görünen F. H. K.nin Çeşme Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2008/298 Esas ve 2009/8 Talimat nolu dosyalarında bilirkişi olarak görev yaptığını, kendisine mahkemece 101 TL ve 106 TL olmak üzere ücret tahakkuk ettirildiğini, ancak bu paraların kendisine ödenmediğini ve bilahare öğrendiği kadarıyla kendisine ödenmiş gibi bordrolara yerine imza atıldığını belirterek şikayetçi olduğu, İzmir Kriminal Polis Laboratuarınca yaptırılan imza incelemesinde her iki bordrodaki müşteki F. H. K.nin ismi karşısında parayı almış gibi yerine imza atılmış olduğu ve bu imzalarında F. H. K.nin eli ürünü olmadığının tespit edildiği anlaşıldığından Çeşme Başsavcılığı tarafından sanık Hülya Doğan hakkında soruşturmaya başlanıldığı, yine dosyada tanık olarak adları geçen ve adlarına tanık veya bilirkişi olarak ücret tahakkuk ettirilen İ. G., E. S., , K., F. K., F. , , S. A., A. F. Ö. veR. nin, dosyada mevcut 23/02/2009, 09/03/2009, 03/06/2009, 19/02/2009 ve 18/05/2009 tarihli bordrolarda isimlerinin karşılarında bulunan imza sütunlarında atılmış görünen imzaların bu şahısların elinden çıkmadığının ve bu şahıslara ait olmadığının mahkememizce yapılan yargılama sırasında adli tıp fizik ihtisas dairesinden alınan rapor ile belirlendiği, mahkememizce tanık sıfatıyla dinlenen bu şahısların müşteki F. H. K.nin imzalarının kendisine ait olmadığını ve kendisine 101 ve 106 TL şeklinde ödemeler yapılmadığını beyan ettiği, yine tanık A. F. Ö., İ. G., F. , A. T., E. S., F. K., Ö. Ö. ve E. O. da mahkememizdeki beyanlarında bordolardaki imzaların kendilerine ait olmadıklarını ve kendilerine bir ödeme yapılmadığını beyan ettikleri anlaşılmış, soruşturma aşamasında Savcılığınca yaptırılan imza incelemesi sonucu alınan ekspertiz raporlarının da bu yönde olduğu ve adı geçen kişilerin paraları almış gibi gösterilerek isimlerinin karşısına imza atılmış ve paraların ödenmiş gibi gösterildiği, belirtilen dönem içerisinde sanık Hülya Doğan'ın yazı işleri müdürü olduğu ve mutemet olarak da görevlendirildiği, olaydan kendisinin sorumlu olduğu, bir kısım adı geçen şahıslara para ödenmiş gibi gösterilip, ödenmemesinin sanık Hülya Doğan yönünden zimmet suçunu oluşturduğu gibi ayrıca bordrolara bu şahıslar yerine imza atılması suretiyle resmi belgeler olan bordrolarda da sahtecilik yapıldığı ve sanığın ayrıca resmi belgede sahtecilik suçunu müteselsilen işlediği, gerek zimmet gerekse resmi belgede sahtecilik suçlarının farklı tarihlerde ve farklı bordrolarda yapılması nedeniyle teselsül şeklinde işlendiği anlaşılmıştır. Bir kısım bordrolarda ise mahkememizde yapılan yargılama sırasında adli tıp kurumundan alınan imza incelemesine ilişkin rapora göre özellikle hak sahiplerinden …. isimlerinin karşısında atılan imzaların yazı içermeyen, basit tersimli ve çizgilerden ibaret olması nedeniyle aidiyetinin tespit edilemediği ancak mahkememizdeki oluşan kanaate göre bu imza gibi atılmış çizgilerinde bu şahıslar tarafından atılmadığı, zira kendileri paraları almış olsalar kendi gerçek imzalarını atmaları gerektiği, çizgi veya karalama şeklinde basit tersimli imza kullanmalarının bir mantığı bulunmadığı, bir kısım hak sahiplerinin örneğin R. , S. A gibi şahısların birden fazla bordroda adlarının geçtiği, bir kısım bordrolarda yukarıda belirtildiği gibi tamamen sahte imza bulunduğu, bir kısmında da imza atılmış gibi basit tersimli çizgi ve yazıların bulunduğu, soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporlarının da bu hususları doğruladığı ve mahkememizce yaptırılan bilirkişi incelemesinden de anlaşılacağı üzere toplam 1086 TL paranın müteselsilen sanık tarafından zimmete geçirildiği ve sanığın suçlarının sübuta erdiği anlaşılmış, sanık her ne kadar aşamalardaki savunmalarında kendisinin böyle bir paraya ihtiyacının bulunmadığını, kendisinden önceki müdürden teslim aldığında herhangi bir yazılı belgeyle devir almadığını, kasada ne kadar para olduğunu da kontrol etmediğini, zaman zaman adliyede şoför olarak çalışan R. A. isimli görevli vasıtasıyla bankadan bu paraların çekildiğini ve adlarına para tahakkuk eden kişileri çağırıp ödemeleri yaptıklarını, bir kısım hak sahiplerinin bordrolardaki imzalarının neden kendilerine ait olmadığını bilemediğini, kendisine yüklenen suçları işlemediğini beyan etmiş ise de, dosyada toplanan tüm delillerin müşteki ve tanık beyanlarının net olduğu, sanığın savunmalarının doğrulanmadığını, …, yine memur olan sanığın birden çok bordroya ödenmiş gibi imza atmak suretiyle resmi belgede sahtecilik yaptığı ve müteselsilen resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği anlaşıldığından sübuta eren bu eylemi nedeniyle cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir…” Başvurucunun temyizi üzerine resmi belgede sahtecilik suçundan verilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/2/2014 tarihli ve E.2012/14274, K.2014/1270 sayılı ilâmıyla düzeltilerek onandığından aynı tarihte kesinleşmiş, zimmet suçundan verilen karar ise suçun niteliğinde yanılgıya düşüldüğünden bahisle bozulmuş ve dava dosyası ilgili mahkemesine gönderilmiştir. Diğer suçun bozma sonrasındaki yargılaması aynı Mahkemenin 2014/186 esasın kayıtlı olarak yürütülmektedir. Onama kararının ilgili kısmı şöyledir: “Resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Suçun TCK'nın 53/1-a maddesindeki yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesine rağmen sanık hakkında aynı Yasanın 53/ madde ve fıkrası gereğince cezanın infazından sonra başlamak üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kanuna aykırı, katılan vekili ve sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/ maddesi de gözetilerek CMUK'nın maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın düzeltilmesi mümkün bulunduğundan aynı Yasanın maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, mahkemenin alt sınırdan ceza tayinine yönelik takdiri de nazara alınarakhüküm fıkrasına \"Sanığın, ayrıca cezanın infazından sonra işlemek üzere, TCK'nın 53/ maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün süre ile aynı Kanunun 53/1-a maddesindeki hak ve yetkileri kullanmaktan yasaklanmasına,\" ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,…” Başvurucu, onama kararından 8/4/2014 tarihinde bilgi sahibi olmuştur. Bireysel başvuru, 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5613", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tanıkların sorgulanamaması, bilirkişi raporu alınması için yapılan taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve hükmün gerekçesiz olarak onanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; bir kısım avukatın gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla İstanbul Adliyesi içinde toplanan, başvurucunun da aralarında bulunduğu grubapolisin güç kullanması nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/4/2017 tarihinde, bir kısım avukatın tutukluluğunu protesto etmek amacıyla İstanbul Adliyesi binası içinde toplanan grupla birlikte oturma eylemine katılmıştır. Başvurucu, anılan tarihte Halkların Demokratik Partisi İstanbul milletvekilidir. Başvurucu, müdahalede bulunulmaması için birkaç avukat ile birlikte kolluk amiriyle görüştüğünü ancak müdahalenin gerçekleştiğini belirtmiştir. Gerçekleştirilen eyleme polis müdahale etmiştir. 6/4/2017 tarihli Olay, Yakalama ve Savcı Görüşme Tutanağı şöyledir:\" 2017 günü saat: 00’ dan itibaren İstanbul ili İstanbul Adalet Sarayında Çağdaş Avukatlar Grubu tarafından yapılan sosyal medyadaki çağrılar üzerine C Bloktan içeriye girdikten sonda meydanda bulunan heykellerin önünde toplanacaklarını ve heykel önünde nöbet tutacaklarını duyurmaları üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İdari İşler Müdürlüğünün 2016 tarih ve 2016/3823 Muh. sayılı yazıları ile bilinen yer ve çevresinde diğer unsurlarla birlikte saat: 10/00 itibariyle gerekli güvenlik önlemleri alınmıştır.Alınan bilgi ile ilgili saat: 30 sıralarında Başsavcı Vekili ... telefonla aranarak bilgilendirildiğinde kesinlikle Adliye içi ve heykellerin bulunduğu bölümde herhangi bir eylem amaçlı toplanmaya oturma eylemine vatandaşın giriş çıkışı ve Adliyenin rutin işleyişine engel olacak hareketler ile Basın Açıklamasına izin verilmemesi bu konuda yazılı talimatın da bulunduğunu böyle bir durumda şahısların Çağlayan Meydan olarak bilinen alana çıkarılmasının gerektiğini ve burada isterlerse basın açıklamasında bulunabilecekleri talimatı görevlilerimize verilmiştir.Saat: 50 sıralarında Çağdaş Avukatlar Grubu ile Halkın Hukuk bürosu avukatları ile diğer bağımsız avukatlardan oldukları değerlendirilen yaklaşık 30 kişilik üzerinde avukat cübbesi bulunan grup adliye içerisindeki heykellerin önündeki merdivenlerde oturma eylemi, yapmak için oturmuş, ellerinde döviz şeklinde üzerinde Cumhuriyet Gazetesi davasından tutuklu bulunan şahıslar ile avukatların resimlerinin bulunduğu dövizler taşıyan grup izlemeye alınmış, bu esnada Şişli İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı tarafından grubun sözcüsü olduğunu beyan eden bir erkek avukat cübbeli [kişi] ile gerekli ikaz ve uyarıları yaparak, eylemlerinin izinsiz ve yasadışı olduğunu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Adliye binası içerisinde herhangi bir eylem, basın açıklaması ve bu amaçla toplanma faaliyetine izin verilmediği, adliye binası dışındaki alanda faaliyet yapabilecekleri yönündeki talimatları ve yapmakta oldukları kanunsuz eylemlerine son vermeleri hususu defaten söylenmesine rağmen grup oturma eylemine devam etmiş, eylemci grubun sayısı yaklaşık 100 kişiyi bulmuş, bunun üzerine içeriye Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü unsurları davet edilerek eylemci grup bir kez daha eylemlerine son vermeleri konusunda uyarılmış, ancak yapılan uyarılar hiçbir şekilde dikkate alınmamış, eylemlerine devam etmişlerdir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının emri ve talebi gereği ayrıca İstanbul Adalet Sarayı içerisinde huzur ve sükunun sağlanması, Adliyedeki mahkemelerin gürültü ve benzeri şekilde rahatsızlık vererek aksamaması ve adliyeye gelen vatandaşların adliye içerisinde eylemci grubu görerek devlet otoritesinin sarsılmaması için adliye binası içerisindeki gruba müdahale edilmesi gereği hasıl olmuştur. Tarafımızca yapılacak müdahalede öncelikle her hangi bir yaralanma ve istenmeyen olayların yaşanmaması için Çevik Kuvvet personeline eylemci grubun arka tarafından kalkan marifetiyle süpürme olarak tabir edilen şekilde gruba müdahale edilerek eylemci grubun adliye dışına çıkartılması sağlanmak istendiğinde, eylemci grup saldırgan tavırlar sergileyerek görevli polislere karşı direnmeye başlamışlardır. Eylemci grup tarafından aynı zamanda görevli polislere sinkaflı sözler söylemeye başlamışlar ve fiziki olarak görevli polislere saldırmak şeklinde aşırı derecede direnç göstermişler Çevik Kuvvet personeli ellerinde bulunan kalkan ile kendilerini korumaya çalışmışlar ve müdahalede orantılı olarak ... kademeli olarak itekleyerek dışarı çıkarma müdahalesinde güçlerini artırmışlardır. Eylemci grup içerisinden görevli polislere ani bir yumruk tekme şeklinde saldırı başladığında eylemci gruptan yere düşenler olmuş, polise yönelik yapılan bu saldırıda; ... görevli polislerden yaralananlar da olmuştur. Fiziki olarak saldıran grup zorlukla adliye dışarısına çıkarılmış ve bu gruptan Savcı talimatı ile 8 kişi 2017 günü saat: 45 sıralarında yasal hakları yüzlerine karşı okunarak tarafımızca yakalanmışlardır....Adliye binası içerisindeki durumu normal hale getirdikten sonra yakalanan 8 kişi kimlik tespiti için minibüs araç içerisinde bekletildiği esnada Terör ve Örgütlü Suçlar Cumhuriyet Savcısı...' [na] talimatları sorulmuş şahısların gözaltına alınması, olayda yaralanan polislerin doktor raporlarının alınması, olay esnasındaki kamera görüntülerinin temin edilmesi talimatı verilmesi üzerine ... Daha sonra yapılan tespitte eylemci grubun Adliye binası dışarısına çıkartılmak amacı ile ve her hangi bir yaralanma vb. istenmeyen olayın yaşanmaması için süpürme şeklinde tabir edilen ve kalkan marifetiyle dışarı çıkartılmaya çalışılan grubun müdahale esnasında polise yumruklu, tekmeli saldırmaları esnasında eylemci grubun birbirini iterek oluşturdukları kargaşa ile yere düşen ve muhafaza altına alınan kişilerin yaralandıkları tespit edilmiştir....\" Başvurucu, toplantının dağıtılması eylemi ile güç kullanımı sırasında şiddete maruz kaldığı iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Adliyenin güvenlik kameralarının şikâyete konu olaya ilişkin görüntülerini içeren altı DVD ve başvurucunun soruşturma dosyasına sunduğu iki DVD incelenmesi için bilirkişiye verilmiştir. 27/11/2017 tarihli bilirkişi raporunda;i. İstanbul Adalet Sarayı içinde toplu hâlde bulunan avukatların Themis heykeli önünde merdivenlerde oldukları, Çevik Kuvvet polislerinin avukatları iterek merdivenlerde durmalarını engelledikleri ve dışarıya çıkarmak için iterek, çekerek çıkış kapısına doğru uzaklaştırdıkları, avukatların bulundukları yerden ayrılmamak için direndikleri, bazılarının da polisleri ittiği, videolardan anlaşılacağı üzere grubun alkış tuttuğu, Adliyeden çıkmak istemedikleri, dışarı çıkarılamayan bazı avukatların yeniden Themis heykelinin önüne geldiği, bu durumun tekrarlandığı, emniyet görevlilerin tekrar müdahale ettiği,ii. Başvurucunun elinde fotoğraflar tutarak Themis heykelinin önünde beklediği, merdivenlerde oturduğu, orada bulunan avukat ve sivil vatandaşların olduğu grupla hareket ettiği, iii. Grubun kalabalık olması ve emniyet görevlilerinin sayısının fazla olması nedeniyle arbede sırasında müştekinin yaralanıp yaralanmadığının tespit edilemediği,iv. Lacivert kazaklı, saçlarının bir kısmı kırlaşmış, bir kısmı beyaz, sivil giyimli bir şahsın başvurucuyu ittiği belirtilmiştir. Başvurucuya karşı itme eylemini gerçekleştirdiği tespit edilen E.E.nin mülkiye başmüfettişince 17/8/2017 tarihinde beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısmı şöyledir:\"Ben 2017 tarihinde İstanbul Adliyesinde Avukatlar tarafından gerçekleştirilen oturma eylemi nedeni ile alınan tedbirler çerçevesinde kendisine görev verilen Çevik Kuvvet Şube Müdürü [Y] nin koruması olarak bulunuyordum. ... Ben devamlı Çevik Kuvvet Şube Müdürü[Y].ye yakın mesafede hem koruma hem de tahliye işlemlerine yardımcı olma görevi ifa ediyordum. ... Bana izletmiş olduğunuz videoda söz konusu kadını iteler şekilde görünen görüntü, kadının yine bahsettiğim yaşlı avukatla birlikte [] Müdürüme doğru hamle yapmaları üzerine [] müdürümü koruma güdüsüyle yapılmış bir uzaklaştırma hareketidir. Kesinlikle bedenine zarar verecek şiddette bir hareket yapmadım. Koruma güdüsüyle kendisini uzaklaştırmak amacıyla yaptım... Ben koruması ile mükellef olduğum[] müdüre karşı fiziki bir saldırıyı önlemek için şartlanmış bir vaziyette söz konusu uzaklaştırma hareketini yaptım...\" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/3/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun maddesi Toplantı veya Gösteri Yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensuplarına topluluğa dağıtmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunma ve topluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi vermektedir. Bunun yanında 2559 S.Y. m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde Polisin bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkisi bulunmaktadır.Olay tutanağı ve bilirkişi raporu incelendiğinde polis memurlarının, gerek kamu binası içerisinde izinsiz toplantı ve gösteri yapılması yasak yerlerden olması gerekse İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda içeriği belirtilen 12/04/2016 tarihli 2016/3823 Muh. Sayılı yazılarındaki talimat uyarınca müştekinin de içerisinde bulunduğu gösterici grubu eylemlerini sonlandırmaları için uyardıkları, toplantı ve gösterilerini adliye binası dışındaki alanda yapabileceklerini söyledikleri, bu şekilde gösterici grubun bir çok defa uyarıldığı, konunun müzakere yoluyla açıklandığı, bu müzakereler sırasında makul bir süre de geçmesine karşın gösterici grubun eylemlerine devam etme ısrarı üzerine görevli polis memurlarının gösterici grubu dağıtmaya başladığı, bir kısım katılımcıların kendiliklerinden olay yerinden ayrıldıkları, bazılarını ise ayrılmamakta ısrar ettikleri, bu şartlar altında yukarıda belirtilen mevzuat uyarınca zor kullanma koşullarının doğduğu, polis memurlarının zor kullanma sınırları içerisinde ittirmek suretiyle katılımcıları adliye dışında çıkartmaya çalıştıkları, müştekilerin direnmelerine karşın bilirkişi raporunda dikkate alındığında zor kullanma sınırının aşıldığına ilişkin bir tespit olmadığı, müştekinin de zor kullanma sınırının aşıldığına dair herhangi bir darp ve cebir raporu ibraz  etmediği, yapılan müdahalenin yasal sınırlar içerisinde kaldığı anlaşılmıştır.Yapılan soruşturma sonunda, müştekinin soyut iddiası dışında yukarıda isimleri yazılı polis memurlarının ve diğer görevli polis memurlarının görevlerini kötüye kullanmak suretiyle zor kullandıklarına, zor kullanırken orantılı davranmadıklarına, zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak sahip bulundukları nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle müştekiyi kasten yaraladıklarına, ona yönelik hakaret, tehdit, işkence eylemlerinde bulunduklarına ilişkin kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmıştır.\" Başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 24/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir\"(Değişik fıkra: 3/8/2002 tarih ve 4771 sayılı Kanun’un md.) Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.\" 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz.\" 2911 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;…e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,…Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,...ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur....\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ekrem Can ve diğerleri/Türkiye (B. No: 10613/10, 8/3/2022) kararında, İstanbul Sultanahmet Adliyesinde yapılan protesto sırasındaki eylemleri nedeniyle başvurucuların yakalanıp tutuklanarak mahkûm edilmeleri suretiyle yapılan müdahaleyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında incelemiştir. AİHM müdahalenin iç hukukta hukuki bir temelinin olduğunu ve kamu güvenliği ile başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma ve düzensizliği önleme meşru amaçlarını taşıdığını kabul etmiştir. AİHM ayrıca başvurucuların protestolarının kamu yararını ilgilendiren bir konuyla ilgili olmasına rağmen mesajlarını iletme ve Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki haklarını kullanma biçimlerinin sadece kamu güvenliğini bozmakla kalmayıp Sultanahmet Adliyesinde bulunan diğer kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması açısından bir risk oluşturduğunu ve aynı zamanda temel bir kamu hizmeti olan adaletin düzenli bir şekilde yürütülmesini de engellediğini belirtmiştir. AİHM bu sebeple mevcut başvurudaki müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca da karşılık geldiğini değerlendirmiştir. AİHM'e göre olağan yaşamı ve diğer faaliyetleri içinde bulunulan koşullarda kaçınılmaz olandan daha fazla kesintiye uğratan kanuna aykırı davranışların söz konusu olduğu durumlarda taraf devletlerin bu tür davranışları kısıtlamak için gerekli tedbirleri alma bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. AİHM başvurucuların protesto eylemlerini -şiddet içermese de- adaletin düzenli işlemesini ciddi şekilde bozabilecek diğer eylemlerle birlikte bir adliyede gerçekleştirmeleri sebebiyle kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin bu başvuru bakımından da geçerli olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte söz konusu takdir yetkisinin sınırsız olmadığı ve uygulanan yaptırımların niteliği ile miktarının izlenen amaçla karşılaştırıldığında orantılı olup olmadığının değerlendirileceği ifade edilmiştir. AİHM sonuç olarak adliyedeki protestoların yol açtığı kargaşaya rağmen başvurucuların Sözleşme'nin maddesinin kapsamına giren eylemler temelinde en az 1 yıl 8 ay 14 gün tutuklu kaldıklarına ve başvurucuların her birinin -yalnızca adliyedeki davranışlarından dolayı- oldukça ağır bir hapis cezası olan 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiklerine vurgu yaparak müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varmıştır. Buna göre AİHM, Sözleşme'nin maddesi ışığında başvurucuların Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki toplanma özgürlüğü haklarına yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varmıştır. ", "Haklar":"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21693", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir kısım avukatın gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla İstanbul Adliyesi içinde toplanan, başvurucunun da aralarında bulunduğu grubapolisin güç kullanması nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun bir mesajlaşma grubunda paylaştığı afiş ve yazı nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte İstanbul'da bir ilkokulda sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, öğrenci velileri için açtığı WhatsApp sınıf grubunda \"Barış şehitlerimiz için yaşamı durduruyoruz. 12-13 Ekim'de grevdeyiz! Faşizme inat, savaşa inat barış\" ifadelerini içeren afişi \"Pazartesi ve salı günleri ders olmayacak\" notuyla paylaşmıştır. Söz konusu paylaşımı nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması yapılmıştır. Soruşturma raporunda, başvurucunun anılan tarihlerde ders olmayacağına ilişkin paylaşımıyla katılacağı grevi velilere duyurmasının ötesinde derslerin yapılmayacağını belirterek grev çağrısını veliler aracılığıyla okula yayma çabasında olduğu kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir. Nihayetinde paylaşımın 4/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı ile grev yasağını düzenleyen ve maddelerine aykırı olduğu sonucuyla aynı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (C) bendinin (ı) alt bendi uyarınca \"hizmet içinde devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak\" kapsamında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılması teklif edilmiş ve başvurucunun savunması istenmiştir. Başvurucu; savunmasında, paylaşımı sendikanın aldığı grev kararı nedeniyle okulda bulunamayacağını bildirerek velilerin mağdur olmasını önlemek amacıyla yaptığını ifade etmiştir. Sonuç olarak teklif edilen cezanın kabulüne karar verilmiş ve anılan karara itiraz edilmemesi üzerine disiplin cezası kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme kullanılan ifadelerin \"veliler üzerinde güven ve itibar duygusunun kaybına yol açtığını, ilköğretim kurumlarının ve öğretmenlik mesleğinin amacına uygun nitelikte olmadığını, öğrenciler üzerinde doğru rol model davranış oluşturmadığını\" belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf talebiyle bölge idare mahkemesine başvurmuştur. İstinaf değerlendirmesinde mahkeme kararının kaldırılması için gerekli nedenlerin bulunmadığı belirtilerek kesin olarak istinaf istemi reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26675", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun bir mesajlaşma grubunda paylaştığı afiş ve yazı nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 11/12/2006 tarihli iddianamesi ile 23/3/2006 tarihinde sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret, basit tehdit, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Şanlıurfa Sulh Ceza Mahkemesinin 21/7/2009 tarihli kararı ile başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin25/12/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2627", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Radikal gazetesinde (gazete) çıkan haberlere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 16/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/6/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde belirtilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ahmet Oğuz Çinko elektrik teknisyeni, Erkan Çelik ise mimar olarak Kültür ve Turizm Bakanlığında (Bakanlık) çalışmaktadırlar. Gazetenin 14/5/2013 tarihli nüshasının 6 ve sayfalarında “Yapılmayan İşe 1 Milyon 200 Bin Lira” başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haberde Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünce yapılan ihalede yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmamasına rağmen usulsüz olarak 000 TL tutarında hak ediş ödemesi yapıldığı iddia edilmiştir. Habere göre Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü, teknik personelden şirkete ödeme yapılması için hak ediş düzenlemelerini istemiş ancak personel bu talebi kabul etmemiş, bunun üzerine Bakanlıkça görevlendirilen başvurucular Antalya’ya giderek söz konusu hak edişleri imzalamışlardır. Gazetenin 15/5/2013 tarihli nüshasının 1 ve sayfalarında ise “İş Yapmayan Müdür Açığa Alındı” başlığıyla yeni bir haber yayımlanmış, önceki haber üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü’nün açığa alındığı bildirilmiştir. Aynı haberde, söz konusu inşaat işine ilişkin olarak Bakanlık tarafından yapılan basın açıklamasına da yer verilmiştir. Başvurucular, davalı gazeteye gönderdikleri cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine cevap ve düzeltme hakkını kullanmak maksadıyla tekzip yazısının yayımlanması için Ankara Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, söz konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, haberde geçen; yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmadığı, ihale bedeli, yükleniciye 000 TL ödeme yapıldığı, kendilerinin görevlendirilmek suretiyle 17/12/2012 tarihinde Antalya’ya gönderildikleri, elektrik işi dışında hiçbir iş yapılmadığı hâlde kendilerinin imzasıyla ödeme yapıldığı, aslında henüz yapılmamış olmasına rağmen kendilerince hazırlanan hak ediş raporunda bazı yapıların bitirilmiş olduğunun gösterildiği, Kültür ve Turizm Bakanı’nın müdahalesi üzerine yolsuzluğun ortaya çıktığı iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu iddia etmişlerdir. Başvurucular talep dilekçesine delil olarak gazete suretlerini eklemişlerdir. Bu tür taleplerde uygulanan usul gereği talep dilekçesi karşı taraf olan gazete sorumlu müdürü ile gazetenin sahibi olan gerçek veya tüzel kişiye tebliğ edilmemiştir. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan ilk derece mahkemesi, 6/6/2013 tarihli kararında, şikâyet konusu gazete nüshalarında “içeriği itibari ile haber ve yorum niteliğinde yazıların bulunduğu, yazıların kaynağının gösterildiği, bu çerçevede de yazıların basın, yayın ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle başvurucuların talebini reddetmiştir. İtiraz üzerine Ankara Asliye Ceza Mahkemesi, 4/7/2013 tarihli kararıyla söz konusu kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucuların itirazını kesin olarak reddetmiştir. Bu karar, başvurucular vekiline 24/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 16/8/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır. …Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar. …” 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz. Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur. Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2007 tarihli ve E.2007/4-14, K.2007/32 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Anayasa'nın maddesinde düzenlenen ‘basın özgürlüğü’ ilkesinin özel hukuk alanındaki sınırlaması MK.nun 24-25 ve BK.nun maddeleridir. Basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğu vardır. Bunun içindir ki basının yayın yaparken yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylarındaki hukuka aykırı eylemlerden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışındaki bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ancak basın özgürlüğü ile kişilik değerleri karşı karşıya geldiğinde, çatışan iki değer aynı zamanda korunamayacağına göre somut olaydaki olgular itibariyle birinin diğerine üstün tutulması gerekir. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygun olacağı kabul edilecektir. Basının haber verme görevini yerine getirirken kullanacağı bu hakkın özel hukuk alanındaki sınıfı; gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık kuralları olarak belirlenmiştir. Haber verme bu sınırlar içinde kullandığı sürece hukuka uygundur. Bu unsurlardan biri olan gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla gerçeklik somut gerçeklik olmayıp, haberin verildiği andaki beliriş biçimine, görünürdeki gerçeğe uygunluktur.” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/1993 tarihli ve E.1993/4911, K.1993/5847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Haberin gerçekliğine yönelik hâkim incelemesinin objektif ölçülere dayanması, ilgilisince gerçeğe aykırı sayılmasının değil basının haber verme hakkının ve toplumun bilgi edinme olanağının sınırlanmasına yol açmayacak biçimde görünürdeki gerçeğe uygun olup olmadığının asıl alınması; maddi gerçek araştırılma durumunda olmadığı için ortada görünen durum ve tarafların iddialarını kanıtlamak için sundukları bilgi ve belgeler değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşılması, hukukumuzda cevap ve düzeltme sistemimizce benimsenen yöntem(dir.)” Yargıtay Ceza Dairesinin 4/3/2009 tarihli ve E.2005/16901, K.2009/2638 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:“5187 sayılı Basın Kanunu maddesi uyarınca cevap ve düzeltme hakkı, basının haber verme hürriyetinin sınırlanmasına yol açacak şekilde kullanılamayacağı gibi, eleştiri sınırları içersinde ele alınan ve objektif olarak verilen bir haberin de cevap ve düzeltme konusu yapılamayacağı(…)gözetilme(lidir.)” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İlke” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” 4721 sayılı Kanun’un “Davalar” kenar başlıklı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhtiyati tedbirin şartları” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Genel olarak” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” 6098 sayılı Kanun’un “Genel olarak” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.” 6098 sayılı Kanun’un “İşin işgörenin menfaatine yapılması hâlinde” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İşsahibi, kendi menfaatine yapılmamış olsa bile, işgörmeden doğan faydaları edinme hakkına sahiptir; ancak zenginleştiği ölçüde, işgörenin masraflarını ödemek ve giriştiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür.” ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6237", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Radikal gazetesinde (gazete) çıkan haberlere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, bir açık hava toplantısında yapmış olduğu konuşma nedeniyle başvurucu hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu işlediği gerekçesiyle yürütülen kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) genel başkanı ve Diyarbakır Milletvekilidir. Başvurucu, 1/8/2010 tarihinde Van ilinin Erciş ilçesinde düzenlenen ve BDP Erciş ilçe teşkilatınca organize edilen bir açık hava toplantısında konuşma yapmıştır. Söz konusu konuşma üzerine başvurucu hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu işlediği gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan \"Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.\" hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle anılan suçtan bir fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 28-33) dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu teklif; hâlihazırda Bakanlıkta, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa'da ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlık ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla gereğinin takdir ve ifası için Erciş Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bunun üzerine Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı 1/9/2016 tarihinde başvurucu hakkında bir iddianame düzenlenmiştir. İddianamede başvurucunun açık hava toplantısında yapmış olduğu konuşmasının bazı kısımlarına yer verilip anılan suçun işlendiğine dair bir değerlendirme yapılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:\"Olay tarihinde BDP Erciş ilçe teşkilatı tarafından yapılan açık hava toplantısında, BDP Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın Türkçe olarak yaptığı konuşmasında '12 Eylül darbe Anayasası’nın üç kafadarlar Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli tarafından ömrünün nasıl uzatılacağının konuşulduğunu, bu anayasanın halkın anayasası olmadığını, halkı inkar eden faşist bir anayasa olduğunu, Tayyip’in en büyük devrimci olarak ortaya çıktığını, ancak futbolculuğu ne kadarsa devrimciliğinin de o kadar olduğunu, kürt halkının kendi topraklarında zulme uğradığını, sandığa gitmeyerek referandumu boykot edeceklerini, zilanın torunlarının zilanın hesabını sormaya devam edeceğini' beyan ettiği, dosyadaki belgelerin incelenmesinde şüphelinin bölge farklılığı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, yapmış olduğu konuşma esnası ve sonrasında miting alanında bulunan kitlenin PKK terör örgütü sözde lideri Abdullah Öcalan ...[ve] güvenlik güçlerince girdiği çatışmada öldürülen örgüt üyesi Yaşar Dilman (Rojhat) lehine sloganlar atıldığı, böylece kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıktığı, şüphelinin bu eyleminin 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Maddesinde düzenlenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu oluşturduğunun tespit edildiği...\" Başvurucu hakkındaki iddianameyi kabul eden Erciş Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2017 tarihinde anılan suç yönünden kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Erciş Ağır Ceza Mahkemesince 9/8/2017 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 19/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"İfade özgürlüğü", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37747", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir açık hava toplantısında yapmış olduğu konuşma nedeniyle başvurucu hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu işlediği gerekçesiyle yürütülen kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; özel hayat kapsamında kalan eylemler gerekçe gösterilerek görevden alınma nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imam olarak görev yapan başvurucu hakkındaki şikâyetler nedeniyle gerçekleştirilen idari soruşturma sonucunda müfettiş tarafından düzenlenen 29/3/2012 tarihli soruşturma raporunda özetle aşağıdaki tespitlere yer verilmiştir:i. Gümüşhacıköy ilçesine bağlı bir köy camisinde 29/4/2004 tarihinde göreve başlamasından sonra aynı köyde ikamet eden Ö.A.nın evine gittiği zamanlarda kızı E.A.ya \"seni seviyorum, senden hoşlanıyorum\" diyerek laf attığı, yalnız olduğu zamanlarda eve gelmek istediği, bazen de hiç sormadan ve izin istemeden evine giderek bu kadınla defalarca öpüştüğü, bu kadının karşı çıkması üzerine \"evlendiğin erkeği kandırırsın\" diyerek cinsel ilişkiye girmek için ikna etmeye çalıştığı,ii. E.A.nın başvurucuyu eve almak istemediği veya evde buluştuklarında taleplerini yerine getirmek istemediği zamanlarda \"beni evlerine davet ediyor, sen kimseyi ikna edemezsin, ancak bana herkes inanır, ben evliyim kendimi kurtarırım.\" diyerek şantajda bulunduğu, ayrıca kadına tehdit ve hakaret içeren, kendisinden cinsel yönden faydalanmayı hedefleyen mesajlar attığı,iii. Başvurucunun kayınpederi beyanında; damadının masum olduğunu söyleyemeyeceği, damadının telefonla görüştüğü ve mesaj attığı iddia edilen kadının geçmişte de iffetli biri olmadığını ifade ettiği görülmüştür. Ayrıca başvurucunun görev yaptığı köyün muhtarı tarafından; başvurucunun görevden uzaklaştırılmasından sonra birçok kadını telefonla taciz ettiğine ve kadınların sesini çıkaramadığına ilişkin duyumlar aldığı şeklinde beyanda bulunulduğu,iv. Öte yandan başvurucunun müftülükte savunması alınırken intihar girişiminde bulunduğu, ihtiyar heyetinin Gümüşhacıköy Kaymakamlığına \"başvurucunun taciz iddiaları nedeniyle 2012 yılında görevinden uzaklaştırılmasına rağmen aynı köyde yaşamaya devam etmesinden köylünün rahatsız olduğu, huzur ve sükunetin daha fazla bozulmaması için köyden ayrılması\" yönünde başvurusunun bulunduğu belirlenmiştir. Anılan soruşturma raporu gereğince 15/4/2015 tarihli ve 29327 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Diyanet İşler Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan itikat, ibadet, tavır ve hareketlerinin İslam törelerine uygunluğunun çevresinde bilinir olduğu şartını kaybettiğinden bahisle 14/6/2012 tarihinde başvurucunun görevine son verilmiştir. Başvurucu, bu işlemin iptali ve işlem nedeniyle uğradığı maddi zararlarının tazmini talebiyle 13/7/2012 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 24/7/2012 tarihli kararıyla dosyasının yetkili Samsun İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Samsun İdare Mahkemesi (Mahkeme) 4/4/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Bu karar Danıştay Onikinci Dairesince dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle karar düzeltme aşamasında bozulmuştur. Gerekçede; soruşturma raporunda başvurucuya isnat edilen cinsel taciz, cinsel saldırı ve tehdit suçları kapsamında E.A.nın beyanından başka bir delil bulunmadığı, anılan kişinin cinsel nitelikteki eylemler nedeniyle şikâyetçi olmadığını ifade ettiği belirtilmiştir. Ayrıca olayların oluş yeri, zamanı ve niteliği konusunda somut olgulara yer verilmediği gibi E.A.nın anlatımları arasında çelişkilerin bulunduğu vurgulanarak soruşturmada kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delillere ulaşılamaması ve şikâyet yokluğu gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği ifade edilmiştir. Gerekçede bu tespitlerden hareketle, başvurucunun mesleğinde itikat, ibadet, tavır ve hareketlerinin İslam törelerine uygunluğunun çevresinde bilinir olduğu şeklinde ortak bir nitelik taşımak şartını kaybettiğinden bahsedilemeyeceği anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Mahkeme 3/11/2017 tarihli kararıyla bozma kararına uymamış ve kararında ısrar ederek davayı reddetmiştir. Gerekçede başvurucu hakkındaki ceza davasına da değinilerek, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığınca (TİB) yapılan incelemede; başvurucunun kullandığı hattan E.A.ya 26/10/2011, 27/10/2011, 28/10/2011 ve 29/10/2011 tarihlerinde hakaret, tehdit ve cinsel taciz içerikli mesajlar gönderildiğinin belirlenmesi nedeniyle anılan suçlardan HAGB kararı verildiği belirtilmiştir. Bunun yanında kararda, başvurucunun imam hatip olarak görev yaparken evli bir kadın ile olağan arkadaşlık ilişkisinin ötesinde bir ilişki kurduğu ve anılan ilişkinin çevresinde bilinir hâle gelmesi nedeniyle ilgili yönetmelikte belirlenen şartı (bkz. § 6) kaybettiği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesinin ısrar kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (Kurul) 26/11/2018 tarihli kararıyla onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi Kurulun 2/12/2019 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 7/2/2020 tarihinde öğrenmiş ve 20/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. A.T. B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 47; İ.A., B. No: 2016/3423, 14/9/2017, § 31; N.S. B. No: 2015/9155, 10/1/2019, §§ 49, 50; A.K., B. No: 2015/10298, 7/3/2019, §§ 54, ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6537", "Başvuru Konusu":"Başvuru, özel hayat kapsamında kalan eylemler gerekçe gösterilerek görevden alınma nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; zimmet suçundan dolayı açılan davada, ayrıca resmî belgede sahtecilik suçundan da hüküm kurulması nedeniyle aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Bandırma Sahil Sağlık Denetleme Merkezinde sağlık memuru olarak çalışmaktadır. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2001 tarihli iddianamesi ile gemilerin denetimi işleminde düzenlenen tahsilat makbuzlarının asıllarına yazılan meblağın dip koçanlarında daha az miktar olarak yazıldığı, bazen de bu şekilde yazılan makbuzların asıl ve dip koçanlarının farklı şahıslarca imzalanmak suretiyle aradaki farkın mal edinildiği iddiasıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu şahıslar hakkında basit zimmet suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Bandırma Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/11/2004 tarihli kararı ile başvurucunun suçunu ikrar ettiği, kamu davası açılmadan önce zimmete konu edilen miktarı ödediği ve suça konu eylemin ancak daire dışında yapılacak araştırma sonucu tespit edilebilecek nitelikte olduğu gerekçeleriyle \"nitelikli zimmet\" suçundan 7 yıl 9 ay 10 gün ağır hapis cezası ve000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 10/10/2006 tarihli kararında belirttiği \"...sanıkların mahkumiyetlerine dair hükümlerin; sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun maddesinde “zaman bakımından uygulama”, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun maddesinde ise, “lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” kurallarının düzenlenmesi, ayrıca 5252 sayılı Kanunun maddesi ile 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükten kaldırılması, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve bu Kanunların hükümden sonra 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunması karşısında; 5237 sayılı Kanunun ve 5252 sayılı Kanunun maddeleri uyarınca, sanıkların hukuki durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun hükümleri de nazara alınarak yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması...\"gerekçeyle hükmü bozmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 23/5/2008 tarihli kararı ile başvurucunun lehine olduğu kabul edilen 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca \"nitelikli zimmet\" suçundan 2 yıl 7 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Sanıklar müdafii ve katılan vekilinin temyizi üzerine anılan karar Dairenin 9/3/2009 tarihli kararı ile oluşturulacak bilirkişi heyetinden her bir sanığın müştereken ve ayrı ayrı sorumlu tutuldukları makbuzlardaki zimmet miktarlarını açıklayıcı rapor alınarak sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi ayrıca suça konu makbuzların aldatma yeteneği bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra 5237 sayılı Kanun'un maddesi gereğince sanıkların eylemlerinin sahtecilik suçu yönünden de değerlendirilmesi suretiyle lehe Kanun'un tespiti gerektiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi heyeti raporuna göre belgelerin aldatma kabiliyeti olduğunun ortaya çıkması üzerine Mahkeme, 5237 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca başvurucu hakkında sahtecilik suçundan değerlendirme yapılmak üzere Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir. Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı 13/8/2012 tarihli iddianamesi ile \"...gemilerin sağlık denetimi işlemine esas olmak üzere 3 nüsha halinde tahsilat makbuzları düzenledikleri, bazen tahsilat makbuzlarının asıllarına yazdıkları meblağlardan daha az miktarda dip koçanlarına yazmak suretiyle bazen de asıl ve dip koçanlara farklı yazılan tahsilat makbuzunun aslını koruma memuru imzalamış ise de dip koçanının veznedar ve sağlık memurunun imzalanması suretiyle zimmetlerine para geçirdikleri...\" iddiasıyla \"resmî belgede sahtecilik\" suçundan şüphelilerin cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Mahkeme 25/9/2012 tarihli kararında başvurucunun yargılandığı \"nitelikli zimmet\" ve \"resmî belgede sahtecilik\" suçlarına ilişkin her iki dava arasında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle davaların birleştirilmelerine karar vermiştir. Birleştirme kararı sonrasında Mahkeme 23/11/2012 tarihli kararı ile başvurucunun suçunu ikrar ettiği, kamu davası açılmadan önce zimmete konu edilen miktarı ödediği ve suça konu eylemin ancak daire dışında yapılacak araştırma sonucu tespit edilebilecek nitelikte olduğu gerekçeleriyle \"nitelikli zimmet\" suçundan 2 yıl 7 ay 7 gün, \"resmî belgede sahtecilik\" suçundan ise 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca kararının gerekçesinde başvurucu lehine olan cezanın belirlenmesinde lehe kanun uygulaması yönünden değerlendirme yapıldığını belirtmiştir. Buna göre başvurucuya eylemi uyarınca; 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu hükümlerince \"nitelikli zimmet\" suçundan netice olarak 7 yıl 9 ay 10 gün hapis ve adli para cezası; 5237 sayılı Kanun hükümlerine göre ise \"nitelikli zimmet\" ve \"resmî belgede sahtecilik\" suçlarından toplamda 5 yıl 8 ay 22 gün hapis cezası verilmesi gerekeceğinden, suç tarihinde yürürlükte olan Kanun yerine sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun'un başvurucunun lehine olduğu açıklanmıştır. Anılan kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Dairenin 22/4/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu vekili kararı 11/8/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmekte olup 26/8/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:\"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir.Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir.Zararın, kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde yukarıdaki fıkralarda yazılı cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte biri indirilir.Meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece ödettirilmesine re'sen hükmolunur.Bu fiiller kamu bankaları aleyhine işlenmiş ise faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.\" 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.\" 5237 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir: \"(1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.\" 5237 sayılı Kanun’un \"Zaman bakımından uygulama\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar. (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.\" 5237 sayılı Kanun’un \"Bileşik suç\" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: \"Biri diğerinin unsurunu veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir. Bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz.\" 5237 sayılı Kanun’un \"İçtima\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.\" 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi şu şekildedir:\"(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır. (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır.\" 5252 sayılı Kanun’un \"Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul\" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şu şekildedir: \"(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.\" 5252 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: \"(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla,... b) 1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu bütün ek ve değişiklikleri ile birlikte, yürürlükten kaldırılmıştır.\" 5252 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir: \"(1) Bu Kanunun,  a) \"İnfazın ertelenmesi veya durdurulması\" başlıklı 10 uncu maddesi hükmü yayımı tarihinde,b)Diğer hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinde, yürürlüğe girer.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun \"Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi \" kenar başlıklı maddesi şöyledir: (1) Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. (2) Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2006 tarihli ve E.2006/5-182, K.2006/182 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:\"...5237 ve 5252 sayılı Kanunların yukarıda zikredilen madde ve ilgili fıkraları esas alındığında lehe yasanın tesbiti açısından, olaya ilişkin olarak 5237 sayılı Kanunda esas alınması gereken iki hüküm bulunmaktadır. Birincisi zimmet suçuna ilişkin madde, diğeri ise sahtecilik suçları yönünden içtimayı düzenleyen maddedir....5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddesinin gerekçesinde: “Madde metninde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir. Örneğin, sahte belgenin kullanılması sureti ile bir kimse aldatılarak bir yarar elde edilmiş olabilir. Bu durumda, hem dolandırıcılık hem de resmi veya özel belgede sahtecilik suçlarına ait cezaların içtima suretiyle verilmesi gerekecektir. Keza, sahte belge düzenlemek suretiyle zimmetin gizlenmeye çalışılması hâlinde, hem zimmet suçundan hem de resmi belgede sahtecilik suçundan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacaktır.” denilmektedir.Buna göre; Mahkemece 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun, Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul başlıklı maddesinin fıkrası nazara alındığında, sonraki kanun olan 5237 sayılı Kanunun maddesi delaletiyle sahtecilik suçunun da lehe olan hükmün tesbitinde esas alınması gerektiği sonucuna varılmaktadır....Nitekim, lehe yasanın tespiti açısından bu ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve yargısal kararlara konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi halen geçerliliğini koruyan 1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı,” şeklinde, lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem anahatlarıyla belirtilmiştir.....Yürürlük yasaları, suç tarihinde yürürlükte bulunan yasa ile sonradan kabul olunan yasalar arasındaki uyum sorunlarını gidermek için kabul olunan geçici yasalar olup, 5252 sayılı Yasa da, 765 ve 5237 sayılı Yasalar arasındaki uyumu sağlayabilmek için kabul edilmiş bulunan, geçici, süreli ve özel bir Yasa’dır. O halde, uyuşmazlık öncelikle, amacı, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe konulmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek, kapsamı ise, diğer yasalarda 765 sayılı Türk Ceza Yasasına yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kaldırılan hükümler ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının uygulanması için diğer Yasalarda yapılan değişiklikler, bu yasanın yürürlüğe girmesinden önce işlenmiş suçlar hakkında ne surette hüküm kurulacağı ve kesinleşmiş cezaların nasıl infaz edileceğine ilişkin hükümleri içeren 5252 sayılı Yasa hükümleri kapsamında değerlendirilmelidir....Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ... köy muhtarı olan sanığın, satılan veya kiralanan arsalardan ve kantardan elde edilen gelirler için makbuz kesmediği, bir kısım köy gelir ve gider makbuzlarının alt ve üst nüshalarına farklı rakamlar yazarak ve bir kısım makbuzlara da eksik miktar yazarak aradaki farkı zimmetine geçirdiği, diğer eylemlerin ise bu suç içinde eridiği” iddiasıyla, TCY.nın 202/1, 80, 202/4, 219/son ve maddeleri uyarıca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış, mahkemece, sanığın köylülerden tahsil ettiği paraların bir kısmı için hiç makbuz düzenlemediği, bir kısmı için eksik makbuz düzenlediği, bir kısmı için ise makbuzların alt ve üst nüshalarını farklı düzenleyerek, düşük düzenlenmiş olan alt nüshalarını defterlere işlemek suretiyle toplam 000 lirayı zimmetine geçirdiği, zimmetin basit bir inceleme ile ortaya çıkarılmasının mümkün olduğu ve dolayısıyla eylemin basit zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilerek, 765 sayılı TCY’nın 202/1, 80, 202/3 ve maddeleri uyarınca 3 yıl 10 ay 20 gün ağır hapis ve lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ve aynı Yasanın 219/son maddesi uyarınca sürekli olarak memuriyetten yasaklanmasına karar verilmiş verilen bu hüküm, Yargıtay incelemesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Görüldüğü gibi sanığın sabit kabul edilen eylemi, makbuzların alt ve üst nüshalarının farklı yazılması veya eksik yazılması suretiyle aradaki farkın zimmete geçirilmesi eylemidir, 765 sayılı TCY’nın maddesindeki düzenleme uyarınca, zimmet suçunun unsurlarını oluşturan sahte belge düzenleme suçu, 5237 sayılı yeni yasa döneminde maddesindeki düzenleme uyarınca ayrıca cezalandırılabilen bir fiil haline dönüşmüştür. Anılan maddede “Sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.” hükmü ile bu husus açıkça belirtilmiştir. Yasa koyucu diğer bazı suçlar yönünden de 765 sayılı Yasa dönemindeki mürekkep (bileşik) suç uygulamasından vazgeçmiş, bu kapsamda, TCY’nın 125 ve 146 maddesinde düzenlen suçların, karşılığını oluşturan, 5237 sayılı Yasanın 302 ve maddelerinde, “Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.” düzenlemesi ile bu iradesini açıkça ortaya koymuştur. 5237 sayılı Yasanın 42, 43 ve maddelerindeki suçların içtimaı ile ilgili istisnai düzenlemeler hariç, yeni yasa döneminde her fiil bağımsız bir suç oluşturmakta ve ayrıca cezalandırılmaktadır. İnceleme konusu somut olayda, sabit kabul edilen eylem, alt ve üst nüshaları farklı veya eksik düzenlenen makbuzlarda, aradaki farkın zimmete geçirilmesidir. Zimmet suçunda kullanılan bu belgelerin, sahtecilik suçunu oluşturup, oluşturmadığı, 5237 sayılı Yasanın 212 ve 5252 sayılı Yasanın 9/ maddelerindeki açık düzenleme uyarınca mahkemesince değerlendirilmelidir. Yerel Mahkemece sahtecilik suçu yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın, önceki hükümdeki uygulama maddelerinin karşılaştırılması ile yetinilmiştir. Bu uygulama, 5252 sayılı Yasanın “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” kuralına aykırıdır, bu nedenle Yerel Mahkemece, sahtecilik suçu yönünden de değerlendirme yapılmak suretiyle, sahtecilik suçunun oluştuğunun kabulü halinde, lehe yasa karşılaştırmasına sahtecilik suçuna ilişkin uygulamanın da katılması, bu suçun oluşmadığının saptanması halinde ise salt zimmet suçu ile ilgili uygulamaların karşılaştırılması suretiyle, lehe yasanın saptanması gerekmektedir....\" Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28/6/2011 tarihli ve E.2011/5-74, K.2011/147 sayılı kararının ilgili bölümü şu şekildedir: \"...Ceza Yasalarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı TCY’nın maddesi ile, aynı tarihte yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın maddesi benzer biçimde düzenlenmiştir. 5237 sayılı Yasanın maddesinin fıkrası uyarınca; “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur” Bu ilkeye göre; sonradan yürürlüğe giren yasanın, bir fiili suç olmaktan çıkarması, suçun unsurlarında veya diğer cezalandırılabilme şartlarında, bu suçtan dolayı mahkûmiyetin yasal neticelerinde, ceza ve hatta güvenlik tedbirlerinde değişiklik yapması ve bu değişikliğin failin lehine sonuç vermesi durumunda, yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen suçlar hakkında da uygulanması gerekecektir. Bu değişiklik, kesinleşmiş ancak infazı henüz tamamlanmamış hükümler ile infazı tamamlanmış hükümler bakımından da sözkonusudur. Sonradan yürürlüğe giren yasanın önceki suç bakımından doğurduğu lehe sonuç bir mahkeme kararı ile saptanmalıdır. Hiç kuşkusuz bu belirleme, ister evrak üzerinde inceleme suretiyle yapılsın, ister duruşma açılarak gerçekleştirilsin, her halde bir davayı ve yargılama faaliyetini gerekli kılar. 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın maddesinin fıkrasında öngörülen yönteme göre, lehe olan hüküm; “önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir”...\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15333", "Başvuru Konusu":"Başvuru, zimmet suçundan dolayı açılan davada, ayrıca resmî belgede sahtecilik suçundan da hüküm kurulması nedeniyle aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, sermaye piyasası kurallarına göre özel durum açıklaması yapılmadığı için idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İdari Para Cezası Verilmesi Süreci Başvurucu, sinema salonu ile spor tesisleri işleten bir şirkettir. Başvurucu Şirket, A. Film Prodüksiyon Ticaret ve Sanayi A.Ş.nin (A. Şirketi) çoğunluk hisselerini devralmış; A. Şirketi üzerinde kontrol uygulayan E. Holding A.Ş. de başvurucu Şirket üzerinde kontrol uygulayan S. Entertainment Ltd. Şti.nin %50 hissesini devralmıştır. Bu devir işlemine Rekabet Kurulu tarafından 17/11/2011 tarihinde izin verilmiştir. Bu kapsamda İstanbul, Antalya ve İzmir'de bulunan üç adet sinema, S. Sinema ve Eğlence Hizmetleri A.Ş.ye (S. Şirketi) devredilmiş; bu Şirket de belirli bir meblağı ödemeyi taahhüt etmiştir. Rekabet Kurulunun söz konusu kararına karşı E.A. tarafından açılan davada Danıştay Onüçüncü Dairesi 9/10/2012 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar vermiş, bu karara karşı yapılan itiraz Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından 25/4/2013 tarihinde kabul edilmiştir. Davacının feragati nedeniyle Daire 10/9/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. S. Şirketi söz konusu davayı gerekçe göstererek sözleşmenin aldatma nedeniyle iptal edilmesi ve borçlu olunmadığının tespiti istemiyle A. Şirketi aleyhine İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde 7/2/2013 tarihinde dava açmıştır. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK/Kurul) 14/3/2013 tarihinde A. Şirketinden savunma istemiştir. Bu yazıda; Şirketin sermaye yapısının değişikliğine ilişkin Rekabet Kurulu kararına dava açılmasına, bu davada yürütmenin durdurulmasına karar verilmesine ve davacının davasından feragat etmesine ilişkin hususların kamuya duyurulmadığı belirtilmiştir. SPK 2/9/2013 tarihinde A. Şirketine bir yazı daha göndermiştir. Bu yazıda, S. Şirketi tarafından açılan dava ile ilgili olarak daha önce herhangi bir özel durum açıklaması yapılmadığı belirtilmiştir. Kurul tarafından bunun Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği'nin maddesine aykırılık teşkil ettiği ve idari para cezasını gerektirdiği ifade edilerek A. Şirketinden otuz gün içinde savunma yapması istenmiştir. A. Şirketi 30/9/2013 tarihinde savunma dilekçesini vermiştir. Bu dilekçede özetle davanın konusunun kamuya son açıklanan bilançosunda yer alan aktif toplamının %10'una tekabül eden tutarın altında kalması nedeniyle özel durum açıklamasına gerek olmadığı belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca bugüne değin Şirketin bu konuda herhangi bir yaptırımla da karşılaşmamış olduğu vurgulanmıştır. Kurul 26/2/2014 tarihinde A. Şirketinin idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararda, Rekabet Kurulunun kararına konu şartlar çerçevesinde devri gerçekleştirilen sinema salonlarının bazılarını devralan S. Şirketi tarafından açılan dava hakkında özel durum açıklaması yapılmaması gerekçe olarak gösterilmiştir. Bu bağlamda Kurul, A. Şirketinin Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği'nin maddesinin ihlali sebebiyle 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun maddesi uyarınca 2013 yılı için verilebilecek idari para cezasının üst sınırı olan 500 TL tutarında idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini belirtmiştir. A. Şirketinin 31/3/2014 tarihli Olağan Genel Kurulunda Şirketin başvurucu Şirket ile birleşmesine karar verilmiş ve birleşme işlemi 3/4/2014 tarihinde ticaret siciline tescil edilmiştir. Başvurucu Şirket, külli halefiyet ilkesi gereğince A. Şirketine verilen 500 TL'nin dörtte üçü olan 125 TL'yi kanun yoluna başvurma hakları saklı kalmak kaydı düşerek 17/4/2014 tarihinde Boğaziçi Kurumlar Vergi Dairesine ödemiştir.B. İdari Para Cezasına İtiraz Süreci Başvurucu Şirket, A. Şirketine uygulanan idari para cezası işlemine karşı SPK aleyhine 26/5/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 8/5/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, S. Şirketi tarafından açılan dava nedeniyle birleşmeye engel bir durumun çıktığı ve daha önce kamuya açıklanan birleşme işlemine ilişkin özel durum açıklamalarında değişiklik meydana geldiği belirtilmiştir. Mahkeme, mevzuat gereğince daha önce kamuya açıklanan bilgilere ilişkin hususlarda değişiklik ortaya çıktığında veya öğrenildiğinde şirket tarafından özel durum açıklaması yapılmasının zorunlu olduğuna vurgu yapmıştır. Mahkemeye göre söz konusu dava hakkında herhangi bir özel durum açıklamasının yapılmadığının dosyada bulunan belgelere göre sabit olduğundan mevzuat hükmüne aykırı davrandığı anlaşılan davacı hakkında tesis edilen işlemin davaya konu kısmında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucunun temyiz ettiği karar Danıştay Onüçüncü Dairesince 6/4/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi talebi de aynı Dairenin 17/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 24/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6362 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"(1) Sermaye piyasası araçlarının değerini, fiyatını veya yatırımcıların yatırım kararlarını etkileyebilecek nitelikteki bilgi, olay ve gelişmeler, ihraççılarca veya ilgili taraflarca kamuya açıklanır. (2) Birinci fıkrada belirtilen bilgi, olay ve gelişmelerin kamuya açıklanması, ilgili ihraççıya bildirimi, istisnai hâllerde açıklamanın ertelenmesi veya açıklama yapılmamasına ilişkin usul ve esaslar Kurulca belirlenir. \" 6362 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:  “(1) Bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere, belirlenen standart ve formlara ve Kurulca alınan genel ve özel nitelikteki kararlara aykırı hareket eden kişilere Kurul tarafından yirmi bin Türk Lirasından iki yüz elli bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. Ancak, yükümlülüğe aykırılık dolayısıyla menfaat temin edilmiş olması hâlinde verilecek idari para cezasının miktarı bu menfaatin iki katından az olamaz. (2) Birinci fıkradaki yükümlülüklere aykırı hareket eden kişinin bir özel hukuk tüzel kişisinin organ veya temsilcisi olması veya organ veya temsilcisi olmamakla birlikte bu tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde görev üstlenen bir kişi olması hâlinde, ayrıca tüzel kişi hakkında da birinci fıkra hükmüne göre idari para cezası verilir. Aykırılığın, temsilcisi olunan veya adına hareket edilen tüzel kişinin zararına bir sonuç doğurması hâlinde, tüzel kişiye idari para cezası verilmez.” SPK tarafından düzenlenen 6/2/2009 tarihli ve 27133 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Seri VIII, No. 54 sayılı Özel Durumların Kamuya Açıklanmasına İlişkin Esaslar Tebliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Bu Tebliğde geçen;...f) İçsel bilgi: Sermaye piyasası aracının değerini ve yatırımcıların yatırım kararlarını etkileyebilecek henüz kamuya açıklanmamış bilgileri,...ifade eder.\" Bu tebliğin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Ortaklıklar tarafından içsel bilgiler ve bu bilgilere ilişkin daha önce açıklanan hususlardaki değişiklikler ortaya çıktığında veya öğrenildiğinde özel durum açıklaması yapılması zorunludur.\" Bu tebliğin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Özel durumlar veya özel duruma konu bilgilerdeki değişiklikler ortaya çıktığı veya öğrenildiği anda en seri haberleşme vasıtasıyla bu Tebliğin 26 ncı maddesinde belirtilen Rehberde yer alan formlar kullanılarak ilgili borsaya ulaştırılması zorunludur.\" SPK tarafından düzenlenen 23/1/2014 tarihli ve 28891 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan II-1 sayılı Özel Durumlar Tebliği'nin maddesi ile yukarıda değinilen önceki tebliğ yürürlükten kaldırılmıştır. SPK tarafından düzenlenen Özel Durumlar Rehberi'nin ilgili kısmı şöyledir:\" İhraççının Finansal Yapısına İlişkin Değişikliklerİhraççının finansal yapısına önemli etkisi olabilecek bir olay açıklanması gereken içsel bilgiyi oluşturmaktadır. Bu bilginin sermaye piyasası aracının değeri, fiyatı ve yatırımcıların yatırım kararları üzerinde etkili olması olasılığı bulunması halinde, finansal tablo dönemi beklenmeksizin derhal açıklama yapılır....Aşağıda yer alan hususların, içsel bilginin değerlendirilmesinde dikkate alınması mümkündür:1) Kurul düzenlemeleri uyarınca kamuya açıklanan son bilançodaki aktif toplamının %10 veya daha fazlasına tekabül eden bir tutar için ihraççı aleyhine herhangi bir yolla icra takibine başlanılması, takibin sona ermesi, dava açılması veya davanın sonuçlanması, devam etmekte olan icra takiplerinin toplamının kamuya açıklanan son bilançodaki aktif toplamının %10 una ulaşması,...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün \"Mülkiyetin korunması\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ister suç gelirlerinin elde edilmesinin önüne geçilmesi için müsadere olarak uygulansın isterse de doğrudan uygulansın para cezalarının veya kazanç müsaderesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmektedir. Mahkeme, bu suretle yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, §§ 50, 51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05, 27/6/2015, §§ 57, 58). Konstantin Stefanov/Bulgaristan kararına konu olayda başvurucu avukatın ücreti yetersiz bulması nedeniyle zorunlu müdafi olmayı reddederek duruşmadan ayrılması üzerine ceza mahkemesince başvurucu avukata yaklaşık 260 euro tutarında para cezası verilmiştir. AİHM, şikâyet edilen cezaya konu paranın mülk teşkil ettiğini ve bu para cezasının uygulanmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 57). AİHM'e göre, uygulanan para cezası Sözleşme'nin anlamında bir yaptırım teşkil etmektedir. Bu sebeple müdahale, taraf devletlere yaptırımların ödenmesini sağlamak için mülkiyetin kullanımını kontrol yetkisi tanıyan Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı çerçevesinde değerlendirilmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 58). AİHM; para cezasının açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyette bir kanuna dayandığını, yargılamanın etkin ve gecikmeden sürdürülmesi yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacının da bulunduğunu tespit etmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 63, 64). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise farklı unsurları değerlendirmiştir. Öncelikle duruşmanın ertelenmesini önlemek amacı vurgulanmıştır. AİHM, caydırıcı bir etkinin sağlanması için parasal bir cezanın uygulanabileceğini belirtmiş ve bu alanda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda en önemli güvencenin ise başvurucuya uygulanan cezaya karşı itiraz edebilme hakkının tanınması olduğunu ve somut başvuruda ise başvurucuya uygulanan cezaya ilişkin karar verme usulünün keyfî olduğunun ortaya konulamadığını belirtmiştir. Mahkeme son olarak başvurucuya verilen para cezasının üst sınırdan uygulanmakla beraber aşırı veya orantısız olmadığını değerlendirmiş, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varmıştır (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 65-70). AİHM, ceza olarak değerlendirdiği suç gelirlerinin müsaderesine ilişkin Phillips/Birleşik Krallık kararında da benzer değerlendirmeler yapmıştır. Bu olayda ceza mahkemesince başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığı suçundan elde ettiği düşünülen gelirlerinin toplamı olan 400 sterlin tutarındaki paranın müsaderesine, bu paranın ödenmediği durumda ise iki yıl süreli hapis cezasının infazına karar verilmiştir. AİHM bu cezanın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin olayda uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 50). AİHM, ceza mahkemesinin kazanç müsaderesine ilişkin kararının Sözleşme anlamında bir yaptırım/ceza olduğunu vurgulamıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 51). AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı, taraf devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi tanımakta olup uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele anlamında böyle bir tedbirin uygulanmasının caydırıcı etkisine dikkat çekilmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, tedbirin yalnızca suçtan elde edilen gelirler ile sınırlı olduğunu ve yargılamada başvurucuya etkin bir itiraz hakkının tanındığını gözeterek karşılaştırılan meşru amaca göre müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Phillips/Birleşik Krallık,§§ 53, 54). Ismayilov/Rusya (B. No: 30352/03, 6/11/2008) kararına konu olayda, Bakü’de annesinden intikal eden evini satan başvurucu, yanında taşıdığı para miktarını (348 ABD doları) gümrük makamlarına eksik (48 ABD doları) bildirmiştir. Rus kanunlarına göre ise 000 ABD doları üzerindeki para miktarı gümrüğe bildirilmelidir. Başvurucuya bildirim yükümlülüğüne uymama suçundan şartlı tahliye koşuluyla altı ay hapis cezası verilmiş ve ayrıca el konulan paranın tamamının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM müsadere tedbiriyle ilgili istikrarlı yaklaşımına değinmiş ve müdahalenin mülkiyetten yoksun bırakma içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyeti taşıdığını belirtmiştir (Ismayilov/Rusya, §§ 28-30). AİHM, kamu yararı bakımından korunan hukuki menfaatin ise gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğüne uyulmasını sağlamak olduğunu vurgulamıştır(Ismayilov/Rusya, § 33). AİHM, başvurucuya herhangi bir suç isnadında bulunulmadığı ve olayda müsadere tedbirinin kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı, uyuşturucu kaçakçılığı, vergi kaçırma veya başka suç faaliyetleri kapsamında uygulanmadığı tespitlerine yer vermiştir. Buna göre belirli bir miktarın üzerinde ki nakit parayı yanında taşımış olan başvurucu, sadece gümrük makamlarına yanında taşıdığı bu parayı eksik bildirmekten ötürü sorumlu tutulmuştur. AİHM, bildirilmeyen paranın meşru yollardan elde edildiğini ve bu paranın bildirilmemesinin kamuya olan zararının ise oldukça az olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte müsadere tedbirinin sadece zararın tazmini amacıyla uygulandığı değil aynı zamanda caydırıcı ve cezalandırıcı bir yönünün de bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak olayda ise başvurucunun zaten bildirim yükümlülüğüne uymadığı için şartlı tahliye koşuluyla hapis cezası aldığına dikkat çekilmiştir. AİHM'e göre yalnızca bildirim yükümlülüğüne uymama nedeniyle ceza da almışken ayrıca müsaderenin uygulanması ölçüsüz olup başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir (Ismayilov/Rusya, §§ 37, 38). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23849", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sermaye piyasası kurallarına göre özel durum açıklaması yapılmadığı için idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, disiplin cezasının iptal istemiyle açılan davada, işlemin tesis edilme sürecine ilişkin olarak ileri sürülen hukuka aykırılık iddialarının karşılanmaması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları (TCDD) Bölge Koruma Güvenlik Amirliği bünyesinde görev yapmaktadır. Başvurucu, görev yaptığı istasyonda meydana gelen olaya müdahalede bulunmadığı gerekçesiyle 11/10/2006 tarihli işlem uyarınca 1/8 oranında aylıktan kesme disiplin cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucu, üzerine atılı eylemin gerçekleşmediğini ileri sürerek, aylıktan kesme cezasının iptali istemiyle 8/11/2006 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 26/12/2007 tarihli kararıyla, Pendik Garı'nda kapkaççıların çıkardığı olaya bazı güvenlik görevlileri tarafından müdahale edilmediğini ve başvurucunun da olaya müdahale etmeyen görevliler arasında yer aldığı hususunun tanık ifadeleri ile diğer bilgi ve belgelerden anlaşıldığını tespit etmiştir. Mahkeme, eylemine uyan ceza ile tecziye edilen başvurucunun açtığı davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğu gerekçesine yer vermek suretiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu, disiplin cezasını tesis eden kurulun hukuka uygun bir biçimde oluşturulmadığını ileri sürerek ret kararını temyiz etmiştir. Danıştay Onikinci Dairesi (Daire) 16/2/2011 tarihli kararıyla temyiz istemini reddederek hükmü onanmıştır. Başvurunun aynı iddiayı dile getirerek gerçekleştirdiği karar düzeltme istemi de Dairenin 13/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 22/4/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 14/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 24/10/1982 tarihli ve 17848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmelik'in (Disiplin Yönetmeliği) \"Kurulların kuruluşuna ilişkin esaslar\" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrasının (3) numaralı bendi şöyledir; \"III – (Değişik: 4/7/2005 – 2005/9138) BÖLGE DİSİPLİN KURULU:Valinin veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında,a) Bölge Müdürü (Başkan),b) Bölge Müdürü (Başkan)’nün görevlendireceği bir müdür yardımcısı,c) Sosyal ve idari hizmetleri yürütmekle görevli amir,d) Personel veya ünite amiri veya benzer hizmetleri yürütmekle görevli amirden kurulur.\"B. Danıştay Kararları Danıştay Onikinci Dairesi 6/6/2014 tarih ve E.2012/10039, K.2014/4765 sayılı kararında, tren teşkil memuru olarak görev yapan davacı hakkında yürütülen disiplin soruşturmasında Disiplin Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca Disiplin Kurulunda yer alması gereken sendika temsilcisinin toplantıya iştirak etmesi sağlanmaksızın tesis edilen disiplin cezası verilmesine işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararı onamıştır. Danıştay Onikinci Dairesi 24/9/2012 tarihli ve E.20009/1691, K.2012/5047 sayılı kararında, disiplin cezasına ilişkin işlemi tesis eden Disiplin Kurulunun mevzuatta belirtilen şekilde oluşturulup oluşturulmadığı yönünde bir inceleme yapılmadan verilen ret kararını bozmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6919", "Başvuru Konusu":"Başvuru, disiplin cezasının iptal istemiyle açılan davada, işlemin tesis edilme sürecine ilişkin olarak ileri sürülen hukuka aykırılık iddialarının karşılanmaması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle bekçilik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/11/1990 doğumlu olan başvurucu, 2/12/2018 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Akademisi Başkanlığının koordinesinde yapılan 2018 yılı Dönem Çarşı ve Mahalle Bekçiliği Sınavı'nı asil olarak kazanmıştır. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca başvurucu hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun atanmamasına dair işlem tesis edilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 29/1/2019 tarihinde dava açmıştır. Denizli İdare Mahkemesi (Mahkeme) 7/5/2019 tarihinde davayı reddetmiş; kararda, başvurucunun kardeşinin bina içinde muhafaza altına alınan eşya hakkında hırsızlık suçundan aldığı hapis cezasının ertelendiğinin, çocuğun cinsel istismarı, nitelikli yağma ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından ayrı ayrı hapis cezalarına mahkûm edildiğinin tespit edildiğini ifade etmiştir. Bekçilik mesleğinin niteliği gereği bu mesleğe girmek isteyenler hakkında daha geniş bir güvenlik soruşturması yapılabileceğine ve bu kapsamda aile bireylerinin eylemlerinin de değerlendirmeye alınabileceğine dikkati çeken Mahkeme, söz konusu mesleğin başvurucunun kardeşinin mahkûm olduğu suçlarla mücadelede önemli bir rolü olduğu gözetildiğinde dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Dosya içerisinde bulunan ve davalı idare tarafından sunulan davacıya ait güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması neticesinde elde edilen bilgi ve belgeler incelendiğinde; davacının kardeşi A. hakkında Denizli Asliye Ceza Mahkemesinin 12/12/2013 tarih ve E:2013/142, K:2013/523 sayılı kararı ile 'bina içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında hırsızlık' suçundan dolayı 1 yıl 8 ay hapis cezası verildiği ve hapis cezasının Türk Ceza Kanunu'nun 51/ maddesi uyarınca ertelenmesine karar verildiği, bu kararın temyiz edilmeksizin 27/02/2014 tarihinde kesinleştiği, yine davacının kardeşi A. hakkında Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin 13/09/2011 tarih ve E:2010/11, K:2011/286 sayılı kararı ile 'çocuğun cinsel istismarı suçundan' 8 yıl 4 ay hapis cezası, 'nitelikli yağma suçundan' neticeten 1 yıl 8 ay hapis cezası, 'konut dokunulmazlığını ihlal suçundan' 3 ay 10 gün hapis cezası verildiği, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusunun Yargıtay Ceza Dairesinin 27/11/2014 tarih ve E:2013/4020, K:2014/13404 sayılı kararı ile reddine karar verilerek anılan mahkeme kararının onanmasına karar verildiği görülmektedir.Olayda, davacının kardeşi A.'nın hırsızlık, çocuğun cinsel istismarı, konut dokunulmazlığını ihlal ve hırsızlık suçlarını işlediğinden bahisle hapis cezaları aldığı ve bu kararların da kesinleştiği, davacının yakın çevresinin işlediği fiillerden dolayı sorumlu tutulmaması gerektiğini ileri sürdüğü, ancak davacının bu tip suçlarla mücadele noktasında önemli bir görev tevdi edilen bekçilik mesleğine girmek istediği, bu meslek yönünden birtakım özel koşulların aranması ve geniş bir güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasının doğal ve gerekli olduğu, davacının girmek istediği bekçilik mesleğinin niteliği dikkate alındığında aile bireylerinin eylemlerinin davacının kamu hizmetine girmesine engel olacak şekilde davalı idarece değerlendirmeye alınması noktasında hukuka aykırılık bulunmadığı, ayrıca davacının güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz olduğuna karar verilerek atanmamasına dair davalı idare işleminin ceza hukuku bağlamında bir ceza olmadığı, davacıya herhangi bir suç isnadı yapılmadığı ve isnat edilen bu eylem karşılığında da ceza hukuku anlamında herhangi bir ceza verilmediği gibi davacının hukuk düzenine aykırı kabul edilen bir eylemi karşılığında bekçilik mesleğine alınmaması gibi bir durum söz konusu olmadığı, dava konusu işlemin idare hukuku anlamında da bir ceza olarak kabulüne olanak bulunmadığı anlaşıldığından davacının güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz olduğuna karar verilerek atanmaması yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Nitekim Anayasa Mahkemesinin Ç. Başvurusu, Başvuru Numarası:2014/16941, 24/01/2018 tarihli kararı da bu yöndedir.\" Başvurucu, mahkeme kararına karşı 31/5/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 22/10/2019 tarihinde istinaf talebini reddetmiştir. Karar, temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Başvurucu, karara karşı 6/11/2019 tarihinde temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onikinci Dairesinin 16/1/2020 tarihli kararıyla, istinaf incelemesinden geçtikten sonra temyiz incelemesine tabi tutulacak davalar arasında sayılmayan ve istinaf incelemesi üzerine kesinleşen karar hakkında temyiz isteminde bulunulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 17/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 9/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:\"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar\" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:\"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, … zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek … akıl hastalığı … bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73; K.2019/65 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak.\" 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:\"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/32528", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle bekçilik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile kanunla kurulmuş bağımsız tarafsız mahkeme ilkesine riayet edilmeyerek hakkında oda hapsi cezasına hükmedildiğini, şahsına bu yolla psikolojik işkence yapıldığını ileri sürerek Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür Başvuru, 21/1/2013 tarihinde Polatlı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/05/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 29/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 15/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 24/7/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, astsubay rütbesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmakta iken 2012 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Genel Atamaları ile Topçu ve Füze Okulu Gösteri ve Tatbikat Alayı Hizmet Birliği Mutfak Kısmı Komutanı Polatlı Ankara kadrosuna atanmıştır. Gösteri ve Tatbikat Alay Komutanlığının 23/10/2012 tarih ve PER.:1280-1408-12/Per.Sb. sayılı işlemi ile kadrolu olarak atandığı anılan görev yerinden kadrosu bulunmayan nizamiye sorumlusu astsubay olarak geçici görevlendirilmiştir. Başvurucu, geçici görevlendirme işleminin yetki ve usul yönünden ilgili mevzuata uygun olmadığından bahisle görevlendirmenin iptaline yönelik ilgili kuruma başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun dilekçesine yasal süre içerisinde cevap verilmemiş ve başvurucu nizamiye sorumlusu olarak göreve başlamıştır. Başvurucu, yukarıda değinilen görevi yerine getirmekte iken 4/12/2012 tarihinde nizamiyede mevcut olan tüm talimatları imzalaması istenmiş, başvurucu da söz konusu talimatların görevi ile ilgili olmadığını, erbaş ve erler tarafından yapılacak görevlere ilişkin talimatlar olduğunu ve kendisinin ise astsubay rütbesinde bir personel olduğunu, ilgili talimatları hazırlayan ve onaylayan kişilerin amiri pozisyonunda bulunmamalarını gerekçe göstererek anılan talimatları imzalamak istemediğini beyan etmiştir. Başvurucu, aynı gün öğlen saatlerinde, başvurucunun amiri pozisyonunda olmadığını belirttiği Atış ve Tatbikat Tabur Komutanı tarafından söz konusu talimatları imzalamak üzere telefonla odasına çağrılmıştır. Başvurucu, öğle yemeği istirahatında olduğu, bahsi geçen talimatların görevi ile ilgisinin bulunmadığı ve statüsüne de uygun olmadığı gerekçesi ile bu çağrıya icabet etmemiştir. Anılan talimatların şahsı tarafından imzalanmaması ve amirinin, odasına gelmesi konusundaki emrini yerine getirmemesi nedeni ile başvurucunun savunması alınmış ve savunmasının yeterli bulunmaması üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Gösteri ve Tatbikat Alay Komutanlığındaki yetkili amiri tarafından 11/12/2012 tarihinde başvurucunun yedi (7) gün oda hapsi cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu anılan oda hapsi cezasına itiraz etmiş ve itirazı Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu ve Füze Okulu Komutanlığında görevli hiyerarşik üstü tarafından 17/12/2012 tarih ve DİS. SB: 9110-624-12 sayılı karar ile reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 24/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkında hükmedilen oda hapsi cezası 14/12/2012- 21/12/2012 tarihleri arasında infaz edilmiştir. Başvurucu, 21/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun (Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ Askeri şahıslar hakkında verilebilecek disiplin cezaları şunlardır:  A) Subaylar, astsubaylar, Milli Savunma Bakanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli Devlet Memurları, uzman jandarmalar ve uzman erbaşlar hakkında: Uyarı. Aylık Kesilmesi: Ek göstergeler dahil, cezalının brüt aylığının 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Göz Hapsi: Dört haftaya kadar. Oda Hapsi: Dört haftaya kadar”. 1632 sayılı Kanun’un (Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Her amir emri altındaki şahıslara disiplin cezaları vermeğe salahiyetlidir.” 1632 sayılı Kanun’un (Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.) maddesi şöyledir:“Disiplin amirlerinin ceza vermek salahiyetleri merbut cetvelde gösterilmiştir.” 1632 sayılı Kanun’un (Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.) maddesi şöyledir:“Bir disiplin cezası resmi surette mahküma tebliğ edildiği vakit katileşir. … Bu cezanın kaldırılması veya değiştirilmesi ancak şikayet yoluyla veya ceza veren amirin mahküm lehine yapacağı müracaat üzerine veyahut affı ali ile kabildir. Yanlış verilen … disiplin cezaları daha yüksek makam tarafından … kaldırılabilir veya değiştirilebilir.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun (Mülga: 31/1/2013- 6413/45 md.) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“…(Değişik üçüncü fıkra: 31/1/2013-6413/45 md.) Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, Yüksek Askeri Şuranın kararları ile disiplinsizlik nedeniyle verilen disiplin cezaları ve diğer idari yaptırımlar yargı denetimi dışındadır. Ancak; Yüksek Askeri Şuranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararına ve askeri disiplin ile ilgili kanunlarda yargıya açık olduğu belirtilmiş olan disiplin cezalarına karşı yargı yolu açıktır.” 31/1/2013 tarih ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun “Disiplin cezalarının yerine getirilme şekilleri” kenar başlıklı maddesinin (6 ) numaralı fıkrası şöyledir:“…(6) Oda hapsi cezası; bu amaçla tahsis edilecek hapis odasında yerine getirilir. Hapis odalarının kapısında nöbetçi bulundurulur. Oda hapsi cezası alan personel, cezanın yerine getirilmesi süresince emir veremez ve genel hizmet yapamaz. Ceza;a) Seferberlik ve savaş zamanında;1) Bu Kanunda belirlenmiş tüm disiplinsizlik hâllerinde disiplin amirleri tarafından ekli (1) sayılı çizelgeye göre verilebilir.2) Bu Kanuna göre hizmet yerini terk etmeme cezası ile cezalandırılmayı gerektiren disiplinsizlik hâllerinde, disiplin kurulları tarafından on günden otuz güne kadar verilebilir.b) Barış zamanında; Türk karasuları dışında bulunan gemilerde görev yapan personele, sadece buralarda bulunduğu süre içinde işledikleri ve hizmet yerini terk etmeme cezası ile cezalandırılmayı gerektiren disiplinsizlikler için gemi komutanı tarafından, 14 üncü maddede belirlenmiş esaslar çerçevesinde verilebilir.” 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun “Yargı Denetimi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yüksek disiplin kurulları tarafından verilen Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezaları ile subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve erler hakkında disiplin amirleri veya disiplin kurulları tarafından barış zamanında verilmiş olan aylıktan kesme, hizmet yerini terk etmeme ve oda hapsi cezalarına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde iptal davası açılabilir.” 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun Geçici maddesi şöyledir:“(1) Her bir disiplin suçu, disiplin kabahati ve disiplin tecavüzü için ayrı ayrı dikkate alınmak üzere; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce görevdeki subaylar, astsubaylar, uzman jandarmalar, uzman erbaşlar ile sözleşmeli erbaş ve erler hakkında disiplin mahkemeleri ve disiplin amirlerince verilen uyarı cezaları uyarma cezasına, aylık kesilmesi cezaları aylıktan kesme cezasına, oda ve göz hapsi cezaları ise aynı sürelerde hizmet yerini terk etmeme cezasına dönüştürülür ve kayıtlarda buna göre düzeltmeler yapılır.” ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/760", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile kanunla kurulmuş bağımsız tarafsız mahkeme ilkesine riayet edilmeyerek hakkında oda hapsi cezasına hükmedildiğini, şahsına bu yolla psikolojik işkence yapıldığını ileri sürerek Anayasa’nın 17. , 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edilememesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı delillerin kullanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Bu kapsamda Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Bolu İl Emniyet Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapan başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında FETÖ/PDY'nin Bolu emniyet yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. Öte yandan başvurucu 22/11/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 31/10/2016 tarihli ve 677 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde konutunda yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştır.17/1/2017 tarihinde ise ilgili kolluk birimi tarafından ifade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olmak ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili isnatlar yöneltilmiştir. Bu işlem esnasında bir müdafihazır bulundurulmuştur. Başvurucu 19/1/2017 tarihinde Bolu Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Hazır bulunan müdafii huzurunda başvurucu aynı suçlamalara ilişkin olarak alınan ifadesinde \"... Benim Fetullah Gülen, örgütü ve irtibatlı kişileri ile herhangi bir bağlantım yoktur. Bu örgüt ile adımın anılabileceği herhangi bir eğitim kurumu, yurt, sivil toplum kuruluşu, finans kuruluşu ve yayın kuruluşları ile bağlantım bulunmamaktadır. Aynı şekilde aile fertlerimin de bağlantısı olmamaktadır. Bolu iline geldiğim 2009 yılı ve sonrasında da sorduğunuz şekilde dini sohbet adı altında da olsa meslektaşlarımın veya başka insanların davetiyle toplantılara katılmadım. Suç teşkil edecek herhangi bir eylemin içerisinde yer almadım ... numaralı hat benim adıma kayıtlı olan ve tarafımdan kullanılan bir hattır. Bu hat üzerinde Bylock tespitinin ne şekilde yapıldığını bilmiyorum zira böyle bir programı kurmadım. Kimse de yüklemem konusunda tavsiyede bulunmadı ve çalışma yapmadı. Sorduğunuz şekliyle şu an kullandığım ve arama sırasında ele geçen telefonumu 7-8 ay öncesinde almıştım, öncesi tarihlerde değişik cihazlar kullandım. Hiçbiri ile Bylock veya benzeri bir program kullanmam söz konusu olmadı ...\" şeklinde beyanda bulunarak isnat edilen suçlamaları kabul etmemiştir. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte \"[başvurucunun da aralarında bulunduğu] şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, şüphelilerin örgüt ile bağlantısı olan BYLOCK isimli programı kullandıklarına ilişkin emniyetçe yapılan tespitler dikkate alınarak, suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu\" gerekçesiyle silahlı terör örgütü FETÖ/PDY üyesi olma suçundantutuklanması istemiyle başvurucuyu Bolu Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu sorgu sırasında, Savcılıkta verdiği ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve ek olarak \"... nolu gsm numarası bana aittir ben kesinlikle bu telefonla bylock indirip yüklemedim, belki bilgi işlemde çalışırken yüzlerce program indirmem nedeniyle indirmiş kurmuş olabilirim, fakat ben 2014'de böyle bir program indirmedim, yapılan tespitlerde teknik bir hata olduğunu düşünüyorum, öncelikle hakkımdaki soruşturmanın tutuksuz olarak devam ettirilmesi mümkün olmadığı takdirde hakkımda adli kontrol tedbirlerinden bir yada birkaçına hükmedilerek serbest bırakılmak istiyorum ...\" şeklinde beyanda bulunmuştur. Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince 19/1/2017 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili bölümü şöyledir: \"... [başvurucunun da aralarında olduğu] şüphelilere yüklenen suçların silahlı FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak olduğu, örgütün amacının anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmak olduğu, yine 15-16 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan olaylarda birçok can kaybı ile beraber Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal düzenine ve seçilmiş hükümeti ilgaya yönelik hareketlerin olduğu kamuoyunun gözü önünde gerçekleşmiştir.... Tutuklama nedeninin suçun ağırlığı ve toplumda yarattığı huzursuzluk da olabileceği 15-16 Temmuz 2016 tarihli olayların toplumda yarattığı huzursuzluk kamuoyu önünde gerçekleştiğinden ayrıca açıklamaya gerek yoktur, söz konusu terör örgütü üyelerinin tamamının ele geçirilemediği ortadadır ... Terör örgütü üyelerinin halen önemli bir kısmının kaçmış olduğu, saklandıkları, gözaltında bulunan üyelerin de kaçıp saklanacağına karine teşkil etmektedir, şüpheliler serbest bırakıldığı takdirde yeni bir isyan hareketinin başlaması ya da toplum içinde huzursuzlukların oluşmasına neden olacağı açıktır ... 15-16 Temmuz isyan girişimi sonucu şüphelilerin serbest bırakılması durumunda başka suç veya suçların işlenebileceği yönünde somut tehlike bulunmaktadır. ... FETÖ/PDY örgütünün 15-16 Temmuz 2016 tarihindeki olaylarda silah kullandığı, meşru Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına karşı silahlı eylem gerçekleştirdiği yine meşru ve seçilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türkiye Cumhuriyetinin diğer kurumlarına karşı silahlı eylemde bulunduğu, şüphelilerin serbest bırakılması durumunda soruşturmanın güvenli yürütülmesinin mümkün olmayacağı, delillerin tam olarak toplanamayacağı veya karartılacağı şüphesi yine 15-16 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan olaylarda ortaya çıkmıştır ... Yukarıda da anlatıldığı gibi FETÖ/PDY örgütü silahlı bir örgüttür ve adaletin işleyişine engel olacak eylemleri yapma ihtimali vardır, 15-16 Temmuz 2016'da yaşanan olaylar da bunun açık bir kanıtıdır. Şüpheliye atılı suçun FETÖ/PDY örgütüne üye olmak, bu örgütle birlikte 15-16 Temmuz 2016 tarihindeki olaylar sırasında kurulu anayasal düzeni ve anayasal kurumları ortadan kaldırılması konusunda örgütle fikri iştirak halinde oldukları, bu suç için verilecek cezanın alt ve üst sınırı ile ... tutuklamanın verilen ceza ile ölçülü ve orantılı olacağı, adli kontrol uygulanmasının adaletin yerine gelmesi ve toplumdaki huzursuzlukların önlenmesi açısından yetersiz kalacağı, şüphelinin serbest bırakılması halinde toplumsal barışın sürdürülmesinin olanaksızlaşacağı anlaşıldığından ... tutuklanmasına karar verilmiştir.\" Başvurucu 25/1/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Düzce Sulh Ceza Hâkimliğince 21/3/2017 tarihinde \"şüpheli hakkında verilen Bolu Sulh Ceza Hâkimliğinin ... kararındaki gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu ...\" gerekçesiyle itirazın kesin olarakreddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 28/3/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığının 9/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında yetmiş iki şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı nitelikli eylemlerde bulunduklarına değinilmiştir. Devamında ise örgütün Bolu ilindeki emniyet yapılanmasına ilişkin unsurlara yer verilmiştir. İddianamede, başvurucunun kullandığı cep telefonunda \"ByLock\" tespitinin yapıldığı, dinî sohbet adı verilen toplantılara katılımının olduğu, buna ilişkin tanık N.A.nın beyanlarında \"toplantılara son döneme kadar devam edildiği\"nin ifade edildiği, böylece FETÖ/PDY terör örgütünün üyesi olduğunun kabulünün gerektiği ifade edilmiştir. Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 22/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/150 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesi ilebaşvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu yargılama aşamasındaki savunmasında özetle bazı kişilerle ilgili telefon görüşmelerine ilişkin HTS kayıtlarının bulunduğunu, bu kişileri görevi gereği aramış ve görüşmüş olduğunu, çoğunluğunun ise meslektaşının olduğunu, hiçbir zaman \"ByLock\" programını bilerek ve isteyerek indirmediğini, bu delilin \"hackerlik\" yöntemi ile ele geçirildiğini ve bir mahkeme kararı olmaksızın elde edilen delilin hükme esas alınamayacağını, tanık N.A.nın beyanlarını ise kabul etmediğini ifade etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Tutuklama nedenleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:\"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tutuklama kararı\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat istemi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:\"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Tazminat isteminin koşulları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.\" 5271 sayılı Kanun'un \"Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi\" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ile (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:\"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.\"(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.\" 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Silâhlı örgüt\" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:\"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.\" 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun \"Cezaların artırılması\" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: \"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur.\" 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı KHK'nın \"Soruşturma ve kovuşturma işlemleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: \"Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir ...\" 29/10/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı KHK'nın \"Yargı ile ilgili düzenlemeler\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: \"MADDE 6- 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir.(4) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz.(5) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.(6) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir.(7) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde,görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır.(8) Hükümlü hakkında, yedinci fıkra uyarınca tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hâkimince altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.(9) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir.(10) Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da uygulanır.(11) Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.” 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun \"Amaç ve kapsam\" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:\"Bu kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hâkimliklerine ilişkin hükümleri kapsar.\" 4675 sayılı Kanun'un \"İnfaz hâkimliklerinin görevleri\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\" (1) İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır:   Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri,yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak, ...Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.\" 4675 sayılı Kanun'un \"İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: \"Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren on beş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir....Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkânsız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir.\" 4675 sayılı Kanun'un \"İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:\"...Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekâletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir. İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.\" ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21511", "Başvuru Konusu":"Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edilememesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı delillerin kullanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna 30/12/2007 tarihinde başvurmuş ve talebinin reddedilmesi üzerine Batman İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 9/10/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda; Komisyonca mahallinde yapılan keşifte başvurucu adına malvarlığı tespit edilemediği, başvurucu tarafından da bu durumun aksini ispatlayacak bilgi ve belge sunulamadığı ifade edilmiştir. Başvurucu 15/1/2014 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 15/11/2018 tarihinde mahkeme kararını bozmuştur. Mahkeme, bozma kararına uyarak 12/2/2019 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda, başvurucunun katılımı sağlanarak ve başvuru dosyasında bulunan olaya ilişkin tanıklar da keşif esnasında hazır bulundurularak beyanları alınmak suretiyle tüm yönleriyle araştırılıp aydınlatılmasına olanak sağlayacak bir şekilde mahallinde keşif ve tespit işlemi yapılması gerektiği belirtilmiştir. Davalı idare kararı 28/2/2019 tarihinde temyiz etmiştir. Temyize ilişkin süreç hâlen devam etmektedir. Başvurucu 6/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33198", "Başvuru Konusu":"Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, iki yıl süreyle kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklanmasına ilişkin Milli Savunma Bakanlığı işleminin iptali ve manevi tazminat talebiyle 28/7/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 31/1/2014 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iki yıl süreyle kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklanmasına ilişkin 2/6/2011 tarih ve 27952 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan idari işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali ile manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle 28/7/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde Milli Savunma Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Mahkemece, 21/9/2011 tarihli kararla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27/ maddesinde öngörülen yürütmenin durdurulması şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin, 23/12/2011 tarih ve E.2011/1556, K.2011/2200 sayılı kararıyla; ihaleye katılımda gerçeğe uygun olmayan belge kullanıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay On Üçüncü Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E.2012/1940, K.2012/3860 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/11/2013 tarih ve E.2013/2337, K.2013/3090 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 2/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 31/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1374", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, iki yıl süreyle kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklanmasına ilişkin Milli Savunma Bakanlığı işleminin iptali ve manevi tazminat talebiyle 28/7/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1994 yılında Polis Akademisinden komiser yardımcısı rütbesi ile mezun olmuştur. Hakkında adli yönden 4 ay 17 gün hapis cezası ve idari yönden 4 ay kısa süreli durdurma disiplin cezası uygulanması nedeniyle komiser rütbesine terfi tarihi 8 ay 17 gün uzatılarak 30/6/1998 tarihi yerine 17/3/1999 tarihi olarak yeniden belirlenmiştir. Komiser rütbesindeki bekleme süresinin hakkındaki cezalara bağlı olarak8 ay 17 gün uzaması nedeniyle başkomiser rütbesine terfisi bir yıl gecikme ile 2003 yılında gündeme alınmış ve başvurucu hakkında terfi etmez kararı verilmiştir. Başvurucu, söz konusu terfi etmez kararının iptali istemiyle Bursa İdare Mahkemesinde, 4 ay kısa süreli durdurma disiplin cezasının iptali istemiyle de Bursa İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Bursa İdare Mahkemesi 4 ay kısa süreli durdurma disiplin cezasını 13/12/2005 tarihinde iptal etmiştir. Söz konusu karar 2006 yılında kesinleşmiştir. 2003 yılındaki terfi etmez kararına karşı açılan dava ise Bursa İdare Mahkemesinin 11/3/2004 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz başvurusu üzerine Danıştay On İkinci Dairesi 22/4/2005 tarihli kararıyla ret kararını bozmuştur. Bursa İdare Mahkemesinin ret kararında ısrar etmesi üzerine dosyayı inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 26/2/2009 tarihli kararıyla, ısrar kararını Danıştay On İkinci Dairesinin 22/4/2005 tarihli kararı yönünde bozmuştur. Başvurucu, idareye başvurarak rütbe, kıdem ve terfi tarihlerinin iptal kararları doğrultusunda yeniden düzenlenmesini talep etmiştir. Bunun üzerine hem kısa süreli disiplin cezasının iptalinden kaynaklanan 4 aylık süre hem de terfi etmez kararının iptalinden kaynaklanan 1 yıllık süre dikkate alınarak terfi tarihleri öne çekilmiştir. Buna göre başkomiser rütbesine 16/11/2002, emniyet amiri rütbesine 16/11/2005 ve sınıf emniyet müdürü türbesine 16/11/2009 tarihlerinde terfi etmesi öngörülmüştür. Bu sırada Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, davalı idarenin karar düzeltme başvurusunu kabul ederek 25/4/2013 tarihinde bozma kararını kaldırmış ve \"terfi etmez\" kararına karşı açılan davada Bursa İdare Mahkemesinin ısrar ret kararını onamıştır. Bu karar üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) 26/12/2013 tarihli işlemle başvurucunun rütbesini emniyet amirliğine düşürmüştür. Başvurucu, rütbesinin emniyet amirliğine düşürülmesi işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle, 2003 yılı için uygulanan terfi etmez kararına karşı açılan davanın reddi nedeniyle terfilerinin 1 yıllık gecikme ile yani baş komiser rütbesine 16/11/2002 yerine 16/11/2003, emniyet amiri rütbesine 16/11/2005 yerine 16/11/2006 ve sınıf emniyet müdürü türbesine 16/11/2009 yerine 16/11/2010 tarihlerinde terfi ettirilmesi gerektiğini oysa idarece doğrudan emniyet müdürü rütbesinden emniyet amiri rütbesine tenzil edildiğini ileri sürmüştür. İdarenin söz konusu sınıf emniyet müdürü rütbesinden emniyet amiri rütbesine tenzil etmesiyle terfisinin 2 yıl geriye düşürüldüğünü iddia etmiştir. Edirne İdare Mahkemesi 6/11/2014 tarihli kararıyla başvurucunun rütbesinin emniyet amirliğine düşürülmesi işlemini iptal etmiştir. Kararda, başvurucunun terfi etmez kararına karşı açılan davanın reddedildiği anlaşılmakla birlikte başvurucunun (4 yıllık bekleme süresini 16/11/2002 tarihi itibarıyla doldurduğundan) başkomiserlik rütbesine 2002 yılı itibarıyla terfisi hakkında bir karar verilip buna göre de üst rütbelere terfisi hakkında değerlendirme yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu değerlendirme yapılmadan başvurucunun sınıf emniyet müdürü rütbesinden emniyet amiri rütbesine düşürülmesine ilişkin işlem hukuka aykırı bulunmuştur. Karara karşı EGM tarafından yapılan temyiz talebi, Danıştay On Altıncı Dairesinin 27/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu arada Edirne İdare Mahkemesinin iptal kararından önce EGM Merkez Değerlendirme Kurulunun 12/5/2014-15/5/2014 tarihleri arasındaki toplantısında 2014/1 sayılı kararla başvurucunun 17/11/2002 tarihi itibarıyla başkomiser rütbesine terfi durumu değerlendirilmiş ve yine terfi etmez kararı verilmiştir. Başvurucu bu işlemin iptali istemiyle de Denizli İdare Mahkemesinde (E.2014/923) dava açmıştır. Denizli İdare Mahkemesi davayı reddetmiş ise de Danıştay İkinci Dairesi karar düzeltme aşamasında 11/10/2021 tarihinde kararı bozmuştur. Gerekçede öncelikle başvurucuya verilen 4 ay 17 gün hapis cezasının üzerinden 5 yıl geçmiş olması ve davacının bu süre zarfında yeniden suç işlemediği gerekçesiyle suçun \"esasen vaki olmamış sayılmasına\" karar verilmesi üzerine 26/8/2014 tarihli davalı idare işlemiyle, davacının 17/11/2002 olan başkomiserliğe terfi tarihinin 30/6/2002 tarihi olarak yeniden düzenlendiği belirtilmiştir. Ardından, davacının, 30/6/2002 tarihi itibarıyla başkomiserlik rütbesine terfi için değerlendirmeye alınan personelden, haklarında adli/idari ceza soruşturması bulunan ve kıdem sıraları kendisinden aşağıda olanlar dahil tamamının terfi ettirildiği iddiası karşısında, davacıyla birlikte aynı dönem itibarıyla başkomiserliğe terfi için değerlendirmeye alınan diğer personelin de yer aldığı terfi listesi incelenerek davacıdan daha kıdemsiz olup hakkında disiplin veya adli ceza bulunduğu halde terfi ettirilen personel bulunup bulunmadığı tespit edilerek buna göre bir karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Denizli İdare Mahkemesi (E.2021/2090) bozmaya uymuş ve terfi etmez kararını iptal etmiştir. Başvurucu, Edirne İdare Mahkemesinin kesinleşen iptal kararı doğrultusunda (§ 14) rütbe terfi ve kıdem tarihlerinin yeniden belirlenmesi ve özlük haklarının iadesi istemiyle 18/9/2015 tarihinde EGM'ye başvurmuştur. EGM'nin 20/10/2015 tarihli işlemiyle başvuru reddedilmiştir. Söz konusu işlemde, başvurucunun 2002 yılına ilişkin terfisinin 2014/1 sayılı Merkez Değerlendirme Kurulunca değerlendirildiği ve hakkında terfi etmez kararı verildiği (§ 15), bu nedenle söz konusu mahkeme kararının uygulanması konusunda hukuki imkânsızlık bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 4/1/2016 tarihinde Denizli İdare Mahkemesinde (E.2016/3) dava açmıştır. Denizli İdare Mahkemesi 6/10/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İkinci İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 31/5/2018 tarihinde istinaf talebini kabul ederek dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"Bu durumda, davacının 2002 yılı itibarıyla başkomiserlik rütbesine terfii ettirilmemesine ilişkin işleminin dayanağı olan ve davanın reddine ilişkin bulunan kararın, kararın düzeltilmesi aşamasında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararı ile onanması üzerine, davalı idare tarafından; Emniyet Amirliği, ve Sınıf Emniyet Müdürlüğü Rütbelerine terfiilerinin ise yargı kararları ile olduğu dikkate alınarak, davacının 2003 yılı itibarıyla başkomiserlik rütbesine terfiisi hakkında bir karar verilip buna göre üst rütbelere terfiisi hakkında da yeniden değerlendirme yapılması ve yoksun kalınan özlük haklarına ilişkin olarak bir karar verilmesi gerekirken, davacının başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddine ilişkin başvuruya konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.\" Başvurucu, Edirne İdare Mahkemesi ile İzmir Bölge İdare Mahkemesinin kararlarının uygulanarak rütbe, terfi ve kıdem tarihlerinin yeniden belirlenmesi ve özlük haklarının iadesi istemiyle 17/7/2018 tarihinde EGM'ye başvurmuştur. Başvurusundan herhangi bir sonuç alamaması üzerine 27/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında idareden bilgi istenmiştir. İdare tarafından gönderilen 21/10/2020 tarihli yazıda başvurucunun 2002 yılı itibarıyla başkomiser rütbesine terfi durumunun 2014/1 sayılı Merkez Değerlendirme Kurulunda görüşülerek hakkında terfi etmez kararı verilmiş olması nedeniyle oluşan hukuki imkânsızlık haline bağlı olarak kararın icra edilemediği belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun \"Kararların sonuçları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.... Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.\" 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'nun \"Terfi ve atama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Rütbelere terfi ettirilecek personelin kurullarda görüşülmesi kıdem sırasına göre, rütbelere terfiler ise liyakate göre yapılır.Kıdem sırasının tespitinde, bulunulan rütbeye terfi tarihi esas alınır. Aynı tarihte terfi edenlerden performans değerlendirme puanı yüksek olanlar, performans değerlendirme puanlarının eşitliği hâlinde bulunduğu rütbede aldığı başarı ve üstün başarı belgesi fazla olanlar, başarı ve üstün başarı belgesinin sayıca eşitliği hâlinde ise sicil numarası daha küçük olanlar diğerlerine göre kıdemli sayılırlar....Kurullar her yıl mayıs ayında toplanır ve kararlar oy çokluğu ile alınır. Ancak Bakanın onayı ile kurullar, yıl içinde birden fazla toplanabilir ve terfi değerlendirmesine karar verebilirler.Terfiler, her yıl haziran ayında topluca yapılır. Ancak kurulların yıl içinde birden fazla toplanması hâlinde, terfiler toplantının yapıldığı ay sonunda yapılır....Taksirli suçlar hariç, paraya çevrilse veya ertelense dahi alınan hapis cezaları, aylıksız izinde geçen süreler, uzun ve kısa süreli durdurma cezaları ile meslekten ve memuriyetten men cezaları, ceza süreleri kadar rütbe terfiini geri bıraktırır. Her yetersiz performans değerlendirme puanı rütbe terfiini bir yıl geciktirir.Bir üst rütbeye terfi etmek için belirlenen diğer şartları taşımakla birlikte, belirlenen rütbedeki hizmet ihtiyacı sebebiyle kadrosuzluktan terfi edemeyen personele bir üst rütbeye terfi eden emsallerine ödenen ek gösterge, zam ve tazminatlar ödenir.....\" 10/5/2015 tarihli ve 29351 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeli Rütbe Terfileri ve Değerlendirme Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik'in \"Merkez ve Yüksek Değerlendirme Kurullarının değerlendirme ve karar usulü\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Merkez ve Yüksek Değerlendirme Kurulları, terfi edecek personel hakkında; a) Bulunduğu rütbedeki performans değerlendirme, başarı ve üstün başarı belgesi bilgilerini, b) Mesleki bilgi, beceri ve davranışları ile geçmiş hizmetlerini,  c) Bulunduğu rütbede, affa uğramış veya ertelemeye dair hüküm verilmiş olsa bile, adli mercilerce verilen cezalarını, ç) Bulunduğu rütbede, affa uğramış olsa bile, verilen disiplin cezalarını, d) Hakkında devam etmekte olan soruşturma ve kovuşturma bilgilerini, e) Bu Yönetmelikte belirtilen Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü rütbesine terfi için yapılan sınavlar sonucunda elde ettiği başarı durumlarını, dikkate alarak belirleyecekleri liyakat koşullarına göre değerlendirerek, edinecekleri kanaate göre oy çokluğu ile karar verirler. \"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:\"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde maddenin (1) numaralı fıkrasının hükümlerinin tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir önemi olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya el konulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle ilgili yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM, başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkat çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25957", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; protesto amacıyla düzenlenen toplantıya kolluk görevlilerinin müdahale etmesi sırasında yaralanan başvurucunun yaptığı şikâyetin sonuçsuz kalması nedeniyle kötü muamele yasağının, eşitlik ilkesinin, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 12/03/2014 tarihinde İzmir Konak Meydanı'nda Gezi Parkı olaylarında yaralanan Berkin Elvan'ın vefatı üzerine çeşitli sivil toplum örgütlerinin çağrısıyla düzenlenen protesto eylemine katılmıştır. Başvurucu, anılan meydanda oturma eylemi yaptıkları sırada kolluk görevlileri tarafından herhangi bir uyarı yapılmaksızın üzerilerine toplumsal olaylara müdahale araçlarından (TOMA) basınçlı su sıkıldığını ve gaz mermileri atıldığını beyan etmektedir. Basınçlı suyun etkisi ile yere düşerek sürüklenen başvurucu, çağrılan ambulansla Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğünü, burada adli vaka olarak muayenesinin yapılmasının ardından İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavisinin yapıldığını belirtmektedir. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kendisine sol humerus proksimal kırığı ve sol olekranon kırığı teşhisi konan başvurucu, burada yapılan ameliyatının ardından taburcu edilmesi üzerine 28/3/2014 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) başvurarak TOMA'larda görevli polisler ile topluluğa müdahale emrini veren amirlerinden şikâyetçi olmuştur. Savcılık 4/7/2014 tarihli ve 2014/28474 Sor. sayılı yazısıyla, şikâyete konu eylemin 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında olduğu kanaatiyle İzmir Valiliğinden soruşturma izni talep etmiştir. İzmir Valiliği İl İdare Kurulu 5/9/2014 tarihli kararıyla, iddialara ilişkin olarak hazırlanan ön inceleme raporunda yer verilen tespitlere dayanarak soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucu vekilinin yaptığı itiraz üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi 30/10/2014 tarihli kararıyla kolluk görevileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itirazın reddine karar vermiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesinin kararı 24/11/2014 tarihinde İzmir Valiliği tarafından başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Savcılık tarafından 20/11/2014 tarihinde, Bölge İdare Mahkemesinin itirazın reddine ilişkin kararının kesinleştiği, yetkili merci tarafından usulüne uygun olarak verilmiş soruşturma izni bulunmadığı, buna göre soruşturma şartı gerçekleşmediği gerekçeleriyle hakkında ön inceleme talebi bulunanlarla ilgili olarak inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmiştir. Kararda ayrıca Danıştay Dairesinin 3/3/2005 tarihli ve E.2004/794, K.2005/301 sayılı kararı ile Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 16/5/2003 tarihli görüş yazılarına atfen kararın tebliğine gerek bulunmadığı ile itiraza tabi olmadığı hususlarına yer verilmiştir. Başvurucu vekili İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak 20/11/2014 tarihli kararın tarafına tebliğini talep etmiştir. 22/12/2014 tarihinde kararı tebellüğ eden başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4483 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:\"Soruşturma izni yetkisi;...b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında vali,....Yokluklarında ise vekilleri tarafından bizzat kullanılır. Yetkili mercilerin saptanmasında, memur veya kamu görevlisinin suç tarihindeki görevi esas alınır.\" 4483 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.\" 4483 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:\"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikâyetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), (g) (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20337", "Başvuru Konusu":"Başvuru, protesto amacıyla düzenlenen toplantıya kolluk görevlilerinin müdahale etmesi sırasında yaralanan başvurucunun yaptığı şikâyetin sonuçsuz kalması nedeniyle kötü muamele yasağının, eşitlik ilkesinin, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 1/2/2012 tarihinden itibaren TTNET Anonim Şirketinde (Şirket) veritabanı müdürü olarak çalışmaya başlamıştır. 2014 yılından itibaren geniş bant veri tabanı operasyon müdürü olarak işine devam etmekte iken 19/7/2016 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 3/8/2016 tarihinde dava açmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi (Mahkeme) 7/12/2016 tarihinde davayı kabul ederek feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiş; kararda, olayda fesih bildiriminde açıkça belirtildiği gibi herhangi bir kanıt olmadığını, kuvvetli de olsa işveren üzerinde şüphenin bulunduğunun izah edildiğini, güven sarsıcı durumun davacının somut bir tavrından değil davalı tarafça oluşan şüpheden kaynaklandığının belirtildiğini, bu nedenle stratejik hizmet yürüten davalının iş akdini feshetme gereği duyduğunu ve bu fesih biçiminin fesih bildiriminde açıkça yazılan nedenin karşılığı olmadığını belirtmiştir. Şirket, karara karşı 27/1/2017 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/12/2017 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek mahkeme kararını kaldırmış ve davanın yeniden görülmesi için dava dosyasının Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasıyla (FETÖ/PDY) irtibatlı veya iltisaklı olduğuna dair zaruri olan delil ya da delillerin toplanmasına karşın toplanan delillerde eksiklik olduğunu, bu delillerin ihtilafı çözmeye ve hüküm kurmaya elverişli olmadığını ifade etmiştir. Belirlenen eksikliklerin giderilmesi ve sonrasında yeniden karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 18/9/2019 tarihinde yeniden davayı kabul ederek feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiş; kararda, başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği bilgisine yer vermiştir. Başvurucunun aranan kişilerden olmayıp hakkında açılmış bir dava olmadığını, Bank Asyada hesabının bulunduğunu ancak hesap hareketleri incelendiğinde bankayı desteklemek amacıyla bir hesap hareketinin olmadığının anlaşıldığını, ByLock kullanmadığını ve sosyal medya paylaşımlarında suç unsuruna rastlanmadığını belirtmiştir. Başvurucunun her ne kadar FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle işine son verilse de feshin haklı nedene dayandığı hususunun Şirket tarafından ispat edilemediği sonucuna varıldığını ifade etmiştir. Şirket, karara karşı 2/1/2020 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu, istinaf başvurusuna karşı 29/1/2020 tarihinde cevap vermiştir. Cevap dilekçesinde, hakkında yürütülen soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, Bank Asya hesabını maaş alabilmek amacıyla açtığını ve hesaptaki tüm hareketlerin maaşına ilişkin olduğunu, iş akdinin geçerli nedenle feshine sebep olabilecek şekilde FETÖ/PDY ile irtibatı ya da iltisakı olmadığını belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 2/6/2020 tarihinde mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Davacının belirtilen bankada hesabının olması yanında hakkında terör örgütüne üye olmaktan dolayı başlatılan soruşturmanın suçu işlemediğinden değil delil yetersizliğinden takipsizlikle sonuçlandırılmış olması, bu emareler yanında davalı şirketin stratejik durumu ile davacının davalı şirkette ifa ettiği geniş bant veri tabanı operasyon müdürlüğü görevinin vasıf ve niteliği hep birlikte değerlendirildiğinde davacı hakkında objektif olarak yeterli şüphenin varlığının kabulü ile dosyada mevcut delil durumu itibari ile iş akdinin geçerli sebeplerle feshedildiğinin kabulünün gerekeceği, buna göre Yerel Mahkeme kabul kararının doğru olmadığı, davalı vekilinin esasa ilişkin istinaf itirazlarının yerinde olduğu anlaşılmıştır.\" Nihai karar başvurucuya 28/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu karara karşı 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 2016 yılında başvurucu hakkında FETÖ/PDY' ye üye olma suçundan soruşturma başlatmıştır. Başvurucu 22/11/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Daha sonra başvurucu hakkında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/11/2019 tarihinde, yurt dışına çıkış yasağı ve haftanın üç günü karakola imza atma şartıyla salıverilmesine yönelik adli kontrol kararı vermiştir. Kararda, başvurucu hakkında gizli tanık beyanı ve Bank Asyada hesabı olması gözönünde tutularak delillerin tam olarak toplanmadığını belirtmiş; başvurucunun kaçma ve delilleri karartma şüphesi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu 1/2/2019 tarihinde adli kontrol kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 12/2/2019 tarihli kararıyla itirazı kısmen kabul ederek belirlenen yerlere başvurmak şeklindeki adli kontrol kararını imza yönünden düzeltmiş, yurt dışına çıkış yasağı yönünden adli kontrole yönelik itirazı ise reddetmiştir. Başsavcılık 20/2/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun Bank Asya hesabı olduğunu ancak hesaba yönelik yapılan incelemede Bankayı desteklediği yönünde bir bulguya rastlanmadığını, ByLock ve benzeri programları kullanmadığını, sosyal medyada herhangi bir suç unsurunun tespit edilemediğini, gizli tanık beyanı dışında aleyhe herhangi bir delil bulunmadığını belirterek dava açmak için yeterli delili olmadığı sonucuna varıldığını ifade etmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26080", "Başvuru Konusu":"Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/49349", "Başvuru Konusu":"Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde meydana gelen yaralanmaya ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 27/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1969 doğumlu olup olay tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır. Başvurucunun anlatımına göre İnfaz Kurumundaki bazı uygulamaları protesto etmek amacıyla yaklaşık yedi aydır oturma eylemi yaparken 2017 yılı Mart ayı içinde dört kez (3, 6, 10 ve 16 Mart tarihlerinde) kameraların görüntü kaydettiği bir alanda eyleme müdahale eden infaz görevlileri tarafından yere yüzüstü yatırılıp her iki kolu arkaya bükülmek suretiyle yürümeye zorlanmış, her seferinde zor kullanma seviyesi artırılmış, kol ve omuzlarında kalıcı rahatsızlıklara neden olunmuştur. Ayrıca bu esnada başvurucuya hakaret edilmiş ve \"Acı çekeceksiniz\" şeklinde tehditlere maruz kalmıştır. Başvurucu; iki hükümlüyle birlikte 20/3/2017 tarihinde, işkence suçunu işledikleri iddiasıyla infaz görevlileri hakkında Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Savcılık, şikâyetle ilgili olarak İnfaz Kurumundan bilgi istemiştir. İnfaz Kurumunun yazılı cevabı şöyledir:\"Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün Maddesinin Fıkrasında 'İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.' hükmünün yer aldığı, adı geçenin kurumun düzenini ve güvenliği bozmaya yönelik eylemde bulunduğu, görevli personelin mevzuatta belirtilen şekilde görevini yaptığı anlaşıldığından haklarında disiplin soruşturması açılmamıştır.\" Savcılık, 17/10/2017 tarihinde İnfaz Kurumu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\" ... Müştekilerin iddiaları ile ilgili kurum görevlilerinin; herhangi bir kusur, ihmal ve suç işleme kasıtlarının bulunmadığı gibi haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil de elde edilemediği, yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğu dosya kapsamından anlaşılmakla;Açıklanan nedenlerle iddialar ve şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına,\" Başvurucunun Savcılık kararına itirazı, Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesi, Savcılık kararında isabetsizlik bulunmadığı şeklindedir. İtirazın reddi kararı, başvurucuya 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun \"Kasten yaralama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.\" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun \"Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:\"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız ve kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39503", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde meydana gelen yaralanmaya ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 30/4/2021 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1980 doğumlu olan başvurucuya over malign neoplazmı (yumurtalık kanseri) tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini planlayan hekimin olaparip etken maddeli Lynparza isimli ilacın kullanımını uygun görmesi sonrasında başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine söz konusu ilacın 6 aylık kullanım dozunun ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ret işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açıp idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir. İdare Mahkemesi 1/4/2021 tarihinde dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Başvurucu, ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için SGK'ya yeniden başvurmuştur. SGK'ca bu talep reddedilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 30/4/2021 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İdare Mahkemesindeki yargılamanın derdest olduğu anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18049", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 22/7/2015 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) başvurmuş, safra kesesinde taş olduğu teşhisiyle aynı gece Hastaneye yatırılmıştır. Ertesi gün başvurucuya stajyer hemşire tarafından enjeksiyon uygulanmış ve başvurucu, ince bağırsak nekrozundan ameliyat edilmiştir. Narkozun etkisinin geçmesinden sonra başvurucunun sağ bacağında uyuşma ve yanma şikâyeti üzerine yapılan muayenede sağ bacak sinirlerinin ağır derecede tahrip olduğu anlaşılmıştır. Akabinde Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından düzenlenen raporda başvurucunun siyatik sinir hasarı ile %40 oranında engelli kaldığı tespit edilmiştir. Başvurucunun zararının karşılanması talebiyle idareye yaptığı başvuru zımnen reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 000 TL manevi, fazlaya ilişkin kısmı saklı kalmak üzere 100 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, tıbbi ihmal nedeniyle sağ ayağının malul kaldığını, sosyal ve iş hayatında maddi ve manevi zarara uğradığını vurgulamıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yargılama safahatında bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca (ATK) düzenlenen 28/7/2017 tarihli raporda enjeksiyonun yanlış yere yapıldığını gösteren tıbbi belge bulunmadığı, enjeksiyon doğru yere yapılmış olsa dahi bu durumun sinire zarar verebileceği belirtilerek enjeksiyonu uygulayan kişiye kusur atfedilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Mahkeme 8/11/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK raporuna atıfta bulunarak somut olayda hizmet kusuru bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu dava dilekçesindeki beyanlarına ilaveten enjeksiyon öncesinde aydınlatılmış onamının alınmadığını ifade etmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 30/3/2018 tarihinde başvurucunun talebini kısmen kabul ederek Mahkeme kararının kaldırılmasına ve başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sorumlu personel hakkında görevi ihmal nedeniyle soruşturma yapılmasına karar verildiğinden bahsedilmiş, somut olayda maddi gerçeğe hiçbir zaman ulaşılamayacağı gerekçesiyle sağlık hizmetinin sunumundaki bu eksikliğin sonuca etkisi olmasa da başvurucunun yaşadığı elem ve kederin tazmin edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 13/5/2019 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçeli şekilde onanmasına karar vermiştir. Danıştayın gerekçesinde başvurucuya yapılan enjeksiyondan önce risklerin anlatılıp başvurucudan yazılı onamın alınmamış olması ve başvurucunun aydınlatılma ve onay verme hakkının elinden alınması sebebiyle yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği hususunun başvurucuda endişe ve üzüntüye yol açacağı vurgulanmıştır. Başvurucu nihai hükmü 23/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29479", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm tarafından başvuru yapılan günde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. A. Genel Bilgiler Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1989 doğumlu olan Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşı başvurucu, ülkesindeki iç savaştan kaçarak Türkiye'ye geldiğini beyan etmiştir. Başvurucu 19/11/2015 tarihinde geçici koruma başvurusunda bulunmuş, 8/4/2019 tarihinde hakkında geçici koruma kimlik belgesi düzenlenmiştir. Başvurucu 18/10/2019 günü gece saatlerinde İstiklal Caddesi'nde (İstanbul) aracıyla seyir hâlindeyken trafik denetimine girmiştir. Yapılan kontrolde başvurucuda 2,00 promil alkol tespit edilmiştir. Başvurucu, Taksim Şehit Halim Usta Polis Merkezinde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan aynı gün verdiği ifadesinde yaklaşık yedi yıl önce adını hatırlamadığı bir sınır kapısından geçerek Türkiye'ye geldiğini, geçimini berberlik yaparak sağladığını beyan etmiş; bir eğlence mekânında alkol aldıktan sonra araç kullandığını kabul etmiştir. Başvurucu, ifade işlemi sonrasında aynı gün serbest bırakılmıştır. İstanbul Valiliğinin 23/10/2019 tarihli kararıyla, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan başvurucu hakkında adli işlem yapılması nedeniyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi (kamu düzeni veya güvenliği açısından tehdit oluşturma) uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Kararda, başvurucu hakkında gerekli değerlendirmelerin yapıldığı, neticede başvurucunun durumunun 6458 sayılı Kanun'un ve maddeleri kapsamında olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali talebiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olduğunu, ailesiyle birlikte geçici koruma statüsünde Türkiye'de yaşadığını, ülkesinde devam eden iç savaş nedeniyle 6458 sayılı Kanun'un maddesi gereği sınır dışı edilemeyecek kişilerden olduğunu iddia etmiştir. İdare Mahkemesinin 28/2/2020 tarihli kararıyla davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...alkollü araç kullandığını ikrar ettiği, davacının alkollü araç kullanmasının kamu düzeni ve güvenliği ve sağlığı açısından tehdit oluşturduğu sabit olduğundan, davacının6458 sayılı Yasa'nın 54/1-d bendi uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Öte yandan davacı her ne kadar ülkesine geri gönderilmesi halinde can güvenliğinin tehlikeye gireceğini, geçici koruma kapsamında Türkiye'de bulunduğunu iddia etmekte ise de, davalı idare tarafından davacının 6458 sayılı Kanunun ve maddeleri kapsamına girip girmediği hususunun değerlendirildiği ve davacının bu maddeler kapsamında olmadığına karar verildiği gibi Suriye'de güvenli bölgelerin oluşturulması, davacı tarafından 6458 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen hususlara ilişkin ciddi emare oluşturacak bilgi ve inandırıcı delillerin de dosyaya sunulmaması nedeniyle geri gönderilemezlik iddiasına itibar edilmemiştir. \" Başvurucu 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvurucunun Diğer Bireysel Başvuru Dosyası Başvurucu, aynı sınır dışı etme işlemine karşı İdare Mahkemesinde dava açmadan önce 25/10/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Söz konusu 2019/35237 numaralı bireysel başvuru dosyası konu yönünden bağlantılı olması nedeniyle 2018/27603 numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Birinci Bölüm tarafından bu dosyada 15/5/2020 tarihinde 6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle 6458 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan değişiklik sonrasında idare mahkemelerinin etkili bir yol olduğu belirtilerek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun'un \"Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \"(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar,...\" 6458 sayılı Kanun'un \"Geçici koruma\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: \"Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir. \" 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) \"Geçici koruma sağlanacak yabancılar\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Geçici koruma; ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılardan haklarında bireysel olarak uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara uygulanır. (2) Geçici koruma, Cumhurbaşkanı tarafından aksi kararlaştırılmadıkça, geçici koruma ilanının geçerliliğinden önce, geçici koruma ilanına esas teşkil eden olayların olduğu ülkeden veya bölgeden ülkemize gelmiş olanları kapsamaz. (3) Geçici korunanlar, Kanuna göre belirlenen uluslararası koruma statülerinden herhangi birini doğrudan elde etmiş sayılmaz.\" Yönetmelik'in \"Geçici koruma uygulamasının sona ermesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Bakanlık, geçici korumanın sona erdirilmesi için Cumhurbaşkanına teklifte bulunabilir. Geçici koruma, Cumhurbaşkanı kararıyla sonlandırılır. (2) Cumhurbaşkanı, sonlandırma kararıyla birlikte;a) Geçici korumayı tamamen durdurarak geçici korunanların ülkelerine dönmesine,b) Geçici korunanlara, koşullarını taşıdıkları statünün toplu olarak verilmesine ya da uluslararası koruma başvurusunda bulunanların başvurularının bireysel olarak değerlendirilmesine,c) Geçici korunanların, Kanun kapsamında belirlenecek koşullarda Türkiye’de kalmalarına izin verilmesine,karar verebilir.\" Yönetmelik'in \"Geçici korumanın bireysel olarak sona ermesi veya iptali\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"(1) Geçici korunanların;a) Kendi isteğiyle Türkiye’den ayrılması,b) Üçüncü bir ülkenin korumasından faydalanması,c) Üçüncü bir ülkeye insani nedenler veya yeniden yerleştirme kapsamında kabul edilmesi ya da üçüncü bir ülkeye çıkış yapması,ç) Ölmesi,d) (Ek:RG-25/12/2019-30989-CK-1851/7 md.) Kanunda yer alan diğer yasal kalış türlerinden birisi ile kalış hakkı kazanması,e) (Ek:RG-25/12/2019-30989-CK-1851/7 md.) Türk vatandaşlığını kazanması, hallerinde geçici koruma bireysel olarak sona erer. (2) 8 inci maddenin birinci fıkrası kapsamında yer alanların geçici korumanın kapsamı dışında tutulması gerektiğinin sonradan anlaşılması halinde geçici koruma, Genel Müdürlük veya valilikler tarafından iptal edilir. (3) (Ek:RG-25/12/2019-30989-CK-1851/7 md.) Mazeretsiz olarak bildirim yükümlülüğünü üç defa üst üste yerine getirmeyenlerin geçici korumaları Valilik tarafından iptal edilir. Bu maddenin uygulanmasında 13 üncü madde hükümleri uygulanır.\" Ayrıca diğer ilgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"İşkence yasağı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir: \"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sınır dışı kararının uygulanması hâlinde kötü muamele yasağının ihlal edileceğine ilişkin şikâyetlerle ilgili ilkesel yaklaşımı için bkz. A.A. ve A.A., § Suriye'nin Genel Güvenlik Durumuna İlişkin Bilgiler AİHM, verdiği bazı kararlarda uluslararası kuruluşların raporlarından faydalanmış ve bu raporlarda geçen değerlendirmeleri kararlarına dayanak yapmıştır. Anayasa Mahkemesi de son dönemde verilen ve diğerleri/Rusya Federasyonu (B. No: 71321/17, 14/9/2021) kararındaki raporların şu kısımlarının başvurunun değerlendirilmesi açısından önemli olduğunu düşünmektedir (aynı kararda bkz. §§ 38, 39, 41, 46, 47): \"BMMYK’nın (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) 7 Mayıs 2020 tarihli Suriye’ye ilişkin raporundan: Suriye Hükümeti, eskiden muhaliflerine elinde olup şu an kontrolü altındaki bölgelerde hükümet karşıtlarını veya muhalif olduğunu değerlendirdiklerini -özellikle erkekleri ve savaşabilecek yaştaki gençleri- şiddetli bir şekilde bastırmaya ve cezalandırmaya devam etmiştir. Ayrıca Hükümetin kontrolündeki bölgelerde Hükümet karşıtı olduğu varsayılanlar da dahil olmak üzere geri dönenlerin, mülklerine el konulmasının yanı sıra tacize, keyfi tutuklamaya, kimseyle görüştürülmeden gözaltında tutmaya, işkenceye ve diğer kötü muamele biçimlerine maruz kaldığı bildirilmiştir. 29-30 Haziran 2020 tarihlerinde Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler eş başkanlığında Brüksel'de gerçekleştirilen 'Suriye ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi' konulu seksen ülke ve çeşitli uluslararası kuruluşların katıldığı konferansın sonuç bildirgesinden: Konferans katılımcıları yaklaşık on yıllık çatışmanın ardından şiddetin, uluslararası insani hukuk ve uluslararası insan haklarının ihlal edilmeye devam ettiğini hatırlatmıştır. Bu yılın başlarında İdlib bölgesinde yaşanan büyük askeri gerginlik ve kitlesel yerinden edilmelerin ardından kuzeybatı ve kuzeydoğu Suriye'de son zamanlarda huzursuz ve kırılgan bir sükûnet devam ederken güney Suriye'deki güvenlik koşulları kötüleşmeye devam etmekte ve daha fazla dikkat ve odaklanma gerektirmektedir. Orta ve doğu çölde DAEŞ’in endişe verici şekilde yeniden canlanması söz konusudur.BM [Birleşmiş Milletler] İnsan Hakları Konseyi'nin 14 Eylül ila 2 Ekim 2020 tarihlerinde gerçekleşen oturumunda Suriye Arap Cumhuriyeti Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonunun, Suriye'ye ilişkin bulgularından: Genel çatışma dinamikleri ve koronavirüs hastalığının etkisi nedeniyle son aylarda büyük ölçekli çatışmalarda nispi bir azalma olmasına rağmen, Suriye Arap Cumhuriyeti genelinde şiddet olaylarında düzenli artışlar ve sürekli insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. İdlib Vilayeti ve çevresindeki bölgeler, 2020'nin ilk yarısında Hükümet yanlısı güçler ile muhalif silahlı gruplar arasındaki çatışmaların merkez üssü olmaya devam etmiştir.BMMYK’nın 'Suriye Arap Cumhuriyeti'nden Kaçan Kişilerle İlgili Uluslararası Koruma Hususları' başlıklı 2021 Mart tarihli güncellenmiş raporundan: BMMYK, Suriye'deki nesnel koşullarda meydana gelen değişikliklerin bölgenin bazı kısımlarındaki göreceli güvenlik iyileştirmeleri de dahil olmak üzere temel, istikrarlı ve kalıcı nitelikte olmadığını belirtmiştir. BMMYK bu bölgelerde devam eden çatışmalar, askeri operasyonlar, güvensizlik ve insan hakları ihlalleri, gelecekte bölgesel kontrolün el değiştirme riski ve bu bölgelerde hem insani ihtiyaçların hem de sivil altyapıya yönelik tahribatın yüksek seviyelerde olması nedeniyle sonrasında veya daha önce hükümet kontrolü dışında olan bölgelerde bir iç kaçış veya yer değiştirme alternatifinin mevcut olmadığını değerlendirmiştir. BMMYK, Suriye Hükümetinin veya başka bir devletin ya da devlet dışı oluşumun kontrolü altında olup olmadığına bakılmaksızın, Suriye vatandaşlarının Suriye'nin herhangi bir bölgesine zorla geri gönderilmelerine ilişkin değerlendirmesini teyit etmiştir.BM Genel Sekreteri'nin Suriye'deki çatışmanın tüm tarafları tarafından insani kararlarının uygulanmasına ilişkin 22 Nisan 2021 tarihli raporundan: Suriye Arap Cumhuriyeti genelindeki siviller silahlı çatışma ve şiddetin doğrudan ve dolaylı sonuçlarından zarar görmeye devam etmiştir. Gözlemlenen vakalar ve çok sayıda olay ile pazarlarda ve yerleşim alanlarında öldürülen ve yaralanan sivillere bakıldığında çatışmanın taraflarının sivilleri savaşçılardan ve sivil nesneleri askeri hedeflerden ayırt etme, ayrım gözetmeyen saldırılardan kaçınma, saldırıda orantılılığa riayet etme ve askeri operasyonların yürütülmesinde sivilleri ve sivil nesneleri korumak için sürekli özen gösterme gibi uluslararası insani hukukun temel ilkelerine saygı göstermedikleri anlaşılmaktadır. Çatışmanın tarafları, kontrolleri altındaki bölgelerde bireyleri keyfi olarak alıkoymaya devam etmiştir. BMMYK, Hükümetin kontrolü altındaki bölgelerde, doğal nedenlerle gözaltında öldüğü iddia edilen tutuklu vakalarını belgelemeye devam etmiştir. Bu tür birçok vakada kişilerin zorla kaybetmeye maruz kaldıkları ve Hükümet tarafından gözaltında tutulduklarının ölümler kabul edilene kadar bilinmediği görülmektedir....\" AİHM; Suriye'ye sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucularla ilgili ihlal sonucuna ulaştığı kararında, uluslararası organlar tarafından hazırlanan ve günlük ateşkes ihlallerini ve ülke genelindeki çatışmaları açık şekilde ortaya koyan, güvenilir ve ayrıntılı raporlarda silahlı çatışmaların terörist grupların (DAEŞ ve Tahrir el-Şam dâhil) ve diğer devlet dışı aktörlerin ayrım gözetmeyen saldırılarının ülkede bulunan sivil nüfus üzerindeki yıkıcı etkisinin, ayrıca genç erkeklerin keyfî olarak gözaltına alınması ve zorla kaybedilmesi uygulamalarının devam ettiğinin bildirildiğini belirtmiştir ( ve diğerleri/Rusya Federasyonu, § 106). AİHM'e göre incelenen materyaller ışığında istikrarsız güvenlik durumu nedeniyle mültecilerin hâlihazırda ve en azından yakın gelecekte Suriye'ye zorla geri gönderilmeleri mümkün görünmemektedir ( ve diğerleri/Rusya Federasyonu, § 109). AİHM, bu kez Türkiye'ye karşı verdiği başka bir kararında başvurucunun 2018 yılında Suriye'ye gönderilmesini Sözleşme'nin maddesine aykırı bulmuştur. AİHM'e göre Birleşmiş Milletler organları tarafından o dönemde yayımlanan ve başvuranın geri gönderildiği anı da kapsayan bilgiler, devam eden çatışmalar ve sivillerin maruz kaldığı şiddet ve keyfî gözaltılar dikkate alındığında Suriyelilerin ülkelerine zorla geri gönderilmelerinin tavsiye edilmediğini açıkça ortaya koymaktadır (Akkad/Türkiye, B. No: 1557/19, 21/6/2022, § 72). İlgili Diğer Bilgiler Göç İdaresi Genel Müdürlüğü resmî internet sayfasında \"Geçici Korumamız Altındaki Suriyeliler\" başlığı altında şu açıklamalarda bulunmuştur (https://www.goc.gov.tr/gecici-korumamiz-altindaki-suriyeliler):\"2011 yılının Mart ayında, iç karışıklıkların başlamasından bu yana, günden güne artan sayıda Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşı Türkiye’ye uluslararası koruma bulmak amacıyla gelmektedir. Ülkemiz bu kişilere 'geçici koruma' sağlamaktadır. Suriye’deki insan hakları ihlallerinde 2012 ve sonrasında ortaya çıkan hızlı artış, insani yardım ihtiyaçlarında dramatik artışları da beraberinde getirmiştir. İç karışıklıkların başlamasından bu yana, Suriye ile güçlü tarihi, kültürel ve komşuluk bağları olan Türkiye Cumhuriyeti bu durumdan etkilenen Suriye vatandaşları için 'açık kapı' politikası izlemiştir.Türkiye bu insani kriz neticesinde oluşan göç dalgaları sebebiyle 10 şehirde kurulan 26 geçici barınma merkezinde 971 Suriyeli yabancıya ev sahipliği yapmıştır. Suriye Arap Cumhuriyeti'nde barış ve güven ortamının sağlanamaması sebebiyle geçici koruma altındaki Suriyelilerin ülkemizde kalış süreleri uzamış bu durumda sosyal uyumun sağlanmasını gerekli kılmıştır. Bu gereklilik neticesinde de insanların geçici barınma merkezleri dışında hayatlarını idame ettirmeleri desteklenmiş olup 16 Eylül 2020 tarihi itibariyle 5 ilde 7 geçici barınma merkezinde 877 geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler barındırılmaktadır. Bunun dışında, geçici barınma merkezleri dışında 041 geçici koruma sahibi Suriyeli yaşamaktadır. Türkiye'deki Suriyelilerin çoğu Suriye-Türkiye sınırına yakın olan bölgelerden gelmektedir. Bu bölgeler aynı zamanda yoğun çatışmaların olduğu bölgelerdir....\" ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20131", "Başvuru Konusu":"Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, baraj yapımı çalışmaları sırasında baraj gölü sahasında kalan taşınmaz kısmına kamulaştırmasız el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının, kamulaştırmasız el atma üzerine açılan haksız işgal tazminatı davasının makul bir sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/1/2014 tarihinde Elazığ Hukuk Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 7/1/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/1/2015 tarihinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:a. Kamulaştırma Çalışmaları Başvurucular, Tunceli ili Mazgirt ilçesi Dazkaya köyü 78 parsel sayılı 804 m2 yüz ölçümlü taşınmazın malikleridir. Bu taşınmazın bulunduğu yerde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından Uzunçayır Barajı'nın yapım işi kapsamında 3/4/2002 tarihinde kamulaştırma kararı alınmıştır. DSİ Kıymet Takdir Komisyonu tarafından 11/6/2002 tarihinde başvurucuların anılan taşınmazının 095 m2 yüz ölçümlü kısmı için 250 TL (eski Türk lirası) değer tespiti yapılmış, tutanakta taşınmazın hâlen 095 m2 yüz ölçümlü kısmının tarıma elverişli olduğu, geri kalan 709 m2 yüz ölçümlü kısmının ise nehir yatağı olduğu ve bu kısmı suyun götürdüğü belirtilmiştir.b. Kamulaştırma Bedelinin Tespit ve Tescili Davası DSİ tarafından değer tespiti yapılan taşınmazın 095 m2 yüz ölçümlü kısmı yönünden başvurucular aleyhine Mazgirt Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde 9/9/2002 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespit ve tescili davası açılmıştır. Mahkemenin 21/3/2003 tarihli ve E.2002/153, K.2003/130 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve 605 TL (eski Türk lirası) tazminatın davalıdan alınarak davacılara verilmesine, taşınmazın kamulaştırılan 095 m2 yüz ölçümlü kısmının tapu kaydının iptali ile DSİ adına tapuya tesciline karar verilmiştir.c. Haksız İşgal Tazminatı Davası Başvurucular ayrıca taşınmazın 709 m2 yüz ölçümlü kısmı yönünden DSİ tarafından yapılan baraj inşaatı çalışmaları neticesinde sular altında kaldığından bahisle idarece kamulaştırma işlemi yapılmadan taşınmaza el atıldığı gerekçesine dayalı olarak el atma tarihinden dava tarihine kadar geçen dönem için (19/3/2001-27/10/2003) 000 TL (ıslah yoluyla 603,78 TL) haksız işgal tazminatının (ecrimisil bedelinin) yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle 27/10/2003 tarihinde Mazgirt Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 28/5/2008 tarihli ve E.2003/88, K.2008/117 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve toplam 263,75 TL tutarındaki haksız işgal tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Karar, davalı idare tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2009 tarihli ve E.2009/3041, K.2009/5125 sayılı ilamıyla Mahkemece tanık ve bilirkişi beyanlarına göre taşınmazın olağan şekilde buğday üretiminde kullanıldığı gözetilmeden ve değer tespitine ilişkin bilirkişi raporunun hatalı olduğu gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 10/6/2011 tarihli ve E.2009/57, K.2011/16 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve toplam 184,36 TL tutarındaki haksız işgal tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Bu karar da davalı idare tarafından temyiz edilmiş, aynı Dairenin 16/1/2012 tarihli ve E.2011/17436, K.2012/674 sayılı ilamıyla önceki hükmün yalnızca davalı tarafından temyiz edilmiş olması sebebiyle aleyhe hüküm verme yasağı gözetilmeden karar verilmesinin usul ve yasaya uygun görülmediği belirtilerek hüküm bozulmuştur. İkinci bozma ilamına uyan Mahkeme, 18/7/2012 tarihli ve E.2012/6, K.2012/263 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine, haksız işgal tazminatı bedeli olarak 2001 yılı için 354,26 TL'nin 15/10/2001 tarihinden, 2002 yılı için 836,30 TL'nin 15/10/2002 tarihinden ve 2003 yılı için 567,80 TL'nin 15/10/2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/9/2013 tarihli ve E.2013/10405, K.2013/13113 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar başvurucular vekiline 25/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Olaylar Davalı idarenin, haksız işgal tazminatı verilmesine ilişkin Mahkemenin 18/7/2012 tarihli hükmünün onanması hakkındaki Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/9/2013 tarihli ilamına karşı karar düzeltme talebi, Dairenin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/6053, K.2014/12891 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Diğer İlgili Olaylar Başvuru formu ve eklerinde yer almamakla birlikte başvurucuların 19/1/2015 tarihli dilekçesi ve ekindeki belgelere göre başvurucuların, taşınmazın 709 m2 yüz ölçümlü kısmı yönünden DSİ tarafından kamulaştırma işlemi yapılmadan taşınmaza el atıldığı gerekçesiyle 000 TL tutarındaki tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle 27/10/2003 tarihinde Mazgirt Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açtığı anlaşılmaktadır. Mahkeme, 21/9/2005 tarihli ve E.2003/89, K.2005/113 sayılı kararı ile idari yargının görevli olduğu belirtilerek davanın yargı yolu yanılgısı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/6/2012 tarihli ve E.2012/7463 K.2012/11990 sayılı ilamıyla adli yargının görevli olduğu belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 13/3/2013 tarihli ve E.2012/257, K.2013/64 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine, 087,79 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara tapu kayıtlarındaki payları oranında ödenmesine, taşınmazın bu kısmının baraj gölü sahası içinde kalması nedeniyle tapudan terkinine karar verilmiştir. Taraf vekillerince temyiz edilen karar, Dairenin 27/11/2013 tarihli ve E.2013/17846, K.2013/20974 sayılı ilamıyla yargılama giderleri yönünden düzeltilmek suretiyle hüküm onanmıştır. Davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi, Dairenin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/6053, K.2014/12891 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun \"Usul ekonomisi ilkesi\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.\" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır.” 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi şöyledir:\"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister....\" 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:\"Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünün vazife ve salahiyetleri şunlardır:...n) Umum Müdürlüğün vazifesi içinde bulunan işlerin yapılmasına lüzumlu arazi ve gayrimenkulleri kanunlarına göre muvakkat olarak işgal etmek veya istimlak etmek veya satın almak;...\" 8/3/1950 tarihli ve 1950/22-4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı şöyledir:\"Başkasının gayrimenkulünü haksız olarak zaptedip kullanmış olan kötü niyetli kimsenin o gayrimenkulü elinde tutmuş olmasından doğan zararları ve elde ettiği veya ekle etmeyi ihmal eylediği şendereleri tazminle mükellef olup, bir zarara uğramamış olan malik veya zilyede ecrimisil adı veya başka bir ad altında herhangi bir tazminat vermekle mükellef olmadığına 8/3/1950 tarihinde çoklukla karar verildi.\" 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir: \"Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1028", "Başvuru Konusu":"Başvuru, baraj yapımı çalışmaları sırasında baraj gölü sahasında kalan taşınmaz kısmına kamulaştırmasız el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının, kamulaştırmasız el atma üzerine açılan haksız işgal tazminatı davasının makul bir sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, \"silahlı terör örgütüne üye olma\" suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/6/2014 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 11/8/1998 tarihli ve E.1998/314 sayılı iddianamesi ile \"silahlı terör örgütüne üye olma\" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava, Adana 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.1998/368 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Adana 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin kapatılması üzerine dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2004/51 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 25/12/2007 tarihli ve E.2004/51, K.2007/184 sayılı karar ile başvurucunun, \"silahlı terör örgütüne üye olma\" suçundan beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/12/2009 tarihli ve E.2008/10125, K.2009/12273 sayılı ilâmı ile eksik incelemeye dayalı hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 20/8/2010 tarihli ve E.2010/33, K.2010/220 sayılı karar ile zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle başvurucu hakkında açılan kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/1/2014 tarihli ve E.2013/4619, K.2014/634 sayılı ilâmı ile onanmıştır. Karar, 26/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi ve maddesinin ikinci fıkrası. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10685", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, \"silahlı terör örgütüne üye olma\" suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 12/5/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/3/2020 tarihinde salgın nedeniyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi için süreler 15/6/2020 tarihine kadar durdurulduğundan başvuru süresindedir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23133", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, kanun hükmünde kararname hükmü uyarınca askerî okulların kapatılması nedeniyle askerî öğrencilik statüsünün sona ermesine ilişkin işlemin ve bu işlemden doğan zararların tazmini için açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların gerçekleştiği tarihte başvurucu, Kara Harp Okulunda üçüncü sınıf öğrencisidir. Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün ardından çıkarılan 25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin (669 sayılı KHK) maddesinde harp akademilerinin, askerî liselerin ve astsubay hazırlama okullarının kapatıldığı düzenlenmiştir. Mezkur KHK'nın maddesinde askerî okullarda öğrenimine devam eden öğrencilerin durumlarına uygun okullara nakledileceği düzenlenmiştir. Başvurucunun eğitim gördüğü okul da anılan düzenleme kapsamında kapatılmış, bu sebeple başvurucunun okulla ilişiği kesilerek başka bir okula nakli sağlanmıştır. Bunun üzerine başvurucu askerî öğrencilik statüsünün sona ermesine ilişkin işlemin ve bu işlemden doğan zararların tazmini için idari yargıda dava açmıştır. İdare Mahkemesi; başvurucunun okulla ilişiğinin kesilmesi yolundaki tasarrufun doğrudan kanun hükmünde kararnameyle gerçekleştiğini, bu konuda idareye herhangi bir değerlendirmede bulunma veya işlem tesis etme yetkisinin tanınmamış olduğunu, dolayısıyla ortada idari davaya konu olacak nitelikte kesin ve yürütülmesi gereken idari bir işlem olmadığını belirterek davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Anılan karar istinaf ve temyiz incelemelerinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 9/10/2021 tarihinde öğrenmiş, 1/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47308", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kanun hükmünde kararname hükmü uyarınca askerî okulların kapatılması nedeniyle askerî öğrencilik statüsünün sona ermesine ilişkin işlemin ve bu işlemden doğan zararların tazmini için açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 30/4/2018 ve 15/5/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/12825 numaralı başvuru dosyasının kişi ve konu yönlerinden hukuki irtibat nedeniyle 2018/11320 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Emniyet amiri rütbesinde olan başvurucu, Ankara'dan Şırnak'a atanmış ve 25/7/2013 tarihinde Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğünde göreve başlamıştır. Başvurucu Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/2/2014 tarihli işlemi ile istihbarat branşından çıkarılarak genel hizmet kadrosuna aktarılmış, Şırnak Emniyet Müdürlüğünün 26/2/2014 tarihli işlemi ile de İş Sağlığı ve Güvenliği Büro amiri olarak atanmıştır. Anılan işlemlerin iptali istemiyle açtığı davada Mardin İdare Mahkemesince 18/7/2014 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş, idarece karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 11/9/2014 tarihinde önceki görev yeri olan İstihbarat Şube Müdürlüğüne atanmıştır. İdare Mahkemesince 31/10/2014 tarihinde işlemlerin iptaline karar verilmiş ise de bu karar Danıştay Onaltıncı Dairenin 13/5/2015 tarihli kararıyla usul yönünden bozulmuştur. İdare Mahkemesince 16/11/2016 tarihinde bozma kararına uyularak dilekçenin reddine karar verilmiş, başvurucu yenilediği dilekçe ile Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/2/2014 tarihli işleminin iptalini talep etmiştir. Dava, İdare Mahkemesinin 18/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; istihbarat birimi ve branşının özelliği dikkate alındığında, istihbarat hizmeti gibi devlet güvenliğini ilgilendiren önemli bir pozisyonda hangi personeli istihdam edeceği konusunda davalı idarenin geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu, işlemin hizmet dışı nedenler esas alınarak ya da takdir yetkisi kötüye kullanılarak tesis edildiği noktasında dava dosyasında da bilgi ve belge bulunmadığı dikkate alındığında dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. İstinaf başvurusunun reddi üzerine karar kesinleşmiştir. Başvurucu bu arada Şırnak Emniyet Müdürlüğünün 16/1/2015 tarihli işlemi ile personel ihtiyacı nedeniyle geçici olarak Koruma Şube Müdürlüğünde görevlendirilmiştir. Başvurucunun anılan işleme karşı açtığı davada Mardin İdare Mahkemesinin 12/5/2015 tarihli kararıyla yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş, bu karar yapılan itiraz üzerine Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 29/7/2015 tarihli kararıyla kaldırılarak yürütmenin durdurulması istemi reddedilmiştir. İdare Mahkemesi 7/10/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurucunun görevlendirildiği birimde belli bir süreyle hizmetine ihtiyaç duyulduğu ve görevlendirilmesinin hukuken geçerli haklı nedenlerle yapıldığına dair bilgi ve belgenin sunulmadığı, istihbarat birimindeki görevinde başarısızlığına ilişkin somut belirlemede bulunulmadığı, işlemin hukuki dayanağının ortaya konulamadığı, geçici görevlendirmenin süre öngörülmeksizin ucu açık olarak tesis edildiği gerekçeleriyle işlemin iptaline karar vermiştir. Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi itiraz üzerine incelediği dosyada 8/3/2016 tarihli kararıyla iptal kararını bozarak davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, idarenin kamu hizmetinin gerekleri doğrultusunda personelin görev yerini geçici veya sürekli olarak değiştirme konusunda kanunen sahip olduğu takdir yetkisini emniyet hizmetlerinin önem ve özelliğine uygun olarak kullandığı, takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri dışında subjektif (öznel) nedenlerle kullandığına dair herhangi bir bilgi ve belgenin de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun görev yerinin geçici olarak değiştirilmesine yönelik işlemde kamu yararına ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun düzeltme isteminin reddedilmesi sonucunda karar kesinleşmiştir. Başvurucu, atamasının başka bir şehre yapılması nedeniyle Şırnak'daki görevinden 31/8/2015 tarihinde ayrılmıştır.A. 2018/12825 Numaralı Başvuruya İlişkin Yargı Süreci Başvurucu; idarece tesis edilen işlemler ve gösterilen tutum nedeniyle psikolojik tacize maruz kaldığı iddiasıyla 6/5/2015 tarihinde Şırnak Valiliğine (Valilik) karşı Mardin İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkemece 18/8/2015 tarihinde dava dilekçesinin merciine tevdiine karar verilmiştir. İdarece başvuruya yanıt verilmemesi üzerine başvurucu 20/11/2015 tarihinde 000 TL tutarında tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; yargı kararı üzerine tekrar atandığı İstihbarat Şubesinde tarafına aktif bir görev verilmediğini, kısa süre sonra ihtiyaç bulunmadığı hâlde Koruma Şubesinde görevlendirildiğini, burada rütbe ve kıdemine uygun bir görev verilmediği gibi çalışma odası ve bilgisayar da tahsis edilmediğini, mesai saatlerinde misafir sandalyesinde oturtularak kendilerinden kıdemli olduğu personel nezdinde itibarsızlaştırıldığını, yargılamanın lehine sonuçlanması nedeniyle cezalandırıldığını, idarece ötekileştirme ve yalnızlaştırma amacıyla hareket edildiğini belirtmiştir. Mahkeme 28/4/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucu hakkında tesis edilen atama işlemine karşı açılan davalarda verilen iptal kararlarının bozularak birinin retle sonuçlandığı, bu işlemlerin kasten ve herhangi bir sebep olmadan tesis edildiklerine yönelik herhangi bir kanıtın bulunmadığı, işlemlerin yargısal denetime açık olduğu, yargı kararlarının gereğinin idarece yerine getirildiği, yargı kararlarını etkisiz kılacak görevlendirme işlemleri yapılması halinde bunların denetiminin de yine yargı yolu ile sağlanabileceği, atama ve görevlendirme işlemlerinin mobbing olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. İstinaf başvurusunun reddi üzerine karar kesinleşmiştir. Nihai karar 17/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. 2018/11320 Numaralı Başvuruya İlişkin Yargı Süreci Başvurucu 6/11/2015 tarihinde Valiliğe başvurarak yargı kararı üzerine atandığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde maruz kaldığı olumsuz idari eylem ve işlemler nedeniyle 000 TL manevi tazminat ödenmesini istemiştir. Valilik 25/12/2015 tarihli işlem ile talebi reddetmiştir. Başvurucu 23/2/2016 tarihinde Valiliğe karşı Mardin İdare Mahkemesinde 000 TL manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; yargı kararı üzerine tekrar atandığı İstihbarat Şube Müdürlüğünün Şırnak Emniyet Müdürlüğü hizmet binası katında bulunan hizmet yerine alınmadığını, bunun yerine hizmete uygun olmayan başka birimi bulunmayan ve daha önceden lojman olarak kullanılan dairede görevlendirildiğini, rütbesine uygun masa ve sandalye verilmeyip kırık masa ve misafir sandalyesinde görev yapmaya zorlandığını, yine emrine personel, teçhizat ve ekipman verilmediğini, hiyerarşiye aykırı biçimde başkomiser emrinde çalıştırıldığını, görevli olduğu konuda çalışma yapmasının engellendiğini, hizmetin yürütülmesi için kullanılan programlara ve birimlerin giriş kapılarına kendisiyle ilgili tanımlama yapılmadığını, idarenin işlemine karşı dava açarak hakkını araması nedeniyle cezalandırıldığını, idarece ötekileştirme ve yalnızlaştırma amacıyla hareket edildiğini belirtmiştir. Başvurucu iddialarına dayanak olmak üzere 12/9/2014-16/1/2015 tarihleri arasında tek taraflı olarak düzenlediği yirmi altı adet tutanağı dava dilekçesi ekinde sunmuştur. Söz konusu tutanaklarda dilekçesinde belirttiği olayları kendi tespit ve yorumlarıyla birlikte kayıt altına almış, görev yerinin fiziki durumuna ilişkin fotoğraflara yer vermiştir. Mahkeme 7/6/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucunun iddia ettiği eylem ve işlemlerin sistemli şekilde ve kendisini yıldırma amaçlı yapıldığına ilişkin herhangi bir delilin dosyada bulunmadığı, atamasıyla ilgili yargı kararının gereğinin idarece yerine getirildiği, hizmetin yerine getirilmesinin ne şekilde engellendiğinin ortaya konulamadığı, şeref ve haysiyetini rencide edici bir olayın bulunmadığı, manevi tazminat ödenmesi için gerekli koşulların oluşmadığı belirtilmiştir. İstinaf başvurusunun reddine ilişkin nihai karar 3/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Bayrakcı, B. No: 2014/8715, 5/4/2018, §§ 22-45; Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235, 10/3/2016, §§ 30- ", "Haklar":"Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11320", "Başvuru Konusu":"Başvuru, psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun konutunda 8/2/2006 tarihinde kolluk görevlilerince arama yapılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 24/2/2006 tarihli iddianamesi ile terör örgütü mensuplarına yardım ve yataklık etmek suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 22/9/2006 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/11/2009 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 1/3/2012 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütüne silah sağlama suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2013 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2079", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Şırnak Emniyet Müdürlüğüne 10/12/2021 tarihinde e-posta aracılığıyla ulaşan isimsiz ihbar üzerine aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı şüpheliler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Anılan e-postanın içeriği şöyledir: \"Abi dün akşam haberde bakanın söylediği [T.Y.i] öldüren [yi] iyi tanırım. Bu Şırnak'a geldi her yeri karıştırdı Cizre’deki gençliği ateşleyen bu. Silopi’yi de karıştıracaktı bu şerefsiz polisler bunu almasaydı. Silopi’de bununla koşturan [S.T] var Ercan Yiğit [başvurucu] var [E.K.] var. [A.S.] [S.] bunlar hep birlikte. Silopi’de molotoflamaları da bunlar yapıyor polise askere eylem yapmak için fırsat kolluyorlar [T.] hendek döneminde sokaklara çukur açıyordu silahla nöbet tutuyordu polis aldı bunu ama geri bıraktı Ercan Yiğit bu çocuk dağa gidecem deyip duruyordu, dağa gitmedi Silopi’yi karıştırıyor [E.E.] de [S.Y.nin] adamı ne derse onu yapar. bu geçen aylarda ırağa gitti geldi [A.S. ile S.] Silopi’deki gençliği hareketlendirerek orayı burayı yakıp yıkmak istiyor. bunlarım elinde malzeme de var abı Silopi’de polise askere zarar verecekler bunlara engel olun.\" Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla başvurucu 10/12/2021 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; söz konusu ihbarın içeriği okunmak suretiyle alınan 14/12/2021 tarihli kolluk ifadesinde özetle ihbar içeriğini kabul etmediğini, ihbarda isimleri geçen kişilerden sadece S.T.yi tanıdığını, bu kişi ile dönem dönem halı sahada futbol oynaması vesilesiyle tanıştığını, dağa gitmek gibi bir amacının bulunmadığını, 2016 yılında gözaltına alındıktan sonra yapılan yargılama sırasında kendisini zorla dağa götürmek isteyen kişiler hakkında bilgi verdiğini ve üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Başsavcılık, başvurucuyu diğer şüpheliler ile birlikte tutuklanması talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başvurucu sorgusunda kolluk ifadesini tekrarlamıştır. Başvurucu müdafi ise isimsiz bir ihbar dışında soruşturma dosyasında hiçbir delil bulunmadığını beyan ederek müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Hâkimlik diğer şüpheliler ile birlikte başvurucunun tutuklanmasına 15/12/2021 tarihinde karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına karşı yaptığı itiraz Siirt Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 24/12/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu itirazın reddi kararını 27/12/2021 tarihinde öğrendikten sonra 12/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tutukluluğun gözden geçirilmesine yönelik açılan 11/3/2022 tarihli duruşma sonrasında Hâkimlik, tutuklulukta geçirilen süre, mevcut delil durumu ve suç vasfının değişme ihtimaline istinaden başvurucunun yurt dışına çıkamamak ve belirli yerlere düzenli olarak başvurmak şeklindeki adli kontrol tedbirleri uygulanmak suretiyle tahliyesine karar vermiştir. Soruşturma neticesinde 21/3/2024 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 24/4/2024 tarihli kesinleşme şerhine göre anılan karar 6/4/2024 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/3815", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından yapılan inceleme sonunda başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarıyla ilgili olarak 11/2/2021 tarihinde açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmezlik kararı verilmiştir. Komisyonca adil yargılanma hakkına ilişkin iddiaların incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 26/5/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve cezası 7/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun ilgili mevzuata göre bihakkın tahliye tarihi 17/11/2022, koşullu salıverilme tarihi ise 26/4/2021'dir. Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezası infaz edilen başvurucu, koşullu salıverilme tarihine bir yıl kala 27/4/2020 tarihinde açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve kalan cezasının denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak infaz edilmesi talebinde bulunmuştur. Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare ve Gözlem Kurulu) 30/4/2020 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Adı geçenin kurumumuza geldiği tarihten itibaren terör hükümlü ve tutukluların bulunduğu C-2 Koğuşunda kaldığı, kaldığı süre içerisinde örgütten ayrıldığına dair bir talebinin olmadığı gibi bu günü kadar Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma (FETÖ/PDY) suçundan hükümlü ve tutuklular ile birlikte kaldığı, kurum idaresine bugüne kadar örgütle bağlantısı olmadığına dair somut bir olay, bilgi ve belge sunmadığı, koğuşların yatakhane bölümü güvenlik kamerası ile kontrol edilemediği, terör suçluların tekli koğuşlara ayrılma taleplerin olması halinde kurumumuzun fiziki konumu itibari ile tekli odalarının olmadığı, tekli oda açılsa bile bunun örgütten ayrılma anlamına da gelmeyeceği terör hükümlüsünün koşullu salıverme tarihi 1 Yıl'dan aşağı kaldığından cezaevinden çıkmak için bu yolu denediği hükümlü hakkında yapılan gözlem ve değerlendirmede örgütten ayrıldığına dair kanaate varılmadığından Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Şartlarını Taşımadığı, Açık hakkı olmayanların denetim hakkından da faydalanamadığından Hükümlü MUSTAFA TAKYAN' ın denetimli serbestlikten yararlanma talebinin reddine...[karar verildi.]\" Başvurucu yeniden denetimli serbestlik talebinde bulunmuş, İdare ve Gözlem Kurulu 28/5/2020 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Silahlı Terör Örgüt suçundan Hükümlü Mustafa TAKYAN'ın öngörülen gözlem süresinde; Bağımsız koğuşa geçme talebi ve iyileştirme kapsamında 27/04/2016 tarihinden 28/05/2020 tarihine kadar olan muhtelif tarihlerde kendisi ile bireysel görüşme talebinde bulunmadığından bireysel görüşme yapılmadığı,Adı geçenin, gerek mahkeme aşamasında, gerekse sonrasında istihbari bilgi paylaşımı, etkin pişmanlık talebi vb. beyanı olmadığı, idareye başvurduğu dilekçelerinde C-4 koğuşunda bulunan diğer Silahlı Terör Örgütü (fetö/pdy) suçundan hükümlü ve tutukluların koğuş ortamında arkadaşları ile iyi anlaştığını, bir sorununun olmadığını beyan ettiği, terör suçlusu hükümlü ve tutukluların koğuşlarında sorun olmadığı, birbirleri ile anlaştıkları genel bir durum olup, idarecede bu durumun gözlenmekte olduğu,Adı geçenin, toplu koğuş da kaldığından kendisini anlatamaya bildiğinden idare heyetine görüşmeye gelebileceği, örgüt ile ilgili istihbaratı bilgi ve pişmanlık duyduğunu beyan eden ifade de bulunmasına imkan verildiği halde, hiçbir görüşmeye gelmediği, Hükümlünün Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Açık Ceza İnfaz Kurumuna ve Denetimli Serbestlikten Faydalanma talebinin bulunduğu; Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliğinin Madde (ç) şıkkında ise; 'Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup mensup oldukları örgütten ayrıldıkları İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla tespit edilenlerin, koşullu salıverme tarihine bir yıldan az süre kalması olduğu ve toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda iyi halli olarak geçiren ve koşullu salıverme tarihine Bir yıl veya daha az süre kalanlar, açık ceza infaz kurumuna ayrılabilir' denildiği, 5272 sayılı Kanunun Maddesinde; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu Kapsamına giren suçlar hariç olmak üzere 105/A maddesinin Fıkrasında; terör suçlularının şartla tahliye tarihine 1 yıl kala denetimli serbestlikten yararlanabileceği,Hükümlünün koşullu salıvermesinin 26/04/2020 tarihi itibariyle 1 yılın altına düştüğü ve toplam cezasının 1/3 ünü kapalı ceza infaz kurumunda tamamladığı, 26/04/2020 tarihine kadar tekli oda, iyileştirme ve örgütten ayrıldığına dair somut beyanı olmadığı,Hükümlünün bu güne kadar örgütten ayrıldığına ve pişman olduğuna dair bir talebinin bulunmadığı, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan 3713 SY 7/maddesi delaletiyle 5237 SY TCK'nun 314/2, 3713 SY 5/1, TCK 62, 53/1,2,3, 58/9, maddelerinin uygulandığı, etkin pişmanlık hüküm maddesi olan TCK'nın maddesinden yararlanma imkanı olduğu halde bu hakkını kullanmadığı, kurumumuzda kaldığı süre içerisinde de, ayın tutum ve davranışları sergilediği, koğuş dışına çıktığında örgütle ilgili herhangi bir istihbari bilgi vermediği, tutum ve davranışları nedeni ile bir kanaat oluşmadığından, mahkemesince de pişmanlık duymadığından dolayı hüküm giydiği,Adı geçenin kurumumuza geldiği tarihten itibaren, terör hükümlü ve tutuklularının bulunduğu C-Blok Koğuşlarında kaldığı, kaldığı süre içerisinde örgütten ayrıldığına dair bir talebinin olmadığı gibi, bu günü kadar Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma (FETÖ/PDY) suçundan hükümlü ve tutuklular ile birlikte kaldığı, kurum idaresine bugüne kadar örgütle bağlantısı olmadığına dair bilgi ve belge sunmadığı, koğuşların yatakhane bölümünün güvenlik kamerası ile kontrol edilemediği, terör suçlularının tekli ve bağımsız koğuşlara ayrılma taleplerinin olması halinde ise; Kurumumuzun fiziki konumu itibari ile tekli odalarının olmadığı, tekli oda açılsa bile bunun örgütten ayrılma anlamına da gelmeyeceği, terör hükümlüsünün koşullu salıverme tarihi 1 Yıl'dan aşağı kaldığından, cezaevinden çıkmak için bu yolu denediği, bir yıl kalana kadar hiç bir somut talebinin olmadığı,Adı geçen hakkında yapılan gözlem ve değerlendirmede sonucu; İdare ve Gözlem kurulunca Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma (FETÖ/PDY) örgütünden ayrıldığına dair kanaate varılmamıştır [karar verildi.]\" Başvurucunun her iki karara karşı itirazı, Niğde İnfaz Hâkimliğinin 21/7/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliğinin Madde (ç) bendinde; 'Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup mensup oldukları örgütten ayrıldıkları İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla tespit edilenlerin, koşullu salıverme tarihine bir yıldan az süre kalması olduğu ve toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda iyi halli olarak geçiren ve koşullu salıverme tarihine Bir yıl veya daha az süre kalanlar, açık ceza infaz kurumuna ayrılabilir' denildiği, Bu bağlamda terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olanların, ancak mensup oldukları örgütten ayrıldıklarının idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesi halinde diğer kanuni şartlar da oluşmuşsa açık ceza infaz kurumuna ayrılabilecekleri, İtiraza konu idare ve gözlem kurulu kararında ise, 'Adı geçenin Kurum Müdürü Başkanlığında İdare ve Gözlem Kurulu Heyeti ile görüşme talebinin olduğu, yapılan görüşmelerde hareket, davranış ve tutumunun olumlu olmadığı, suç işlediğine dair bir pişmanlığının olmadığı, bireysel sorunları dile getirdiği, tüm görüşme ve telkinlere rağmen silahlı terör örgütünden (Fetö/Pdy) ayrıldığına dair somut istihbari bir bilgi vermediği, pişmanlık duymadığı gözlenmiştir. Hükümlünün bu güne kadar örgütten ayrıldığına ve pişman olduğuna dair bir talebinin bulunmadığı, kurumumuzda kaldığı süre içerisinde de, aynı tutum ve davranışları sergilediği, koğuş dışına çıktığında örgütle ilgili herhangi bir istihbari bilgi vermediği, tutum ve davranışları nedeni ile bir kanaat oluşmadığı, adı geçenin kurumumuza geldiği tarihten itibaren kaldığı süre içerisinde örgütten ayrıldığına dair bir talebinin olmadığı gibi, terör hükümlüsünün koşullu salıverme tarihi 1 Yıl'dan aşağı kaldığından cezaevinden çıkmak için bu yolu denediği, bir yıl kalana kadar hiç bir somut talebinin olmadığı, örgütünden ayrıldığına dair kanaate varılmamıştır.' denilmek suretiyle somut gerekçe gösterilmiş ve hükümlünün örgütten ayrılmadığı kanaatine varıldığı belirtilerek hükümlünün talebinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Bu suretle somut gerekçe gösterilerek verilen idare ve gözlem kurulu kararında usul ve yasaya aykırı olan bir yön bulunmadığı anlaşılmakla, hükümlünün itirazının reddine... [karar verilmiştir.]\" Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı 23/7/2020 tarihli dilekçeyle itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; ceza infaz kurumu idaresinin uygun gördüğü koğuşta kaldığını, herhangi bir disiplin cezası almadığını, ceza infaz kurumunda geçirdiği süre içinde de hiçbir olumsuz tutum ve davranışının bulunmadığını, ayrıca aynı suç tipinden ceza infaz kurumunda kalan başka hükümlülerin tahliye olduğunu ancak kendisinin tahliye edilmediğini bildirerek bu yöndeki taleplerinin ceza infaz kurumu ile İnfaz Hâkimliğince soyut gerekçelerle reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun itirazı, Niğde Ağır Ceza Mahkemesinin 28/7/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...Hükümlü Mustafa Takyan hakkında Niğde İnfaz Hakimliği'nin 21/07/2020 tarih 2020/1908 Esas 2020/2400 Karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun olduğundan hükümlünün itirazının reddine karar vermek gerekmiştir...\" Karar, başvurucuya 30/7/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezasını infaz etmekte iken 26/4/2021 tarihinde koşullu salıverilmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un \"Açık ceza infaz kurumları\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. Açık ceza infaz kurumları ihtiyaca göre ayrıca; a) Kadın açık ceza infaz kurumları, b) Gençlik açık ceza infaz kurumları, şeklinde kurulabilir.... (3) Hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına 89 uncu madde uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda karar verilir. (4) Toplam on yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar ile terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar, kasten öldürme suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından mahkûm olanların kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına ilişkin idare ve gözlem kurulu kararları, infaz hâkiminin onayından sonra uygulanır....\" 5275 sayılı Kanun'un \"Hükümlülerin değerlendirilmesi ve iyi hâlin belirlenmesi\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Hükümlüler, ceza infaz kurumlarında bulundukları tüm aşamalarda, ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara uyup uymadığı, haklarını iyi niyetle kullanıp kullanmadığı, yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirip getirmediği, uygulanan iyileştirme programlarına göre toplumla bütünleşmeye hazır olup olmadığı, tekrar suç işleme ve mağdura veya başkalarına zarar verme riskinin düşük olup olmadığı hususlarında idare ve gözlem kurulu tarafından iyi hâlin belirlenmesine esas olmak üzere en geç altı ayda bir değerlendirmeye tabi tutulur. (2) Birinci fıkra uyarınca yapılacak değerlendirmede, infazın tüm aşamalarında hükümlülerin katıldığı iyileştirme ve eğitim-öğretim programları ile spor ve sosyal faaliyetler, kültür ve sanat programları, aldığı sertifikalar, kitap okuma alışkanlığı, diğer hükümlü ve tutuklular ile ceza infaz kurumu görevlileri ve dışarıyla olan ilişkileri, işlediği suçtan dolayı duyduğu pişmanlığı, ceza infaz kurumu kuralları ile kurum bünyesindeki çalışma kurallarına uyumu ve aldığı disiplin cezaları dikkate alınır. (3) Toplam on yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar ile terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar, kasten öldürme suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından mahkûm olanlar hakkında yapılacak açık ceza infaz kurumuna ayırmaya, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazına ve koşullu salıverilmeye ilişkin değerlendirmelerde idare ve gözlem kuruluna Cumhuriyet başsavcısı veya belirleyeceği bir Cumhuriyet savcısı başkanlık eder. Ayrıca, idare ve gözlem kuruluna Cumhuriyet başsavcısı tarafından belirlenen bir izleme kurulu üyesi ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı il veya ilçe müdürlükleri tarafından belirlenen birer uzman kişi katılır.... (5) Kanunlarda iyi hâlliliğin arandığı durumlarda, hükümlülerin tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi bakımından bu madde hükümleri uygulanır. (6) Açık ceza infaz kurumuna ayırmaya, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazına ve koşullu salıverilmeye ilişkin olarak tutum ve davranışları olumsuz değerlendirilen hükümlülerin yeniden değerlendirilmeye tabi tutulma süreleri bir yılı geçemez. (7) İdare ve gözlem kurulu tarafından yapılacak değerlendirmelere esas olacak ilkeler ve kurulun bu maddeye ilişkin çalışma usul ve esasları ile tutum ve davranışları olumsuz değerlendirilen hükümlülerin yeniden değerlendirilmeye tabi tutulma süreleri yönetmelikle düzenlenir.\" 5275 sayılı Kanun'un \"Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı\" kenar başlıklı 105/A maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:\"(1) (Değişik:14/4/2020-7242/46 md.) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla, açık ceza infaz kurumunda veya çocuk eğitimevinde bulunan ve koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, hükmün infazına ilişkin işlemleri yapan Cumhuriyet başsavcılığının bulunduğu yer infaz hâkimi tarafından karar verilebilir...'' 2/9/2012 tarihli ve 28399 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) \"Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılacak hükümlüler\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Hükümlülerden;a) (Değişik:RG-22/8/2015-29453) Toplam (Değişik ibare:RG-22/2/2017-29987) cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kurumlarda infaz edip, iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar,...açık kurumlara ayrılabilir. (2) Açık kurumlara ayrılabilmek için, ayrıca;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması,şartı aranır...\" Yönetmeliği'nin \"Açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:\"(Değişik:RG-22/8/2015-29453) (1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerden;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, 6 ncı maddenin ikinci fıkrasının (c) ve (ç) bentleri dışında kalanlar,açık kurumlara ayrılamaz.\" \"Kapalı kurumdan açık kuruma ayırma kararı\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:\"(1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin talepleri üzerine, koşulları taşıdıklarının anlaşılması hâlinde kurum idare ve gözlem kurulu tarafından açık kurumlara ayrılmalarına karar verilir. Hükümlünün koşulları taşımadığının anlaşılması halinde ise talebin reddine dair verilen gerekçeli karar ilgiliye tebliğ edilir.... (3) İdare ve gözlem kurulu kararı ile birlikte;...ç) İyi hâl kararı,d) Gözlem ve sınıflandırma formu,...Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.... (7) (Ek:RG-22/8/2015-29453) Hükümlülerin talebi olmasa dahi, açık kurumda barınmalarında risk bulunmadığı takdirde ve bu Yönetmelikte belirtilen şartları taşımaları halinde idare ve gözlem kurulunun vereceği açığa ayırma kararı üzerine Cumhuriyet başsavcılığınca resen açık kuruma gönderilir...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) \"Adil yargılanma hakkı\" kenar başlıklı maddesi şöyledir:\"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.\" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) süregelen içtihatlarına göre Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilmesi için ya cezai anlamda bir suçlamanın ya da medeni hak ve yükümlülüklerin esasıyla ilgili bir uyuşmazlığın olması gerekmektedir (pek çok karar arasından bkz. Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 85, 86). AİHM'in yerleşik içtihadı gereğince, serbest bırakılma taleplerinin veya hürriyeti kısıtlayıcı bir cezanın infaz edilme şekillerine ilişkin sorunların incelenmesi, maddenin (1) numaralı fıkrası kapsamında değildir (Neumeister/Avusturya, B. No: 1936/63, 27/6/1968, §§ 22, 23; Lorsé et autres/Hollanda, B. No: 52750/99, 28/8/2001). AİHM, Sözleşme kurumlarının-tutarlı bir şekilde- Sözleşme'nin maddesinin infaz meseleleri için geçerli olmadığına karar verdiklerini ifade etmektedir (AB /İsviçre (k.k.), B. No: 20872/92, 22/2/1995). Ganusauskas/Litvanya ((k.k.), B. No: 47922/99, 7/9/1999) kararında AİHM, bir hükümlünün iç hukuktaki koşulları sağlayarak koşullu salıverilmeyi hak edip etmediğine ilişkin anlaşmazlığın görüldüğü davanın yeterli usule ilişkin güvenceleri içermediği için Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlal ettiği şikâyetini incelemiştir. Bu davada AİHM, Sözleşme'nin koşullu salıverme yönünden bireylere bir hak temin etmediğini, koşullu salıvermenin bir mahkeme tarafından verilmesini yahut incelenmesini gerekli kılmadığını vurgulamıştır. Uyuşmazlığa konu şikâyet kapsamında başvurucuya yöneltilen bir suç ithamının da bulunmadığını tespit eden AİHM, adil yargılanma hakkı şikâyetini konu bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Benzer şekilde adil yargılanma hakkı kapsamında af yahut koşullu salıverme imkânlarından yararlanamama şikâyetinin dile getirildiği bir başka başvuruda da AİHM, Sözleşme'nin izne bağlı ya da bir gereklilik olarak şartlı tahliye kararı verilmesi yönünde bir hak tesis etmediğini belirtmiştir (Jankauskas/Litvanya, B. No: 59304/00, 16/12/2003). AİHM bu içtihadını benzer yönde şikâyetler barındıran başka kararlarda da istikrarlı şekilde sürdürmüştür (şartlı tahliye ile ilgili uyuşmazlıklar için bkz. Hudec/Slovakya (k.k.), B. No: 4123/02, 24/10/2006; infaz ile ilgili uyuşmazlıklar için bkz. Beier/Almanya (k.k.), B. No: 20579/04, 22/1/2008; af başvurusu ile ilgili davalar için bkz. Montcornet de Caumont/Fransa (k.k.), B. No: 59290/00, 13/5/2003). AİHM, başvuranın cezasını sağlık durumuna uygun bir kurumda çekmesi ya da salıverilmesi talebine ilişkin uyuşmazlığı bir suç isnadı veya medeni hak ve yükümlülük kapsamında değerlendirmemiştir. AİHM bu kanaate ulaşırken başvuranın talebinin doğrudan cezanın infaz edilme şekline ilişkin olduğunu vurgulamıştır (Dybeku/Arnavutluk, B. No: 41153/06, 18/12/2007, § 55). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27974", "Başvuru Konusu":"Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; Cizre'de uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında tıbbi yardım ve tedavi sağlanmaması ve güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı neticesi ölüm meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ve bu hak bağlamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün, sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, cenazelerin bulundukları sıradaki fiziksel durumları, cenazeleri teslim alırken ve defin için dinî merasim sırasında yaşanan zorluklar nedeniyle kötü muamele yasağı, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün, Av. Ramazan Demir’in bazı başvurucular adına Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine geçici tedbir talebiyle bireysel başvurular yapmasının ardından bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanması nedeniyle bireysel başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. PKK terör örgütü özellikle 2015 yılından itibaren yaşanan konjonktür ile ilgili gelişmelere bağlı olarak şehir savaşı stratejisini hayata geçirmiştir. Bu strateji çerçevesinde örgüt, şehir merkezlerine eleman, silah ve mühimmat sevk etmiş, yollarda patlayıcı ile tuzaklanmış hendek ve barikatlar oluşturmuş, binaları tünellerle birbirine bağlayarak sığınak ve karargâh olarak kullanmaya başlamıştır. PKK terör örgütünün bu stratejisiyle eylemlerini kırsal alandan yerleşim merkezlerine taşıyarak şehir merkezlerini silahlı çatışma alanına dönüştürme gayretinde olduğu anlaşılmıştır. Belirli bölgelerde öz yönetim ilan eden ve uzun süreli bir silahlı çatışma için hazırlık yapan PKK terör örgütü, eylemlerine karşı düzenlenecek operasyonlarda yerleşim merkezlerindeki sivil halk ile güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyi ve güvenlik operasyonlarının sivil halka karşı yürütüldüğü algısını oluşturmayı amaçlamıştır. PKK/KCK terör örgütü anlatılan süreçte Cizre'nin de içinde bulunduğu on sekiz yerleşim merkezinde öz yönetim ilan etmiştir. Bunun üzerine kamu makamları bölge halkının tahliye edilmesini öncelikli tedbir olarak uygulamıştır. Terör örgütünün tahliyeleri önlemeye çalışması karşısında bu merkezlerin bazılarında kamu düzeninin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin korunması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edilerek güvenlik operasyonları başlatılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruya konu olayların yaşandığı tarihlerde, yalnızca Cizre'de değil sokağa çıkma yasağı uygulanan bir il ve on ilçe merkezinde de (Silvan, Varto, Derik, Dargeçit, Bağlar, Sur, Silopi, İdil, Yüksekova, Nusaybin, Şırnak Merkez) PKK terör örgütüne karşı düzenlenen güvenlik operasyonları devam etmektedir. Bu terör olayları sırasında yaşananların boyutu ve vahameti İçişleri Bakanlığının 23/1/2017 tarihli açıklamasıyla paylaşılmıştır. Bu açıklamaya göre 22 Temmuz 2015 tarihinden itibaren;i. 247 kamu binasına, 6 baraja, 231 özel ticari işletmeye, 19 ambulansa ve 643 araca terör saldırısı düzenlenmiştir.ii. Güvenlik güçleri PKK terör örgütü tarafından bu saldırılarda kullanılan 45 Bixi, 44 Kanas, 997 Kalaşnikof, 22 M16, 2 Lançer, 2 G3, 3 Zağros, 1 Doçka, 1 M1 olmak üzere toplam 166 ateşli silah, 3 havan, 115 roketatar, 445 roketatar mermisi, el yapımı 046 patlayıcı, 341 el bombası, 016 mühimmat, patlayıcı yapımında kullanılan 546 kg malzeme ele geçirmiştir.iii. Sokağa çıkma yasağı uygulanan yerleşim merkezlerinde 630 çukur kapatılıp barikat kaldırılmış, tuzaklanan 187 bomba düzeneği imha edilmiştir.iv. PKK terör örgütünün saldırılarında 335 sivil vatandaş hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu saldırılarda Derik kaymakamı da terör örgütü mensuplarınca şehit edilmiştir. Cizre ilçesinde ilk olarak 4/9/2015 tarihinden geçerli olmak üzere sokağa çıkma yasağı ilan edilerek güvenlik operasyonları başlatılmıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren sokağa çıkma yasakları çeşitli defalar kaldırılmış ancak olayların devam etmesi üzerine yeniden sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte Cizre'de 14/12/2015 tarihinde ilan edilen ve tam gün esasına göre uygulanan sokağa çıkma yasağı devam etmektedir (başvuru konusu olayların arka planına dair ayrıntılı açıklamalar için bkz.Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28). 27/1/2016 tarihinde Av. Ramazan Demir ve Av. Gülşen Özbek Yıldırım; aralarında başvurucular Mehmet Yavuzel, Rohat Aktaş, Sercan Uğur, Faik Özkan, Murat Aslan, Muharrem Erbek, Azat Yılmaz, Abdullah Zileyaz, Feride Yıldız, İslam Balıkesir, Mahmuttin Duymak ve Sultan İrmak'ın da olduğu on dört kişinin Bostancı Sokak 23 No.lu binada yaralı şekilde mahsur kaldığı, bu kişilerin bulundukları binanın bombalanmaya devam ettiği ve tıbbi yardıma ihtiyaç duymalarına karşılık bölgede süren silahlı çatışmalar ve uygulanan sokağa çıkma yasağı nedeniyle dışarı çıkamadıkları iddialarını dile getirerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruda, Şırnak Valiliği tarafından verilen sokağa çıkma yasağı kararının uygulanmaması ve bu kişilerin yaşamları ile fiziksel bütünlüklerinin korunması konularında Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tedbir kararı verilmesi talep edilmiştir (Başvuru sürecinde 27/1/2016 tarihli başvuru formunda ismi Ruhat olarak belirtilen başvurucu Rohat Aktaş'ın gerçek isminin Rohat, soyadı Zileyaz olarak belirtilen başvurucu Abdullah Zilayaz'ın gerçek soyadının Zilayaz, soyadı Kalkan olarak belirtilen başvurucu İslam Balıkesir'in gerçek soyadının Balıkesir, ismi Mahmut olarak belirtilen başvurucu Mahmuttin Duymak'ın gerçek isminin Mahmuttin, soyadı Irmak olarak belirtilen başvurucu Sultan İrmak'ın gerçek soyadının İrmak olduğu tespit edilmiştir.). Anayasa Mahkemesi, iddialarda dile getirilen konularla ilgili olarak başvurucuların avukatları ve Şırnak Valiliğinden bilgi talep etmiştir. Bu bilgilerin temin edilmesinin ardından geçici tedbir talebi 29/1/2016 tarihli tedbire ilişkin ara kararıyla reddedilmiştir (27/1/2016 tarihli bireysel başvuruda dile getirilen iddialar, bu kapsamda Şırnak Valiliğinden alınan bilgiler ve başvuru sonrasında gelişen olaylara ilişkin ayrıntılı açıklamalar için ayrıca bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 29-48). Ret kararının ilgili kısmı şöyledir: \"... Başvurucu Oldukları Belirtilen Kişilerin Güvenlik Güçlerince Açılan Ateş Sonucu Yaralandığı ve Hâlen Bir Binanın Bodrum Katında Bulunduğu İddiası Bilindiği üzere 2015 yılı Temmuz ayından itibaren Türkiye’nin birçok şehrinde terör eylemleri gerçekleşmektedir. Bu eylemler kapsamında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan bazı il ve ilçe merkezlerinde güvenlik güçleri ile terör örgütü üyeleri arasında sıcak çatışmalar yaşanmaktadır. Bu kapsamda ilgili mülki amirler tarafından sivillerin yaşamını koruma gerekçesiyle sokağa çıkmağı kararları alınmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından Cizre’deki sokağa çıkma yasağı kararını alan ve uygulayan Şırnak Valiliğine ve avukatlara, başvurucu oldukları belirtilen kişilerin hangi koşullar altında yaralandıklarına ilişkin bazı sorular yöneltilmiştir. Valilik, başvurucu oldukları belirtilen kişilerin yaralandıklarını belirttikleri yerin terör örgütü üyeleri ile yoğun çatışmalar yaşanan bir bölge olduğunu ve güvenlik güçlerinin sadece kendilerine ateş açan kişilere karşılık verdiğini belirtmiştir. Ayrıca Valilik, ağır yaralı olduğu iddia edilen bazı başvurucu oldukları belirtilen kişilerin basın organlarına mülakat verdiğini ifade etmiştir. Başvuru formunda, yaralandığı iddia edilen kişilerin hangi koşullar altında yaralandığına ve silahlı olup olmadıklarına yer verilmemesi nedeniyle avukatlara bu husus sorulmuş, ancak avukatlar tarafından Mahkemeye gönderilen cevapta bu soru yanıtsız bırakılmıştır (bkz. § 18). Bununla birlikte, avukatlar yaralı olduğu iddia edilen 14 kişinin hâlen Bostancı sokak No:23 adresinde bulunan binanın bodrum katında beklediklerini belirtmektedir. Valilik; Anayasa Mahkemesine, AİHM’e ve resmi makamlara başvurucu oldukları belirtilen kişilerin bulunduğu adrese ilişkin çelişkili bilgiler verildiğini, şu an itibarıyla üç farklı adres bilgisinin bulunduğunu ifade etmektedir. Başvuruculardan Mehmet Yavuzel, yapılan telefon görüşmesinde sağlık görevlilerine bulunduğu yeri belirtmemiş, adres bilgilerinin Faysal Sarıyıldız’dan alınabileceğini belirtmiştir. Faysal Sarıyıldız ise 28/1/2016 tarihinde başvurucu oldukları belirtilen kişilerin tam olarak nerede olduğunu bilmediğini, bir sonraki gün adres netleşince belirteceğini ambulans şoförüyle yaptığı telefon görüşmesinde ifade etmiştir. Bu bilgilerden, başvurucu oldukları belirtilen kişilerin yaralı olup olmadığına, yaralı iseler durumlarının ağır olup olmadığına, hangi koşullar altında yaralandıklarına, tamamının yaralı olup olmadığına, silahlı olup olmadıklarına ve başvurucu oldukları belirtilen kişilerin hangi adreste bulunduklarına ilişkin belirsizliğin hâlen devam ettiği anlaşılmaktadır. Başvuru evrakı kapsamında toplanan bilgi ve belgelerden bu belirsizliğin ortaya çıkmasında başvurucu oldukları belirtilen kişilerin kamu makamlarıyla doğrudan iletişime geçmede ve bilgi vermede isteksiz olmalarının ve kamu makamlarını bilgi alma konusunda üçüncü kişilere yönlendirme eğiliminde olmalarının etkili olduğu izlenimi oluşmuştur. Güvenlik Güçlerinin Yaralıların Bulunduğu Binaya Ağır Silahlarla Saldırmaya Devam Ettiği İddiası Başvuru formunda Anayasa Mahkemesine 27/1/2016 tarihli başvurularda yaralıların bulunduğu binanın güvenlik güçleri tarafından bombalanmaya devam edildiği iddia edilmiş; AİHM’e gönderilen 25/1/2016 tarihli ek bilgilendirme yazısında ise yaralıların bulundukları bodrumun üst kısımlarının bombardıman nedeniyle tamamen yıkıldığı, yaralıların oksijen alamayacak şekilde toz ve moloz altında kaldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Valilik, başvurucu oldukları belirtilen kişilerin bulundukları iddia edilen binanın ve sokağın fotoğraflarını sunarak, binaya bombalı saldırı yapıldığı iddiasını kesin bir şekilde reddetmiştir. Ayrıca Valilik, başvurucu oldukları belirtilen kişilerden Mehmet Tunç’un BBC Türkçe haber sitesi muhabiri ile yaptığı mülakata ilişkin anılan kuruluşun internet sitesinde yayımlanan haber ve telefon kaydını paylaşmıştır. 26/1/2016 tarihinde yayımlanan haberden, anılan kişinin binanın ikinci katından yayına bağlandığını, sağlık durumunun iyi olduğunu ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, başvurucu oldukları belirtilen kişilerin ileri sürdüğü şekilde bulundukları binanın güvenlik güçleri tarafından bombalandığına ve başvurucu oldukları belirtilen kişilerin moloz yığını altında kaldıklarına dair iddiaların doğruluğu hakkında bir bilgi edinilememiştir. Avukatlara yöneltilen sorunun yanıtsız kalması nedeniyle, ortaya çıkan çelişkinin başvurucu oldukları belirtilen kişilerin adres değişikliği yapmalarından mı yoksa kamu makamlarıyla iletişime geçen üçüncü kişilerin bilgi eksikliğinden mi kaynaklandığı anlaşılamamıştır. Sağlık Hizmetlerine Erişimin Güvenlik Güçleri Tarafından Engellendiği İddiası Başvuru formunda, resmi makamların ambulansların giderek yaralıları almasına izin vermediği ileri sürülmektedir. Valilik, terör örgütü üyeleri tarafından hazırlanan barikatlar, kazılan hendekler ve bombalı tuzaklar nedeniyle başvurucu oldukları belirtilen kişilerin bulundukları iddia edilen noktaya ambulansların ulaşımının mümkün olmadığını belirtmektedir. Valilik, başvurucu oldukları belirtilen kişilerin bulunduğu yere yakın güvenli alanlara ambulansların gönderilerek bekletildiğini, sağlık durumu iyi olan başvurucu oldukları belirtilen kişilerin ağır yaralıları ambulanslara taşımalarının defalarca teklif edildiğini ancak bu teklifin kabul edilmediğini belirtmektedir. Öte yandan, sağlık görevlilerinin doğrudan iletişim kurduğu başvurucu oldukları belirtilen kişilerden Mehmet Yavuzel, 19 yaralıdan 3-4’ünün ağır yaralı olduğunu belirtmektedir. Ancak Mehmet Yavuzel sağlık görevlilerinin yaralıları güvenli bölgeye taşıması için yaptığı teklifi kabul etmemiş, kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını belirtmiş, Faysal Sarıyıldız ve İdris Baluken ile iletişim kurulmasını, bundan sonra kendisinin aranmamasını istemiştir. Belirtilen hususlar dikkate alındığında, kamu makamlarının başvurucu oldukları belirtilen kişilerin sağlık hizmetine erişimlerini keyfi olarak engelledikleri anlaşılamamaktadır. Sonuç Başvuru formunda ileri sürülen iddialarla ilgili olarak başvurucu oldukları belirtilen kişilerin kimlikleri, adresleri, hangi durumda bulundukları, yaşamlarına yönelik ağır ve acil bir tehlike ile bu tehlikenin ne şekilde giderileceğine yönelik hususlar, avukatlar tarafından net olarak ortaya konulamamıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan araştırma sonucunda da başvuru formunda ileri sürülen hususları doğrulayacak nitelikte bilgi ve belge edinilememiştir. Başvurucu oldukları belirtilen kişilerin kamu makamları ile doğrudan iletişime geçme yönünde isteksiz davranmaları, kamu makamlarını üçüncü kişilere yönlendirmeleri, bulundukları yere ilişkin farklı tarihlerde farklı adresler bildirilmesi gibi hususlar dikkate alındığında sürekli yer değiştirdiklerine ve sağlık hizmetlerine erişim için kamu makamları ile iletişim kurmaktan kaçındıklarına ilişkin ciddi şüpheler ortaya çıkmaktadır. Anılan kişilerin yaralı olup olmadığına, yaralı iseler durumlarının ağır olup olmadığına, hangi koşullar altında yaralandıklarına, tamamının yaralı olup olmadığına, silahlı olup olmadıklarına ve hangi adreste bulunduklarına ilişkin belirsizliğin hâlen devam etmesi nedeniyle bu aşamada tedbir kararı verilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte kamu makamlarının belirsizliğin ortadan kalkması durumunda sağlık görevlilerinin ve güvenlik güçlerinin yaşam haklarını da dikkate alarak gerekli tedbirleri alması demokratik bir hukuk devletinde kim olduğuna bakılmaksızın bireylerin yaşam haklarını korunması yükümlülüğünün bir gereğidir. Açıklanan nedenlerle, başvurucu olduğu belirtilen kişilerin sağlık hizmetlerine erişimlerinin sağlanabilmesi için kamu makamlarını belli bir yönde hareket etmeye zorlayacak şekilde tedbir kararı verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir....\" Başvurucu avukatları 26/12/2017 tarihinde kapsamlı bir ek dilekçe göndererek somut olaya bağlı hak ihlali iddialarını genişletmiş, 27/1/2016 tarihli ilk başvurunun ardından yaşanan gelişmeler hakkında bilgi vermiştir. Bu ek dilekçede ayrıca ilk başvurudan sonra hayatını kaybettiği anlaşılan başvurucular açısından yakın akrabalarının başvuruya devam edeceği ancak başvurucular Sercan Uğur, Murat Aslan ve Faik Özkan bakımından başvuruya devam edilmeyecekleri belirtilmiştir (başvurucu avukatlarının 26/12/2017 tarihli ek dilekçelerinde dile getirdikleri iddialarla ilgili ayrıntılı açıklamalar için ayrıca bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 256-261). Ayrıca 27/1/2016 tarihli başvurunun sonrasında operasyon bölgesinde yapılan aramalarda cesetleri bulunan başvurucularla ilgili ceza soruşturmalarının tamamlanmasının ardından bu başvurucuların yakınları tarafından Anayasa Mahkemesine benzer hak ihlali iddialarını içeren müstakil bireysel başvurular yapılmıştır. Bu kapsamda Muharrem Erbek'in yakınları tarafından yapılan 2017/19411 numaralı, Mahmuttin Duymak'ın yakınları tarafından yapılan 2019/12033 numaralı, Sultan İrmak'ın yakınları tarafından yapılan 2018/33041 numaralı, Abdullah Zilayaz'ın yakınları tarafından yapılan 2018/26149 numaralı ve İslam Balıkesir'in yakınları tarafından yapılan 2018/29851 numaralı bireysel başvurular somut başvuru ile birleştirilmiştir. 27/1/2016 tarihli ilk başvuruda Bostancı Sokak No: 23 adresinde oldukları belirtilen Mehmet Tunç ve Asya Yüksel adlı şahısların başka bir adreste yapılan aramada ölü bulunmaları nedeniyle bu kişilere dair bireysel başvuru somut başvurudan ayrılmıştır. Terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar 20/1/2016 tarihinden itibaren Cudi Mahallesi civarında yoğunlaşmıştır. Başvuruya konu olayların geçtiği Bostancı Sokak No: 23 adresindeki bina (C-3095) ve çevresinde bu tarihten itibaren aralıksız silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Başvuru dosyası kapsamından güvenlik operasyonu düzenlenen bölgede kontrolün sağlanmasının ardından yapılan aramalarda başvurucular Mehmet Yavuzel, Rohat Aktaş, Muharrem Erbek, Azat Yılmaz, Abdullah Zilayaz, Mahmuttin Duymak, Sultan İrmak ve İslam Balkesir'in cesetlerine ulaşıldığı, derhâl ceza soruşturması başlatıldığı anlaşılmıştır. Güvenlik güçlerinin telsiz konuşmalarına, tutanaklara ve insansız hava aracı (İHA) görüntülerine yansıyan olay tarihindeki silahlı çatışmaların seyri, soruşturma dosyalarında yer aldığı şekliyle özetle şöyledir:- 21/1/2016 tarihinde C 3095 numaralı binada 8-10 kişilik terör örgütü mensubunun bulunduğu tespit edilmiştir. C 3095 numaralı bina çevresinde yoğunlaşan çatışmalarda kalabalık terörist gruplar bu bina ile C 3096, 3064, 2861, 2866 ve 3063 numaralı binalar arasında sürekli geçiş yaparak saldırılarına devam etmiştir. İHA, C 3095 numaralı binadan çıkan on beş kişilik terörist grubun C 3100 numaralı binaya geçiş yaptığını kaydetmiştir. 22/1/2016 tarihinde Yıldız-30 kodlu ekip Ömer Hayyam Sokak üzerindeki barikatı aşmaya çalıştığı sırada terör örgütü mensuplarının saldırısına uğramış ve durmak zorunda kalmıştır. Aynı tarihte 3095 numaralı binadan çıkan on kişilik terörist grubun Nusaybin Caddesi'ne doğru kaçtığı tespit edilmiştir. Teröristler Yıldız-30 kodlu ekibin güvenliği ve barikatın kaldırılması için bölgeye gelen tanka el bombası atmıştır. Yıldız-30 kodlu ekibe ise C 3095 numaralı binadan çıkarak 3064, 3065 ve 3066 numaralı binalara geçen teröristler, otuzdan fazla roket atışı yapmıştır. 23/1/2016-24/1/2016 tarihlerinde bölgede duvarları kırmak ve tünel açmak suretiyle birbirlerine bağlanan binalar arasında terör örgütü mensuplarının geçiş yaptığı görülmüştür. 24/1/2016 günü Kobra 3 unsuru C 3095 numaralı binada muhtemelen iki terör örgütü mensubunun etkisiz hâle getirildiğini anons etmiştir. 26/1/2016 tarihinde 3095 ve 3096 numaralı binalar arasında terör örgütü mensuplarının bulunduğu tespit edilmiştir. Ekin-20 kodlu ekip, müteaddit kere teröristlere teslim olun çağrısında bulunarak yaralıların tedavi edileceğini anons etmiştir. Ancak bu çağrılara her seferinde roket atılarak ve uzun namlulu silahlarla ateş açılarak karşılık verilmiştir. Bu sırada Ekin-6 ekibinden bir güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Avcı-9 kodlu ekip roket saldırısına uğramış, Yavuz-Mihmandar kodlu ekibe Bixi tabir edilen ağır makineli silahla ateş açılmıştır. Yoğunlaşan çatışmalarda Avcı kodlu ekiplerin bölgedeki binalara sızması üzerine çatışmaların 20 metreye kadar bir mesafeden devam etmiş, Sur Mahallesi'ndeki bazı binalardan Cudi Mahallesi'ndeki güvenlik güçlerine keskin nişancı atışı yapılmıştır. Bu sırada Poyraz 12 kodlu ekip terör örgütü mensuplarının yaralanan kendi arkadaşlarını infaz ettiklerini anons etmiştir. 27/1/2016 günü sabah saatlerinde çatışmaların yoğun olarak devam ettiği 3095, 3106 ve 3100 numaralı binalara güvenlik güçlerince tank atışı yapılmıştır. 29/1/2016-30/1/2016 tarihlerinde 3095, 3096 ve 3106 numaralı evlerden güvenlik güçlerine roket ve uzun namlulu silahlarla saldırıda bulunulması üzerine çatışmalar yeniden şiddetlenmiştir. Avcı kodlu birimlerin 3095, 3096 ve 3097 numaralı binalara sızma operasyonu yapmak istemesi üzerine bu binaları ateşe veren terör örgütü mensupları kaçmaya başlamıştır. Bu sırada özellikle Avcı-12 kodlu ekip terör örgütü mensuplarının yoğun ateşi altında kalmıştır. Teröristlerce ateşe verilen 3096 numaralı binada tuzaklanan bir el yapımı patlayıcının (EYP)infilak etmesi üzerine çok güçlü bir patlama yaşanmıştır (aynı bölgede ilerleyen tarihlerde yaşanan çatışmalarla ilgili telsiz kayıtları için ayrıca bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §138). Güvenlik güçlerinin C 3095 numaralı bina ve çevresini kontrol altına almalarının ardından adli makamlardan 12/2/2016 tarihinde arama ve elkoyma izni alınmış, C-3095 numaralı binada olay yeri inceleme görevlileri adli arama yapmıştır. Bu aramada 26 kişinin cesedi, üzerinde dolu şarjör takılı olan AK-47 saldırı tüfekleri, ceplerinde iki el bombası olan bir hücum yeleği, telsiz ve piller gibi terör örgütü üyelerince eylemlerde kullanılan malzemeler ele geçirilmiştir. Arama işlemleri video ve fotoğraf kaydına alınmış, tüm bulgulara olay yeri inceleme tutanak ve raporlarında ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Delil değeri olan malzemeler üzerinde kriminal polis laboratuvarınca inceleme yapılarak raporlar düzenlenmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı, bulunan cesetler için ayrı ayrı ceza soruşturmaları başlatmıştır. Bu kapsamda cesetler üzerinde adli muayene ve otopsi işlemleri yapılmış, ölü bulunan kişilerin kimliklerinin tespiti için DNA örnekleri alınmıştır. Bu soruşturmalar kapsamında elde edilen bilgiler özetle şöyledir:1-  Ölü muayene ve otopsi işlemlerinde Mehmet Yavuzel'in cesedi tamamen yandığından kesin ölüm nedeni tespit edilememiştir. Soruşturma dosyasındaki bilgi ve beyanlara göre Şanlıurfa nüfusuna kayıtlı Mehmet Yavuzel'in Cizre ile bir irtibatı yoktur. Daha önce PKK terör örgütünün gençlik yapılanmasına dâhil olarak Nusaybin'de örgüte eleman kazandırma faaliyetlerinde bulunan Mehmet Yavuzel, Cizre'de sokağa çıkma yasağı ilan edilmesinden iki gün önce 35 kişilik bir grupla sözde öz yönetim direnişine katılmak amacıyla Cizre'ye gelmiştir. Örgütün dağ kadrosundan patlayıcı eğitimi almış olan ve Şahin kod adını kullanan Mehmet Yavuzel, Cizre'de barikat ve çukurlara patlayıcı döşenmesi faaliyetlerinde yer almış, barikatlarda AK-47 tüfeği ile nöbet tutarak güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girmiştir. Mehmet Yavuzel'in ölümü ile ilgili soruşturmada Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 29/3/2021 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.2-  Rohat Aktaş'ın otopsi raporunda; cesedinde karbonizasyon derecesinde yanık ve geniş doku kayıpları bulunduğu, ölümünün penetran yaralanmasına bağlı iç organ değişimleri sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Rohat Aktaş ölümünün ardından PKK terör örgütünce şehit YPS (kendisini öz savunma gücü olarak tarif eden yasa dışı silahlı örgüt) savaşçısı olarak kabul edilmiştir. Rohat Aktaş'ın ölümü ile ilgili soruşturmada Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara yapılan itirazın Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince 16/5/2019 tarihinde reddi ile karar kesinleşmiştir.3-  İslam Balıkesir'in adli muayene ve otopsi raporlarına göre cesedi yanmıştır. İslam Balıkesir ölümünün ardından PKK terör örgütünce şehit YPS savaşçısı olarak kabul edilmiştir. Hakkârili olan ve Hakkari'de PKK terör örgütü üyesi olma suçundan hakkında kovuşturma bulunan İslam Balıkesir sözde öz yönetim direnişine katılmak amacıyla Cizre'ye gelmiştir. İslam Balıkesir'in ölümü ile ilgili soruşturmada Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itirazın Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.4-  Mahmuttin Duymak'ın adli muayene ve otopsi raporlarına göre cesedi yanmış ve vücut bütünlüğü bozulmuştur. Mahmuttin Duymak, ölümünün ardından PKK terör örgütünce şehit YPS savaşçısı olarak kabul edilmiştir. Önceki tarihlerde terör örgütü üyesi olma suçundan hakkında kovuşturma bulunan Mahmuttin Duymak'ın Cizre'de yaşanan terör olayları boyunca ilçeye teröristlerce getirilen silahları kabul edip saklama, barikatların hazırlanmasına yardım etme, barikatlarda AK-47 tüfeği ile nöbet tutma gibi eylemlerde bulunduğu tespit edilmiştir. Mahmuttin Duymak'ın ölümü ile ilgili soruşturmada Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itirazın Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince 22/2/2019 tarihinde reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.5-  Sultan İrmak'ın adli muayene ve otopsi raporlarına göre vücudunda ileri derecede yanık ve doku kayıpları mevcuttur. Ölümü penetran cisim yaralanmasına bağlı kalp ve göğüsteki değişimler sonucunda meydana gelmiştir. DNA incelemesi ile kimliği tespit edilerek cenazesi ailesine teslim edilen Sultan İrmak, ölümünün ardından PKK terör örgütünce şehit YPS savaşçısı olarak kabul edilmiştir. Tanık beyanlarına göre Cizre'deki terör olaylarında AK-47 silah taşıyan Sultan İrmak, Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) adına silahlı faaliyette bulunurken güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada öldürülmüştür. Sultan İrmak'ın ölümü ile ilgili soruşturmada Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itirazın Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince 17/5/2018 tarihinde reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.6-  Soruşturmalar kapsamında beyanı alınan F. adlı tanık; çatışmalar sırasında güvenlik güçlerinin alanı daraltmaları üzerine kalabalık bir terörist grupla Cudi Mahallesi'nin sonuna doğru ilerlediklerini, çevreye örgüt mensupları yerleştirdikten sonra bodrum kata indiklerini, burada DEM-GENÇ mensubu olan AK-47 silahlı kişilerin, örgütün dağ kadrosundan şahısların ve YDG-H mensuplarının bulunduğunu, bodrumda sivil vatandaş olmadığını, güvenlik güçlerinin çağrısını duyduğunda teslim olmak istediğini ancak diğer örgüt mensuplarınca engellenerek darbedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu Muharrem Erbek'in cesedi 10/2/2016 tarihinde Niran Sokak No: 12 (C 3158) adresinde yapılan aramada, başvurucu Azat Yılmaz'ın cesedi ise 17/2/2016 tarihinde Niran Sokak No: 6 (C 3154) adresindeki binada yapılan aramada bulunmuştur. Muharrem Erbek ve Azat Yılmaz'ın ölümleriyle ilgili soruşturmalarda elde edilen bilgiler özetle şöyledir:7-  Muharrem Erbek'in cesedi üzerinde yapılan otopsi sonucunda ölümünün penetran cisim yaralanmasına bağlı ekstremite kemik kırıkları ile birlikte iç organ ve büyük damar yaralanmasında gelişen iç ve dış kanama neticesinde meydana geldiği tespit edilmiştir. Yapılan aramada Muharrem Erbek'in cesedinin yanında AK-47 saldırı tüfeği ve bu tüfeğe ait mermiler bulunmuştur. Çok sayıda tanık ifadesine göre Direj kod adıyla PKK adına silahlı eylemlerde bulunan Muharrem Erbek, Cizre'deki terör saldırılarına bizzat katılmış ve iki astsubayın şehit olduğu olayda da yer almıştır. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı, Muharrem Erbek'in ölümüyle ilgili soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itirazın Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince 26/1/2017 tarihinde reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.8-  Azat Yılmaz'ın cesedi üzerinde yapılan otopsi sonucunda ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kosta, ekstremite kırıkları ile birlikte iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu meydana geldiği tespit edilmiştir. C 3154 sayılı binada 17/2/2016-19/2/2016 tarihlerinde yapılan aramalarda, tabancalar, AK-47 saldırı tüfekleri, el bombası, hücum yelekleri, keskin nişancı tüfeklerine ait mühimmat gibi terör eylemlerinde kullanıldığı değerlendirilen çok sayıda malzeme ele geçirilmiştir. Ölüm olayıyla ilgili soruşturma sonucunda Azat Yılmaz'ın PKK terör örgütü gençlik yapılanmasına dâhil olarak Cizre'de açılan çukurlarda silahlı olarak nöbet tuttuğu ve güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada öldürüldüğü belirlenerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 15/2/2018 tarihli bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir [C 3095 sayılı bina ve çevresinde gerçekleşen olaylarla ilgili olarak Şırnak Valiliği ve Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından gönderilen bilgi ve belgeler ile başvurucular Mehmet Yavuzel ve İslam Balıkesir'in telefon görüşmeleri için ayrıca bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 29-59; tedbir talebinde Bostancı Sokak No: 23 adresinde bulundukları belirtilen ancak cesetleri Niran Sokak'ta başka bir evde (C 3185) bulunan Mehmet Tunç ve Asya Yüksel'in ölümleriyle ilgili ceza soruşturmalarında elde edilen bilgiler için anılan kararda bkz. §§ 117-143, 186-204]. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1652", "Başvuru Konusu":"Başvuru; Cizre'de uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında tıbbi yardım ve tedavi sağlanmaması ve güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı neticesi ölüm meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ve bu hak bağlamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün, sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, cenazelerin bulundukları sıradaki fiziksel durumları, cenazeleri teslim alırken ve defin için dinî merasim sırasında yaşanan zorluklar nedeniyle kötü muamele yasağı, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün, Av. Ramazan Demir’in bazı başvurucular adına Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine geçici tedbir talebiyle bireysel başvurular yapmasının ardından bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanması nedeniyle bireysel başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, iddianame kapsamındaki isnat edilen suça ilişkin fiil yerine başka bir fiilden hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ortağı ve yöneticisi olduğu \"www.eksisozluk.com\" (site) isimli sosyal paylaşım sitesinin aynı zamanda kayıtlı üyesidir. Şikâyet üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım kullanıcıların sitede yazdıkları yazılar nedeniyle \"halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri aşağılama\" suçlamasıyla yapılan soruşturma sonucunda İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 29/7/2013 tarihli iddianamesi ile şüpheli kırk kişi hakkında kamu davası açılmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılan yargılamanın 14/1/2014 tarihli oturumunda iddianamenin okunması ve yüklenen suçun anlatılması üzerine müdafii huzurunda savunması alınan başvurucunun, mahkûmiyet kararı verilmesi durumunda HAGB kararı verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 15/5/2014 tarihli kararı ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun 10 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve HAGB kararı verilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yapmış olduğu itiraz İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin 16/7/2014 tarihli kararı ile HAGB kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 9/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup 22/9/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a)Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir.(Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.(...)(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15622", "Başvuru Konusu":"Başvuru, iddianame kapsamındaki isnat edilen suça ilişkin fiil yerine başka bir fiilden hükmün açıklanmasının geri bırakılması HAGB) kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Jandarma Genel Komutanlığı emrinde yarbay olarak görev yapmaktayken 1/9/2016 tarihli ve 29818 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 672 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Bununla birlikte 672 saylı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun hususi pasaportu iptal edilmiştir. Devam eden süreçte başvurucu, kendisine umuma mahsus pasaport verilmesi talebiyle 21/7/2017 tarihinde Ankara Pursaklar İlçe Emniyet Müdürlüğüne başvuruda bulunmuştur. Bu talebin reddedilmesi üzerine işlemin iptali istemiyle başvurucu tarafından iptal davası açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesinde yer alan pasaport veya seyahat vesikası verilmeyecek kişiler arasında yer almadığını ve kendisine pasaport verilmesi talebinin reddedilmesinin maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Kararda başvurucunun iptal edilen pasaportunun nevi hususi damgalı pasaport, başvurusuna konu pasaportun nevi umuma mahsus pasaport ise de olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan tedbirin amacı bakımından bu iki pasaport türü arasında bir fark bulunmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte OHAL kapsamında alınan tedbirler bağlamında başvurucunun kamu görevinden çıkarılarak pasaportunun iptal edildiği ve iptal edilen pasaportların iadesine ilişkin bir yasal düzenlemenin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, hakkında hâkim kararına bağlı olarak verilmiş bir yurt dışına çıkış yasağı bulunmadığını, pasaport verilmesi talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ve bu durumun yerleşme ve seyahat özgürlüğünü ihlal ettiğini vurgulamıştır. Bölge İdare Mahkemesi, usule ve hukuka uygun olan İdare Mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai hükmü 6/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 27/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen yargılama sonucunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca, beraat kararı verilmiştir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu ise Bölge Adli Mahkemesi kararıyla esastan reddedilmiştir. Söz konusu karar temyiz aşamasında derdesttir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34470", "Başvuru Konusu":"Başvuru; pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, medikal sıhhi araç ve gereç satım işiyle iştigal etmektedir. Başvurucu Şirket, farklı tarihlerde Selçuk Üniversitesine (Üniversite) 862,56 TL tutarında medikal sıhhi araç ve gereç satmıştır. Başvurucu Şirketin satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için idare nezdinde yaptığı başvurular sonuçsuz kalmıştır. Başvurucu Şirket, faturalara dayalı olup ödenmeyen hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla bu defa Üniversite aleyhine 4/9/2014 tarihinde Konya İcra Dairesinin E.2104/8461 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatmıştır. Üniversitenin takibe itiraz etmemesi nedeniyle icra takibi kesinleşmiştir. Müteakiben İcra Dairesince Üniversiteye yeniden ödeme muhtırası gönderilmiş ve borcun yedi gün içinde ödenmemesi durumunda icra işlemlerine devam edileceği bildirilmiştir. Bu gelişme üzerine Üniversite tarafından kesinleşmiş olan alacağın ödenmesini teminen herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Akabinde başvurucu Şirketçe bahse konu hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla Üniversitenin E. İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti.nden olan alacaklarına yönelik olarak haciz talebinde bulunulmuştur. Başvurucu Şirketin haciz talebini kabul eden İcra Müdürlüğü, Üniversitenin mezkûr borçlu firmadan olan alacaklarının haczi için 10/2/2015 tarihinde birinci haciz ihbarnamesi göndermiştir. Üniversite, devlet mallarının haczedilemeyeceği iddiasıyla 13/2/2015 tarihinde Konya İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) anılan borçlu firmadan olan alacaklarının haczine ilişkin icra işlemini şikâyet etmiştir. Mahkeme, duruşma açmadan evrak üzerinde verdiği karar ile 6/4/2015 tarihinde şikâyeti kabul etmiş ve şikâyete konu haciz işleminin iptaline karar vermiştir. Kararda 4/1/1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun'un maddesiyle mezkûr Kanun uyarınca kurulmuş döner sermayelerin bütün mallarının devlet malı kapsamında olduğu, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı bendine göre de devlet mallarının haczedilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu Şirket, kararı 8/6/2015 tarihinde temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu arada borçlu Üniversite, icra dosyasına 17/8/2015 tarihinde 455,07 TL tutarında ödeme yapmıştır. İcra Müdürlüğü tarafından düzenlenen 10/2/2016 tarihli hesap dökümünde de icra takibinde kesinleşmiş takip alacağının ödeme sonrası kalan bakiye borç miktarının 508,84 TL olduğu belirtilmiştir. Nihai karar başvurucu Şirketin vekiline 15/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket 13/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre geçen süre zarfında Üniversite tarafından başvurucu Şirketin takibe konu kalan alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33348", "Başvuru Konusu":"Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurular, nasıpları onaylanmamış astsubay/subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/30555 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme2018/30555 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30555", "Başvuru Konusu":"Başvurular, nasıpları onaylanmamış astsubay/subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 2008 yılında işlendiği iddia edilen 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçundan Uşak Asliye Ceza Mahkemesinin 21/2/2017 tarihli kararı ile 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına hükmedilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 22/6/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Nihai karar olan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 22/6/2018 tarihli kararına ilişkin olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede, yargılama sürecinde müdafi olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden başvurucunun avukatı Tuncay Gökmen tarafından ilgili kararın 3/7/2018 tarihinde saat 55'te açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun vekili; istinaf talebinin esastan reddi kararının 31/7/2018 tarihinde yerel mahkemeye ulaştığını, nihai kararın 3/8/2018 tarihinde öğrenildiğini belirtmektedir. 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25549", "Başvuru Konusu":"Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, yargı kararı gerekçe gösterilerek komiser yardımcılığından polis memurluğuna tenzilen atanma işleminin iptali istemiyle açılan davanın benzer maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Uyuşmazlıktan Önceki Süreç Başvurucu, polis memuru olarak görev yapmaktayken 2/5/2009 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından açılan Komiser Yardımcılığı Kursu Yazılı Sınavı'na (sınav) katılmıştır. Sınavdan 100 puan üzerinden 76 puan almış ve 125 kişilik erkek kontenjan içine giremeyerek erkek yedek sırasında yer edinmiştir. Başka bir kişi tarafından sınavın bazı sorularının iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararına istinaden sınavın 88 soru üzerinden yeniden değerlendirilmesine karar verilmiş ve yeni duruma göre hazırlanan listede de belirlenen sıralamaya giremeyen başvurucu 865 puan ile erkek yedek sırasında yer almıştır. Başvurucu tarafından, yeniden yapılan değerlendirme sonucu komiser yardımcılığı kursuna (kurs) katılamayacağına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmış, Ankara İdare Mahkemesince 27/1/2011 tarihinde yürütmenin durdurulması istemi reddedilmiştir. Bu karara yapılan itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 23/3/2011 tarihli kararıyla; yeniden yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun sınav sorularının iptal edilmeden önceki hâli ile değerlendirmede başarılı sayılarak kursa gitmeye hak kazanan ve 2009-2010 eğitim öğretim yılındaki kursa giden birçok adaydan yüksek puan aldığı ve bu nedenle başvurucunun talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Söz konusu yürütmenin durdurulması kararı gereği başvurucu 3/10/2011 tarihinde kursa kabul edilmiş ve 12/7/2012 tarihinde kurstan mezun olarak komiser yardımcısı unvanıyla göreve başlamıştır. Bu süre zarfında uyuşmazlık hakkında Ankara İdare Mahkemesince 29/2/2012 tarihli iptal kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Danıştay Onikinci Dairesinin E.2010/8408 sayılı dosyasında verilen karar uyarınca, iptal edilen on iki soru değerlendirme dışı bırakılarak tüm adayların puanlarının 100 puan üzerinden hesaplanarak üçüncü bir başarı sıralaması oluşturulacağı ve buna göre başvurucunun başarılı olup olmadığının belirleneceği ifade edilmiştir. Bu durum karşısında, mahkeme kararı üzerine yapılan ikinci değerlendirme sonucunda sıralamaya girememesi nedeniyle başvurucunun başarısız sayılmasına ilişkin işlemde bu yönüyle hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin anılan 29/2/2012 tarihli kararı, Danıştay Onikinci Dairesinin 25/4/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. İdare tarafından Danıştay Onikinci Dairesinin E.2010/8408 sayılı dosyasında verilen karar uyarınca yeniden bir değerlendirme yapılmış ve üçüncü bir başarı listesi oluşturulmuştur. Başvurucu bu listede 81 puan ile yine 125 kişilik erkek kontenjan içine giremeyerek erkek yedek sırasında yer almış, bunun üzerine kursa katılmak için yapılan sınavda başarılı olamadığından bahisle başvurucunun rütbesinin polis memurluğuna tenziline ilişkin 18/9/2012 tarihli işlem tesis edilmiştir.B. Başvuru Konusu Uyuşmazlığa Yönelik Dava Süreci Başvurucu tarafından rütbesinin komiser yardımcılığından polis memurluğuna tenziline ilişkin işlemin iptali istemiyle Kocaeli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmış, Mahkemenin 1/2/2013 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; idari yargı merciince verilen kararın uygulanması bağlamında sınavla ilgili yeniden yapılan sıralamaya giremediğinden bahisle başvurucu hakkında dava konusu işlemin tesis edildiği ancak olayda idarenin açık bir hatasının söz konusu olmadığı ve başvurucunun da herhangi bir hilesi ya da kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun katıldığı kursta başarılı olarak komiser yardımcılığına atandığı da dikkate alındığında komiser yardımcılığının başvurucu bakımından kazanılmış hak olarak kabulünün gerektiği ifade edilmiş ve işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varıldığı değerlendirilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 9/4/2014 tarihli hükmüyle temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Temyiz mercii kararının gerekçesinde, Ankara İdare Mahkemesinin 29/2/2012 tarihli kararında düzenlenecek üçüncü başarı listesi sonucuna göre başvurucunun kursa katılıp katılmayacağı hususunun belli olacağının ifade edildiği ve bu listede başarısız olan başvurucu hakkında yargı kararının uygulanması amacıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca kazanılmış hakların korunması ilkesinin mevcut hukuk kurallarına göre elde edilmiş kazanımların daha sonra yürürlüğe giren mevzuat hükümleriyle ortadan kaldırılamayacağını ifade ettiği, başvurucunun iddiasının aksine bu ilkenin olayda uygulama alanının bulunmadığı ve yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin uyuşmazlığı etkilemediği sonucuna ulaşılmıştır. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/9/2014 tarihli kararı ile oyçokluğuyla davanın reddine hükmetmiştir. Karşıoy gerekçesinde, dava konusu işlemin iptaline dair Mahkemenin 1/2/2013 tarihli kararında ısrar edilmesi gerektiği ve bu nedenle davanın reddine ilişkin mahkeme kararına karşı olunduğu belirtilmiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Onaltıncı Dairesinin 14/3/2016 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de Danıştay Beşinci Dairesinin 14/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 28/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 16/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'nun \"Terfi ve atama\" kenar başlıklı maddesinin fıkrasının olay tarihindeki şekli şöyledir: “İhtiyaç halinde meslekte fiilen altı yılını dolduran, 37 yaşından gün almamış olan ve yönetmelikte belirtilen diğer nitelikleri taşıyan polis memurlarından, yönetmelik hükümlerine göre açılacak komiser yardımcılığı sınavını kazanıp dokuz aydan az olmamak üzere eğitim kursunu başarıyla bitirenler komiser yardımcılığı rütbesine atanır.'' 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: \" İdari Dava Daireleri Kurulu;a) İdare mahkemelerinden verilen ısrar kararlarını,b) İdari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları, temyizen inceler.  ...\" 2575 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"İçtihatları Birleştirme Kurulu, dava dairelerinin veya idari ve vergi dava daireleri kurullarının kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi gerekli görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanının havalesi üzerine, Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi inceler ve lüzumlu görürse, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında karar verir.\" 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun \"Kararların sonuçları\" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: \"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.\" Danıştay İçtihatları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 3/6/2015 tarihli ve E.2013/623, K.2015/2412 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dava; polis memuru olarak görev yapan ve 28/03/2010 tarihinde gerçekleştirilen komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavındaki bazı soruların mahkeme kararıyla iptal edilmesi sonrasında yapılan yeniden değerlendirmede 84 puanla yedek olarak belirlenen davacı tarafından, kendisinden daha düşük puan alan adayların kursa devamının sağlanması üzerine, başarısız sayılmasına ilişkin işlem ile kendisinin de açılacak komiser yardımcılığı kursuna çağrılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.Ankara İdare Mahkemesinin 16/12/2011 günlü, E:2011/1239, K:2011/2155 sayılı kararıyla; 28/03/2010 tarihinde gerçekleştirilen komiser yardımcılığı kursu yazılı sınav soruları hakkında açılan dava neticesinde bazı soruların iptal edilerek yeniden bir değerlendirme yapıldığı, bu değerlendirme sonucunda sınava katılan bütün adayların sınav puanlarının ve sıralamadaki yerlerinin değiştiği, bir kısım adayın puanının azalarak sıralamada geriye düştükleri, davacının da dahil olduğu bir kısım adayın ise puanının yükselerek sıralamada daha ön sıralara geldiği görülmekle birlikte, yeni değerlendirme sonucunda davacının 78 puandan 84 puana yükselerek yedek aday olduğu, davalı idare tarafından yeni yapılan değerlendirme sonucunda hak kaybı olmaması içinpuan sırasına göre asıl kontenjan içerisine giren adaylar ile yedekten kazanan aday sayısı kadar adayın 2011-2012 yılında açılacak kursa iştiraklerinin sağlanacağının belirtildiği görülmekte ise de; polislik mesleği gibi hiyerarşinin asıl olduğu bir meslekte sınav soruları iptal edilerek yeniden yapılan değerlendirmede davacı ile aynı veya davacıdan daha düşük puan alan kişilerin komiser yardımcılığı kursuna giderek bu kurs sonucunda başarılı oldukları takdirde davacının amiri olacakları hususu düşünüldüğünde, davacının birçok adaydan daha yüksek puan almasına rağmen kursa gidemeyerek komiserlik rütbesine terfi etme şansını kaybetmesinin hukuka uygun olmadığı, bu durumda; 28/03/2010 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan Komiser Yardımcılığı Kursu Yazılı Sınavı sonucunda 13 sorunun iptal edilmesi üzerine yapılan yeni değerlendirmede 84 puan almak suretiyle, sınav sorularının iptal edilmeden önceki hali ile yapılan değerlendirmede başarılı sayılarak kursa gitmeye hak kazanan ve 2010-2011 eğitim öğretim yılındaki kursa giden birçok aday ile aynı veya daha yüksek puan alan davacının, mahkeme kararı üzerine yapılan yeni değerlendirme sonucunda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde ve açılacak ilk komiser yardımcılığı kursuna kabul edilmesi talebi ile yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemlerin iptaline karar verilmiştir. Anılan karar Danıştay Onikinci Dairesinin 15/10/2012 günlü, E:2012/1335, K:2012/6492 sayılı kararıyla; 2010-2011 eğitim öğretim yılında davalı idare tarafından 1000 polis memuru için komiser yardımcılığı kursu açılmasının uygun görülerek Emniyet Genel Müdürlüğü ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında yapılan protokol hükümleri doğrultusunda 28/03/2010 tarihinde komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavının yapıldığı, anılan sınavda davacının 78 puan alarak yedek olmak suretiyle başarısız olduğu, sınavın bazı sorularının hatalı olduğu öne sürülerek açılan iptal davasında Ankara İdare Mahkemesi tarafından yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda 13 sorunun hatalı olduğu gerekçesiyle verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine idarece yazılı sınavın protokol hükümleri kapsamında yeniden değerlendirildiği, yapılan bu değerlendirme sonucunda hazırlanan yeni listeye göre ise davacının 84 puan ile yedek aday olduğu, yürütmenin durdurulması kararı üzerine ortaya çıkan yeni hukuki durum dikkate alınarak protokol hükümlerine uygun bir şekilde puanlamanın 100 tam puan üzerinden yeniden yapıldığı, davacının yeni sıralamada da başarılı olamadığı ve 1000 kişilik kontenjan içerisinde yer alamadığının anlaşılması karşısında; hukuka uygun şekilde yapılan yeni sıralamada başarılı olamayan davacının, başarısız sayılarak kursa alınmamasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı; öte yandan, davacı tarafından, kendisinden daha düşük puan aldıkları halde idare tarafından kazanılmış hakları bulunduğu öne sürülerek kursa devam ettirilen adayların bulunduğu öne sürülmekte ise de; bu durumun davacının sınavda başarısız olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği, bu durumda, davanın reddine hükmedilmesi gerekirken, dava konusu işlemlerin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak dava konusu işlemlerin iptali yolundaki ilk kararda ısrar edilmiştir.Davalı İdare, Ankara İdare Mahkemesinin 25/01/2013 günlü, E:2013/29, K:2013/193 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. Dosyanın incelenmesinden; davacının, açılacak komiser yardımcılığı kursuna kabul edilmesi istemi ile yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin yürütülmesinin durdurulması yolunda Ankara İdare Mahkemesince verilen 16/09/2011 günlü, E:2011/1239 sayılı kararın uygulanması amacıyla, 14/10/2011 tarihinde komiser yardımcılığı kursuna kabul edildiği, anılan kursu tamamlayarak 11/07/2012 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü emrine komiser yardımcısı olarak atandığı anlaşılmaktadır.Her ne kadar davacıdan düşük puan aldıkları halde önceki başarı listesinde yer aldıkları için kursa başlatılan bazı adayların kazanılmış haklarının korunması amacıyla kursa devamlarının sağlanması durumu davacı lehine bir hak doğurmasa da, yargı kararının uygulanması amacıyla davacının komiser yardımcılığı kursuna kabul edilerek anılan kadroya atamasının yapılması, bu suretle kazandığı komiser yardımcısı unvanının korunması bakımından önem taşımaktadır.Bu durumda, davacının, yargı kararının uygulanması sonucunda bir hak elde ederek komiser yardımcısı kadrosuna atanmış olması karşısında, dava konusu işlemlerin iptali yolunda verilen Mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir. Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Ankara İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Ankara İdare Mahkemesinin 25/01/2013 günlü, E:2013/29, K:2013/193 sayılı ısrar kararının yukarıda yer verilen gerekçeyle ONANMASINA...\" İDDK'nın 3/6/2015 tarihli ve E.2013/1361, K.2015/2414 sayılı, 5/6/2017 tarihli ve E.2016/584, K.2017/2438 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 24) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir. Danıştay Onikinci Dairesinin 24/1/2011 tarihli ve E.2008/6223, K.2011/257 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Komiser yardımcısı olan davacının yargı kararı uyarınca polis memurluğuna atanmasına ilişkin 2007 günlü işlemin iptali ile işlem nedeniyle yoksun kaldığı maaş farkının ve özlük haklarının verilmesi istemiyle açılan davada, yargı kararının uygulanması sonucu komiser yardımcılığı kursuna çağrılan ve kursu başarı ile tamamlayıp komiser yardımcılığı rütbesine atanan davacı için bu durumun kazanılmış hak oluşturduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali, rütbesinin tenzil edildiği tarihten itibaren hak ettiği maaş ve özlük haklarının tazmini yolunda Gaziantep İdare Mahkemesince verilen 2008 günlü, E:2008/88, K:2008/693 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir....Davacının komiser yardımcılığı kursuna çağrılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 2006 günlü işlemin iptali yolunda Gaziantep İdare Mahkemesince verilen 2006 günlü,E:2006/1810, K:2006/3116 sayılı kararın Danıştay Onikinci Dairesince, mülakat sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararının ilgilinin doğrudan komiser yardımcılığı kursuna çağrılmasını gerektirmediği, davacının isteminin yazılı sınav sonucuna göre yapılan değerlendirme sonucunda reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle bozulduğu, davacının karar düzeltme isteminin de Dairemizin 2008 günlü, E.2008/3, K.2008/1453 sayılı kararıyla, yargı kararının uygulanması sonucu komiser yardımcılığı kursuna çağrılan ve kursu başarı ile tamamlayıp komiser yardımcılığı rütbesine atanan davacı için bu durumun kazanılmış hak oluşturduğu belirtilerek reddedildiği anlaşılmakta olup, İdare Mahkemesi kararında hukuka aykırılık görülmemiştir....[kararın] ONANMASINA...\" Danıştay Beşinci Dairesinin 28/12/2017 tarihli ve E.2016/29024, K.2017/25352 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dava, 2009 tarihinde yapılan komiser yardımcılığı sınavında başarılı olarak komiser yardımcılığı kursuna başlayan ve bu kursu başarıyla tamamlayarak komiser yardımcısı olarak atanan davacının, söz konusu sınavda yer alan bazı soruların mahkeme kararıyla iptal edilmesi üzerine yeniden yapılan değerlendirmede başarısız duruma düştüğünden bahisle tekrar polis memurluğuna atanmasına ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünün 2014 tarihli işleminin iptali istemiyle açılmıştır....Uyuşmazlık konusu olayda, 2009 tarihinde gerçekleştirilen komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavında 70 puan almak suretiyle asil sırada yer alan ve kursa başlatılan davacının, anılan sınavın bazı sorularının, açılan davalar neticesinde iptal edilmesi üzerine davalı idarece yapılan yeni sıralama sonucunda, kadın polis memurları için belirlenen 75 kişilik kontenjana girememesine rağmen Hukuk Müşavirliğinin görüşü üzerine kursa devam ettirilen diğer kursiyerlerin aksine; ikinci değerlendirme neticesinde hazırlanan yeni listeye göre 791 puanla asil sırada yer alarak tekrardan başarılı sayıldığı, akabinde kursu başarıyla tamamlayarak komiser yardımcısı olarak atanmak suretiyle, bu statüsü gereği kişisel kazanım elde ettiği görülmektedir.Bu durumda, davacının komiser yardımcısı olarak atanmasından dört yıl sonra yargı kararının uygulandığından bahisle, subjektif kazanımlarını ortadan kaldıracak şekilde, komiser yardımcılığından polis memurluğuna atanması yolunda tesis edilen işlemde hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkelerine uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, ...[kararın] BOZULMASINA...\" Danıştay Beşinci Dairesinin 21/2/2018 tarihli ve E.2016/21571, K.2018/10152 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Dava, polis memuru iken 2009 tarihinde yapılan komiser yardımcılığı sınavında başarısız olan, sınavda yer alan bazı soruların mahkeme kararıyla iptal edilmesi üzerine yapılan yeni değerlendirmede başarılı olarak komiser yardımcılığı kursuna başlayan ve bu kursu başarıyla tamamlayarak komiser yardımcısı olarak atanan davacının, mahkeme kararı uyarınca puanlama sistemine ilişkin yapılan yeni değerlendirmede başarısız duruma düştüğünden bahisle yeniden polis memurluğuna atanmasına ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünün 2014 tarihli işleminin iptali istemiyle açılmıştır....Yukarıda yer verilen Anayasa ve Yasa hükümleri uyarınca uyuşmazlık konusu olay incelendiğinde, 2009 tarihinde gerçekleştirilen komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavında76 puan almak suretiyle yedek sırada yer alan davacının komiser yardımcılığı kursuna başlamaya hak kazanamadığı ancak anılan sınavın bazı sorularının, açılan davalar neticesinde iptal edilmesi üzerine davalı idarece yapılan yeni sıralama sonucunda, erkek polis memurları için belirlenen 1125 kişilik kontenjana girememesine rağmen Hukuk Müşavirliğinin görüşü üzerine kursa devam ettirilen diğer kursiyerlerin aksine; davacının ikinci değerlendirme neticesinde hazırlanan yeni listeye göre 505 puanla asil sırada yer alarak başarılı sayıldığı, akabinde yargı kararı sonucu katılmaya hak kazandığı komiser yardımcılığı kursunu başarıyla tamamlayarak komiser yardımcısı olarak atanmak suretiyle, bu statüsü gereği kişisel kazanım elde ettiği görülmektedir.Bu durumda, davacının komiser yardımcısı olarak atanmasından dört yıl sonra yargı kararının uygulandığından bahisle, subjektif kazanımlarını ortadan kaldıracak şekilde, komiser yardımcılığından polis memurluğuna atanması yolunda tesis edilen işlemde hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkelerine uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, ...[kararın] BOZULMASINA...\"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: “Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... bir yargı merciinde ... adil ... bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir. \" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirliliğin Sözleşme'nin bütün maddelerine içkin olduğunu belirtmektedir. (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). AİHM'e göre hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine itimadı azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Ancak bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). AİHM, içtihat farklılıklarının farklı coğrafi bölgelerde yetkili birden fazla yargısal otoritenin var olduğu yargısal sistemlerde doğal olduğunu vurgulamaktadır (Iordan Iordanov/Bulgaristan, § 47; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Hatta içtihat farklılığı aynı mahkeme içinde de söz konusu olabilir. Bu durum kendi başına Sözleşme'ye aykırılık teşkil etmez (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Fakat AİHM yüksek mahkemelerin bu yargısal otoriteler arasındaki içtihat farklılıklarını giderme rolünün bulunduğunu ifade etmektedir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, § 47). AİHM -açık keyfîliğin bulunması hâli hariç- ulusal mahkemelerin iç hukuk kurallarına ilişkin yorumlarını sorgulama rolünün bulunmadığını belirtmektedir. AİHM, aynı şekilde ulusal mahkemelerce açıkça verilen farklı kararları -açıkça benzer olan davalara ilişkin olsa bile- kıyaslama gibi bir işlevinin bulunmadığını, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama hususundaki bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, dinamik ve evrimsel bir yaklaşımın sürdürülememesinin hukukun gelişimini ve hukukta reformu engelleyeceğini, bu nedenle içtihat değişikliğinin tek başına etkin adalet yönetimine aykırı olmadığının altını çizmektedir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). AİHM'e göre mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 ... 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49). AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesini içermediğinin altını çizmekte ancak iyi temellere oturmuş yerleşik içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). AİHM, birçok kararında esaslı ve uzun süreli içtihat farklılıklarının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmetmiştir. AİHM, esaslı ve uzun süreli içtihat farklılığının varlığının tespitinde yargısal pratikteki istikrarsızlığı giderecek mekanizmaların bulunup bulunmadığının ve gerekmesi durumunda bu mekanizmaların etkili bir şekilde işletilip işletilmediğinin önem taşıdığına işaret etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, yargısal uygulamalardaki istikrarsızlığın yol açtığı hukuki belirsizliklerin ve kararlar arasındaki farklılığı giderecek mekanizmaların bulunmamasının adil yargılama hakkını zedeleyeceğinin altını çizmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 54). AİHM'e göre devletin hukuk sistemini uyumsuz yargısal kararlar verilmesini önleyecek şekilde biçimlendirme yükümlülüğü bulunmaktadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 55). AİHM; 2575 sayılı Kanun uyarınca, Danıştayın bir dairesi ile İDDK'nın bir karar konusunda tutarsızlığa düştüğü durumlarda İçtihatları Birleştirme Kurulunun içtihattaki çelişkiyi gideren ve hukuki bağlayıcılığı olan bir karar verdiğini belirtmektedir. AİHM, benzer davalarda bile olsa ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırma yükümlülüğü olmadığını gözönünde bulundurarak Daire ve İDDK arasındaki yorum farklılığının kendi içinde Sözleşme'nin maddesini ihlal etmediği görüşündedir (Emel Boyraz/Türkiye, B. No: 61960/08, 2/12/2014, § 73). ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6834", "Başvuru Konusu":"Başvuru, yargı kararı gerekçe gösterilerek komiser yardımcılığından polis memurluğuna tenzilen atanma işleminin iptali istemiyle açılan davanın benzer maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir yargılamanın devam ettiği gerekçesiyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, tefecilik yapmak, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, yağma suçlarını işlediği şüphesiyle 22/12/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin 26/12/2008 tarihli ve 2008/418 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, tefecilik yapma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve yağma suçlarından kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli ve E.2009/123, K.2012/177 sayılı kararıyla başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 7/3/2014 tarihli dilekçesiyle tutukluluk durumunun incelenmesi için dosya temyiz aşamasında iken Yargıtay Ceza Dairesine tahliye talebiyle başvurmuştur. Başvuru formu ve eklerinden Yargıtay Ceza Dairesince bu talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Temyiz üzerine ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/5/2014 tarihli ve E. 2013/30950, K.2014/9482 ilâmıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında dosya, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/243 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2/6/2014 tarihli ve E.2014/243, K.2014/171 sayılı yetkisizlik kararı üzerine dava, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/282 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.  (2) Tehdidin; a) Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.  (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Yağma suçunun;  a) Silahla,  b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle,  c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde, e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,  f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,  g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,  h) Gece vaktinde, İşlenmesi halinde,  fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “ (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3456", "Başvuru Konusu":"Başvuru, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir yargılamanın devam ettiği gerekçesiyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucuya 13/11/2014 tarihinde bir mektup gönderilmiştir. Kürtçe yazılan söz konusu mektubun Türkçe tercümesi İnfaz Kurumunda yaptırılmıştır. Mektubun ilgili kısımları şöyledir:\"...mektubu Van'dan yazıyorum. Artık yeni vatanım Van'dır.Artık gelmiyorsunuz? Gözümüz yolda kaldı. Siz o tünele de başladınız değil mi? ...size söylemiştim tünele başlayın diye, hani bitirmiştiniz. Bir daha Ankara'ya gelecem, bilmiyorum belki bunun için gelirim.... Siz Ankara'nın içinde olsaydınız orayı ben ateşe verirdim. Size dua etsinler...\" İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 13/11/2014 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla, posta yoluyla gönderilen mektubun Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkında Tüzüğün maddesine göre imha edilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, mektup içeriğinde İnfaz Kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürecek ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 20/11/2014 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, söz konusu mektupta örgütsel haberleşme içeren ve yapılması istenilen şifreli bir kısım yazıların olduğu vurgulanmış ve uygulamanın hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz, 17/12/2014 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 8/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2103", "Başvuru Konusu":"Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru; rücuen tazminat davalarının zamanaşımı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 1/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuya ait 2017/14650, 2017/14664, 2017/14676, 2017/14686, 2017/14707, 2017/14723, 2017/17093, 2017/17097, 2017/17095, 2017/17100, 2017/17098 numaralı başvuruların aralarında kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu anlaşıldığından 2017/14715 numaralı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiş; incelemeye de bu bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1998 ile 1999 yılları arasında Mardin Tarım İl Müdürlüğünde idari ve mali işler şube müdürü olarak görev yapmıştır. Mardin Tarım İl Müdürlüğünde yapılan müfettiş incelemeleri sonucunda Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından 6/1/2000 tarihli fezleke hazırlanmıştır. Fezlekede özetle Kurumda pazar günleri fazla çalışma yapılmadığı hâlde başvurucunun personele yersiz olarak fazla mesai ödemesi gerçekleştirdiği, Kurumun eski parayla 000 TL zarara uğratıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, yersiz ödemeden sorumlu olduğu gerekçesiyle Nisan 2005'ten itibaren maaşından kesinti yapıldığını ve kendisinden Kasım 2015'ekadar toplam 350,01 TL ücret tahsil edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, ödeme yaptığı miktarlar için 20/10/2016 tarihinde Kurum personeline karşı ayrı ayrı rücuen tazminat davası açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 17/1/2017 tarihli kararlarında 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu ile 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri gereği alacakların zamanaşımına uğradığını belirterek kesin olmak üzere ayrı ayrı davaların reddine karar vermiştir. Mahkemeye göre davanın gerek yersiz ödemelerin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Kanun gerekse dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Kanun'un ilgili maddeleri uyarınca geri isteme hakkının olduğunun öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl, her hâlde zenginleşmenin öğrenildiği tarihten itibaren ise 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılması gerekmektedir. Buna göre başvurucunun alacağı, en geç 2009 yılı itibarıyla zamanaşımına uğramıştır. Nihai kararlar 30/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 1/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14715", "Başvuru Konusu":"Başvuru, rücuen tazminat davalarının zamanaşımı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, kamudaki görevine iadesine karar verilen başvurucunun daha önceki komiser yardımcılığı görevine iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komiser yardımcısı olarak görev yapmakta iken 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılan ve Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme (OHAL) Komisyonunun kararı ile kamu görevine iade edilen başvurucu İçişleri Bakanlığı Araştırma Merkezinde derece kamu görevlisi kadrosuna atanmıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali amacıyla açtığı davanın kabulüne karar verilmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusunun kabulüne ve davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 6/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 5/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 23/8/2022 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/44670", "Başvuru Konusu":"Başvuru, kamudaki görevine iadesine karar verilen başvurucunun daha önceki komiser yardımcılığı görevine iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihindeyapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 8/3/2010 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) Bağ-Kur sigortalılığın tespiti davası açılmış, İlk Derece Mahkemesinin 31/12/2013 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesince 4/6/2015 tarihli ilamla düzeltilerek onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11404", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 16/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 6/3/2013 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 9/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 15/7/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” ", "Haklar":"Sendika hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8805", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada ihlal kararına uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi Behçet Taş (B. No: 2015/9815, 12/9/2019) başvurusunda, terör örgütü mensuplarınca döşenen mayının patlaması sonucu yaşanan iş gücü (efor) kaybı için tazminat ödenmesi yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Karar, mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Van İdare Mahkemesince 30/3/2020 tarihinde, davanın kabulü ile 561,68 TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Kararda, efor kaybına bağlı maddi zararın belirlenmesinde 18/10/2004 tarihli bilirkişi raporunun hükme esas alındığı belirtilmiştir. Taraflar istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 20/10/2020 tarihinde kararı usul ve hukuka uygun bulduğunu belirterek tarafların istinaf başvurusunu kesin olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu kararı 27/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 8/12/2020 tarihinde istinaf kararını temyiz etmiştir. Davalı idare de kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 18/5/2021 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararının doğrudan temyize tabi olduğunu belirterek istinaf mahkemesi kararını bozmuştur. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 6/9/2021 tarihinde bozma kararı doğrultusunda dosyanın Danıştaya gönderilmesine karar vermiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 8/2/2022 tarihinde tarafların temyiz itirazlarını reddederek kararı onamıştır. Danıştay Dairesi karar düzeltme yolunun açık olduğunu kaydetmiştir. Başvurucu 14/11/2022 tarihinde karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun inceleme tarihi itibarıyla karar düzeltme yoluna ilişkin başvuru sonuçlanmamıştır. Başvurucu, başvurduğu kanun yollarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesini bilgilendirmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38881", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada ihlal kararına uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 4/12/2018 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından aynı gün başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvurucunun, geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle yaşamı ya da maddi veya manevi bütünlüğünün tehlike altında bulunduğunu ileri sürerek tedbiren idari gözetim kararının durdurulmasına karar verilmesi talebi ise 22/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İzmir Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 16/11/2017 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmek üzere idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu söz konusu karar gereğince Harmandalı Geri Gönderme Merkezinde (GGM) idari gözetim altına tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu tarafından 1/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 13/3/2018 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. ", "Haklar":"Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38222", "Başvuru Konusu":"Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 11/5/2010 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) açılan iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacak davası hâlen İlk Derece Mahkemesinde yürütülmektedir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16804", "Başvuru Konusu":"Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, profesörlüğe yükselme ve atama için beş yıl süreyle gelir getirici herhangi bir mesleki etkinlikte bulunmama şartı nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/5/2019 ve 3/6/2019 tarihlerinde yapılmıştır. 2019/18741 numaralı başvuru dosyasının konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2019/17374 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/17374 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 2006 ve 2011 yıllarında Hacettepe Üniversitesinde (Üniversite) tıp doçenti olmuş ve mesai sonrası serbest mesleki faaliyette bulunmak üzere serbest muayenehane açmıştır. 2/1/2014 tarihli ve 6514 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na geçici madde eklenmiştir. Geçici madde ile maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla serbest mesleki faaliyette bulunan tıp öğretim elemanlarının üç ay içinde bu faaliyetlerini sona erdirmeleri öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi anılan düzenlemeyi Anayasa'nın maddesine aykırı bularak iptal etmiştir (AYM, E.2014/61, K.2014/166, 7/11/2014). İptal kararı sonrasında başvurucular Üniversitede tıp doçenti olarak görev yapmaya devam etmiş ve serbest mesleki faaliyetlerini sürdürmüştür. Üniversite 30236 sayılı ve 10/11/2017 tarihli Resmî Gazete'de öğretim üyesi alım ilanı yayımlamıştır. İlanda \"Ataması yapılacak olanlar, 5 (beş) yıl süre ile (kurum dışında eğitim-öğretim ve araştırma etkinlikleri hariç) gelir getirici herhangi bir mesleki etkinlikte bulunmayacaklarını yazılı olarak beyan eder ve yazılı beyanlarının ekinde halihazırda gelir getirici herhangi bir mesleki etkinlikte bulunmadıklarını teyit eden resmi belgeleri sunarlar.\" şeklinde ek şarta yer verilmiştir. Başvurucuların profesörlük kadrosuna başvuruları ek şartı sağlamadıkları gerekçesiyle işleme konulmamıştır. Bunun üzerine başvurucular ek şartın iptali talebiyle idari yargıda ayrı ayrı dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçelerinde; mevzuata uygun olarak serbest muayenehane açtıklarını, tıp öğretim üyelerinin serbest mesleki faaliyetlerini sonlandırmaya yönelik kanuni düzenlemenin Anayasa Mahkemesince iptal edildiğini, kendilerinin de bu kapsamda serbest mesleki faaliyetlerine devam ettiklerini belirtmiştir. Başvurucular diğer üniversitelerin profesörlük ilanlarında bu yönde bir şart aranmadığını ifade ederek ek şartın ilgili mevzuatta yer alan bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olmadığını ileri sürmüştür. İdare mahkemelerince söz konusu ek şart hukuka uygun bulunmayarak iptal edilmiştir. Mahkeme kararlarında, 2547 sayılı Kanun'un maddesinde profesörlüğe yükselerek atanma için asgari şartların belirlendiği ve bunların haricinde üniversitelerin münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacıyla ek şartlar getirebileceğinin düzenlendiği ancak dava konusu ek şartın bu amaca yönelik olduğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Kararlarda ayrıca serbest mesleki faaliyet icra eden öğretim üyelerinin mesai saatlerinde diğer tüm öğretim üyeleri gibi her türlü hasta bakımı ve tedaviyi eşit şartlarda yerine getirmekle yükümlü olduğu, başvurucuların hâlihazırda mesleklerini serbest olarak icra eden öğretim üyesi statüsünde doçent olarak görev yaptığı, aynı birimde görev yapan doçent unvanlı öğretim üyeleri ile profesör unvanlı öğretim üyeleri arasında bu derece bir farklılaşmaya gidilemeyeceği gerekçelerine dayanılmıştır. İptal kararları üzerine her iki başvurucu da Üniversite tarafından profesör kadrosuna atanmıştır. Üniversite, iptal kararlarına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf kararlarında dava konusu ek şartın sağlık hizmeti talebinin karşılanması ve öğrencilerin eğitimi açısından hizmetin belirli bir süre sadece Üniversiteye özgülenmesi amacıyla getirildiği vurgulanmıştır. Bu kapsamda serbest mesleki faaliyet sınırlamasının süresiz olmayıp beş yıllık bir süreyi kapsadığı, dolayısıyla ek şartın 2547 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olduğu gerekçeleriyle iptal kararlarının kaldırılmasına ve davaların reddine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai kararı birinci başvurucu 24/4/2019 tarihinde, ikinci başvurucu 15/5/2019 tarihinde öğrenmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvurucular bireysel başvuruda bulunduktan sonra davanın reddine ilişkin kararları temyiz etmiştir. Danıştay tarafından anılan kararların 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre temyiz yolu açık olmayan kesin kararlardan olduğu gerekçesiyle 13/6/2019 ve 18/9/2019 tarihlerinde her iki temyiz talebinin incelenmeksizin reddine kesin olarak karar verilmiştir. İlgili Mevzuat 2547 sayılı Kanun'un \"Profesörlüğe yükselme ve atama\" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “a) Profesörlüğe yükseltilerek atamada;1) Doçentlik unvanını aldıktan sonra en az beş yıl süreyle, açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında çalışmış olmak,2) Doçentlik unvanını aldıktan sonra, ilgili bilim alanında özgün yayınlar veya çalışmalar yapmış olmak, gerekir.Yukarıdaki (2) numaralı bentteki yayınlardan biri, başvuru dosyasında başlıca araştırma eseri olarak belirtilir.Üniversiteler, profesörlüğe yükseltilerek atama için aranan bu asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler....” 28/1/1982 tarihli ve 17588 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliği'nin 26/5/2007 tarihli ve 26533 sayılı Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'le değiştirilen \"Atama için önşart\" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “...İlgili Yasa ve Yönetmelik hükümleriyle öngörülen koşulların yanısıra; doçentliğe atama ile yardımcı doçentliğe ve profesörlüğe yükseltme ve atamalarda ilan edilen bir kadroya başvurabilmek için yükseköğretim kurumları tarafından belirlenen ve Yükseköğretim Kurulu tarafından uygun bulunan asgari kriterleri sağlamak zorunludur...” 30236 sayılı ve 10/11/2017 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü öğretim üyesi alım ilanının ilgili kısmı şöyledir: \"Üniversitemiz birimlerinde açık bulunan aşağıda anabilim dalları ile unvan ve koşulları belirtilen kadrolara 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun ilgili maddelerine göre öğretim üyesi alınacaktır....Profesör ve Doçent kadrolarına DEVAMLI STATÜ’ye göre atama yapılacaktır.Ataması yapılacak olanlar, 5 (beş) yıl süre ile (kurum dışında eğitim-öğretim ve araştırma etkinlikleri hariç) gelir getirici herhangi bir mesleki etkinlikte bulunmayacaklarını yazılı olarak beyan eder ve yazılı beyanlarının ekinde halihazırda gelir getirici herhangi bir mesleki etkinlikte bulunmadıklarını teyit eden resmi belgeleri sunarlar.....Bu kriterlere uymayan adayların başvuruları işleme konulmayacaktır...\" Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 7/11/2014 tarihli ve E.2014/61, K.2014/166 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:\"Kanun'un maddesiyle yeniden düzenlenen 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi, memurların, mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamayacaklarını; gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamayacaklarını öngörmektedir.Kanun'un maddesiyle 2547 sayılı Kanun'un maddesine eklenen yedinci fıkrasının ilk cümlesi, tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının, kanunlarda belirtilen hâller dışında 657 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne tâbi olduğunu belirtmektedir....657 sayılı Kanun ve 926 sayılı Kanun'un dava konusu kurallarla değişiklik yapılan maddeleri, bu kanunlara tâbi olarak görev yapmakta olan memur ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ticaret ve kazanç getirici faaliyet yasağı ile meslekî faaliyet ve serbest meslek icrası yasağını düzenlemektedir. Dava konusu kurallarla, bu faaliyet yasakları, söz konusu çalışanların bu amaçlarla ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamayacakları, gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamayacakları şeklinde somutlaştırılarak düzenlemelere belirlilik ve açıklık getirilmektedir.Dava konusu kurallarla ayrıca 2547 sayılı Kanunla 2955 sayılı Kanun'a tâbi olarak görev yapmakta olan tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının, çalışma koşulları bakımından, diğer memur ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının tâbi olduğu hüküm ve sınırlamalara tâbi olacağı öngörülmektedir. Bu suretle söz konusu öğretim elemanları da mesai saatleri sonrasını kapsar şekilde değişiklikte ifade edilen mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunma yasağına tâbi olacaklardır. Bu çalışma yasağına, 6514 sayılı Kanun'un maddesiyle 2547 sayılı Kanun'un maddesine eklenen fıkra ile bir istisna getirilmiştir. Buna göre, söz konusu öğretim elemanlarından profesör ve doçent kadrosunda olanlar, her bir anabilim dalındaki kadrolu profesör ve doçent sayısının yüzde ellisini geçmemek, bir yıla kadar kurumsal sözleşme yapılmak ve geliri üniversite döner sermayesi hesabına kaydedilmek şartıyla ve ilgilinin muvafakati ile mesai dışında özel hastaneler veya vakıf üniversitesi hastanelerinde çalıştırılabilecektir....Anayasa'da üniversite, bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği kurum olarak nitelendirildiğinden bilimsel ve idari özerkliğe sahip olmalıdır. Ancak bilimsel ve idari özerklik, öğretim elemanlarının çalışma koşullarına ilişkin düzenlemeler yapılmasına engel değildir. Zira öğretim elemanlarının öncelikli ve asli görevi, yükseköğretim kurumlarında, kanunlarda belirtilen amaç ve ilkelere uygun biçimde ön lisans, lisans ve lisansüstü düzeylerde eğitim-öğretim ve uygulamalı çalışmalar yapmak, proje hazırlıklarını ve seminerleri yönetmek, bilimsel araştırmalar ve yayımlar yapmak, öğrenci yetiştirmek, öğrencilere rehberlik etmektir. Öğretim elemanlarının kamu görevlisi olmaları nedeniyle yukarıda belirtilen bu görevlerini aksatmadan yerine getirmeleri esastır. Kanun koyucu, yükseköğretimin Anayasa'da belirtilen ilkeler doğrultusunda geliştirilmesi ve sağlık sorunlarının çözüme kavuşturulması için öğretim elemanlarının unvan ve statülerine uygun bazı sınırlamalar getirerek çalışma koşullarını belirleyebilir. Bu bağlamda kanun koyucu dava konusu kurallarla, üniversitelerde daha iyi eğitim ve sağlık hizmeti verilmesini sağlama amacına yönelik olarak burada görev yapan öğretim elemanlarının unvan ve statülerini dikkate almak suretiyle çalışma koşullarını belirlemiş ve bazı sınırlamalara tâbi tutmuştur. Kuralda öğretim elemanlarının bilimsel özerklik gereği bilimsel/akademik faaliyetler yapmasını engelleyen bir yön bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu öğretim elemanlarının çalışma koşullarıyla ilgili düzenlediği kuralların bilimsel özerklik ilkesine aykırı değildir....Dava konusu kurallarla, kuralların yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel kuruluşlarda çalışmakta olan öğretim üyelerinin, bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde bu faaliyetlerini sona erdirmeleri, bu süre içinde faaliyetlerini sona erdirmeyen öğretim üyelerinin üniversiteyle ilişiklerinin kesileceği ve istifa etmiş sayılacakları öngörülmektedir.Dava konusu kurallarda öğretim üyeleri şeklinde genel bir ifade kullanılmış ise de bu kuralların, 6514 sayılı Kanunla, 2547 sayılı Kanun ve 2955 sayılı Kanun'a eklenen geçici düzenlemeler olduğu ve bu kanunların sadece tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanları ile GATA'daki bu nitelikteki kadrolu asker ve sivil öğretim elemanları hakkında ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunma yasağı ile mesleki faaliyet ve serbest meslek icrası yasağını düzenlediği dikkate alındığında, 6514 sayılı Kanunla çalışma rejiminde değişiklik yapılan öğretim üyelerini kapsadığı açıktır. Bu bağlamda dava konusu kurallarla, tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunan veya özel kuruluşlarda çalışmakta olanların, söz konusu süre içinde faaliyetlerini sona erdirmeleri, bu süre içinde faaliyetlerini sona erdirmemeleri hâlinde üniversiteyle ilişiklerinin kesileceği ve istifa etmiş sayılacakları öngörülmektedir....Yargı kararları sonrası tam zamanlı çalışan öğretim üyeleri, mesai saatleri sonrası serbest olarak çalışabilecekleri yönünde oluşan kanaat ve beklenti nedeniyle üniversite dışındaki serbest çalışmalarını planlamış, ekonomik ve sosyal hayatlarını bu koşulları öngörmek suretiyle belirlemişlerdir. Öğretim üyelerinin var olan durumun devam edeceğine dair oluşan beklenti ve kanaat nedeniyle planladıkları faaliyet ve çalışmaları ile bunlar gereğince yaratılan hukuki durumlarını dava konusu kurallar gereğince sona erdirmek zorunda olması, aksi hâlde haklarında insan hayatında çok önemli bir hukuki sonuç doğuran istifa etmiş sayılma veya ilişik kesme işlemlerinin uygulanması hakkaniyete aykırıdır. Bu nedenle söz konusu öğretim üyeleri için yargı kararlarına güvenerek mesai sonrası çalışma ve faaliyette bulunmaları bu statünün kazanılmış hak olarak değerlendirilmesini olanaklı kılmasa da bu statülerin belli bir süre devam edeceğine ilişkin meşru bir beklenti oluşturduğu ve bu beklentinin hukuki güvenlik ilkesi gereğince korunması gerektiğinin kabulü gerekir. Ayrıca kanun koyucunun aynı konuyla ilgili pek çok kanun çıkarmış olması da söz konusu öğretim üyelerinin hukuki durumları bakımından belirsiz bir durum yaratmış ve duraksamalara neden olmuştur. Dolayısıyla dava konusu kurallar hukuk devletinin gereği olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkelerine aykırıdır.\" ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17374", "Başvuru Konusu":"Başvuru, profesörlüğe yükselme ve atama için beş yıl süreyle gelir getirici herhangi bir mesleki etkinlikte bulunmama şartı nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuya İlişkin Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli bir terör yapılanmasının olduğundan bahisle 12/5/2010 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmanın başlatılmasına gerekçe olarak ise 1990'lı yıllarda N.Ş. isimli kişinin önderliğinde kurulan söz konusu örgütün bu kişinin 2004 yılında ceza infaz kurumundan çıkması üzerine tekrar faaliyetlerine başlaması gösterilmiştir. Ancak bu soruşturma kapsamında gazeteci/yazar, iş adamı, akademisyen, bürokrat, diplomat, siyasetçi, üst düzey devlet yetkilisi konumundaki çok sayıdaki kişinin ailevi, mesleki, ticari ve özel hayata ilişkin telefon görüşmelerinin anılan soruşturma gerekçe gösterilerek dinlendiği hatta bu soruşturma kapsamında Başbakan'ın Filistin Devlet Başkanı ve Somali Cumhurbaşkanı ile yaptığı dış politikaya ilişkin telefon görüşmeleri ile Bakanlar ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı'nın devletin güvenliğine ilişkin telefon görüşmelerinin dinlenerek kaydedildiği, bu görüşmelerin bir kısmının da yazılı hâle getirildiği tespit edilmiştir (Ömer Köse ve Yurt Atayün, B. No: 2015/7285, 11/12/2018, § 7). Başsavcılıkça Selam Tevhid Kudüs Ordusu kapsamında soruşturmaya dâhil edilen ve haklarında iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararı alınan kişilerin terörle ilişkilendirilebilecek herhangi bir faaliyetinin olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli yapılanmayı konu alan bu soruşturmadaki usulsüzlük iddiaları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerinin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek terörle ilişkilendirildiği gerekçesiyle başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında Başsavcılıkça ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 26/7/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı gerekçesiyle 29/7/2014 tarihinde tutuklama talebinin reddine karar vermiştir. Başsavcılık serbest bırakma kararına 4/8/2014 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2014 tarihli kararla başvurucu hakkında yakalama kararı çıkartmıştır. Bu kapsamda Başsavcılık başvurucuyu tutuklanması istemiyle yeniden İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik 14/8/2014 tarihinde, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:\"...Şüpheli Kürşat Durmuş'un üzerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal-askeri casusluk amacı ile temin etme suçundan suç tarihi itibari ile yapmış olduğu görev, çalıştığı birimdeki görev süresi, bir çok dinleme ve takip talebi yazılarının altında imzasının bulunduğu, görevi nedeni ile dinlemelerin ve teknik takiplerinin içeriklerinden haberdar olduğu, denetlemekle görevli olduğu görevlilerin eylemlerinden haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu bu suretle atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, bu suça ilişkin yasada öngörülen ceza miktarı dikkate alındığından tutuklama nedenlerinin var olduğu, devam eden soruşturmada delillerin yok edimesi, gizlenmesi, değiştirilmesi, tanık veya mağdurlar üzerinde baskı kurulması şüphesinin halen devam ettiği, suça ilişkin verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleri değerlendirildiğinde adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK 100 ve devam maddeleri gereğince şüphelinin tutuklanmasına... [karar verildi.]\" Başsavcılık; başvurucunun da aralarında olduğu 122 şüpheli hakkında 23/10/2015 tarihli iddianamesi ile devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütünü kurma veya yönetme, suç uydurma, resmî belgede sahtecilik, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasından (FETÖ/PDY) ve örgüt liderinin talimatları doğrultusunda Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturmasının başlatılması ve yürütülmesi sürecinden, anılan soruşturmanın 17-25 Aralık ve MİT tırları soruşturması ile bağlantısından ayrıntılı şekilde bahsedildikten sonra başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında suçlama konusu yapılan olay ve olgulara yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede özetle;i. FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri Fetullah Gülen ile yöneticisi sanık E.U.nun talimatları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmak ve görevlerini yapmasını engellemek amacıyla Selam Tevhid Kudüs Ordusu adı altında bir örgüt kurgulanarak soruşturma başlatıldığı, soruşturma kapsamında haklarında herhangi bir delil bulunmadığı hâlde veya gerçeğe aykırı şekilde üretilen belgelerle başta Başbakan, Bakanlar, MİT Müsteşarı ve milletvekilleri olmak üzere çok sayıda kişi, kurum, vakıf ve derneğin iletişiminin tespit edilerek kayda alındığı, teknik araçlarla izleme tutanakları düzenlendiği, bu kişilerin terör örgütü üyesi olarak gösterilmeye çalışıldığı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin millî güvenliği ya da iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken, üst düzey devlet yetkililerinin yaptıkları görüşmelerin kayıt altına alındığı, bu kapsamda İstanbul ve Bursa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde çeşitli kademelerde görev yapan FETÖ/PDY üyesi emniyet teşkilatı mensuplarının gerçeğe aykırı şekilde tanık beyanları aldıkları, haklarında terör örgütü üyeliğine ilişkin hiçbir delil bulunmayan şikâyetçi ve mağdurlarla ilgili iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararı talep edebilmek için gerçeğe aykırı raporlar düzenledikleri, usulsüz dinleme ve izleme yaptıkları, suç unsuru içermeyen görüşmeleri imha etmeleri gerekirken iletişim tespit tutanağı hâline getirip kişilerin terör örgütü ile irtibatları bulunduğu algısını oluşturmaya çalıştıkları, sahte iletişimin tespiti ve fiziki takip tutanakları düzenledikleri, 17 Aralık soruşturmasıyla ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bulunan belgeleri kaçırdıkları ve log kayıtlarını sildikleri, FETÖ/PDY üyesi bir kısım şüphelinin ise MİT'e ait tırların 1/1/2014 tarihinde Kırıkhan, 19/1/2014 tarihinde ise Ceyhan'da durdurulması ve aranması eylemlerinden sorumlu olduğu belirtilmiştir.ii. Suç tarihlerinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde emniyet amiri olarak görev yapan başvurucu ile aynı dosyada yargılaması devam eden ve çoğu emniyet görevlisi olan şüphelilerin Başbakan da dâhil olmak üzere çok sayıda devlet adamı, siyasetçi, akademisyen, gazeteci, yazar, iş adamı, vakıf, dernek vb. kuruluşların başkan ve görevlilerini -terör örgütleriyle bağlantılı olduklarına dair herhangi bir delil olmamasına rağmen- sahte belge ve gerçeğe aykırı beyanlara göre kurguladıkları Selam Tevhid Kudüs Ordusu kapsamına dâhil ederek hukuka aykırı şekilde yaptıkları dinleme ve takipler sonucunda elde ettikleri gizli bilgileri Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine kullanarak bir kısım devlet görevlisi ile vakıf ve yöneticilerinin terör örgütleriyle bağlantılı olduğu yönünde algı oluşturmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini devirmeye çalıştıkları iddia edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianame kabul edilerek E.2015/297 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış ve 1/2/2016 tarihinde ilk duruşma yapılmıştır. Mahkeme 2/2/2016 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Tutuklu sanıklar ...yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespit tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık K.Y.nin ifadeleri ve bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış olması, mail adreslerinin takip edilmiş olması' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK.nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına, adı geçen sanıklarla ilgili tahliye istemlerinin ayrı ayrı reddine... [karar verildi.]\" Mahkeme sonraki tarihlerde yaptığı duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 2/9/2016 tarihinde yapılan duruşmada, dosyanın Yargıtay Ceza Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılaması yapılan E.2016/2 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Anılan dosya hâkimler B. ve Ö.nün yargılandığı davadır. Bu dava, adı geçen hâkimlerin görev ve yetkileri olmadığı hâlde -dava dosyalarını da incelemeleri söz konusu olmadan- başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda şüpheliyi FETÖ/PDY'den aldıkları talimat uyarınca tahliye etmelerine ilişkindir (bu sürece ilişkin ayrıntılar için bkz. Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 149-161). Yargıtay Ceza Dairesinin birleştirmeye muvafakat etmemesi üzerine dosya, birleştirme uyuşmazlığının çözülmesi için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 22/11/2016 tarihli kararıyla Mahkemenin birleştirme kararının kaldırılarak yargılamanın Mahkemece yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine yargılamaya Mahkemenin E.2017/2 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkeme 9/3/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"Tutuklu sanıklar ... yönünden üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden 'iletişim tespiti tutanakları, araştırma raporları, müşteki beyanları, fiziki takip tutanakları, şahıs tespit tutanakları, tanık ve gizli tanık anlatımları, görev belgeleri, tanık K.Y.nin ifade ve teşhisleri ile bu tanık tarafından dosyaya sunulan materyaller, MİT, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktan gelen yazı cevapları, teftiş raporları, dinlemeye ilişkin ses çözüm tutanakları, diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili dinleme yapılmış ve mail adreslerinin takip edilmiş olması, 2011/762 soruşturma sayılı soruşturmada görev yapan ve sanıkların eylem ve işlemleri ile irtibatlı oldukları iddia edilen hâkim ve savcılarla ilgili yargılamanın devam ediyor olması' kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanık ve müşteki sayısı, sanıklara yüklenen eylemlerin yoğunluğu, suçlamaların niteliği ile dosya kapsamının geniş oluşu sanıklara atılı bir kısım suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphelerini somutlaştırması, bir kısım sanıkların savunmalarının henüz alınmamış oluşu, tutuklama sebep ve şartlarında sanıklar lehine bu aşamada değişiklik meydana gelmemiş oluşu, müştekilerin ve sanıklara atılı eylemlerin sayısal çoğunluğu da dikkate alındığında sanıkların suçunun sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu hususlarına nazaran adı geçen sanıkların CMK'nın , 102/2-cümle.2 maddeleri uyarınca tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]\" Mahkeme sonraki tarihlerde yaptığı duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 20/6/2019 tarihli duruşmada yaptığı değerlendirme sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:\"...FETÖ/PDY terör örgütünün kendi içerisinde yapmış olduğu fişlemelerin çözümlenmesi neticesinde ortaya çıkartılan veriler ışığında yapıldığı anlaşılan tespit uyarınca tutuklu sanıklardan ... Kürşat Durmuş örgütsel konumlarına dair dosyada bulunan veri inceleme raporları, tutuklu sanıklardan ... Kürşat Durmuş ... adlarına kayıtlı/kullanılan GSM hatlarından FETÖ/PDY Terör Örgütü mensuplarının kriptolu haberleşme aracı olarak kullandıkları tespit olunan ByLOCK programına dair dosyada bulunan tespit ve değerlendirme tutanakları, davamıza konu 2011/762 sayılı soruşturmanın başlama sebebi olan K.Y. adlı şahsın 26/02/2014 tarihinde İstanbul Emniyetinde ve 27/02/2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadelerinde 04/03/2011 tarihli ve 06/04/2011 tarihli ifadeleriyle ilgili aleyhe beyanları, 2011/762 sayılı soruşturma dosyasında ifadesi alınan gizli tanık Ş.nin, 20/08/2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinde 22/03/2013 tarihli ifadesiyle ilgili aleyhe beyanları, bahse konu 2011/762 sayılı soruşturmanın yürütüldüğü tarihlerde sanıklarla aynı birimde çalışmış olduğu anlaşılan S'nin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 11/12/2014 tarihli aleyhe ifadeleri ve aynı yöndeki dilekçesi, sanıkların, 2011/762 sayılı (08/08/2010 tarihinde K.Y. adlı şahsın Bursa ilinde polis teşkilatına müracaatı ile başlayıp 20/10/2010 tarihinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğüne gönderildiği anlaşılan) soruşturmanın (bu soruşturma ile 17/08/2012 tarihinde birleştirilip de 12/05/2010 tarihli sanık Y.A. imzalı yazı sonrası başlatıldığı anlaşılan 2010/1074 sayılı soruşturma) yürütüldüğü süreçte, bulundukları konum ve ifa ettikleri görevleri, bahse konu 2011/762 sayılı (birleşen 2010/1074 sayılı) soruşturma dosyası üzerinden 6 kişi (2010/1074) ve 232 kişi (2011/762) hakkında şüpheli/hedef şahıs olarak soruşturma yürütüldüğü, yürütülen soruşturma kapsamında yapılan iletişimin tespiti/dinleme işlemlerine konu seslerden bazılarının T. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün 06/02/2015 tarihli 41654118/663-07/00211 sayılı yazıları ekinde bulunan Değerlendirme Raporu ve T. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin 26/01/2015 tarihli 80971375-07-125 sayılı yazıları uyarınca Türk Ceza Kanununun 328 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen \"Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgiler\" kapsamında olduğunun bildirilmesi, dosya münderacatında bulunan diğer tutanak, kayıt ve belgeler, dosyamıza Başsavcılıklarınca gönderilen etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyen kişilerin aleyhe beyan veya teşhislerine ilişkin evraklar, müşteki beyanları, tanık anlatımları, tanzim olunan raporlar, görev belgeleri, 2011/762 sayılı soruşturma dosyası evrakları, iletişim tespit tutanakları, teşhis, tespit ve takip tutanakları, tape kayıtları, dijital materyaller, cevabi yazı içerikleri, hts kayıtları gibi tüm kayıt ve belgelerle sanıkların tutuklu bulundukları bir kısım suçların (TCK Md. 312 ve 314) tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu gözetildiğinde; sanıklar aleyhine tutuklama tedbirinin devamına yeter derecede kuvvetli suç şüphesini ortaya koyan somut olguların halen varlığını sürdürdüğü, maddi gerçeğin tam olarak ortaya çıkartılmasının sağlanması amacıyla tutukluluk halinin devamına karar verilmesinin gerekliliği ve adli kontrol tedbirlerinin yeterli olamayacağı değerlendirilerek tutuklama tedbirinin devamının işlendiği iddia olunan suçlara ve dosyadaki mevcut delil durumuna göre ölçülü ve zorunlu olduğu kanaatine varıldığından, sanıkların 5271 sayılı CMK'nın 100, 101, 102 maddeleri uyarınca TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA ... [karar verildi.]\" Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 8/7/2019 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 9/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 17/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.B. İlgili Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İlgili hukuk için bkz. Yurt Atayün. B. No: 2017/34216, 29/5/2019, §§ 36- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25369", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, icap nöbetine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/25838, 2018/26732 ve 2018/26745 numaralı başvurular eldeki başvuruyla birleştirilmiştir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25772", "Başvuru Konusu":"Başvuru, icap nöbetine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvurucu, \"2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet\" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 27/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 3/11/2008 tarihinde gözaltına alınarak, aynı tarihte Beyoğlu Sulh Ceza Mahkemesinin 2008/452 Sorgu sayılı kararı ile \"terör örgütü propagandası yapma, 2911 sayılı Kanun'a aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama\" suçlarından tutuklanmıştır. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, 6/11/2008 tarih ve 2008/133 sayılı kararı ile Başsavcılığın görevsizliğine, soruşturma dosyasının görevli ve yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK. maddesi ile yetkili) gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) 18/11/2008 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK. maddesi ile yetkili), 18/11/2008 tarihinde başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında \"terör örgütü propagandası yapma” suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş, aynı tarihte 2008/527 sayılı karar ile “2911 sayılı Kanun'a aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama\" suçundan Başsavcılığın görevsizliğine, soruşturma dosyasının görevli ve yetkili Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu ve yirmi altı şüpheli hakkında, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 27/11/2008 tarih ve E.2008/11783 sayılı iddianamesi ile \"2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet\" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesinin E.2008/833 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Beyoğlu Adliyesinin kapatılması üzerine yargılamaya devam eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, 28/1/2014 tarih ve E.2008/833, K.2014/15 sayılı kararı ile başvurucunun da bulunduğu duruşmada kovuşturmanın ertelenmesine, itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu tarafından itiraz kanun yoluna başvurulmayan hüküm, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince verilen karar tarihi itibarıyla kesinleşmiştir. Başvurucu, 27/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası; 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un Geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2846", "Başvuru Konusu":"Başvurucu, \"2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet\" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi, kanuni gözaltı süresinin aşılması, gözaltına alınırken yasal haklarının hatırlatılmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, dosyaya erişim kısıtlandığından savunma hakkının kullanılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; protesto eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm olunması ve örgüt propagandası yapma suçundan açılan davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedenleriyle ifade özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.             Başvuru 23/8/2013 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuşlardır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.         İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.   A.       Olaylar         Başvuru formu, ekleri, Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüş yazısı ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:         Diyarbakır ilinde görülen ve kamuoyunda “KCK davaları” olarak bilinen yargılamalarda ana dilde savunma yapma imkânı verilmemesini protesto etmek amacıyla bir grup şahıs 2/11/2010 tarihinde İzmir ili Menemen ilçesinde akşam saat 00 sıralarında bir eylem gerçekleştirmişlerdir. Anılan olayla ilgili olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.         Meydana gelen bu olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 00 sıralarında sekiz polis memurunun imzasını taşıyan olay tutanağı düzenlenmiş; anılan olay tutanağında eyleme katılan şahısların tespit edilemediği, gecenin karanlığından faydalanarak güvenlik görevlilerinden kaçmayı başardıkları belirtilmiştir.          Anılan olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 45’te tespit tutanağı düzenlenmiştir. Tespit tutanağında, eyleme katılan şahısların 25-30 kişi olduğu ve başvurucuların da bu şahıslar arasında bulunduğu belirtilmiş; olay esnasında PKK terör örgütü lehine yapılan propaganda ve atılan sloganlardan bahsedilmiştir.         Aynı olayla ilgili olarak saat  10’da düzenlenen başka bir tespit tutanağında ise molotof kokteylli ve havai fişekli saldırıda bulunan grup içinde Menemen ilçesi Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bu bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve protesto gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı polis tarafından bizzat tanınan şüpheliler Yusuf Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y.Y. ve E.E. isimli şahısların görüldüğü ifade edilmiştir.         Bu arada İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2010 tarihli ve 2010/642 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucuların ikamet adreslerinde arama yapılmasına ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine istinaden soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir.     24/11/2010 tarihinde yakalanan başvuruculara, avukatla görüşme hakları olduğu hatırlatılmış, başvuruculardan Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla görüştürülmüştür. Diğer başvurucu ise ismini verdiği üç avukattan biriyle görüşmeyi kabul edeceğini bildirmiştir. Bildirilen avukatlardan birine ulaşılamaması, diğerlerinin de müsait olmaması nedenleriyle başvurucunun avukatıyla görüşmesi ancak ertesi gün sağlanabilmiştir.      25/11/2010 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde ve 26/11/2010 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda savunmaları alınan başvurucular tutuklama istemiyle 26/11/2010 tarihinde Mahkemeye sevk edilmişlerdir. Kollukta ifadeleri alınırken başvuruculara atılı suçlamaların kapsamıyla ilgili ayrıntılı sorular sorulmuştur.     İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, aynı tarihte 2010/37 Sorgu sayılı kararıyla “PKK terör örgütüne üye olma” suçundan başvurucuların tutuklanmalarına karar vermiştir.     İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 24/2/2011 tarihli ve E.2011/34 sayılı ve 14/11/2011 tarihli ve E.2011/228 sayılı iddianameleriyle “silahlı terör örgütüne üye olma, patlayıcı madde bulundurma, görevi yaptırmamak için direnme, kasten genel güvenliği tehlikeye sokma” suçlarından başvurucular hakkında aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu Abdulvahap Aydemir hakkında ayrıca “örgüt propagandası yapma” suçundan da kamu davası açılmıştır. Anılan iddianameler Mahkemece kabul edilmiş ve tensiple birlikte başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.     2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen mahkemeler kapatılmıştır.  Aynı Kanun’un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasında, bu mahkemelerde açılmış olan davaların kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce bakılmaya devam olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyeceği hükme bağlanmıştır.      Yargılamada başvuruculardan Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması gerektiği, anılan başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile kurulmuş mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu Yusuf Aydemir’in nüfus kaydındaki doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991 iken İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen kararla 5/5/1992 olarak düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun işlendiği 2/11/2010 tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek görevsizlik kararı verilmesi talebini reddetmiştir.      İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli ve E.2011/61, K.2012/256 sayılı kararı ile başvuruculardan Abdulvahap Aydemir hakkındaki “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan açılan davayla ilgili hüküm kurulmamış; başvurucular hakkındaki “kasten genel güvenliği tehlikeye sokma” suçu “etkin direnme” suçu kapsamında görülerek bu suçtan ayrıca ceza verilmemiş, diğer suçlardan ise başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.      Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:       “…       2010 günü saat: 00 ile 00 sularında Menemen ilçesi Asarlık beldesi Gölcük Mahallesi 406 Sokak yan kısmında bulunan ve belediye tarafından yeni açılmış olan park içerisinde, çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu yaklaşık 30 kişilik gurup toplanmıştır. Bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı övücü tarzda “biji serok Apo, selam selam İmralı’ya bin selam, PKK halktır halk burada, v.b” şekilde slogan atmışlardır.  Bu gurup, daha önceden hazırladıkları molotof kokteyli ve havai fişekler ellerinde bulunduğu halde Vali Kutlu Aktaş caddesine çıkarak bu caddeyi takiben Menemen belediyesi Asarlık Şube Müdürlüğü binasına gelmek üzere hareket edip, bu caddede beklemekte olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA) toplumsal olaylara müdahale etme aracına havai fişek ve molotof kokteyllerini ateşlemek suretiyle saldırmışlardır. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurlarının müdahalesi üzerine gurup tarafından çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurulduktan sonra barikatın arkasında (TOMA) aracına ve görevli polis memurlarına molotoflu, taşlı saldırılara devam etmişlerdir. Çevik Kuvvet personelinin devam eden müdahalesi sonucu saldırganlar ara sokaklara dağılarak izlerini kaybettirmişlerdir. Olay yerinde siyah bir poşet içerisinde yoğun şekilde yapıştırıcı ve benzin kokusu olan silindir teneke bidon ele geçirilmiştir. (KL:1 Dz.67’ deki olay tutanağı)       Yukarıdaki anlatılan olay gerçekleştikten sonra saat 23:45’ de …30 ve …..11 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra, PKK terör örgütü güdümünde Menemen ilçesinde gerçekleştirilen basın açıklamaları ve protesto gösterilerinden dolayı daha önceden tanıdıkları B. , O. Y., A. K., Yusuf Candemir, E. E., S. E., Ü. A., K., Abdulvahap Aydemir ve Y. Y.’nin görevli polis memurlarına ve (TOMA) aracına molotoflu ve havai fişekli saldırıyı gerçekleştiren gurup içerisinde yer aldıkları yönünde tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz:69’ da tespit tutanağı)       Aynı gün saat: 01:10’da yine yukarıda anlatılan olay sonrası …40 ve …18 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra (TOMA) aracı içerisinde görebildikleri kadarıyla molotof kokteyli ve havai fişekli saldırıda bulunan gurup içerisinde Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve proteste gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı bizzat tanıdıkları Yusuf Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y. Y. ve E. E.’nin isimli şahısların görüldüğü yönünde ikinci tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz.78)       Her iki tutanakta da sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf Candemir ve Y. Y.’nin isimlerinin yer aldığı görülmektedir.       2011 günkü sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf Candemir’in hazır bulundukları oturum sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen, …40 sicil nolu polis memuru, olaya ilişkin tuttukları tutanak içeriğinin doğru olduğunu, eylemlerin huzurdaki sanıklar tarafından gerçekleştirildiğini, sanık S. E.’nin elinde havai fişek, diğerlerinin elinde ise molotof kokteyli olduğunu, …18 sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, huzurdaki sanıklardan bir kısmını tanıdığını, bu sanıkların öncesinde de benzer olaylara katılmaları ve olay sırasında ışıklandırmanın yeterli olması sebebiyle teşhis edebildiğini, …30 sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, sanıkların ellerinde molotof kokteyli ve havai fişekler bulunduğun, olaydan uzun zaman geçtiği için huzurdaki sanıkların ne yaptıklarını tam olarak hatırlamadığını ifade etmişlerdir.       …       Sanıklar E. E., S. E., Y. Y. ve Yusuf Candemir’in 2010 günü  İzmir ili Menemen ilçesi Asarlık beldesinde terör örgütünün propagandasına dönüşen yaklaşık 25-30 kişilik gurup tarafından gerçekleştirilen eyleme katıldıkları, buradan ellerinde molotof kokteyli ve havai fişek olduğu halde Vali Kutlu Aktaş Caddesinde Menemen Belediyesi Asarlı Beldesi Asarlık Şube Müdürlüğü yönüne doğru hareket ettikleri, orada bulunmakta olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait  (TOMA)  araca saldırdıkları, çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurdukları ve buradan olaya müdahale etmek isteyen polis memurlarına, molotof kokteyli ve taşlarla saldırmak suretiyle engel oldukları, sanıkların bu şekilde üzerlerine atılı görevli memura etkin direnme ve patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme eylemini gerçekleştirdikleri,        Patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme eyleminin TCK’nun 174 ve 3713 S.Y. nın 5/2 maddesine temas ettiği,        Sanıkların, polis memurlarının görev yapmasına engel olmak amacıyla taş, molotof kokteyli, havai fişek attıkları (cebir kullanarak), sübut bulan bu eylemin TCK’nun 265/1,3,4 ve 3713 S.Y. nın 5/ maddesine temas ettiği,        Anlaşılmakla bu maddelere göre ceza tayini gerektiği sonucuna varılmıştır.       Sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir’in suç tarihinden önce başkaca katıldıkları eylemlere ilişkin haklarında düzenlenen iddianamelerden anlaşılacağı üzere bu tür eylemlere katılımları yönünde gösterdikleri devamlılık, gerçekleştirilen eylemlerin örgütsel-ideolojik eğitim ve motivasyon (dezenformasyon) olmaksızın işlenme ihtimalinin zayıf olması ve 2007 yılından itibaren terör örgütü PKK’nın KCK/TM olarak strateji değiştirip, terör örgütü üyesi olmanın sadece yurt dışı kamplarına katılıp burada ideolojik ve silah eğitimi almak, sonrasında kod adı alıp özgeçmiş vermekle değil, şehir, mahalle, üniversite gibi legal alanlarda örgütlenip, özellikle gençleri örgüte kazandırıp şiddete dayalı sokak eylemlerinde kullanarak toplumu terörize edip ülkeyi iç savaş ortamına sürükleyerek devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmanın hedeflendiği nazara alındığında sanıkların gerçekleştirdikleri eylemin terör örgütünün bu stratejik amacı ve çerçevesinde olduğu sonucuna varıldığından sanıkların terör örgütü KCK/TM nin gençlik yapılanması içerisinde (DYG-M) faaliyet yürüttükleri ve bu terör örgütüne üye oldukları sonucuna varılmış olup, eylemlerine temas eden TCK nun 314/2 ve 3713 S.Y. nın maddesi uyarınca ayrıca cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir…”     Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 16/5/2013 tarihli ve E.2013/3517, K.2013/7760 sayılı ilamı ile Derece Mahkemesi kararının patlayıcı madde bulundurma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarıyla ilgili kısmının onanmasına ve örgüt üyesi olma suçundan verilen cezanın bozulmasına karar vermiştir. Diğer yandan başvurucu Yusuf Candemir hakkında örgüt propagandası yapma suçundan açılan dava hakkında Mahkemesince bir karar verilebileceği belirtilmiştir.     Başvurucular  29/7/2013 tarihinde anılan karardan haberdar olmuştur.     Bozma sonrasında yapılan yargılamada, başvurucular örgüte üye olmamakla birlikte “örgüt adına suç işleme” suçundan 11/12/2013 tarihli kararla cezalandırılmışlardır. Başvuruculardan Abdulvahap Aydemir hakkında “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan açılan davanın ise kovuşturmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Anılan kararlar başvurucular tarafından temyiz edilmiştir.     Bireysel başvuru 23/8/2013 tarihinde yapılmıştır.B.       İlgili Hukuk     26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;…c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…”     5237 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”     5237 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”     5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.   (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.  ...”     5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;    a) Kuvvetli suç şüphesini,     b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,     c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,  gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”     5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;  a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”     5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”    ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7349", "Başvuru Konusu":"Başvuru, tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi, kanuni gözaltı süresinin aşılması, gözaltına alınırken yasal haklarının hatırlatılmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, dosyaya erişim kısıtlandığından savunma hakkının kullanılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; protesto eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm olunması ve örgüt propagandası yapma suçundan açılan davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedenleriyle ifade özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, Erzincan'ın İliç ilçesi Yakuplu köyü mevkiinde yer alan maden açık ocak işletmesi revizyon ve kapasite artırımına dair projeye ilişkin çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Erzincan ili İliç ilçesi Yakuplu köyü mevkiinde özel bir şirket tarafından yapılması planlanan Çakmaktepe Kompleks (Au+Ag+Cu) Madeni Açık Ocak İşletmesi Kapasite Artış Projesi'ne (proje) ilişkin olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 9/8/2018 tarihinde ÇED olumlu kararı verilmiştir. Başvurucu, bahsi geçen ÇED olumlu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle Erzincan İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; projenin çevresel etkilerinin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmediğini, mera alanları ile ilgili gerekli izinler alınmadan sondaj, yarma ve galeri faaliyetlerinin gerçekleştirildiğini, bu durumun tarım ve hayvancılığa olumsuz yansıyacağını, kirlenen yüzey sularının çevre köylerin içme suyunu etkileyeceğini, projede kullanılacak kimyasalların insan sağlığına ve ekolojik sisteme zarar vereceğini ileri sürmüştür. Yargılama sürecinde orman mühendisi, çevre mühendisi, jeoloji mühendisi, maden mühendisi ve inşaat mühendisinden oluşan beş kişilik bilirkişi heyeti tarafından 8/7/2019 tarihli rapor hazırlanmıştır. Bilirkişi raporunda; ÇED olumlu kararında projenin kümülatif kirlilik etkisinin irdelendiği, su kaynaklarının korunmasını sağlayacak tedbirlerin taahhüt edildiği, projenin kimyasal kullanımı açısından ilave bir yük getirmeyeceği, ÇED raporunda atık depolama hususu yer almasa da bu konunun bölgedeki tesisler için daha önce hazırlanan başka bir ÇED raporu kapsamında kaldığı, projenin insan ve çevre sağlığına etkilerinin kabul edilebilir sınırların altında olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında projeden etkilenecek alanın %77,35'inin orman, %22,36'sının mera olduğu, bölgede verimli bir ormancılık faaliyetinin söz konusu olmadığı ve proje bitiminde zarar gören orman alanının rehabilite edileceği, mera alanının hâlihazırda yer yer tahrip edildiği ve proje bitiminde iyileştirileceği, mera kullanımı için gerekli izinlerin alınacağının taahhüt edildiği ifade edilmiştir. Raporda sonuç olarak projenin toplam olumsuz etkilerinin tahammül edilebilir boyutta olduğu, çevrenin rehabilitasyonu için gerekli tedbirlerin taahhüt edildiği ve ÇED olumlu kararının ulusal ve uluslararası mevzuatta belirlenen teknik kriterlere ve eşik değerlere uygun olduğu değerlendirilmiştir. Mahkeme bilirkişi raporunu hükme esas alarak 26/9/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; projenin mevzuatta öngörülen usule uygun hazırlandığı, ÇED raporunda proje kapsamında karşılaşabilecek sorunların tespit edilerek incelendiği, gereken önlem ve taahhütlerin yeterli ve elverişli olduğu belirtilerek ÇED raporunun teknik açıdan uygun formatta ve yeterlilikte olduğu, ÇED olumlu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Anılan kararı başvurucu temyiz etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 20/2/2020 tarihinde kararın hukuk ve usule uygun olduğu, bozulmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddi ile kararın onanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Onama kararına katılmayan iki üye karşıoy gerekçesinde proje alanının %22'sinin mera olduğunu ve dava dilekçesinde projenin tarım ve hayvancılıkla ilgili olumsuz etkilerine ilişkin iddialara yer verildiğini, Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunu hazırlayan heyette ziraat mühendisi bilirkişi bulunmadığını, projenin özellikleri ve dava dilekçesindeki iddialar dikkate alınmak suretiyle yeni bir bilirkişi heyetiyle yeniden keşif ve inceleme yaptırılarak hazırlanacak yeni raporun sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu nihai hükmü 17/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. ", "Haklar":"Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12802", "Başvuru Konusu":"Başvuru, Erzincan'ın İliç ilçesi Yakuplu köyü mevkiinde yer alan maden açık ocak işletmesi revizyon ve kapasite artırımına dair projeye ilişkin çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru, usule aykırı biçimde elkonulan dijital delile dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın yenilenmesi istemi hakkında karar veren bazı hâkimlerin daha önce yargılama aşamalarında görev yapmış olmaları nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesinin 11/10/2012 tarihli kararıyla devletin güvenliğine, siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklamak suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan hüküm, Askerî Yargıtay Dairesinin 6/2/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun 25/11/2015 tarihli yargılamanın yenilenmesi talebi ise Yargıtayın 19/1/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 8/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 4/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında başvurucu vekili 2/8/2016 tarihli dilekçeyle başvurucu hakkındaki yargılamanın yenilenmesini ve infazın durdurulmasını talep etmiştir. Başvurucu vekili tarafından 28/11/2016 tarihli dilekçeyle Askerî Yargıtay Dairesinin 17/8/2016 tarihli kararıyla bu istemin esastan kabulüne ve infazın durdurulmasına karar verildiği bildirilmiştir. Sonrasında Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askerî Yargıtay ve askerî mahkemeler kaldırılmış olduğundan dosya Yargıtay Ceza Dairesine (Yargıtay) gönderilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 28/11/2016 tarihli dilekçeyle, Yargıtay tarafından 16/7/2018 tarihli karar ile Askerî Yargıtay Dairesinin 17/8/2016 tarihli yargılamanın yenilenmesi talebinin esastan kabulüne dair verdiği kararının hukuki varlığını sürdürdüğünden bu konuda yeni bir karar verilmesine gerek olmadığına ve yargılamanın yenilenmesi kararının gereği için Ankara Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesinin görevlendirilmesine karar verildiğini Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Aynı dilekçeye göre söz konusu karar üzerine yargılama Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/422 esasına kayden derdesttir. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4638", "Başvuru Konusu":"Başvuru, usule aykırı biçimde elkonulan dijital delile dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın yenilenmesi istemi hakkında karar veren bazı hâkimlerin daha önce yargılama aşamalarında görev yapmış olmaları nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında 20/7/2005 tarihinde Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon kararına karşı, idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 4/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5724", "Başvuru Konusu":"Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":1 }, { "text":"Başvuru; arama, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmaması ve buna bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve adil yargılanma hakkının, hukuka aykırı olarak verilen arama kararı nedeniyle konut dokunulmazlığı, özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına 27/6/2019 tarihinde karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hakkari Emniyet Müdürlüğünün (Emniyet Müdürlüğü) 27/1/2016 tarihli yazısıyla 26/1/2016 günü saat 47'de gelen ihbarda özetle; aralarında başvurucunun evinin de bulunduğu çeşitli evlerin adresleri bildirilerek, bu adreslerde on kadar teröristin kaldığının belirtilmesi üzerine şüphelilerin yakalanabilmesi ve elde edilebilecek suç ve suç unsurları ile tahkikata konu olabilecek malzemelere mevzuatın ilgili maddeleri gereğince el konulabilmesi amacıyla gecikmesinde sakınca bulunan hal olduğu ifade edilerek 27/1/2016 tarihinde saat 30-00 saatleri arasında bir defaya mahsus arama, yakalama ve el koyma kararı talep edilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün söz konusu talebi Cumhuriyet savcısı tarafından 27/1/2016 günü saat 00'da şüphelilerin kaçması, elde edilecek delillerin yok edilmesi veya yer değiştirmesine karşın gecikmesinde sakınca bulunan hâl olduğu belirtilmek suretiyle kabul edilerek söz konusu tarih ve saatler aralığında arama, yakalama ve el koyma kararı yazılı olarak verilmiştir. 27/1/2016 günü saat 05 sıralarında evde başlatılan arama sonucu başvurucu, saat 10 sıralarında yakalanmış ve saat 03'te yakalama ve arama tutanağı düzenlenmiştir. Yapılan arama neticesinde yakalanan başvurucunun bilgi sahibi olarak ifadesinin alınarak Emniyet Müdürlüğünden serbest bırakılması yönünde Cumhuriyet savcısı tarafından 27/1/2016 tarihinde yazılı talimat verilmiştir. Hâkkari Devlet Hastanesince, başvurucu hakkında saat 30 sıralarında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Aynı gün saat 30 sıralarında düzenlenen yakınlarına haber verme tutanağından, başvurucunun yakalandığı ve gözetim altına alındığının oğluna bildirildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, bilgisine başvurulmak üzere Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Emniyet Müdürlüğünde bilgisine müracaat edilen başvurucu 27/1/2016 günü saat 15'te alınan beyanlarında özetle; ihbara konusu ile ilgili olarak evinde hiçbir şekilde ve hiçbir zaman örgüt mensubu, eleman, mühimmat bulunmadığını, PKK/KCK terör örgütü ile hiçbir irtibatının olmadığını, yaptıkları eylemleri desteklemediğini, kardeşi nin beş gün önce askerden geldiğini, o günden beri evinde sürekli misafir bulunduğunu, Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm organlarını tanıdığını, PKK/KCK terör örgütünün eylemlerinin şahıslarına ve Hâkkari halkına zarar verdiğini düşündüğünü ifade etmiştir. Saat 05'te düzenlenen salıverme tutanağından, başvurucunun istememesi nedeniyle çıkış doktor raporu alınmaksızın salıverildiği anlaşılmıştır. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucu 2/2/2016 tarihinde, yapılan tüm aramalarda herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı, ayrıca ihbar dışında yasa dışı herhangi bir faaliyette bulunduğuna dair somut bir delile ulaşamadığı gerekçesiyle başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ve bu karar 22/2/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, haksız yakalama sebebiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine dayanarak, 29/2/2016 tarihinde Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle; örgüte üye olmak suçunu işlediği iddiasıyla yaşadığı ikamette kolluk ekipleri tarafından operasyon yapıldığını ve sabaha karşı evinde yakalandığını, yakalama tutanağı düzenlendiğini, sabaha karşı hastaneye götürüldüğünü, hakkında yakalama ve gözaltı formu düzenlendiğini, Emniyet Müdürlüğünde ifadesi alındıktan sonra salıverme tutanağıyla serbest bırakıldığını, Başsavcılıkça yürütülen soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, Emniyet Müdürlüğünde kaldığı süre içerisinde özgürlüğünden alıkonulduğunu, maddi ve manevi olarak zarar gördüğünü, psikolojik sorunlar yaşadığını ve halen bu sorunları yaşamakta olduğunu, haksız olarak yakalanması nedeniyle maddi ve manevi zararları olduğunu, 500 TL maddi ve 900 TL manevi olmak üzere toplam 1400 TL tazminatın yakalanma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmiştir. Tazminat talebini inceleyen Mahkeme, başvurucunun soruşturma dosyasında sadece beyanı alınmak üzere Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğünü ve savunması alındıktan sonra serbest bırakıldığını belirterek koruma tedbiri nedeniyle tazminat davası açılmasının koşulları oluşmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle açılan davanın reddine 17/5/2016 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 23/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 19- ", "Haklar":"Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10381", "Başvuru Konusu":"Başvuru, arama, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmaması ve buna bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve adil yargılanma hakkının, hukuka aykırı olarak verilen arama kararı nedeniyle konut dokunulmazlığı, özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru, maddi ve manevi tazminat isteğiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hüküm altına alınan miktarın tahsili için gerekli tedbirin alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 19/5/2000 tarihinde tüplü dalış sırasında vefat etmiştir. Ölüm olayından kaynaklanan ceza yargılaması ayrı bir bireysel başvuruya konu yapılmıştır. Başvurucular ölümün meydana gelmesinde kusuru bulunan kişiler aleyhine 3/3/2006 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucular 3/3/2006 tarihli dava dilekçesinde ve daha sonra vermiş oldukları ıslah dilekçesinde davalıların mal varlığı hakkında tedbir kararı verilmesi isteğinde bulunmuş ancak mahkemece bu yönde herhangi bir karar verilmemiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 13/5/2010 tarihli kararla davanın kısmen kabulüyle başvurucular lehine toplam 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata karar vermiştir. Başvurucular bu karara dayalı olarak davalılar hakkında 25/8/2010 tarihinde icra takibi başlatmıştır. Bu icra takibi kapsamında davalılardan A.F.İ.nin çalıştığı kurumdan herhangi bir hak ve alacağı olup olmadığı sorulmuş, ilgilinin emekli olması nedeniyle müzekkere Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına yöneltilmiştir. Başvurucular tarafından karar altına alınan alacağın tahsiline yönelik başkaca bir işlem bildirilmemiştir. Bu arada davalılar tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/6/2012 tarihli kararı ile görevsizlik nedeniyle bozulmuştur. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi bozmaya uyarak 22/11/2012 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucular görevsizlik kararı üzerine dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Ankara Tüketici Mahkemesi 26/12/2013 tarihli kararla dalış merkezi ve bu merkezin yetkililerinin olayın meydana gelmesinde kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle her iki başvurucu için 096,44 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata karar vermiştir. Hüküm, Yargıtay denetiminden geçerek 30/9/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 26/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18360", "Başvuru Konusu":"Başvuru, maddi ve manevi tazminat isteğiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hüküm altına alınan miktarın tahsili için gerekli tedbirin alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.", "labels":0 }, { "text":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada, Mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarında esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/10/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi A. hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının E.1992/110 Hazırlık sayılı dosyasında, A.nın 23/12/1991 tarihinde Diyarbakır ili Kulp ilçesi Bağcılar köyünde güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girdiği ve ölü olarak ele geçirildiği belirtilerek takipsizlik kararı verilmiştir. Başvurucular; murislerinin 23/12/1991 tarihinde Kulp ilçesinde gözaltına alındığını, yaklaşık on beş gün sonra bir teröristin çatışmada öldürüldüğü bildirilerek murisin eşine teşhis yaptırıldığını, murisin kim tarafından öldürüldüğünü bilmediklerini belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 25/7/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 4 No.lu Komisyonun 4/8/2006 tarihli ve 2006/4-6292 sayılı kararında başvurucuların tazminat talebi reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: \"...5233 sayılı Kanun kapsamında başvuranların dosyasında bulunan belgelerin 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle yapılan incelemede, A.nın PKK terör örgütü üyesi olduğu, güvenlik kuvvetlerine pusu kurarak ateş açtığı ve akabinde güvenlik kuvvetleri ile girdiği silahlı çatışmada öldüğü tespit edildiğinden, ölümünün kendi kusurundan kaynaklandığı anlaşılmakla 5233 sayılı Kanun'un maddesinin (f) bendi gereği tazminat talebinin reddine, komisyonumuzca karar verilmiştir.\" Başvurucular; murislerinin örgüt üyesi olduğu ve çatışma sonucu öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığını, Komisyonun hukuka uygun bir şekilde araştırma yapmadığını, tarafsız olmadığını belirterek kararın iptali için Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkeme 31/12/2007 tarihli ve E.2007/96, K.2007/2000 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:\"...Dava dosyasında bulunan işlem dosyasının incelenmesinden: Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının Hazırlık No: 1992/110, Karar No: 1992/155 sayılı kararında aralarında A.nın da bulunduğu iki sanık hakkında''sanıkların 23/12/1991 tarihinde Kulp İlçesi Bağcılar Köyü yakınlarında güvenlik kuvvetleri ile girdikleri silahlı müsademe sonucu ölü olarak ele geçirildikleri anlaşılmakla ölü sanıklar hakkında TCK'nun maddesi gereğince kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği\" görülmektedir. Öte yandan 23/12/1991 tarihli otopsi ve olay yeri tespit tutanağında 23/12/1991 günü Kulp İlçesinden görevli olarakLice istikametine intikal halinde olan jandarma devriyesine yasa dışı terör örgütünce pusu kurulduğu, çıkan çatışmada iki teröristin ölü olarak ele geçirildiği, üç kişinin ise değişik istikametlerde kaçtığının Başsavcılığa ilçe jandarma bölük komutanlığınca bildirilmesi üzerine, olay mahalline gidildiği, olay yerinin Kulp Lice istikametinde Şekran Çayı karşısındaki bodur çalılıkla kaplı ve öbek şeklindeki engebelitepeler olduğu,yapılan incelemede cesetlerin bulunduğu ve anayolun hemen üst tarafında ufak bir tepe üzerinde muhtemelen bir pusu için örgüt mensupları tarafından hazırlanmış 2 adet yaklaşık 5 metre aralıklı mevzinin olduğu, her iki cesedin başında birer adet kalaşnikof marka tüfeğin olduğu, cesetler üzerinde yapılan ilk aramalarda bu tüfeklere ait olduğu anlaşılan ve cesetler üzerinden çıkartılan toplam 9 adet şarjörle bunlara ait mermilere birlikte el konduğu, cesetlerden birinin üzerinden çıkan nüfüs cüzdanına göre, T. oğlu N.den olma .. doğumluM.A.'ya ait olduğu belirlemesi yapılmıştır.Mevcut bilgi ve belgelerden davacılar murisinin güvenlik kuvvetlerine kurduğu pusu sonrasında çıkan çatışmada ölü olarak ele geçirildiği kanaati hasıl olduğundan 5233 sayılı Kanunun yukarıda yazılan 2/2-e, f maddesi gereği davacıların murisinin ölümünden dolayı uğranıldığı belirtilen zararların karşılanması isteminin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir....\" Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 10/9/2012 tarihli ve E.2011/9300, K.2012/5150 sayılı ilamıyla hüküm, davanın reddine ilişkin kısım yönünden onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2013/7295, K.2013/5080 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı 23/9/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular tarafından 22/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: \"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.\" 5233 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:\"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar. Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:...e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararlar.f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar. ...\" 5233 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir: \"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.\" ", "Haklar":"Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)", "Kararın Bağlantı Linki":"https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7777", "Başvuru Konusu":"Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada, Mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarında esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.", "labels":1 } ]